 |

ULUSAL SORUN ve KOMÜNİST ÖRGÜTLENME (III)
A.H.YALAZ
Giriş
Bu son bölümde, Kuzey Kürdistan komünist hareketi ile Türkiye komünist hareketi arasındaki ilişkileri, özellikle de Kuzey Kürdistan’da ayrı örgütlenme ile Türkiye ve Kuzey Kürdistan ölçeğinde ortaklaşa örgütlenme sorunsalını daha somut ve ayrıntılı olarak ele alacağım. Haziran 1989’da yazdığım “Ulusal Sorun ve Komünist Örgütlenme” başlığını taşıyan broşüründe şunları okuyoruz: “Gerek 12 Eylül 1980 öncesinde, gerekse bugün –tabii son derece sınırlanmış olarak- ortak örgütlenmeyi savunan komünist örgütlerin yanı sıra, Kuzey Kürdistan proletaryasının ayrı örgütlenmesini savunan bir komünist örgüt de Kuzey Kürdistan’da politik çalışma yaptı, örgütlendi. Bu KAWA idi. Bugünkü örgütsel adıyla Yekîtîya Proletaryayê Kurdistan (Kürdistan Proletarya Birliği). (...)”
Sözü geçen broşürde, gerek ulusal sorun ile Kuzey Kürdistan’da ayrı komünist örgütlenme ilişkisini, gerekse Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketi arasındaki ilişkileri Yekîtîya Proletaryayê Kurdistan (YPK) örneği çerçevesinde ele almıştım. Özellikle ulusal soruna getirdiği çözüm önerisi ile proletaryanın komünist örgütlenmesi ilişkisi bağlamında ona yönelik eleştirilerime karşın, Kuzey Kürdistan’da komünist çalışma ve örgütlenmenin, koşullu olarak, YPK’ ya bırakılabileceğini de savundum. Bu örgüt artık politik bir özne olmaktan çıktı . Önderleri eliyle tasfiye edilen KAWA/Yekîtîya Proletaryayê Kurdistan (YPK), Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın yakın politik tarihinin bir araştırma konusudur artık .
Verili durum ve yapılması ve yapılmaması gerekenler
Bugün, Kuzey Kürdistan’da ayrı savaşım ve örgütlenmeyi savunan ve komünist çalışma yürüten bir komünist örgüt yok. Böylesi bir örgütün ortaya çıkmasının nesnel ve öznel koşulları var. Bu nedenledir ki, böylesi bir örgütü varsayarak sorunu ele alacağım. Yine varsayalım ki, bu örgüt Kuzey Kürdistan Komünist Savaşım Birliği (KKKSB) adını taşıyor olsun. KKKSB’nin kimi temel görüşlerinin de aşağıdaki gibi olduğunu varsayıyorum:
1. Kürdistan dört parçaya bölünmüş bir sömürgedir. 2. Devrimci savaşım “Bağımsız Birleşik Kürdistan” temel sloganı altında yürütülmelidir. 3. Bu nedenledir ki, Kuzey Kürdistan proletaryası yalnızca Türkiye proletaryasından ayrı örgütlenmekle kalmamalı, aynı zamanda Kürdistan’ın diğer devletler içinde kalan parçalarındaki proleterlerle birlikte ve bütün Kürdistan ölçeğinde örgütlenmelidir. Başka sözcüklerle, Kürdistan proletaryası, komünist parti olarak bütün Kürdistan ölçeğinde örgütlenmelidir.
KKKSB’nin Kürt ulusal sorununa getirdiği çözüm önerisi, Kürdistan’ın bütün parçalarının demokratik bir devlet sistemi içinde birleştirilmesidir. Başka sözcüklerle, KKKSB, proletaryanın sınıf savaşımında ve doğallıkla bu savaşımın örgütlendirilmesinde belirli bir devleti ya da devletlerin sınırlarını temel almayı reddediyor. Bunun yerine bir ülkeyi, çeşitli devletler ararında parçalanmışa da olsa Kürdistan’ı, temel savaşım alanı olarak alıyor. Böyle yapmakla, bugünkü tarihsel-politik koşullarda, proletaryanın sınıf savaşımına zarar veriyor. Bugünkü tarihsel aşamada işçi sınıfı hareketine ve komünist harekete zarar verecek bir ütopya peşinde koşuyor: bütün Kürdistan ölçeğinde komünist örgütlenme. Kürdistan’ın birbirine komşu devletler arasında bölünmüş/bölüşülmüş olması gerçeği nedeniyle, sosyalist proletarya, kapitalizme karşı savaşımında belirli bir devletin sınırlarını temel aldığından ya da bugünkü dünya-tarihsel koşullarda almak zorunda olduğundan, ulusal sorunun çözümü de öncelikle bu belirli devletin sınırları içinde gerçekleşecek devrime bağlı olarak ele alınır. Kürt ulusal sorununun Ortadoğu ölçeğinde çözümü, Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletlerinin politik sınırları içinde işçi sınıfının sosyalizm uğruna savaşımının çıkarlarına bağlı olarak ele alınmalıdır. Ulusal sorun, dolayısıyla çözümü de, kendi başına bir sorun olarak ele alınamaz. Böylesi bir yaklaşım komünistlere yabancıdır. Kürt ulusal sorunu sınıf sorununa bağımlı kılınmaz ve sorunun çözümünde, Kürtlerin iradeleri dışında çizilmiş de olsa, Kürt halkının yaşadığı devletlerin sınırları temel alınmazsa, hem ulusal sorunun çözümü, hem de her bir parçadaki Kürdistan işçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlenmesi geciktirilir. Dört parçaya bölünmüş olmak (ilk bölünme, Kürdistan genelinde uluslaşma süreci başlamadan gerçekleşmiştir), yalnızca dört ayrı devletin sınırları içinde bulunuyor olmak bile ortak komünist örgütlenmenin önünde, en azından bugünkü bölgesel koşullarda ve dünya durumunda, aşılmaz bir engeldir. Komünist örgütlenme, ulusal savaşımın ya da hareketin örgütlenmesi olarak değil de, işçi sınıfının sosyalist savaşımının örgütlenmesi olarak anlaşılıyorsa eğer, sınırların varlığı büyük güçlükler yaratır. Aynı güçlük ulusal hareketin örgütlenmesi bakımından da söz konusudur. Devlet sınırları yokmuş gibi davranılamaz. Dört parçada birlikte örgütlenme politikasının uygulanmaya çalışılması büyük bir enerji ve zaman yitimine yol açar. Her bir parçada, bütün etnik kökenlerden proleterlerin oluşturdukları işçi sınıfının, yerli ve yabancı kapitalist sınıflara ve gerici devletlere karşı genel olarak sınıf savaşımının, özel olarak sosyalist sınıf savaşımının gelişmesini olumsuz yönde etkiler ve geciktirir. Bazıları için pek enternasyonalist ve devrimci gibi görünen bir yaklaşımın ne kadar zarar verici olduğunun komünistler tarafından anlaşılması için denemek gerekmiyor. Marksizm-Leninizm ve uluslararası işçi ve komünist hareketinin tarihsel deneyimleri ne yapılması gerektiğini anlamak için yeterli ilke ve dersleri sağlıyor. Yararlanacakları bilim ve zengin deneyimler varken, komünistlerin deneme-yanılma yöntemini kullanmaya gereksinimleri olmamalı. Devlet sınırlarının varlığı, Kürdistan’ın bütün parçalarında ortak komünist örgütlenme -ortak sendikal örgütlenme, vb. örgütlenme biçimleri tartışma konusu bile değildir burada- bakımından büyük bir engel. Ama bu kadar değil. Ekonomik ve toplumsal koşullar ve devlet sınırlarının yanı sıra, diğer politik koşullar da birbirinden oldukça farklıdır. Her şeyden önce, söz konusu olan tek bir ulus ya da parçalanmış bir ulus değildir. Kürtler de, Araplar gibi, henüz ulusal devletler olarak örgütlenmemiş olsalar da, devletler arasında parçalanmışlardır. Aralarında toprak birliği ve bu birlik üzerine kurulu bir ekonomik yaşantı birliği yoktur. Zaten birincisi olmadığından ekonomik yaşantı birliği kurulamadı.(3) Bu ne anlama gelir? Şu anlama gelir ki, Kürtler, ortak ya da birleşik bir uluslaşma süreci yaşamamışlardır.Bu satırların yazarı, 1989 yılına dek, kimi ciddi soru işaretlerine karşın ve giderek gelişen belirli bir ihtiyatlılıkla birlikte, Kürtlerin parçalanmış bir ulus oluşturdukları görüşünü savundu. Ancak, tarihsel gerçekler Marksizm-Leninizm’in ulusal soruna ilişkin teorik görüşleri açısından daha yakından incelendiğinde, durumun böyle olmadığı görülür. Kürdistan’ın toprak birliği, gerçekte, Kürdistan, daha 17.yüzyılda İran ve Osmanlı devletleri arasında bölüşüldüğü için ortadan kalktı.(4)Birinci emperyalist yeniden paylaşım savaşı sonrası, hem Irak , hem de Suriye Kürdistan’ı Osmanlı İmparatorluğu’nun politik sınırları dışına çıktı, yani İngiliz ve Fransız emperyalist devletleri tarafından ondan kopartıldı. Böylece, Kürdistan’ın ikinci kez bölünmesi gerçekleşti ve bu bölünme Lozan Konferansı’nda (1923) onaylandı. Kürt ulusal sorununa ve Kürdistan proletaryasının savaşım ve örgütlenme sorunlarına bilimsel bir yaklaşım bu gerçekleri yok sayamaz. Farklı ekonomik, toplumsal, politik ve hatta kültürel koşullar söz konusudur. Nesnel süreçlerin yanı sıra, devlet sınırlarının sınırlamaları vardır. Devlet sınırlarının varlığı demek, kendilerine karşı savaşılacak yakın düşmanların farklı olması demektir. Dört devlette Kürtlerin yakın düşmanları farklıdır; ama her bir devletin sınırları içinde Fars, Türk, Arap, vb. uluslardan ezilen halkların düşmanlarıyla Kürt halkının düşmanları aynıdır. Bunun anlamı açık olmalı. Kürdistan’ın bütününde Kürt proleterleri, yarı-proleterleri ve diğer emekçi kategoriler arasında savaşım ve örgüt birliği yokken, diğer uluslardan emekçi sınıf ve katmanlarla savaşım ve örgüt birliği olanakları vardır. Örneğin, devlet olarak Türkiye’de, yalnızca olanaklardan değil, savaşım ve örgüt birliğinden söz etmek gerekir. Bu savaşım birliği, hem Türkiye’de, hem de Kuzey Kürdistan’da vardır. Komünist ve devrimci-demokratik hareketi oluşturan örgütlerin büyük bir çoğunluğu söz konusu olduğu sürece, savaşımda birlik örgütte birliğe varmıştır. Ama, birçok politik örgüte dağılmış olarak. Böylesi bir durumda, ulusal sorunun çözümünü her bir devletin sınırlarını temel alan bir devrimci savaşım konusu olarak düşünmek, hem bütün parçalardaki Kürt ve diğer etnik kökenlerden proleterlerin, hem de ulusal boyunduruğa karşı savaşım yürüten Kürt halklarının çıkarlarına uygun düşmez mi? Somut koşulların farklılığı durumu, birleşik Kürdistan devrimi, tek örgüt ve birleşik Kürdistan sloganlarının geçersizliğini anlamak için yeterli değil midir? Ortada tek bir ulus ve tek bir “ulusal” proletarya yoktur. Bu nesnel gerçeklik, proletaryanın Kürdistan ölçeğinde ortak örgütlenmesini, bugünkü tarihsel koşullar sürdükçe, olanaksız kılar. Bütün Kürdistan ölçeğinde Kürt proleterleri kendi kaderlerini ortak olarak tayin edemeyecekleri gibi, Kürdistan ölçeğinde ezilen Kürt “ulusu” da kendi politik kaderini ortaklaşa olarak tayin edemez. Kapitalizmin eşit olmayan ekonomik ve politik gelişme yasasının Kürdistan’ın her bir parçasında farklı nesnel ve öznel koşullara yol açtığına ve Kürdistan’ın parçalarını içeren devletlerin her birindeki somut koşulların Kürt ulusal hareketinin evrimi üzerinde belirleyici rol oynadığı gerçeğine gözler kapanacak olursa, böylesi bir tutumdan, ancak ve ancak, sosyalizm ve ulusal boyunduruktan kurtuluş savaşımı zarar görür. Kabul edilmelidir ki, Kürt ulusal hareketi dört parçada birleşik bir süreç olarak gelişmiyor. Tekil devletlerin sınırları içinde gerçekleşecek devrimlere bağlı ve bağımlı durumdadır. Bu durumda, Kürt ulusal sorununun bağımsız ve kendi kendine yeten bir sorun olarak konuluşu, komünist-devrimci bakış açısından, olanaklı değildir. Tersine, bu sorun, tekil devletlerin sınırları içindeki devrim genel sorununun, her bir devletin somut koşullarının gerektirdiği devrimlerin, örneğin, anti-emperyalist demokratik halk devrimleri sorununun bir parçasıdır. Anlaşılacağı gibi, yalnızca yakın “ulusal” düşmana karşı değil, uluslararası düşmana, emperyalist sermayeye ve emperyalist devletlere karşı savaşım sorununun da.
Birleşik Komünist Hareket Ortak İşçi Sınıfı Hareketine Dayanır
“Bağımsız Birleşik Kürdistan” sloganıyla Kürdistan ölçeğinde örgütlenme politikası arasında dolaysız bir ilişki, bir neden-sonuç ilişkisi olduğu kuşku götürmez. Belirli bir ülkedeki işçi sınıfı hareketinin özgül çıkarlarının dünya işçi sınıfı hareketi ve dünya proletarya devriminin çıkarlarına bağlı kılınmasının bir ilke sorunu olduğu da. Kürdistan’ın her bir parçasının farklı tarihsel gelişimi, ciddi farklılıklar taşıyan toplumsal-ekonomik biçimlenmesi ve farklı politik yapılar nedeniyle ortak bir işçi sınıfı hareketi yoktur. Bu durumda, nesnel engeller, hatta, dil öğesinin de dahil olduğu kimi kültürel farklılıklar gibi öznel engeller yok sayılarak tüm Kürdistan ölçeğinde ortak komünist örgütlenme ciddi olarak savunulamaz. Örgütlenecek olan nedir? İşçi sınıfının kapitalizme karşı sınıf savaşımı. Ama, kapitalizme karşı ortak bir savaşım yok ki (belli bir devletin sınırları içinde savaşım ortaklığının yokluğu olarak anlaşılmalı bu) ortak bir örgütlenme olanaklı olsun. Ortak ya da birleşik bir işçi sınıfı hareketine dayanmayan “ortak” bir örgütlenme! Böylesi bir örgütlenme, olsa olsa, kısmen proletarya hareketine, asıl olarak da ulusal harekete dayanabilir. Ulusal harekete dayanan bir ortak örgütlenmenin de komünist bir örgütlenme değil, en iyi olasılıkla ulusal-demokratik devrimci bir örgütlenme olacağı da ayrıntılı bir açıklamayı gerektirmez.(5) Kürdistan ölçeğinde birleşik sendikaların, diğer tür işçi örgütlerinin ve birleşik komünist bir partisinin kurulmasının nesnel ve öznel koşulları yoktur. Gerçekçi olunmalı ve ezilen ulus milliyetçiliğinin tuzağına düşülmemelidir. Böylesi bir tuzak, Kuzey Kürdistan işçi ve emekçi hareketinin Kürt milliyetçi hareketin kuyruğuna takılmasına neden olabilir. Kuzey Kürdistan proletaryasının bağımsız politik bir güç durumuna yükselmesini engelleyebilir. Sözün özü, Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfının işbirlikçi tekelci kapitalizme ve emperyalist kapitalizme karşı savaşımına, onarılması son derece güç olan zararlar verir. Kürdistan ölçeğinde ortak bir işçi sınıfı hareketi yoktur, ama, örneğin, Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de, yani T.C. sınırları içinde, Kürt, Türk ve diğer etnik kökenlerden işçilerin, ortak sendikalar, ortak grevler, ortak gösteriler, diğer tür örgüt ve eylem biçimleri olarak ortak hareketi vardır. Bu durumda yapılması gereken, bu ortak işçi sınıfı hareketine dayanarak komünist hareketi örgütlemek ve kendiliğinden işçi sınıfı hareketini komünist işçi hareketi düzeyine çıkarmak için çalışmaktır. Etnik ya da ulusal kökeni ne olursa olsun, her komünist, bulunduğu yerde ortak sınıf hareketine dayanan bir sosyalist hareketin oluşturulması için çalışmalıdır. Ne olursa olsun Kürdistan ölçeğinde örgütlenme iddiası ve inadı ile ortaya çıkıp, olmayan ve nesnel ve öznel koşullar açısından, en azından bugünkü koşullarda, oluşması olanaksız olan bir hareketi yaratmaya çalışmak bilimdışı ve milliyetçi bir tutumdur. “Ülkem” ya da “ulusum” ölçeğinde örgütlenme anlayışı komünistlere yabancıdır. Proletaryanın bölgesel ve dünya ölçeğinde çıkarları, bağımsız ve birleşik bir Kürdistan devletinin kurulmasını gerektirdiğinde ya da Kürt ulusal sorununu bütün Kürdistan ölçeğinde çözme görevini önlerine koyduğunda, bunun için çalışmak yalnızca Kürdistan komünistlerinin değil, bütün ülkelerin komünistlerinin, örneğin, Türkiye komünistlerinin de görevi olacaktır. Ne var ki, genel olarak toplumsal gelişmenin ve işçi sınıfının sosyalizm savaşımının çıkarlarından soyutlanmış bir “Birleşik Kürdistan” sloganı desteklenemez. Kendi politik geleceğini ne yönde belirleyeceği hem Kürt ulusunun bileceği bir şeydir, hem de tarihsel-politik koşullara bağlıdır. Daha bugünden değişmez, mutlak olarak belirlenmiş çözüm önerileri ileri sürülemez. Proletaryanın sosyalizm için savaşımının çıkarları bakımından şu ya da bu politik tercihte bulunabiliriz; ama tercihleri mutlaklaştıramayız. Kürt ulusu, kendi politik yazgısını belirleme hakkını birleşik bir Kürdistan devletinin kurulmasından yana kullanabileceği gibi, dört parçadaki diğer ulus ve ulusal azınlıklarla ortak bir devlet içinde yaşamaktan, ya da yalnızca Kuzey Kürdistan’da bir ulusal devlet kurmaktan yana da kullanabilir. Burada özellikle dikkat çekilmesi gereken bir nokta vardır: Sosyalizmin ve genel toplumsal ilerlemenin çıkarları gerektirmediği sürece parçalanmış bir Kürdistan’ı ve parçalanmış bir “Kürt” ulusunu birleştirmenin komünistlerin işi olmadığıdır. Toplumsal gelişmenin ve sosyalist savaşımın engeli olmadığı sürece tarihsel haksızlıkları düzeltmek, ister ezen ulustan, isterse ezilen/sömürge ulustan olsunlar, komünistlerin görevi olamaz. Şimdiye dek ortaya konulan görüşlerin ışığında, Kürt ulusal sorununun çözümünü Kürdistan ölçeğinde aramak ve buna bağlı olarak proletaryanın Kürdistan ölçeğinde komünist örgütlenmesini savunmak gerçekçi ve doğru değildir. KKKSB, bu sorunda, kötü sonuçlara neden olacak ciddi bir yanılgı içindedir. Ezilen ulus milliyetçisi bir sapma, hatta eğilim göstermektedir.
Kuzey Kürdistan’da Ayrı Komünist Örgütlenme Sorunu ve Komünist Hareket-içi İlişkiler
Kuzey Kürdistan’da bağımsız örgütlenme sorununa geri dönelim. Varsayalım ki, KKKSB, Kürt ulusal sorununa ilişkin olarak Kuzey Kürdistan’da bağımsız, demokratik bir Kürt ulusal devletinin kurulmasını çözüm olarak görsün ve Kuzey Kürdistan proletaryasının bütün örgüt biçimlerini bu çözüm önerisine uygun olarak ele alsın. Bu durumda Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki diğer komünistlerin tutumları ne olmalıdır? Öncelikle, yoldaşça bir ideolojik savaşımla, KKKSB’nin milliyetçi sapmasını –eğilimini demek daha uygun düşebilir- düzeltmesine yardımcı olmaya çalışmak gerek. Israrla anlatılmalı ki, proletaryanın politik örgütlenmesini Kürt ulusunun kendi politik geleceğini ayrı bir ulusal devletin kurulmasından yana belirleyeceği olasılığının mutlaklaştırılmasına dayandırmak ve dolayısıyla daha bugünden ayrı örgütlenmeyi savunmak, hatta mutlaklaştırmak, komünist bir tutum olamaz. Daha bugünden “Birleşik Kürdistan” temel sloganı altında devrimci savaşım sürdürmek de. Daima göz önünde tutulması gereken bir nokta odur ki, ezilen ya da sömürge ulusun komünistleri de, daha büyük coğrafyaya (fizik alana), daha büyük nüfusa ve daha geniş yer altı ve yerüstü zenginlik kaynaklarına, sermaye ve teknoloji birikimine sahip olan sosyalist devletler kurmaktan yana olmalıdırlar. Ulus eğilimini açıkça ortaya koymadan ulusal boyunduruktan kurtuluşun gerçekleşeceği biçim olarak bağımsız devleti kabul etmek ve proletaryanın her türlü örgütlenmesini buna göre gerçekleştirmeye çalışmak proleter enternasyonalist değil, yurtsever milliyetçi bir tutumdur. KKKSB’nin tutumu, ne yazık ki, böylesi bir tutumdur. KKKSB’nin unuttuğu ya da Kürt milliyetçiliğinin ciddi ideolojik etkileri nedeniyle göremediği odur ki, Kuzey Kürdistan komünistleri (6)ya da Kuzey Kürdistan komünist hareketi, bağımsız ulusal devletin kurulmasını yakın politik amaç olarak saptayamazlar. Ulusal boyunduruktan kurtuluş anlamında özgürlük ve bağımsızlık ile bağımsız devlet olarak örgütlenme arasında bire bir ilişki yoktur. Daha önce açıklanan nedenlerle, demokratik ya da sosyalist bir devlet sisteminde eşit ulusal haklara sahip olarak birlikte yaşamak, sosyalizmin, yani bütün etnik kökenlerden işçilerin ve diğer emekçi kategorilerin her türlü çıkarına uygun düşer. KKKSB ise, ulusal çıkarları (bunlar son çözümlemede burjuvazinin çıkarlarıdır) sosyalizmin çıkarlarının üstüne yerleştirmektedir. Tam tersini yapması gerekirken, sınıf sorununu ulusal soruna bağlı olarak ele almaktadır. Kuzey Kürdistan’da özerk ya da bölgesel bir partinin kurulmasının devrimin ve sosyalizmin çıkarlarına uygun olduğu yukarıda genişçe açıklandı. KKKSB’nin yapması gereken, bölgesel bir komünist partisi kurmak için çalışmak olmalıdır. Böylesi bir çalışma, önkoşul olarak, Kürt ulusal sorununa ilişkin öne sürülen çözüm önerisinin değiştirilmesini gerekli kılar. KKKSB’nin enternasyonalizm temeli üzerinde uluslararası birleşik komünist partisi olarak örgütlenme düşüncesini kabul etmesi ve bunun gerçekleşmesi için çalışacağını açıklaması ve bu yönde propaganda yapması durumunda Kuzey Kürdistan’da komünist çalışma, dolayısıyla komünist örgütlenme, ona bırakılabilir. Kuzey Kürdistan’da ortak örgütlenme konusunda bir diğer seçenek ise, KKKSB’nin örgütleriyle, hem Türkiye’de, hem de Kuzey Kürdistan’da örgütlenen komünist grupların Kuzey Kürdistan’daki örgütlerinin bölgesel partinin kurulması için birlikte çalışmalarıdır. Bu yönde, parti-öncesi komünist grupların birliğinin sağlanması için, tek bir komünist örgüt olarak birleşme politikası izlenebilir. Burada söz konusu olan federatif bir örgütlenme değil, komünist grupların yerel örgütlerinin birbirine karışmasıdır. Bu birbirine karışma, ulusal özellikler daima göz önünde tutularak, yerel örgütlerin tam birleşmesi temeline dayanmalıdır. KKKSB’nin birleşik komünist partisini kurulması düşününü kabul etmemesi durumunda, birlikte örgütlenmeyi savunan komünist grupların, birleşik partiyi bölgesel partilerin merkezileşmesi olarak anlamak koşuluyla, Kuzey Kürdistan’da da örgütlenmeye devam etmeleri doğru olur. Bu gruplar, bir yandan birlik sorununun çözümü için çalışırken, diğer yandan hem Türkiye’de, hem Kuzey Kürdistan’da birleşik partinin bölgesel/özerk seksiyonlarını /bölümlerini kurmaya çalışmalıdırlar. Komünist hareketin bugünkü parçalanmışlık ve güçsüzlük döneminde ve Kuzey Kürdistan komünistlerinin bir bölümünün ayrı örgütlenmede ısrarı durumunda , Kürdistan’ın bütün parçalarında birlikte örgütlenme düşüncesinden vazgeçmese bile, eğer gerçekte yalnızca Kuzey Kürdistan’da bütün etnik kökenlerden proleterleri ortak sınıf örgütlerinde örgütleme politikası izlerse, KKKSB Kuzey Kürdistan proletaryasının komünist temsilcisi olarak kabul edilebilir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, KKKSB’nin Kürdistan ölçeğinde örgütlenmeyi savunan bir örgüt olmasıdır. Bu güçlük yaratır. Ancak, önemli olan fiili durumdur, yani ne yapıldığıdır, ne yapılmak istendiği değil. KKKSB’nin “Birleşik Kürdistan” sloganının Kürdistan ölçeğinde örgütlenme ve savaşımı gerektirdiği açık. Ancak, bunun gerçekte olanaksız olduğu, diğer etkenlerin belki de bir özeti olarak, ortak bir işçi sınıfı hareketinin yokluğu nedeniyle anlaşılacaktır. İyimser olmak için gerekli neden KKKSB’nin komünist bir örgüt olması ve bu niteliğinden ötürü de yanılgılarına karşı acımasız olacağı umududur. Yalnızca bu değil kuşkusuz. İşçi sınıfının savaşım ve örgüt birliği gibi bir sınıf eğilimi, özellikle sınıf savaşımının sertleştiği, derinlemesine ve genişlemesine güçlü bir biçimde geliştiği tarihsel koşullarda, oynaması gereken düzeltici ve birleştirici rolü oynayacaktır. Komünistlere ve proletaryaya, proletaryanın özellikle sınıf bilinçli kesimine, güvenmek gerek. Yanılgılarını düzeltmeleri için, komünistlerin, yoldaşça ideolojik savaşımın yanı sıra, zamana da gereksinimleri vardır. Yanılgıların düzeltilmesini bekleyenlerin de sabra.(7) İşçi sınıfının toplanma merkezlerinde –bu merkezler Türkiye’dedir- örgütlenen komünist gruplar, devlet sınırları içinde bulunan bütün proleterlerin tek bir komünist partisinde temsil edilmeleri propagandası durdurulmaksızın, komünist hareketin Kuzey Kürdistan’daki temsilcisi olarak kabul edilmesi durumunda, KKKSB’yi destekleyebilirler ve oradaki güçlerini onunla örgütsel olarak birleştirebilirler. (Birleşmenin hangi ilkeler temelinde ve nasıl gerçekleştirileceği konu dışıdır.) Burada eklemekte yarar var ki, Türkiye’de Kürt proleterlerinin yaşadıkları kentlerde ve bölgelerde çalışma yapan Kürt olan komünistlerin, ulusal kurtuluş savaşımının alevlenmesi gibi özel nedenler dışında, Kuzey Kürdistan’a kaydırılmaları kabul edilemez. Kuzey Kürdistan komünist hareketine, özel olarak belirtmek gerekirse KKKSB’ye, yardım çok yönlü olabilir. Teorik yardımdan kadro aktarımını içeren örgütsel yardıma, basın-yayın olanakları sağlamaktan askeri malzeme yardımına kadar. Enternasyonalist yardımda her zaman göz önünde tutulması gerekenin proletaryanın ve sosyalizmin genel çıkarlarının olması gerektiği unutulmaksızın. İleride birleşmek üzere bugün örgütsel bakımdan geçici olarak ayrılmak –zaten ayrılığın olduğu varsayılıyor- yerinde olabilir. Böylesi bir düşünce geliştirilirken, KKKSB’nin, Kuzey-Kürdistan’da yalnızca Kürt proleterlerini değil, Türk ve diğer etnik kökenlerden proleterleri de aynı komünist partisi içinde örgütlenme düşüncesine sahip olması, enternasyonal bir bileşime sahip olma politikası –bunun ne ölçüde gerçekleşebileceği, bugüne kadar edinilen deneyim de incelenerek tartışma konusu yapılabilir- daima göz önünde bulunduruldu. Yalnızca Kürt proleterlerini örgütleme politikası komünist bir politika olamaz ve bu nedenle de desteklenemez. Bir başka önemli nokta, her ne durumda olursa olsun, Türkiye ve Kuzey Kürdistan proletaryasının bugünkü ekonomik ve politik savaşımının birliğinin bozulmamasıdır. Kim ki bu birliği bozmaya çalışıyorsa o komünist olarak değerlendirilemez. KKKSB’nin örgütlenme teorisi/anlayışı bu tehlikeyi içeriyor; ama, proletarya için henüz gerçek bir tehdit oluşturmuyor. Türkiye ve Kuzey Kürdistan proletaryasının ekonomik ve politik savaşım birliğini, özellikle ikincisini baltalayıcı çalışmalar yapması durumunda, KKKSB’ye, yukarıda açıklanan nitelikte bir yardımın –komünist örgütten komünist örgüte yardım anlamında- söz konusu olamayacağı açık olmalı. Unutulmaması gereken bir nokta da odur ki, Kuzey Kürdistan komünistlerinin ezici çoğunluğu ortak örgütlenmeden yanadır. Birçok kişi, ulusal sorunun çözümünde Kürt ulusunun ayrı ulusal devlet olarak örgütlenmesini savunmayan örgütleri “Türk solu” olarak tanımlamaktadır. Ezilen ulus milliyetçiliğinin neden olduğu bir yanılgıdır bu. Komünist ve devrimci-demokrat örgütler, yani geniş anlamda devrimci hareket söz konusu olduğu ölçüde bu tanımlama yanlış ve yanıltıcıdır. Gereksinme duyuluyorsa “Türkiye ve Kuzey Kürdistan solu” tanımlaması yapılabilir. Kuzey Kürdistan’da politik çalışma yapmayan örgütler varsa eğer, bunların oluşturdukları bir “Türkiye solu”ndan söz edilebilir. Bu durumda bile “Türk solu” değil; çünkü, Türkiye’de bütün komünist ve demokrat devrimci örgütler içinde Türk olan devrimcilerin yanı sıra, Kürt, Ermeni, Çerkez, Arap, vb etnik kökenlerden devrimciler de vardır. Yani, üyelerinin etnik bileşimi bakımından “Türk” olan devrimci bir örgüt yoktur. Ama “Kürt” olan örgütler ya da gruplar vardır; çünkü, Kürt ulusunun kendi politik geleceğini belirleme hakkını ulusal bir devletten yana kullanacağı varsayımı ya da öyle kullanması gerektiği düşününe sahip olan politik gruplarda Kürt olmayan devrimci yoktur, ya da, sözcüğün tam anlamıyla, istisnadır. Ancak, “Kuzey Kürdistan solu” dendiğinde üyelerinin etnik bileşimi bakımından yalnızca “Kürt” olan örgütler anlaşılamaz. Hem Kuzey Kürdistan komünist hareketi, hem de devrimci-demokrat hareketi, üyelerinin etnik bileşimi bakımından, genel olarak, çok-uluslu ya da enternasyonaldir. Kuzey Kürdistan’da örgütlenenler ya da örgütlenecek olanlar yalnızca ayrı örgütlenme yanlıları değildir ve olmayacaktır. Üyeleri arasında Kürtlerin yanı sıra, diğer etnik kökenlerden komünistlerin olduğu örgütler de örgütleniyorlar ve örgütleneceklerdir. Bu nedenle, ayrı örgütlenmeden yana olan örgütlerle, ortak örgütlenmeden yana olan örgütler arasındaki ilişkilerin nasıl düzenleneceği son derece önemli bir sorundur. Ulusal sorunun çözüm yolu ve komünist örgütlenme sorunlarında ayrı düşünen komünistler arasında yoldaşça ilişkilerin kurulması gerektiği her türlü kuşkunun ötesindedir. Ortak teorik ve pratik çalışma olanaklarının bulunması istenen bir şeydir. Yoldaşça ilişkilerin kurulabilmesi için, ortak örgütlenme politikası izleyen komünist örgütlerin propaganda, ajitasyon ve örgütlenme özgürlüklerine saygı gösterilmelidir. Belirli bir devletin sınırları içinde ortak olan işçi sınıfı hareketinin merkezi olarak örgütlenmesi için çalışanlara zorluk çıkartılmamalıdır. Komünist örgütlenme bakımından üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da, Kuzey Kürdistan’da proletaryanın niceliği sorunudur. Kuzey Kürdistan işçi sınıfının sayısı, büyük çoğunluğu hizmet sektöründe olmak üzere, azdır. Kuzey Kürdistan’da emekçiler, çok büyük bir çoğunlukla kent ve kır yarı-proleterlerinden, küçük ve orta köylülerden ve kent küçük-burjuvalarından oluşur. Komünist hareketin çalışma alanları seçimine bir de bu noktadan yaklaşmakta yarar var. T.C. sınırları içinde, işçi sınıfı, büyük bir çoğunlukla Türkiye’de, orada da İstanbul, İzmit, Bursa, Zonguldak, İzmir, Adana gibi belli başlı sanayi ve ticaret merkezlerinde toplanmıştır. Bu nesnel durum nedeniyle komünist pratik çalışmanın ağırlık merkezi Türkiye olmak durumundadır. Burada milliyetçi olan bir şey yoktur. Bu durum, asıl olarak, kapitalizmin eşit olmayan gelişme yasasının işleyişinin ürünüdür. Yoksa bir istek ya da niyet sorunu değil. Komünist hareket işçi sınıfı hareketine dayanmak zorundadır. Bu hareket de, öncelikle, sanayi proletaryasının toplandığı sanayi merkezlerinde genişliğine ve derinliğine gelişir.
Komünist hareketin güç ve olanakları açısından soruna bakış
Soruna bir de komünist hareketin güç ve olanakları açısından bakmak gerekiyor. Komünist hareket, hala 12 Eylül 1980 darbesiyle aldığı ağır politik-örgütsel yenilginin sonuçlarıyla boğuşuyor. İdeolojik, teorik, politik ve örgütsel düzeyde çok yönlü ağır kriz koşullarından geçmekte olan komünist hareketin, kadro, kitle ilişkileri, parasal ve teknik olanaklar bakımından son derece güçsüz olduğu ve her şeyden önce, sanayi proletaryasının toplanma merkezlerinde ciddiye alınır bir politik güç durumuna gelmiş olmaktan uzak olduğu koşullarda, Kuzey Kürdistan’da komünist devrimci çalışma için güç ve olanak ayırmak, ulusal kurtuluş hareketinin alevlenmesi, vb. gibi özel devrimci yükseliş durumu dışında, olanaksız olduğu gibi, yanlıştır da. (8) Kuzey Kürdistan, proletaryanın sosyalizm savaşımından çok, ulusal sorun ve Ortadoğu başta olmak üzere bölgesel politikalar bakımından önem taşımaktadır. (9)Özellikle askeri bakımdan çok önemli bir coğrafi konuma ve görece zengin doğal kaynaklara sahiptir. Kuzey Kürdistan’daki ulusal kurtuluş savaşımı, hem Kuzey Kürdistan’daki sosyalizm savaşımına, hem de asıl olarak Türkiye’deki sosyalizm savaşımına bağlı ve bağımlı olarak ele alınmalıdır. Kürt milliyetçisi, bu yurtsever devrimci milliyetçilik de olsa, baskılara, Türk şoveni, vb. olası suçlamalara karşı direnmek gerektiği ortada. Asıl olan, hangi ulustan olursa olsun, proletaryanın sosyalizm uğruna savaşımıdır. Bu savaşımın ulusal baskıya karşı savaşım uğruna zayıflatılması, komünist bakış açısından, düşünülemez. Kaldı ki, ulusal baskıya karşı savaşım, gerçekten tutarlı, sonuç alıcı ve kalıcı sonuçları olan bir savaşım için, sosyalizm uğruna savaşımla birleştirilmelidir. Komünist hareketin çok yönlü olan ağır genel kriz durumundan çıkamadığı ve henüz kendi kendine yeten bir güç bile olmadığı tarihsel-politik koşullarda, kadro gücünü ve her türlü olanaklarını bölmek ve sağa sola koşuşturmak komünist politik savaşım ve örgütlenme anlayışı açısından kabul edilemez. Başkaları ne der, en kısa sürede başkaları tarafından politik muhatap olarak alınma, olanaklı olan en kısa sürede kitleselleşme gibi kaygılarla hareket etmek komünistlerin işi olamaz. Ayrıca, unutmamak ve özellikle vurgulamak gerekir ki, Kürt proleterleri (ve yarı-proleterleri), büyük bir çoğunlukla, Kuzey Kürdistan’da değil, Türkiye’de çalışmakta, yaşamakta ve kapitalizme karşı orada savaşım yürütmektedirler. Bu nedenledir ki, hiç kimse, eğer ciddiye alınmak istiyorsa, komünist çalışmada Kürt proleterlerinin ihmal edildiği savını ileri süremez.
Bir kez daha devlet sınırlar sorunu
Sürekli olarak, kapitalizme karşı savaşımında, işçi sınıfının belirli bir devletin sınırlarını temel alması gerektiği üzerinde duruldu. Birçok kişinin, özellikle ulusal sorunun çözümünde marksist-leninist görüşler karşısına “Misakı Milli”nin korunması politikası izlendiği, vb. suçlamalarla çıkanların hoşnut olmayacağı açık.(10) Ezilen ulus milliyetçiliği ya da bu tür milliyetçiliğin ciddi etkileri, insanların böyle düşünmelerine neden oluyor. Marksizm-Leninizm’in soruna ilişkin teorik yaklaşımını ve işçi ve komünist hareketin tarihsel deneyimlerini bilenler, daha doğrusu, doğru bulup özümleyebilenler için sınırların mutlak bir korunmasından yana olunmadığı anlaşılır olmalı. Sosyalist proletarya, dünya proletarya devrimi ve dünya proletarya diktatörlüğü için savaşımında, devlet sınırlarının varlığı nedeniyle, öncelikle biçimde “ulusal” savaşım yürütür. Ama, bu zorunluluk, onun, devlet sınırlarının, bu arada T.C. sınırlarının da, mutlak olarak korunmasından yana olduğu anlamına gelmez. Proletarya, özünde, enternasyonalist bir sınıftır. Proletaryanın bu niteliği, sınıf olarak onun ve savaşımının, kendi iradesi dışında varolan devlet sınırları tarafından bölünmesi durumuyla antagonist bir karşıtlık içindedir. Bu satırların yazarı, dünya proletaryasını ve kapitalizme karşı savaşımını, özellikle de sosyalist savaşımını, sınırlayan ve bölen devlet sınırlarının kararlı bir düşmanıdır ve onların kaldırılması için çalışır. Ancak, bilir ki, devlet sınırlarının ortadan kaldırılması için, proletarya, öncelikle her bir devletin sınırları içinde örgütlenmek ve “kendi” kapitalist burjuvazisini yenmek zorundadır. Proletarya enternasyonalizminin gereği budur. Bir Türk olan yazar, Türk devletinin sınırlarının mutlak olarak korunmasından yana değildir. Sınırların “dokunulmazlığı”nı ya da “bozulmazlığı”nı savunma diye bir kaygısı yoktur; ve, sınırların geleceği konusunda gerektiğinde kayıtsız kalmasını da bilir. Ama, bu kayıtsızlık, “ne olursa olsun sınırlar parçalansın” eğilimi olarak yorumlanamaz. Asıl olan, çeşitli etnik kökenlerden proleterlerin oluşturduğu Türkiye ve Kuzey Kürdistan proletaryasının temel maddi ve maddi-olmayan, yani ekonomik, politik, kültürel, vb. çıkarlarıdır. Bu çıkarlar, daha önce de vurgulandığı gibi, coğrafya ve nüfus bakımından olabildiğince büyük sosyalist devletlerin kurulmasını, ulusların ve ulusal azınlıkların bu devletler içinde eşit haklar temelinde özgürce ve barışçıl olarak bir arada yaşamalarını gerekli kılar. Dolayısıyla, yazarın devlet sınırları sorununa yaklaşımı ulusal değil, sınıfsaldır. Öyle durumlar olur ki, T.C.’nin politik sınırlarının parçalanması, ülke, bölge ve dünya ölçeğinde toplumsal ilerlemenin ve proletaryanın sosyalizm uğruna savaşımının çıkarlarına uygun düşebilir. Böylesi bir durumda sınırların parçalanması için çalışmak enternasyonalist bir görev olur. Özellikle Türk olan komünistler ve Türk olan işçiler açısından. Yazar, T.C.’nin çok-uluslu bir devlet olmasının onun gerici-baskıcı karakterini güçlendirdiğini, demokratik bir toplum ve devlet sitemi kurulmasını güçleştirdiğini bilir. “Sınırlar sorunu”nun düşman üzerinde zaferin kazanılması sonrasına bırakılması gerektiğini ve ezen ulus proletaryasının bu sorunda ödün verebileceğini de. “Kahrolsun Sınırlar!”, “Sınırlar Kaldırılsın!” Evet, ama anarşistçe bir ele alışla değil. Proletaryayı eylemsizliğe itecek bir düşünce çizgisiyle hiç değil. Her şeyin bir zamanı vardır; ve, kuşku yok ki, sınırların ömürlerini pratik olarak da dolduracakları zaman gelecektir. Sınırların ortadan kaldırılmasını savunanlara düşen görev, tarihsel olan bu sürece eylem yoluyla müdahale ederek istenen tarihsel anın gelmesini hızlandırmaktır. Bunun için de bugünkü durumdan hareket etmek ve bu çalışmayı enternasyonal örgütlenmeler aracılığıyla dünya çapında eşgüdümlü kılmaya çalışmak gerekir.
Ulusal güven eksikliği sorunu ve proleterlerin ve komünistlerin birliği
Kuzey Kürdistan proletaryasının Türkiye proletaryasından ve dolayısıyla Kürt proleterlerinin ezici çoğunluğundan ayrı olarak örgütlenmesi gerektiğini savunan örgüt ve kişilerin gerekçelerinden biri de, güven eksikliği, hatta güven yokluğu ya da ulusal güvensizliktir. İlginç olan odur ki, örgütlenme sorunlarında bu tür bir güvensizlik veya güven eksikliği belirtenlerin, Kürt ulusunun kendi politik yazgısını ulusal devlet olarak ayrı örgütlenmekten yana belirleyebileceğini bir olasılık olarak değil de, önceden kararlaştırılmış olarak kabul etmeleridir. Nasıl ki ulusal soruna getirilen çözüm önerisiyle komünist örgütlenmeye ilişkin çözüm önerisi arasında dolaysız bir bağlantı varsa, ulusal soruna getirilen çözüm önerisiyle Türk ulusuna, onun bir parçası olan Türk proletaryasına ve “Türk solu”na, hatta ortak örgütlenmekten yana olan Kürt komünistleri ve proleterlerine ve Türkiye’de yaşayan Kürt proleterlerine duyulan güvensizlik arasında da dolaysız bir bağlantı vardır. Birçok politik grup ve kişinin düşünce yapısında güvensizlik ayrı örgütlenmenin en güçlü gerekçesi olabilmektedir. Evet, Türk proletaryasının ve Türk komünistlerinin, ulusal soruna ilişkin enternasyonalist görevlerini yerine getirmek söz konusu olduğu sürece, kaydedilen başarı grafiğinin, özellikle komünist hareketin 1970’li yılların sonunda yeniden ortaya çıkmasına kadar geçen politik-tarih diliminde, yüksek olmadığı bir sır değildir. Şefik Hüsnü’nün ve diğer oportünist-revizyonistlerin başında bulunduğu Türkiye Komünist Partisi (TKP)’nin ve diğer komünist maskeli parti ve örgütlerin suçlarının komünist devrimcilere fatura edildiği de. Bugüne dek yapılanlar ve yapılmayanlar/yapılamayanlar ne olursa olsun, geçmişin bilimsel bir muhasebesi temelinde yapılması gereken, güvensizlik üzerine vurgu yapıp durmak, hatta güvensizliği kışkırtmak değil, her iki ulustan ve etnik azınlıklardan proleterler arasında yoldaşça güvenin sağlanması ve pekişmesi için çalışmaktır. Güven noksanlığı sorunu ortak örgütlenmenin ve ortak savaşımın önüne korkuluk gibi dikilip durmasın. Milliyetçi duygu ve davranışlar güvensizlik olarak telaffuz edilip durulmasın ve bıktırıcı olunmasın. Haklı nedenleri olsa da, güven eksikliği etkeni kötüye kullanılmasın. Proletaryanın sosyalizm için savaşımı söz konusu olduğu sürece, Türk ve Kürt proleterleri arasındaki güven eksikliğini öne çıkarmak, bunun üzerine vurgu yapmak, üstelik bunlar aynı fabrikalarda, vb. yan yana çalışır ve aynı semtlerde yan yana yaşarken, proletaryanın saflarına bölmek için kapitalist burjuvazinin eline koz vermekten başka bir anlam taşımaz. Yoksa Kürt proleterleri ile Türk proleterleri arasındaki “ulusal güvensizlik” sorunu yalnızca Kuzey Kürdistan’da geçerli olmasın? Yani Türk proleterlerinin azınlığıyla Kürt proleterlerinin azınlığı arasındaki bir “ulusal güvensizlik” midir söz konusu olan? Komünistler için, öncelikle sınıfsal sorunlar ve dolayısıyla sınıf-içi güven gelir. Bunu geri plana itenler, proletaryanın savaşım birliğine ve sosyalizm savaşımına zarar verirler. Evet, kime güvensizlik? Türk proletaryasına mı? Yoksa, yanlış olarak “Türk solu” olarak tanımlanan ve proletarya içinde henüz ciddiye alınır ideolojik-politik ve örgütsel etkileri olmayan örgütlere mi? Güvensizlik etmenini öne sürenler, genellikle, kimi örgütlerin kendilerini proletaryanın ya da proletaryanın sınıf bilinçli kesiminin yerine geçirmeleri gibi, o parti ve örgütleri proletaryanın yerine geçirmektedirler. Birlikte örgütlenme, birlikte savaşım, birlikte zafer ve birlikte devlet kurma teorisi ve pratiğinden kaçmanın bir bahanesidir bu. Komünistlerin birliği söz konusu olduğu sürece, güven eksikliği sorunu son derece önemli bir etmendir. Ayrı ulustan komünistler arasında olduğu gibi, aynı ulustan komünistler arasında da güven eksikliği olabilir. Birinci tür güven eksikliği, özellikle Kuzey Kürdistan’da vardır ve ikincisinden daha güçlüdür ve yenilgiye uğratılması daha zordur. Türkiye komünistleri ile Kuzey Kürdistan komünistlerinden ayrı örgütlenmeyi savunanlar arasında, hatta aynı komünist örgüt içinde bulunan değişik etnik kökenlerden komünistler arasında da, ulusal soruna ilişkin nedenlerle, güven eksikliği ortaya çıkabilir. KKKSB’nin, birinci kategoriye giren oldukça güçlü bir güven eksikliği duyduğunu varsayalım. Böylesi bir durumda yapılması gereken nedir? Nedenlerinin araştırılması ve çözümlenmesi temelinde güven eksikliğine karşı savaşım yürütmek komünistlerin görevleri arasındadır, yoksa ona teslim olmak ya da boyun eğmek değil. Bu güven eksikliğinin nedenleri nelerdir? Bunlara karşı nasıl bir savaşım yürütülmelidir? Güçlü bir karşılıklı güven ortamı nasıl oluşturulabilir? Yanıtları aranması gereken sorulardır bunlar. Yanıt bulmak, bu yazıya ilişkin çizilen çerçevenin sınırlarını aşar. Ama, kısaca ve genel çizgileriyle de olsa, birkaç şeyden söz edilebilir. a. Her şeyden önce, Türk proleterleri ve Türk komünistleri, ulusal soruna çok yakın bir ilgi göstermek ve ulusal baskının her türüne karşı inatla ve sabırla savaşmak zorundadırlar. b. Kürt ulusunun ayrılma özgürlüğünün propagandası ve ajitasyonu sistemli olarak yapılmalıdır. c. Kuzey Kürdistan’ın ekonomik ve politik ilhakına (sömürge statüsüne) son verilmesi ve Türk ordusunun Kuzey Kürdistan’dan derhal çekilmesi istemi ısrarla ve sistemli olarak ileri sürülmeli ve ajitasyon konusu yapılmalıdır. d. Bütün ulusların hak eşitliği temelinde özgür ve gönüllü birliğinin propagandası yapılmalıdır. e. Ulusal güven eksikliği duygusunu yenmek söz konusu olduğu sürece, asıl görev Türk komünistlerine ve sınıf bilinçli Türk proleterlerine düşmektedir. Güven eksikliği duygusuna, nasıl ki ezilen ulus milliyetçiliğine verilebilirse, ödün verilebileceği unutulmamalıdır. Ama, ulusların yakınlaşmasının önünde ciddi bir engel olan bu duyguya karşı savaşım, yalnızca Türk komünistlerinin ve sınıf bilinçli Türk proleterlerinin görevi değildir. Sınıf bilinçli Kürt proleterleri ve Kürt komünistleri de, hem Türkiye’de, hem de Kuzey Kürdistan’da bu duyguya karşı savaşım yürütmelidirler. İşçi sınıfının saflarını da olumsuz olarak etkileyen ulusal güven eksikliği duygusuna karşı en etkili, sonuç alıcı ve kalıcı etkileri olacak olan savaşımın yolu, bütün etnik kökenlerden proleterlerin oluşturdukları Türkiye ve Kuzey Kürdistan proletaryasının devrimci savaşım birliğidir. Proleter dayanışmanın ve sınıf savaşımında birliğinin yerini başka hiçbir şey dolduramaz. f. Kürt proleterleri, ilerici, devrimci aydınları ve yarı-proleterleri arasında Türk proleterlerine, Türk komünistlerine ve Türk ilerici ve devrimci aydınlarına karşı varolan büyük güven eksikliği yalnızca Kuzey Kürdistan düzeyinde ele alınamaz. Türkiye’de ve Kuzey Kürdistan’da, Türk proleterleriyle Kürt proleterleri aynı işyerinde çalışır, aynı sendikada örgütlenir, ortak grev, işyeri işgali, gösteri vb. eylemler yapar, aynı semtlerde yaşarlar, komşuluk ilişkileri kururlar, vb. Şimdi yanıtını bulması gereken soru şudur: Ulusal güven eksikliği duygusu Türkiye’de ortak savaşım ve örgütlenmenin önünde aşılması olanaksız bir engel oluşturmuyor da, Kuzey Kürdistan’da mı oluşturuyor? g. Komünistlerin birliği söz konusu olduğu sürece, ulusal güven eksikliği duygusu ortak komünist örgütlenmenin aşılmaz bir engeli olarak öne çıkartılamaz. Bu duygu, proletarya dayanışmasının ve sosyalizm savaşımında birliğin karşısına korkuluk olarak dikilemez. Güven eksikliği duygusunun kötüye kullanılmasına karşı savaşım yürütmek gerekiyor. Sömürge ulus milliyetçiliğine karşı ideolojik savaşımın bir parçası olan bu savaşım görevi, herkesten önce, ortak ya da ayrı örgütlenmeden yana olsun, Kürt komünistlerine düşer. Özellikle ayrı örgütlenmeyi savunan Kürt komünistleri, komünistler arasındaki ulusal güven eksikliği duygusunun tek yanlı bir duygu olmadığı gerçeğiyle yüz yüze gelme cesaretini de gösterebilmelidirler. Ortak savaşımı ve ortak örgütlenmeyi savunan komünistlerin, kendilerine karşı ulusal güven eksikliği duyulmaması için, Kürt milliyetçisi ya da Kürt milliyetçiliğiyle sakatlanmış görüşleri kabul etmeye zorunlu oldukları düşüncesinden de kurtulmak zorunlu. Türk olan komünistler özeleştirici olmalı; ama bir tür suçluluk duygusuna da kapılmamalıdırlar. Böyle bir duygunun ortaya çıkmaması, varsa da güçlenmemesi için, Kürt olan komünistlere büyük sorumluluk ve görevler düşüyor. h. Ayrıca, ulusal güven eksikliği söz konusu olduğunda, komünistlerle komünist olmayan devrimciler, devrimcilerle reformistler ve hatta komünistler arasında da ayrım yapmasını bilmek gerekir, toptancılık değil. i. Ayrıca unutmamak gerekir ki, Kürt olan komünistler yalnızca ayrı örgütlenmeyi savunan KKKSB’de örgütlü değildirler. Dolayısıyla, Kuzey Kürdistan komünistleri ve genel olarak Kürt olan komünistler adına söz söyleme “tekeli” ayrı örgütlenmeyi savunan komünistlerin ellerinde değildir.
Son bir söz
Kimileri, Kuzey Kürdistan proletaryasının Türkiye proletaryasından ayrı örgütlenmesi teorisini, Kuzey Kürdistan’ın sömürge statüsüne sahip olması gerçeğine dayandırıyorlar. Ama, ille de ayrı örgütlenme savunulacaksa bunun için Kuzey Kürdistan’ın sömürge statüsünde olduğunun kabul edilmesi de gerekmez. T.C. gibi devletler tartışma konusu olduğu sürece, ezilen ulus ile sömürge ulus arasında ciddi farklılıklar yoktur. Bundan dolayı, “Kürt ulusu sömürge bir ulus olduğuna göre, Kuzey Kürdistan proletaryası, Türkiye proletaryasından ayrı olarak örgütlenmelidir” türünden bir tartışma, proletaryanın demokratik ve sosyalist savaşımı için yararlı değildir. Verili durum ve teori zorlanarak, ne proletaryanın sosyalizm savaşımının sorunlarına (komünist partisi olarak örgütlenme bu sorunlardan biridir), ne de Kürt ulusunun sömürgeci boyunduruktan kurtuluş savaşımının sorunlarına çözüm bulunabilir. Proletaryanın en yaşamsal çıkarlarının, özünde burjuva-demokratik bir istem olan ulusal bağımsızlık uğruna feda edilmesi kabul edilemez. Proletaryanın güçlerinin bölünmesine karşı en az direnme çizgisi de.
(3)Sınır ticareti ve kaçakçılık ekonomik yaşantı birliğinin var olduğu savına gerekçe yapılamaz. (4)Osmanlı İmparatorluğu’nda, 19. yüzyıla kadar, özerk Kürt beylikleri ya da prensliklerinin varlığı, iki devlet arasında bölünmüş olma olgusuyla çelişmez. (5)KKKSB’nin böylesi bir yaklaşıma sahip olduğunu varsayalım. Şimdilik teorik düzeyde olan yanlış eğilimin düzeltilmemesi durumunda, teorisi ezilen ulus milliyetçiliğinin ciddi etkilerini taşıyan KKKSB, dolayısıyla Türkiye ve Kuzey Kürdistan komünist hareketi açısından, sonuçları ağır olacak ciddi bir tehlike söz konusudur. (6)Kuzey Kürdistanlı komünistler yalnızca KKKSB’de örgütlü değildir. Türkiye’de ve Kuzey Kürdistan’da ortak örgütlenme yanlısı komünist örgüt ve çevrelerde, Kuzey Kürdistan’dan Türkiye’ye göç edenlerin yanı sıra, Kuzey Kürdistan komünistleri de vardır. (7)Komünist hareket, özellikle bugünkü ağır kriz koşullarında, güçlerini olanaklı olan en sıkı tutumlulukla değerlendirmek zorundadır. Güçlerini bölmemeli, belirli çalışma alanlarında toplamalıdır. Olabildiğince verimli bir işbölümü, başarılı politik çalışma için can alıcı öneme sahiptir. Türkiye komünist hareketi ile Kuzey Kürdistan komünist hareketi arasında işbölümünün gereksinme olduğu kabul edilmeli ve bu gereksinmenin gereği yapılmalıdır. (8)-Özel önem taşıyan büyük gelişmeler, örneğin, ulusal bir ayaklanma, kadro gücü ve yukarda sayılan türden olanakların Kuzey Kürdistan’a aktarılmasını gerekli kılabilir. Her bir durum, komünist hareketin sorunları, görevleri ve öncelikleri bakımından somut olarak değerlendirilmelidir. (9)Kuzey Kürdistan’da politik çalışma yalnızca T.C. sınırları içinde bir çalışma olarak görülemez. T.C. sınırları içinde yaşayan proletaryanın, hem genel enternasyonalist görevleri vardır, hem de, özellikle Kuzey Kürdistan proletaryasının, Kürtlerin bölgesel düzeyde ulusal boyunduruk altında tutulmasını karşı yerine getirmesi gereken yakın enternasyonalist görevleri. Kürtlerin dört bölge devleti arasında dağılmış olması, Kürt sorununun bölgesel, hatta özellikle zengin petrol kaynakları ve dolayısıyla küresel ölçekte kapitalist birikim olanakları nedeniyle dünya ölçeğinde bir sorun olması, proletaryanın strateji ve taktikleri bakımından özel bir önem taşır. (10)Genel olarak sanıldığının tersine, “Misakı Milli” T.C.’nin bugünkü sınırlarını ifade etmez. Erzurum ve Sivas kongrelerinde saptanıp, 17 Şubat 1920’de İstanbul’da toplanan Osmanlı Meclisi Mebusanı (Mebuslar Meclisi) tarafından kabul edilen 6 maddelik Misakı Milli (Ulusal Ant), bugünkü devlet sınırlarını aşan bir kapsama sahiptir. T.C.’nin sınırlarının yanı sıra, örneğin, bugünkü Irak devletinin sınırları içinde olan Musul ve Kerkük’ü de kapsar.
|
 |