 |
komunistdunya.org |
 |
|
 |
Son Yazılar |
 |
|
|
 |
PDK Devrimci Bülten - Sayı 49 (4) |
 |
 |
BARACK OBAMA VE ABD DIŞ POLİTİKASININ ANA HATLARI ÜZERİNE (I) (K. Erdem)
I-Giriş
Barack Obama’nın ABD Başkanı seçilmesinden sonra, uluslararası politik sistemin en önemli sorunu, yeni ABD hükümetinin nasıl bir dış politika izleyeceği oldu. Çünkü ABD, uluslararası emperyalist sistemin merkezinde yeralan bir devletir ve onun uluslararası hegemonyası temelinde uluslararası sistem biçimlenmiştir/biçimlenmektedir. Dünyanın neresinde olursa olsun, ondan etkilenmeyen bir politik yapı neredeyse yoktur.
İşte bu makalede, kısaca da olsa B. Obama’lı ve Demokrat Parti’li (DP) ABD’nin dış politikasının ana hatlarını ele almaya ve anlamaya çalışacağız. Ama bunu da bir kitap aracılığı ile yapacağız. Bu kitap ABD’deki Başkanlık seçimlerinden önce piyasaya çıkan ve seçimlerden sonra yeni ABD Başkanı’nın nasıl bir politika izlemesi gerektiğini tartışan bir kitaptır. Kitabı Türkçeye “Dünya Karşısında ABD” (Birleşik Devletler için Hangi Dış Politika) olarak çevirebiliriz. Bu kitapta moderatörlüğü David Ignatius (1) yapmakta ve soruları sormakta ve ABD emperyalizminin çok önemli iki stratejisti ve Başkan Danışmanları da cevaplamaktadırlar. Bunlardan ilki, şu an B. Obama’nın da danışmanı olan ve bundan dolayı görüşleri önemli olan Zbigniew Brzezinski; diğeri ise Baba Bush’un bir zamanlar danışmanı olan yine G. W. Bush döneminde de görev alan Brent Scowcroft’tur. Birincisi Demokrat Parti’li bir stratejist olarak bilinir, ikincisi ise Cumhuriyet Parti’li bir stratejist olarak bilinir.
Kitap oldukça ilginç görüşler içermektedir ve ABD’nin hareket tarzını anlama noktasında oldukça öğreticidir. Aslında ABD dış pokitikasında bahsedildiği zaman, onun ile kopmaz bir şekilde ABD iç politikasından da bahsedilmektedir. Bugün bu ikisi o kadar iç içe geçmiştir ki, ABD iç politikasının hangi sorununu ele alırsanız, bu değişik yollardan gelip bir dış politik soruna bağlanır. Aynı şekilde tersi de geçerlidir. Bunun altında yatan temel neden ise hiç kuşkusuz sermayenin uluslararasılaşması (küreselleşme de denilmektedir) ve bu temelde dünya ekonomisi ve politikasının iç içe geçmesidir.
Bu makalede kitabın kısa bir özetini sunarken, zaman zaman araya notlar düşeceğiz ve kendi görüşlerimizi belirteceğiz. Böylece kitabın anlaşılmasına yardımcı olmaya çalışacağız. Makaleyi kitabın planına uygun bir şekilde bölümlendireceğiz.
II- “Bu Noktaya Nasıl Geldik”
Davis Ignatius (DI): Zbigniew Brzezinski, uluslararası durumu nasıl algıladığınızı, ve size göre problemin kalbinin ne olduğunu, olası çarelerini konuşmadan önce söyleyebilir misiniz?
Zbigniew Brzezinski (ZB): Bu soruya ZB genel olarak şu cevabı veriyor: Başkan Bush’un “Birliğin Durumu Üzerine” konuşmasında, “Terörizme karşı savaşı çağımızın ideolojik meydan okuması” olarak ifade etmesini yanlış buluyor. Bunu biraz kibirli bir davranış olarak niteliyor. BZ, terörizmin asıl tehdit oluşturduğu tespitini doğru bulmuyor. ZB’ye göre bu yüzyılın temel ideolojik eğilimi terör değil, daha az seçilebilir olan ama giderek de ağırlığını hissetiren üç önemli değişimdir:
- Dünya ölçeğinde bir politik uyanış. Bu insanlık tarihinde ilk defa ortaya çıkmaktadır;
- Dünya güç ağırlık merkezinin, Atlantik’ten Uzakdoğu’ya doğru kayması;
- İnsanlığı ilgilendiren ortak küresel sorunların ortaya çıkması: Çevre kirliliği, yeryüzünün ısınması, iklim sorunu, eşitsizlik vs.
DI: Ya siz Brent Scowcroft, sorunu nasıl tanımlarsınız? Doğası nedir? Birleşik Devletler’in tepki kapasitesini ne ölçüde etkiledi?
Brent Scowcroft (BS): BS, bu noktada kendi algılamasının ZB’den pek de farklı olmadığını belirtiyor. Sorunu anlamak için tarihsel bir dönem içinde konumlanmak gerektiğini ve kendisi için Soğuk Savaş’ın sonunun, uluslararası çevrede bir kırılmaya neden olduğunu belirtiyor …
DI: BS, Berlin Duvarı çöktüğü zaman Beyaz Saray’daydınız. Bu uzun ve tehlikeli çatışmanın son bulduğu gün hakkında bize ne söyleyebilirsiniz?
BS: BS, Berlin Duvarı’nın çöküşünü bir çağın sonu olarak görmektedir. Ona göre bu çağın değiştiğini gösteren en önemli olay, Jim Baker ve Edward Şevarnadze’nin tek bir ağızdan, Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesini mahkum etmeleridir. BS, SSCB’nin çökme sürecinde M. Gorbaçov’un, SSCB’nin yerine Konfedarasyon’a dayalı bir sistem geçirmek istediğini belirtiyor.
BS, SSCB’nin çöküşünde ABD yönetiminin bir zafer sarhoşluğuna kapılmamaya ve fazla coşkulu olmamaya dikkat ettiğini ve bunu da I. Dünya Savaşı’nda olanları dikkate alarak yaptığını belirtiyor. Çünkü ona göre, I. Dünya Savaşı sonunda kazananlar kaybetmişti. BS aynı zamanda böyle bir durumun, Rusya’nın sert tepkisine neden olabileceğini ve bunun da yeni Rus yönetimi ile geliştirilen ilişkileri zedeleyebileceğini belirtmektedir.
DI: Siz BZ, Soğuk Savaş’ın sonunun sizde ne gibi anıları var? Hayatınızı bu mücadeleye adadınız…
BZ:ZB, herşeyden önce Başkan Bush ile BS (2) ’nin Sovyet Bloku’nun çöküşünde ortaya çıkan uluslararsı durumu çok iyi yönettiklerini belirtiyor. ZB, profesyonel hayatının önemli bir bölümünü, Sovyet Bloku’nun birliğini mayınlayan stratejiler hazırlamaya adadığını belirtiyor. Bunun için 1960’lı yıllardan itibaren bir teori üzerinde çalıştığını belirtiyor. Buna göre, Avrupa’nın paylaşımı, barışcıl bir girişim aracılığı ile Sovyet Bloku üzerine etki yapacak ve onun parçalanmasına neden olacaktı. Berlin Duvarı’nın yıkılışı bu tezi doğruluyor.
(Bu noktada araya girerek BZ’nin bu tezi hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. BZ’nin bu tezi doğruydu ama bu tezin kökenleri 1950’lere dayanır. Sovyet yayılmacılığı karşısında kafa yoran ABD’li stratejistler (bunlar içerisinde o zamanlar en önemlilerinden birisi olan George Kennan’dır), ABD ve müttefiklerinin hem ekonomik ve teknolojik olarak hem politik ve askeri olarak vede hem kültürel olarak, Sovyet Bloku’nu oluşturan ülkelerden daha ileri olduklarını, Sovyet yayılmacılığını durdurdukları andan itibaren, belirli bir süre sonra onun yarışı kaybedeceğini ve içten çözüleceği anlayışını benimsemişlerdi. İşte BZ 1950’lerde ortaya çıka bu stratejistler kuşağı içerisinde bir halkaydı ve bu stratejistlerin genel eğilimini yansıtıyordu. ABD stratejistlerinin geliştirmiş olduğu bu prensip önemlidir. Gelecekte Uluslararası Komünist Hareket’e, dünya sorunlarını ele almada, emperyalistler ile belirli bir süre “birarada yaşarken” nasıl hareket etmeleri noktasında yardımcı olabilir---K. E)
DI: ZB size bir sorum var. Sovyetler Birliği hakkında “sert” bir şöhret elde ettiniz: Amerikalı’lar 1990’lı yıllarda Rusya’nın zayıflığından yararlanmaya çalışırken, bunun kendilerine karşı döndüğünü varsayıyor musunuz?
ZB: ZB, “Gerçekten başka nasıl bir yönelim kabul edebilirdik” diye soruyor. Baltık Devletleri’nin bağımsızlıklarına, Çeklerin, Polonyalıların ve Macarların Batı’ya bağlanmalarına kaşı gelemezdiklerini belirtiyor. Avrupa’nın bu parçasında istikrara ve netleşmeye katkı yapmanın Batı’nın öncelikli stratejik hedefleri arasında olduğunu belirtiyor. ZB ekliyor: “Rusları Batı ile daha yakın ilişkilere çekmeye yarayan bir duygunun oluşumuna neden olabilecek başka kurumlar yaratmak mı gerekiyordu? ” diye soruyor. Bunu bilemiyorum ve bunun için bir cevabım yok diyor.
DI: Açıktır ki Ruslar bu dönemi, ulusal aşağılanmanın canlı bir duygusu olarak ortaya koymaktadırlar. Boris Yeltsin onlara bugün, ülkenin içerisinde bulunduğu durumun utanç sembolü gibi görünmektedir:zavallı, alkole boğulmuş ve zayıflamış. ZB önemli bir sorunun altını çizdi ve kendi kendisine Başkan G. H. W. Bush (Baba Bush---K. E) eğer tekrar seçilseydi sorunu nasıl ele alırdı diye sordu. Hiç üzerine düşünmemiştim. BS bize ne diyebilirsiniz?
BS: BS herşeyden önce, SSCB’nin son günlerinde Baltık Devletleri’nin durumu hakkında bir şeyler söylemek istediğini belirtiyor. Bu sorunun, Doğu Avrupa dağılmaya başladığından itibaren iki süper güç arasındaki en hassas sorun olduğunu belirtiyor. Baltık Devletleri SSCB’ye bağlandıkları zaman bu gerçeği hiç kabul etmemiştik demektedir.
ABD’de Baltık-yanlısı lobilerin güçlü olduğunu ve kendilerini bu devletlerin bağımsızlıklarını deklare etmeye ittiklerini belirttikten sonra, bu nazik sorunu nasıl ele aldıklarını şöyle belirtiyor: SB’yi geri çekilmeye itmekten ziyade bu ülkelerin bağımsızlıklarının tanınmasını istedik.
Şimdi sorunuza geliyorum diye devam etmektdir. Körfez Savaşı’nın sonunda, Filistin sorununda bir barış süreci başlatmak istiyorduk. Bunun ile Araplara bir kriz döneminde nasıl İsrail’e yardım ediyorsak Araplara da aynı şekilde yardım ettiğimizi göstermekti. Bu aynı zamanda bir saldırganlığın bizim tepkimize neden olacağını da göstermekti.
Saddam Hüseyin bütün bölge için bir barış süreci için çağrı yaptığı zaman, ona şimdi değil, önce Kuveyt’ten çık dedik ve Araplara bir barış süreci sözünü Kuveyt sorununu halletikten sonra başlatacağımız sözünü verdik. Bu birinci etap olan Madrid Konferansı’na götürdü. Eger Başkan tekrar seçilseydi (yani Baba Bush—KE) dış politikadaki önceliği bu olacaktı.
DI: Irak’ta Saddam Hüseyin sorununu çözecek miydiniz?
BS: Tekrar seçilse miydi demek istiyordunuz?
DI: Demek istiyorum ki, Saddam’ın Irak’ı yönetmesine izin verecek miydiniz? (DI nazik bir şekilde Saddam’ı devricek miydiniz diye soruyor---KE) İkinci bir seçime kadar askıya alınmış bir işmiydi?
BS: BS’nin bu soruya cevabı oldukça ilginçtir ve bir itiraf niteliğindedir. BS, bunun askıda bırakılmış bir iş olmadığını ve onu iktidarda indirmek niyetinde olmadıklarını belirttikten sonra şöyle devam ediyor:Saddam’ı aynı özlemler ve istekler ile iktidarda bıraktık ama bunları gerçekleştirecek araçlarını ellerinden alarak. Ordusu parçalanmıştı ve tekrar kurulmasını yaptırımlar engelliyordu. İkinci Körfez savaşı sırasında hiçbir tehdit unsuru içermiyordu. BS’ye göre Irak stratejik anlamda hiçbir tehdit içermiyordu.
(Bu ilginç bir itiraftır. Buna rağmen oğul Bush yönetimi Saddam ve Irak’ı çok tehlikeli bir düşman olarak dünyaya lanse etti ve onu devirdi. Peki oğul Bush Saddam’ı devirirken BS bu yönetimde ne görevdeydi? Dış İstihbarat Komisyonu Başkanı’ydı! Zaten ZB az ileride, ABD’nin Irak saldırısının çok kapsamlı bir uluslararası planın bir parçası olduğunu belirtecek. ---K. E)
DI: DI, BS’ye Baba Bush’un niçin Bağdat’a girmediğini ve Saddam’ı devirmediğini soruyor.
BS: BS bunun üç nedeni vardı diye cevaplamaktadır:
- Koalisyonun önemli bileşenlerini Araplar oluşturuyordu. Bu durumda koalisyon dağılırdı.
- Birleşmiş Milletler kararı sadece Kuveyt’i kurtarma ile sınırlıydı.
- En önemlisi de hedeflerimizi ve buna ulaşma araçlarımızı buna göre planlamıştık.
DI: Her ikisine de “11 Eylül” hakkında ne düşündüklerini soruyor.
BS:BS, Soğuk Savaş’ın sonundan beri uluslararası durumun gittikçe kötüleştiğini belirttikten sonra, 11 Eylül’ün süpriz olduğunu ve dünyanın durumunu anlamada bir gösterge oluşturduğunu belirtiyor. Şeylerin kötüye doğru gittiğini ve tepki vermek gerektiğini belirttikten sonra, kendilerinin istediği biçimde tepki vermeye güçleri olduğunu ve “Dostlarımıza ve müttefiklerimize danışma zamanımız yoktu. Tek başına işimizi görebilirdik. ” demektedir.
ZB: 11 Eylül’den sonra NATO toplandı ve tarihinde ilk defa bizim için 5. Maddesini uygulama kararı aldı. Ama “Hayır Teşekkürler” diye cevapladık. Afganistan’a giden yolda müttefiklerimizin bu dayanışma jestini kabul edebilirdik.
Bize karşı hiçbir konspirasyon içerisinde olmayan Taliban rejimini devirdik. Baskıcı ve köktendinci bir rejimdi ama kendisine karşı dönmüş bir rejimdi. Taliban rejimini devirme ve El Kaide’ye karşı darbe indirme eylemimiz yasal ve meşruydu ama bu hedefi sonuna kadar götürmedik (Yani Afganistan’da savaş sonuna kadar götürülmeden Irak’a saldırıldı anlamında---K. E)
BZ, bundan sonra oldukça ilginç bir şekilde devam ediyor: Eğer Irak ve Saddam Hüseyin hakkında bir korku, kuşku ve aldatma atmosferi yaratılmasaydı; yine eğer İsrail-Filistin çatışmasına bir çözüm bulunsaydı ve böylece Yakın Doğu’daki ABD karşıtlığının temelini oluşturan sorun elenseydi, Usama Bin Ladin için böyle verimli bir alan ortaya çıkmazdı. Böyle bir yönelime girilseydi ve müttefiklerimizle işbirliği yapılsaydı, bugün daha olumlu bir durumda olurduk.
(Barack Obama’nın seçilmesinden sonra, ABD Dış Politikası’ndaki gelişmelere baktığımız zaman, ABD’nin BZ’nin tasvir etmiş olduğu bu politikayı uygulamaya çalıştığını kolayca görebiliriz---K. E)
DI: BS’ye ZB’nin “aldatma” nitelemesini biraz abartılı bulup bulmadığını soruyor.
BS:İstihbarat servislerinin yanıldığını ve şu soruyu yeterince kendilerine sormadıklarını belirtiyor: Eğer Saddam yıkıcı kitle imha silahlarına sahip değilse niçin böyle davranıyordu?
Aslında cevap açıktır: Halkından ve komşularından korkuyordu.
ZB:Blöf yapıyordu.
BS:Bunu yapması için bir çok nedene sahipti. Kimyasal silahlara sahipti ve bunu Kürtlere karşı kullanmıştı ve daha önce de nükleer silah elde etmek istemişti. Ondan dolayı kaygılıydık (…) BS kişisel olarak 2002 yılında Saddam’ın bir nükleer silaha sahip olduğuna inanmadığını belirtiyor.
DI:DI, hem BZ’ye hem de BS’ye, Irak savaşından önce bu savaşa karşı olduklarını hatırlattıktan sonra genel olarak bunun nedenlerini onlara soruyor.
ZB: ZB, dünyanın bu bölgesinde yaşanan şiddet sarmalı karşısında ABD’nin tek başına hareket etmesinin ve sadece zor yoluyla düzen kurmasının bir gün çok ağır bir faturasının olacağını belirtiyor.
Yanlış bilgiler ve yargılar temelinde sonu belli olmayan bir maceraya atılmanın kendisini kaygılandırdığını ve aradan beş yıl geçmesine rağmen her alanda bedel ödemeye devam ettiklerini belirtiyor: Nesnel, öznel, ekonomik, mali, moral vs.
Geleceğin kendilerine ne getireceğini bilmediğini ama varolan istikrarsızlık durumunun kaygı verici olduğunu belirttikten sonra, bu istikrarsızlık durumunun İran ile bir çatışmaya bile götürebileceğini ve böylece cephenin Afganistan’dan Irak’a kadar genişleyebileceğini belirtiyor. El Kaide’ye karşı bir girişimin de Pakistan’da kaosa neden olabileceğini ve böyle bir maceradan korktuğunu belirtiyor. Bütün bunlara ek olarak da ABD’nin kibirli davranışının tehlikesini belirtiyor: “Tek başına işimizi görürüz” ve “Bizden olmayan bize karşıdır” anlayışının yanlış olduğunu ve Avrupalıları küçümsemeye neden olduğunu belirtiyor. 11 Eylül Usama Bin Ladin için taktik bir başarıydı; stratejik bakış açısından ise ABD kendi ayağına bir kurşun sıktı.
BS: Beni herşeyden önce kaygılandıran durum sıkışık bir zamanda karar almaktı. Eğer Saddam Hüseyin bir nükleer bomba peşinde koşuyorduysa bunu elde etmesi daha uzun sürerdi. Bu sorunu çözecek bolca zamanımız vardı.
Bir diğer sorun da, El Kaide ile Baas rejimi ilişkisinin mantığa aykırı oluşuydu. Usame Bin Ladin fanatik bir dinciydi, Saddam Hüseyin laik bir akımın temsilcisiydi. Baas Partisi Bin Ladin’in belalısıydı. Onun için bu dosyayı zamana yaymak en iyisiydi (…)
Kaldı ki Saddam’a karşı kontrol politikası çok iyi işliyordu ve bizim başka bir önceliğimiz vardı:Terörist tehditi azaltmak. Bundan dolayı Irak’ın işgali asıl hedeften sapmak olurdu.
DI: (…)Statükoya bağlı bir Amerika büyük bir güç oldu ve değişiklikleri yerleştirmeye çalışıyor. Bununla hem fikir misiniz?
BS:BS, Yeni-Muhafazakarların (yani Neo-Cons’ların---K. E) Irak’ı ideal bir deneme yeri olarak düşündüklerini belirttikten sonra bu demokrasi laboratuvarını bütün Yakın-Doğu’ya kadar genişletmek istediklerini belirtiyor (…) Neo-Cons’ların bu noktada önemli bir rol oynadıklarını belirtiyor. Donald Rumsfeld ve Dick Cheney’in bu gruplara bağlı olduğunu belirtiyor. Başkan’ın bu gruplardan birisine dahil olmadığını düşündüğünü ama 11 Eylül olaylarının onu çok etkilediğini belirtiyor.
Yine Başkan’ın Ariel Şaron’dan ve bu sonuncusunun İsrail-Filistin sorunundaki yönelimlerinden de etkilendiğini belirtiyor. Bundan sonra İntifada başladı ve Başkan’ın İsrail’e koşulsuz desteği (…)
ZB: Ve bu daha çok stratejik bir yönelimin başlangıcı oldu: Ortadoğu nasıl biçimlendirilebilir? “Birleşik Devletler Irak’a askeri müdahale ile büyük bir planın ilk etabı olarak tehlikeli bir yokuşa kendisini soktu. ” ZB, bu planın tarihsel bir temelden yoksun olduğunu çünkü İngiliz sömürgeciliğinin anılarının buralarda güçlü olduğunu ve bölgenin ABD’yi yeni işgalci olarak gördüğünü belirtiyor.
“Stratejimiz şu önermeden hareket ediyordu: Ortadoğu’yu istikrara kavuşturmak için onu önce istikrarsızlaştırmak gerekir. Başka sözcüklerle ‘Varolan rejimleri yıkalım, alanı demokrasi için hazırlayalım ve özgürlük çiçek açacak. ’ Bu politikanın sonuçlarını gördük. ”
BZ bu politikanın başarısızlıkla sonuçlandığını, Filistin’de seçimlerde Hamas’ın galip çıktığını, Mısır’da bir seçimde Müslüman Kardeşler’in galip geleceğini belirtiyor. Yine ZB, ABD’nin bu bölgeye istikrar getirmediğini belirtiyor.
(Bu bölümün sonlarına doğru ZB ve BS bazı genel sorunlara değiniyorlar: Soğuk Savaş döneminde nükleer silahlara ve iki kamp arasındaki diplomatik ilişkilere, uluslararası ekonomik ve politik sisteme, ABD’deki eğitim politikasına vs. Bir ara tartışmanın bir yerinde BS şu tespitte bulunuyor:Soğuk Savaş döneminde kalan kurumlar ile Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan sorunları çözmeye çalışıyoruz. ---K. E)
III-“Amerika Tarafından Yaratılan Krizler” (Irak Savaşı ve İran)
(ZB ve BS’nin, Dİ’nin soruları temelinde, Irak ve İran bağlamında yapmış oldukları değerlendirmeler oldukça önemli ve günümüz Türk iç politikasında ortaya çıkan bazı politik fenomenleri (“Demokratik açılım” ya da “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”, “Ermeni Açılımı”, “Ergenekon Davası” vs. ) anlamaya yardımcı olacak niteliktedirler. Özellikle de ZB’nin B. Obama’nın danışmanı olduğu düşünülürse, onun burada yaptığı değerlendirmelerin büyük bir önemi vardır. Türkiye’de AKP hükümetinin son dönemlerde ortaya koyduğu bazı politik ve diplomatik adımların aslında ABD’nin cesaretlendirmesi temelinde atıldığını tahmin etmek hiç de güç değildir. ABD’nin AKP aracılığı ile Türkiye’yi götürmek istediği yer, onun Rusya ve Çin karşısında Kafkasya, Orta Asya, Avrupa ve Ortadoğu politikası ile yakından ilişkilidir. Türkiye’nin AB doğrultusunda geçireceği politik ve ekonomik evrim, ABD’nin bölgede ekonomik, politik, askeri ve kültürel gücünü daha da pekiştirecektir. Bu noktada Türk iç politikasının evrimi ile ABD’nin bölge ve dünya politikasının eğilimleri arasında sıkı bir bağlantı söz konusudur.
İşte bu bölümü okur bu gözle okumalıdır. ---K. E)
DI:DI, BS’ye Irak savaşından önce bu savaşa karşı olduğunu hatırlattıktan sonra ve onun bu noktada savaştan önce Wall Street Journal’de yayınlamış olduğu bir makalesinden bir parça aktardıktan sonra, 2009’un Ocak ayında göreve gelecek olan yeni Başkan’a Irak politikası hakkında ne tür öğütlerde bulunabileceğini soruyor.
BS: BS o makaleyi yazdıktan sonra köprülerin altında çok suların aktığını belirtiyor. Bu makaleyi yazdığı sırada Afganistan’da savaşın devam ettiğini belirttikten sonra bu makaleyi yazdıktan bugüne kadar pozisyonunun değişmediğini ancak ABD’nin şimdi Irak’ı işgal ettiğini ve bundan dolayı savaşın yeni parametreler doğurduğunu belirtiyor.
ABD’nin büyük bir sorun ile karşı karşıya olduğunu ve bölgenin son derece istikrarsız olduğunu, nereye bakılırsa bölgede (Lübnan, Ürdün, Mısır vs. ) yangının buraları kapladığını belirtiyor ve Irak’ın istikrarsızlığı beslediğini çünkü bu alanda Sünnilerin, Şiilerin, Arapların, İranlıların çarpıştığını belirtiyor. Tahmininin ABD’nin Irak’tan çekilemeyeceği ve bu gerçeğin yeni Başkan tarafından kabul edilmesi gerektiğini belirtiyor.
DI: “Irak’tan çekilemeyiz”. Bunu demek istiyordunuz. Sanırsam şimdilik?
BS: BS, elbette diye cevap veriyor. Bir gün çekileceklerini ama altmış gün içerisinde birlikleri çekmeye başlamanın biraz keyfilik olduğunu belirtiyor. (BS burada bu tartışmanın yapıldığı sırada devam eden Başkanlık seçimleri sırasında yaşanan polemiklere atıfta bulunuyor. ---K. E) Hedeflerinin neler olduğunu ve Irak’ta bir zaferin ne anlama geldiğini sorduktan sonra, herşeyden önce çekilmeden önce bir istikrarı gerçekleştirmek zorunda olduklarını belirtiyor, aksi taktirde arkada kaos halinde bir Irak bırakılacağını belirtiyor. Irak’tan birliklerin çekilmesi için gerekli olan süreyi bilmediğini ekliyor.
Irak’ın sorumlularının kendilerine borçlu olmadıklarını çünkü Irak’a müdahale etmelerini onların istemediklerini belirttikten sonra, Irak’lıların kendi aralarındaki çelişkilerinin nasıl çözüleceğini bilmediğini ve kimsenin de bunu tam olarak bilmediğini belirttikten sonra, bölgenin istikrarı için, Irak’ı değiştirmek için bütün imkanları seferber etmek zorunda olduklarını belirtiyor.
DI: DI, ZB’nin Irak savaşı öncesi bir “savaş-karşıtı” makalesinden bir pasaj okuyarak, yeni Başkan’ın Ocak 2009 tarihinde kendisini Oval Ofise çağırdığı taktirde, Irak meselesi hakkında ona ne söyleyeceğini soruyor.
ZB:ZB, Irak’ta ABD’nin varlığının sorunun kaynağını teşkil ettiğini belirttikten sonra, Irak’ın ayağa kalkışı işgal devam ettiği sürece olanak dışıdır. Yine ABD’nin varlığının Irak’ın parçalanmasını geliştirdiğini ve istikrarsızlığı oluşturan faktörlere katkı yaptığını belirttikten sonra, bu durumun yeni Başkan tarafından değiştirilmesi gerektiğini belirtiyor.
Irak’ın işgalinin ABD için dayanılmaz bir maddi bedelin yanında, ABD’nin uluslararası statüsüne zarar verici bir yanının olduğunu belirterek, Başkan’ın bu ülkede ABD varlığını yokedecek hedefler belirlemesi gerektiğini belirtiyor. Ama ABD’nin birliklerini yeni Başkan seçildikten sonra, altmış gün içerisinde olamayacağını da belirtiyor.
DI: Bize söyleyebilir misini bu niçin bir hata (altmış günde çekme) olur?
ZB:Çünkü bu zaman dilimi uygun bir politik ortamın oluşması için çok kısa. ZB’ye göre ABD birliklerini 16 ay sonra ancak çekebilir. (Bu da 2010 yılının yaz aylarına denk düşmektedir. ---K. E)
ZB, Demokrat bir Başkan’a “Birliklerimizin tamamen çekilmesi gerektiği kararını (halka---KE) anons edebileceğini” söyleyeceğini; Cumhuriyetçi bir Başkan’a da: “Irak’lılara, gerçek bir Amerikan çekilişini görüşmeye hazır olduğunu kavratmaya çalışın. ” önerisini verebileceğini belirtiyor.
ZB’ye göre yeni Başkan’ın etiketi ne olursa olsun, gerek uzun vadeli ilişkiler açısından gerekse de kısa vadeli olarak birliklerin çekilmesi noktasında, Irak’lı yöneticilerle ciddi bir görüşme yapmak zorundadır. ABD Irak’lılara işgalin sonsuza kadar sürmeyeceğini ve sorumluluğu üzerlerine almaları gerektiğini kavratmalıdır. Bu sürecin Demokrat bir Başka olursa kısa süreceğini, Cumhuriyetçi bir Başkan olursa uzun süreceğini belirtiyor.
Bununla birlikte ZB, çekilmek için çok önemli bir noktayı belirtiyor ki, bugün içerisinde geçtiğimiz süreçte, ABD’nin Ortadoğu’da gerçekleştirmek istediği politikanın ana hatlarını vermektedir: Bölgenin problemlerini Amarikan çekilişi noktasında ele alarak, Irak’ın bütün komşularının katılımı ile gerçekleştirilen bir bölgesel işbirliğinin çerçevesini güçlendirmek.
ZB’ye göre Irak’ta hiç bir kesimin, ABD’nin çekilişinden sonra Irak’ta istikrarsızlığın devam etmesinde çıkarı yoktur. Askeri operasyonların durmasını istiyorlarsa bu çekilişe katılmak zorunda olduklarını belirtiyor. Hatta daha başka sorunlar etrafında da bir araya gelebileceklerini belirtiyor: İstikrarsızlık, Irak’ın tekrar yapılandırılması vs…
DI: BS’ye dönerek, ZB’nin görüşleri hakkındaki fikirlerini soruyor. ZB’nin ABD’nin Irak’taki işgalci varlığının bizzat sorunun kendisi olduğu fikrine katılıp katılmadığını soruyor.
BS: BS ABD’nin Irak’tki varlığını sorunun bir unsuru değil ama çözümün bir unsuru olarak gördüğünü belirtiyor. Eğer Iraklı’lar ABD’nin Irak’ta çekilişe hazırlandıklarını düşünürlerse, ABD’nin gidişenden sonra iyi bir politik pozisyon elde etmek için rekabet edeceklerdir. Eğer ABD’nin Irak’ta istikrara yardım ettiğini düşünürlerse bu insiyatiflerinin daha düşük olacağını belirtiyor.
ABD’nin Irak’ta sorunun bir parçası olduğu, Irak’ın işgal edilmesi bağlamında doğrudur. Onun için BS, çabalarının Irak’ta işgalci değil, Irak’ın ayağa kalkışında bir yardımcı olduğu düşüncesinin yaratılması için seferber edilmesi taraftarıdır. BS bir başka noktaya dikkat edilmesi gerektiğini belirtiyor: Irak’ın komşuları. Etnik fay hatları temelinde ülkenin parçalanmasının büyük bir risk olduğunu ve bu tehditin varlığının bölgede şiddete yolaçabileceğini belirtiyor.
ZB: Doğru bu tehditi gözönünde bulundurmamız gerekiyor. Amerikan çekilişi ne kadar erken olursa, bu yöndeki varlığı da azalır. ABD’nin varlığı Irak’ın parçalanmasına yardım etmektedir. ZB, Irak’taki istikrarlı bölgelerin kendi yönetimlerini ortaya koyan bölgeler olduğunu belirtiyor. Bunların Güney’deki Şiiler, Merkezdeki Sünniler (ki buralarda ABD aşiretlere dayanmaktadır) ve Kuzey’de Kürdistan olduğunu belirtmektedir. ZB’ye göre Irak’ta ABD’nin varlığının uzaması, Irak’ın tekrar birleştirilmesi için ABD’nin çekilişini zora sokmaktadır. Yeni Başkan önünde şu argümanı savunacağını belirtiyor: Irak’lıları ABD’nin çekiliş tarihi için bir tartışmaya çekmek ve günün ihtiyaçlarına cevap vermede onları baskı altına almak. Bu durumun Şiiler ile Sünniler arasında ciddi görüşmelere neden olacağını belirtiyor. ZB bir nokta üzerinde BS’ye katılmadığını belirtiyor: Irak’lıların er ya da geç ABD’nin Irak’ı terkedeceğini düşündüklerini belirtiyor. Başkanlık seçimlerinde Demokrat Aday’ın çekilme perspektifinde bulunacağını belirtiyor. “Seçildiği taktirde, bilemiyorum, Irak’lılar bundan nasıl ABD’nin işgali daha fazla devam ettirir sonucunu çıkarabilirler…”
(…)
ZB: Bir şeyi daha eklememe izin verin. Gelecek Başkan’a kaygılarımızın Irak’la sınırlı kalmaması gerektiğini ve Irak’taki savaşın karmaşık yumaktan bir ip olduğunu, değişik problemlerin birbirini etkileyen ve bütün dikkatimizi yönlendirmemize neden olan gerilimler ve çatışmalar yarattığını ve onun için Irak sorununun, birbirine bağlı bu problemlere sıkıca bağlı olduğunu belirtmeye çalışacağım.
BS: Bu görüşü paylaşıyorum (…). Çekilme birinci sorun olmamalıdır. Kimse Irak’ın işgalinin iyi bir fikir olduğunu düşünmüyor. Çekilirsek bize ne diyecekler? “Irak’ı işgal ettiniz, belirsizlik ektiniz ve bize düzeni getirmeyi bıraktınız. ”
Bir örnek alalım:Birinci Körfez Savaşı’nda Mısır en önemli müttefiklerimizden biriydi. Bugün ortada yok. Naıl açıklamalı? Birinci nedeni, müttefiklerimizin bize artık güveni yok. Bizim neyi temsil ettiğimize, sorumlulukları yerine getireceğimize artık güvenleri yok. Irak’ı şimdi terketmek ve Irak’ı çevreleyen aktörlere bırakmak bölgede kaosa götürecek bir adım olacaktır.
ZB: Ben ne “bölgeyi terkediyoruz” ne de “ birilerini başkalarının insiyatifine terkediyoruz” önerisinde bulunmuyorum. Ben Irak’taki değişik aktörler ile ciddi bir görüşmenin başlatılmasını ve çatışmalara yalnızca “yeşil bölgedeki” güçlerimizin katılmasını destekliyorum.
Bir çok gösterge göstermektedir ki, Irak’lılar bugün askeri operasyonlarda direkt bir sorumluluk yüklenecek durumdadırlar. Bunun dışında, çekilme sinyalerimiz, Irak’ta ayaklanmanın dinamiğinin kaybolmasına neden olacaktır. Gerçekte orada varlığımız milliyetçi ateşi beslemektedir. El Kaide ayaklanmaya katılmaktadır ama sadece kendi terörist motivasyonları ile yetinmektedir.
Gerçekte ayaklanmanın şiddeti, işgale son verme isteğimizin belirmesi ile düşecektir. Eğer çekilişimizi Irak’ın etrafında istikrarı yerleştirme bakış açısı ile bölgesel ölçekte bir diplomatik insiyatif ile kombine edebilirsek, Irak’ta kendimize belirlediğimiz misyonu devam ettirebiliriz. Bu sefer askeri güce dayanarak değil, kurmak, birleştirmek, istikrarlaştırmak ve garanti altına almak amacına hizmet eden bir sürece itki vermek. Aksi taktirde süresiz bir şekilde Irak’ta varolmaya mahkumuz.
DI:BS’ye ZB’nin dedikleri hakkında ne düşündüğünü soruyor. Irak’ın işgalinin beşinci yıldönümü olduğunu hatırlattıktan sonra, okuyucular kendi kendilerine Irak’taki ABD işgalinin onuncu yıldönümünde de birliklerimizin orada bulunup bulunmayacaklarını soruyor. “Ve niçin beş yıllık bir fazla işgal, durumu düzeltebilecek? ” diye soruyor.
BS:Irak’ta oluşlarının artık bir gerçek olduğu ve amaçlarının ülkenin istikrar içerisinde kendi kendisini yönetmesi olduğunu belirtiyor. Bu amacın ötesinde, Irak’ın komşuları ile görüşmeler başlatmak gerekir. Ama bu görüşmelerin çekiliş üzerine değil, bu koşulları yaratacak sürecin üzerine yoğunlaşması gerektiğini belirtiyor ve ZB’nin aksine Irak’a fazladan bir güç göndermenin şiddetin azalmasına neden olduğunu belirtiyor.
ZB:Bunun kendi önerileri ile çelişkili olmadığını ve bu gerçeği kabul ettiğini belirtiyor.
DI:ZB’ye yeni güç gönderimi noktasında fikrini soruyor. Demokrat kampın şimdilik buna karşı olduğunu belirttikten sonra bunun sonuçlarının ne olduğunu soruyor.
ZB: Yeni güç göndermenin pozitif olduğunu belirtiyor ama bunu bir kez daha çekilmeye başlamanın düşünülmesini desteklediğini belirtiyor. Eğer Irak’ın istikrarlı, laik ve bilmem ne olması için beklenirse, hiçbir zaman orada çıkamayacaklarını belirtiyor. Orada kalışlarının sorunu uzattığını ve hiçbir şeye yanıt vermediğini belirtiyor.
Kürdistan’ın Kürt’lerin kontrolünde olduğunu, merkezi bölgelerin aşiretlerin kontrolünde olduğunu ve Güney’in de Şii milislerin kontrolünde olduğunu belirtiyor…
BS:Kendi aralarında savaşıyorlar.
ZB:Çok güzel kendi sorunları.
DI: Yeni Başkan’a sunulacak ortak bir BS-ZB sentezi yaparsak eğer: Yeni Başkan’ın Irak’lılar ile bağımsız bir devlet olarak ve uzun dönemli ABD askeri varlığını dışlayan görüşmelere başlamasını (hükümetle olduğu kadar kamuoyu ile de) öneriyorsunuz. Bununla birlikte ABD’nin Irak’lılara ders vermekten ve çekilişlerini bir tehdit olarak sunmaktan kaçınmasını belirtiyorsunuz. Bu ilk adımın ikinci bir insiyatif ile birleşmesi gerektiğini belirtiyorsunuz: İlgili ülkeler ile Irak’ın ve bölgenin geleceği üzerine görüşmelerin hedeflenmesi.
DI, her ikisine de Yeni Başkan’a sunulacak böyle bir formülasyona katılıp katılmadıklarını soruyor.
ZB: Belirli bir noktaya kadar evet cevabını veriyor. BS ile kendisinin temelde ayrıldıklarını ve kendisine göre, Irak’lılar, kendilerinin çekilişe hazırlandıklarını gördüklerinde sorumluluğu üzerlerine almaları gerektiğini anlayacaklardır diye belirtmektedir.
DI:Çekilişin onları kaderlerini ellerine almaya doğru itebileceği gibi, bir içsavaşa da sürükleyebilir.
ZB:Olası bir küçük içsavaşın kaçınılmaz olabileceğini ve bu durumda nasıl bir ittifakların ortaya çıkabileceğinin öngörülebileceğini belirtiyor: Şii’ler, Sünni’lere karşı Kürt’ler ile anlaşacak ve Sünni’ler kaybedecek. Bunu biliyorlar. Küçük çaplı bazı çatışmalardan sonra bir iç uzlaşı olacaktır, çünkü Irak milliyetçiliğinin hala daha var olduğunu belirtiyor.
DI:ZB’nin önerilerinin G. W. Bush dönemindeki korkunç “% 80’lik çözüm”ü kendisine hatırlattığını belirtiyor: “Kürt’lerle anlaşabiliriz, Şii’lerle anlaşabiliriz. Sünni’lerin ise canları cehenneme!” ZB’ye bir çok gözlemcinin bu fikirde olduğunu belirtiyor ve “Niçin bu seçeneğin daha çok geçerli olduğunu” soruyor.
ZB:Çünkü Irak’lıların bir gün tek başına ayakta kalmaları gerekecek. Irak’ın işgali devam ederken Irak’ın birliğinin korunmasının kendisine yanılsamalı geldiğini belirtiyor.
DI:BS ne düşünüyorsunuz?
BS: Bir tek şey ekleyeceğini belirtiyor: Bu sorunda ABD’nin çıkarı, Irak’ın birliğinin korunması, onun çeşitli unsurlarına ayrışmasının engellenmesidir.
ZB: Bu görüşü paylaşıyorum.
BS: Bu parçalanmanın bölgesel bir felaketin garantisi olacağını ve olası bir Amerikan çekilişinde bunun olası bir varsayım olduğunu belirtiyor. Kürtler ile Şiiler bir ittifak kurmayabilirler. Şöyle diyebilirler: “ Hesaplarınızı kendi aranızda görün. Biz mutluyuz. ” Önemli bir özerklik derecesine sahipler ve kendi yollarını izlemeye hazırlar. Açıkçası, Irak’ın Şii parçası Sünni parçasından daha güçlüdür ama Sünni’ler önemli Arap mali yardımından yararlanmaktadırlar. Bir içsavaş uzun bir döneme yayılabilir.
ZB: Doğru ama bu gerçekten çok kötü bir senaryodur. Şöyle de düşünebiliriz: Bir Amerikan çekilişi durumunda, baskılar bir uzlaşmaya da itebilir.
BS: Düşünebiliriz.
ZB: Eklemek isterim ki, Irak’ta varlığımızın bedelini akılda tutarsak(…) bu işten bir çıkış yolu bulmak çıkarımızadır.
BS:Hem fikirim ama itirazıma devam ediyorum: ne siz ne de ben, gidişimizden sonra, olayların nasıl bir biçim alacağını önceden söyleyemeyiz. Bunun dışında, Ortadoğu’da çatışmanın genelleşmesi olasılığını dıştalayamayız ve bunun yanında Irak’taki bedel küçücük kalır diye belirtmektedir.
İşte bundan kaygılanmalıyız. ZB’nin görüşünü paylaştığını belirtiyor: Tek sorun bu değil. Bölge bir dizi krizden geçmekte ve bunların büyük bir probleme neden olabileceğini belirtiyor. Bununla birlikte de Irak sorununun özel bir durumu olduğunu ekliyor:Burada sorunların kökeninde kendilerinin olduğunu ve gerçek sorumluluğu üzerlerine almaları gerektiğini ve Irak’lılardan sorumluluğun bir kısmını üzerlerine almalarını istemekle yetinemeyeceklerini belirtiyor.
ZB: İşte belirli olağanüstü bir teşhis. Sadece bir noktaya itiraz edeceğini belirtiyor: Problemin çözümü olmadıklarını ve sadece bir veri olduklarını ve soruna katkılarının, Irak’lıları varlıklarının son bulacağı bir tarihe inandırmak olacağını belirtiyor.
BS:Bu temel ayrılık noktamız. Böyle basit bir çekilme çözüme engel olmaktadır. ZB ise bunu kolaylaştıracağını düşünmektedir.
ZB: Aynen.
BS: İşte üzerinde hem fikir olmadığımız bir nokta ve aynı zamanda ikimizin politik yapıları arasındaki temel ayrılık noktası.
DI: DI, Irak’tan ABD’nin çekilişi esnasında en kötü senaryoyu göz önünde bulundurarak her ikisine de şu soruyu sormaktadır:Her ikisinin de Beyaz Saray’da kriz durumlarında karar almalara katıldıklarını hatırlattıktan sonra, eğer Irak’ta böyle bir katliam yaşanırsa, eğer Irak’lı milisler, Amerikan çekilişi sırasında etnik bir çatışmanın içerisine sürüklenirlerse, (3) tekrar birlik geri göndermeyi düşünüp düşünmediklerini soruyor ve böyle bir durumda kendilerine danışıldığı zaman nasıl bir pozisyon alacaklarını soruyor.
ZB: ZB sorunun senaryolar içerisinde en kötü olanı olduğunu belirttikten sonra “Sanmıyorum ki…”
DI: Varsayalım. Sadece en kötüyü düşünmek değil bundan öncesi…
ZB: Böyle bir durumda koşullar gerektirirse geri dönebileceklerini belirtiyor ve parmaklarını şıklatarak Irak’ı terketmeyeceklerini ve planlı bir çekiliş ritminin bile onaltı ayı alacağını belirtiyor.
DI: Eğer bir günde on bin Irak’lı ölebilirse ve olabilir, bu durumda karar almak için uzun bir zamanın olmayacağını belirtiyor.
ZB: Ama her halükarda gecikmeli de olsa müdahale etme olanaklarının olacağını belirtiyor.
Bir çekiliş durumunda Irak’lı yöneticiler ile derin görüşmelerin yapılacağını ve bunların sadece Yeşil Bölge’deki liderler olmayacağını, özerk hareket eden El Hakim, El Sistani ve El Sadr gibilerinin de olacağını ve bu görüşmelerin yararlı bir tarafının da olacağını belirtiyor: Bir çekilme durumunda en olası hipotezi tahmin etmeye yarayacağını ve bu çekilme takviminin Irak’lı yöneticiler ile tartışılacağını ve onlara bildirileceğini belirtiyor.
Böyle bir başlangıcın kendilerine olayların evrimi karşısında gerekli zamanı sağlayacağını ve korkunç sonuçları olabileceği bahanesi ile kendi yarattıkları durumun esiri olmanın kendilerini hareketsizliğe mahkum edebileceğini belirtiyor.
(…)
BS: Irak’ı terkettikleri zaman, içsavaşa son vermek için politik durumlarının tekrar geriye dönmeye engel teşkil edeceğini belirtiyor.
ZB: Eğer gidişimizden sonra bu baş gösterirse, bu doğru. Ülke bunu tolere etmeyecektir.
BS: Ülkemiz de bunu tolere etmeyecektir.
DI: Yeni Başkan’ın şu ikilem ile karşılaşacağını belirtiyor: Birleşik Devletler, Irak ile ilişkilerini Irak’ın temel hedeflerini gerçekleştirmesi doğrultusunda (iç istikrar, bölgesel güvenlik, merkez kaç güçlere rağmen ulusal birliğini birarada tutma vs. ) devam ettirmeli midir ve devam ettirebilir mi? Bunun Amerika’da ve Irak’ta yine askeri bir işgal gibi göründüğünü belirttikten sonra, her ikisine de, ABD’nin Irak ile ilişkilerinin nasıl bir evrim geçirmesi gerektiğini soruyor.
ZB: Bu konunun, ABD’nin açıkça birliklerini çekmek için angajmana girmesinden sonra, görüşmeler sırasında ele alınması gerektiğini belirtiyor. Bu durumda daha yapıcı bir görüşmenin olacağını ve Irak’lılar ile bir uzlaşmanın düşünülmesi, onların çevrelerinde bir Amerikan askeri varlığını kabul etmelerine bağlı olduğunu belirtiyor. Böyle bir birliğin çok yararlı olacağını ve örneğin Kürdistan’da bunun olabileceğini, bunun hem bir istikrar faktörü olabileceğini hem de Türk’ler, Kürt’ler ve İran’lılar arasında bir çatışmanın önlenmesine de yardımcı olacağını belirtiyor…
Azaltılmış ve minimum bir askeri varlığın, görüşmeler sırasında elde edilmesinin düşünülebileceğini ve bunu da gerektiğinde hızlı bir şekilde birlik göndermeyi kolaylaştırmak için yine Kuveyt ile yapılan bir anlaşma ile tamamlamak gerektiğini belirtiyor ve yine Ürdün ile de böyle bir anlaşmanın yapılabileceğini ama onların biraz çekinceli davranacağını varsayıyor. Bu birliğin İran körfezindeki varlıkları ile birlikte düşünülmesi gerektiğini, ki bugün bunun Arap emirlikleri ile yapılan anlaşmalar ile güçlendirildiğini belirtiyor.
DI: BS size göre Amerika’nın rolü nasıl evrim geçirebilir?
BS: BS, çevre bölgelere doğru bir çekilmenin sürekli bir birlik bulundurmak anlamına geleceğini ve hiçbir şekilde bunu düşünmemeleri gerektiğini belirtiyor. Irak milliyetçiliğinin varolduğunu, cesaretlenebileceğini ve hatta cesaretlendirileceğini ve Irak ordusunun göbeğinde Sünni’ler ile Şii’lerin Saddam dönemindeki gibi işbirliğine devam ettiklerini belirtiyor.
Askeri bakış açısından, ABD’nin kısa dönemli olarak iki sorunu çözmesi gerektiğini belirtiyor: Birincisi, şiddetin yoğunluğunun düşürülmesidir, ki Irak ordusunun tek başına bunu yapacak gücü yoktur. İkincisi, Irak ordusunun operasyonel yardım ve lojistik bakımından tamamen kendilerine bağlı olduğunu belirtiyor. Irak ordusunun birliklerinin olduğunu ancak taşıma, materiyel ve istihbarat vs. noktalarında kendilerine bağımlı olduğunu belirtiyor ve bu noktalarda sorunun çözülmesi gerektiğini belirtiyor. Bu ne kadar zaman alır bunu bilmediğini ama azaltılmış bir güçle bu çözülebilir mi? diye soruyor ve buna olumlu cevap veriyor.
Kendisinin, sürekli bir askeri birliğin, güvenliği sağlama bakış açısından olsa bile çevre bir yere yerleştirilmesine karşı olduğunu (…) ve çekilmenin Irak’ın tek başına kendisini yönetmeye başlamasından sonra ortaya konulması gerektiğini belirtiyor.
(ABD’nin AB’ye baskı yaparak PKK’nın üzerine gitmesi, yukarıda ZB’nin de belirtmiş olduğu gibi, Güney Kürdistan’ın ABD açısından “istikrarlı bir bölgeye kavuşturulması ve bir ABD askeri birliğinin yerleştirilmesi” politikası ile yakından bağlantılıdır. ABD’nin çekilişinden sonra ve bir kısım birliğini Güney Kürdistan’a yerleştirmesinden sonra, G. Kürdistan ile Türkiye ilişkilerinin PKK’dan dolayı bozulmasını istememektedir. ABD açısından Türkiye gelecekte AB üyeliği çerçevesinde “lider bir bölgesel ülke” olarak düşünülmektedir.
ABD Irak’tan çekilişini, bölgesel bir diplomatik atak ile birleştirmek istemekte ve bunu da bölgenin Transatlantik Emperyalist İttifakı (TAEİ)’nın çıkarları doğrultusunda (ki bu ittifakta lider kendisidir) reorganizasyonuna bağlamaktadır.
Türkiye’nin ABD tarafından AB üyeliğin için güçlü bir şekilde desteklenmesi ve onun burjuva-demokratik dönüşümü temelinde bölgesel bir lider olarak konumlandırılması, TAEİ’nin onun etrafındaki ülkelerde nüfuz kazanması ve devam ettirmesi için zorunlu görülmektedir. AB üyesi olan bir Türkiye, İran ve Suriye gibi rejimlerin içten çökmesine yardım edecek ve Kafkasların ve Orta Asya’nın TAEİ’nin çıkarları doğrultusunda biçimlendirilmesine yardımcı olacaktır.
AB üyesi olan ve Kürt sorununda bazı liberal reformlar yapan bir Türkiye’nin Güney Kürdistan ile yakınlaşması kolaylaşacak ve Irak’ın istikrarına katkı yapacaktır. Bu aynı zamanda İran’ın içten ve dıştan güçlü bir şekilde kuşatılmasıdır da. AB üyesi olan bir Türkiye, AB’yi oluşturan devletlerin ekonomik, politik, diplomatik ve askeri enerjisini de bölgeye taşıma da önemli bir rol oynayarak, böylece ABD’yi tek başına sorumlulukları sırtlamaktan kurtaracaktır.
Bütün bu politikalarda şimdilik PKK’ya yer yoktur.
Ama süreç planlandığı gibi işler mi? Yukarıda BS ve ZB’nin tartışmalarında görüldüğü gibi, Irak’ın bir içsavaşa sürüklenerek bütün bölgenin bir kaosa sürüklenmesi olası mıdır? Bunları bekleyip görmek lazım ancak PKK’nın politik ve askeri olarak tasfiye edilmesi girişimi karşısında, PKK’nın stratejik seçeneklerinin bundan on yıl öncesi ile karşılaştırılmayacak kadar gelişkin olduğunu ve böyle bir tasfiye girişimi karşısında, İran-Suriye eksenine yaklaşması olası değil, hatta kesin gibidir. Buna başka politik girdiler de eklendiği zaman (örneğin AKP’nin hükümetten düşmesi ve milliyetçi-faşist bir rejimin ortaya çıkması, gelecek Başkanlık seçimini ABD’de Demokrat Parti’nin kaybetmesi vs. ) olayların zaman içerisinde ABD’nin konrolünde kaçması kuvvetle muhtemeldir. Kısacası PKK’nın önünde politik olarak gelişmesine ve güçlenmesine neden olacak önemli bir “tarihsel alan” vardır ve bu alan emperyalist kamplaşmadan dolayı da sürekli onun kendisini tekrar üretmesi ve varetmesi için şimdilik yeterlidir... K. E)
(devam edecek)
------------------
(1) Davos’ta R.T.Erdoğan’ı kızdıran modaratör.
(2) Brent Scowcroft, Baba Bush’un danışmanıydı ve SSCB çöktüğü zaman bu görevdeydi.
(3) Böyle bir durum 1947 yılında İngiltere Hindistan’ı terkettiği zaman yaşandı ve kanımca biraz da DI bu tarihsel olayı gözönünde bulundurarak böyle bir soru sormaktadır.K.E.
Devrimci Bülten Sayı 49, Devamı...
|
 |
|
|
|
 |
|
 |
|