[ Kurdî   English   Francais                                 PROLETER DEVRİMCİLER KOORDİNASYONU (PDK)  28-05-2023 ]
{ komunistdunya.org }
   Açılış_sayfanız_yapın  Sık_Kıllanılanlara_Ekle

 Site Menü
   Ana Sayfa
   Devrimci Bülten
   Yazılar / Broşürler
   Açıklamalar
   Komünist Hareketten
   İlerici / Devrimci       Basından
   Kitap - Broşür PDF
   Sanat
   Görüşler

 Arşiv - Ara
   Arşiv
   Sitede Ara

 İletişim
   Bağlantılar
   Önerileriniz

_ _
{ }


_ _
{ Son Yazılar }
Devrimci ve Demokrat...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Say...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
EMPERYALİZM VE TÜRKİ...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
_ _
{  PDK Devrimci Bülten - Sayı 52 (5) }
| Devrimci Bülten
KÜRT ULUSAL SORUNU VE ORTADOĞU JEOPOLİTİĞİ

K.Erdem

Ortadoğu'nun jeopolitiği yani bölgede politik yapıların birlikteliği ve bunların uluslararası bağlantıları giderek değişmektedir. Bölgenin bu jeopolitik değişimi içerisinde Kürt ulusal sorunu ve bağımsızlık hareketi de giderek stratejik bir konum elde etmektedir.

Giderek genel olarak Ortadoğu özel olarak da Kürdistan emperyalist sistemin zayıf halkası konumuna gelmektedir.

Ekim 2002'de Devrimci Bülten'nin otuzuncu sayısının Başyazı'sında şu tespitlerde bulunmuştuk:

"ABD’nin Ortadoğu’yu kendi çıkarları temelinde tekrar düzenleme siyaseti, orta ve uzun dönemli olarak, ancak, Ortadoğu’da toplumsal patlayıcı maddelerin birikmesine neden olabilir.

Bölgedeki bütün rejimler, Türkiye'de dahil, önümüzdeki beş-on yıl içerisinde (belki de daha az bir süre içerisinde) kaçınılmaz bir çöküşe doğru gideceklerdir. Üstelik bu rejimlerin değiştirilmesini en çok da genel olarak uluslararası emperyalizm özel olarak da ABD emperyalizmi istemektedir. Ama rejim değişiklikleri iç savaşlar olmaksızın olanaksızdır." (Ortadoğu Politikasında  Patlayıcı Maddeler,Devrimci Bülten sayı 30, www.komunistdünya.org)

Belki tespitin zaman dilimiyle ilgili bölümünde bir sorun olabilir ancak esasının yani içerisine girilen sürecin politik yönünün  doğruluğundan şüphe yoktur.

Çok açık bir şekilde olayların gelişimi gerek Türkiye'nin gerekse de bölge devletlerinin artık Kürt ulusunu eskisi gibi baskı altında tutma yeteneklerinin giderek ortadan kalktığını göstermektedir. Halkların eskisi gibi yönetilmek istenmedikleri olgusu tek Kürt ulusu ile ilgili bir fenomen değil diktatör rejimler altında yaşayan halkların ortak eğilimi olarak belirmektedir.

Bu durum aynı zamanda burjuva demokrasisinin bir tür uluslararasılaşması eğilimidir de.Bölge halkları daha fazla değişim ve reform istemekte ve politik yapının ve yaşamın daha fazla demokratizasyonunu talep etmektedirler.

Kürt ulusal sorunu sömürgeci devletler açısından eskisi gibi bölge ve dünya siyasetinden tecrit bir sorun olmaktan çıkmış ve uluslararası siyasetin önemli bir parçası haline gelmiştir.Denebilir ki Ortadoğu'da Kürt ulusunun siyasi potansiyelini hesaba katmadan bir politika oluşturmak neredeyse imkansız hale gelmiştir.

Ortadoğu'daki gelişmeler giderek Türkiye Cumhuriyeti devletini ve AKP Hükümeti'ni bir politik çıkmaza doğru sürüklemektedir.Devlet ve Hükümet olayların arkasından sürüklenmektedir ve perspektif yokluğu ya da geleceği kucaklayacak bir politik açılım yokluğu devletin ve hükümetin temel politik eğilimi olarak belirmektedir.Bu noktada PKK ve Kürt ulusal hareketi devletten sürekli bir adım önde gözükmektedir.Eskiden Kürt ulusal kurtuluş hareketinin bastırılmasını kolaylaştırın uluslararası  konjonktür, bugün tam aksi yönde sonuçlar üretmekte ve ulusal hareketin lehine gelişmekte ve onun bastırılmasını imkansız hale getirmekle birlikte gelişimini daha da kolaylaştırmaktadır.

Peki bunun nedeni nedir?

Bunun nedeni devletin ve PKK'nin soruna farklı ideolojik pencerelerden bakmaları ve bundan dolayı nesnel süreçleri farklı bir şekilde ele almalarından kaynaklanmaktadır.

PKK Kürtlerin bir ulus olduğunu ve bu ulusun diğer uluslar ile aynı politik hak eşitliğine sahip olması gerektiğini aksi taktirde sömürgeci devletlerin de demokratikleşemeyeceğini ileri sürerek  ve Kürt ulusunun kurtuluşunu sömürgeci devletlerin demokratikleşmesi eğilimine ve dinamiğine bağladı.Aynı zamanda bu politika evrenselleşen burjuva demokrasisinin eğilimleri ile de uyumludur. Giderek burjuva demokratik eğilim ve değerlerin emperyalist ülkelerden dünyaya yayılması bir burjuva demokratik talep olarak Kürt ulusunun bağımsızlık mücadelesini hem meşru kılmakta hem de kolaylaştırmaktadır.

Bugün bölgede demokratikleşme eğilimleri gelişirken burjuva demokratik politik yapıya sahip olan devletler Kürtlerin otonomi, federasyon ve bağımsızlık gibi taleplerine artık gözlerini kapatamadıkları gibi onun politik enerjisinden rakiplerinin jeopolitik konumlarını sarsmak için bile yararlanmak istemektedirler. Bütün bunlar ulusal hareketin manevra alanını genişletmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti (TC) devleti ise Kürtleri ulus olmaktan ziyade "etnik" bir topluluk olarak görmekte ve bu "etnik sorun" bakış açısıyla soruna yaklaşmaktadır.Soruna bu dar yaklaşım  sekter ve tutucu bir politik yaklaşımı da beraberinde getirmektedir.

Bu bakış açısı bir yandan kendisini uluslararası burjuva demokratik politik yapılardan (müttefiklerinin ezici bir kısmı bu yapıya sahiptirler ,ABD ve AB gibi) ve  hareketlerden ayırmakta; bir yandan da ülke içerisindeki demokratik eğilim ve hareketlerden ayırmaktadır.Bu  durum iç ve dış politikada devletin daha fazla tecritine yol açmaktadır ki bu ulusal içe kapanıklığı beslemekte ve milliyetçi eğilimleri güçlendirmektedir.

Soruna etnik ideolojik temelde yaklaşım ve bu temelde Türk milliyetçiliğini devlet ve politik sistem içerisinde geliştirme ve güçlendirme ya da statuquo'yu koruma anlayışı, TC devletinin burjuva-demokratik reformlar yapma yeteneğini de yoketmektedir.Devletin reform yapamama yeteneğinin kaynağı ise politik sistemin üzerine oturmuş olduğu toplumsal konsesüsü oluşturan  sınıfların karakterinden kaynaklanmaktadır.

TC devletinin üzerine oturmuş olduğu toplumsal konsesüsü oluşturan sınıf ya da sınıfların tarihsel ve toplumsal karakteri anlaşılmadan devletin gelecekte ortaya koyacağı toplumsal refleksin yapısı da kavranamaz.

TC devleti Türk İşbirlikçi Tekelci Burjuvazisinin (TİTB) devletidir ve politik yapısı ise bu sınıfın evrimine ve dünya emperyalist sistemi içerisindeki yerine sıkı sıkıya bağlıdır.TİTB ara bir toplumsal katmandır ve onun ideolojik ve politik ufku da bu ara toplumsal katmanın dar ufku ile sınırlıdır.

TİTB uluslararası tekelci sermayenin gelişimine paralel olarak bağımlı ülkelerde ortaya çıkan bir toplumsal ekonomik katmandır.Bugüne kadar ekonomik gelişimini,  politik alanda sürekli burjuva demokrasisini bastırarak elde etmiş ve bu bastırmanın ideolojik ve politik ifadesi ya da karakteri Türk milliyetçiliği ve faşizm olmuştur.

TİTB politik iktidarını,kendi sınıfının bütün katmanlarını bir tek politik blok halinde birarada tutmayla,liberal burjuvazinin bir kesimini de kendi müttefiği olarak kazanma ile ve de uluslararası alanda özellikle ABD ve AB emperyalistlerine dayanarak ayakta tutmaktadır.

Uluslararası ölçekte  giderek sermayenin yoğunlaşması ve bu temelde de giderek merkezileşmesi,uluslararası tekellerin giderek nüfuz alanlarını daha da genişletmesine ve bu temelde de dünyanın çeşitli yerlerinde nüfuz alanlarının tekrar bölüşülmesi sorununu yakıcı bir şekilde gündeme getirmiştir.

Özellikle Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'daki bürokratik ve devlet kapitalizmine dayanan rejimlerin çökmesinden sonra,NATO ittifakının temsil ettiği emperyalist merkez, nüfuz alanlarını daha da genişletmeye başlamış ve bu genişlemenin ekonomik alandaki biçimi liberal ekonomi, politik alandaki biçimi ise burjuva demokrasisi olmuştur/ olmaktadır.Liberal ekonomi ve burjuva demokrasisi Transatlantik Emperyalist İttifakının (TEİ) ideolojik ve politik yayılma biçimini oluşturmaktadır. Bu biçim, empryalistlerin  burjuva demokrasisinin dışındaki baskıcı rejimlerdeki halk hareketlerini kendi çıkarları doğrultusunda kanalize etmede de önemli bir kaldıraç vazifesi görmektedir.

TEİ dünya genelinde nüfuz alanlarını,başka emperyalistlerin (Rusya ve Çin gibi) aleyhine genişletebilmesi için kendi müttefiklerinin de "Soğuk Savaş" dönemindeki faşist ideolojik ve politik yapılardan burjuva demokrasisine evrilmelerini istemektedir.İşte Türkiye AB üyeliği aracılığıyla bu temelde bir dizi ekonomik ve politik reforma zorlanmıştır.AB'ye üye olma sürecinde burjuva demokratik reformlara zorlanan Türkiye'nin,politik iktidarı elinde bulunduran sınıfın (TİTB) tarihsel karakterinden kaynaklanan bir çok tarihsel açmazı ortaya çıkarmıştır:

a-)Burjuva-demokratik reformlar,TİTB'in toplumsal ve tarihsel karakteri ile uyuşmayan ve benimsendiği andan itibaren de farklı toplumsal sınıf ya da dinamiklerin güçlenmesine neden olmaktadır.TİTB özellikle yoğun bir Türk milliyetçiliği ve İslami-muafazakar ideoloji ile şekillenmiş bir yapıya sahiptir ve
 burjuva demokrasisi bu eğilimleri zayıflattığı için TİTB'yi oluşturan politik eğilimler geleneksel tabanlarının zayıflaması tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadırlar.

b-)Burjuva demokratik reformlardan dolayı geleneksel tabanlarını kaybetme tehlikesi ile yüzyüze olan TİTB'nin politik yapıları, giderek kendi aralarında politik rekabeti geliştirmektedirler ve bu temelde geleneksel milliyetçi ve islami ideolojik eğilimleri körüklemektedirler.Bu durum bir tür politik kilitlenmeye neden olarak reform sürecinin dizginlenmesine neden olmaktadır.

c-)Burjuva demokratik ideolojik ve politik eğilimin benimsenmesi, politik iktidarın örgütlenmesine yeni sınıfların dahil olmasını (liberal ve küçük-burjuva  gibi) gerektirdiğinden ya da bu olanağı ortaya çıkardığından,TİTB'nin politik iktidarı başka bir sınıf ile paylaşmak istememesi ve bu süreci de sürekli reform karşıtı eğilimlere sarılarak durdurmak istemesi, kendisini açıkça ortaya koymaktadır.

d-)Burjuva demokratik reformlar,politik iktidarın tamamen TİTB'nin elinden kayıp gitmesi riskini de barındırmaktadır ve bu risk bu sınıfı korkutarak daha fazla tutuculaşmasına neden olmaktadır.

e-)TİTB'nin burjuva demoratik reformları benimsememesinin bir başka nedeni de,TİTB ile uluslararası tekelci sermaye arasındaki rekabettir.Uluslararası tekelci sermayenin daha da gelişip güçlenmesi,işbirlikçi tekelci sermayenin giderek uluslararası tekeller tarafından daha da sıkıştırılmasına neden olmaktadır. İşbirlikçi tekelci sermaye giderek uluslararası tekeller içerisinde erime ya da onun tarafından yutulma ve tasfiye edilme seçeneği ile karşı karşıya kalmaktadır ki bu sermayenin dünya ölçeğinde merkezileşmesinin kaçınılmaz sonucudur. TİTB pazar payını giderek uluslararası tekeller lehine kaybetmektedir ve bu durum TİTB'den uluslararası tekellere karşı bir düşmanlık ve tepki oluşturmaktadır. Bu noktada TİTB,burjuva demokratik reformları, emperyalistlerin kendisini bir tür tasfiye hareketi olarak görmekte ve bu temelde milliyetçi eğilimlere daha fazla sarılmaktadır.

Kürt ulusal sorununda TİTB'nin soruna etnik temelde yaklaşımı ve bu temelde ideolojik koşullanması az yukarıda da gördüğümüz gibi toplumsal varlığının yapısıyla yakından bağlantılıdır.Ama bu ideolojik kabul, nesnel toplumsal süreçlerin yanlış analiz edilmesinin sonucu olduğu için,politik iktidarının temellerinin de zaman içerisinde oldukça daralmasına ve belirli bir andan itibaren de dağılmasına neden olacaktır.

TİTB'nin Kürt ulusal sorununa etnik temelin dışında yani onu ulus temelinde ele alıp ve çözümleme iradesi göstermesi, devletin karakterinin tamamen değişmesini gerektirdiği için ve bu durum da bu sınıfın politik etkisinin daralmasına götüreceği için,bu sınıf sorunu sürekli etnik sorun temelinde tutmak istemektedir ki bu kendi açısından bir tarihsel çıkmazın hem göstergesi hem de sonucudur.

TİTB'nin reform yapma kapasitesinin en üst sınırı AKP'dir.AKP,TİTB için hem bir "politik düşük" hem de bir tarihsel göstergedir.Bu sınıf AKP'den daha üstün bir politik eğilim yani burjuva demokrasisine denk düşen bir toplumsal ve politik eğilim oluşturma kapasitesine sahip değildir.Bundan dolayı AKP'nin politik iktidarının toplumsal temelleri o kadar da sağlam değildir.

AKP'nin burjuva demokrasisi ile faşizm arasında kalan melez konumu eşyanın tabiatı gereği fazla uzun sürmez/süremez.Burjuva demokrasisini oturtamadığı ve bu temelde yeni bir toplumsal konsesüs oluşturamadığı taktirde bütün toplumsal avantajlarını kaybedecektir.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürt ulusal sorunu karşısındaki çıkmazı,kendi politik yapısının ve bu yapının içeriğini oluşturan TİTB'nin toplumsal-tarihsel yapısının ve konumunun ürünüdür.Bu sınıftan Kürt ulusal sorununun çözümünü beklemek ve bu temelde devletin karakterinin değişmesini beklemek,liberal burjuva yanılsamalardan başka bir şey olamaz.

Türkiye'nin Kürt ulusal sorunu karşısındaki politik çıkmazı,onun bölgesel politik çıkmazının da temelini oluşturmaktadır.

Türkiye Kürt sorununda ve genel olarak demokrasi sorunundaki dar ve geri yaklaşımını Ortadoğu geneline de uygulamak istemektedir.Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki diktatör rejimlerin yıkılmasını "demokrasi" adına selamlayan Türkiye, Batı Kürdistan'da Kürt ulusunun demokratik örgütlülüğünün gelişmesi karşısında ise adeta çuvallamıştır.

Batı Kürdistan'da Kürt ulusunun demokratik mücadelesinin gelişmesi karşısında, işbirlikçi Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), Türkiye'nin zorlamasıyla ve yine kendi anti-demokratik eğiliminin de ürünü olan anti-Kürt açıklamalarda bulundu.ÖSO bu açıklamalar ile zamanı geldiğinde  Kürt ulusunun Suriye'de bağımsızlık ve federatif eğilimlerini bastıracağının da sinyalini vermiş oldu.

Kürt ulusunu baskı altında tutan devletlere politik değişim hep dışarıdan dayatıldı.Örneğin Irak'ta ve Suriye'de böyle oldu.Irak ve Suriye'yi bu noktada İran'ın da izleyeceği artık herkesin bildiği bir sır.Bu ülkeleri sırası geldiğinde Türkiye'nin de izleyeceği artık açıkça ortaya çıkmış durumdadır.

Türkiye Kürt sorunu noktasında İran,Suriye ve Irak'tan daha avantajlı konumda olmasına rağmen stratejik olarak bu ülkelerden daha geri bir konuma kaymıştır.Türkiye'nin AB ve ABD ile ilişkilerinin düzeyi,ona daha esnek ve reformlarını daha sancısız bir şekilde gerçekleştirme avantajı sunmaktaydı. Ancak Türkiye uluslararası emperyalist desteğe rağmen bu reformları gerçekleştirme iradesine sahip olmadığını gösterdi.

Türkiye eğer bugün Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki halk ayaklanmaları rüzgarından etkilenmediyse, bunun nedeni, 1999-2004 arası ve yine 2008-2011 arası,  ABD ve AB desteğiyle uygulamış olduğu liberal politikalar sayesindedir. Bu liberal politikalar toplumda bir burjuva demokrasisinin oturtulması beklentisini yaratmış ve bu durum halkın geniş kesimlerinin politik öfkesinin pasifize olmasına neden olmuştur.

2000'li yılların başlarına kadar,Kürt ulusunu baskı altında tutan devletler aralarındaki çelişkilerin varlığına rağmen, Kürt ulusunun baskı altında tutulması noktasında ortak çıkarlara sahiptiler.Ancak 2003 yılında ABD'nin Irak'ı işgali ile birlikte "Pandora'nın Kutusu" açılınca Kürt ulusu üzerindeki yönetim kabiliyetini giderek kaybetmeye başladılar.Emperyalistler bölgeye ağırlıklarını koymaya başladıkları andan itibaren Kürt ulusunu baskı altında tutan devletler giderek kendi aralarında da düşman bir şekilde bölünmeye başladılar.Bölge devletlerinin emperyalist kamplaşmaya bağlı olarak kendi aralarında düşmanca bölünmeleri giderek Kürt ulusunu baskı altında tutma yeteneklerini de yoketmektedir.

Gelecekte olayların nasıl sonuçlanacağına tarihte bir örnek vererek katkıda bulunmaya çalışalım.Bugünkü Kürt sorunu geçmişte yaşanan Polonya sorununa çok benzemektedir.

Polonya feodal krallığı, Fransız devriminin alt-üst ettiği Avrupa jeopolitiği içerisinde, bağımsızlığını 1790'lı yıllarda üç devlet arasında bölünerek kaybetti.Bu devletler Çarlık imparatorluğu,Prusya Almanyası ve Avusturya imparatorluğuydu.Üç imparatorluk devletinin  Polonya ulusu karşısında birlikte hareketi, Polonya ulusunun bütün ayaklanma hareketlerinin bastırılmasında temel bir yere sahipti.Aşağı-yukarı yüz otuz yıl boyunca  Polonya'lılar bir çok defa ayaklanmalarına rağmen hiçbir zaman bağımsızlığa  kavuşamadılar.Ta ki Birinci Dünya savaşına kadar.Birinci dünya savaşında Polonya'yı baskı altında tutan devletler kendi aralarında düşmanca bölündüler. Almanya ile Avusturya-Macaristan imparatorluğu bir emperyalist kampta yer alırken, Çarlık imparatorluğu karşı emperyalist kampta yer aldı ve aralarındaki düşmanlık,Polonya ulusal kurtuluş hareketi karşısındaki düşmanlıklarının önüne geçti.Polonya burjuvazisi bu tarihsel düşmanlıktan Polonya'nın bağımsızlığı için yararlandı.Ama başka faktörler de bu bağımsızlığa yardımcı oldu.Emperyalist savaş, bu üç devletin iç politikasının ve rejimlerinin çöküşüne de yol açarak sosyal hareketin gelişmesine neden oldu ve bu devletlerin dış politik reflekslerini tamamen zayıflattı.Çarlık devleti Şubat 1917'de ve Alman ve Avusturya-Macaristan imparatorluğu da Kasım 1918 yılında çöktüler ve aynı anda devrimler içerisine çekildiler.Polonya ulusu da bu andan itibaren özgürlüğüne kavuştu.

Kürdistan'da da işlerin (elbette ki kendi özgül koşulları içerisinde) aynı yönde ilerlemesi hemen hemen kaçınılmaz gibi görünmektedir.

Uluslararası emperyalist sistem içerisinde  giderek emperyalist paylaşım mücadelesi kızışmaya başlamıştır. Emperyalistler  nüfuz alanlarının korunmasını ve geliştirilmesini artık eskisi gibi barışçıl yönetmler ile değil dolaylı ve dolaysız bir biçimde savaşlar aracılığı ile yapmaya başlamışlardır. Emperyalist paylaşım mücadelesinin savaş aracılığı ile yapılmaya başlanması bu kamplara dahil olan devletler arasındaki çelişkileri de düşmanca bir biçime büründürmektedir.İran-Suriye ekseni ile Türkiye arasındaki ilişkiler buna en iyi örnektir.Türkiye iki yıl öncesine kadar politik yumuşama gerçekleştirdiği bu ülkeler ile bugün düşmanca bir pozisyona sürüklenmiştir.

Emperyalist paylaşım mücadelesinin kızışmasına neden olan en önemli olaylardan bir tanesi de , Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki diktatör rejimlere karşı gelişen hareketleri etkileme ve kendi emperyalist politik yörüngelerine çekme çabası da önemli bir yere sahiptir.Kendiliğinden gelişen hareketler, emperyalistlere nüfuz alanlarını genişletmede bir tür fırsat olarak görünmüştür. Bu hareketler bölge jeopolitiğini derinden etkilemekte ve değiştirmektedir. Bugün bu hareketler istenilen politik derinliğe ve niteliğe sahip değildirler ve bundan dolayı giderek bir emperyalist grubun yedeğine düşmektedirler.En önemli özellikleri anti-demokratik olmalarıdır ve kendileri de iktidara geldiklerinde sadece yeni biri içsavaşın düğümünü atacaklardır. Kısacası Ortadoğu'daki politik kargaşa uzun yıllara yayılacaktır ve giderek devrimci ve komünist hareketlerin ortaya çıkmalarının döl yatağını oluşturacaklardır.

Bölgede rejime karşı gerici muhalif hareketlerin yerini devrimci ve komünist hareketlerin giderek almaya başlaması ve özellikle Kürt ulusunu baskı altında tutan devletlerin iç yapılarını sarsmaya başladıkları andan itibaren, Kürt ulusunun baskı altında tutulması giderek imkansız hale gelecektir.

Bugün bölgede en önemli sorun politik gericiliğin emperyalist gericilik tarafından üretilmesidir.Emperyalistler gerici güçlere dayanarak emperyalist çıkarlarını korumaya çalışırken bölgedeki halkları da "politik ve askeri kıyım makinesi"nin içerisine atmaktadırlar.Son on yılda bu  noktadaki emperyalist bilanço ağırdır.Afganistan'dan Irak,Libya,Lübnan ve Suriye'ye kadar uzanan geniş bir coğrafya'da emperyalistlerin karşılıklı olarak desteklediği gerici güçler arasında yaşanan savaşlar insanlığın bütün moral değerlerini tehdit etmektedir.

Ama bu dönem boyunca çok önemli bir nokta da su yüzüne çıkmıştır: Hiçbir ülke tek başına bu "politik ve askeri kıyım makinesi"ne karşı durma yeteneği ve kapasitesine de sahip değildir.Çünkü Uluslararası bir Mali-Oligarşi söz konusudur ve bir avuç emperyalistin kendileriden daha zayıf olan işbirlikçi devletleri de yanına alarak dünyanın çeşitli yerlerinde zayıf devletleri ve halkları kendi emperyalist çıkarları için diz çöktürmeleri söz konusudur.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) yapısı bile bunu açıkça göstermektedir.Bir avuç emperyalist uluslararası politik ve askeri tekele sahiptir ve bunlardan birisinin veto etmesi halinde herhangi bir sorun çözülmemektedir.

Uluslararası mali oligarşinin "politik ve askeri kıyım makinası" karşısında tutunabilmek ve ayakta kalabilmek için uluslar üstü bölgesel ve uluslararası örgütlere ihtiyaç vardır.Çünkü mali oligarşi uluslararası bir örgütlülüğe sahiptir ve yıkıcı ve de ezici gücünü de buradan alır.

Bu temelde komünist hareketin Ortadoğu'da bir yandan Komintern aracılığı ile bölgesel komünist ve devrimci güçleri birleştirmek için çaba göstermesi gerekirken öte yandan da bölgesel bir politik entegrasyon perspektifine sahip olması gerekmektedir.Ancak böyle bölgesel bir politik perspektif emperyalistleri ve onların kıyım makinalarını durdurabilir.

Bu noktada komünist ve devrimcilerin en önemli görevi, böyle bir bölgesel entegrasyona ve devrime götürecek sosyal ve politik dinamikleri vede fay hatlarını doğru ele almak ve işlemektir.İşte tam da bu  noktada Kürt ulusu önemli bir stratejik kavşakta bulunmaktadır ve Kürt ulusunun tarihsel olarak ayağa kalkış sürecinde komünist hareket stratejik olarak yararlanacaktır.

Kürt ulusal sorunu beş ülkenin halklarının kaderini daha şimdiden birbirine bağlamıştır ve bundan dolayı bu ülkelerin iç politikalarını da dolaylı olarak birbirlerine bağlamıştır: Türkiye,İran,Suriye,Irak ve Kürdistan. Abdullah Öcalan'ın ileri sürmüş olduğu Demokatik Konfederalizm fikri, zaten Kürt ulusal sorunu aracılığı ile birbirine bağlanan bu ülkeleri ekonomik ve politik yönden daha da birbirlerine bağlayarak Ortadoğu'da pekala birleşik bir devrimin yolunu açarak,emperyalistlerin etki alanından kendilerini kurtarmalarının bir aracına dönüştürebilirler.Ancak böyle bir birleşik hareket ve politika,bölge halklarını emperyalist kıyım makinasından koruyabilir.

Ortadoğu'da politik hak eşitliği üzerine oturacak bir Demokratik Konfederalizm, politik,askeri ve ekonomik güçlerin asgari düzeyde de olsa birleştirilmesini getireceğinden dolayı hem barışın hem de politik ve ekonomik istikrarın anahtarı olarak bir bölgesel caydırıcılığın ortaya çıkmasına neden olacaktır.Ortaya çıkacak olan böyle bir bölgesel güç,emperyalistlerin kendi aralarındaki rekabetten de etki alanını genişletmek için sonuna kadar yararlanma imkanına da kavuşmuş olacaktır.

Böyle bir bölgesel devrimin sosyal güçlerinin serbest kalması Türk iç politikasında ortaya çıkacak devrimci dinamiklere bağlıdır.Kaldı ki gelecekte Türkiye devriminin kaderi de bölge devriminin kaderine bağlı olacaktır.Bugün Kürdistan devriminin yaşadığı sorunları gelecekte Türkiye devrimi yaşayacaktır.Bugün Kürt ulusal hareketi,Kürdistan devrimini geliştirmek için sömürgeci devletlerin iç politikalarında devrimci ve demokatik hareketlerin gelişimine katkı yapmak yükümlülüğü ve görevi ile karşı karşıya bulunmaktadır.Kürdistan devriminin gelişmi,sömürgeci devletlerin iç politikalarındaki devrimci dinamikler ile birbirine bağlanma zorunluluğunu yaşamaktadır ki aksi taktirde aşırı bir politik ve askeri gücün altında ezilme tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır.

Kesin olan bir şey var ki,o da Kürdistan devriminin daha da ileri gitmesi ancak sömürgeci devletlerin merkezi yapılarının çözülmesinde yatmaktadır ki bu ise ancak bu devletlerin iç yapılarında devrimci dinamiklerin devreye girmesi sayesinde mümkündür.

Bölgesel devrim ve entegrasyon,tek emperyalistler karşısında güvenlik sorununu çözmeyecek ama ekonomik sorunların çözümüne de katkı yapacaktır (Bu nokta başka bir yazının konusudur).

Bugün çok açık bir şekilde görülmektedir ki Kürt ulusu Ortadoğu jeopolitiğinin merkezi bir unsuru olarak ortaya çıkmaktadır ve Ortadoğu'daki bütün politik gelişmeleri etkilemektedir.Onun sosyal ve tarihsel gücünü doğru ölçen ve onu doğru değerendiren politik hareketler gelecekte muzaffer olmayı hakedecektirler.

|
_ _