 |
 SOSYALİST DEVRİM VE ULUSLARARASI SERMAYE KARŞISINDA TUTUM SORUNU (V) (II) K.Erdem 7- « Savaş Komünizmi », III. Enternasyonal’in Revizyonist Kuruluşu ve Avrupa ve Dünya Sosyalist Devriminin Yenilgisi (I) Genel Kar Oranlarının Dünya Çapında Eşitlenmesi ve Emperyalist Rekabet Teorik analizimizi yukarıda söylenenlere bir somut biçim kazandırarak geliştirmeye çalışalım.Çünkü şu ana kadar söylediklerimiz biraz soyut kalmakta ve onun için net olmaktan uzaktır. Daha önce aynı konu ile ilgili olarak yazdığım bir yazıdan biraz uzun bir alıntıyı buraya aktarmak istiyorum: « Genel kar oranlarının eşitlenmesine şimdi biraz daha yakından bakmaya çalışalım. Farklı üretim alanlarında bulunan eşit nicelikteki sermayeler farklı organik bileşimlere sahip olmalarına karşın niçin belli bir dönem sonunda eşit bir kar oranı elde ederler ve bu nasıl olur? Kapitalist üretim eşitsiz bir şekilde gelişir. Bunun anlamı, kendi içerisinde çeşitli düzeylerde gelişim basamakları ya da dereceleri barındırmasıdır. Genellikle bu dereceler kendisini üç biçimde dışa vurur: Ortalama bir gelişim derecesi ve bu ortalamanın biraz altında ve üstünde olan gelişme dereceleri. Böylece bu üç temel gelişme derecesi ve yine bunların şu ya da bu biçimde etkisi altında bulunan ya da ona bağlı olan onlarca ya da yüzlerce ara dereceler, dünya ekonomisi içerisinde birbirine bağlanarak karmaşık bir bütün oluştururlar. Marx bu eşitsizliği önemle vurgulamıştır ve zaten sorun da farklı üretkenlik düzeyleri olan sermayeler arasındaki ilişkilerin oluşturmuş olduğu genel toplumsal ilişkilerdir. Örneğin Marx pamuk sanayiinde varolan çeşitli üretim kategorilerini şöyle belirtmiştir: “... örneğin pamuk üretimindeki genel üretim koşulları ve emeğin genel üretkenliği bu alandaki, pamuk üretimindeki ortalama üretim koşullarıdır ve ortalama üretkenliktir. Bu nedenledir ki, örneğin bir yarda pamuğun (değerini) belirleyen emek miktarı, onun içerdiği emek miktarı yani imalatçısının ona harcadığı emek miktarı değildir; tüm pamuk imalatçılarının Pazar için bir yarda pamuğu ürettiği ortalama emek miktarıdır. Bireysel kapitalistlerin, örneğin pamuk üretimindeki kapitalistlerin üretim yaptığı belirli koşullar kaçınılmaz olarak üç kategoriye ayrılır. (abç) Bazıları ortalama koşullarda üretim yaparlar, yani kendi üretim koşulları, o alandaki genel üretim koşullarıyla çakışır. Ortalama koşullar, onların fiili koşullarıdır. Onların emek üretkenliği ortalama düzeydedir. Onların metalarının bireysel değeri, metaların genel değeriyle çakışır. Örneğin bir yarda pamuğu 2 şilinden--- ortalama değerinden--- satarlarsa, o zaman ürettikleri yardanın in natura (ürün olarak-ç) temsil ettiği değerden satmış olurlar. Bir ikinci kategori, ortalamadan daha iyi koşullarda üretir. Onların metalarının bireysel değeri, genel değerin altındadır. Metalarını genel değerden satarlarsa bireysel değerinin üzerinde satmış olurlar. Son olarak, üçüncü bir kategori, ortalamanın altındaki üretim koşullarında üretim yaparlar.” (Marx, Artı-Değer Teorileri, Kitap-II, s.190)
Tarihin eşitsiz gelişmesinin (ki hareketin genel yapısındaki eşitsizlikten kaynaklanır) neden olduğu farklı üretkenlik düzeyleri ve bundan kaynaklanan farklı biçimlerdeki değerler, bir bütünün parçaları olarak ilişki içerisine girdikleri zaman, aynı zamanda bütünün genel yapısı itibariyle de birbirleriyle oran ilişkisine de tabi olurlar. Farklı düzeylerdeki (niceliklerdeki) değerlerin bir bütün oluşturabilmeleri ancak hepsinin bir ortalamasının yaratılması sonucunda olabilir. Çünkü en ileri ile en geri bir bütün içerisinde ancak bir ortalama aracılığıyla birbirine bağlanabilirler. Örneğin eksi sonsuz ancak sıfır (0) aracılığıyla artı sonsuza bağlanabilir. Geçmiş zaman ancak şimdiki zaman aracılığıyla gelecek zamana bağlanabilir. Aynı şekilde sermaye de kendi eşitsiz yapısı içerisinde bir ortalama arar, onun için bazı üretim alanlarında bulunan sermayeler ortalama bir bileşime sahiptirler yani bunların metalarının değerleri ile üretim-fiyatları birbiriyle aynıdır ya da neredeyse aynıdır. Bundan dolayı da bir tür ağırlık merkezi oluştururlar: “ Bazı üretim kollarında kullanılan sermaye bizim, ‘ortalama’ ya da ‘vasat’ diye tanımlayabileceğimiz bir bileşime sahiptir; yani bunların bileşimi, toplam toplumsal sermayenin ortalaması ile aynı, ya da neredeyse aynıdır. Bu üretim alanlarında üretim-fiyatı, üretilen metaın değerinin para olarak ifadesinin tamamen ya da neredeyse aynıdır. Matematik bir sınıra ulaşmanın eğer başka bir yolu olmasaydı, bu bir sınır olabilirdi. Rekabet, toplumsal sermayeyi çeşitli üretim alanları arasında öylesine taksim eder ki, her alandaki üretim-fiyatları, ortalama bileşime sahip bu alanlardaki üretim-fiyatlarının modeline göre şekil alır, yani bunlar= m + mk’, (maliyet-fiyatı artı, ortalama kar oranı ile maliyet-fiyatının çarpımına eşit) olurlar. Ne var ki, bu ortalama kar oranı, kar ile artı-değerin de aynı olduğu, ortalama bileşimli alanlarda, yüzde olarak gösterilen kardan başka bir şey değildir. Şu halde, bütün üretim alanlarındaki kar oranı aynıdır, çünkü, ortalama sermaye bileşimine sahip üretim alanlarındaki ortalamaya göre eşitlenmiştir.” (Marx, Kapital-III, s. 156) Ortalama bileşene sahip sermaye adından da anlaşılacağı gibi iyi ve kötü üretim kategorileri arasında bulunmaktadır. Şayet ortalama değer en iyi ya da en kötü uçlardan birisi tarafından yapılırsa, o zaman bütünün yapısında çok büyük bir değişme var demektir. O zaman bütünü oluşturan parçalar arasında bir kopma ve ayrılma, bazılarının sistemden atılması bazı yeni unsurların da sisteme girmiş olması söz konusudur. Aslında bu genellikle ilerleme temelinde yani ileriye doğru olur. Ortalamayı oluşturan değerin yeni bir kapitalist üretim tarzı ya da biçimi ile ekseninin değişmesi, ortalamanın üzerinde bulunan daha ileri düzeyde biçimlerin sisteme girmesi ve eski ortalamanın altında bulunan biçimlerin de tarihsel olarak tasfiye olmaları ya da sistemden atılmaları söz konusudur. Örneğin manüfaktür ve buharlı makine temelinde üretimde bulunan ve bir zamanlar ortalama üretkenlik düzeyini temsil eden sermayelerin, modern makineler kullanan sermayeler tarafından tasfiye edilmeleri gibi. Demek ki kapitalizmde ortalama bileşenli sermaye değişken bir biçime sahiptir ve kapitalizmin tarihsel gelişmesine paralel olarak da biçimi değişikliğe uğramaktadır.
Sermayenin toplam yapısı içerisinde hangi biçimin ortalamaya sahip olacağı ancak çeşitli üretim kategorilerinin pazara yapacağı baskıya ya da getireceği ürünün sayısal oranına bağlıdır:
“Kategorilerden hangisinin ortalama değer üzerinde belirleyici etki yapacağı, kategorilerin sayısal oranına ya da oransal büyüklüğüne bağlıdır. Sayısal olarak orta kategori, ötekilere büyük ölçüde ağır basarsa, (ortalama değeri) o belirleyecektir. Eğer bu grup sayıca zayıfsa ve ortalama koşulların altında çalışan grup sayıca güçlü ve başatsa, o zaman bu alandaki ürünün genel değerini o grup belirler; ama bu, sonuncu grupta en kötü konumda olan bireysel kapitalistin belirleyici olduğu anlamına gelmez;hatta bu hiç olası değildir.” (Marx, Artı-Değer Teorileri, s. 191)
Şimdi bu yukarıda açıklamaya çalıştığımız ilkeleri kapitalizmin belirli bir dönemine uygulamaya çalışalım. Böylece somut bir örnek üzerinde konuyu daha iyi kavrama olanağı bulacağız.
Az yukarıda da belirttiğimiz gibi ortalama bileşenli sermayeler değişkendirler ve bunların biçimi çeşitli dönemlerde değişikliğe uğrarlar. Aslında kapitalizmin tarihsel gelişimi içerisinde her biçim içerisindeki katmanlar, sırası gelince belirli dönemler ortalama bileşimli sermayenin rolünü oynarlar. Rekabet, genel kar oranlarını eşitlerken mevcut üretim tarzını (yani bir biçim içerisindeki belirli bir katmanın yapısını) genelleştirir. Genel kar oranlarının eşitlendiği dönemlerde, ortalama üretkenlik düzeyinin üzerinde bulunan ve en iyi üretken kategori, toplumsal üretkenliğin gelişmesi ölçüsünde, zamanla, ortalama üretkenlik düzeyine düşer. Yani kendisinden daha iyi olan ve teknik temeli bununla birlikte de değişen sermayesinin değişmeyen sermayesine oranı daha küçük olan bir katman ya da üretim kategorisi tarafından aşılır. Bu da hiç kuşkusuz sermayenin birikiminin ve genişletilmiş yeniden üretiminin ve kapitalizmin tarihsel olarak derinlemesine ve genişlemesine gelişmesinin sonucudur.
Ama ortalama bileşenli sermayelerin biçiminin değişmesi, tarihte bazen çok karmaşık durumlara yol açabilir. Örneğin birinci dünya savaşına doğru giden süreçte, genel kar oranları, Klasik tekelin orta katmanının kar oranına göre şekil alıyordu. Ondan daha iyi üretkenlik durumunda olan büyük katman ve ondan daha kötü üretkenlik düzeyine sahip olan küçük katman vardı. Genel kar oranı klasik tekelin orta katmanının karına göre şekil alırken ( bu sermayenin metalarının değerleri ile üretim-fiyatı birbiriyle çakışır) , hiç kuşkusuz klasik tekelin büyük katmanı, kendi artı-değerinden daha fazla bir artı-değere yani artı-kara (ki bu artı-kar ortalamanın altında bir üretkenliğe sahip olan klasik tekelin küçük katmanının ürettiği ama gerçekleştiremediği artı-değerin bir kısmıdır) da el koyuyordu. Ama ikinci dünya savaşına doğru, genel kar oranları uluslararası çapta tekrar eşitlenme eğilimine 14 girerken, uluslararası rekabet, ortalama üretkenliğin eksenini, klasik tekelin orta katmanından, büyük katmanına kaydırdı. Böylece tekelci sermaye içerisinde kar oranları klasik tekelin büyük katmanının karına göre şekil almaya başladı. Bu durumda, klasik tekelin orta katmanı, ortalama üretkenliğin altındaki kötü kategori durumuna gelirken, ortalama üretkenliğin üzerinde yeni bir teknik temelde ortaya çıkan Uluslararası tekelin küçük katmanı en iyi üretim kategorisini oluşturuyordu. Kapitalizmin tarihsel gelişimi içerisinde sermayenin çeşitli biçimlerinin birbirlerine eklemlenme biçimlerini gözden kaçırmamak gerekir. » (K.Erdem,Devrimci Bülten,s.40) GKO’nın eşitlenmesi daha öncede belirttiğimiz gibi,sermayenin belirli bir üretim tarzının gelişimi içerisinde belirli nir « an »ı oluşturur.Eşitlenme,GKO’nın tedrici düşüşü ile beraber ilerlediği için , üretici güçler ile dünya pazarı arasındaki orantısızlığın arttığını da gösterir.Kar oranlarının düşmesinden dolayı (ki üretici güçlerin gelişmesinin ifadesidir) GKO’nın eşitlenmesi, rekabeti kamçılar ve politik rekabetin en gelişmiş biçimi olarak savaşlara neden olur.Emperyalist savaşın temelinde,kar oranlarının eşitlenmesi ve bunun neden olduğu emperyalist rekabet vardır.Emperyalist savaşın amacı,düşen kar oranını durdurmak ya da başkasının karlarını, onların zararına kendi ekonomilerine aktarmaya çalışarak yani yeni nüfuz ve pazar alanları elde ederek,kar oranının düşüşüne dizginleyici etkide bulunmaktır. Burada bir noktanın altını özellikle çizmek gerekir.O da, GKO’nın dünya çapında eşitlenmesinin,aynı sermaye niteliği içerisindeki yani sermayenin en büyük biçimi (emperyalist sermaye) içerisinde gerçekleştiğini unutmamak gerekir.Emperyalist sermayenin kendi içerisindeki farklı katmanları (ki farklı organik bileşimlere sahiptirler) arasındaki aynı nicelikteki sermayelerin kar oranlarının eşitlenmesidir.Emperyalist sermaye dünya toplumsal sermayesinin merkezinde yeraldığı için ya da ağırlık merkezini olşturduğu için, onun altındaki farklı nitelikteki sermayeler (işbirlikçi tekelci sermaye ve onun altında bulunan daha küçük ölçekli sermayeler) emperyalist sermayedeki değişimlere kendilerini adapte ederler ve emperyalist sermayenin yörüngesinde bulunurlar vede onlara bağımlıdırlar. Sermayenin bir biçiminin üretim tarzı giderek genelleşirken ve bu genelleşme eğilimi içerisinde GKO’nın eşitlenmesine neden olurken aynı zamanda tekrar yeni bir üretim tarzının da gelişmesine neden olur.Rekabet zaten üretici güçleri yeni üretim tarzı doğrultusunda geliştirir ve ona ön ayak olur. Böylece rekabetin baskısıyla büyük sermayenin en üretken katmanı, gerek sermayenin merkezileşmesi yoluyla gerekse de organik bileşimindeki avantaj sayesinde piyasa fiyatlarını kendi maliyet fiyatlarına yaklaştırması sayesinde ve dünya pazarına bu düşük fiyat düzeyinde meta sürerek talebi bu temelde kurarak yeni bir piyasa değeri oluşturur.Bunun sonucunda onun hemen altında bulunan ortalama bileşenli sermaye artı-değerinin bir kısmını,onun hemen altında bulunan kötü üretkenliğe sahip olan sermayede artı-değerinin büyük bir kısmını realize edemezler.Böylece bu kategoriye sahip olan ekonomiler büyük bir ekonomik krize sürüklenirler ve sosyal patlamalara açık hale gelirler. Bu noktada çok önemli bir sorun belirmektedir: Büyük sermayenin en büyük katmanı ekonomik rekabeti en uç sınırına kadar zorlarken, kaçınılmaz olarak üstyapıda farklı politik demokrasileri (burjuva demokratik,sosyalist,faşist, bürokratik,totaliter vs.) ve onların tarihsel ve toplumsal kapasitelerini de bir rekabete zorlar.Üretici güçlerin bu yeni gelişme düzeyine ayak uyduramayan politik demokrasiler bu süreç sonunda genellikle yokolurlar.Bu noktaya yine döneceğiz ama önce Çarlık Rusya’sını Marx’ın teorisindeki yerine yerleştirelim ve bu mantık silsilesi içerisinde ne ifade ettiğine bakalım.Bu bize Ekim Devrimi’nin tarihselliğinin doğru bir teorik çerçevesini verecektir. Genel Kar Oranlarının Dünya Çapında Rekabet Yolu ile Eşitlenmesi ve Çarlık Rusyası Çarlık Rusyası’nın,kendisini kapitalist dünya sistemindeki yeni gelişmelere yani tekelci sermayenin oluşum süreçlerine adapte etme girişimi, daha önceki bölümlerde belirttiğimiz gibi ciddi olarak ilk defa 1897 yılında yapılan mali ve ekonomik reformlar aracılığıyladır.Bu reform ile Rusya’nın işbirlikçi sermayesi yeni bir tarihsel döneme girmiştir ve tekelci sermaye ile arasındaki tarihsel farkın daha da açılmasını önlemiştir ama onun tarihsel düzeyine de çıkamamıştır.Rus büyük semayesi, İngiliz, Alman, Fransız, Amerikan ve Japon semayesi gibi bir sermaye niteliğine sahip değildi ve tarihin basamaklarında nitelik olarak hemen onun altında bulunuyordu. Marx’ın GKO’nın eşitlenmesi ile ilgili bölümde oluşturmuş olduğu tabloyu I. Dünya savaşı sırasındaki ekonomilere kabaca uygulayarak bu teoriyi daha da somutlaştırmaya çalışalım. Marx’ın kitabında ilgili bölümde vermiş olduğu tablonun aynısını ele alalım ve bu tablo üzerine çeşitli ülkeleri yerleştirelim.Başka bir deyişle tablodaki her sermaye grubunun belirli bir üretkenlik düzeyine tekabül eden ülke ya da ülke gruplarını temsil ettiğini düşünelim ve Marx’ın tablosunu şöyle yorumlayalım: Sermayeler | Artı-Değer | Metaların Değeri
| Metaların Maliyet Fiyatı | Metaların Fiyatı (GSMH)(3) | Kâr Oranı
| Fiyatın Değerden Sapması
| Ülkeler(2) | I.60s+40d (Harcanan s 51)(1) | 40
| 131
| 91 | 113 | % 22
| -18
| Çin,Hindistan, İran vs. | II. 70s+30d (Harcanan s 51)
| 30 | 111
| 81 | 103 | % 22
| -8
| Osmanlı İmparatorluğu, İspanya, Portekiz vs. | III.80s+20d (Harcanan s 50)
| 20 | 90 | 70
| 92
| %22
| +2 | Çarlık Rusyası, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu vs. | IV.85s+15d (harcanan s 40)
| 15 | 70 | 55
| 77 | %22 | +7 | Almanya, ABD, İtalya, Fransa, Japonya | V. 95s+5d (Harcanan s 10)
| 5
| 20
| 15
| 37 | %22 | +17 | İngiltere | (1) Sermayeleri küçükten büyüğe doğru sıralamak için I ve III'ün yerini değiştirdim. (2)Marx'ın teorisini somutlaştırmak ve anlaşılır kılmak için bu kolonu ben ekledim. (3)GSMH notunu ben ekledim. (Marx, Kapital cilt-III)
Bu tabloda, kar oranlarının ortalama katmanın kar oranlarına göre şekillendiğine,I ve II’nin ortalamanın altında kalan bir üretkenliğe ve IV ve V’in de ortalamanın üstünde bir üretkenliğe sahip olduğuna dikkat ediniz. Bunun anlamı piyasa değerlerini bu katman belirlemektedir yani dünya piyasasına sürülen meta kitlesinin büyük bir bölümünü bu katman üretektedir ve bu durumda arz ve talep dengededir.Bu durumda piyasa fiyatları (üretim fiyatı) ortalama katmanın piyasa değerleri etrafında hareket ederler. GKO’nın, ortalama bileşenli sermayenin kar oranları etrafında eşitlenmeye başlaması,giderek dünya piyasasında rekabetin şiddetlenmeye başladığının bir göstergesidir.Konunun ve tablonun daha iyi anlaşılması için Metaların Fiyatı kolonunun aynı zamanda bir ülkenin ya da ülkeler grubunun Gayri Safi Milli Hasılasını (GSMH) gösteren rakamlar olduğunu sürekli akılda tutmak gerekir.Bu noktada ortaya çıkan sonuç şudur:Kar oranları ortalama bileşenli sermayelerin kar oranlarına göre eşitlenirken,I. ve II. kategoride yeralan ülkelerin ekonomileri GSMH’larının % 16 (I) ve % 7,7’sini (II) kaybettikleri anlamına gelir.Bu rakamların somutta ne anlamlara geldiğinin anlaşılması için günümüzde bir örnek vermek istiyorum. Türkiye’de 2000 ve 2001 krizlerinde batan banka ve işletmelerin o zamanki Türkiye ekonomisinin kabaca % 10’una tekabül ettiğini belirtirsek ve bunun Türkiye’nin sosyal ve politik yaşamındaki etkilerini gözönüne getirirsek, I. ve II. kategorideki ülkelerin karlarının %16 ve % 7’sini kaybetmeleri bu ülkelerin derin bir sosyal huzursuzluğa sürüklenmeleri, yoğun işsizlik, enflasyon, devalüasyon ve ülke borç stokunun yükselmesi ve mali bağımlılığın artması anlamına geldiği açıktır. Yine bu durumda ortalama bileşenli bir sermayeye sahip olan ülkelerin durumları da pek parlak değildir.Her ne kadar üretmiş oldukları artı-değerlerin hepsini realize etmişlerse de bu onlar için son tarihsel sınırdır.Yani daha fazla büyümelerinin ve gelişmeleinin önü artık kapanmıştır.Eğer rekabet IV. ve V. gruptaki sermayeler tarafından daha da şiddetlendirilirse (genellikle olan budur), I. ve II. gruptaki ülkelerin başlarına gelecek olanlar onların da başına gelecektir ki rekabetin daha da şiddetlenmesi buna neden olur. Teorik olarak GKO’nın eşitlenmesi, emperyalist kampların oluşumunu tamamlar ve bu iki kamp arasındaki ekonomik ve politik mücadelenin daha da yoğunlaşmasına yolaçarak savaşa doğru evrilmesine neden olur.Savaş politik rekabetin en şiddetlenmiş biçimi olduğu için rekabeti en son sınırına kadar zorlar ve bu durumda en iyi üretkenliğe sahip olan ülke ya da ülkeler giderek dünya ekonomisinde ve siyasetinde ağırlığını koymaya başlarlar. I.Dünya savaşının öngününde Rusya o zamanki uluslararası sistem içerisinde varolabilen en üst tarihsel düzeye ulaşmıştı (bugün de Türkiye aynı durumdadır) ve kendisini İngiltere,Fransa, Almanya,İtalya, ABD ve Japonya düzeyine yükseltebilmesinin bütün yolları gerek uluslararası sistemin yapısı gerekse de Çarlığın mevcut politik yapısı itibariyle kapanmıştı. Savaş Rusya’nın bu durumunu çok kısa bir zaman sonra açığa çıkardı. Savaşın uzaması ve ihtiyaçları giderek Rus toplumunun üretkenlik yapısını aşan ve onun düzeyi ile uyuşmayan vede onun bütün orantılarını bozan bir düzeye çıkmaya başladı.Savaş teknolojik yoğunluklu ağır sanayiyi ve onun üretimi olan malları önplana çıkardı ve Rusya gibi bu noktada zayıf ve geri ülkeleri giderek daha da bağımlı hale getirdi.Gerekli olan savaş malzemelerinin tedariki ve bunun için altın ve döviz cinsinden sermaye gereksinimi borçlanma ihtiyacını ve bu temelde mali bağımlılığın daha da gelişmesine yolaçtı.Öyle ki Çarlık Hükümeti yıkıldıktan sonra yerine geçen Geçici Hükümet devletin gereksinimi için gerekli olan borç parayı İngiliz ve Fransızlardan savaşa devam etme kararı temelinde ele alabildi. O zaman rekabetin daha da şiddetlenmesini yani IV. ve V. gruptaki sermayelerin giderek dünya pazarında piyasa değerlerini belirlemeye başladıklarını ve üretim fiyatlarının da bunun etrafında oluşmaya başladığını varsayalım.Zaten I.Dünya savaşı bu süreci hızlandırmıştır. Genel Kar Oranlarının Dünya Çapında Eşitsizlenme Eğilimi ve Ekim Devrimi Marx’ın yukarıdaki tablosunu, IV. ve V. gruptaki sermayelerin piyasa değerlerini belirlediği şeklinde tekrar kuralım. Bu iki sermaye grubunun ortalamasının piyasa değerlerini belirlediğini varsayalım.Zaten kar oranlarının eşitlenmesini kaçınılmaz olarak bu durum izler ve bu bir zorunluluktur. Bu durumda bu iki sermayenin ortalaması şöyle olur: [(85s + 95s ) + (15d + 5d)]/2 (180s/2 + 20d)/2= 90s + 10d Sömürünün % 100 olduğunu varsayarsak o zaman kar oranı: 90s + 10d + 10a= (90s + 10d)/10a = % 10
Bütün sermayelerin maliyet fiyatlarına % 10’luk bir değer eklediğimiz zaman her sermayenin üretmiş oldukları metaların üretim fiyatları aşağıdaki gibi olur: Sermayeler | Artı-Değer | Metaların Değeri | Metaların Maliyet Fiyatı | Metaların Fiyatı (GSMH)(3) | Kâr Oranı | Fiyatın Değerden Sapması | Ülkeler(2) | I.60s+40d (Harcanan s 51)(1) | 40 | 131 | 91 | 101 | % 10 | -30 | Çin,Hindistan, İran vs. | II. 70s+30d (Harcanan s 51) | 30 | 111 | 81 | 91 | % 10 | -20 | Osmanlı İmparatorluğu, İspanya, Portekiz vs. | III.80s+20d (Harcanan s 50) | 20 | 90 | 70 | 80 | %10 | -10 | Çarlık Rusyası, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu vs. | IV.85s+15d (harcanan s 40) | 15 | 70 | 55 | 65 | %10 | -5 | Almanya, ABD, İtalya, Fransa, Japonya | V. 95s+5d (Harcanan s 10) | 5 | 20 | 15 | 25 | %10 | +5 | İngiltere | Bu tablonun anlamı nedir? Bu tabloya göre I. ve II. gruptaki ülkeler tamamen bağımlı ve sömürge statüsüne düşmüşlerdir ve toplumun ekonomik yaşamının örgütlenmesi emperyalist ülkelerin ekonomik desteği olmaksızın mümkün değildir. III. gruptaki ülkeler, emperyalistlere güçlü bir mali bağımlılığa sahiptirler ve ülke ekonomisinin ayakta tutulması emperyalistlerden sağlanacak mali yardımlara ve sermaye ithaline bağlıdır.IV. gruptaki ülkeler ekonomilerinin genişletilmiş ölçekte yeniden üretimini az çok yapabilmektedirler ama ürettikleri artı-değerlerin bir kısmını da tam olarak gerçekleştiremezler.Bu ülke ekonomisinde bir huzursuzluğa neden olur.Eğer bu ülkeler Almanya gibi savaşı kaybetmişlerse, ağır savaş tazminatları ve pazarların kaybedilmesinden dolayı ağır bir ekonomik kriz içerisine sürüklenirler.Son gruptaki sermayeler ise dünya piyasasındaki avantajlı konumunu devam ettirirler ve bu durum onlara dünya siyasetinde önemli bir liderlik rolü verir. Ama burada çok önemli br sorun vardır: GKO dünya çapında rekabet yolu ile eşitlenirken,bazı sermayelerin gerçekleşmeyen artı-değerlerinin bir kısmı daha iyi üretkenliğe sahip olan sermayelere akardı.Ama yukarıdaki tabloda böyle bir şey söz konusu değil. IV. grubun -5’nin V. grubun + 5’ini oluşturduğunu varsayarsak, I,II ve III. grupların gerçekleşmeyen artı-değerlerinin toplamı 60’dır ya da -60’dır. Peki bu gerçekleşmeyen artı-değerler nereye gitmiştir? Gerçekleşmeyen bu -60 artı-değerin dağılımının teorik olarakşöyle olması gerekir: 1-İflas eden sermayeler; 2-Savaş harcamaları gibi üretken olmayan sektörlere giden ve israf olan sermaye; 3-Fiktif sermayeye dönüşen bölüm yani toplumun gelecek yıllarda gelirinden ödenecek kısım. Bunlar sermayenin gelecek devir hareketinin (yani üretim tarzının) sonucunda ortaya çıkacak olan artı-değerlerden karşılanacağı için mevcut devir hareketinin dışında kalırlar ve onun için tabloda görünmezler. Gerçekleşmeyen artı-değerlerin anlamını kısaca şöyle özetleyebiliriz: a- Yüksek cari açıklar ve ödemeler dengesinin bozulması sonucunda altın ve dövize olan talebin artması.Bu ülkeler gerekli olan ödeme araçları için IV. ve V. gruptaki ülkelerin kapısını çalarlar. b- Ticaret dengesinin bozulması ve ülke ekonomisi için gerekli sermayeye gereksinim ve bu gereksinimin IV. ve V. gruptaki ülkelerden ithal edilmesi zorunluluğu, bu ülkeler için gerekli mali ve ekonomik düzenlemelerin yapılmasını zorunlu hale getirir, ki bu düzenlemeler genellikle bağımlılık ilişkilerini doğurur. c-Bu temelde işbirlikçi politik hareketler ortaya çıkar ve bu ortaklığın sözcülüğüne soyunurlar. Tabloya bakıldığı zaman Çarlık Rusyası’nın bulunduğu III. kategorideki ülkelerin ekonomilerinin % 11’lik bir bölümünün yıkıma sürüklendiği görülmektedir.Bu durumda ülkenin genişletilmiş ölçekte yeniden üretimi, toplumun bir bütün olarak ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmış ve ülke bu sermaye açığını ithal etme yoluyla çözme seçeneği ile karşı karşıya kalmıştır.Savaş sırasında bu gerekli sermaye ithalini Rusya ancak İngiliz-Fransız emperyalist blokundan yapabilirdi. Bu blokun, gerekli olan sermaye aktarımını çok doğal olarak savaşın sürdürülmesine ve gereklerine bağlamaları vede bunun daha fazla insan gücünün savaş alanına sürülmesi anlamına geldiği için toplumun üretici güçleri müthiş bir şekilde baskı altına alınmıştı ve bu baskı belirli bir andan sonra dayanılmaz hale geldi.
Savaş alanına sürülen insan gücü ve yine savaşa ayrılan toplumsal sermaye, ülke ekonomisinin sanayii ve tarım gibi önemli sektörlerinden çekilip alınıyordu ve bu insan ve sermaye kıtlığı,belirli bir andan sonra halkın ihtiyaçlarının düzeyini karşılayamaz hale geldi ve Çarlığın ağır baskıcı politik yapısı da kitlelerin huzursuzluğunu ve öfkesini daha da geliştirdi.
Halbuki savaşın hemen öngününde Çarlık Rusya’sının ekonomik göstergeleri olumlu görünüyordu ve bu çalışmanın başında kısaca bu duruma değinmiştik.
Ekim Devrimi,emperyalist dünya ekonomisindeki rekabetin,Rusya’nın üretici güçlerini baskı altına almasına ve düzeyini daha da düşürmesine karşı vermiş olduğu tarihsel tepkinin bir ifadesinden başka bir şey değildir. Rusya’nın üretici güçleri belirli bir tarihsel düzeyin altına inemeyeceği için, kendi tarihsel düzeyine uygun bir politik biçimi bulması gerekiyordu.Ama bu politik biçime uluslararası alanda tarihsel bir yer açmak için DÜNYA GÜÇ DENGESİNİ KÖKÜNDEN SARSACAK BİR İDEOLOJİK VE SİYASAL HAREKETE İHTİYAÇ VARDI. İşte komünist hareket Rus toplumuna ihtiyaç duyduğu bu aracı verdi. Ancak komünist hareket gibi evrensel bir akım emperyalistlerin politik düzeyini dünya ölçeğinde sarsabilir ve gerekli olan tarihsel alanı açabilirdi.Daha sonraları faşizm de evrensel bir eğilim haline geldiği zaman aynı rolü oynadı. İşte Çarlık Rusya’sının en büyük tarihsel açmazı da buydu.Evrensel değil yerel bir tarihsel eğilime sahipti ve bu yerellik burjuva demokrasisi gibi evrensel bir eğilimin baskısı altında kalmıştı.
Toplumun ihtiyaç duyduğu bir anda Bolşeviklerin ona verdiği bu araç ya da kaldıraç, Bolşeviklerin güçlenmelerinin ve iktidara gelmelerinin de nedenini oluşturdu. O halde Ekim Devrimi, üretici güçlerin sosyalizm için olgunlaşmış olmasının değil , bizzat kapitalizmin iç hareket mekanizmalarının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
Yeni Uluslararası Düzen (Denge) ve Bolşevik İktidar Komünistleri Rusya’da iktidara getiren aynı neden yani üretici güçlerin düzeyine uygun olarak gerekli olan tarihsel alanın açılması zorunluluğu yine aynı şekilde iktidarın komünistlerin elleri arasından kayıp gitmesine neden oldu.Çünkü komünist iktidar kendisini üretici güçlerin düzeyine ve ihtiyaçlarına tamamen uydurabilmede yetersiz kaldı ve bu yetersizlik toplumun tarihsel doğasına aykırı müdahalelere yolaçtı.Bunun sonucunda üretici güçler, kendisine olayların karmaşıklığı içerisinde yeni eğilimler aramaya başladı ve çok kısa bir zaman sonra bunu buldu da.
Bu daha önce de belirttiğimiz gibi Lenin’in hataları ile başlayan ve Stalin kliği etrafında asıl temsilcilerini bulan ve ilk başlarda yarı-proleter bir karaktere sahip olan ama iç ve dış ekonomik ve politik eğilimlerin baskıları ile küçük-burjuva dünya görüşüne evrilen bir bürokratik eğilimdi.Bu eğilimin hiç kuşkusuz babası Lenin’di ama onun asıl ebesi Stalin oldu.
Konunun daha iyi anlaşılması için bazı genel soyutlamalar yapmak gerekmektedir.
GKO’nın dünya çapında eşitlenmesi,bir emperyalist dünya savaşına neden olmuş ve bu savaş da rekabeti son sınırına kadar zorladığı için, en iyi üretkenliğe sahip ülkelerin ya da sermayelerin dünya ekonomisi içerisinde giderek piyasa değerlerini belirlediği bir duruma yol açmıştır. İşte burada bütün mesele bu yeni piyasa değerlerinin ne anlama geldiğini kavramaktır. Bizce, en iyi üretkenliğe sahip emperyalist sermayenin piyasa değerlerini belirlemesinden şunları anlamak gerekir:
a- Çok yoğun teknolojik ürünlerin tasarlanıp ve üretimine başlanması.Öyle ki bazı sermaye grupları bu ürünleri geliştiremezler dahi. IV. ve V. grubun piyasa değerlerini belirlemesi demek aynı zamanda diğer sermaye gruplarının onların bazı ürünlerini üretememesi demektir.Çünkü bu sonuncuların bu ürünlerin geliştirilmesi ve üretilmesi için gerekli olan tarihsel sermaye birikimleri zayıftır ve onun için bu ürünlerin düzeyine çıkmada yetersiz kalırlar.Bu fark savaş alanında cephelerin kaybedilmesine, nüfuz alanlarının zayıflamasına ve nihayetinde ekonominin gereksinimi olan pazarların kaybedilmesi ile sonuçlanır.Bu durum IV. ve V. gruba göre geri olan ülke ve sermaye gruplarının toplumsal krizini arttırır ve onları IV. ve V. gruba daha bağımlı hale getirir.
Direkt savaşların olmadığı ama nüfuz mücadelesinin dolaylı bir şekilde yaşandığı durumlarda da sonuç aslında yine aynı olur ama başka bir biçimde. Dolaylı bir nüfuz mücadelesinin sürdüğü durumlarda, IV. ve V. gruların temsil ettiği toplumlar ile diğer sermaye gruplarının (I,II ve III) temsil ettiği toplumlar arasındaki gelişmişlik farkı oluşur ve bu fark giderek pazar alanlarının ve nüfuz alanlarının zayıflamasına yolaçarak toplumun zamanla bir sosyal krize sürüklenmesine neden olur ve köklü politik değişikliklere yolaçar. Sovyetler Birliği’nin çökmesi gibi.
b-Yoğun teknolojik ürünler,aynı zamanda ekonominin dinamik yapısının korunmasına da yardımcı olur ve işsizlikten kaynaklanan huzursuzluğu zayıflatır.Çünkü bu tür ürünlerin piyasası genelde dünya piyasası olduğu için ihracatın artmasına ve değerli döviz ve madenlerin ülkeye yoğun bir biçimde akmasına neden olur.Bu ürünler örneğin I. dünya savaşı sırasında, uçak, denizaltı,muhabere sistemleri,motorlu ve mekanize araçlar vs.dir.İkinci dünya savaşı sırasında yoğun teknolojik içerikli savaş araçları ile birlikte Atom bombası gibi silahlardı. İkinci Dünya savaşından sonra,uydu sistemleri ve nükleer teknolojiydi. Yine günümüzde ABD’nin geliştirmekte olduğu Anti-Balistik Füze Kalkanı (ABFK) projesi de bu türdendir.
c-Yoğun teknolojik ürünlerin ihracatının neden olduğu ihracat, ülkeye değerli döviz ve madenlerin girişine neden olduğu için,içeride mali piyasalarda bir rahatlamaya ve faizlerin düşmesine neden olarak, ekonominin diğer sektörlerinin rahatlamasına ve maliyetlerinin düşmesine yardımcı olarak rekabetçi yapılarının gelişmesine neden olur.Bu durum istihdamın gelişmesine neden olarak,işsizler ordusunun göreceli zayıflamasına neden olarak ,içeride çelişkilerin zayıflamasına yolaçar.
d-Yoğun teknolojik ürünlerin üretimi ve bunun neden olduğu yan üretim kollarının gelişmesi ve mali piyasalara olumlu etkisi, sermaye birikiminin boyutlarını geliştirir ve borç verilen para sermayenin miktarını çoğaltır. Bu durum dışarıya açılan kredi miktarının genişlemesine neden olarak mali bağımlılığın gelişmesini arttırır.IV. ve V. grubun dışındaki sermaye grupları, gerekli sermaye açıklarını,birincilerden kredi yolu ile tedarik ederek kapatmaya çalışırlar.Çünkü dünya sermaye stokları bunların ellerindedir. İşte ancak tam da bu ekonomik temel üzerinde Ekim Devrimi’nin sorunları anlaşılabilir.
Yukarıdaki tabloda, IV. ve V. sermaye gruplarının piyasa değerlerini belirlediği bir dünya ekonomisinde, Rusya’nın da içinde bulunduğu III. gruptaki sermayelerin sermaye açığının -10 olduğunu görmekteyiz. Rusya bu -10’u ancak IV. ve V. gruptaki ülkelerden yani İngiltere-Fransa’dan (daha sonra bunlara ABD de eklendi) elde edebilirdi.Almanya,Japonya ve İtalya’nın kendileri zaten derin bir ekonomik kriz ile karşı karşıyaydılar.
Dünya savaşı Rusya’nın bütün ekonomik ve politik orantılarını bozdu ve onu yüksek teknolojik ürünlere (özellikle de savaş teknolojisi) daha bağımlı hale getirdi.Bu ürünlerin ezici kısmını kendisi üretmediği için,onları ithal etmek zorunda kaldı.Bu ürünlerin ithalatı Rusya’nın altın rezervlerini erittiği gibi, vergilerin ve devalüasyonların artmasına vede borçlanmanın gelişmesine nede oldu.Belirli bir andan sonra Çarlık Rusya’sı geri dönüşü olmayan bir yola girdi: Emperyalistlerden uzak dursa ülke ekonomisi için gerekli olan borç parayı elde edemeyecek ve ülke ekonomisi yıkıma sürüklenecek,bu durumda halk ayaklanması kaçınılmaz hale gelecek; emperyalistler ile birlikte hareket etmeye devam ederse,savaş alanına sürekli asker sürmeye devam edecek ve huzursuzluk aynı şekilde gelişecek.Sonuçta bu ikincisi oldu ve Çarlık 1917’nin başında yıkıldı. Ama işin ilginç tarafı, Çarlığı yıkan neden iktidara gelen Geçici Hükümeti de yıktı.Ama daha da ilginci aynı nedenin Bolşevik iktidarı yıkmasıdır.
Bu nokta anlaşılmadan Ekim Devrimi’nin tarihsel doğası,III. Enternasyonal’in yapısı, « Savaş Komünizmi », 1920’li yılların sonlarındaki « Kollektifleştirme » politikası ve uluslararası faşist hareketin daha sonraki yıllarda yükselmesi ve burjuva demokrasisini belirli bir süre dengelemesi anlaşılmaz.Çünkü saydığımız bu son olaylar komünist hareketin tarihsel boşluğunun neden olduğu olaylardır.
Rusya’da politik iktidarın farklı sınıf ve katmanların eline geçmesi, Rus ekonomisinin temel sorununu değiştirmiyordu:Rus ekonomisinin genişletilmiş ölçekte yeniden üretimi için,emperyalist ülkelerden Rusya’ya düzenli olarak belirli bir sermaye miktarının akması gerekiyordu.Bu sorun Rusya’daki bütün sınıfların (proletarya da dahil) ortak temel sorunuydu ve bu sorundan kaçış tarihsel açıdan mümkün değildi.
Rusya’da iktidarın gerek Çarlığın gerekse de Geçici Hükümet’in ellerinden kayıp gitmesine neden olan durum,bu hükümetlerin emperyalistlere fazla bağımlı olmasından kaynaklanıyordu.Zaten Bolşeviklerin toplumsal ölçekte güçlenmelerinde savaş karşıtı politikalarının büyük payı vardı.Ama Bolşevikler, Çarlığın ve Geçici Hükümetin aşırı bağımlılıklarına başka bir aşırılıkla karşılık verdiler: Rus ekonomisini emperyalist dünya ekonomisinden tamamen tecrit etmeye başladılar.
Bolşeviklerin katı « anti-emperyalist » politikaları giderek Rusya’nın kendisini gereli sermaye stoklarından tecrit etme politikasına dönüştü.Bolşevikler sorunun özünü kavramamışlardı ve çok kısa bir zaman sonra Rusya sermaye sıkıntısından dolayı felç olunca, sorun yakıcı ve sert bir şekilde kendisini dayattı ve daha önceki bölümlerde belirttiğimiz olaylar meydana geldi. İşte bu noktada bütün sorun,bir sosyalist devrim anında komünist politik iktidarın,emperyalist sermaye karşısında tutumu sorununa gelip dayanmaktadır.
Bolşevikler bu noktada « Sol Komünist » bir tutum takındılar. III.Enternasyonal’de Lenin başka ülkelerin komünist hareketlerini muhalefetteyken yapmış oldukları « solculuk »tan dolayı eleştiriyordu. Bu « Solculuğun » tehlikelerini ve komünist hareketin gelişimini nasıl baltaladığını ve kötürüm ettiğini onlara anlatıyordu.Ama işin ilginç tarafı aynı solculuk hastalığına iktidarda Bolşevikler başka bir sorun etrafında yakalanmışlardı. Lenin III.Enternasyonal’de muhalefetteki komünist örgüt ve partilere daha esnek taktikler geliştirmeleri için çağrıda bulunuyordu.Legal ve illegal mücadelenin birleştirilmesi,parlamentodan yararlanılması,sendikalarda ve demokratik kitle örgütlerinde çalışılmasının önemi üzerinde duruyordu. Bu durum da genellikle şöyle açıklıyordu:Belirli bir süre düşman ile cepheden savaşmadan,yan yolları kullanarak zaman kazanmaya çalışmak ve tayin edici mücadele için güç biriktirmeye çalışmak.
İşin ilginç tarafı diğer ülkelerin komünistlerine bunu öğütleyen Lenin,Sovyet Rusya’nın emperyalistler karşısındaki tutumunda bunu uygulamıyordu.Halbu ki emperyalist sistem karşısında bu tür bir esneklik,yan yollara sapma ve dolambaçlı yollar kullanma politikası, en çok dünya sosyalist devrimi perspektifi temelinde hareket eden Bolşeviklere gerekliydi.
Bolşevikler,dünya çapında,burjuvazi ile proletarya arasındaki ekonomik ve politk güç dengesini hesaba katmadan,daha dünya burjuvazisi dünya çapında egemen bir ekonomik ve politik güçken, dünya sosyalist devrimi için daha koşullar tam olgunlaşmamışken, dünya burjuvazisine cepheden saldırma hatasına düştü.
Bolşeviklerin cepheden saldırı stratejisinin en önemli ayaklarını,sermayenin varlık temellerine yöneltmiş oldukları kamulaştırmalar, yabancı borçların iptali ve dış ticaret tekelinin oluşturulması olan önlemler oluşturuyordu. Bu tür önlemler, emperyalist dünya ekonomisinin ve kapitalizmin tarihsel çerçevesinin yanlış analiz edilmesi sonucunda ortaya çıkan vede idealist bir felsefeden beslenen bir politikanın sonucuydular. Çok kısa bir zaman sonra bu idealist politikanın sonuçları ortaya çıkmaya başladı. Rus ekonomisini sermaye ihraçları yoluyla besleyen emperyalist sermayenin kesilmesi sonucunda ülke ekonomisi anında felç oldu ve sermaye sıkıntısı ülke ekonomisinin temel sorunu olarak başgösterdi. Sermaye birikimi sorunu ve bu sorunun uygulamış olduğu tarihsel baskı, denebilir ki, Sovyet Rusya yıkılana kadar, Sovyet yöneticilerinin peşini hiç bırakmadı.
Ekim devrimi ile emperyalist ülkelerdeki devrimler arasındaki zaman dilimi uzamaya başladığı andan itibaren,Sovyet Rusya’nın acil sermaye geksiniminden doğan sorunları da ağırlaştı ve Bolşevik Parti’yi bürokratik ve aşırı müdahaleci vede aceleci bir eğilime sürükledi.
Bolşeviklerin emperyalist sermayeye zamansız cepheden saldırı politikasının çok önemli iki olumsuz sonucu oldu: 1-Cepheden saldrı emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkilerinin belirli bir süre yumuşamasına ve geri plana itilmesine neden oldu. Bu politikanın en önemli sonucu, sosyal demokrasinin tarafsızlığının ortadan kalkarak, emperyalist burjuvazinin yedeğine girmesidir. Halbu ki sosyal demokrasinin tarafsızlığı, Uluslararası Komünist Hareket (UKH) açısından, emperyalistlerin saflarının bölünmesi bağlamında hayati önemdeydi.Kaldı ki,Bolşevik iktidar, belirli bir süre bağımsızlığını ve niteliğini, emperyalistler arasında manevra yaparak sağlayabilirdi ve bu temelde zaman kazanabilirdi. Sosyal demokrasinin cepheden saldırı politikası sonucunda, tarafsızlıktan emperyalistlerin müttefiki durumuna itilmeleri, Bolşevik politikanın yanlışlığının Enternasyonal alanda en önemli birinci sonucudur. Bu sonuç, emperyalistlerin bütün burjuvaziyi « komünist » tehdit karşısında başarılı bir şekilde birleştirmesi sonucunu doğurmuştur ancak emperyalistlerin bu politikasının temellerini hazırlayan da Bolşeviklerin yanlış politikaları olmuştur. Onun için Tony Cliff, sosyal demokrasinin ihanetinden bahsederken ve suçu tek onlara yıkarken hatalıdır.Sosyal demokrasinin ihaneti « Bolşevik hata »nın üzerinden yükseldi.
2-Cepheden saldırı politikasının ikinci olumsuz sonucu ise, birici hatanın kaçınılmaz sonucudur. Bolşeviklerin hatalarının sonucunda emperyalistler Rusya’yı ekonomik ve politik olarak dünyadan tecrit ederlerken, Bolşevikler belirli bir zaman sonra, müttefikleri ile karşı karşıya gelmeye başladılar ve müttefiklerini kaybettiler. Bolşeviklerin kendi müttefikleri olan Sol Sosyalist Devrimciler (SSD) ile karşı karşıya gelmeleri ve korkunç bir içsavaşa sürüklenmeleri (ki bunun adına « Savaş Komünizmi » adını verdiler), dış ekonomik ve politik tecritin kaçınılmaz sonucuydu.
İşte tam da bu noktada, içte ve dışta rejim baskı altına aındığı bir sırada ve Bolşevik Parti komünist kimliğini büyük bir oranda kaybettiği sırada, Bolşevikler III. Enternasyonal’in kuruluşuna hız verdiler.Rus ekonomisinin acil ihtiyaçlarının karşılanması ve rejimin güvenliğinin garanti altına alınması sorunu ön plana çıktıkça, Bolşeviklerin « zorlama » politikaları da paralelinde gelişiyordu ve bürokratik araç ve metodlar ile destekleniyordu.
III.Enternasyonal kurulduğu zaman,bu Enternasyonal’in temelini ve omurgasını oluşturan Bolşevik Parti, bürokratik ve revizyonist bir parti durumuna düşmüştü. Yani III.Enternasyonal kuruluşundan beri revizyonist bir karaktere sahipti ve daha sonraki yıllarda bu oportünist-revizyonist eğilim daha da gelişti ve kurumsallaştı.
Burada yeni bir durum ile karşı karşıyayız.Ekim Devrimi’nden sonra vede özellikle III. Enternasyonal’in kuruluşundan sonra, Avrupa ve dünya komünist hareketi içerisinde yeni bir revizyonist eğilim gelişti ve güçlendi. Bu yeni revizyonizm, Lenin ve Bolşevik Parti’nin hatalarının teorize edilmesi ile karakterize olup, Ekim Devrimi öncesi II. Enternasyonal’in revizyonizminden farklıdır. Bu revizyonizm, özellikle Sovyetle Birliği ve III. Enternasyonal aracılığı ile dünyaya ihraç edilmeye çalışılmıştır ve bugün de komünist ve işçi hareketi içerisinde derin köklere sahiptir.
Bolşevik Parti ve III. Enternasyonal aracılığı ile diğer ülkelerin komünist hareketleri içerisine nüfuz eden bu revizyonist ve bürokratik anlayış, diğer ülkelerin komünist hareketlerinin (belki kendi hallerine bırakılsalardı daha olumlu bir gelişime sahip olacaklardı) doğal gelişim seyirlerini baltalamış ve onların sosyal gelişimlerini,Rus ekonomisinin baskısının ihtiyaçları temelinde aceleci bir şekilde dar ve oportünist bir tarihsel temel üzerine oturtarak, gelecekte burjuvazi karşısında alınan yenilgilerin temel nedenini oluşturmuştur. Özellikle Alman devriminin yenilgisinde III.Enternasyonal’in hataları stratejik bir yere sahiptir.
III.Enternasyonal’in bu durumuna ortaya koyduğumuz teorik çerçeve ve temel üzerinde kısaca bakmaya çalışalım.
(devam edecek)
|
 |