 |
komunistdunya.org |
 |
|
 |
Son Yazılar |
 |
|
|
 |
PDK Devrimci Bülten - Sayı 53 (3) |
 |
 |
 AKP'NİN PKK'Yİ KUŞATMA VE BASTIRMA STRATEJİSİ ÜZERİNE("Entegre Strateji"nin Politik,Askeri ve Diplomatik Örgüsü)
K.Erdem
I-Giriş Türkiye ve Kürdistan halkları, "politik sahtekarlığı" kendisine profesyonel meslek edinmiş, her türlü psikolojik operasyon,yalan,aldatma ve terör yöntemlerini ustaca kullanan "faşist bir politik şebeke" ile karşı karşıyadır.
9 Ocak 2013'te Paris'te gerçekleştirilen suikast, AKP'nin PKK'ye karşı hazırlamış olduğu kapsamlı bir kuşatma ve bastırma planının deşifre olmasına neden olmuştur.Denebilir ki AKP son yirmi yılın en iddialı ve kapsamlı "PKK'yi Tasfiye Planı"nı devreye koymuştur.Baştan aşağı gerici ve faşist bir karaktere sahip olan bu plan, aynı zamanda mevcut politik sistemin tarihsel dokusunun daha da bozulması riski ve tehlikesini barındırmakta ve de politik sistemin koyu bir faşist rejime evrilme tehlikesini de içermektedir.
AKP,PKK'ye karşı devreye soktuğu politikaya "Entegre Strateji" adını vermektedir. Çok şatafatlı görünmesine karşın bu stratejinin temel özü, PKK'yi önce kuşatma ve daha sonra da öldürücü bir askeri darbe ile yere serme olarak belirtilebilir.Bu strateji aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütün ideolojik,politik,askeri,diplomatik ve ekonomik potansiyelinin tamamen harekete geçirilerek yüksek derecede yıkıcı bir gücün oluşması ve PKK üzerine kanalize edilmesi olarak tasarlanmıştır. Bu stratejiye "Entegre" yani "bütün" denilmesinin nedeni, yukarıda belirttiğimiz toplumun bütün alanlarını topyekün bir tek amaç (PKK'yi tasfiye) etrafında bir araya getirmesinden dolayıdır.
Entegre Strateji,üzerine barışçıl bir biçim geçirilmiş saldırgan bir stratejidir. Bu stratejinin özü,aldatma ve sürprizin stratejik unsur olarak kullanılmaları olgusuna dayanır.Kuşatma altında olan ve tarihsel temeli kayıp gitmekte olan bir politik hareketin,sürpriz ve sürati kullanarak bu kuşatmadan çıkmak için başvurdukları bir stratejidir ve de tarihte benzerleri mevcuttur.
O halde Entegre Stratejinin ne olduğuna ve de hangi tarihsel koşulların ürünü olduğuna biraz daha yakından bakmak gerekir.
II-AKP'nin "Entegre Strateji”si ve Politik Hedefi Yeni savaş konsepti olan bu strateji Milli Güvenlik Kararı (MGK) olarak kabul edilerek devlet politikası haline getirildi.Yani devletin bütün kurum ve kuruluşlarının uygulamakla yükümlü olduğu ve bu sorumluluktan kaçamayacağı bir siyasettir.Bu haliyle 1992 yılında Doğan Güreş'in Genelkurmay Başkanlığı dönemde kabul edilip ve onaylanan 1992 "topyekun savaş" konseptine çok benzemektedir.
Bilindiği gibi 1992 savaş konsepti,kabul edildiği tarihten 1997-1998 yılına kadar süren ve içinde 1992 Güney savaşını ,1995 yılında otuzbeş bin askerle gerçekleştirilen Çelik Hareketi'ni ve onbinlerce failli meçhul cinayeti barındırmıştır. İşte Entegre Strateji de aynı topyekün savaş eğilimine sahiptir. Ancak bugün tarihsel koşullar bundan yirmi yıl öncesinden çok daha farklıdır.
Entegre Stratejisi'nin politik işlevini anlayabilmek için herşeyden önce Entegre Strateji'yi yani "PKK'ye karşı topyekün saldırı siyasetini" AKP'ye dayatan tarihsel koşulların genel çerçevesini anlamak gerekir.
AKP öyle çok iddia edildiği gibi çok güçlü ve kalıcı bir tarihsel temele sahip değildir.Çok yüksek oranda oy alması onun tarihsel olarak çok güçlü olduğu ve iktidarının temellerinin çok uzun yıllara yayılacağı anlamına gelmez. AKP iktidarının mevcut toplumsal konumu ile bölge ve dünya dinamiklerinin yönü tezatlık halindedir ve birbirine karşıt gelişmektedir.
Neredeyse on beş yıldan beri özellikle de Refayol hükümetinin düşmesinden sonra ve KDP ve YNK'nın Pax American anlaşması ile Washington'ta bir araya getirilmesinden ve AB'nin Aralık 1997 Luxembourg Zirvesi'nde ABD'nin bastırması ile Türkiye'ye aday adayı statüsü vermesinden (1999 yılında da aday üye statüsü verildi) ve de Abdullah Öcalan'ın 1999 yılında yakalatılmasından sonra,ABD-AB bloku Türkiye'yi burjuva-demokratik reformlar doğrultusunda köklü adımlar atması için dolaylı ve dolaysız olarak baskı altına aldı.
Türkiye'yi burjuva demokrasi yoluyla tamamen kendisine bağlamaya çalışan ABD-AB bloku,böylece onun aracılığı ile Kafkaslarda,Orta Asya'da, Ortadoğu'da ve Balkanlar'da güçlü bir tarihsel destek noktası yaratarak Avrasya üzerine bir tür "zıplama tahtası" oluşturmak istiyordu.
Abdullah Öcalan'ın yakalanması ile hedeflenen, çatışmasız bir politik ortam ile reformların gerçekleştirilmesinin kolaylaştırılmasıydı.A.Öcalan,bölge ve dünya güç dengesinin PKK'nin ve Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi'nin aleyhine dönmeye başladığını görerek,Demokratik Cumhuriyet Programı temelinde Stratejik Savunma pozisyonuna doğru manevra yaparak,partiyi ve hareketi imhadan koruyarak zaman kazanmaya çalışmıştır.
Türkiye 1999-2004 arası AB doğrultusunda gerekli olan reformları yapamamıştır ve adeta süreç kilitlenmiştir.Son bir defa Türkiye'yi cesaretlendirmek için 2004 yılının Aralık ayındaki zirvede ABD'nin baskısı ile Türkiye ile müzakereleri başlatma kararı alınmıştır.Bu dönemden sonra ABD-AB bloku Türkiye'nin reformlar yaparak PKK ile Demokratik Cumhuriyet temelinde biraraya gelmesini ve anlaşmasını beklemişlerdir.Ancak Türkiye reformları savsakladığı gibi 2007'den itibaren giderek İran,Suriye ve Irak hükümetleri ile stratejik yakınlaşma eğilimine girerek PKK'yi önce kuşatma daha sonra da imha etme politikasına ağırlık vermiştir.
2011 yılının başlarında Ortadoğu'da Arap Baharı başlayınca ve diktatör rejimler sallanmaya başlayınca ve de Suriye içsavaşa sürüklenince,Türkiye'nin PKK'yi kuşatma stratejisinin önce Suriye ayağı çökmüş ve giderek Suriye politikasından dolayı da İran ayağı çökmüştür. İran 2011'in sonbaharında PJAK ie ateşkes yaparak PKK'nin askeri güçlerinin tamamen Kuzey Kürdistan'a kanalize olmasına neden olmuştur.Suriye'de Baas rejiminin çöküşünün uzaması ise tam tersi sonuçlara neden olmuştur ve ABD-AB bloku Suriye politikasının insiyatifini Türkiye'den almıştır. Böylece 2012'nin bahar ayında Türkiye bir bölgesel politik tecrit ile karşı karşıya kalmıştır.Bu temelde Suriye ve İran olayları ile kuşatmadan çıkan PKK saldırıya geçerek ve Türkiye'yi kıskaca alarak,2012'nin yaz ayındaki askeri saldırılar ile onu müzakerelere zorlamaya çalışmıştır.
Türkiye'nin Demokratik Cumhuriyet temelinde PKK ile İmralı'daki Abdullah Öcalan ile masaya oturması ve bu temelde mutabakata varması,PKK karşısında yenilgiyi kabul etmesiyle birlikte,onu tamamen imha etme seçeneğini de ortadan kaldırmaktadır ve bu rejimin iç karışıklığa düşmesi ile eşanlamlıdır.
İşte Türkiye bu uluslararası kuşatmadan çıkabilmek ve bölgesel jeopolitik konumunu tekrar güçlendirebilmek için,PKK'yi imha ve tasfiye stratejisini tek kendi imkanları ile yapmak seçeneği ile karşı karşıya kalmıştır.İran,Suriye ve Irak'ın politik denklemden çıkması,Türkiye'yi tek başına ve bütün toplumsal olanaklarını kullanarak PKK'yi tasfiye politikasına götürmüştür.İşte saldırgan bir strateji ile bu kuşatmadan çıkma politikasına Türkiye Entegre Strateji adını vermektedir.
Uluslararası kuşatmadan saldırgan bir strateji aracılığı ile çıkma politikasının tarihte en önemli örneği Nazi Almanya'sında görülmektedir.Nazi Almanya'sı uluslararası kuşatmadan çıkmak için önce 10 Mayıs 1940 yılında sürpriz bir şekilde Belçika üzerinden Fransa'ya saldırarak onu yenmiştir. Yıldırım Savaşı adını verdiği bu savaş biçimi,ani bir askeri saldırıya,diplomatik aldatmaya, sürpriz ve sürate dayalı bir savaş biçimidir.Fransa'dan sonra aynı Yıldırım Savaşı konsepti 22 Haziran 1941 yılında Barbaros Hareketi kod adıyla Sovyetler Birliği'ne karşı uygulanılacaktı.
Türkiye'nin Entegre Strateji konsepti de aynı anlayışa dayanır ancak asimetrik savaş niteliği içerisinde ortay çıkmaktadır yani devletler arası bir savaştan ziyade, devlet ve devlet olmayan iki politik güç arasında ortaya çıkmaktadır.
Türkiye'nin Entegre Strateji aracılığı ile politik hedefi: 1-PKK'yi önce İmralı'daki Abdullah Öcalan ve Kandil olarak ikiye bölmeye çalışmak; 2-BDP'yi Abdullah Öcalan ile yakınlaştırarak,Kandil merkezli PKK ile cepheleştirmek. 3-Bölünmüş harekete KDP ile ortak bir askeri operasyon yaparak tamamen güçten düşmesini sağlamak ve PKK'yi marjinalleştirmek.
III-"Entegre Strateji"nin Politik-Taktik Ayakları Entegre Strateji'nin dört önemli taktik ayağı vardır.Bunlar İmralı'da Abdullah Öcalan ile MİT aracılığı ile görüşmeler,BDP ile görüşmeler,PKK ile savaş ve uluslararası diplomasi.Ama bütün bunların kendi içerisinde bir mantığı ve örgüsü vardır ve de birinin diğerini etkilemesi ya da desteklemesi üzerine kuruludur.
Devletin İmralı'da A.Öcalan ile görüşmelere biçtiği rol uzlaşma aradığı görüntüsü oluşturmak.Ama devlet bu görünümün arkasına biri politik diğeri de askeri olmak üzere iki tuzak yerleştirmiştir.İmralı ile görüşmeleri de bu iki tuzağı perdelemek için kullanmaktadır.Devlet uzlaşma görünümünün altına Nazi'lerin yaptığı gibi korkunç bir imha ve tasfiye planı yerleştirerek tamamen savaş taktiğinin doğasına uygun olan gevşetmek,uyutmak ve oyalamak olan bir politika gütmektedir.Paris suikasti bu planın deşifre olmasına neden olmuştur.
Devlet A.Öcalan'ın elini tutuyormuş görünerek ve aslında onu kendisine çekiyormuş gibi yaparak,PKK'nin komuta yapısındaki liderlere de terör ve suikastlar ile saldırarak onların masadan kalkmasını sağlayarak,Öcalan ile Kandil arasında bir bölünme yaratmaya çalışmakta ve BDP'yi de Öcalan ile yakınlaştırarak,onun Kandil'den bağımsız ayrı bir strateji geliştirmesini sağlamaya çalışmaktadır.Böylece hareket içerisinde bir bölünme yaratarak güçten düşmesinin planlarını yapmaktadır.
Daha önceleri devletin hareket içerisinde bölünme yaratma taktiği,BDP'yi İmralı-Kandil'den uzaklaştırma üzerine kuruluydu.Bunun tutmadığı görülünce bu sefer,A.Öcalan ile Kandil arasına oynanmaya başlandı ve BDP de Öcalan'ın Kandil karşısında elinin güçlendirilmesi için bir "ağırlık" olarak düşünülmektedir. Ancak devlet Öcalan'ın bu politik tuzağı yemeyeceğini biliyor ve bu noktadaki önlemi de idam tartışmalarını güncelleştirerek ve gerekirse bunu da yasalaştırarak Öcalan'a hiçbir manevra alanı bırakmamaktır.Devletin amacı Öcalan'ı istemeye istemeye BDP ile birlikte hareket etmeye itmektir.Çünkü bunun zamanla karışıklık yaratacağını bilmektedir.
Devletin Öcalan ve BDP ile ilişkilere biçtiği rol budur.Ama bu görüşmeleri savaş alanındaki bazı savaş hileleri ve psikolojik harp ve de konvansiyel silahlar ile operasyonlar ile de birleştirmek istemektedir.
RT Erdoğan İmralı'daki görüşmelerde gerillanın Türkiye dışına çıkmasını diyalogdan müzakereye geçmek için olmazsa olmaz bir madde olarak ileri sürmekte ve gerillanın geri çekilişi sırasında da ordunun operasyon yapmayacağı garantisini vermektedir.Ancak gerek Paris suikastı gerekse de KCK'nın son zamanda bir çok ajanın sızdığı ve bunların bir çoğunun yakalandığı haberleri, devletin bu noktada ne yapmak istediğinin ipucunu vermiştir.Devlet direk saldırmadan ziyade ajanları aracılığı ile örgüt içerisinde katliamlar düzenleyerek, örgüt içerisinde "savaş ve barış" yanlıları arasında çatışmaların başladığı izlenimini vermek istemektedir.Paris suikasti sonrasında AKP kadrolarının psikolojik yönlendirme metodlarını kullanarak Paris katliamını "örgüt içi infaz" biçiminde sunmaları,nasıl bir terör ve psikolojik operasyon birlikteliği kurduklarını ve bunu da gerillanın geri çekilişi sırasında nasıl uygulayacaklarını da göstermiş bulunmaktadır.Gerillanın geri çekilişinin istenmesi,müzakerelere geçmek için değil,gerillaya askeri darbe indirmenin taktik tuzağıdır.Devletin Entegre Strateji'sinin ilk ayağı PKK'nin azami derece de maddi ve manevi olarak yıpratılmasını içermekedir ve bu noktada Erdoğan tamamen savaş hilesine başvurmaktadır.
Entegre Strateji'nin en önemli ayaklarından birisini de diplomasi oluşturmaktadır. Diplomasi PKK'yi kuşatma stratejisinin en önemli ayaklarından birisini oluşturmaktadır ve bu noktada bütün çabalar ve diplomasinin yönü darbelerin PKK üzerine kanalize edilmesi üzerine kurulmaktadır.Entegre Strateji'nin diplomatik örgüsünü ABD,AB, İran,Irak, Güney Kürdistan Federe Yönetimi ve Özgür Suriye Ordusun'daki bazı terörist gruplar ile ilişkiler oluşturmaktadır.Diplomasi devlet tarafından güç biriktirmenin ve PKK'yi bazı güçlerden uzaklaştırmanın önemli bir halkası olarak düşünülmüştür ve daha önce sıralanan taktik ayakların önemli bir tamamlayanıdır.
IV-"Entegre Strateji" ve Diplomasi ABD ve AB'nin,Türkiye'nin yeni savaş konseptini 1992'deki gibi destekledikleri şüphelidir ve hatta bu konsepte Ortadoğu'daki gelişmelerden dolayı karşıdırlar.Bu noktada Türkiye, ABD ve AB'nin Ortadoğu'daki sıkışmışlığını da görerek onlardan bağımsız hareket etmektedir.Bu konsept tamamen "Türk Malı" bir konseptir.
Bu yeni savaş konsepti ayrıca Türkiye'nin AB'ye artık üye olmak istemediğinin de bir göstergesidir.Türkiye,Paris suikasti aracılığı ile ve üstelik AB'nin lider ülkesi olan Fransa'nın başkentinde bütün anlaşmalara aykırı olarak ve onun egemenlik haklarını çiğneyek ve adeta Fransa'ya "posta koyarak" AB'yi pek de takmadığını göstermiştir.
Yine aynı günlerde,suikastten yaklaşık iki hafta sonra,bir televizyon programında Erdoğan,Rusya Başkanı V.Putin'e "Şangay İşbirliği Örgütü"ne üye olmak istediklerini söylediğini açıklamıştır.AB'nin dışında başka politik ve askeri paktlar arayışı,Türkiye'nin farklı emperyalist kamplar arasında manevra yaptığını göstermektedir ve bu manevra ona bazı bağımsız politik adımlar atma olanağı sağlamaktadır.
Yeni savaş konseptinde göze çarpan en önemli nokta,Türkiye'nin Güney Kürdistan'ı PKK'den uzaklaştırma ve ayartma politikasıdır.Erdoğan şeytanca bir plan ile Barzani ve KDP'yi kendi yanına çekmiştir.Bu noktada Merkezi Irak hükümeti ile Güney Kürdistan Hükümeti arasındaki çelişkilerden yararlanmış ve Barzani'nin aklını başından almıştır.
Türkiye Güney Kürdistan hükümetine direk gitmemiştir.Bu sonuncular ile Merkezi Irak hükümeti arasında çelişkiler keskinleşmeye başlayınca,başka bir sorun üzerinden Merkezi Irak hükümeti ile taktik bir sertleşme politikası uygulayarak,Barzani ve KDP ile "ortak kader duygusu" oluşturmaya çalışmıştır. Ortada hiçbir neden yokken ve Suriye'deki rejimi devirme politikası devredeyken Türkiye Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi üzerinden Irak hükümeti ile sertleşmeye başladı.Aslında bu sertleşmenin amacı,sinsice Barzani'ye yaklaşarak ve onun ile çok yönlü ekonomik,politik ve diplomatik ilişkiler kurarak,onu PKK'ye karşı beraber hareket etmeye ikna etmiştir.
Türkiye,KDP'ye Suriye'deki boşluğun PKK'den ziyade kendilerinin doldurmasını istediklerini ve eğer PKK zayıflatılırsa Güney Kürdistan'ın bağımsızlığına yeşil ışık yakacağı yalanını yayarak onu kendi dümenine almıştır.1992 yılında da Türkiye aynı oyunu bu sefer Federe Devlet'e yeşil ışık yakacağım diye oynadı.Murat Karayılan "Kürdistan'da Askeri Çizgi" adlı kitabında bu dönem ile ilgili olarak şöyle yazar: "KDP ve YNK de bu dönemde ortak bir meclis kurma çabası içerisinde bulunmaktaydılar.Federatif bir yapılanmanın alt yapısını geliştirme istemleri vardı,ama Türk devletinin bunu kabul etmeyeceğini biliyorlardı.ABD'nin de teşvikiyle Güneyli güçlere, "Eğer Türkiye'yle beraber PKK'ye karşı savaşırsanız,meclis kuruluşunu ilan edebilir,özerk yönetim oluşturabilirsiniz" denildiği biliniyor.Güneyli güçler bu temelde ikna edilerek,PKK'ye karşı Türk devletiyle ittifak yapmışlardır.İttifakın ilk icraatı meclisin kurulmasıdır.Kurulan meclisin ilk kararı PKK'yi Güney'den çıkarma kararıdır." (Murat Karayılan, Kürdistan'da Askeri Çizgi,s.203,Mezopotamya Yayınları)
Türkiye'nin Merkezi Irak hükümeti ile taktik sertleşmesi,KDP'yi PKK karşısında yedekleme manevrasıdır.Türkiye'nin Güney Kürdistan'ın bağımsızlığını iç politikadan dolayı kabul edemeyeceğini herkes bilir.Bu kadar pahalı bir bedel ödeyeceğine,PKK ile Demokratik Cumhuriyet temelinde oturması daha mantıklıdır.Bunu dahi kabul etmeyen bir Türkiye Güney'in bağımsızlığını kabul edebilir mi?
Türkiye'nin bu noktada samimi olmadığını gösteren diğer bir olay da İran ile ilişkileridir.Türkiye İran ile ilişkilerini oldukça esnek tutmakta ve bunu da uluslararası yaptırımları sulandırarak yapmaktadır.Bütün bunlar PKK'ye ortak darbe vurduktan sonra Türkiye'nin hızla İran'a ve onun aracılığı ile Merkezi Irak'a yanaşarak KDP'yi tekrar dengeleme hesabı yaptığını göstermektedir.Bu noktada da Türkiye diplomatik aldatmayı önemli bir araç olarak kullanmaktadır. Hem milliyetçi oylara göz dikmek hem de Güney'e bağımsızlık ışığı yakmak her ikisi birden olacak şey değildir.Bu noktada Barzani politik kumar oynamaktadır.
Türkiye'nin diplomasi aracılığı ile PKK ve PYD'ye karşı harekete geçirdiği bir başka güçler de Suriye'de (Batı Kürdistan) terörist gruplardır.Suriye'de Esad'ın düşüşünün gecikeceği anlaşılınca Türkiye yeni konseptin gereği olarak Esad'ı bırakarak PYD'ye karşı terör grupları ile birlikte bir cephe açmıştır ve burada da bazı güçleri PKK'yi kuşatma stratejisine bağlamıştır.
V-"Entegre Strateji"nin Askeri Taktik Ayakları Bu stratejinin askeri taktik ayaklarını psikolojik operasyon, terör, suikast, ajanlar aracılığı ile provakasyon ve en sonunda düzenli ordu birlikleri ile operasyon oluşturmaktadır.
Psikolojik operasyonda medyanın rolünün ne olduğu açıkça ortadadır.Medya üzerindeki ağır baskı ile bir yandan sansür oluşturulmakta bir yandan da kara propaganda yayılmaktadır.Bununla birlikte de devletin en üst düzeyinde psikolojik yönlendirme operasyonu çekilmektedir.
İmralı ile görüşmelerin yapılmaya başlandığı açıklandığı andan itibaren, medya aracılığı ile devlet "PKK silah bırakacak" propagandasını yapmaya başlayarak PKK üzerinde baskı oluşturmaya başladı. Yalçın Akdoğan "bakalım bu sefer kim görüşmeleri provoke edecek" diyerek devletin psikolojik harbini ortaya koydu.Alçak bir şekilde KCK Başkanı Murat Karayılan'ın açıklamalarını çarpıtarak "Öcalan'a racon kesiyor" diyerek amaçlarının,İmralı-Kandil bölünmesi olduğunu ve bu savaş konseptinin bunun üzerine oturduğunu itiraf etti.Hüseyin Çelik Paris katliamı için hemen "örgüt içi infaz" söylemini kullanarak dikkatleri örgüt içine yönlendirerek konseptin amacının ne olduğunu ortaya koydu.Erdoğan işi çığrından çıkararak adeta Paris katliamını devletin planladığını ortaya koydu.
Devlet Paris suikastinde olduğu gibi yerleştirdiği ajanları harekete geçirerek, hem geri çekilme sırasında provokasyon yaratma peşindedir hem de lider kadrolara suikastler düzenleyerek moral bozma peşindedir.Erdoğan'ın medya üzerinde ülkeyi terkederken gerillaya operasyon yapılmayacağı garantisi savaş hilesinden başka bir şey değildir.
Bütün bunların yanında düzenli ordu birlikleri özellikle Güney hükümetinin güçleri ile belirli bir zamandan sonra devreye sokulmaya çalışılacaktır.Bu düzenli ordu birlikleri stratejik saldırı konsepti etrafında biraraya getrilmeye çalışılacaktır.
VI- "Entegre Stateji"nin Zayıf Noktaları Entegre Strateji'nin üç temel zayıf noktası vardır.Bunlar ulusal hareketin bölünmesi beklentisidir ama özellikle İmralı-Kandil bölünmesi beklentisidir. İkincisi Güney hükümetinin tamamen seferber edilmesinde yaşanacak zorluk ve üçüncüsü de Oradoğu'daki konjonktürün hassaslığıdır.
İmralı ile Kandil arasında bölünme yaratmak sadece bir hayalden ibarettir. Erdoğan "arka bahçede daha top oynarken" Öcalan ve PKK 1992 yılında üç cephede ve o zamanın zor koşullarında Türkye'yi, KDP ve YNK güçlerini kahramanca durdurmuşlardır.Bu oynanan oyuna gelmeyecek kadar tecrübe sahibidirler.Erdoğan’ın yapacağı tek şey idamı devreye sokmaktır ki bu da sadece Kürdistan'da intifadaya yolaçarak döner Erdoğan'ı vurur.
PKK KDP'yi hareketsiz tutmak için taktik olarak Merkezi Irak hükümetine yanaşacaktır ki zaten medyada PKK ile Irak hükümetinin,KDP ve Türkiye ile yakınlaşmasına karşılık olarak yakınlaştığı haberleri dolaşmaktadır.Güney hükümeti bir yandan PKK'ye karşı bir yandan da Merkezi Irak hükümetine karşı seferber olamaz.Bu noktada Güney hükümeti Türkiye'nin PKK'yi hırpalama derecesine bakacak ve kanaat getirmese harekete geçmeyecek.Türkiye belirli bir süre sonra savaşta tek başına kalma riski ile karşı karşıya kalacak.
Ortadoğu'nun hassas konjonktüründe İran'a bir İsrail-ABD saldırısı,KDP ve Türkiye'nin PKK operasyonunu tamamen imkansız hale getirir.
VII-"Entegre Strateji"nin Tarihsel Sonuçları Bu strateji topyekün bir savaşı öngördüğü için bundan sonra Türkiye'nin bütün demokratik reform çabalarının bir kenara itilmesine neden olacaktır.Bundan sonra daha çok faşist bir milliyetçi politikanın ön plana geçmesine ve MHP'nin giderek politik tecritten çıkmasına neden olacaktır.
Bu konsept CHP ve BDP'nin büyük darbe yemesini beraberinde getirecektir.Çünkü savaş ortamında bu partilerin anlayışlarının politik zemini giderek zayıflayacaktır.
1992 konsepti toplumda baskı ve terörü giderek geliştirirken bu dönemde özellikle legal alanlarda bir çok devrimci ve demokrat büyük bedellerle karşı karşıya kaldılar.2 Mart 1994 DEP darbesi hala daha hafızalarda tazedir.DEP'in kapatılması 1992 konseptinin ürünüydü.Bugün Erdoğan sürekli BDP'li milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmakla tehdit etmekedir. İmralı-Kandil arasında bölünme yaratamadığı anda itibaren Erdoğan BDP üzerinde teröre başlayacaktır.
1992 konsepti 1997-1998 döneminde giderek tarihin rafına kalkarken o zaman ki uluslararası konjonktür Türkiye'nin AB'ye doğru yönelmesine olanak verecek şekilde gelişiyordu.Ama günümüzde uluslararası konjonktür bir emperyalist paylaşım savaşının kızıştığı bir döneme evrilmektedir yani bölgesel savaşa doğru evrilmektedir vede bundan dolayı bu konseptin yolaçağı olaylar döngüsü rejimin daha da faşist bir mecraya sürüklenmesi riskini barındırmaktadır.
VII-Sonuç Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketi içine girdiğimiz sürecin temel özelliklerini kavramak ve bu temelde mevzilenmek sorunu ile karşı karşıyadır.Giderek devletin katı ve faşist metodlarının ön plana çıktığı bir dönemde tasfiyeci ve legalist örgüt metodlarından ve siyaset anlayışından devrimci ve gizli örgüt ve siyaset anlayışına geçme ve bu geçişin özelliklerini ve görevlerini kavrama sorunuyla yüzyüzedir.
Devletin PKK özelinde bütün Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketine karşı geliştirmiş olduğu komplo ve yeni savaş konseptini deşifre etmek ve bu faşist konsepte karşı mücadele etmek artık bütün devrimci bireylerin ortak sorumluluğu arasındadır.Her iki halkın ortak mücadelesi bu kirli savaşı boşa çıkaracak ve bu "faşist politik şebekeyi" tarihin çöpüğüne gönderecektir.
|
 |
|
|
|
 |
|
 |
|