 |
PDK Devrimci Bülten - Sayı 39 (1) |
 |
 |
İÇİNDEKİLER - AB’de Politik Kriz
- Bolşevik-Leninist Strateji ve Taktiğin Bazı Sorunları Üzerine
- AB Sorununda ML Tutum
- “Portekiz Devrimi ve Çıkarılması Gereken Dersler” Broşürüne Önsöz
- Politika ve Sanat
- Avrupa BD Şiarı Üzerine (LENİN)
AVRUPA BİRLİĞİ’NDE POLİTİK KRİZ “Avrupa Anayasasının Saptanması İçin Antlaşma” nın (bundan sonra “Anayasa”) Fransa’da ve Hollanda’da yapılan referandumlarda reddedilmesi Avrupa Birliği’nde (AB) politik bir depreme, ağır bir politik krize neden oldu. Kapitalist-emperyalist bir proje olarak AB’nin, en azından politik birlik olarak, geleceği tehlikeye girdi. Her ikisi de Avrupa Birliği’nin öncellerinden olan ve 1952 yılında kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun kurucu devletlerinden olan Fransa ve Hollanda’da, sırasıyla %55 ve %62’lik gibi oy oranlarıyla Avrupa Anayasası’na “hayır” çıkması, AB’nin hem politik ve hukuksal entegrasyon sürecine hem de ekonomik entegrasyon sürecine indirilmiş ağır bir darbe oldu. Her iki ülkedeki seçmenler, “hayır” oyu kullananların gerekçelerindeki büyük farklılıklara karşın, Avrupa Birliği’nin entegrasyon sürecine acı bir fren yaptırdı. Önde gelen Avrupalı burjuva politikacılar, her iki ülkede de “hayır” oyunun çıkmasının Avrupa Birliği projesinin gelişimi hakkında soru işaretleri olduğunu gösterdiğini (Fransa Devlet Başkanı Jacques Chirac), Avrupa’nın gelecekte gideceği yön bakımından büyük sorunlar ortaya çıkardığını (Büyük Britanya Dışişleri Bakanı Jack Straw) vb. açıkladılar. AB Dönem Başkanı Lüksemburg Başbakanı Jean-Claude Juncker, AB’nin artık insanların rüyalarını süslemediğini ve insanların AB’yi bugünkü durumuyla sevmediklerini açıkladı. AB’nin önde gelen kimi politik temsilcileri, AB’nin 450 milyonu bulan nüfusunun yaklaşık olarak %49’unun Anayasayı kabul etmiş olmasıyla avundukları gibi, Anayasayı onaylama sürecinin sürdürülmesi gerektiğini de savunuyorlar. Jean-Claude Juncker’a göre, Fransa ve Hollanda’daki sonuçlardan sonra anayasa onay sürecinin sürdürülmesi, siyasi açıdan dürüst olmamasına karşın, demokratik açıdan gereklidir. Fransa ve Hollanda dışındaki devletlerde Anayasa referanduma sunulmadı, buna cesaret bile edilmedi ve Anayasa on ülkede parlamentolarda onaylandı. Referandum, aynı zamanda, herhangi bir ülkedeki seçmen davranışının diğer ülkelerdeki seçmen davranışları tarafından etkilenebileceğini de gösterdi. Fransa’da seçmen çoğunluğunun “hayır” oyu kullanması Hollanda’da seçmen davranışını etkilemiş görünüyor. Fransa’daki referanduma kadar %59 dolayında olan “hayır” oyu Hollanda’da %62’yi buldu. Bu, diğer şeylerin yanı sıra, politik etki olgusunun ulus-devlet sınırlarını aşan uluslararası bir olgu olarak daha yakından incelenmesi gerektiğini de gösterdi. Avrupa Birliği’ne ilişkin sorunlar söz konusu olduğunda düşük ilgi ve Avrupa Parlamentosu seçimlerine düşük katılım düzeyiyle dikkat çeken ve referandum geleneği olmayan Hollanda’da referanduma katılım oranının %62 olması son derece dikkat çekici bir olgu. (Fransa’da katılma oranı %75 dolayında.) Hollanda yasalarına göre referandumun politik karar alma sürecinde bağlayıcılığı yoktur ve parlamentonun Anayasayı onaylama yetkisi vardır. Parlamentoda temsil edilen ve “evet” kampanyası yürüten politik partiler, hem demokratik görünümü sürdürmek açısından hem de halkın tepkisinden çekindiklerinden, referandum yapılmadan önce, “hayır” sonucunun çıkması durumunda halkın tercihine saygı duyacaklarını ve parlamentodaki oylamada ona göre davranacaklarını açıkladılar. Referandum sonuçları, aynı zamanda, burjuva politik partiler ve politikacılarla seçmenler arasında politik temsil sorunu olduğunu da gösterdi. Ocak 2005’te Avrupa Parlamentosu’nda (AP) yapılan oylamada, 137 ret oyuna karşı 500 dolayında oyla onaylanmasına karşın (AP’de 732 parlamenter vardır), özellikle Fransa devleti gibi AB’nin önder devletlerinden olan bir devlette Anayasa’nın reddedilmesi yalnızca Fransa sınırlarını değil, AB sınırlarını aşan uluslararası politik bir etki yaptı ve yapmaya da devam edecektir. Hollanda parlamentosunda parlamenterlerin %85’i Anayasa’nın kabul edilmesinden yana oy kullanırken, oy kullanan seçmenlerin %62’sinin “hayır” oyu kullanması, gerek ulusal düzeydeki parlamentoların gerekse Avrupa Parlamentosu’nun temsil yeteneklerinin, yani burjuva nitelikli temsili demokrasinin zayıflığının çarpıcı bir göstergesidir. Referandum sonuçları kapitalist parlamenter demokrasiye de ağır bir darbe oldu. Referandum, burjuva parti politikasıyla çeşitli toplumsal sınıf ve katmanlardan oluşan seçmenler arasındaki uzaklığın ortaya çıkması konusunda iyi bir politik araç oldu. Elli küsur yıldan bu yana süre gelen Avrupa entegrasyon sürecinde işçi sınıfını ve diğer çalışan sınıf ve katmanları pek hesaba katmayan politik ve ekonomik iktidar sahipleri, özellikle de politik seçkinler katmanı, küstahlıklarının da cezasını çektiler. Politik seçkinler katmanı, küstahça bir kendine aşırı güven duygusuyla, anayasayı büyük bir çoğunlukla kabul ettirebileceklerini varsaydılar. Referandum sonucu gösterdi ki, sıradan Avrupalı kendi yaşamını dolaysız olarak ilgilendiren kararların kendisine yakın bir çevrede alınması gerektiği eğilimindedir. Korkuya kapılan politik otoriteler, kimi ülkelerde referandum örgütlemeye cesaret edemiyorlar. Domino etkisinden korkuyorlar. Örneğin, 1 Temmuz 2005’te AB dönem başkanlığını üstlenecek olan Büyük Britanya hükümeti referandum örgütlemeyi süresiz olarak erteledi. “Hayır” sonucunu değerlendirirken , Anayasaya karşı oy kullananların ideolojik-politik eğilimleri ve karşı oy kullanma gerekçeleri bakımından aşırı politik bir iyimserliğe kapılmamak gerekir. Her iki ülkede de halkoylamasında “hayır” oyu kullananların hem ideolojik-politik eğilimleri hem de gerekçeleri büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Genel olarak “sol” eğilimli ve “sağ” eğilimli olanlardan, bilinçli olarak komünist, sosyal-demokrat, küçük-burjuva sosyalisti, kökten dinci Hıristiyan, faşist politik eğilime sahip olanlara kadar geniş bir politik yelpazede farklı gerekçelerle “hayır” oyu kullanıldı. “Hayır” sonucunun çıkmasında dış politika unsurlarının yanı sıra iç politika unsurları da önemli rol oynadı. “Hayır” oyu verenler halkoylamasını kötü ekonomik durumdan sorumlu tuttukları hükümetlerle hesaplaşma fırsatı olarak değerlendirdiler. Seçmenler burjuva hükümetleri cezalandırdılar. Euro’nun ortak para birimi olarak kabul edilmesinin neden olduğu satın alma gücünde düşüş, artan işsizlik, genel olarak “refah devletinin” planlı ve sistemli olarak yıkıma uğratılması, on yılların sınıf savaşımı sürecinde kazanılmış hakların geri alınması, özel olarak bütçe açıklarını AB’nin saptadığı sınırlar içinde tutma gereği nedeniyle toplumsal harcamalarda yapılan kısıntılar vb. nedenlerle alışılan yaşam düzeyinin düşeceği kaygısı, burjuva politikacıların halkı adeta hesaba katmayan seçkinci ve küstahça davranışları, AB’nin hızlı olarak genişlediği ve örneğin, Hollanda devletinin büyük AB üyeleri lehine güç kaybına uğrayacağı ve AB bürokrasisinin aşırı yetkilere sahip olacağı düşünü, diğer AB ülkelerinden gelen ucuz işgücü nedeniyle işsiz kalma korkusu (yalnızca kapitalistler değil, işçiler de kendi aralarında rekabet ederler), “Avrupa kültürü”nün temeli olarak kabul edilen Yahudi-Hıristiyan geleneğinin anayasada belirtilmemiş olması, Türkiye gibi nüfus bakımından büyük ve büyük çoğunluğu İslam dinine bağlı nüfusa sahip olan bir ülkenin AB üyesi olma olasılığı vb. nedenler halkoylamalarında “hayır” oyu çıkmasında rol oynayan başlıca etmenler olarak sayılabilir. Vurgulanmalıdır ki, “hayır” oyu kullananların büyük çoğunluğu kapitalist-emperyalist bir proje olarak AB’ye karşı olduklarından ya da sol politik eğilime sahip olduklarından dolayı yapmadılar bunu. Özetlersek, yakın ekonomik, sosyal ve politik çıkarlarının zarar görebileceği kaygısı, ulusal içe kapmayı da içeren,ulusalcılık, ulus devletlerin giderek artan sayıda yetkilerinin AB bürokrasisine aktarılması ve politik iktidarın Brüksel’de merkezileşmesi nedeniyle ulusal ve kültürel kimlik kaybına uğrama korkusu, etno-merkezcilik gibi nedenlerle halkoylamasına katılanların çoğunluğu “hayır” oyu kullandılar. Bugün kapitalist Avrupa Birliği’nin anayasasına karşı olanlar, komünistleri dışta tutacak olursak, verili bilinç durumunda, aynı gerekçelerle sosyalist bir Avrupa Birliği’nin anayasasına da karşı oy kullanırlar. Bu nedenledir ki, “hayır” oyunun ifade ettiği bilincin niteliği doğru saptanmalı, bu bilincin asıl olarak burjuva bilinç olduğu gözden kaçırılmamalı ve halkçılığa ve burjuva milliyetçiliğinin her türüne karşı uyanık olunmalıdır. Ağır bir politik kriz döneminden geçtiğine kuşku olmamasına karşın, AB’nin böylesi bir kriz durumu nedeniyle politik olarak çöktüğü ya da kısa sürede çökeceği gibi bir saptamanın yapılması için henüz çok erken. 16-17 Haziran’da Brüksel’de yapılacak AB zirvesinde devlet ve hükümet başkanları ağır kriz durumunu ve olası çıkış yollarını ele alacaklar. Kapitalist politikacılar, AB’nin güncel politik krizini hafifletecek, onun vereceği zararı en aza indirecek, AB’nin varlığını tehdit edecek sonuçlara neden olmasını engelleyecek çözümler bulabilecek kadar deneyimlidirler. Bunun için kimi politika araçları var ellerinde. Örneğin, varlığı inkar edilmesine karşın, anayasanın reddedilmesi durumunda uygulamaya konulacağı iddia edilen bir “B planının” olduğu düşünülebilir ya da böylesi bir plan yapılabilir. Anayasa metnine diyet yaptırmak, kabul edilmesini önleyen öğelerinden onu arındırmak bir seçenek olabilir. Aşırı kilolu bir anayasa yerine, AB içinde işbirliğini daha iyi biçimde düzenlemek için en zorunlu anlaşmaları içeren zayıflatılmış bir anayasa metni hazırlanabilir. Yürürlüğe girebilmesi için, anayasanın 1 Kasım 2006 tarihine kadar ulusal parlamentolarda onaylanması gerekiyor. Tarihsel deneyim, ustalaşmış kapitalist politikacıların ve yüksek bürokratların, uygun politik ortamı hazırlayıp yeni bir referandum örgütlemek de dahil, krizi atlatmak için bütün hünerlerini kullanacaklarını gösteriyor. Ne var ki, 1 Kasım 2006’ya kadar zayıflatılmış bir anayasanın hazırlanması ve bunun ulusal parlamentolarda onaylanması olanaksızdır. Fransa ve Hollanda olmaksızın Anayasanın yürürlüğe girmesi şansı yoktur. Avrupa Parlamentosunda sandalye sayısının saptanmasını, Avrupa Komisyonunun örgütlenmesini, Bakanlar Konseyinde oy ağırlıklarının belirlenmesini, ortak bir Dışişleri Bakanlığının kurulmasını vb. düzenleyen kimi anayasa hükümleri bütün üye devletlerin katılımını gerektiriyor. 16-17 Haziran zirvesinde, diğer seçeneklerin yanı sıra, 2000 yılında imzalanmış Nice Antlaşması’nın içerdiği gibi, iç pazarın işlemesine zarar vermediği sürece, en az sekiz üye devletten oluşmak koşuluyla, devlet gruplarının belli alanlarda varolan işbirliğinden daha ileri gitmeleri yönünde karar ya da kararlar alınabilir. Bu devletler, ”güçlendirilmiş işbirliği” adı altında AB Anayasası’nın içerdiği kimi hükümleri kabul edebilir ve uygulayabilirler. 16-17 Haziran zirvesinde ele alınacak en önemli konulardan biri de genel olarak AB’nin genişlemesi süreci, özel olarak da Türkiye’nin AB üyeliği konusu olacaktır. Türkiye’nin AB üyeliği konusu, hem Fransa’da hem de Hollanda’da özellikle gerici ve ırkçı politik güçlerin “hayır” kampanyalarının en önemli öğelerinden biri oldu. Fransa ve Hollanda’daki halkoylaması sonuçları AB-Türkiye ilişkilerini daha hassas bir duruma getirdi. Türkiye’nin üye olmasına karşı olan politik güçlerin elleri güçlendi. AB sözcüleri, genel olarak anayasanın onay süreciyle, özel olarak da referandum sonuçlarıyla genişleme sürecinin ilişkili olmadığını açıklamalarına karşın, bu ilişki, en azından her iki referandumun da gösterdiği gibi, AB’nin yetkili makamlarında olmasa bile “tabanda” kuruldu. Türkiye ile üyelik görüşmelerine başlanması konusu, AB düzeyinde görüş ayrılıklarına neden olan başlıca konulardan biri. Kimi gerici politik partiler, örneğin Almanya’daki CDU/CSU ittifakı, Almanya’da referandum yapılmamasına karşın, Türkiye ile AB arasındaki üyelik görüşmelerine başlanması konusunun gözden geçirilmesi isteminde bulundular. Hollanda Başbakanı Balkenende ise, Türkiye ile üyelik görüşmeleriyle anayasanın oylanması ve onaylanmasının ayrı şeyler olduğunu vurguluyor. Benzeri yönde açıklamalar İtalyan ve Büyük Britanya hükümet sözcüleri tarafından da yapıldı. Referandum sonuçları karşısında Türk devletinin dışa yansıyan tutumu ise, sonuçların AB-Türkiye ilişkileri bakımından politik anlamını küçümsemek oldu. T.C. Dışişleri Bakanlığı, örneğin Fransa’da AB Anayasası’na karşı olumsuz tutumu Fransa’nın kendi iç dinamikleriyle ilgili bir konu olarak değerlendirdiklerini açıkladı. Kimi “sağduyulu” burjuva politikacıları ve hükümetlerin tersi yönde açıklamalarına karşın şu saptanmalıdır ki, 3 Ekim’de başlayacak tam üyelik görüşmelerinden önce Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olanların eline önemli bir ek koz geçti: “Referandum sonuçları gösterdi ki, Avrupa’da halk Türkiye’nin AB üyeliğine karşıdır.” Referandum sonuçları AB’de yüksek ölçekte politik bir deprem anlamına geliyor. AB’de işler artık eskisi gibi yürümeyecektir. AB’li politik otorite sahipleri artık atlarını doludizgin süremeyecekler, zaman gelecek attan düşecekler ve ufak tefek sıyrıklarla kurtulacaklar, zaman gelecek ağır olan yaralarını sarmak için zamana gereksinim duyacaklardır ve AB belki de yoğun bakıma alınacaktır. Ne olursa olsun kesin olan bir şey var ki, AB politik karar alma süreçlerinde önemli değişiklikler yapmak zorunda kalacaktır. Ağır bir darbe alan Avrupa’nın politik entegrasyon sürecinin somut olarak hangi yönde ilerleyeceğini görmek için komünistlerin de zamana gereksinimi var. Ama edilgin biçimde beklemeyecek, süreci aktif olarak izleyecek, yaşayacak, çözümleyecek ve en azından düşünsel düzeyde, sürece müdahale edecek ve göreceğiz. Komünistler, istençleri dışında oluşmuş olan kapitalist bir Avrupa Birliği düzeyinde sosyalist savaşımı örgütlemek ve kapitalist bir Avrupa Birliği yerine “Avrupa Sosyalist Cumhuriyetler Birliği” kurmak için üzerlerine düşen görevi en iyi biçimde yerine getirmeye çalışmak zorundadırlar. DEVRİMCİ BÜLTEN Devrimci Bülten Sayı 39 Devamı... (1) “Avrupa Anayasası” alışılagelen Anayasalara benzemeyen, asıl olarak varolan çeşitli antlaşmaların bir araya getirilmesinden oluşan ve bir takım yeni unsurları da (AB Dışişleri Bakanlığı, bir tür Avrupa Devlet Başkanlığı benzeri kimi kurumların oluşturulması gibi) içeren bir metindir. Buna bir şemsiye antlaşma da denilebilir.
|
 |
|
|
|