[ Kurdî   English   Francais                                 PROLETER DEVRİMCİLER KOORDİNASYONU (PDK)  28-05-2023 ]
{ komunistdunya.org }
   Açılış_sayfanız_yapın  Sık_Kıllanılanlara_Ekle

 Site Menü
   Ana Sayfa
   Devrimci Bülten
   Yazılar / Broşürler
   Açıklamalar
   Komünist Hareketten
   İlerici / Devrimci       Basından
   Kitap - Broşür PDF
   Sanat
   Görüşler

 Arşiv - Ara
   Arşiv
   Sitede Ara

 İletişim
   Bağlantılar
   Önerileriniz

_ _
{ }


_ _
{ Son Yazılar }
Devrimci ve Demokrat...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Say...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
EMPERYALİZM VE TÜRKİ...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
_ _
{  PDK Devrimci Bülten - Sayı 53 (1) }
| Devrimci BültenİÇİNDEKİLER

•    Entegre Strateji ve AKP’nin Çöküşü
•    AKP’den PKK’ye Büyük Komplo
•    AKP’nin PKK’yi Kuşatma ve Bastırma Stratejisi Üzerine
•    Entegre Strateji ve Ortadoğu


"ENTEGRE STRATEJİ" VE AKP'NİN ÇÖKÜŞÜ



Gerek RT Erdoğan'ın gerekse de diğer hükümet kadrolarının kafa karıştırıcı gibi görünen açıklamaları, rastgele yapılan açıklamalar olmayıp, aslında hepsi belirli bir stratejinin ürünüdürler.

Uzun zamandan beri hükümetin çeşitli kadrolarının medyada,  Kürt sorunun çözümünde bir "Entegre Strateji" üzerinde  çalıştıklarını belirten açıklamalarından sonra, çok doğal olarak aydınlar ve çeşitli siyasal yapılar bu Entegre Strateji'nin ne olduğunu ve hükümetin ne yapmaya çalıştığı noktasında analiz yapmaya başlamışlardır. Hükümetin sorunu nasıl çözeceğini anlama,onun stratejisini anlamada geçtiği için ister istemez bütün analizlerin gelip dayandığı nokta hükümetin stratejisinin ne olduğudur.

RT Erdoğan'ın bir televizyon kanalında MİT'i kastederek devletin ilgili kurumunun İmralı'da Abdullah Öcalan ile görüştüğünü ve bu görüşmelerin de devamının geleceği noktasında yaptığı açıklamalardan sonra toplumun büyük bir kesiminde, Kürt sorunun demokratik çözümü noktasında büyük bir beklenti oluştu.

Ancak Erdoğan'ın bu açıklamalarından yaklaşık iki hafta sonra, tam olarak 9 Ocak 2013 tarihinde üç Kürt kadın devrimcinin (Sakine Cansız,Fidan Doğan ve Leyla Söylemez) Paris'te alçakça katledilmesinden sonra, hükümetin ortaya koymuş olduğu tutum hem bir komedi niteliğinde hem de suçüstü niteliğinde olmuştur.Ama bundan da önemlisi bu katliam,Erdoğan ve AKP'nin gerek Kürt sorunun çözümü noktasında gerekse de yeni başlatılan süreçte asıl niyetlerinin ne olduğu noktasında da ilginç bir gösterge olmuştur. Denebilir ki Paris suikasti ile birlikte Erdoğan ve AKP'nin yüzündeki perde tamamen kalkmış ve gerçek yüzleri ve niyetleri tamamen ortaya çıkmıştır.

Kürt sorunu Türkiye'de bütün politik sorunların odağında yeraldığı ve bütün politik sistemin evrimini ve devletin tarihsel temellerini ilgilendirdiği için,bu sorunu ele alış biçimi aynı zamanda devletin nasıl bir politik evrim geçireceği sorunu ile de yakından bağlantılıdır.Kürt sorunun demokratik çözümü devletin tamamen demokratik dönüşümüne bağlıdır ve ondan ayrılmaz. Kürt sorunun çözümü bir bütün olarak devletin tamamen demokratik bir temele oturtulması ile elele gitmediği taktirde hiçbir başarı şansı yoktur.Kaldı ki olayların da ortaya çıkardığı gibi AKP'nin böyle bir derdi de yoktur.

Son dönemde AKP politikalarında açıkça görüldüğü gibi,AKP açısından ne devletin tamamen demokratikleştirilmesi ne de buna bağlı olarak  Kürt sorununun barışcıl bir şekilde çözümü sözkonusu değildir.AKP Kürt sorununu barışcıl bir şekilde çözme söyleminin altına son yirmi yılın "topyekün savaş konsepti"ni yerleştirmiştir. Entegre Strateji olarak adlandırılan ve Kürt sorununun "çözümü" için hazırlanan strateji aslında topyekün bir savaş stratejisi ve tamamen aldatmaya,savaş hilesine,psikolojik operasyonlara dayalı bir "PKK'yi imha ve tasfiye" stratejisidir. Üstelik AKP böyle bir stratejiyi giderek kendi hükümetinin karşı karşıya kalmış olduğu bir uluslararası tecrit koşullarında ve tek Türkiye'nin ekonomik ,politik ve askeri potansiyeline dayanarak gerçekleştirmek istemektedir.Bundan dolayı bu strateji,önümüzdeki süreçte Türkiye'nin politik evrimi üzerinde ciddi etkilere sahip olacaktır.

Bugüne kadar Türkiye'de hiçbir hükümetin başaramadığı ve büyük bir politik ve askeri bedel isteyen bu politikayı,üstelik de çok kısa bir zaman dilimi içerisinde AKP hükümetinin gerçekleştirmek istemesi tamamen politik bir maceradan başka bir şey değildir.Baskıcı ve yüzüne liberal bir maske geçirmiş olan faşist bir rejimin ve onun megaloman liderinin bütün toplumsal ve tarihsel gerçeklikten bu derece kopması sadece uçurumun eşiğine gelmiş ve toplumsal temelleri kayıp gitmekte olan bir politik hareketin refleksi olabilir.

Entegre Strateji bir çok taktik ayağı olan ve PKK'yi önce kuşatma ve daha sonra da askeri ve politik olarak bastırma amacı güden,psikolojik harpın, aldatmanın,sürprizin ve askeri yöntemlerin birlikteliğinden oluşan bir topyekün savaş konseptidir.Bu stratejinin taktik ayakları,ABD-AB blokunun "PKK ile görüşmeler görünümü altında aldatılması"; KDP'nin "bağımsız devlete yeşil ışık yakılacağı" yalanı ile ayartılması ve kandırılması; Rojava'da (Güney Batı Kürdistan) El Kaideci Nusra Cephesi ve Şam Grubu'nun (ABD-AB bloku bunları terörist ilan ettiler) PYD ve YPG üzerine saldırtılması; İran'a uluslararası ambargoları sulandırma ve delme sözü verilerek PJAK ile olan ateşkesini bozması; PKK'ye görüşmeler görünümü altında yaklaşılarak sürpriz saldırılar ile sendeletilerek ve sıkı askeri operasyonlar ile birleştirilerek ve de PKK Başkanı Abdullah Öcalan ile PKK Başkanlık Konseyi arasında BDP'yi yerleştirerek bölünme yaratma vs. üzerine oturtulan bir stratejidir bu.Bu kısa analizden de görüldüğü gibi,PKK'nin etrafındaki bütün güçler (İran,KDP-YNK, Nusra Cephesi ve Şam Grubu ve Türkiye) aynı anda PKK'nin "omurgasına" koordineli bir şekilde vurmaya göre ayarlanmışlar ve diplomasi bu noktada bu güç biriktirmenin en önemli aracı olarak kullanılmıştır.PKK böylece dört cephe arasına sıkıştırılmaya çalışılmaktadır.

1992 yılındaki PKK'ye karşı topyekün savaş konsepti,PKK'ye üç askeri cephe açmıştı:KDP,YNK ve Türkiye.Bugün  PKK'ye karşı açılan cephe ve devlet sayısı daha fazla olmasına rağmen,PKK 1992 yılına göre stratejik açıdan Türkiye'den daha avantajlı durumdadır.1992 Güney Savaşı'nda stratejik üstünlük bir noktaya kadar Türkiye'deydi ve Türkiye buna rağmen bu savaşı kazanamamış ve bu savaş pat olarak ( yani kazananı olmayan) bitmiştir.

Türkiye'nin PKK'ye karşı kurmuş olduğu koalisyonun kendisi başlı başına sorunludur ve onun Transatlantik ittifakı ile ilişkilerini çıkmaza sürükleyecek bir yapıdadır.İran'a olan ambargoyu delmesi "Batı" ile arasına ciddi bir düğüm atılması anlamına gelir ve sürdürülemezdir.Güney Kürdistan ile fazla yaklaşmasına Irak'ı istikrarsız hale getirdiği ve getireceği için ABD açıkça karşı çıkmıştır ve bu noktada fazla ileri gitmesi bir başka düğümün atılması anlamına gelecektir. El Kaideci Nusra Cephesi ve Şam Grubu da zaten terör listesindedir ve meclisten "terörün finansmanının kesilmesi" yasasının istenmeye istenmeye çıkartılması (ki ABD'nin bastırmasıdır) da nasıl bir başka düğümün atılmakta olduğu anlamına gelmektedir.AKP bu Entegre Strateji ile üç cephede ABD-AB-İsrail blokunun ayağına vurmaktadır ve bu stratejide ilerlediği taktirde müttefikleri ile ters düşerek uluslararası tecritinin daha da gelişeceği anlamına gelir.

AKP'nin görünen durumu ile onun tarihsel durumu birbirine tezatlık teşkil etmektedir.Bu partinin iç politikada yüksek derecede oy alması  ve tek parti hükümetine sahip olması,onun sağlam bir tarihsel temele sahip olduğu anlamına gelmemektedir.AKP iç politikadaki bütün gücünü ABD ve AB blokunu aldatma ve emperyalist kamplar arasında manevra yapma politikası temelinde elde etmiştir.Bağımlı bir şekilde iktidara ilerlemeyi daha sonra bağımsız bir politikaya çevirme anlayışı ve kurnazlığını tek hayata geçirmek isteyen ve deneyen parti o değildir.Bunun örneği dünyanın başka yerlerinde de görülmüştür ve sonu hep hüsranla bitmiştir.Emperyalist sistem içerisinde böyle bir politik manevra  yapmak mümkün  değildir.

Bundan neredeyse on yıl önce "AKP Fenomeni"ni anlamak için yazdığımız yazıların birinde onun tarihsel ve toplumsal yeri hakkında şöye yazmıştık:

    "Partinin sağlam bir sosyal temelinin olmaması ve nesnel-tarihsel olarak kendi içerisinde bölünmüş olan katmanların bütünü üzerine oturmuş olması,onu, uluslararası ve ulusal politikanın gerilim ortamları karşısında zayıf kılmaktadır.Onun görünürdeki nicel güçlülüğü ile nitel (tarihsel) güçsüzlüğü arasında aslında muazzam bir açı sözkonusudur.
        AKP’nin ortaya çıkışına neden olan iç ve dış etkenlerin ya da dinamiklerin zayıflaması veya değişmesi ile AKP içerisindeki çelişkilerin de bir ayrışma biçiminde olgunlaşması kaçınılmazdır.
        İşin ilginç tarafı bu haliyle AKP,ne AB’nin ne de ABD’nin işine yaramamaktadır.Her iki taraf da kendi paylaşımcı politikaları açısından bunu ummaktadırlar.Yani AKP aracılığıyla Türkiye’yi tam olarak kendilerine bağlamak istemektedirler.Ancak bu durum yani AKP’nin kendi işlerine yaramayan durumu kısa bir zaman sonra ortaya çıkacaktır.
    Bu partinin esneme derecesi bu kadardır.Kendi içerisindeki ideolojik-politik bölünmüşlüğü,onun daha fazla esnemesini imkansız kılmaktadır.Çünkü üzerinde yükseldiği tabanın kendisi,çok büyük gerilim ortamlarında uzlaşmaz türdendir. Özellikle de emperyalistler arası paylaşım savaşımının kızıştığı durumlarda...Parti politik konjonktüre göre sağa ve sola eğilim gösterdiği çeşitli sorunlarda yani yalpaladığı ve kararsızlık geçirdiği durumlarda (Örneğin Kıbrıs sorununda partinin milliyetçi tabanı huzursuz olmuştur.RT Erdoğan,Kıbrıs sorunundaki politik tutumlarının seçimlerde 5-6 puanlarının MHP’ye gitmesine neden olduğunu belirtmiştir.Ayrıca AB mevzuatı çerçevesinde Kürt sorununda yapılacak bazı reformlar İTB içerisindeki çelişkileri daha da keskinleştirecektir.) tabanın zıt eğilimleri birbirine köstek olmaya başlayacaktır.
        Unutulmaması gereken çok önemli bir nokta da,AKP politikasının görüş ufkunun,burjuva medyada koparılan yaygaranın aksine aslında dar olmasıdır. Zaten böyle çelişkili bir yapıya sahip olan bir politik yapının tersini sergilemesi tuhaf olur.AKP,bütün politik yatırımını AB’den müzakare tarihi alma ve tam üyelik beklentisi temelinde yapmıştır.Yani bütün politik geleceğini tam olarak emin olmadığı bir sürece yatırmıştır.Çeşitli siyasi partilerin, ordunun, bürokrasinin vs. daha fazla AKP’nin üzerine gitmemesi ve tavırları da bu beklenti temelinde şekillenmektedir.Ayrıca elde edilen oyların çoğunluğu da,AB üyeliği beklentisi temelinde ve AKP’nin bu politikanın öncülüğünü yapması sonucunda ortaya çıkmıştır.Ancak bu politikanın iflası yani AB’nin kısa bir dönemde (ki bunu açık açık Avrupalı diplomatlar söylemektedirler) Türkiye’yi genişleme sürecine dahil etmemesi,AKP politikasının temelini dinamitlemeye yetecektir.Şu an ki nesnel gerçeklik,Türkiye’nin en az,15-20 yıl boyunca birliğin üyesi olamayacağını göstermektedir.Ama asıl sorun emperyalistler arası paylaşım savaşımının kızıştığı bir zamanda olayların nasıl bir biçim alacağıdır.Bu kadar uzun bir dönem,hiçbir iç karışıklık olmadan beklenebilir mi?Bu imkansız gibi bir şeydir.Bunun için son elli yıllık tarih oldukça öğreticidir.
        Sonuç olarak,yerel seçimlerde belediyelerin yüzde yetmişine yakınını kazanan AKP’nin tarihsel temeli çürüktür.AKP fenomeni,yukarıda da kısaca açıklamaya çalıştığımız gibi,çok özel koşulların ürünü olarak ortaya çıkmıştır.Bu özel koşulların temel yönü de,dünya politikasında her geçen gün biriken patlayıcı maddelerin neden olacağı olayların yönü ile de tezatlık oluşturmaktadır." (Başyazı,Yerel Seçimler ve AKP Fenomeni,Devrimci Bülten,sayı 36,Haziran 2004,www.komunistdunya.org)

Bugün AKP'nin yaşadığı tarihsel çıkmaz,onun toplumsal bileşenleri ile emperyalist paylaşım mücadelesi ile gerilen uluslararası konjonktürün artık giderek uyuşmamasından kaynaklanmaktadr.Uluslararası konjonktür giderek AKP'nin daha net bir tutum almasını dayatırken,o toplumsal bileşenlerinden dolayı bunu yapamamaktadır çünkü aksi taktirde büyük oy kaybına uğrayarak hükümetten düşmesi mümkündür.Bu da doğal olarak onun işine gelmemektedir ve eski retoriğe sarılmaktadır.Ancak bugünün konjonktürü 2003-2009 arasından farklıdır ve AKP'nin ABD-AB bloku karşısında fazla manevra yapma olanağı da pek kalmamıştır.

AKP hükümeti iki defa ABD hükümetini kandırmıştır.ABD-AB blokunun reform yapma baskılarını her seferinde "ordu ve bürokratik vesayet"i bahane ederek savsaklamıştır.2003 yılında G.W.Bush hükümeti,Erdoğan ve AKP'ye büyük umutlar bağlamıştı ama 1 Mart 2003 tezkeresinde hayal kırıklığı yaşadıktan sonra, ABD son bir defa AB'ye baskı yaparak Türkiye'yi reformlar yönünde cesaretlendirmek için 2004 Aralık ayında AB'nin Türkiye'ye müzakere tarihi vermesini sağlamıştır.Ancak AKP hükümeti yine "ipe un sermeye devam edince",bu sefer ABD, Erdoğan'ı ve AKP'yi gözden çıkarmış ve 2006-2007 yıllarında Genelkurmay ve milliyetçi-ulusalcı cepheye yanaşarak Erdoğan ve AKP'nin düşürülmesine yeşil ışık yakarak bu sonunculara dolaylı destek vermiştir.Bu dönemde yazdığımız bir çok makalede bu durumu işledik ve ABD'deki "Neo-cons"lar,İsrail'deki siyonist-milliyetçiler ile Türkiye'deki ordu ve milliyetçilerin AKP karşısında bir tür ittifakının oluştuğunu belirttik.

Ancak AKP hükümeti 27 Nisan 2007 Ordu muhtarısına açıktan tavır alarak ve erken seçim taktiği ile oylarını yükselterek tekrar hükümet olunca bu süreci kısmen atlatmış,ABD'deki seçimlerin yaklaşması da Neo-cons'ların AKP hükümetini devirme siyasetini frenlemiştir.Barack Obama ve Demokrat Parti'nin 2008 Kasım'ında seçimleri kazanması AKP'yi devirme siyasetinin tamamen rafa kaldrılmasına neden olmuştur.İşte bu dönemde B.Obama ve Demokrat Parti AKP'ye bir başka kredi açmışlar ve onun reformlar yaparak AB doğrultsunda ilerlemesini cesaretlendirmişlerdir.Ancak bu sefer de AKP ordunun ve bürokrasinin vesayetçi tutumunu ileri sürerek bu yapılar tasfiye olmadan reformların yapılamayacağını ileri sürmüştür.B.Obama'nın AKP'ye açtığı bu krediye ve beklentiye karşılık şöyle yazmıştık:

"Bugün bir çok çevrenin iddia ettiği gibi, R. T. Erdoğan hükümeti ile B. Obama hükümetinin bir çok noktada ortak bir anlayışa sahip olduklarını ileri sürmek mümkün değildir. G. W. Bush hükümetinin AKP’den yaşadığı hayal kırıklığının bir benzerini B. Obama hükümeti de yaşayabilir ve başka alternatiflere yönelebilir. Bunu hiçbir şekilde akıldan çıkarmamak gerekir." (K.Erdem, AKP Hükümeti Başarabilecek mi?, Devrimci Bülten sayı 49,Mart 2010,www.komunistdunya.org)

İşte B.Obama hükümetinin desteği ile AKP "Ergenekon Operasyonları"nı ve Kürt sorununda da göstermelik ve hem iç hem de dış kamuoyunda bazı kesimleri tatmin etmek ve de PKK-BDP blokunu bölmek için "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi"ni devreye soktu.ABD-AB blokunun desteği ile ordu ve bürokrasi içerisindeki cuntacıları altına alan AKP,bütün beklentilerin aksine reformlara yöneleceği bir sırada Entegre Strateji gibi tamamen saldırgan, milliyetçi ve faşist bir politikayı devreye sokarak tarihsel ve toplumsal olarak devleti başka bir mecraya sokmuştur.Bu aynı zamanda bütün reform politikaları ile radikal bir kopuş ve aynı zamanda ABD-AB bloku ile de mesafeli olma politikasıdır ve de Ergenekoncu-milliyetçi  bir niteliğe sahiptir. Entegre Strateji,AKP'nin Ergenekoncu cuntacılar ile de uzlaştığı anlamına gelmektedir ki son dönemlerde tutuklu askerler noktasında Erdoğan'ın "hassasiyeti"ni belirtmesi ve Balyoz davasında onsekiz yıl ceza alan Ergin Saygun'u ziyaret etmesi (kendisine darbe yapması neredeyse kesinleşmiş olmasına rağmen!) bu noktada AKP'nin nasıl bir faşist çizgiye tamamen yuvarlanmış olduğunun da göstergesidir.

Erdoğan ve AKP'nin son dönemlerde Ergenekon'culara yanaşmasının nedenini de bu Entegre Strateji çerçevesinde ele almak gerekir.Erdoğan ve AKP,ABD-AB bloku ile hareket ederek cuntacıları bastırdı ve şimdi de birincileri dengelemek için Ergenekoncu cuntacılara yanaşmaktadır.Ama şimdi hegemonya AKP'dedir ve Ergenekon'cular iç ve dış konjonktürden dolayı bu hegemonyayı kabul etmişlerdir.Entegre Strateji doğası itibariyle Ergenekoncu ruha ve çizgiye uygun düşen bir yapıya sahiptir ve bu sürecin sonunda onların dirilmesi kaçınılmazdır ve de Erdoğan  ve AKP oyuna gelmiştir.

Entegre stratejinin mantığı aracılığı ile Oslo görüşmelerinin mahiyetini de anlayabiliriz.Oslo görüşmelerinin olduğu zaman AKP'nin İran ve Suriye ile birlikte PKK'ye karşı ortak operasyon arayışını da beraber düşündüğümüz zaman,bu görüşmelerin de zamanında PKK'yi oyalamak,hareketsiz tutmak ve görüşmeler aracılığı ile PKK'ye maksimum derecede yakaşarak lider kadroların hareketini izlemek olduğu (aynı dönemlerde Türkiye Avrupa'ya suikast timi de çıkarmıştır),şayet Suriye'de içsavaş patlak vermeseydi bu stratejinin daha önce uygulanacağı şimdi bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır.Oslo görüşmelerini de bilerek hükümet baltalamıştır ve zaten amacı PKK ile masaya oturmak değildi sadece oturuyor gibi yaparak onu kuşatmaydı.Ama bölge ve dünya konjonktürünün farklı bir yöne evrilmesi bu planı sekteye uğratınca hükümet uygun bir anı beklemek üzere geri çekildi ve bunun sorumluluğunu da PKK'nin üzerine yıkmaya  çalıştı.

AKP'nin bu politikası hem iç hem de dış politikada önemli engellere çarparak başarısızlığa uğramaya ve de halkta büyük bir hayal kırıklığı yaratmaya mahkumdur.İç politikada büyük baskı ve devlet terörü, düşük yoğunluklu bir savaş ile elele giderek devletin daha baskıcı ve otoriter bir yapıya evrilmesine de zemin yaratarak devletin demokratik dönüşümünün tamamen kesilmesine neden olarak,bir askeri ya da sivil faşist darbe tehlikesinin de kuvveden fiile çıkması riskini ciddi bir şekilde içinde barındırmaktadır.

Bu politika aynı zamanda ABD'nin AKP hükümetinden tamamen ümidini keserek onu,2006-2007 yılındaki eski politikaya dönüşüne yani AKP'yi bir milliyetçi darbe ile indirme politikasına doğru itebilir.İsrail'in İran'a saldırı politikasının ABD üzerindeki baskısı böyle bir seçimi ABD hükümetine (istemese de) dayatabilir.Her halükarde nasıl gelişirse gelişsin bu politika AKP'nin çöküşüne yolaçacaktır ve onun açısından bu çöküşün başlangıcıdır.

Devletin daha baskıcı ve koyu bir milliyetçi faşist çizgiye kaymakla sonuçlanacak bu politika karşısında komünist hareketin görevleri ne olmalıdır?

Bu yakıcı bir sorun olarak önümüze çıkmaktadır ve bu sorun karşısıda doğru bir teorik,politik ve örgütsel çizginin geliştirilmesi zorunlu hale gelmiştir. Entegre Stateji'nin hükümet tarafından devreye sokulmasından ve bu temelde Paris suikasinin gerçekleştirilmesinden sonra devrimci hareketin daha sorunun çerçevesini ve doğasını anlamamış olması,bu sürece ne kadar hazırlıksız yakalandığının bir göstergesidir.

Devrimci hareketin bütün çalışmasının odağına legal alanlarda çalışmayı koymuş olması ve bu temelde tasfiyeci bir politika ve örgüt anlayışına sahip olması önümüzdeki süreçte en önemli handikap olacaktır.Bu oportünist ve tasfiyeci anlayışın teşhiri ve ona karşı mücadele temel bir görev olarak önümüze çıkmaktadır.

Komünist hareketin bir adım geri atarak legal alanlardan tamamen çıkması ve profesyonel devrimciler örgütü temelinde gizli ve illegal bir örgüt yapısını inşaa etmeye çalışması atık ertelenemez bir görev olarak önümüzde durmaktadır.

Profesyonel devrimciler örgütünün inşaasının da zaman içerisinde partinin inşaası ile elele giden ve şehir gerillası stratejisine dayanan devrimci bir içsavaş perspektifi temelinde ele alınması zorunludur. Devletin geçirmekte olduğu faşist evrimin devrimci harekete dayattığı temel görevler bunlardır ve sorun ertelenemez bir yapıya sahiptir.

DEVRİMCİ BÜLTEN



|
_ _