 |
PDK Devrimci Bülten - Sayı 47 (1) |
 |
 |
ORTADOĞU VE KAFKASYA ATEŞİ ARASINDA TÜRKİYE
Türkiye her geçen gün giderek daha fazla iki bölgesel savaşın arasında kalmaktadır. Bu durum ister istemez Türkiye’nin iç ve dış politikasına yansımakta ve hem içeride hem de dışarıda hükümeti giderek köşeye sıkıştırmaktadır. Türkiye’nin etrafındaki bölgelerde (Ortadoğu,Kafkasya,Balkanlar) giderek savaşların ortaya çıkması vede üstelik bu savaşlarda emperyalistlerin direkt yeralmaları, giderek Türkiye’nin uzun zamandan beri uygulamakta olduğu denge politikasının temellerini daraltmakta ve onu çok köklü seçimler ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu denge politikasının temellerini daraltan durum ise, İşbirlikçi Tekelci Burjuvazinin (İTB) emperyalist burjuvazi karşısında varolan özerkliğinin giderek yokolması ya da aşınmasıdır. İTB’nin emperyalist burjuvazi karşısında özerk kalabilmesine neden olan durum, emperyalistler arasında paylaşım mücadelesinin daha tam kızışmadığı , “barışçıl” metodlar için daha tarihsel bir alanın varolduğu dönemlerdi.Ama ne zaman ki, emperyalistler direkt olarak birbirlerinin nüfuz alanlarına göz dikmeye başladılar vede buralarda tam hakimiyet kurmaya çalıştılar, o zaman “barışçıl” metodlar bir kenara bırakıldı ve savaş kaçınılmaz hale geldi. Bundan şu sonuç ortaya çıkmaktadır ki, savaş, emperyalist politikadaki yoğunlaşmanın ve aynı zamanda emperyalistler arasındaki çelişkilerin keskinleşmesinin bir göstergesi, sonucu ve ürünüdür. Emperyalistler arasındaki çelişkilerin çözümü, savaş biçimine bürünmüş ise bu aynı zamanda emperyalizmin üretici güçlerinin mevcut uluslararası emperyalist üretim ilişkileri ile de çelişkiye düştüğünün bir ifadesidir ve uluslararası emperyalist sistemin kendisine yeni bir biçim aradığı anlamına da gelir. Elbette ki bu arayış, emperyalistlerin iradesinden bağımsız ve hatta onların eğilimlerine ters bir şekilde de gelişir. Ama uluslararası emperyalist sistemin yeni bir uluslararası denge kurma eğilimi içerisinde olduğu ve buna neden olan şeyin ise emperyalizmin üretici güçlerinin gelişimi olduğunu unutmamak gerekir. Emperyalist politikalara dürtü veren şey, emperyalizmin üretici güçlerindeki gelişmedir ve bu gelişme emperyalist politikayı egemenliği altına almaktadır. Son yıllarda ABD ve müttefiklerinin dünyanın çeşitli bölgelerine yapmış oldukları dolaysız ve dolaylı müdahaleler, bu sonuncuların aynı zamanda dünyanın çeşitli bölgelerine bağımlı olmalarının da sonucudur. Üstelik giderek büyüyen üretici güçleri, onların bu bölgelere bağımlılığını daha da arttırmakta vede bundan dolayı onları giderek adım adım daha da saldırganlaştırmaktadır. Ağustos ayının başlarında ABD ve AB işbirlikçisi M.Saakaşvili’nin, ABD’nin dürtüklemesi ile Güney Osetya’ya bu bölgeyi politik ve askeri olarak Gürcistan’ın tam denetimine almak için yaptığı askeri saldırıya Rusya’nın yine askeri olarak verdiği sert yanıt sonucunda ortaya çıkan savaş, emperyalistler arasında yürütülen bir tür dolaylı emperyalist savaştır. Ve giderek ortaya çıkan bir çok belirti bu dolaylı emperyalist savaşın giderek bir dolaysız emperyalist savaşa doğru dönüşmekte olduğunu göstermektedir. Anlaşılan o dur ki, ABD Gürcistan’ı Rusya’yı kışkırtmak için kullanırken, ortaya çıkacak olan Rusya-Gürcistan savaşını önceden görmüş ve bu savaştan yararlanarak Rusya ile politik gerilimi giderek dereceli bir şekilde yükseltmiştir. ABD’nin Gürcistan’ı kullanarak Kafkasya’da ortaya çıkardığı savaş, planlı bir provakasyon olup, politik amacı, Rusya ile “yakınlaşma” politikası ile gerçekleştiremediği bazı uluslararası politikaları gerçekleştirmektir. Bu politikaların da Rusya’nın uluslararası stratejik zararına olduğu kendiliğinden anlaşılır. ABD’nin Kafkasya’da Gürcistan aracılığı ile gerçekleştirdiği ve savaşa neden olan provakasyonu uzun zamandan beri planladığını gösteren çok önemli belirtiler vardır.ABD bu savaş aracılığı ile Rusya’nın şiddetle karşı çıktığı çok önemli bazı politikaları gerçekleştirmek için (örneğin Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne (1) “Erken Uyarı Radar Sistemleri” yerleştirmek, İran ve Suriye’ye saldırının uluslararası alt yapısını hazırlamak,Rusya’nın şiddetle karşı çıktığı Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya üyeliğini gerçekleştirmek, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni devre dışı bırakmak vs.) uluslararası bir meşruluk elde etmek istemektedir. ABD dolaylı emperyalist savaşı,Balkanlar ve Ortadoğu’dan sonra Kafkasya’ya taşırken aynı zamanda adım adım da NATO’yu Akdeniz’den Karadeniz’e doğru da taşımaktadır. Zaten ABD uzun zamandan beri NATO’yu Karadeniz’e taşımanın planlarını yapmakta ve altyapısını da hazırlamaktaydı:
“ALTINCI Filo Karadeniz'e adım adım çıktı. Şöyle oldu. Bundan üç yıl önce Washington, Aktif Çaba adlı Deniz Görev Gücü'nün alanını Akdeniz'den Karadeniz'e de uzatmak istedi. Türkiye bu isteğe Montrö'yü gerekçe göstererek çekince koydu.
Müzakereler sürdü. 2006 ilkbaharında bu çekince kalktı. Türkiye, ABD ve Gürcistan Karadeniz'de ilk kez ortak tatbikat düzenlediler. Adı da Karadeniz'de Uyum Tatbikatıydı. Bu çekincenin sürdüğü dönemlerde, Montrö'nün tümü değilse bile bazı maddelerinin değiştirilebileceği iddiaları çok duyuluyordu. Washington'un ısrarının altında, Karadeniz'in enerji güvenliğinde stratejik önemde bir yer haline gelmesi yatıyordu. 2006 yılının sonlarında, The Heritage Foundation'ın yayınladığı bir rapor bu ilginin nedenini açıkça ortaya koyuyordu.
"Karadeniz bölgesi, Afganistan, Irak, İran ve Hazar bölgesi ile Batı pazarları arasındaki enerji deniz nakil yollarının askeri, yeniden yapılanma ve istikrarlılaştırma operasyonları için önemli bir platformdur" deniyordu raporda: "Orası aynı zamanda Avrupa'nın yeni güneydoğu sınırıdır. Bu nedenle, buradaki bazı faaliyetlerin güvenliğini sağlamak, diğer bazılarını engellemek ve Karadeniz bölgesinde varlık göstermek Avrupa Birliği ve ABD'nin çıkarınadır." ABD, Karadeniz'de uzun zamandan beri varlığını artırmayı, NATO'yu da bu strateji içine çekmeyi istiyordu. Gürcistan, bu isteği meşrulaştıran önemli bir bahane oldu.” (Ferai TINÇ, Hürriyet Gazetesi, 24 Ağustos 2008)
İşin ilginç tarafı ABD’nin Karadeniz’e “insani yardım” adı altında gönderdiği askeri gemiler için Boğazlardan geçme izninin 2008’in başlarında alınmış olmasıdır:
“İlk geminin geçişi sırasında Çanakkale Boğazı Gemi Trafik Hizmetleri Merkezi Müdürlüğü'ne gideceği liman konusunda bilgi vermediği söylendi. Gürcistan'a yardım bıraktıktan sonra başka bir şey daha mı yapacaktı? Dün bu soruya yanıt aranırken, her iki gemi için çok daha önceden Türkiye'den izin alındığı iddialarına rastladım. ABD ile Türkiye arasında gemi krizi iddialarını ilk olarak yayınlayan McClatchy Gazetesi, McFaul ve Dallas için bu yıl başında Karadeniz'de tatbikata katılmaları için izin alındığını yazıyordu. Haberin kaynağı yine kimliğini açıklamayan bir Pentagon yetkilisiydi.” (Ferai TINÇ ,age)
Gürcistan provakasyonunu hazırlayan ABD, Rusya’ya “diş göstermek” için herşeyi önceden ayarlamış.Bütün bunlardan dahi, ABD’nin Gürcistan provakasyonunu uzun zamandan beri hazırladığını ve planladığını ve bunu da uluslararası stratejisi ile uyumlu olacak bir şekilde ele aldığını göstermektedir.
Gürcistan provakasyonu ile ABD, Rusya ve müttefiklerine karşı dolaylı saldırıya geçmiştir ve Avrasya’daki cephe hatlarını, Rusya’nın sınırlarına doğru daha fazla ilerletmek istemektedir. Transatlantik emperyalist ittifakının cephe hatlarının Rusya’nın sınırlarına doğru ilerlemesi aynı zamanda Rusya’nın stratejik kuşatılmasına neden olduğu için, Rusya’nın şiddetli direnişine çarpmaktadır. Çünkü bu uluslararası ilerlemenin bir adım sonrası, Rusya’nın ekonomik, politik ve askeri olarak içten ve dıştan diz çöktürtülmesidir. Türkiye’nin çevresindeki bölgelerde emperyalistlerin direkt müdahalelerinin artması, Türkiye’nin iç ve dış politikasının ana direklerini giderek daha fazla baskı altına almakta ve onu emperyalist kamplaşmada direkt taraf olması noktasında daha fazla sıkıştırmaktadır. Türkiye’de işbirlikçi politik yapının özerk alanı giderek daha fazla yokolmaktadır.İTB, kendi özerkliğini daha fazla ön plana çıkarmaya çalışırken aynı zamanda giderek emperyalistler ile de temel politik sorunlarda çelişkiye de düşmektedir. Emperyalist politikada yoğunlaşmanın gelişmesi ve özellikle de emperyalistler arasında savaş biçimine bürünmeye başlaması, kaçınılmaz bir şekilde belirli bir andan itibaren politik merkezileşmeye yolaçar. Yani güçsüz devletler, güçlü emperyalist devletlerin oluşturmuş oldukları bloklardan birine tamamen dahil olmak seçimi ile karşı karşıya kalırlar. Uluslararası çapta cereyan eden bu sürece yani emperyalist politikanın uluslararası merkezileşmesine (ki zayıf devletlerin emperyalist devletler tarafından tamamen kendilerine bağlanmalarına yolaçar yani modern sömürgeciliği geliştirir) direnen bağımlı ülkelerin iç politikalarında köklü dönüşümler yaşanmaya başlar. Uluslararası çapta ortaya çıkan bu politik merkezileşmenin en önemli sonucu, Türkiye gibi ülkelerin herhangi bir emperyalist grubun tamamen denetimine girmesine götürecek olan çok köklü politik seçenekler ile (bıçak sırtı durumlar da denilen) karşı karşıya kalacak olmasıdır. Ekonomik temeldeki bağımlılığın gelişiminin ifadesi olan politik bağımlılığın artması ve en uç sınırına kadar gelişmesim Türkiye’nin bağımlılığının artmasına ve bu temelde de sömürgeleşmesinin ilerlemesine neden olacaktır. Uluslararası emperyalizmin üretici güçlerinin gelişmesi, emperyalistlerin dünyanın çeşitli bölgelerine ama özelikle de önemli kaynakların bulunduğu bölgelere (pazar alanlarının,enerji kaynaklarının, politik ve askeri stratejik noktalarının vs. bulunduğu) ilgilerini ve müdahalelerini de arttırmaktadır. İşte tam da bu noktada emperyalistler kendi bölgesel politikalarına daha çok angaje olabilecek politik eğilimleri aramaya başlarlar ve deneme-yanılma yolu ile de bu politik eğilimleri bulurlar. Sorunu Türkiye açısından ele alırsak eğer,AKP hükümetinin bir çok yönden, ABD emperyalizminin ve müttefiklerinin aradığı tam işbirlikçi politik klik olmadığını görürüz. Özellikle de son Rusya-Gürcistan savaşında, hükümetin Rusya ve ABD arasındaki gerilim de daha çok bir orta yol izleyen politikası bunu açıkça göstermiştir. ABD, Gürcistan aracılığı ile Kafkasya’ya NATO’yu sokmak isterken, hükümet ABD’nin bu politikasını dıştalayan ve Rusya’nın da içinde yeralacağı ve politik amacının tam olarak belli olmadığı bir “Kafkas Paktı ve İstikrar Platformu”nu ortaya atmıştır. Hiç kuşkusuz bu adım ABD açısından bir sürpriz olmuştur.
AKP hükümeti giderek çok daha zor kararlar ile karşı karşıya kalacaktır:
- NATO’nun Kafkasya’ya girmesi. Yani Gürcistan’ın NATO’ya üyeliğinin Türkiye tarafından onaylanması sorunu. Türkiye bunu onayladığı zaman Rusya’yı karşısına alacak, onaylamadığı zaman ise ABD ve müttefikleri ile birlikte Gürcistan’ı karşısına alacaktır. Unutmamak gerekir ki Gürcistan Rusya’yı provake etmeyi göze aldığı zaman bunu NATO üyesi olmak umudu ve sözü karşılığında yapmıştır.Savaş sırasında ve sonrasındaki bütün politik belirtiler bunu açıkça göstermektedir.
- Rusya tarafından tanınan Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığının tanınması noktasında alınacak tutum sorunu. Eğer Türkiye bu ülkelerin bağımsızlığını reddederse Rusya ile ters düşecek ve Kıbrıs sorununda eli zayıflayacak. Eğer kabul ederse ABD, AB ve NATO ile ters düşecek durumda olması.
- İran ve Suriye’de rejimlerin yıkılmasına verilecek destek.
- Afganistan, Irak vs. gibi bölgelere asker gönderme talebi ile karşı karşıya kalması.
- Montrö anlaşması ile belirlenen boğazların statüsünün tekrar gözden geçirilmesi baskısı ile karşı karşıya kalması. Zaten ABD bunun için uzun zamandan beri bastırmaktadır.
- NATO’nun genişleme sorunu.Bu noktada Ukrayna’nın üyeliği sorunu Türkiye’nin başını ağrıtacak bir başka önemli sorundur.
- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin devre dışı kalmasına neden olacak politikaların (örneğin Irak’ın işgalinde olduğu gibi) kabul edilmesi zorunluluğu. Bu sonuncu durum Türkiye’nin hem komşuları olan İran ve Suriye gibi ülkeler ile hem de komşusu olmayan ama onu etkileyen Rusya ve Çin gibi ülkeler ile ilişkilerinin gerginleşmesine neden olacaktır.
Dış politikada giderek gelişen bu süreç, AKP hükümetini uluslararası alanda bir yalnızlığa doğru itebilir.Son savaş sırasındaki politik tutumunun da göstermiş olduğu gibi, AKP’nin dış politikası ABD ve müttefiklerinin çıkarları ile pek uyuşmamaktadır. Hiç kuşkusuz bu durumun iç politikada köklü sonuçları olacak ve İTB içerisindeki iktidar mücadelesinin daha da kızışmasına neden olacaktır.
DEVRİMCİ BÜLTEN
Devrimci Bülten Sayı 47, Devamı...
(1) Zaten ABD Çek Cumhuriyeti ile Temmuz ayının başlarında bu anlaşmayı imzalamıştı. Polonya ile ise Rusya-Gürcistan savaşı sırasında imzaladı.
|
 |
|
|
|