 |
PDK Devrimci Bülten - Sayı 48 (1) |
 |
 |
İçindekiler - Genelkurmay ve “AKP Hükümeti’ni Devirme
- PKK’nın Yeni Stratejik Yapılanması
- Aktütün Karakol Baskını
- Sosyalist Devrim ve Uluslararası Sermaye Karşısında Tutum Sorunu (IV)
- PDK’nın İdeolojik Evrimi ve Tarihsel Gerçekliği (II)
GENELKURMAY VE “AKP HÜKÜMETİ’Nİ DEVİRME METODLARI” ÜZERİNE
ABD’de Başkanlık seçimini Demokrat Parti’li Barack Obama’nın kazanmasından sonra, 29 Mart Yerel Seçimleri de geride kaldıktan sonra ve “Ergenekon Operasyonları” da ordu içerisindeki görevli subaylara kadar uzandıktan sonra, işbirlikçi tekelci sermaye içerisindeki iktidar mücadelesinde bir “üçüncü perde”nin açılmasından bahsedebiliriz. ABD’deki Başkanlık seçimleri, taraflar açısından çok önemliydi. Çünkü ABD’nin politik yaklaşımlarında yapacağı farklılıklar, ister istemez Türkiye’de iktidar mücadelesine tutuşan güçlere yaklaşımını olumlu ya da olumsuz bir şekilde etkileyecekti. Aslında taraflar alttan alta “renk vermeden”, ABD’deki Başkanlık seçimlerinde bir tarafı tutuyorlardı. Kanımızca Genelkurmay daha çok Cumhuriyetçi Parti’nin kazanmasını, hükümet ise daha çok Demokrat Parti’nin kazanmasını istiyordu. Ordu içerisinde AKP Hükümeti’ne karşı darbe tezgahları, 2002-2006 arası Genelkurmay dışında, 2006’dan sonra da Genelkurmay Başkanlığı düzeyinde yürütülmektedir. Çeşitli dönemlerde uygulanılan farklı metodlara karşın, bu merkezden toplumun çeşitli noktalarına yasadışı ve yasal yollardan uzanan ve toplumu ahtapot gibi saran bir mekanizma söz konusudur. Bu mekanizma, Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) (yani eski Özel Harp Dairesi) aracılığı ile bir çok düzeyde uygulamakta olduğu psikolojik, ideolojik, politik ve askeri harekatlar aracılığı ile bir yandan kendisine milliyetçi bir çizgide kamuoyu yaratmaya çalışırken, öte yandan da karşı tarafın kamuoyu desteğini azaltmaya ve onu politik olarak güçten düşürmeye çalışmaktadır. Burada en önemli nokta, Genelkurmay’ın bir tek stratejik hedef doğrultusunda yani AKP Hükümeti’nin düşürülmesi noktasında kullanmış olduğu farklı metodlardır. Genelkurmay yeri geldiğinde bir metodu başka bir metod ile değiştirebilmekte ve esnek biçimlerden daha katı biçimlere kadar uzanan geniş bir araç ve metodlar yelpazesini kucaklamaktadır. Hiç tartışmasız bu noktada AKP Hükümeti çok komplike bir düşman ile karşı karşıyadır. Biz 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinden önce ve sonra, Genelkurmay’ın merkezinde bulunduğu bir politik hareketin hükümete karşı darbe hazırlamakta olduğunu ve üstü örtülü ve açık bir şekilde bunu yönettiğini defalarca yazdık. Bu darbe girişiminde, Genelkurmay’ın stratejik bir duruma gelmesinin altında da 2006 yılının Ağustos ayında (hata o zamanki politik gerilimden dolayı atanması Başbakan tarafından bir iki ay önce yapıldı) gerçekleşen Genelkurmay Başkanlığı’nın değişiminin yattığını belirttik. 2006 yılının Ağustos ayında Genelkurmay Başkanı olan Yaşar Büyükanıt döneminde hükümete karşı provakasyonlar (elbette daha önce başlamıştı Şemdinli saldırısı ve Danıştay saldırısı ile vs. ), dramatik bir şekilde yoğunlaşmaya başladı ve 27 Nisan 2007’deki “e-muhtıra” ile zirveye yükseldi ve bu durum 22 Temmuz seçimlerine kadar sürdü. 22 Temmuz seçimlerinden sonra geri çekilen “darbeci güçler”, yeni döneme uygun metod ve taktikler ile hükümeti devirme çalışmalarını sürdürdüler. Bütün halkın gözleri ömünde cereyan eden bu süreç, hiç kuşkusuz kitlelerin bilinçlerinde giderek yeretmeye başlamış ve ordunun o kadar güvenilir bir kurum olmadığını, dolaylı da olsa halkın geniş kesimlerinin bilinçaltına yerleştirmiş durumdadır. Bu orta ve uzun vadede ordunun bölünmesine götürecek olan eğilimin başlangıcıdır. Kamuoyuna “sızan” ya da “sızdırılan” bir çok belge, iç politikada Genelkurmay’ın öncelikli hedefinin hükümeti indirmek olduğu görülmektedir. Genelkurmay bu öncelikli hedefini de “çeşitli planlar” biçiminde örgütlemekte ve bu temelde de taktik eylemlere yönelmektedir. Burada kullandığı metod ya da metodlar oldukça karmaşık olup, bazen “at izi it izi” ile birbirine dahi karışabilmektedir. 22 Temmuz seçimlerinden sonra “Ergenekon Davası” çerçevesinde, ordu odaklı olan bir çok darbe girişiminin organizasyonunu gösteren bir çok belge ortaya çıktı. Ama bu belgeler içerisinde iki tanesi oldukça önemlidir. Bu belgelerin ikisi de Genelkurmay odaklı olup ve çok yakın bir zamanda hazırlanmış olup hükümeti indirmeye yönelik “gizli harekat planları”dır. Muhtemelen hükümet yanlısı güçler tarafından kamuoyuna sızdırılmıştır. Bu belgeler her zaman olduğu gibi Taraf gazetesine servis edildi ve bu gazete tarafından yayınlandı. Bunlardan birincisi, kamuoyu üzerinde büyük etkisi olan medyaya yönelik bir “biçimlendirme” planıydı ve ikincisi de “İrticayla Mücadele Eylem Planı” adı altında hazırlanan ve AKP Hükümeti’ni ve Fetullah Gülen Cemaati’ni hedef alan bir plandı. Bu iki belgeyi de Genelkurmay her zaman olduğu gibi yalanladı. Zaten bu belgeler uzmanlık alanı, yasadışı ve gizli eylemler organize etmek olan ÖKK tarafından hazırlanmıştı. Bugüne kadar bu kurum hangi yasadışı ve gizli eylemini kabul etti? 22 Temmuz seçimlerinden önce bir çok aşağılık cinayete (Hrant Dink suikastı, Danıştay saldırısı, Rahip Santoros cinayeti, Misyonerler katliamı, 12 Eylül’den önce de 1 Mayıs 1977 katliamı vs. ) ve eyleme karışmış olan bu kurum hangi eylemini kabul etti ki, hazırladığı bu belgeleri de kabul etsin! Zaten onun uzmanlık alanı bu. Eylemlerinin ve organizasyonunun gizli kalması gerekmekte ve bu gizlilik ordunun özerkliği ile de Anayasal açıdan garanti altına alınmıştır. Hatırlanırsa eğer, 22 Temmuz seçimlerinden sonra, seçimlerden önce başlayan provakasyonlar dalgası, sanki bıçak vurulmuş gibi birden bire kesildi. Madem bir çok “odak” olsaydı ve dağınık bir hareket olmuş olsaydı, bu provakatif eylemler birden bire kesilebilir miydi? Bütün bu eylemlerin bir merkezden planlandığı ve idare edildiği, bu eylemlerin birden bire kesilmesinden dahi bellidir. Genelkurmay uzun zamandan beri, hükümetten farklılığını her düzeyde (psikolojik, ideolojik, politik, duygusal vs. ) belirten hareketlerde bulunmaya özen göstermiştir. Alttan alta, hükümetten memnun olmayan çeşitli kesimlere çeşitli biçimlerde ve düzeylerde mesajlar vermiştir ve bunu da çok ustaca yapmaktadır. Örneğin normal bir cenaze töreni dahi (Türkan Saylan’ın) hükümete karşı duygusal bir tepkinin formuna bürünebilmektedir. Ama Genelkurmay’ın son dönemlerde yapmış olduğu en büyük psikolojik harekat, medyadaki yazarlarla ve muhabirlerle Genelkurmay’da düzenlemiş olduğu “sohbet” toplantısıdır. Genelkurmay Başkanı burada içerik olarak hiçbir şey söylemeden birden bire bazı gazeteciler tarafından “entellektüel” ve “demokrat” mertebesine yükseltildi. Sanki bir kaç yıldan beri darbe planlarının merkezinde o bulunmuyormuş gibi! Ama bereket versin medyada bazı gazeteciler (Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Oral Çalışlar vs. gibi), tehlikenin hemen farkına vardılar ve Genelkurmay’ın “eski anlayışa yeni bir biçim geçirmekte olduğunu” hemen farkettiler. Genelkurmay’ın Nisan ayının sonunda Genelkurmay’da gazeteciler ile “sohbet” mahiyetinde düzenlediği toplantı, zaten Hükümet’i indirme doğrultusunda yeni bir stratejinin ürünüydü. Genelkurmay bu tür “yakın temaslar” ile medya içerisinde kafa bulandırmaya çalışıyor ve onların önemli bir kısmını “ideolojik” olarak kazanıp ve yönlendirmek istiyor. Medya içerisinde “ajanlar” ile çalışmaktan, ideolojik olarak kazanıp ve yönlendirmeye yönelik “ince” bir politikaya geçildiğini göstermektedir bu toplantı. 29 Mart Yerel Seçimleri’nden sonra, Hükümet’I devirme metodları aslında belli olmuştur. Bir yandan çeşitli yollardan Hükümet yıpratılmaya çalışılacak (bu muhtemelen Kürt sorunu, AB ile ilgili sorunlarda ve “dini” hassasiyetlerin kaşınması yoluyla olacağa benzemektedir); bir yandan da gelecek genel seçimlerde onun oy kaybetmesine yönelik oluşumlara hız verileceği görülmektedir. Zaten Hüsamettin Cindoruk’un tam da bu zamanda Süleyman Demirel ile birlikte “sahneye çıkması” hiç de tesadüf değildir. Yine Abdullatif Şener’in partisine de bu dönemde hız verilecektir. Amaç en azından AKP’nin dışında, koalisyon yoluyla da olsa bir hükümetin çıkmasını sağlamaktır. Zaten AKP hükümetten düşürüldükten sonra, devlet olanakları kullanılarak onun paramparça edilmesine çalışılacaktır. Bütün bunlardan ne gibi bir sonuç çıkmaktadır? İşbirlikçi tekelci burjuvazi (İTB) içerisinde oluşmuş olan bu karşılıklı bloklaşma ya da cepheleşmenin birbirlerini sürekli bir politik teşhire tabi tutmaları, genel olarak devletin tarihsel teşhirine neden olmaktadır. AKP’nin kısa ve orta vadede hükümetten düşürülmesi, kaçınılmaz bir şekilde devletin tarihsel temelinin faşist Türk milliyetçiliği üzerine bina edilmesine yolaçacaktır. AKP’nin bastırılması, kitlelerde, sistemin kendi içerisinde demokratikleşemeyeceği inancını geliştirecek ve bugün AKP’nin, CHP’nin tabanını oluşturan milyonlarca kitleyi dalga dalga devrimci hareketin ve liberal hareketin kucağına itecektir. AKP’nin karşısındaki Milliyetçi Cephe, AKP’yi kirli metodlar ile hükümetten indirmeye çalışırken, aslında TC devletinin tarihsel temelini de ebediyen oyduklarının farkında da değildir. AKP bir kere iktidarın dışına fırlatıldığı andan itibaren bir daha da eski gücüne ulaşamayacaktır. Çünkü AKP’nin şu anki politik gücü halk hareketinin zayıflığından kaynaklanmaktadır. Şu ya da bu şekilde ayağa kalkacak olan bir devrimci hareket, AKP’nin politik tabanının altını oyacaktır. Bir kere AKP iktidarın dışına itildikten ve bastırıldıktan sonra, halk hareketinin kabarması, gelişmesi ve politik yaşama ağırlığını koyması kaçınılmazdır. Bugün AKP’yi iktidardan indirecek olanlar, orta dönemde halkın geniş kesimlerini devrimci hareketin kollarına doğru itecekler. Bugün içinden geçtiğimiz süreç 1970-1980 arası dönemin bir benzeri gibidir. Nasıl oldu da 12 Mart 1971 darbesinden kısa bir zaman sonra, bir avuç kadroya sahip olan örgütler, beş-altı yıl gibi bir zaman zarfında milyonlarca insanı politik olarak etkileri altına aldılar? Bu kitleler bundan kısa bir zaman önce hangi partilerin sosyal dayanaklarını oluşturuyorlardı? Bu sorulara verilecek doğru yanıtlar içinden geçtiğimiz süreci anlamamıza yardım edecektir. 12 Mart darbesi ve kullamış olduğu “kontrgerilla” metodları, CHP, Adalet Partisi, TİP gibi partilere olan politik güveni derinden sarsmış ve bu partilerin politik itibarını kitleler nezdinde zayıflatmıştır. Giderek bu partilerin tabanını oluşturan halkın bazı kesimlerinde “yasal” sınırlar içerisinde hak aramanın ya da yasal metodlar kullanarak iktidara gelmenin olanaksızlığı inancını körüklemiştir. Bu dönemde aynı zamanda devrimci hareketin askeri metodlar kullanarak devletin bazı zayıf yanlarını göstermesi de bu süreci beslemiş ve güçlendirmiştir. Ama bununla birlikte, uluslararası ekonomik ve politik konjonktür de kitlelerin bu devrimcileşmesinde önemli rol oynamıştır ki, bu son durum bugün fazlasıyla mevcuttur. Bundan şu sonuç çıkmaktadır: AKP’nin devrilmesi ve onun politik itibarının kitleler nezdinde yokedilmesi giderek TC devletinin tarihsel temelini daraltacaktır. Kuzey Kürdistan’daki AKP kitlesini PKK ve DTP’nin politik kanatları altına daha fazla sokacak ve Türkiye’nin metropollerinde de kitlelerin daha fazla devrimcileşmesine neden olacaktır. İşte tam da bu noktada, kitlelerin bu “arayışı” karşısında hazır olan bir devrimci örgüt ve anlayışın olması devrimci hareket açısından hayati önemdedir.
DEVRİMCİ BÜLTEN
Devrimci Bülten Sayı 48, Devamı...
|
 |
|
|
|