 |
PDK Devrimci Bülten - Sayı 48 (5) |
 |
 |
SOSYALİST DEVRİM VE ULUSLARARASI SERMAYE KARŞISINDA TUTUM SORUNU-2 (4)
Sovyet Hükümeti ve Sibirya Bolşeviklerin Rusya’da yapmış olduğu ekonomik ve politik hatalar, yeni bağımsızlığını kazanan cumhuriyetlerde olumsuz bir şekilde ortaya çıkıyordu. Sovyet Hükümeti kendi çevresinde ortaya çıkan yeni hükümetleri, tarafsız ve kendisine düşman olmayan bir politik düzlemde tutamıyordu. Burada iktidara gelen burjuva hükümetler, Sovyet Hükümeti’ne karşı hemen düşmanca faaliyetlerin merkezi haline geliyorlardı. Bu da Rusya’nın askeri kuşatılmasına neden oluyordu. Böylece bu yeni cumhuriyetlerin iç politikasında etkili olamayan komünistler, Kızıl Ordu’nun müdahalesine bel bağlıyorlardı. Peki neden bu böyle oluyordu?
Çünkü Bolşevikler Rusya’da yapmış oldukları hataların bedelini buralarda da ödüyorlardı. Bolşevik politikanın en büyük hatası, iktidarın ele alınması sırasında sağlanan küçük-burjuvazinin tarafsızlaştırılması politikasının içsavaş süresince sürdürülememesi ve bu temelde onun emperyalist burjuvazi ve Rus büyük burjuvazisinden koparılamamasıdır. Tam tersine yapılan hatalar sonucunda, bu sınıf, tarafsızlıktan eski Çarlık güçleri ve emperyalistler ile sıkı bir ittifaka doğru itilmiştir. Bunun altında yatan en önemli neden ise Rusya’da yapılan politik hatalardır. Rusya’dan ayrılan yeni cumhuriyetlerde iktidara gelen burjuvalar çoğunlukla, Bolşeviklerin Rusya’da kanlı bıçaklı olduğu sağ SD’ler ve sağ Menşevikler’in buralardaki uzantılarıydı. Bu hareketler kısa bir zaman sonra ya emperyalistlerin işbirlikçisi durumuna geldiler ya da Bolşevikler ile büyük burjuvazi arasında kalarak ve her iki tarafla da kanlı bıçaklı olarak iktidarı kaybettiler. Ama bu noktada Bolşevikler’in hataları tayin edici bir yere sahiptir. Ekim Devrimi’nde hemen sonra Sibirya’da (daha sonra Uzakdoğu Cumhuriyeti adını aldı) olaylar şu şekilde gelişti:
“Ekim Devrimi’nden sonraki ilk altı ay (boyunca-KE) Sibirya’da bir iktidar boşluğu oldu. Sovyet İktidarı Sibirya’da yer yer kuruluyor ve kalıcı olmuyordu:Moskova ile ve sivil ya da askeri diğer yerel otoritelerle zaman zaman ilişkiye geçen yerel Sovyetler çoğu bölgelerde belli belirdiz bir denetim uyguluyorlardı. Bu belirsiz durum dış ülkelerin askeri harekatıyla sona erdi. 5 Nisan 1918’de Japon kuvvetleri, Japonların can ve mal güvenliğini sağlamak bahanesiyle, Vladivostok’a çıkartma yaptı ve sonra da, Trans-Sibirya demiryolu boyunca Baykal gölüne kadar ilerledi. Mayıs 1918’de eski Çek savaş esirlerinden meydana gelen ve Vladivostok’u terketmeleri Sovyet Hükümeti ile görüşme sonucu kararlaştırılmış olan Çek alayları Batı Sibirya’da Bolşevikler ile karşılaştılar ve mevzilerini korumak için düzenli bir askeri harekata giriştiler. İtilaf Devletleri’nden de destek alarak Volga boyunca batıya ilerlediler ve böylece Sibirya’nın tamamını Sovyet iktidarından yalıtıp Doğu Avrupa Rusya’sının bazı bölgelerini geçici olarak Sibirya’ya ilhak ettiler. Çekler kilit noktası Samara’yı 8 Haziran 1918’de işgal ettiler. Bu şartlarda, doğu Avrupa ve Asya Rusya’sında çeşitli Bolşevik aleyhtarı “hükümetler” kurulmaya başladı. Kurucu Meclis’in eski üyelerinden, tümü sosyalist, hemen hepsi Sağ SD olan, ancak bir kaç Menşevik de içeren bir grup, Çek alayının himayesinde Samara’da geçici bir hükümet kurdu. Omsk’ta, Temmuz 1918’de burjuva nitelikli bir Sibirya Hükümeti oluşturuldu ve kuruluşunu takip eden dört ay boyunca batı Sibirya’da kısmen bir otorite sağladı. Daha doğuda, Sibirya Kazakları’nın atamanı Semenov, 1917 kışı boyunca Harbin’de bir ordu kurdu ve Mart 1918’de Sibirya’ya yürüdü. Görünüşe göre, başlangıçta Fransız hükümetince desteklenmişti. Fakat, 1918 yazında Japon işgal kuvvetleri gelince hemen onlarla anlaştı ve onların işbirliği ile, Çita’ya yerleşti. Böylece, Trans-Baykal’ın önemli bir kısmına egemen oluyordu. Bu ayrı ayrı müdahaleleri tek bir Bolşevik aleyhtarı otorite kurarak takviye etmeyi amaçlayan ilk girişim Eylül 1918’de Ufa konferansında gerçekleşti. Semenov, hiç şüphesiz Japon efendilerinin isteği üzerine, konferansı boykot etti. Fakat Omsk Sibirya hükümetinin, Samara hükümetinin, sözde milli Kazak, Türk-Tatar ve Başkırt hükümetlerinin, bazı Kazak askeri hükümetlerinin ve meşruluk dereceleri belirsiz bazı küçük çapta otoritelerin temsilcileri konferansa katılmıştı; konferans 23 Eylül 1918’de “geçici bir tüm Rusya hükümeti” kurulmasını kararlaştırdı. Bir kurucu meclis toplanıncaya kadar hükümet, sağ SD önder Avksentiyev’in başkanlığında beş üyeden oluşan bir direktuar tarafından yönetilecekti. Hükümet merkezi Omsk’tu. Bununla birlikte konferans, iç karartıcı haberlerin geldiği bir ortamda yapılmıştı. Toplantı devam ederken Sovyet Orduları Kazan ve Simbirsk’i Çek’lerden geri aldı. Samara ise Ekim başında düştü. Yeni “tüm Rusya” hükümetinin otoritesi kısa zamanda, sadece batı Sibirya ile sınırlandı ve iki aydan az sürdü. 18 Kasım 1918’de Vladivostok’tan henüz gelmiş olan amiral Kolçak İngiltere’nin desteği ve silah zoruyla hükümeti devirerek “yüce komutan” ilan edildi. Bu girişimin sonucu olarak, Samara hükümetinin artakalan üyelerinin çoğu Bolşevikler’le uzlaştı.” (E. H. Carr, a.g.e. s.321-322)
Bu uzun alıntıyı yapmamın nedeni okurun olayların genel çerçevesini görmesi içindir. Çünkü az aşağıda yazacaklarım, olayların bu genel çerçevesi bilinmeden anlaşılmaz. Bu uzun alıntıda dikkatin çekilmesi gereken nokta, sağ SD önder Avksentiyev’in başkanlığında kurulan geçici hükümetin, İngilizler tarafından desteklenen amiral Kolçak birlikleri tarafından devrilmesidir. Çünkü burada çok açık bir şekilde küçük-burjuvazi ile büyük burjuvazi arasında bir çelişkinin olduğu görülmektedir, ki bu çelişki düşmanca bir biçime bürünmüştür. Yani bu noktada Sibirya’da küçük-burjuvazi ile büyük burjuvazi arasında bir müttefiklik ilişkisinden bahsedemeyiz. Tam tersine birbirlerine düşman olan bir durum söz konusudur. İktidarı ele geçiren Kolçak Sibirya’da faşist askeri bir diktatörlük kurmuştur ve oradaki halk örgütlenmesine büyük bir darbe vurmuştur. Avksentiyev’in burjuva-demokratik hükümetinin yerine çok daha gerici bir hükümet gelmiştir ve bu durum Ukrayna’da yaşanan duruma benzer bir durum ortaya çıkarmıştır. Sovyet Hükümeti bu sefer de Sibirya üzerinden güçlü bir ordunun tehditi altına girmiştir. Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Kolçak’ın Avksentiyev hükümetinin üzerine gitmesine ve onu yıkmasına neden olan durum nedir? Burjuva-demokratik Avksentiyev hükümetinin devrilmesine neden olan durum, Rusya’da Bolşevikler ile Sol ve Sağ SD’ler arasındaki ilişkilerin tam düşmanca bir düzeye çıkması (elbette Bolşevikler’in hatalarından dolayı) ve bu sonuncuların Sovyet yasallığının dışına tam itilmeleridir. Kolçak ve İngilizler, Avksentiyev hükümetine bir müdahalede bulunulduğunda, Sovyet hükümetinin bu hükümete yardıma gelmeyeceğini biliyorlardı. Zaten Avksentiyev’in SD hükümeti Sovyet Hükümeti’nden de yardım isteyemezdi. Çünkü Kolçak’ın ordularının bu hükümeti devirmek için harekete geçtiği sırada, Rusya’da Bolşevikler ile SD’ler içsavaş temelinde iktidar mücadelesine tutuşmuşlardı. Demek ki Kolçak ve İngilizler’in Avksentiyev hükümetini devirme girişimleri herhangi bir dönemde değil, Bolşevikler ile SD’ler arasındaki politik bölünmenin düşmanca bir düzeye ve geri dönülemez bir düzeye yükseldiği dönemde olmuştur. İşte bu durum çok önemli bir sonuç yaratıyordu: Sibirya’da koşullar bir proletarya yarı-proletaryanın ittifakından oluşacak bir devrim için daha yetersizdi ama Kolçak birliklerinin durdurulması için tek sağ ve sol SD’lerin Bolşevikler’den ayrı güçleri de yetersizdi ki zaten bu birliklerin ilerleyişine direnemeden iktidarı kaybettiler. Stratejik açıdan baktığımız zaman, Sibirya’nın küçük-burjuva bir hükümetten, emperyalistlere dayanan büyük burjuva ve tamamen gerici bir politik gücün eline geçmesi, Bolşevikler açısından stratejik bir gerilemedir. Çünkü Kızıl Ordu’nun bu yöne doğru daha fazla seferber olmasına ve bu temelde de Rus halkının daha ağır koşullar içerisine sürüklenmesine neden olmuştur. Savaş ise bürokratik zorun en son haddine kadar geliştirilmesi demek olduğundan, parti ve devletin bürokratik bozulmasını (diğer koşullar ile birlikte) hızlandırmıştır. Bundan dolayı stratejik bir gerilemedir. Çünkü parti ve devletin niteliğindeki bozulmanın gelişmesine ve hızlanmasına neden olmuştur. Halbuki Kolçak’ın ilerlemesi, Sibirya’da proletarya, yarı-proletraya ve küçük-burjuvazinin oluşturacağı bir birleşik cepte temelinde pekala durdurulabilirdi. Bolşevikler nasıl Ağustos 1917’de Kornilov’un Kerenski hükümetini devirmesini, proletarya, yarı-proletarya ve küçük-burjuvazinin ittifakı sayesinde bir kaç aylığına kurtardılarsa bunu Sibirya’da da yapabilirlerdi. Böylece hem devrim için tarihsel koşulların gelişmesi hızlanırdı hem de komünist hareket büyük kitleleri ve yarı-proletaryayı kazanmak için gerekli ikna gücüne sahip olurdu. Kolçak’ın sonu da Kornilov’un sonuna benzerdi ve bu politik prestij Avksentiyev hükümetini daha fazla Sovyet hükümetine ve komünistlere bağlardı. Bu koşullarda Sovyet hükümetinin desteğini alan Sibirya hükümetine kimse saldırmazdı ve aynı şekilde Sibirya hükümeti de Sovyet Rusya için bir düşman olmaktan belirli bir süre çıkardı. Sibirya’daki küçük-burjuva hükümetin yıkılması, Rusya’da Bolşevikler’in küçük-burjuvaziyi Sovyet yasallığının dışına itmesi ve böylece onlar ile düşman olmasının sonucunda ortaya çıkmıştır. Sibirya’da bu olaylar olurken, sağ ve sol SD’er Kulaklar ile birlikte Sovyet hükümeti’ne karşı, Savaş Komünizm’den dolayı ayaklanma yapıyordu. Bu koşullar altında Sibirya’da Bolşevikler ile SD’ler nasıl uzlaşabilirlerdi? Halbuki savaş komünizmine sürüklenmeyi ortadan kaldıran ve Sağ ve Sol SD’leri Sovyet Kongresi içerisinde tutmayı becerebilen bir politika, çevre ülkelere karşı daha esnek bir politika uygulayabilirdi. Bu dönemde Rusya’da birbirine düşman olan ve içsavaş temelinde sıkı bir iktidar mücadelesine tutuşan Bolşevikler ve SD’ler aynı zamanda çevre ülkelerde de yani bağımsızlığını kazanan yeni cumhuriyetlerde de bu iktidar mücadelesini veriyorlardı. SD’ler bu çevre ülkelerdeki iktidarlarını Rusya’da Bolşevikleri devirmek için kaldıraç noktasına çevirmeye çalışıyorlardı. İşte bu durum karşısında Bolşevikler de Kızıl Ordu aracılığı ile buralara müdahale edip bu iktidarları yıkıyorlardı ve kendilerine bağlı sözde “sosyalist iktidar”lar kuruyorlardı. Ama Kızıl Ordu’nun bu her tarafa seferber edilmesi, bürokratik zorun daha fazla harekete geçirilmesine neden oluyordu. Halbuki Sibirya’da Kolçak birlikleri, birleşik bir Bolşevik-SD politik cephesi tarafından kolaylıkla durdurulabilirdi. 1917 Ağustos’un da Rusya’da olduğu gibi. Çünkü Kolçak’ın politik gücü aşırı-sağ yani faşist-milliyetçi politik tabana dayanıyordu. Kazanmasının nedeni de halk hareketinin bölünmesiydi. Şayet bu politik cephe gerçekleşmiş olsaydı, Kolçak birlikleri Sibirya’nın uzak bir köşesine sürülürlerdi ve bundan dolayı da Sovyet Hükümeti Kolçak ordusu ile savaşmak zorunda kalmazdı. Nasıl Alman emperyalizminin Ukrayna’nın öte tarafında durdurulma imkanı vardıysa aynı şekilde Kolçak’ın da Sibirya’nın en uç kısmında durdurulma olanağı vardı. Bunu da Sibirya’daki küçük-burjuva hükümetin tarafsızlaştırılması temelinde yapmak mümkünken, Bolşevikler bunu yapamadılar ve böylece Batı, Doğu, Güney ve Kuzey’den güçlü ordular tarafından kuşatıldılar. Bu durumu bertaraf etmek için de Kızıl Ordu’yu güçlendirmek ve bürokratik zoru geliştirmek zorunda kaldılar. Bolşevikler’in Sibirya’da yapmış olduğu hataların kaynağı da yine Rusya’da yapılan hataların sonucudur yani Sovyet Rusya’nın emperyalizm karşısındaki yanlış ekonomik ve politik konumlanmasının sonucudur. Ukrayna’da olduğu gibi Sibirya’da da Bolşevikler, bütün burjuva sınıfları aynı cephe hattında birleştirdiler. Bundan dolayı da bu birleşik kampın yenilmesi için de gerekli olan toplumsal çabaların ölçüsü ve bunun Rus halkı üzerinde yapmış olduğu basınç da devasa boyutlara ve yer yer Bolşevik terörün ortaya çıkmasına neden oldu. Kolçak’ın gücünün altında İngiliz ve Fransızlar’ın desteği yatıyordu. Bolşevikler yabancı sermaye karşısında doğru bir tutum belirleyebilselerdi, İngiliz ve Fransızlar’ı Kolçak’tan rahatlıkla tecrit edebilirlerdi. Yine aynı şekilde SD’leri Sovyet yasallığının içerisinde tutarak Sibirya’da tarafsız bir hükümet kurmalarını sağlayarak, Sibirya’yı Japon ve Kolçak birlikleri ile Sovyet Rusya arasında tampon bir bölgeye dönüştürebilirlerdi. Böylece Komünist Enternasyonal’in ağırlık merkezi de korunmuş olurdu. Kolçak’ın iktidarı ele almasından önce başarılamayan politik cephe, Kolçak ve onun yerine geçen Denikin’in yenilmesinden sonra gerçekleştirildi. Denikin’in yenilmesinden sonra iktidar önce SD ağırlıklı bir “Politik Merkez” denen bir hareketin eline geçti. Ciddi bir kitle desteği olmadığı görülünce iktidarı bir Bolşevik “Askeri Devrimci Komite”ye devretti (22 Ocak 1920). Bu komitenin yaptığı ilk iş, İşçi, Köylü ve Asker Sovyetleri toplamak oldu. Adı Uzakdoğu Bağımsız Demokratik Cumhuriyeti olan bir cumhuriyet 14 Mayıs 1920’de resmen kuruldu ve Sovyet Hükümeti tarafından da resmen tanındı. Sovyet Hükümeti’nin otoritesini Doğu Sibirya’ya kadar genişletmesi kaçınılmaz olarak, onu, Uzakdoğu’nun bazı yerlerini Nisan 1918’de “Japonların can ve mal güvenliğini sağlamak” bahanesi ile işgal etmiş olan Japon emperyalizmi ile karşı karşıya getirdi. Ama Japon emperyalizmi karşısında Sovyetler’in işi daha kolaydı. Bunun nedeni Japon emperyalizmi içerisinde sivil ve asker kesim arasında işgal topraklar noktasında politik anlaşmazlık mevcuttu. Siviller Anglo-Sakson emperyalistlerinin yani ABD ve İngiltere’nin Japonya’ya politik ve askeri baskısını arttiracağından dolayı buralardan çekilmesini istiyorlardı. Bu noktada ABD ve İngiltere, Japon yayılmacılığını önlemek için, Sovyet Rusya’ya yakın duruyorlardı. Önce Sovyet Hükümeti bu durumu anlamadı ama daha sonra ABD’de yapılan diplomatik görüşmelerde bu durum su yüzüne çıkınca Sovyet Rusya biraz rahatladı. Uzakdoğu’da Japon işgalinin son bulmasına neden olan en önemli durum, emperyalistler arasındaki çıkar çatışması oldu. Bu somut durum dahi, Bolşevikler’in yabancı sermaye karşısında yanlış bir stratejilerinin olduğunu göstermeye yeter. Şayet baştan itibaren emperyalistlere ve yabancı sermayeye karşı “saldırı stratejisi” değil, “savunma stratejisi” izlenseydi ve onlar ile taktik uzlaşma noktaları bulunulsaydı, hem içsavaş yıkıcı geçmeyecekti hem de Sovyet Hükümeti içten ve dıştan kuşatılmış olmayacaktı. Bolşevikler bu esnek politika sayesinde, emperyalistler arasındaki çelişkileri kendi leyhlerine sonuna kadar kullanma olanağına kavuşacaklardı. Japon emperyalizminin Sibirya’nın bazı bölgelerinde çekişmesinin uzun sürmesinin nedeni, kendi ekonomik çıkarlarını garanti altına almak istemesinden kaynaklanıyordu. Halbuki daha önce yabancı sermaye karşısında yapılan hatalar olmasa Japon işgalinin politik bir dayanağı kalmayacaktı. Ayrıca Japonya’nın Ekim 1922 yılında Sibirya’nın bazı bölgelerinde çekilmesinin NEP’in başlangıcına tekabül etmesi de ilginçtir. Bolşevikler’in yabancı sermayeye karşı imtiyazları genişletmeye başladıkları bir anda da Japonya’nın işgali son buldu. Bu da ayrıca not edilmesi gereken bir nokta. Uzakdoğu’da iktidarın ele geçirilmesinden bir yıl sonra yapılan seçimlerde (Ocak 1921) şu sonuçlar ortaya çıktı:
“Ocak 1921’de yapılan Kurucu Meclis seçimlerinde, komünistlerle bir blok oluşturan “köylü kökenli” bir parti 180 temsilci, komünistler ise 92 temsilci çıkardı. Bu iki grup oyların üçte ikisini alıyordu. SD’ler ve Menşevikler 20 kadar temsilci çıkarmıştı. Kurucu Meclis’te “kendi kaderini tayın hakkı ve tam özerklik” talebiyle boy gösteren Buryat-Moğollar 13 temsilciliği kazanmıştı. ” (E. H. Carr, a. g. e. s. 328)
Bu seçim sonuçlarından sonra köylüler ile “komünistler” yani Rusya’nın Uzakdoğu’daki uzantıları bir koalisyon hükümeti kurdu. Ama bu hükümet Sovyet Rusya’ya göbekten bağlı bir hükümetti:
“SD’ler ve Menşevikler, köylüler ve komünistlerden oluşan hükümeti terör uygulamakla ve Rusya Komünist Partisi’nin Uzak Doğu bürosunun aleti olmakla suçluyorlardı; buna karşılık kendileri de Japonlar’dan para yardımı almakla suçlanıyordu. 17 Nisan 1921’de kabul edilen anayasa burjuva-demokratik görünümü korumaktaydı. Çoğunluğu köylülerle komünistlerden meydana gelen bir hükümet kuruldu; bakanlar kurulu bu yönetime karşı sorumlu olacaktı; Moskova’ya karşı tam bağımsızlık görünümü korundu. Fakat Kolçak’a karşı Kızıl Ordu’ya komuta etmiş generallerden Bluçer, cumhuriyet ordusunun başkomutanı oldu. Bu göreve, ileride Sovyetler Birliği’nin gözde generallerinden biri haline gelecek olan Uboreviç getirildi bir süre sonra. Siyasi yöneticilere ve sivil yönetime ilişkin hakikat ne olursa olsun, ordunun başlangıçtan beri, doğrudan doğruya Moskova’nın denetimi altında olduğundan şüphe etmek için hiçbir sebep yoktur. ” (E. H. Carr, a. g. e. s. 328)
Japonlar Ekim 1922’de Uzakdoğu Cumhuriyeti’nin deniz bölgelerinden çekildi ve burada kurmuş oldukları kukla hükümet de devrildi ve böylece Uzakdoğu Cumhuriyeti’nin otoritesi Pasifik Okyanusu’na kadar genişledi. Ama bu cumhuriyet Sovyet Rusya’nın “işbirlikçileri” aracılığı ile yönetilen bir yeni-sömürgeydi. Bu noktada E. H. Carr şunları yazarken hiç kuşkusuz haklıydı:
“10 Kasım 1920’de Kurucu Meclis, bir oylamayla, kendi varlığına son vererek RSFSC’ne katıldığını ilan etti. Eski Rus İmparatorluğu’nun dört bir yana dağılmış unsurlarının bir bütün içinde birleşmeleri yolunda yeni bir adımdı bu. ” (a. g. e. s. 332)
Rus sosyal-şovenizmi temelinde ve onların işbirlikçileri aracılığı ile yeni bir Rus emperyalizmi adım adım inşaa oluyordu.
Sovyet Hükümeti ve Transkafkasya
Kafkasya’da Şubat Devrimi ile birlikte Çarlık İmparatorluğu’nun bırakmış olduğu otorite boşluğunu Gürcü, Ermeni ve Azeriler’in oluşturmuş oldukları Transkafkasya Meclisi doldurdu. Ekim Devrimi’nden sonra Sovyet Hükümeti bu meclise dayalı bir komiserlik kurarak, Sovyet Hükümeti ile bu bölge arasındaki politik ilişkileri düzenledi:
“Yapısı ve yönelimi bakımından Gürcü ağırlıklı bir kuruluştu bu. Başkanı radikal Gürcü politikacı Gegeçkori idi ve Gürcü Menşevik önder Jordanya’nın başkanlığındaki yerel işçi, Köylü ve Asker Temsilcileri “bölge merkezi” ile yan yana görev yapıyordu. Komiserlik başlangıçta, bir hükümet kurmaya ya da Transkafkasya’nın bağımsızlığını talep etmeye kalkışmadı. “Transkafkasya devrimci demokrasisi” adına 18 Kasım/1 Aralık 1917’de yayımladığı ilk bildiride, “Rus devrimince ilan edilen milliyetlerin kayıtsız şartsız kendi kaderlerini tayın hakkı”nı dile getiriyor, fakat yalnız Kurucu Meclis Petrograd’da toplantıya çağrılıncaya kadar otorite talebinde bulunuyordu. Bununla birlikte komiserliğin bakış açısı, esas itibariyle Bolşevik alehtarıydı; Kurucu Meclis’in dağıtılmasından sonra, Rusya Sovyet Hükümeti’ni tanımayı reddetmesi de, iddiaları ne olursa olsun, ona de facto bir bağımsızlık statüsü veriyordu. ” ( E. H. Carr, a. g. e. s. 312)
Transkafkasya Cumhuriyetleri ile Sovyet Rusya arasındaki ilişkiler Mayıs 1918’e doğru kopma noktasına geldi. Bunun nedeni Sovyet Rusya’nın buradaki cumhuriyetlere sormadan Türkiye ile yaptığı ateşkes anlaşması ve Türkiye’ye bıraktığı bazı sınır illeridir. Bunun üzerine Transkafkasya Cumhuriyetleri, 22 Nisan 1918’de tamamen Rusya’dan ayrılma kararı aldılar ve “Transkafkasya Bağımsız Federatif Cumhuriyeti”ni ilan ettiler. Ama bu cumhuriyet içerisinde Ermeni, Gürcü ve Azeriler’in aralarındaki çelişkiler de çok güçlüydü:
“Gürcüler Batum’la ilgili Türk talebine karşı direnmek için ortaklarının kayıtsız şartsız desteğini bekliyorlardı. Fakat Ermeniler’in Gürcüler’den şikayetleri, Türkler’den şikayet ettikleri kadar derindi; Azerbeycanlılar ise yakınları ve dindaşları Türkler’i hristiyan ortaklarına yeğliyorlardı. Cumhuriye içinde Gürcistan’ın hakim bir rol oynamasını Ermenistan da, Azebeycan da kıskanıyordu. Bu üç ülkenin herbirinde milli anlaşmazlıklar egemen parti---Gürcistan’da Menşevikler, Ermenistan’da Taşnaklar ve Azerbaycan’da Musavat (Eşitlik) partisi--- tarafından yaratılıp körükleniyordu. İşbirliği kısa sürede sona erdi. 26 Mayıs 1918’de Transkafkasya meclisi, cumhuriyeti feshetmek için toplandı; aynı gün, bir Gürcü millet meclisi, bağımsız bir Gürcü cumhuriyeti ilan etti. İki gün sonra bağımsız Ermeni ve Azerbaycan cumhuriyetleri ilan edildi. ” (E. H. Carr, a. g. e. s. 313)
Önce Rusya’dan ayrılan Kafkas Cumhuriyetleri daha sonra da kendi aralarında ayrıldılar ve çok kısa bir zaman sonra da Alman emperyalizmi ve Osmanlı İmparatorluğu ittifakkının işgaline uğradılar. Kafkasya’da ortaya çıkan durum Ukrayna’nın bir benzeridir. Nasıl Sovyet Rusya resmiyette kendisine bağlı olan bir cumhuriyeti adım adım önce kaybetti ve daha sonra da Alman emperyalizminin işgali altına soktuysa, burada da aynısı oldu. Sovyet Rusya resmiyette kendisine bağlı olan Transkafkasya Cumhuriyetleri’ni, aceleci bir şekilde ve onlara sormadan, onların topraklarını Osmanlı İmparatorluğu ve Alman emperyalizmine verdikten sonra ve onları böylece kaybettikten sonra, daha sonra da onların bu devletlerin işgali altına girmesine neden olmuştur. Bunun en büyük nedeni Alman emperyalizminin Brest-Litovsk’ta Bolşevikler’i Osmanlı İmparatorluğu sınırında ateşkese zorlamasıydı. Ukrayna cephesi üzerinden gelen Alman baskısı, tek bu cephe üzerindeki etkileri ile sınırlı kalmıyordu. Alman emperyalizmi Brest-Litovsk’ta Kafkasya ile ilgili olarak da taviz koparıyordu ve bu temelde Bolşevikler’den şunları istiyordu:
“Bu arada, 5/18 Aralık 1917’de Türkler’le bir ateşkes imzalanmış ve Türk cephesindeki son Rus orduları da dağıtılmıştı. Görüşmelerde Transkafkasya’nın hiçbir rol oynamadığı 2 Mart 1918 tarihli Brest-Litovsk anlaşması, Kars ve Batum Gürcü illeri ile, esas itibariyle Ermeniler’in yaşadığı Ardahan’ın Türkiye’ye bırakılmasını öngören bir madde içeriyordu. Anlaşma başlıca Gürcü önderler tarafından şiddetle yerildi; Transkafkasya komiserliği ise haberi olmaksızın ve onayı alınmadan, Transkafkasya illerinin Türkiye’ye bırakılmasını resmen protesto etti. Türkiye 15 Nisan 1918’de Batum’u işgal ederek yeni kazandığı bu yerlere bir an önce sahip çıktı ve genişletmek gibi bir niyet gösterdi. ” ( E. H. Carr, a. g. e. s. 312-313)
Bolşevikler’in Almanlar’ı durdurmak için verdiği bu tavizler aynı zamanda Transkafkasya cumhuriyetlerinin onun etki alanından çıkmasına da neden oluyordu. Eğer bu cumhuriyetler resmiyette Sovyet Rusya’dan kopmak istemiyorlardıysa, bunun nedeni, Rusya’nın kendi sınırlarını güvence altına almaları içindi. Eğer Sovyet Rusya bunu yapamıyorsa onunla aynı federasyon içerisinde kalmanın da bir anlamı kalmamıştı artık. Böylece Sovyet Rusya, Ukrayna’da yapmış olduğu hatanın bedelini ve bunun sonuçlarını Kafkasya’da da ödüyordu. Bolşevikler Brest-Litovsk’tan dolayı içeride Sol SD’leri kaybederken, Kafkasya’da da bu cumhuriyetleri kaybetti. Bütün bunlar, Ekim Devrimi’nin felç etmiş olduğu ekonomik yaşamın sorunlarının, yoğunlaşıp politik süreci etkisi altına almasının sonuçlarıydı. Sovyet Rusya bağlamında, tarihsel olayların bu karmaşık diyalektiği ilk bakışta görülmez. Bunun bir çok nedeni vardır ama bütün bunları ilk bakışta anlamamıza engel teşkil eden şey, bu olayları ölçebileceğimiz bir tarihsel ölçütümüzün olmayışıdır. Bu tarihsel ölçüt sorunu çözüldüğü andan itibaren, bu karmaşık sorunlar yumağı, iplik söküğü gibi kendiliğinden çözülür. Bu tarihsel ölçüt de, bir sosyalist devrimin yabancı sermaye ya da emperyalist sermaye karşısındaki tutumu sorunu ile sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Bütün bu analizlerden sonra şu sonuç ortaya çıkmaktadır: Bolşevikler, devrimin ekonomi politikalarında yanlış yapmasalardı ve doğru politik orantıları tutturabilselerdi, zamansız bir şekilde Ukrayna’nın üzerine gitmemiş olacaklardı ve Alman baskısını Ukrayna önlerinde durdurmuş olacaklardı ve bunun Rusya’ya baskısı da fazla olmayacaktı. Böylece Kafkasya’da da bu cumhuriyetleri tatmin etmeyen bir ateşkes anlaşmasını imzalamayarak, uzun süre sürüncemede bırakarak bu cumhuriyetlerin kendi politik etki alanından çıkmasını da önlemiş olacaktı.
Burada işin püf noktası şudur ve bu noktayı asla akıldan çıkarmamak gerekir: Eğer Alman emperyalizmi ve Osmanlı İmparatorluğu birlikleri, Batı ve Güney Doğu’dan yani Ukrayna ve Kafkasya üzerinden ilerleyebildilerse ve Ukrayna’yı ve Kafkasya’yı işgal edebildilerse, bu Sovyet Rusya ile Ukrayna ve Transkafkasya Cumhuriyetleri arasındaki ittifak ilişkilerinin çözülmesinin sonucunda ortaya çıkmıştır ki bu çözülmenin en önemli nedeni Sovyet Rusya’nın politik hatalarıdır.
Bu müttefiklik ilişkisi çözülmeseydi, Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu buraları işgal edemezlerdi. Dikkat edilirse eğer hem Ukrayna’da hem Kafkasya’da hem de Sibirya’da, buraların kaybedilmesi ve Sovyet Rusya’nın düşmanlarının eline geçmesi, buradaki egemen yerel politik güçler ile Sovyet Rusya arasındaki politik ve askeri ilişkilerin zayıflamasının sonucunda ortaya çıkmıştır. Sovyet Rusya ile bu bölgeler arasında politik ilişkiler zayıflamasaydı kesinlikle Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun buraları işgal etme güçleri yoktu, ki zaten 5-6 ay sonra bu devletler savaşı kaybederek içeride de iktidarı kaybettiler. Bu durum dahi, bu müttefiklik ilişkisi çözülmeseydi sıkışanın gelecekte Sovyet Rusya ve müttefikleri değil Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun olacağıydı.
Bu noktada çıkan en önemli sonuç şudur: Sovyet Rusya’nın zamanı stratejik bir şekilde yani istediği gibi kullanamamasının altında, onun emperyalizm karşısında yapmış olduğu hatalı tarihsel konumlanmadır. 1918 yazına gelindiğinde Kafkasya’da durum şuydu:
“Dolayısıyla, 1918 yazında, Transkafkasya’nın Almanya ile Türkiye arasında payedildiği ve Sovyet yönetiminde kalan istikrarsız Baku şehri hariç, tümüyle Rusya’dan koptuğu görüldü. ” (E. H. Carr, a. g. e. s. 315)
Üstelik bu durum Almanya’nın ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en kötü olduğu bir durumda yaşanıyordu. Çünkü bir kaç ay sonra bu devletler savaşı kaybettiler. Sovyet Rusya bölgede o kadar etkisiz kalmıştı ki, Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu savaşı kaybedip buralardan çekilirken buradaki boşluğu dolduramadı:
“Ekim Devrimi’nden beri Transkafkasya politikasının belirgin özelliği Rus iktidarının yokluğuydu. Görünüşte bu boşluk, bağımsız yerel hükümetlerce, gerçekte ise önce Almanya ve Türkiye’nin, sonra da İngiltere’nin askeri gücüyle doldurulmuştu. Büyük Britanya sonunda geri çekildiğinde Rus iktidarı onun yerini almaya hazırdı. Sovyet Hükümeti, yabancı kuvvetlerin kuklası olduğu gerekçesiyle, üç Transkafkasya cumhuriyetini boykot etmişti. Bu cumhuriyetler, şimdi de, kendi güçsüzlüklerinden ötürü yenik düşüyorlardı. 1920 Nisanı sonunda, İngiliz birliklerinin çekilirken iktidarda bıraktıkları, Ocak 1920’de İtilaf Devletleri’nce tanınmış olan Azerbaycan hükümeti, Baku’da patlak veren bir komünist isyan sonucu büyük bir güçlükle karşılaşmaksızın devrildi. Baku devrimci proletaryası ve Azerbaycan emekçi köylüleri adına hareket eden “Bakü askeri devrimci komitesi” feshedilen hükümeti hain ilan ederek, “dünya emperyalizmine karşı birlikte mücadele uğruna kardeşçe bir ittifak” kurulması için Moskova’ya başvurdu. Bu yardım hızla gelecekti. Bir Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ilan edildi. Kirov, Orjonikidze, Mikoyan---bir Rus, bir Gürcü, bir Ermeni--- Transkafkasya’da Sovyet iktidarının temellerini atmak için geldiler. ” (E. H. Carr, a. g. e. s. 316)
Kafkasya’daki sözde “sosyalist devrimler” Kızıl Ordu sayesinde gerçekleştirildi. Buradaki sözde “sosyalist hükümetler” halk desteğinden yoksunlardı ve iktidarlarını Kızıl Ordu’ya dayanarak sürdürüyorlardı. Kaldı ki Ermenistan’a “sosyalist hükümet” açıktan dışarıdan getirildi. Bolşevik politikanın buralarda kabul görmemesinin altında ekonomide yapmış oldukları hataların payı büyüktür. Örneğin bu durum Ermenistan’daki olaylarda çok açıktır:
“…Kasım ayında, Türkler hemen hemen tam bir zafer kazanmışken ve Ermenistan hükümeti dağılma halindeyken Sovyet birlikleri kuzeydoğudan ilerlediler, beraberinde getirdikleri devrimci bir komite, başkenti Erivan olan yeni bir Ermenistan Sosyalist Cumhuriyeti ilan etti. Yeniden kurulan Ermeni hükümet Moskova tarafından hemen tanındı ve 2 Aralık 1920’de Türkiye ile bir barış anlaşması imzalandı. Kuşa çevrilmiş bir Ermenistan bu işten, bağımsız bir Sovyet Cumhuriyeti olarak çıktı. Ancak rejimin yerleşmesi direniş ile karşılaştı. 1921 yılı Şubat ortasında halk Erivan’ı ve başlıca diğer şehirleri ele geçirerek yeni yöneticilerine isyan etti. Ermeni bir Bolşevik tarihçiye göre, “kendi güçsüzlüğünü kabul eden” devrimci komite, “Sovyet Rusya’yı yardıma çağırdı ve kendisi küçük bir askeri birliğin koruyuculuğunda kaçarak Ermenistan’ın kurtarılmasını, Kızıl Ordu’ya bıraktı. ”İsyanın, resmi hububat talebinin ağırlığından kaynaklanmış olduğu belirtilmektedir. Düzenin tam olarak kurulması ancak Nisan başlangıcında, NEP’in ilanından sonra, gerçekleşti. Bu isyanda, ekonomik ve milli hoşnutsuzlukların oynadığı rollerin hangi ağırlıkta olduğu konusunda ancak tahmin yütütülebilir. ” (abç) (E. H. Carr, a. g. e. s. 318)
Bütün bunların bir sosyalist devrim ile ne alakası var. Buralardaki sözde “sosyalist hükümetler” Kızıl Ordu tarafından, bir güç tarafından zorla empoze ediliyordu ve adına da Sovyet rejimi deniliyordu. Bu metodlar düpe düz yeni bir sömürgecilik biçiminden başka bir şey değildi. Sovyet Rusya’nın buralara müdahalesi, kendi çıkarları doğrultusunda ama özellikle de güvenlik ve ekonomik çıkarlar temelinde şekilleniyordu. Ermenistan’da ve Azerbaycan’da olduğu gibi, Kızıl Ordu tarafından zorla Sovyetleştirme Gürcistan’da da gerçekleştirildi. Rejim neredeyse sadece Kızıl Ordu’nun gücüne dayanıyordu. Lenin bu durumdan o kadar korktu ki, Menşevikler’in hükümete dahi alınmasını istedi. Bu durum Sovyet Rusya ile Kafkasya’daki cumhuriyetler arasındaki ilişkilerin Enternasyonalist bir temelde değil sömürgecilik temeline oturduğunun en iyi kanıtıdır:
“…Sovyet orduları ise sınır bölgelerinde yığınak yapmıştı. Sovyet Ermenistanı Sovyet ve Gürcü Bolşevik kuvvetleri sınırı (Gürcü sınırını—KE) geçtiler; iki gün sonra, Türkiye bir ültimatom vererek, Ardahan ve Artvin bölgelerinin iadesini istedi; bu istek yerine getirildi. 25 Şubat 1921’de Tiflis teslim oldu ve galipler bir Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ilan ettiler. Türkistan’ın çalkantılı bölgelerini temizleme harekatı hariç, SSCB’ni oluşturacak bölgelerde Kızıl Ordu’nun son harekatıydı bu ve dış düşmanla savaş tehlikesinin bir kez daha ufukta görüneceği, yaklaşık yirmi yıl sonrasına kadar görülecek son zorla Sovyetleştirme örneğini oluşturuyordu. Lenin’in bu konudaki olağandışı tedirginliği, Orjonikidze’ye yolladığı 3 Mart 1921 tarihli mektubunda dile geliyordu: Lenin, “Gürcü aydınlara ve küçük tüccarlara karşı bir taviz politikası” önermekle kalmıyor, aynı zamanda, “Jordanya ve diğer Gürcü Menşevikler’le bir koalisyona gidilmesini de salık veriyordu. ” (E. H. Carr, a. g. e. s. 320)
Kafkaslar’daki Sovyet politikasının bir yeni-sömürgecilik politikası olduğu, “komünist” sıfatının ise bu yeni-sömürgeci politikayı gizleyen ve cilalayan bir “incir yaprağı” olduğu çok kısa bir zaman sonra açıkça ortaya çıktı. Kafkaslar’da Büyük Rus Şovenizmi’nin komünist kimliği altına saklandığını 1922 yılında bizzat Lenin’in kendisi itiraf etti ve bunu bir nevi tarihsel olarak tescil etti. Yine bundan bir yıl önce, Mart 1921’deki Onuncu Parti Kongresi, artık saklanamayan ve ayyuka çıkan Büyük Rus Şovenizmini resmi olarak belirten ve kınayan ilk Kongre oldu. Ama bütün bu tespitler gidişatı hiçbir şekilde değiştirmedi.
Artık Lenin’in başında olduğu Rusya SSCB biçiminde yeni bir Sosyal-emperyalist ve eski Çarlık sömürgeleri de yeni-sömürgeler haline gelmişlerdi. Rus içsavaşındaki bu deneyimi yani Kızıl Ordu’ya dayanarak işbirlikçi rejimler oluşturma politikasını, Rus sosyal-emperyalizmi, İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Orta ve Doğu Avrupa’da da daha sonra uyguladı. Savaş sonrasında Kızıl Ordu’nun ilerlemiş olduğu en ileri cephe hattı boyunca, Doğu Berlin’den Rusya’ya kadar olan yerlerde yeni-sömürgeler oluşturuldu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan durum aslında Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında ortaya çıkan durumun aslında tarihsel bir uzantısıdır.
Aslında Sovyet Rusya’daki sömürgecilik süreci, Enternasyonalizm’in bozulması ile RKP’nin oportünizme ve revizyonizme dönüşmesi ile iç içe geçen bir süreç olarak yaşanmıştır. Biz bu sömürgecilik sürecini mantıksal olarak BP’nin revizyonizme evrilmesinden ayrı inceledikse eğer, bu olayları ayrıştırmak ve analizi kolaylaştırmak içindi.
İşte bu noktadan itibaren, RKP ile III. Enternasyonal arasındaki ilişkileri incelemek gerekir ve nasıl RKP’nin tek Rusya’daki sosyalist devrimin tarihsel temelini değil ama dünya sosyalist devriminin de tarihsel temelini daralttığını ve yenilgiye götürdüğünü de incelemek gerekir.
(devam edecek)
Devrimci Bülten Sayı 48, Devamı...
|
 |
|
|
|