[ Kurdî   English   Francais                                 PROLETER DEVRİMCİLER KOORDİNASYONU (PDK)  28-05-2023 ]
{ komunistdunya.org }
   Açılış_sayfanız_yapın  Sık_Kıllanılanlara_Ekle

 Site Menü
   Ana Sayfa
   Devrimci Bülten
   Yazılar / Broşürler
   Açıklamalar
   Komünist Hareketten
   İlerici / Devrimci       Basından
   Kitap - Broşür PDF
   Sanat
   Görüşler

 Arşiv - Ara
   Arşiv
   Sitede Ara

 İletişim
   Bağlantılar
   Önerileriniz

_ _
{ }


_ _
{ Son Yazılar }
Devrimci ve Demokrat...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Say...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
EMPERYALİZM VE TÜRKİ...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
_ _
{  PDK Devrimci Bülten - Sayı 54 (3) }
| Devrimci Bülten

"REYHANLI TERÖR SALDIRISI" VE  AKP HÜKÜMETİ

(Devlet Terörünün Parmak İzleri)

K.Erdem

 
Hatay'ın Reyhan'lı ilçesinde 11 Mayıs günü gerçekleştirilen ve bir çok sivil vatandaşın hayatını kaybettiği terör saldırısı hem zamanlaması hem de hükümetin Paris suikastindeki "komediyi" tekrarlaması nedeniyle oldukça şüpheli bir hal almıştır. Bu saldırının arka tarihsel planı, olayın yapılış tarzı,zamanlaması ve hükümet tarafından ele alınış şekliyle birleştirildiğinde, devletin bu saldırıdaki "parmak izleri" kendisini her düzeyde göstermektedir.
 
Devlet terörünün parmak izleri bölge politikasında gizlidir.Bölge politikasını ve dinamiklerini vede her dinamiğin rolünü ve yerini doğru analiz etmeden bu tür saldırıların kaynağını ve politik hedefini kavramak zordur.
 
Barış sürecinin en büyük provokatörü yine devletin kendisidir.Bu anlaşılmadan hiçbir şey anlaşılmaz.Devletin PKK ile masaya oturmada ve ateşkes temelinde bir anlaşmayı  kabul etmede çıkarı yoktur.
 
Reyhanlı'daki terör saldırısı, PKK ile geliştirilen ya da Türkiye'nin zorla itildiği barış sürecini devlet eliyle dolaylı olarak sabote etme girişiminin bir parçasıdır.
 
Bu olayın mantığının doğru anlaşılması ancak onun çok geniş ve derin bir tarihsel çerçeve ile ilişkilenlendirilmesiyle mümkündür.Bu saldırı Türkiye Cumhuriyeti devletinin bölgedeki temel stratejik hedefi ile yani PKK'yi tasfiye etme stratejisi ile yakından bağlantılıdır. Bu tezimizin anlaşılması ve komplo teorisinden arındırılması için son on yıldan beri devletin PKK  ve Kürt sorunundaki temel stratejisinin ana hatlarını bilmek zorunludur.
 
Son on yıldan beri PKK, devleti Demokratik Cumhuriyet Programı ve silahlı mücadeleyi de buna araç yaparak masaya çekmek istemekte ve devlet de buna direnmektedir. PKK'nin bu program temelinde "uzlaşma" politikasına karşı devletin verdiği yanıt hep onu kuşatma ve bastırma ve imha politikasında ısrar olmuştur. Bu temelde devlet Ortadoğu'da diğer sömürgeci ve baskıcı devletler ile yani İran,Suriye,Irak ve bunlara ek olarak da  Kürt Federe Yönetimi ile bir cephe kurma  ve PKK'ye karşı ortak darbe vurma arayışı içerisinde olmuştur vede Ortadoğu politikasını da bunun üzerine inşaa etmiştir. Türkiye açısından Ortadoğu'da temel politika PKK'nin sürekli kuşatılması ve baskı altında tutulması politikasıdır.
 
Türkiye'nin PKK'nin Haziran 2004 yılından itibaren tekrar Kuzey Kürdistan'da devleti Demokratik Cumhuriyet temelinde masaya çekmek için devreye soktuğu silahlı mücadeleye karşı temel politikası bölge devletleri ile ittifak halinde onu kuşatmak ve ezme politikası olmuştur. Ama Türkiye PKK'yi bölgede diğer devletler ile birlikte tam kuşatamadığı için ortak darbeyi de hiçbir zaman örgütleyememiştir.
 
Türkiye'nin diğer devletler ile ittifak halinde PKK'ye karşı bir gerici cephe oluşturma politikası 2004 yılından beri yürürlükte olan bir politikadır. Bu gerici cephe oluşturma politikası uluslararası konjonktürün yapısından dolayı inişli-çıkışlı bir eğilim izlemiştir.
 
AKP hükümetinin bölgenin gerici devletleri ile PKK'yi ciddi olarak ilk kuşatma politikası 2007 yılında başlamıştır. Çünkü 2007 yılına kadar AKP içeride hep bir darbe tehlikesi ile karşı karşıya kalmış ve bu durum onun PKK'ye karşı etkili bir kuşatma politikası uygulamasını  engellemiştir. Ama 2007 yılında,erken seçim taktiği ile darbeci güçleri alteden AKP, yumuşayan uluslararası konjonktürün de etkisiyle giderek İran,Suriye ve Güney Kürdistan Federe Hükümeti ile PKK'yi kuşatmak için yakınlaşmaya başlamıştır. Bu kuşatma politikasını da "komşular ile sıfır sorun politikası" sloganı ile saklamaya çalışmıştır. AKP hükümetinin "komşular ile sıfır sorun" politikası PKK'yi kuşatma ve ezme politikasının gizlenmesi ve dikkatlerin başka yöne çekilmesi yani aldatma politikasının bir örtüsü olarak işlev görmüştür.
 
2007'den 2009'a kadar AKP hükümeti diplomasi aracılığıyla İran ve Suriye'yi PKK kuşatmasına etkin bir şekilde katmak için çok çaba sarfetmiştir. Bu ülkeler bu kuşatmaya katılmışlardır ancak pek gönüllü olmamışlardır.Bu dönemde bu ülkelerin uluslararası alanda tecritte olmaları bu politikaya katılmalarının en önemli nedeniydi.İran ve Suriye Türkiye'nin bu politikasında ihtiyatı elden bırakmamışlardır.Çünkü Türkiye'nin güçlü bağlar ile Batı-Emperyslistlerine bağlı olması,PKK'nin ötelenmesinden sonra Türkiye'nin Batı ile birlikte İran ve Suriye'nin üzerine gelmesi politikasına kapı açacaktı aynı zamanda.Bundan dolayı İran ve Suriye PKK'nin kuşatılması politikasını hep geciktirmeye çalışmışlardır.
 
Türkiye İran ve Suriye'yi istediği gibi PKK kuşatmasına katamadığını farkedince bu sefer bu iki ülkeye güven vermek ve onları PKK kuşatmasına daha aktif katmak için 2009 yılının Ocak ayında Davos Zirvesi'nde RT Erdoğan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres şahsında İsrail'e karşı cephe alma politikasını başlattı.Davos Zirvesi ile birlikte İsrail'e karşı cephe alma politikasının başlatılması giderek İran ve Suriye ile daha fazla yakınlaşma ve onlara güven verme vede onları PKK kuşatmasına daha güçlü katmanın bir kaldıracı olan bir politikaydı ki rastgele değil bilinçli ve planlı bir politikaydı.
 
Bu diplomatik manevraya karşılık yine de İran ve Suriye ihtiyatı elden bırakmadı ve İran nükleer çalışmaları ve NATO'nun Türkiye'ye yerleştirmek istediği erken uyarı radar sistemi karşısında Türkiye'nin tavrını  beklemeyip görmeyi  tercih etti. İşte tam bu sırada patlak veren ve Suriye'ye uğrayan Arap Baharı karşısında Türkiye'nin almış olduğu tutum AKP hükümetinin iki yüzlü politikasını açığa çıkararak deşifre olmasına neden olmuştur.
 
Suriye'deki İçsavaş Türkiye'nin PKK'yi kuşatma politikasına büyük bir darbe vurmuştur ve böylece İran'ın da geri çekilmesine neden olmuştur.Ama Türkiye için PKK'nin kuşatılması politikası hiçbir zaman kesilmemesi gereken bir politikadır çünkü PKK  tamamen kuşatmadan çıkınca gelecekte daha büyük bir tehdit potansiyeli elde edecektir.
 
Türkiye'nin gerici devletler ile birlikte PKK'ye karşı cephe oluşturmasına karşı PKK de İran ve Suriye rejimlerinin düşmesinde temel bir dinamik haline gelerek ve bu rejimlerin düşüşüne katılarak vede böylece bölge jeopolitiğini tamamen değiştirerek Türkiye'nin hiçbir zaman bir gerici bölgesel cephe oluşturmayacağı bir politik durumun ve yapının ortaya çıkmasını sağlamak istemektedir.Bu noktada emperyalistler ile bölge devletleri arasındaki çelişkileri daha da keskinleştiren bir politika izlemektedir.
 
Arap Baharı ile birlikte Türkiye PKK'nin kuşatılması stratejisinde değişikliğe gitmek ve yeni bir politik biçim ile ilerlemek zorunda kaldı.Yeni politika Suriye'deki rejimin hızlı bir şekilde yıkılmasını sağlamak ve bu yıkımı da Müslüman Kardeşler'den El Kaide'ci gruplara kadar uzanan gerici bir cepheye önderlik ederek ve bu temelde yanına Suudi Arabistan ve Katar gibi devletleri de alarak gerçekleştirmekti. Böylece PKK kuşatmasının zayıf halkası olan Suriye tekrar kuşatmanın güçlü bir ayağı haline gelmiş olacaktı. Ancak "evdeki hesap çarşıya uymadı" ve 2012 Baharı'nda Türkiye'nin Suriye'de önderlik ettiği gerici cephenin iktidarı ele  geçirecek derinlikte ve yapıda bir hareket olmadığı ve bu cephe içerisinde giderek El Kaide yanlısı terör örgütlerinin güçlenmesi ortaya çıkınca vede Baas rejiminin Rojava'da çekilmesinden sonra PYD'nin fiili iktidarının ortaya çıkması ile bu durum birleşince Türkiye'nin Suriye politikası çöktü ve PKK'nin bölgede güçlenmesine yolaçtı.
 
Bu noktada Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün belirttiği gibi Türkiye açısından "gerçekleşebilecek en kötü senaryo" gerçekleşti ve "Kuzey Irak"a giderek bir "Kuzey Suriye" eklenmeye başladı ve gidişat "Kuzey İran" ile bu halkanın tamamlanacak yönünde olmasıdır.Türkiye Suriye'de ABD'nin Irak'ta yaptığının aynısını yaptı yani merkezi devleti zayıflattıkça kendi yanlısı güçlerden ziyade kendi yanlısı olmayan (PYD gibi) güçlere savaşmadan alan açtı.ABD de Irak'ta İran'ın nüfuzunun  aynı şekilde gelişmesine neden olmuştu.
 
İşte uluslararası alanda giderek tecrit olan Türkiye PKK ile mücadelesinde bir "nefes molası"na ihtiyaç duymuştur ama bu nefes molasını da PKK'ye karşı farklı bir kuşatma ve imha politikasına geçişin aracı haline getirmeye çalışmaktadır.
 
Türkiye'nin PKK kuşatmasının biçimi değişmiştir (değişen koşullardan dolayı ) ama içeriği yani politik hedefi (PKK'yi imha) pek değişmemiştir.
 
Türkiye'nin Suriye politikası PKK'yi kuşatma ve ezme politikasının en önemli halkasını oluşturmaktadır.Bundan dolayı Suriye'de işbirlikçi bir devletin ve hükümetin ortaya çıkması Türkiye açısından hayati bir önemdedir.Türkiye bu politik unsurları da Müslüman Kardeşler'den El Kaideci gruplara kadar olan politik yelpaze aracılığı ile elde etmeye çalışmaktadır.Özellikle Rojava'da PYD'nin güçlenmesinin ve gelecekte Suriye devleti içerisinde önemli bir yer ve konum elde etmesinin önüne geçmek için El Kaideci grupları desteklemekte ve onun üzerine salmaktadır.
 
Türkiye PKK'nin Güney Kürdistan'a çekilmesinden sonra Suriye'deki El Kaideci gruplar ile Suriye üzerinden; Güney Kürdistan Federe Yönetimi ile Güney'den ve İran ile de anlaşarak Doğu'dan onu çevirerek PKK'ye büyük bir askeri darbe vurmayı planlamaktadır ve bu noktada Türkiye Suriye'deki El Kaideci gruplara bağımlı hale gelmiştir.
 
İşte Reyhanlı saldırısının faillerini bu politik çerçeve içerisinden çıkarmak mümkündür.
 
Reyhanlı saldırısını Suriye'nin yapmış olması ihtimali hükümetin ve medyadaki bir dizi yazar ve aydının iddia etmiş oldukları gibi çok zayıf bir ihtimaldir.Bu saldırının adresini hemen hükümetin psikolojik yönlendirme metoduna takılarak Suriye olarak göstermek kolaycılıktır. Kaldı ki Suriye bu saldırıyı sert bir şekilde kınamış ve ortak bir soruşturma komisyonu kurma talebini iletmiş ancak RT Erdoğan bunu reddetmiştir.Yine Suriye'nin uluslararası konjonktürün durumundan dolayı da bu saldırıyı yapması zayıf ihtimaldir. ABD ve Rusya'nın Mayıs ayının sonunda "Cenevre 2" konferansının üzerinde anlaşması ve yumuşak bir siyasal geçiş üzerinden anlaşmaları ve Suriye hükümetinin de bu konferansı desteklediğini ilan etmesinden sonra böyle bir saldırıda bulunması akıl dışı bir durumdur.
 
Rusya ve ABD anlaşması  mevcut Suriye hükümetinin hemen yıkılmaması gerektiği anlamına gelmektedir.Rusya'nın zaten bundan çıkarı vardır.ABD ise Esad yönetiminin yıkılmasını geciktirerek El Kaideci grupların dışlandığı  daha laik bir yapısı olan ve Kürtlerden Dürzi ve Nusayri'lere kadar olan geniş bir yelpazeyi de kapsayan daha nitelikli ve kapsayıcı bir muhalefet hareketini örgütlemek için zaman kazanmaya çalışmaktadır. Ama bu politika Türkiye'nin PKK politikası ile çelişmekte ve hatta onu sekteye uğratmaktadır.ABD-Rusya anlaşmasının en büyük kaybedeni Türkiye olmuştur.
 
Türkiye ile ABD arasındaki temel sorun her iki devletin Ortadoğu'daki stratejik önceliklerinin farklı oluşu ve bu farklılığın bütün özel sorunlarda farklılığa neden olmasıdır.
 
Türkiye'nin Ortadoğu'da stratejik önceliği, PKK'nin kuşatılması ve bastırılması politikasında ısrar edilmesi ve bölge devletleri ile bu temelde ilişkilerin kurulmasıdır.Bu temelde Suriye'de işbirlikçi bir hükümetin oluşturulması ve  Suriye'nin PKK kuşatılmasında zincirin güçlü bir halkası olarak varolması AKP hükümetinin öncelikleri arasındadır.Aynı şekilde İran'ın da bu kuşatmaya dahil edilmesi AKP politikasının önemli öncelikleri arasındadır. Türkiye İran'a PKK kuşatmadan çıkarsa ve Suriye ve İran'daki rejim değişikliklerine kendisini adapte ederse en büyük kaybedenin İran olacağını belirterek İran'ı PKK kuşatmasında tutmak istemektedir. PKK'nin kuşatılması sorunu böylece Türkiye'yi ABD-AB ve İsrail ekseninden uzaklaştırıcı bir etkiye neden olmaktadır.
 
ABD'nin stratejik önceliği ise PKK'nin kuşatılması değil tam tersine İran'ın nükleer çalışmalarından dolayı ve İsrail'in baskısından dolayı İran'ın kuşatılması politikasıdır. Bu noktada İran'daki Kürtlerin ve PJAK'ın stratejik konumu vede rejimin yıkılışnda önemli bir güç olarak varolması, ABD ve müttefiklerinin (AB ve İsrail)  PKK'nin tamamen kuşatılması ve bastırılması politikasına Türkiye'nin istediği gibi katılmasını cazip olmaktan çıkarmaktadır. İşte PKK emperyalistler ile bölge devletleri arasındaki bu çelişkilerden kendi bağımsız  politikası noktasında yararlanmaktadır.
 
İşte Reyhanlı'daki terör saldırıları ile Türkiye ve ABD'nin Ortadoğu'daki farklı stratejik yönelimleri arasında bir bağlantı vardır.
 
ABD'nin Ortadoğu'da stratejik önceliği İran'ın kuşatılması politikası ile bağlantılı olarak Türkiye'nin PKK ile ateşkese denk gelecek bir uzlaşmasıdır.Bu politika hem hükümet üzerinde reform baskısını arttıracak ve reformlar yaptıkça da Türkiye daha fazla ABD-AB blokuna yaklaşarak İran ve radikal islami hareketlerden uzaklaşmış olacak hem de dolaylı olarak Türkiye ve PKK'nin İran'ın kuşatılmasına katılması anlamına gelecek. Bu politikanın Suriye'deki yansıması ise gelecekte Federatif Suriye'de PYD'nin önderliğinde Irak'ta olduğu gibi Kürtlerin iktidar ortağı olmasının kabul edilmesidir.Kürtlerin ulusal taleplerinin belirli bir noktaya kadar tatmini ile ABD'nin bölgesel politikaları arasında bir bağlantı vardır ve bu bağlantı Türkiye ile ABD arasında bir sürtüşme nedeni olmaktadır.
 
ABD Türkiye ile PKK arasındaki ateşkesi Suriye'deki rejim değişikliğinin önünde  tutmaktadır ve bu noktada Türkiye'ye AB ile birlikte diplomatik baskı yapmaktadır. Bu politika aynı zamanda Türkiye'nin Suriye'de El Kaideci gruplar ile ilişkisini kesmesini de öngörmektedir.Ama Türkiye PKK'yi kuşatma ve bastırma politikasını tamamen yokeden bu politikaya direnmektedir.
 
Reyhanlı'daki terör saldırısı ya direk TC devletinin organize ettiği ya da El Kaideci grupları kullanarak gerçekleştirdiği bir eylemidir.Yine bir başka olasılık da Suriye'deki El Kaideci grupların ABD'nin baskıları karşısında kendilerini gözden çıkaracak bir AKP hükümetine bir gözdağıdır ki,bu da AKP'nin Suriye politikasının sonucudur.
 
Bu iki noktayı kısaca açarsak:

1-Türkiye şu an PKK ile yaşanan ateşkes fırsatından, Suriye'deki Baas rejiminin hızlı bir şekilde düşürülmesi temelinde yararlanmak istemektedir.Zaten İmralı ile olan görüşmelerin başlamasından hemen sonra Türkiye,geçen yılın bahar ve yaz aylarında  Suriye hükümetine karşı düşen uluslararası diplomatik ivmeyi tekrar yükseltmek için harekete geçti. İşte Reyhanlı saldırısı uluslararası alanda Suriye hükümetini daha da tecrit etmek ve meşruluğunu yoketmekti için TC devleti tarafından tezgahlanan bir provakasyon olma ihtimali yüksektir.
 
2-PKK'nin Erdoğan'ın ABD ziyaretinden bir hafta önce çekilmeyi kararlaştırması ve uygulamaya başlaması ,Türkiye üzerinde ABD'nin baskısını daha fazla kurmaya yönelikti.Erdoğan'ın PKK'nin bu taktiğine cevabı Reyhanlı saldırısı oldu.Bu saldırı ile Erdoğan barış sürecindeki gidişatın ABD'de profilini düşürdü ve Suriye'de rejimin düşürülmesi sorununu  öne aldı.ABD de yukarıda belirttiğimiz gibi  tam tersini yani PKK ile barış sürecini ve bu temelde reformları gündeme almayı   düşünüyordu.
 
3-Reyhanlı saldırısı devletin  ABD üzerinde baskı oluşturması ve onu Suriye noktasında daha fazla yanına çekerek, Kürt sorununda fazla üzerine gelmesini önlemeye yönelikti.Bu saldırı aynı zamanda ABD ve Rusya'nın diplomasiye öncelik veren ve Mayıs ayı sonu Cenevre'de toplanılması  öngörülen konferans  anlaşmasına karşı  memnuniyetsizliğin ve bu politikaya karşı olduğunun da ifadesidir.ABD ve Rusya'nın diplomasiye öncelik vermesi politikasına Türkiye rejimin hemen yıkılması gerektiği politikası ile karşılık verdi ve Reyhanlı provakasyonu bu savaşın daha da yoğunlaştırılması noktasında bir kaldıraç olarak düşünülmüştür.
 
4-Obama ile görüşmeden önce bu provakasyon ile Erdoğan en azından uçuşa yasak bölge konusunda bir taviz koparmak istemiştir.Bu noktada bu saldırı Obama üzerinde böyle bir taviz için bir baskı unsuru olarak düşünülmüştür. Esad rejiminin  "Türkiye için artık bir direkt tehdit olduğu" imajı verilerek bir uçuşa yasak bölgenin oluşturulma tavizini koparmak istemiştir.Türkiye bu uçuşa yasak bölgeyi bir yandan Esad rejimini düşürmek için destek noktası olarak düşünürken diğer yandan da El Kaideci terörist gruplar ile Kürt ulusal direnişini bastırmanın ve PKK'nin Suriye üzerinden kuşatılmasına devam etmenin aracı haline getirmek istemektedir.
 
Obama ile Erdoğan arasında gerçekleşen zirveden sonra yapılan açıklamalardan da anlaşıldığı gibi Obama bunca oyuna rağmen Erdoğan'ın oyununa gelmemiş ve onu eli boş göndermiştir. Bölge ve Suriye politikasında değişmesi gerekenin ABD değil tam tersine Türkiye'nin olduğunu dolaylı bir şekilde hem Erdoğan'a hem de kamuoyuna göstermiştir.
 
Reyhanlı saldırısında bir başka ihtimal de, El Kaideci grupların uzun zamandan beri kendilerini kullanan Türkiye'nin ABD'nin baskıları sonucu   kendilerini yarı yolda bırakması korkusu olabilir. ABD ziyareti öncesi bu gruplar bu tür bir terör saldırısı ile Erdoğan'a böyle bir anlaşma yapmaması doğrultusunda gözdağı da vermiş olabilirler.Ancak bu ikincisi yani El Kaideci grupların bağımsız olarak bu saldırıyı yapması zayıf ihtimaldir.Bu saldırıyı yine bu gruplar da gerçekleştirmiş olabilirler ancak devlet ile danışıklı bir şekilde olması yukarıda yaptığımız politik analizden dolayı  yüksek bir ihtimaldir.
 
Bu saldırıda devletin parmak izlerini gösteren bir başka olgu da,devletin tepesinin önderlik etmiş olduğu ve yönlendirdiği psikolojik operasyonun dalga dalga aşağıya yayılması metodudur.Aynı psikolojik operasyon Paris suikastı sırasında da yaşandı ve hükümet hemen olayı "bir örgüt içi infaz" biçimine bütündürmeye çalıştı. Reyhanlı saldırısında da hemen “failler bulundu” ve suçlu Suriye hükümeti ilan edildi.Çok yakında bu saldırının Paris suikastı gibi unutulması ve ondan hiç sözedilmemesi yüksek ihtimal dahilindedir.
 
Bu tür psikolojik operasyonlar ve provokasyonlar bu devlet yapısının ve geleneğinin adeta "genetik yapısına" işlenmiş gibidir ve bu noktada sicili oldukça kabarıktır: 1977 1 Mayıs'ında gerçekleştirilen katliam ; Sivas provakasyonu ve katliamı ; Azarbeycan'da Türkiye'nin düzenlediği darbe girişiminin Gazi katliamı ile saklandığı psikolojik operasyon vs. bütün bunlar bu devletin faşist  metodunu ve tarzını gözler önüne sermek için yeterlidir.
 
Ama burada yeni olan durum,eğer bu provakasyon ve katliam devlet kökenli ise bu aynı zamanda AKP'nin "Ergenekon zihniyeti ve pratiği" ile tamamen kaynaştığı ya da geleneksel faşist devlet anlayışı ile tamamen uzlaştığı anlamına gelir.
 
Reyhanlı saldırısı devletin Suriye politikası üzerinden PKK ile geliştirilen barış sürecini sabote etmesinden başka bir şey değildir ve PKK'nin kuşatılması ve bastırılması politikası ile yakından bağlantılıdır.
 

|
_ _