 |
komunistdunya.org |
 |
|
 |
Son Yazılar |
 |
|
|
 |
PDK Devrimci Bülten- Sayı 50 (4) |
 |
 |
KUZEY AFRİKA'DAKİ VE ORTADOĞU'DAKİ HALK AYAKLANMALARI NEYİN HABERCİSİDİR?
K.ERDEM
Kuzey Afrika'daki ve Ortadoğu'daki diktatörlerin bir gün yıkılacakları biliniyordu ama bunun ne zaman olacağı bilinmiyordu.İşte o gün bügündür. Bu ayaklanmaların altında yatan tarihsel nedenlerin doğru bir şekilde anlaşılması sürecin genel eğilimini görmek açısından önemlidir. Ama bunu yapabilmek için ise bu ayaklanmaları küreselleşme dinamiği içerisine doğru bir şekilde yerleştirmek gerekir.Bu ayaklanmaların doğası ancak küreselleşme ile birlikte incelenirse anlaşılabilir.
Olaylara daha geniş bir tarihsel perspektiften bakmak gerekir.Ancak kapitalizmin genel tarihsel eğiliminin yönünü ve bu eğilimi oluşturan özel süreçleri doğru değerlendirebilirsek ,bu ayaklanmaların anlamını kavrayabiliriz.
Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Niçin daha önce değil de şimdi bu hareketler baş göstermiştir?
Son otuz-kırk yıllık dönemde, bu bölgelerdeki toplumlarda kapitalist üretim ilişkilerinin özellikle de petrol üretimi ve ticareti aracılığı ile muazzam bir şekilde gelişmesi, yeni sosyal sınıfların doğmasına, köylülüğün hızla parçalanmasına, aşiretlerin başkalaşıma uğramasına ,ticaret sermayesinin gelişmesine ve bürokrasi aracılığı ile yeni orta sınıfların oluşmasına yolaçmıştır.Yine iletişim ve ulaştırma araçlarının gelişmesi ve eski sosyal yapının unsurlarını emmesi,ortaya az çok burjuva karakteri baskın toplumlar yaratmıştır.Dış dünya ile yaygın ekonomik bağlar,dış dünyanın egemen politik eğilimi olan burjuva-demokratik düşünceye de toplumları ardına kadar açtı.
Kapitalist üretim ilişkilerinin derinlenesine gelişmesi sonucunda ortaya çıkan yeni sosyal sınıflar eski cemaat ilişkilerinin kısır çemberinin dışarısına çıkma düşüncesi ve olanağı elde ettiler.Ekonomik yaşamdan dolayı dış dünya ile yoğun ilişkiler yeni politik düşüncelere de kapıyı araladı ve kitle iletişim araçlarının yaygınlığı (internet,uydu televizyonlar ve cep telefonları vs.) süreci besledi.Kitle iletişim araçları bir yandan egemen sınıfların ideolojik ve kültürel hegemonyasını ve etkisini kitleler üzerinde yoğun bir şekilde kurmaya yararken öte yanda da kitlesel huzursuzluğun baş gösterdiği anlarda da kitlelerin hızlı politizasyonuna da yolaçmaktadır. Kitle iletişim araçlarının gelişmesi tek ekonominin merkezileşmesine yolaçmamaktadır aynı zamanda kitlelerin süratli bir şekilde merkezileşmesine de yolaçmaktadır ve sayısal üstünlüğün hızlı bir şekilde kurulmasına da yardım etmektedir. Gerek Tunus'ta Ben Ali'nin devrilmesinde gerekse de Mısır'da Hüsnü Mübarek'in devrilmesinde kitlelerin kaderi tayin eden yerde bu hızlı merkezileşmesi temel bir yere sahiptir ki bu durumu sağlayan da kitle iletişim araçlarının yaygınlığıdır. Ama bundan önce en önemli neden, buradaki rejimlerin çıplak diktatörlükler üzerine oturması ve halkın ideolojik,politik,örgütsel ve kültürel ihtiyaçlarını asgari düzeyde de olsa karşılamaması ve hatta bu açının sürekli açılmasıdır. Ama bu ayaklanmaların doğalarının tam olarak anlaşılabilmesi için, bu ayaklanmaların küreselleşmenin herhangi bir dönemi içerisine değil belirli bir dönemi içerisine yerleştirilmesi gerekir.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki halk ayaklanmalarında göze çarpan ilk önemli özellik "Domino Etkisi" durumudur. Ayaklanmalar bir ülkeden diğerine sıçramakta ve biri diğerini tetiklemektedir. Bu durumun açıklaması ancak şöyle olabilir:
- Bu ekonomiler dünya ekonomisi içerisinde aynı işbölümü içerisine dahildirler ve dünya ekonomik krizi bu işbölümü içerisinde bulunan sektörleri derinden etkilemiştir ve kitlesel huzursuzluğu arttırmıştır.
- Bu ülkeler aynı politik sorunlara sahiptir ve bu durum birbirlerini daha fazla motive etmelerine neden olmaktadır.
- Ortak bir dil ve kültüre sahip oldukları için birbirlerinden etkilenmeleri daha fazladır.
- Aşağı-yukarı benzer sosyal sınıflara sahiptirler ve toplumsal tepkileri de benzerlik arzetmektedir.
Benzer bir durum Sovyetler Birliği çöktüğü zaman ortaya çıkmıştı ve aynı domino etkisi meydana gelmişti.Onun için ikisi arasında bir karşılaştırma yapmak öğretici olacaktır.
Sovyetler Birliği'nin yıkılışına götüren süreç 1980'li yılların ikinci yarısında patlak veren ve bütün dünyayı etkisi altına alan uluslararası ekonomik krizle başladı.1987 yılında ABD'deki emlak sektöründe oluşan spekülasyon balonunun patlamasından sonra 1980'li yılların sonlarına doğru dünya ekonomisinde bir durgunluk meydana gelmeye başladı.
ABD gibi büyük ekonomilerin durgunluğa girmeleri ve ithalatlarının düşmesi onunla bağlantılı ekonomileri de etkisi altına aldı ve özellikle dünya ekonomisinde geri kalmış ekonomileri derinden sarstı.Ekonomik krizin şiddetini daha da arttıran en önemli neden ağır politik baskı koşulları ve politik çürümüşlüğün devasa boyutları ile birleşmesi oldu.Çünkü ağır politik baskı huzursuzluğun daha geniş ölçeğe yayılmasına neden olmakta ve geniş halk kesimlerinin harekete geçmesine neden olmaktadır.Politik özgürlüklerin görece geniş olduğu ve halkın az çok kendisini ifade edebildiği koşullarda ekonomik krizlerden kaynaklanan huzursuzluklar bu tür sonuçlar doğurmaz. Onun için politik baskının biçimi ve karakteri sosyal huzursuzluğun boyutları üzerinde etkili olur.
Aynı şey son dönemde Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki olaylarda da görülmektedir. Bu ayaklanmaların dünya ekonomik krizinden hemen sonra yaşanmaları tesadüf değildir. Dünya ekonomisindeki durgunluk özellikle ekonomileri çeşitli olmayan ya da tek tek önemli kalemlere bağlı olan (petrol ve gaz ihracatı gibi) ekonomileri derinden etkilemektedir.Ama daha da önemlisi bu ülkelerdeki ağır politik baskı koşulları kitlelerin öfkesinin daha da şiddetlenmesine neden olmaktadır. Ancak bu noktada bu ayaklanmaların daha önceki Sovyet blokunun çökmesi ile farklı yanları vardır ve bu farklı yanların doğru bir şekilde ele alınıp değerlendirilmesi gerekir.
Sovyet blokunun çöküşü ile Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki halk ayaklanmalarını birbirinden ayıran temel fark küreselleşmenin farklı tarihsel momentlerinde yaşanmaları ve bundan dolayı da farklı tarihsel sonuçlara yolaçmalarıdır.
Sovyet blokunun çöküşü küreselleşmenin yükselen trendi üzerinde ortaya çıkmıştı. Küreselleşmenin dinamik ve yayılmacı durumu Sovyet bloku üzerinde çözücü bir etkiye de neden oldu.Küreselleşmeye daha da hız kazandıran ve onu geliştiren en önemli etkenlerden bir tanesi, Sovyet blokunun çökmesinden sonra , emperyalist sermayenin bu dünya pazarına kapalı olan yerlere girmesi yani yeni pazarlar ele geçirmesi ve böylece kendisini küresel ölçekte daha da genişletme ve sermaye birikim süreçlerini daha da geliştirme olanağı elde etmesidir. Küreselleşme daha gelişme aşamasında olduğu için emperyalist sermaye bu pazarlara sorunsuz bir şekilde girme olanağı elde etmiştir.Emperyalist sermayenin Orta ve Doğu Avrupa'da ilerlemesi bir tek Rus emperyalizminin tepkisini çekmişti. O da 90'lı yıllarda büyük oranda kendi iç sorunları ile meşgul olduğundan fazla bir direnç gösteremedi. Yani Sovyet blokunun çöküşünün sonrasında bu pazarların paylaşılması emperyalistler arasında fazla bir kavgaya neden olmadı.
Ancak Kuzey Afrika ve Ortadoğu bağlamında sorun biraz daha farklıdır. Herşeyden önce bu ayaklanmalar küreselleşme eğiliminin düşüş eğrisi üzerinde ortaya çıkmıştır.
Küreselleşmeyi kapitalist üretim tarzının kendi içerisinde gelişen özel süreçlerden birisi olarak görmek gerekir. Günü geldiği zaman küreselleşme de kendi içerisinde daha başka bir boyuta geçecek ve yeni bir (özel anlamda) üretim tarzına geçecek ve kendisini tarihsel ölçekte daha geniş bir biçimde üretme olanağına kavuşacaktır. Bu anlamda küreselleşmeyi tarihsel çapta sermayenin çok büyük bir devir hareketi olarak görebiliriz.Bu devir hareketinin devrini tamamlaması özellikle sabit sermayenin kendisini tüketmesi ile karakterizedir ve zamanla daha üstün üretim tarzının ortaya çıkmasına ön ayak olur ve zaten dünya pazarındaki rekabet sermayeyi bu düzeye çeker. Ama sermayenin büyük devir hareketleri kendi içerisinde küçük devir hareketlerini de barındırırlar ve küçük halkalar içiçe geçerek büyük devir hareketlerini oluştururlar.Bunun nedeni sermayenin farklı üretim ölçeklerine (farklı sermaye bileşenlerinden dolayı) sahip olmasıdır ve bu farklılık ekonomik krizler anında kendisini gösterir zaten.
Bu noktanın konumuz ile ilgisi şudur: Bir devir hareketi, yükselme, yavaşlama ve çöküş çemberi çizmekte ve bunun sonucunda da yeni bir devir hareketine (üretim tarzına) yerini bırakmaktadır.Bu devir hareketinin farklı momentleri farklı tarihsel olaylar ile karakterizedir ve farklı sonuçlara yolaçar. Onun için Sovyet blokunun çöküşü ile son dönemdeki ayaklanmalar farklı tarihsel momentlere denk düştüğü için emperyalist sistem içerisindeki etkileri de farklı olacaktır.
1980'li yılların başında ABD'de Ronald Reagan ve İngiltere'de de Margaret Teacher döneminde uygulanılan köklü reformlar bu ülkelerin ekonomilerini daha rekabetçi bir temele oturtmuş ve Sovyet bloku çöktüğü zaman ABD'yi emperyalist hiyerarşinin tepesine yerleştirmişti. ABD önderliğinde serbest piyasanın her tarafa yayılması ve bütün diğer aktörleri de buna zorlaması giderek küreselleşmenin dünyaya yayılmasına neden oldu.Ama giderek çok önemli bir şey oldu, küreselleşme dünyaya yayılırken dünya çapında kapitalizmin üretici güçlerini büyüttü ve zamanla kar oranlarının eşitlenmesine neden oldu.Özellikle dünya ekonomik krizi bu eşitlenme eğilimini daha da ortaya çıkardı ve belirgin hale getirdi.
Kar oranlarının dünya çapında eşitlenme eğiliminin ortaya çıkması kar oranının tedrici düşüşünün bir başka ifadesi olduğu için aynı zamanda üretici güçler ile pazarlar arasındaki gerilimin de bir başka ifadesidir.Bundan çıkan en önemli sonuç şudur ki, kar oranlarının eşitlenmesi emperyalist rekabetin şiddetlenmeye ve pazarlar için mücadelenin kızışmaya başladığı anlamına gelir. Onun için son dönemdeki ayaklanmalar emperyalist rekabetin kızıştığı bir döneme denk geldiği için sonuçları da farklı olacaktır.
Buna benzer bir dönem 1945-1980 arası yaşanılmıştı ve bu dönemin incelenmesi de bize gelecek ile ilgili ipuçları verecektir.Ama hemen belirtelim önümüzdeki dönem,1945-1980 arası dönemden daha derin ve köklü bir dönüşüme gebedir.
1945-1980 arası dönemde göze batan en önemli özelliklerden bir tanesi, ekonominin 1945-1965 arası dinamik bir yapısının olması ama 1965'ten sonra yavaş yavaş bir durgunluğun ortaya çıkması ve bu temelde de dünya genelinde büyük sosyal hareketlerin belirmesidir. Bu dönemde Afrika ve Asya'da ulusal kurtuluş hareketleri giderek hız kazanmış ve bu hareketleri Avrupa ve Amerika kıtasında demokratik ve sosyal hareketler takip etmiştir. Dünya ekonomisinde bunalımın gelişmesi ve sosyal farklılaşmaların artması temelinde de kitle hareketleri daha da radikalleşmeye başlamış ve özellikle Avrupa'da devrimci durumların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Bu dönemde Avrupa ve dünyada işçi ve öğrenci hareketlerinin radikalleştiği ve özellikle Avrupa'da üç önemli devrimin yaşandığı (İspanya,Portekiz ve Yunanistan) dönemlerdir.İşin ilginç tarafı bu devrimci dalga 1980'li yılların başında,sermayenin uluslararasılaşmasının yeni bir boyutu ortaya çıkmaya başladığı andan itibaren çekilmeye başlamıştır. O zaman bundan çıkan sonuç, sosyal hareketlerin dinamiği ,sermayenin belirli bir devir döneminin kendi iç momentlerine sıkısıkıya bağlı olduğudur. Bütün sorun bu döngünün yönünü ,çerçevesini ve kapitalizmin tarihsel yapısı içerisinde ne ifade ettiğini kavramaktır.
1980'li yıllar ile başlayan ve bazı çevrelerde küreselleşme olarak adlandırılan sermayenin devir hareketinin yükseliş dönemi (dikkat edilsin genel olarak sermayenin değil özel olarak sermayenin) 2010 yılları itibari ile yerini yavaş yavaş düşüş eğrisine bırakmaktadır.Daha önceki devir dönemi ile karşılaştırırsak eğer içine girdiğimiz süreç "1965-1970"li yıllara tekabül etmektedir ve önümüzde 1970'li yılların devrimci dalgasına benzer bir dönem bulunmaktadır ve bu son ayaklanmalar bu dönemin açıldığının habercisidirler. 1980'li yıllarda başlayan devir hareketi sonuna yaklaşırken,bu eğilimin en önemli sonucu emperyalist sermayenin genişletilmiş yeniden üretiminin ciddi sorunlar ile karşılaşması ve sermayenin birikim süreçlerinin boyutlarının daralmasına neden olmasıdır.Bu durum genel kar oranının tedrici düşüşünün sonucudur ve kar oranlarının arttırılmasına neden olan araçların güçlü bir şekilde devreye sokulmasına neden olacaktır.
Emperyalist ekonominin bağrında ortaya çıkacak olan bu sıkışma, kaçınılmaz bir şekilde paylaşım ve sömürgecilik siyasetini ön plana çıkaracak ve emperyalist rekabeti arttıracaktır.
İşte tam da bu noktada kar oranlarını yükseltici bir etken olarak dünya enerji piyasasının yeniden düzenlenmesi kaçınılmaz bir etken olarak devreye girmektedir ve Kuzey Afrika ve Ortadoğu halkları bu siyasetin dışında kalamazlar.
Sorunu kavramak için önce sorunun genel çerçevesini görmek gerekir ve onun için bu noktayı biraz daha açmak gerekir. Dünya ekonomik krizi ,kar oranlarının tedrici düşüşü ve emperyalist ülkelerin yükselen borç stoku (fiktif sermaye), giderek üretici güçleri baskı altına almaktadır ve bu durum dünya ekonomisinin örgüsü içerisinde önemli bir yere sahip olan enerji mallarının durumunu daha hassas hale getirmektedir. Dünya enerji piyasası ile ilgili iki önemli sorun vardır : 1-) Yeterli düzeyde,dünya ekonomisinin gelişimine uygun olacak bir şekilde petrol ve gaz arzının sağlanması; 2-) Bu malların kaynağından dünya piyasasına sorunsuz bir şekilde ulaştırılması. Yani enerji üretim ve nakil hatlarının güvenlik altına alınması.
Her iki sorun bugün emperyalistler açısından baş ağrısıdır ve uzun yıllar olmaya da devam edecektir.Bu iki noktanın biraz daha açılması gerekir ve bu nokta ile ilgili bazı bilgileri buraya eski ABD Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan'dan aktaracağım.Onun kitabındaki (Türbülanslar Zamanı ) bilgilerin doğru olduğuna inanıyorum.
Uzun zamandan beri (özellikle de 1970'li yılların başlarından beri) emperyalist ülkelerin petrol dağıtım şirketleri ile OPEP'teki petrol üretici ülkeler arasında bir çelişki söz konusudur. Uluslararası petrol şirketleri, OPEP'in rezervlerine girememektedirler yani petrol çıkartma işleminden dışlanmışlardır. OPEP'teki üretici şirketler devlet tekeli olan şirketlerdir ve bu ülkelerin kalkınmalarında ve politikalarında petrol stratejik bir yer işgal etmektedir. Onun için OPEP ülkeleri uluslararası petrol şirketlerini üretimin kaynağından uzak tutmaya çalışmak istemektedirler.OPEP ülkeleri işlenebilir petrolün büyük bir kısmını barındırmaktadır ve sürekli büyüyen dünya ekonomisi bu ülkelerin petrollerine giderek daha fazla bağımlı hale gelmektedir. Alternatif enerji kaynaklarının daha fazla gelişmemiş olması ve bazen de nükleer enerji gibi tehlikeli ve kamuoyunu rahatsız edici olması daha uzun süre petrolü alternatifsiz enerji kaynağı olarak bırakmaktadır.
Dünya ekonomisinin büyümesi ve enerji ihtiyacının artması bu büyüme temposuna da ayak uydurmayı zorunlu hale getirmektedir. Petrol ve gaza olan talep büyürken, arzın gelişimi giderek bunun arkasında kalmaktadır. 1986-2006 arası, petrol tüketimi ve depolama yılda % 1,6 artarken ,üretim kapasitesi sadece yılda ortalama % 0,8 artmıştır. Bunun nedeni petrol üretici ülkelerin ,petrol üretimine yeterli yatırımı yapmamaları ve uluslararsı şirketleri de bu yatırımlardan uzak tutmalarıdır.
Petrol arzının talebin çok çok gerisinde kalması,ister istemez depolanan petrolün paylaşılması esnasında spekülatif fiyatların oluşmasına yolaçmakta ve bu da enerji talep eden ülkelerin üretim maliyetlerini arttırmakta ,bütçe açıklarını ve cari açıkları beslemekte, ülkelerin tasarruflarının erimesine neden olarak tüketimin ve bu temelde de üretimin baskı altına alınmasına neden olmaktadır. Hele de kar oranlarının düşmekte olduğu bir dönemde bu durum daha fazla bir yüke neden olmaktadır.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki halk ayaklanmaları ve yine aynı şekilde emperyalistlerin Irak vb. gibi yerlere müdahaleleri zamanla kaçınılmaz olarak OPEP kartelinin dağılmasına yolaçacaktır. Emperyalistler petrol üretiminin kaynağına da inmek istemektedirler ve yatırımlar ile dünya petrol arzını arttırarak petrol fiyatlarının düşmesini hedeflemektedirler. Bu durumun dünya da yeni sosyal sorunlar yaratacağı kaçınılmazdır.
Petrol üretiminin kaynağına bu ilerleme Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin daha fazla emperyalist sömürü ağının içerisine çekilmesine neden olacağı gibi bu ülkelerin modern sömürgeler haline gelmelerini de hızlandıracaktır. Bu durum onların daha karmaşık sorunlar ile karşılaşmalarına ve yeni bir politik okulda okumalarına ve yeni sınavlar ile karşılaşmalarına neden olacaktır. Bu ayaklanmalar düşüş eğrisine giren ve yeni bir kapitalist üretim tarzının doğumunu dayatan küreselleşmenin çöküş döneminin kapısını aralamışlardır ve önümüzdeki yıllarda bu ayaklanmalar emperyalist hiyerarşinin üst basamaklarını da giderek etkisi altına alacaktır. Zamanla bu tür ayaklanmalar, Türkiye, Brezilya, İran , Portekiz,İspanya , Rusya ,Çin gibi daha sonra da,Belçika ,Fransa,Almanya vs. gibi ülkeleri etkisi altına alacaktır. Bütün bunlar bir emperyalist paylaşım savaşı ile hiç kuşkusuz el ele gidecektir.
Bu noktada beliren en önemli sorunlardan bir tanesi de gelecekteki sosyalist devrimlerin de aynı domino etkisine sahip olup olmayacağıdır?
Bu soruya olumlu bir cevap verebiliriz. Bugün dünya ekonomisi daha çok bölgesel pazarların iç içe geçmesi temelinde bir bütünlük oluşturmaktadır.Bundan dolayı aynı bölge içerisinde bir politik bağımlılığın da ortaya çıkması ve toplumların kaderi noktasında ortak eğilimleri barındırması mümkündür. Muhtemelen geleceğin sosyalist devrimleri bölgesel karakterleri güçlü devrimler olacaktır.
|
 |
|
|
|
 |
|
 |
|