 |
PDK Devrimci Bülten - Sayı 30 (1) |
 |
 |
İÇİNDEKİLER - Ortadoğu Politikasında Patlayıcı Maddeler
- Küresel Politik-Ekonomik Yeniden Yapılandırma ve Özelleştirme
- Tarihsel Marksizm
- Devrimci Bülten’den Okurlara
ORTADOĞU POLİTİKASINDA PATLAYICI MADDELER ABD’nin Ortadoğu’yu kendi çıkarları temelinde tekrar düzenleme siyaseti, orta ve uzun dönemli olarak, ancak, Ortadoğu’da toplumsal patlayıcı maddelerin birikmesine neden olabilir. Bölgedeki bütün rejimler, Türkiye'de dahil, önümüzdeki beş-on yıl içerisinde (belki de daha az bir süre içerisinde) kaçınılmaz bir çöküşe doğru gideceklerdir. Üstelik bu rejimlerin değiştirilmesini en çok da genel olarak uluslararası emperyalizm özel olarak da ABD emperyalizmi istemektedir. Ama rejim değişiklikleri iç savaşlar olmaksızın olanaksızdır. 11 Eylül saldırılarından sonra uluslararası emperyalist sistem yeni bir tarihsel sürece girmiş, ve bu sürecin özellikle de Ortadoğu’da önemli sonuçları olmaktadır ve görünen o ki gelecekte de olacaktır. 11 Eylül’den sonra ABD emperyalizmi, nüfuz alanlarının genişletilmesine hız vermiştir. Bu noktada Ortadoğu’nun ABD için önemi büyüktür. Ortadoğu’daki statüko, ABD’nin emperyalist sistemin daha başına geçmediği I. Dünya Savaşı’nda oluştu. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’daki siyasal durum ABD lehine pek az değişikliğe uğradı. ABD Ortadoğu’yu tamamen ele geçirmeye çalıştı ama bunda tam başarı sağlayamadı. ABD bugün tek süper güç olarak Ortadoğu’yu tamamen nüfuzu altına amaya çalışmaktadır. Yani Ortadoğu’daki halkların emperyalizme olan bağımlılığını daha da derinleştirmek, emperyalist zincirleri daha çok halkların boynuna geçirmek istemektedir. Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkması ve Rusya’nın Ortadoğu üzerindeki nüfuzu ve refleksinin zayıflaması, Ortadoğu’daki bazı devletlerin, iki blok arasındaki rekabetten kaynaklanan manevra yeteneklerini ortadan kaldırmış ve bu devletler, ABD ve onun müttefiklerinin kıskacında kalmışlardır. ABD, SB’nin bırakmış olduğu boşluğu hem doldurmak istemekte hem de yarı-bağımlı toplumları tam bağımlı hale getir-meye çalışmaktadır. Ama emperyalist siyasetin Ortadoğu’ya ağırlığını daha çok koyması, toplumsal çelişkiler üzerindeki stresi daha çok arttırmaktadır. Toplumsal çelişkilerin daha çok keskinleşmesi ise toplumlardaki patlayıcı maddelerin daha çok yığılmasına neden olmaktadır. İçerisine girilen tarihsel süreci, daha önceki süreçlerden ayıran özel durum, uluslararası emperyalizmin giderek kendi içerisinde keskin bir bölünmeye doğru sürüklenmekte olduğu olgusudur. ABD emperyalizminin kendi uluslararası hegemonyasını bütün diğer emperyalistlere dayatması ve dünyayı kendi çıkarları temelinde düzenleme siyaseti, giderek emperyalistler arasında atılan bir düğüm halini almakta ve diğer emperyalistlerin uluslararası çıkarlarıyla çelişmektedir. Uluslararası emperyalist sistemin en zayıf noktası, işte tam da emperyalistlerin kendi aralarında rekabetin kızıştığı döneme denk gelmektedir. Emperyalist-kapitalizmin tarihi göstermiştir ki, ne zaman ki emperyalistler, uluslararası çapta kendi aralarında büyük bir rekabete tutuşmuş işte o zaman çok derin bir ekonomik ve siyasi bunalıma sürüklenerek, emperyalist sistemde zayıf noktaların oluşmasına neden olmuşlardır. Ama emperyalistler arasındaki bu rekabet onların iradelerinden bağımsız olarak, emperyalist ekonominin anarşik yapısından kaynaklanır. Kapitalizmin kendi tarihsel gelişimi içerisinde, belirli devrelerde kar oranları eşitlenme eğilimi göstermeye başlar ve bu durum rekabeti kızıştırmaya götürür. Kapitalizmde bir emperyalist grubun diğeri üzerinde süresiz kesin hakimiyeti imkansızdır ve değer yasasına aykırıdır. Pazarda azami karı elde etmek için rekabette bulunan kapitalistlerin, belirli bir süre sonra aynı kar oranlarına doğru eğilim gösterdiği ilkesi değer teorisinin önemli bir ilkesidir ve üstelik Marx öncesi klasik ekonomi politiğine aittir. I. ve II. Dünya Savaşları, emperyalist ekonomilerin kar oranlarında böyle bir eşitlenme eğiliminin ortaya çıkması sonucunda meydana geldi. Bugünde kar oranları eşitlenme eğilimine girmiştir ve bu durum nüfuz alanlarının tekrar paylaşımını gerekli kılar ki, bu rekabetin özellikle de siyasal rekabetin daha da kızışacağı anlamına gelir. ABD’nin genel stratejik hedefleri kavranılmadan, onun Ortadoğu’da ya da başka bir bölgede giriştiği ya da girişeceği askeri operasyonların çerçevesi tam olarak kavranılamaz. ABD uluslararası emperyalist sistemin tek hakimi olmak istiyor. Şu andaki mevcut ekonomik, siyasi ve askeri gücünün böyle bir düzenlemeyi kaldıra-bilecek güçte olduğuna inanmaktadır. İşte tam da bu noktada ABD yanılmaktadır. Önüne koymuş olduğu siyasi hedef ile ona götürecek olan ekonomik ve askeri yapısı arasında muazzam bir açı söz konusudur. ABD’nin dünyanın çeşitli bölgelerini kendi nüfuzu altına almaya çalışması, ABD için artı bir durumsa diğer emperyalistler için eksi bir durumdur. ABD tek bölgedeki anti-emperyalist güçleri karşısına almamaktadır ama uluslararası emperyalistlerin bir kısmını da karşısına almaktadır. ABD’nin en büyük hedefi Rusya’nın uluslararası emperyalist bir güç olarak, Çin’in de bölgesel bir güç olarak ortaya çıkmasını engellemek ve bu toplumların iç dinamiklerini parçalamak ve onları da bağımlı hale getirmektir. Ayrıca bazı emperyalist ülkelerin de (Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, Japonya) ikincil planda kalmasını sağlamaktır. Ortadoğu’nun kaybedilmesinin en ağır sonuçları Rusya ve Fransa açısından ama özellikle de Rusya açısından olacaktır. Ortadoğu savaşı, ABD’nin Rusya’ya karşı açmış olduğu dolaylı savaşın en önemli cephelerindendir. Orta ve doğu Avrupa’da NATO ve AB ile Orta Asya, Kafkasya ve Ortadoğu’da başka araçlar ile buralarda hakimiyet kuracak olan ABD, Bağımsız Devletler Topluluğu’nu aynı şekilde de Çin’i parçalamaya çalışacaktır. Yani ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesi, Rusya ve Çin’i kuşatma hareketi yine bazı emperyalist devletleri de baskı altına ve hizaya getirme hareketidir. ABD’nin Irak’a müdahalesi çok büyük bir stratejinin taktik ayağını oluşturmaktadır. Ve bu müdahaleyi başka müdahaleler izleyecektir. Irak’ın Ortadoğu’da seçilmesi dahi stratejik açıdan önemlidir. ABD’nin Irak ile kısa ve orta dönemli olarak hedeflediği nedir? ABD’nin uzun dönemli hedefini yani Rusya ve Çin’i parçalayıp ve oradan gelecek tehlikeyi bertaraf etmek istediğini yukarıda belirttik. Bu ABD’nin uzun dönemli hedefidir ve Irak müdahalesi ile birlikte kısa ve orta dönemli olarak ne hedeflediğini ise şöyle belirtebiliriz: 1-Irak ve Ortadoğu petrolü, dünya petrol rezervlerinin büyük bir kısmını barındırmak-tadır. Ama ABD tek kendisine gerekli olan petrolü ele geçirmek istememektedir aynı zamanda Irak’ın ele geçirilmesinden sonra, dünya pazarına ihraç edilecek daha fazla petrol ile, petrol fiyatlarını aşağıya doğru çekmeyi de sağlamak istemektedir. Bu durum ile hem kar oranlarının yükselmesine etki yaparak ABD ekonomisini canlanmasını sağlamak istemekte hem de petrolü kendi ekonomilerinin stratejik unsuru yapan ve ABD ile çelişkisi olan ülkelerin (İran, Libya, Venezüella son dönelerde Suudi Arabistan gibi) ekonomilerinin sarsılarak, bu ülkelerin ekonomik ve siyasi yapılarını destabilize ederek bu ülkeleri dize getirmek istemektedir. Ayrıca petrol üreticisi olup da (Meksika, Endonezya, Nijerya gibi) ABD’nin nüfuzunda bulunan ülkelerin de ABD’ye daha da bağlanması sağlanacaktır. 2-ABD, Irak’ta kendisine sağlam bir destek noktası yaratmakla aynı zamanda İran, Suudi Arabistan ve Suriye’yi de birbirinden tecrit etme olanağı elde edecek ve kısa ve orta dönemli olarak buralardaki rejimleri teker teker yıkmaya çalışacaktır. Irak’ın stratejik olarak ele geçirilmesi bu ülkelerin tecridi için gereklidir. Zaten İran, Irak’ın ele geçirilmesinden sonra ABD’nin nüfuzunun bulunduğu Türkiye, Afganistan, Irak ve Kuveyt arasına sıkışmış olacak;Suriye Türkiye, Irak, Ürdün ve İsrail arasına sıkışmış olacak; yine Suudi Arabistan Irak, Kuveyt, Ürdün ve İsrail arasına sıkışmış olacaktır. Böylece Irak bu ülkelerdeki rejimlerin yıkılması yönünde önemli bir üs işlevi görecektir. 3-Irak’ın gelecekte bir tehlike olarak da çıkarılması için, ABD Irak’ın etnik ve dini temelde parçalanmasını istemektedir. Aslında bu İsrail’deki siyonizmin planıdır. Anı plan Suriye için de geçerlidir. Irak’ın böyle parçalanması diğer ülkelerin siyasi yapılarının da etkilenmesi demektir. Örneğin Irak’ın orta kesiminde bulunan sünnilerin, Ürdün ile birleştirilmesi, Güney’deki şiilerin Kuveyt ile birleştirilmesi yine Güney Kürdistan’ın federal bir yapı ile Ürdün’e bağlanması, kaçınılmaz olarak Suudi Arabistan’ın da ortadan kaldırılmasına yol açacaktır. Bütün bu planların sorunsuz gerçekleştirilmesi;Ortadoğu’daki halkların bunu kuzu kuzu kabul etmesi; sınırların değişmesinde her sınıfın, katmanın ve devletin kendi çıkarları doğrultusunda buna müdahale etmesi, her şeyin bir kaos ortamına sürüklenmesine pekala neden olabilir. Örneğin Türkiye Irak’ın merkezi yapısının zayıflamasına karşıdır ve bu merkezi yapının zayıflaması ise Güney Kürdistan’ın federal ya da biçimsel siyasi bağımsızlığa gitmesine neden olabilir ki, bu T. C. ’nin hiçbir şekilde kabul etmeyeceği bir durumdur. Yine G. Kürdistan sorunu, Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getirebilecek bir yapıya sahiptir. Türkiye ile İran arasındaki bir savaş çok planı değişikliğe uğratacaktır. 4-ABD, İsrail-Filistin sorununun çözümünün ya da daha doğrusu Filistin’i dize getirmenin, Ortadoğu’daki dayanak noktalarını yok etmekte yattığını iyi anlamıştır. Ama Filistin’in böyle dize getirilmesi, sadece patlayıcı maddelerin daha derine itilmesinden ve tahrip gücünün daha da güçlendirilmesinden başka bir sonuç vermeyecektir. ABD, Ortadoğu’da Arap toplumları içerisinde uyguladığı politikayla, geniş halk kitlelerini Anti-Amerikancı bir pozisyona sürüklemiş ve sürüklemektedir. 5-Irak’ta Baas Partisi’nin iktidarından sonra, siyasal yapının burjuva-demokratik bir yapıya kavuşturulacağı iddiaları da safsatadan ibarettir. Çünkü burjuva-demokratik bir Irak’ta, böyle bir durum, anti-emperyalist akımlara güç sağlayacaktır, ki bu da emperyalizm için olanaksızdır. Kısacası bir faşist diktatörlük başka bir faşist diktatörlük ile değiştirilecektir. Kısacası ABD’nin Ortadoğu’da gerçekleştirmek istediği durum geniş ve büyük bir stratejinin bölgesel ayağını oluşturmaktadır. Peki bütün bunların Ortadoğu’da komünist ve devrimci hareketler üzerindeki etkisi ne olabilir? Ortadoğu proleteryası, aslında, içerisine girilmekte olan süreçte ve bu süreç boyunca, sınıflar mücadelesinin bütün okullarından ve zor yollarından geçmek zorunda kalacak, her yeni deneyim ve tecrübe ile hareketi tarihsel açıdan ileriye taşıyabilecek mevziler elde edebilecektir. Komünizm, en geniş Sovyet demokrasisini, Ortadoğu işçi sınıfına ve halklarına sunmalıdır. Emperyalistlerin ve onların yerli uşaklarının her saat her dakika tecavüz ettikleri, politik hak eşitliğini her seferinde öne çıkarmalıdır. Ama milliyetçiliğin (buna sosyal-şovenizm de dahildir) her türlüsüne karşı mücadele etmeksizin ve tam enternasyonalist olmaksızın, Ortadoğu proleteryası ve halklarına bu en geniş ve yüksek demokrasiyi sunamaz. Enternasyonalizm, Ortadoğu’da özgürlük için yanıp tutuşan halkların birleşik hareketi için tek toplumsal ve tarihsel destek noktasıdır. Komünizm bu ilkeyi ne kadar tutarlı bir şekilde uygularsa, küçük-burjuvazinin ve oportünizmin bütün saptırma girişimlerinden ne kadar çok korursa, ancak o zaman, bölgedeki halkları, emperyalist yamyam ve gericilik karşısında tek bir yumruk olarak birleştirebilir. ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya kapsamlı müdahalesi, bölgede emperyalist sömürünün derinleştirilerek, yarı-sömürge toplumların modern sömürgelere dönüştürülmesine neden olacaktır. Çünkü bu durumu bizzat emperyalist ekonominin tarihsel düzeyi dayatmaktadır ve emperyalistlerin kendisi açısından bundan başka bir seçeneği de yoktur. Ama sömürünün bu ağırlaştırılması, hem bölge işçi sınıfı ve halklar ile emperyalistler arasındaki çelişkileri daha da keskinleştirecek hem de emperyalistlerin uluslararası alanda bölünmelerini daha da derinleştirerek emperyalist rekabeti körükleyecektir. Ortadoğu’daki rejimleri, siyasal yapı ve sınırları değiştirme girişimleri, toplumların iç savaşlara sürüklenmeleri olmaksızın olanaksızdır. Ortadoğu’daki toplumlar iç savaşa sürüklendikçe (hem de burjuvazinin kendi arasındaki iç çelişkilerinin ürünü olarak) ve pratikte kitleler belirli dereceye kadar kendi toplumsal hisleriyle belirli bir siyasal bilinç elde ettikçe, daha çok komünist propaganda ve ajitasyona yatkın hale geleceklerdir. Kendi yanı başındaki ülkelere daha çok bakacak, daha fazla kendi toplumsal konumlarına uygun olan siyasi eğilimlere doğru sürüklenecek, tecrübe tecrübe ile birleşecek, bütün burjuva sınıf ve katmanlarının düşmüş olduğu açmazı ama tek görmeyecek her gün her saat kendi yaşamında hissedecek, bütün burjuva partilerin sözleriyle pratikleri arasındaki çelişkiyi ve açıyı her somut sorun karşısında görerek alay edecektir. Burjuvaların kendi aralarındaki çelişkiler yumağı ve dalaşmalar, bazen kitlelere komünistlerin onlara anlatmak istediğinden çok daha fazla şeyler anlatırlar. Burjuvazinin ve üstelik kapitalizmin tarihinin en kritik dönemlerinde işbaşına getirdiği aptal siyasetçilerin komünizme bu “desteği” olmak-sızın, denebilir ki komünizm muzaffer olamaz. Aslında bu durumun da bir teorik açıklaması vardır. Aptal burjuva siyasetçilerin bu tür maceracı politikalara atılmasının altında, belirli bir dönem yükselme eğrisine girmiş olan kapitalizmin yeni ekonomik biçimlerinin (örneğin 1945’ten sonra), artık giderek düşme eğrisine girdiğinin ve bundan dolayı da uluslararası emperyalist sistem içerisinde giderek ekonomik bir krizin derinleşmesi yatmaktadır. İçine girdiğimiz süreç tamamen devrimci bir sürecin kapısının aralandığı bir dönemdir. Ama bu tarihsel eğilim, dünyanın çeşitli bölgelerinde, siyasal ve toplumsal sistemlerin farklılığından ve işçi sınıfının bilinç düzeyinin farklılığından dolayı, farklı içerik ve biçimlere sahip olacak;bazı yerlerde cılız siyasi hareketlere, bazı yerlerde politik kitle grevlerine ve hareketlerine bürünecek ve nihayet bazı yerlerde de silahlı ayaklanmaya kadar gidecek düzeylere varacaktır. Ama bütün bu görünümler, dünya çapında burjuvazi ve proleterya arasındaki çatışmanın genel görünümü ve yansıması, böylece de devrimci bir dönemin göstergesinden başka bir şey olmayacaktır. Kısacası Ortadoğu’da toplumlar, yan yana dizilmiş olan patlayıcı maddelerin patla-ması sonucunda, birinin diğerinin fitilini çekmesi sonucunda iç savaşa sürükleneceklerdir. Devrimin bu en büyük okulunun, kitleler üzerindeki siyasal etkisi muazzam olacaktır. İç savaş okulundan geçen bir kitle hareketi, mücadelenin bütün form ve içeriklerini en hızlı ve en sancılı bir biçimde yaşayacak, bundan dolayı da en devrimci savaşlara hazır bir ordunun da nüvelerini yaratacaktır. Uluslararası emperyalizm yine farkından olmadan bir Ekim Devrimi’ne doğru sürüklenmektedir. Tam ezdik ve yok ettik dedikleri anda proleterya kafasını kaldıracak ve bütün uluslararası burjuvaziye şöyle seslenecektir: Vardım, varım ve varolacağım! DEVRİMCİ BÜLTEN
Devrimci Bülten Sayı 30 Devamı...
|
 |
|
|
|