[ Kurdî   English   Francais                                 PROLETER DEVRİMCİLER KOORDİNASYONU (PDK)  28-05-2023 ]
{ komunistdunya.org }
   Açılış_sayfanız_yapın  Sık_Kıllanılanlara_Ekle

 Site Menü
   Ana Sayfa
   Devrimci Bülten
   Yazılar / Broşürler
   Açıklamalar
   Komünist Hareketten
   İlerici / Devrimci       Basından
   Kitap - Broşür PDF
   Sanat
   Görüşler

 Arşiv - Ara
   Arşiv
   Sitede Ara

 İletişim
   Bağlantılar
   Önerileriniz

_ _
{ }


_ _
{ Son Yazılar }
Devrimci ve Demokrat...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Say...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
EMPERYALİZM VE TÜRKİ...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
_ _
{  PDK Devrimci Bülten - Sayı 54 (4) }
| Devrimci Bülten

PKK'NİN ATEŞKESİNİN POLİTİK VE TARİHSEL ÇERÇEVESİ ÜZERİNE

K.Erdem


I-Giriş



İmralı'da tutuklu bulunan PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan'ın Diyarbakır'daki Newroz kutlamasına gönderdiği mesaj ile PKK'ye ateşkes ilan etmesi yönünde çağrıda bulunmasından sonra, PKK bu çağrıya uyarak Türkiye Cumhuriyeti devleti karşısında resmen ateşkes ilan etti.

Tarihi bir öneme sahip olan bu politik durumun doğru bir şekilde analiz edilmesi ve bu durumdan doğru politik sonuçlar çıkarılması Türkiye komünist ve devrimci hareketi açısından hayati bir öneme sahiptir.

Ama ateşkesten sonra Türkiye devrimci hareketi içerisinde bir çok politik çevre ve örgütün bu ateşkes karşısında almış olduğu politik tutum tek kafaların ne kadar karışık olduğunu göstermekle kalmadı aynı zamanda bu örgütlerin  ne kadar amatör ve politik olarak ne kadar yetersiz olduğunu da ortaya koydu.

İçinden geçtiğimiz sürecin politik karakterini anlamadaki yetersizlik aslında uzun zamandan beri devrimci hareket içerisinde savsaklanan teorik sorunların çözümünün yetersizliğinin politik ve pratik olarak su yüzüne çıkışından başka bir şey değildir.Bu politik savrulmanın altında teorik sorunların ve görevlerin yeterince anlaşılamaması ve çözülememesi yatmaktadır.

Bugün PKK'yi "devlet ile tamamen uzlaştığı" noktasında eleştirenler son on yıldır Kuzey Kürdistan'da PKK'nin silahlı mücadelesinin politik karakterini anlamamışlardır.PKK son on yıldır devleti Demokratik Cumhuriyet temelinde masaya çekmek istemektedir ve onunla uzun yıllar ateşkese tekabül edecek bir taktik anlaşma aramak istemektedir.Burada bütün sorun PKK'nin Demokratik Cumhuriyet'e politik olarak ne anlam yüklediği sorunudur. PKK'nin bu politik manevrasını anlamak ise bölge ve dünya politikasındaki gelişmeleri doğru analiz etmeye ve değerlendirmeye bağlıdır.

İçinden geçtiğimiz süreci doğru anlayabilmek için biraz geçmişe,bundan neredeyse yirmi yıl geriye gitmek gerekir.

II-Uluslararası Emperyalizm,Ortadoğu ve PKK


Sovyet sosyal emperyalizminin 1990'lı yılların başlarında  çökmesi ile birlikte "Batı Emperyalist İttifakı" açısından en önemli sorun,Rus sosyal  emperyalizminin bıraktığı boşluğun nasıl doldurulacağı sorunuydu.

Bu sorun Doğu ve Orta Avrupa'dan Ortadoğu'ya ve oradan da Kafkasya ve Orta Asya'ya kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada bir çok sorunun birbirine bağlanmasına ve bölgelerin birbirine bağımlılığına neden oluyordu.Bu hiç kuşkusuz emperyalist dünya ekonomisi üzerinde yükselen uluslararası ilişkilerin kaçınılmaz bir sonucuydu.

Bu noktada "Batı Emperyalistlerinin" en önemli önceliği Rusya'nın kapitalist-emperyalist bir güç olarak tekrar ayağa kalkmasının ve yukarıda belirttiğimiz bölgeler üzerinde nüfuzunun gelişmesinin önlenmesiydi. Nüfuz alanlarını kaybetmiş bir Rusya'nın emperyalist potansiyeli de büyük bir darbe alacağından onun Batı'ya olan bağımlılığını da arttıracaktı.Onun için Rusya'nın dört önemli bölgede (Orta ve Doğu Avrupa,Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya)  nüfuzunun geriletilmesi ve tekrar restorasyonunun önlenmesi "Batı Emperyalistleri" açısından öncelikli bir politika olarak belirlendi. "Batı Emperyalistleri" açısından bu tehdit tanımlanması ve ittifaka yeni bir politik hedefin verilmesi,bu temelde yeni politik görevlerin tanımlanmasının çerçevesini oluşturdu.

Bu noktada ilk somut adımlar 1996 yılında Bill Clinton'un ikinci defa ABD Başkanı olması ile atılmaya başlandı.ABD, AB ile NATO arasındaki ittifaklık ilişkilerine dayanarak Batı-Emperyalistlerinin nüfuz alanını Orta ve Doğu Avrupa'nın içlerine kadar genişletti ve bugün NATO-AB ittifakının sınırları Baltık devletlerinin sınırlarına kadar uzanmıştır. Bu cephede en önemli sorun Ukrayna sorunudur ve Rusya Batı-Emperyalistlerini Ukrayna'da ne pahasına olursa olsun durdurmak istemektedir. Ukrayna'yı tamamen kaybeden bir Rusya bu cephede tamamen kuşatılarak direk tehdit altına girmiş olacaktır.

Ortadoğu'da Batı-Emperyalistlerinin ağırlıklarını arttırmaya başlamaları birinci Körfez Savaşı ile başladı. Birinci Körfez Savaşı'ndan sonra Irak'ta rejimin içten çöküşü için gerekli unsurların oluşturulması politikasına hız verildi ama özellikle de 1996 yılından sonra bu çabalar giderek daha da çoğaldı.1997 yılında KDP-YNK önce Ankara'da sonra Londra'da ve en sonu da Washington'da bir araya getirilerek barıştırıldı.Bu ikisi arasında bir barışma olmaksızın PKK'nin tecrit edilmesi imkansızdı.Bu aynı zamanda PKK'nin kuşatılması hareketiydi.PKK'nin kuşatılması eşanlı olarak Türkiye'nin AB'ye doğru itilmesi ve cesaretlendirilmesiyle de destekleniyordu. Yine 1997 yılında AB'nin Aralık ayındaki Luxemborg  Zirvesi'nde Türkiye'ye AB'ye üyelik doğrultusunda "aday aday üye" statüsü verildi.İki yıl sonra Abdullah Öcalan'ın yakalanmasından (9 Şubat 1999) sonra ve PKK'nin aynı yıl 2004 yılına kadar sürecek olan ateşkesinden sonra 1999 yılının Aralık Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'ye bu sefer aday üye statüsü verildi.

1990'lı yılların ikinci yarısında Bakü-Ceyhan boru hattının yapımı onaylandı ve bu projeye başlandı.Türkiye Kafkasya ve Orta Asya'ya Batı-Emperyalistleri'nin bir "atlama tahtası" olarak düşünüldüğü için yine bu dönemde özellikle ABD'nin bastırması ile Ermenistan ile ilişkilerin geliştirilmesi politikasına hız verildi. Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesini öngören protokollerin imzalanması Kasım 1999 tarihinde İstanbul'da düzenlenen AGİT Zirvesi'nde öngörülmüştü.Ancak bu zirveye kısa bir süre kala Rusya destekli Ermenistan parlamento baskını ve bir çok milletvekilin öldürülmesi bu sürecin gelişmesini önledi.

İşte 1990'lı yılların ikinci yarısında başlayan PKK'nin tecriti ve kuşatılması bu uluslararası politikanın bir sonucuydu.1998 yılında başlayan ve 1999 yılında tamamlanan Abdullah Öcalan'ın yakalanma süreci ile hedeflenen durum,bir ateşkes ortamının sağlanması ve bu temelde Türkiye'nın kendisini AB'ye sıkıca bağlayacak reformları gerçekleştirmek için uygun bir politik ortamın sağlanmasıydı. Türkiye burjuva-demokratik reformları yaptıkça PKK'yi daha da sıkıştırmış olacaktı ve onun askeri yapısının tasfiye edilerek legal alana sıkıştırılması hedeflenmişti.

III-Dünya ,Bölge ve Ülke Siyasetinde Değişiklikler ve PKK'de Paradigma Değişikliği


1999 yılında PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan'a karşı gerçekleştirilen komplonun uluslararası yapısı aynı zamanda PKK'ye karşı oluşturulan uluslararası cephenin çapını ve genişliğini de göstermektedir.Bu dönemde PKK'ye karşı ABD'nin önderliğinde AB,Türkiye,İsrail,KDP ve YNK'ya kadar uzanan geniş bir düşman cephesi oluşmuştu.Bu cephenin politik hedefi PKK'nin politik ve askeri tasfiyesini gerçekleştirerek onun anti-emperyalist kapasitesini yoketmekti.Bu cephe tek dışarıdan değil içeriden de PKK'nin tasfiyesini gerçekleştirmek istiyordu.PKK'de 2000'li yılların başlarında Osman Öcalan'ın önderliğinde gelişen tasfiyeci fraksiyon uluslararası komplonun iç tamamlayanı olarak ortaya çıkıyordu ve bu tasfiyeci eğilim de KDP ve YNK'dan güç alıyordu.

Abdullah Öcalan'ın uluslararası komploya politik olarak  taktik yanıtı liberal bir program olan Demokratik Cumhuriyet oldu.Bu programın Abdullah Öcalan açısından politik anlamı zaman kazanmak ve partiye karşı geliştirilen imha hareketini zamana yayarak gelecekte bu kuşatmadan çıkacak politik unsurları ele geçirmekti.

Demokratik Cumhuriyet Programı biçimsel olarak PKK'yi AB'ye  uyum reformları içerisine yerleştiren ve bu reformların yapılması doğrultusunda Türkiye'yi cesaretlendiren bir yapıya sahipti ama içerik olarak da PKK'yi tasfiye hareketinden koruyan ve bütün düşman cephesinin aynı anda PKK'nin üzerine gelmesini engelleyen bir yapıya sahipti.

Zaman geçtikçe Demokratik Cumhuriyet'in giderek emperyalistler ile Türkiye Cumhuriyet'i arasına yerleştirilen bir “kama” olduğu ve bu sonuncular arasındaki çelişkileri derinleştiren bir yapıya sahip olduğu ortaya çıktı.

Abdullah Öcalan Demokratik Cumhuriyet Programı ile "topla oynama" sırasını devlete vererek onun reform yapmasının önünü açtı ancak tarihsel olaylar devletin burjuva-demokratik reformlar yapma kabiliyetinin olmadığını ortaya çıkardı.

İlk önceleri devletin reform yapmasının ve AB ile tam entegrasyonunun önündeki engelin PKK olduğu sanılıyordu ancak zaman geçtikçe devletin kendisinin en büyük engel olduğu ortaya çıktı.

Yine 1999 yılından 2004 yılına kadar dünya ve bölge siyasetinde çok önemli değişiklikler meydana geldi ve bu değişiklikler PKK'nin hareket ve manevra alanını genişleterek giderek uluslararası kuşatmadan çıkmasına neden oldu. Bu olayları kısaca belirtirsek :

1-11 Eylül 2001 tarihinde El Kaide'nin ABD'deki terör saldırıları ve ABD'nin Afganistan ve Irak işgalleri.
2-Rusya'da Putin'in Devlet Başkanlığına gelmesi ve Rus emperyalizminin giderek ayağa kalkarak eski Sovyet nüfuz bölgesinde etkili olma arayışı.
3-ABD ve AB'nin 2000'li yılların başlarında örtüşmeyen dünya vizyonları ve sürtüşmeleri ve bundan kaynaklanan Türkiye sorunu.
4- Irak işgali sırasında Türkiye'nin 1 Mart tezkeresini reddetmesi ile ABD'nin daha fazla Kürtlere yanaşması.
5-Türkiye'nin AB reformlarını yapmaması ve bu temelde ABD-AB bloku ile çelişkiye düşmesi.
6-Rusya,İran ve Suriye'nin AKP hükümetini bölgede cesaretlendirmesi ve Türkiye ile Batı-Emperyalistleri'nin ilişkilerini sulandırması.
7-Türkiye'nin İran ve Suriye'deki rejimlerin çözülüş süreçlerine destek vermemesi hatta Arap Baharı öncesine kadar "komşular ile sıfır sorun" (az ileride de göreceğimiz gibi aslında PKK'nin kuşatılması politikasından başka bir şey değildi) politikası çerçevesinde onlar ile daha da yakınlaşması vs.

Bütün bu yeni gelişmeler PKK'de bir paradigma değişikliğine neden olarak yeni bir stratejik yapılanmaya götürdü.

IV-PKK'nin Yeni Stratejik Yapılanması ve Demokratik Cumhuriyet


PKK'nin yeni stratejik yapılanması hiç kuşkusuz uluslararası sistemin analizine ve bu analizden çıkan öngörülere dayanıyordu. Parti üç-dört yıllık bir ideolojik bocalamadan sonra kendisine yeni bir stratejik çizgi geliştirmeye başladı ve bu temelde yeni taktikler geliştirdi.

PKK'nin yeni stratejik çizgisi uluslararası ve bölgesel çelişkilerden yararlanma üzerine oturuyordu.Eskiden yani 1980'li ve 1990'lı yıllarda PKK,Kürdistan'ı baskı altında tutan devletlerin kendi aralarındaki çelişkilerden yararlanarak kendisine bağımsız bir politik alan açıyordu.2000'li yılların başlarında giderek bu politikanın temeli yokolmaya başladı. Emperyalistlerin Ortadoğu'ya ağırlıklarını koymalarıyla birlikte,statükocu devletler belirli bir süre beraber hareket etme (2004-2011 arası) anlayışına da sahip olmuşlardır.Bu durum giderek emperyalistler ile bölge devletleri arasında bir çelişkiye neden olmuştur ama bu çelişkiye bir de emperyalistlerin ve onların bölgedeki uzantıları arasındaki çelişkiler de eklenmiştir. İşte PKK kendisini emperyalistler ile bölge devletleri ve yine emperyalist kamplaşmadan kaynaklanan çelişkilere göre konumlandırarak vede farklı kamplar arasında manevra yaparak kendisine bağımsız politik alan açmaya çalışan bir politika izlemektedir.

Bu durumun bir nedeni uluslararası güç ilişkilerinin sonucuyken bir diğer nedeni de Kürdistan'ı baskı altına alan devletlerin iç politikalarında güçlü bir devrimci muhalefetin ve hareketin olmayışıdır.Bu yokluk emperyalistler ve gerici devletler arasındaki çelişkilerden yararlanılması politikası ile doldurulmaktadır. Şu anki durumda bundan başka bir çıkış yolu da mevcut değildir.

Bu yeni stratejik çizgi temelinde PKK, 2003 yılında biçimsel olarak dört parçaya ayrıldı. Doğu Kürdistan için PJAK kuruldu. Batı Kürdistan (yani Rojawa) için PYD kuruldu. Güney Kürdistan için Kürdistan Çözüm Partisi kuruldu.PKK de Kuzey Kürdistan'daki mücadele için varlığına devam etti. Böylece PKK Kürdistan'ın farklı parçalarını konjonktürün evrimine göre ileri ya da geriye çekerek vede bu temelde Kürdistan'ın farklı parçaları arasında manevra yaparak ayakta kalmaya ve Kürdistan'ın bağımsızlığını geliştirmeye çalışmaktadır.

Kürdistan'ın farklı parçaları arasındaki bu diyalektik ilişki ve bu ilişkilerin Ortadoğu ve dünya politikasına bağlanmış biçimleri kavranılmadan içinden geçtiğiniz süreci doğru bir şekilde analiz etmek mümkün değildir.

2003 yılında Irak'ın işgali aynı zamanda giderek NATO ittifakının bölgeyi yeniden dizayn etmesi ve Batı'ya sıkıca bağlama politikasını da açığa çıkardı. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) de denilen bu politika istenildiği gibi uygulanılamadı.Bunun nedeni Batı-Emperyalistlerinin ve onların bölgesel uzantılarının stratejik önceliklerinin farklı oluşu  ve bu farklılıkların  bir çok düzeyde anlaşmazlıkların temelini oluşturmasıdır.

2000'li yıllara kadar PKK'nin stratejik önceliği Kuzey Kürdistan'ın bağımsızlığı ya da bu parçada elde edilecek bir tarihsel kazanımın Kürdistan'ın farklı parçalarına uzanmada bir tarihsel destek noktası olacağı analizine dayanıyordu.Kürdistan'ın diğer parçaları ona dayanılarak özgürleştirilecekti. Aslında bu analiz 1970'li ve 1980'li yıllardaki dünya güç dengeleri gözetilerek yapılmıştı ve Sovyet blokunun çökmesi ile emperyalist dünyanın farklılaşması bir çok düzeyde yeni sorunların ortaya çıkmasına  ve stratejik önceliklerin tekrar tanımlanmasına neden oldu.

2000'li yılların başlarından itibaren Ortadoğu'da ortaya çıkan güç dengeleri gözönüne alındığında PKK'nin Kuzey Kürdistan'ın bağımsızlığını ya da bu yöndeki kazanımları öne çıkarması ABD'den AB,Türkiye,KDP, YNK'ya  kadar olan çok geniş ve güçlü bir düşman cephesi ile karşı karşıya kalması demektir. Böyle bir cepheyi aynı anda karşısına alması ise PKK'nin altında kalkmayacağı bir tarihsel yükün oluşmasına,Kürdistan'ın diğer parçalarında ortaya çıkacak olan tarihsel fırsatlardan da istenildiği gibi yararlanamamasına yolaçacaktır. Onun için PKK karşısındaki geniş düşman cephesini 2003 yılından itibaren Realpolitiğin (güç ilişkileri ve dengesi) prensiplerine uygun bir şekilde bertaraf etmeye çalışmıştır.

Bu noktada 2003 yılından itibaren PJAK Doğu Kürdistan'daki Kürtlerin tarihsel haklarını geliştirmek ve ilerletmek için silahlı mücadeleyi yoğunlaştırmaya başladı.Amaç ABD,AB ve İsrail'in Türkiye ile ortak cephe oluşturmasının önüne geçmek ve birincilerini PKK karşısında hareketsiz tutmaktı. PJAK'ın silahlı mücadelesi İran rejimini içten zayıflattığı için ABD,AB ve İsrail blokunun dolaylı desteğine ya da en azından tarafsız kalmasına neden oldu.Bu durum PKK'yi tasfiye etmek isteyen Türkiye'nin planları ile çelişen bir durum arzetmeye başladı ve PKK giderek uluslararası kıskaçtan çıkmaya başladı.

Ama PKK ya da onun Doğu Kürdistan kolu olan PJAK İran'a karşı da tam seferber olmaktan da kaçınıyordu.Çünkü Türkiye ile bir ateşkes elde etmeden İran'a karşı tam seferber olamazdı aksi taktirde hem Türkiye'nin hem de İran'ın aynı anda iki cephesi arasında kalırdı ki bu PKK'nin uzun zaman kaldıramayacağı bir savaş olurdu.İşte 2004 Haziran'ından itibaren PKK'nin Kuzey Kürdistan'daki savaşı Türkiye'yi Demokratik Cumhuriyet temelinde masaya çekip anlaşarak uzun yıllara yayılacak bir ateşkes elde etmeye yönelikti.

Böylece 2003-2004 yıllarında Abdullah Öcalan'ın Demokrat Cumhuriyet programı, işlev ve biçim değiştirmiştir.1999 yılında bu program partiyi imhadan korumaya yönelikken, 2003-2004'ten itibaren bölgesel manevranın ve bu temelde ateşkesin aracısı haline gelmiştir.

Böyle bir ateşkes ile PKK  İran ve Suriye'de  rejimlerin yıkılışına katılarak,  buralarda Irak'taki gibi bir federatif yapının ortaya çıkmasına çalışarak ve bu ülkelerin istikrarında kilit rol oynayarak bu temelde ABD,AB ve İsrail'in daha fazla PKK'ye bağımlı hale gelmesini elde etmek istemektedir. Bu aynı zamanda Türkiye'nin PKK'yi tamamen kuşatma ve ezme politikasının da sonu olacaktır.Doğu ve Batı Kürdistan'da federatif yapı çerçevesinde iktidar olacak olan PKK'yi Türkiye hiçbir zaman yokedemeyeceği gibi uygun bir tarihsel anda da PKK Kuzey Kürdistan'daki mücadeleyi tekrar yükseltme pozisyonunu da elinde bulundurmuş olacaktır.

PKK'nin içinden geçtiğimiz süreçte Kürdistan'ın farklı parçalarındaki mücadeleyi federatif biçim içerisinde geliştirme eğilimi,partinin kendisine bağımsızlığa giden yolda "nefes molaları" ya da "stratejik zaman aralıkları" oluşturması anlamına gelmektedir. Bu nefes molaları Ortadoğu'da güçlü bir devrimci hareketin olmadığı koşullarda zorunludur ve Kürdistan devriminin bir tür reformları gibidirler ve bütün mesele bu reformları doğru bir devrimci stratejiye bağlama yeteneği ve iradesidir.

PKK'nin İran ve Suriye'deki rejimlerin düşüşlerine katılması ve bu temelde "uluslararası köprü başı" tutması ancak tahterevallinin bir ucunu düşürmesine bağlıdır. PKK'nin uygulamış olduğu strateji bir "Tahterevalli Stratejisi"dir. Tahterevallinin bir ucunun (Doğu Kürdistan ve Batı Kürdistan) kalkabilmesi için diğer ucunun (Kuzey Kürdistan) düşmesi şarttır.İşte parti bu ucun düşüşünü Türkiye ile Demokratik Cumhuriyet temelinde bir ateşkes ile elde etmeye çalışmaktadır. Parti böyle bir ateşkes elde ettiği zaman ve Suriye ve İran'daki rejimlerin düşüşüne güçlü bir şekilde katıldığı zaman,onun karşısında 1999 yılında örülen uluslararası karşı-devrimci cephe tamamen çökmüş ve dağılmış olacaktır ki bu Realpolitiğin karşıtına dönmesi ile eşanlamlıdır.

Bütün bu gelişmelerin emperyalist nüfuz ve paylaşım mücadelesi ile elele gideceği düşünüldüğü zaman,PKK'nin Kürdistan'ın farklı parçalarındaki federatif yapıları, Ortadoğu'daki devrimci hareketlerin gelişimini tahrik ederek ve bir noktadan sonra onlara yaslanarak Birleşik Kürdistan hedefine kilitlenerek bir üst tarihsel seviyeye çıkarmak zorunda kalacağı ya da kendisine kaçınılmaz olarak böyle bir yön çizmek zorunda kalacağı eşyanın doğası gereği olacaktır.

İşte böylece PKK'nin tarihsel rolünü ve karakterini de az-çok doğru tanımlayabilecek bir teorik temel elde etmekteyiz.PKK ilginç bir tarihsel aralıkta bulunmaktadır : PKK Ortadoğu'da geçmiş (1970-1980-1990 ve 2010 dönemleri)  ile gelecek (Ortadoğu bölgesel devrimi) arasında tarihsel köprü işlevi gören tarihte eşine az rastlanan nadir bir hareket olarak ortaya çıkmaktadır.

PKK'nin İran ve Suriye rejimlerinin çöküşünden stratejik olarak yararlanması politikası  doğrudur ve bunun bazı çevrelerin iddia ettikleri gibi   "emperyalizmin işbirlikçisi" olma durumu  ile uzaktan yakından alakası yoktur.

O zaman analizimizi bir soruyla sürdürelim : PKK hangi tarihsel koşullarda emperyalizmin yedeğine düşebilir ve içinden geçtiğimiz süreçte böyle bir tehlike var mıdır ?

PKK'nin emperyalizmin yedeğine düşmesi bir niyet sorunu değildir ancak nesnel koşulların zorlaması ile ortaya çıkabilecek bir durumdur. Şöyle bir durum ortaya çıkarsa PKK'nin bağımsız politikasının temeli yokolmaya başlar:
1-NATO ittifakının öncülüğünü yapan emperyalist kamp, Rus-Çin emperyalist kampını tamamen yenerse;
2-Bu temelde bu kamp Ortadoğu'yu işbirlikçileri ile tamamen emperyalist dünya sistemine ekonomik ve politik olarak bağlarsa;
3-Elbette bu yolda ortaya çıkacak olan komünist ve devrimci hareketlerin direniş ve ayaklanmalarını tamamen bastırırsa yani belirli bir dönem gerici hakimiyetini bölgede tam kurarsa ve PKK Kürdistan'daki federatif yapıları Ortadoğu bölgesel devrimi doğrultusunda diğer ülkelerin devrimci hareketleri ile Birleşik Kürdistan temelinde koordine edemezse, işte o zaman PKK'nin emperyalizmin yedeğine düşmesi kaçınılmaz hale gelir.

Ancak bu saydığımız koşulların yakın bir zamanda gerçekleşmeyeceğini kolayca öngörebildiğimiz için PKK'nin hemen emperyalizmin yedeğine düşeceği ihtimalini dışlayabiliriz.

PKK'nin stratejisinin bir diğer politik hedefi de "demokratik özerk yapılanmalar" ile işbirlikçi Kürt burjuvazisinin (KDP-YNK) iktidar ve etki alanını zaman içerisinde kuşatarak giderek bu hareketlerin olumsuz politikalarının etkisini zayıflatarak sömürgeci güçlerin Kürdistan'daki sosyal dayanaklarını yoketmektir. Bu çok önemli bir politikadır ve PKK açısından  hiçbir zaman savsaklanamayacak bir politikadır. Şayet PKK bu güçlerin etki alanını daraltmaz ise   onların PKK'ye karşı bunu yapacağı kesindir. 1997 yılında KDP ve YNK'nın emperyalistlerin ve Türkiye'nin önderliğinde yakınlaşmasının ve etki alanlarını geliştirmelerinin giderek PKK'nin imha politikasıyla nasıl birleştiğini 1999 yılındaki olaylarlar ile hep beraber gördük.
PKK'nin bu strateji ile aynı zamanda KDP ve YNK'yı da çevrelemesi doğru ve yerinde bir politikadır.

PKK 2003 yılında yeni bir stratejik yapılanmayı  "demokratik modernite"  teorisi temelinde oluştururken aynı zamanda emperyalistlerin ve bölgesel gericiliğin 1999 uluslararası saldırısına "bölgesel devrim temelinde mevzilenerek" cevap vermiştir. PKK bölgesel devrimin dinamiklerini harekete geçiren bir strateji ve  politika izlemektedir. Bu Kürdistan'ın bağımsızlığının bölge devrimi ile içiçe geçirilmesi demektir ve bu gerçeğe bakarak hareket etmek gerekmektedir.

V-AKP'nin 2004-2011 Arası PKK'yi Kuşatma ve İmha Politikası


PKK'nin bu stratejisine AKP ve devletin verdiği ve vereceği politik yanıtı anlamak için devletin son on yıllık PKK politikasını ve stratejisini iyi anlamak gerekir.

TC devleti iki güç bloku (ABD-AB-İsrail ve Rusya-Çin-İran-Suriye-Irak) arasına sıkışmış durumdadır ve her iki blok ile de aynı derecede hareket etmek istemektedir.Türkiye'nin PKK politikası statükocu devletler ile (İran,Suriye ve Irak) birlikte hareket etmeyi gerektirirken, bu politika ABD-AB-İsrail blokunun İran politikasıyla çelişmektedir.Türkiye PKK'yi kuşatıp ve bastırırken İran'a ihtiyacı vardır ve bu temelde kendi geleneksel müttefiklerinin (ABD-AB-İsrail) İran'ı kuşatmasına dolaylı olarak da engel olmaya çalışmaktadır.Bu sonuncuları ise AKP'nin reformlar yaparak ve daha çok AB'ye yanaşarak Türkiye'nin statükocu bölge devletlerinden uzaklaşmasını ve İran'ın kuşatılmasına daha fazla katılmasını istemektedirler.Ancak AKP TC devletinin PKK'ye karşı geleneksel politikasını sürdürmede karar kılmış gibidir ve bu durum onu faşist-milliyetçi Ergenekoncu anlayış ve yapılar ile giderek kaynaştırmaktadır.Bu da doğal olarak AB reformlarını imkansız hale getirmektedir ama bununla birlikte de AKP'nin dış desteğini de zayıflatmaktadır. İşte PKK Türkiye'nin bu tarihsel açmazını kendisi açısından stratejik bir fırsata dönüştürmüştür.

AKP hükümeti TC devletinin geleneksel PKK politikasını devralarak 2004 yılından itibaren ama daha da yoğun olarak 2007 yılından itibaren giderek daha fazla İran ve Suriye'ye yanaşarak PKK'yi kuşatma ve "ortak darbe" vurma politikası ile imha politikasına hız vermiştir. AKP bu kuşatma politikasını gizlemek için ise bu politikayı "Komşular ile sıfır sorun" gibi bir slogan ile cilalamış ve dikkatleri başka yöne çekmeye çalışmıştır.

İran ve Suriye'nin bu politikaya istediği gibi angaje olmadığını görünce bu sefer de İsrail ile 2009 yılından itibaren (özellikle de "one minute" olayından sonra) taktik bir cepheleşme politikası izlemiştir.İsrail ile cepheleşme politikasını İran ve Suriye ile daha fazla yakınlaşmanın aracısı yapmak istemiştir.

Türkiye'nin İsrail ile cepheleşme politikasının, İran ve Suriye'ye  güven vererek onları PKK kuşatmasının içerisine çekmeye yönelik bir manevra olduğunu gösteren en önemli olay,Türkiye'nin Hamas'ın kontrolü altında bulunan Gazze üzerindeki ablukanın kalkması noktasındaki ısrarıdır. Türkiye'nin Gazze politikası İran'ı etkilemek için ve yanına çekmek için özenle düşünülmüş bir politikadır.

Ancak Arap Baharı ve bu baharın Suriye'ye uğraması AKP politikasını temelden baltalamış ve PKK'nin kuşatılmasını imkansız hale getirmiştir.Bu noktada AKP, PKK kuşatmasını devam ettirmek için Suriye'de ani bir politika değişikliğine gitmiştir.Bu politika Suriye'de Başar Esad'ı Müslüman Kardeşler ve El Kaide'ci örgütlere dayanarak  hızlı bir şekilde devirip tekrar Suriye'yi PKK kuşatmasının önemli bir ayağı haline getirmek olmuştur.Ancak bu politika bir yandan Suriye'nin içerisinde yeraldığı emperyalist kamp içerisindeki ittifaklar politikasını güçlü bir şekilde harekete geçirmiş öte yandan da merkezi devlet yapısını zayıflattığı için Rojava'daki devrime yolaçmıştır ki her ikisi de Türkiye'nin aleyhine gelişmiştir.

Türkiye'nin PKK'yi kuşatma ısrarı özellikle Suriye içsavaşını şiddetlendirerek III. Emperyalist dünya savaşının fitilini çekmiştir. Suriye içsavaşı III.Emperyalist dünya savaşının başlangıcı gibidir ve bu da bizzat AKP hükümetinin eseridir. III.Emperyalist dünya savaşı bizzat Türkiye ile PKK arasındaki çelişkilerin bölge devletlerini içerisine çekmesinin sonucunda ortaya çıkmıştır.

AKP'nin Esad rejimini hızlı devirememesi ve üstelik Rojava devrimine yolaçması ABD-AB blokunun Suriye politikasının insiyatifini Türkiye'den almasına neden olmuştur.ABD-AB'nin yeni politikası şekillenirken AKP'nin politik insiyatifi 2012'nin baharından itibaren gerilemeye başlamıştır.İşte tam da bu noktada PKK, AKP'nin bu sıkışmışlığını Demokratik Cumhuriyet temelinde stratejik bir ateşkes elde etmek için fırsata çevirmeye çalışmış ve 2012 yılındaki şiddetli saldırıları organize etmiştir.




VI-Arap Baharı,PKK'nin Kuşatmadan Çıkışı ve 2012 Karşı Saldırısı ile Kuzey Kürdistan'da Stratejik Sonuç Arayışı


    2012 yılının bahar ve yaz aylarında PKK'nin Kuzey Kürdistan'da gerçekleştirmiş olduğu gerilla saldırılarının öncekilerden politik ve askeri olarak farklı iki yönü vardır.Ama bu iki yön de birbirine bağlıdır ve biri diğerinin sonucudur.

PKK Kuzey Kürdistan'da 2004 yılında tekrar savaşa başladıktan sonra, 2012'ye kadar,bölge ve emperyalist siyasetin dengelerinden dolayı hiçbir zaman TC devletine karşı askeri olarak tamamen seferber olamamıştır.Bunun nedeni hem İran'a hem de Türkiye'ye karşı aynı anda kısmi bir savaş yürütmekte oluşuydu.Her iki taraf ile yürütmüş olduğu ama her iki tarafa karşı da tam seferber olmadığı savaşta elde etmek istediği politik amaçlar da farklıydı.

Bu dönemde çok karmaşık bir siyasi yapı ve ilişkiler ağı ortaya çıkmış ve bu dönemi temelden 1980'li ve 1990'lı yıllardan ayırmıştır.2000-2012 arasında PKK,Kürdistan'ın farklı parçalarının özgünlüklerini bölge ve dünya güç ilişkileri içerisine yerleştirerek hem farklı devletler arasındaki çelişkileri körüklemiş hem de güç ilişkilerinin vazgeçilmez unsuru haline gelmiştir.PKK'nin bu karmaşık politikasının anlaşılması, Ortadoğu devriminin anlaşılması noktasında kilit bir öneme sahiptir ve Türkiye devrimci hareketini yakından ilgilendirmekedir.

PKK'nin PJAK ile 2003 yılından itibaren İran'a karşı gerilla savaşını başlatmasının en önemli nedeni,Türkiye ile ABD-AB-İsrail'in arasını açmaya ve bu sonuncuların PKK'ye karşı Türkiye'nin yanına fazla yanaşmasını önlemeye dönüktü.Çünkü 1999 uluslararası komplosunda böyle yekpare bir cephenin ne kadar zararlı olduğu anlaşılmıştı.İran'ın zayıflatılması ABD-AB-İsrail cephesini rahatlattığı için,PKK'nin bütün bölgede askeri olarak tasfiye edilmesi cazibesini de kaybettiriyordu, ki bu PKK için zaman kazanmak anlamına geliyordu.Demek ki PKK'nin PjAK ile İran'a karşı savaşının politik hedefi,Türkiye ile geleneksel müttefiklerinin (ABD-AB-İsrail) arasını açmaya ve karşısında yekpare bir politik ve askeri cephe oluşturma anlayışının bertaraf edilmesine dönüktü.

Ama Türkiye'nin bu geleneksel müttefikleri ile arasının tam açılması ve PKK'ye karşı ortak bir cephe oluşturma anlayışının tamamen yokedilmesi ise ancak Doğu Kürdistan'da PKK'nin yokedilemeyecek bir düzeye gelmesi ile mümkündür, ki bu da İran'a karşı topyekün seferber olma ve rejimin düşüşünde stratejik bir yer elde etmek ile olanaklıdır.İşte PKK'nin PJAK ile İran'a karşı topyekün seferber olabilmesi için en azından Türkiye ile ateşkese tekabül edecek bir politik çerçeveye ihtiyaç vardır.PKK Türkiye ile elde edeceği ateşkes sayesinde bütün politik ve askeri gücünü Doğu Kürdistan'a yığma olanağı elde edecektir ki ağır bir uluslararası baskı altında olan İran için bu öldürücü bir darbe demektir.İşte 2004 yılında PKK'nin Kuzey Kürdistan'daki savaşının politik amacı Demokratik Cumhuriyet temelinde bir ateşkes elde etmektir ama çok geniş bir tarihsel perspektiften baktığımızda da bu aynı zamanda TC devletinin uzun dönemli olarak kuşatılmasıdır.

PKK İran ve Türkiye'ye karşı böyle bir politika uygularken aynı zamanda bu iki devleti daha fazla birbirine yaklaştırıcı bir eğilime de neden oluyordu.Bu  oldukça riskli bir politikaydı ve her iki devletin politik ve askeri çabalarını koordine ederek ortak bir darbe vurma anlayışına kapı aralıyordu, ki PKK açısından fazla sürdürülemez bir politikadır.İşte tam da bu noktada AKP İran'a daha fazla yanaşmaya çalışarak PKK'yi ortak bir düşmana çevirmeye çalıştı.Bu politikanın işlememesinin nedeni de emperyalistlerin Ortadoğu'ya ağrlıklarını giderek daha fazla koymaya çalışması ve bu noktada reform yapmayan Türkiye ile ayrışmaya başlamalarıdır.Suriye içsavaşı ve bu içsavaşta Türkiye'nin başarısızlığı,geleneksel müttefikleri (ABD-AB-İsrail) ile arasının daha da açılmasına ama bununla birlikte de Türkiye-İran ortak cephesinin 2011 yılının sonbaharında PJAK ile İran'ın yapmış olduğu ateşkes ile bitmesine neden olmuştur.İşte 2012 baharı ve yazından önce Türkiye,PKK karşısında savaş alanında yalnız kalmıştır ve PKK bütün cephelerde sırtını sağlama alarak ilk defa 2004 yılından beri devlete karşı topyekün seferber olma imkanı elde etmiştir.

Bu durum 1999 komplosunun tam tersine döndüğü ve PKK karşısındaki cephenin büyük oranda dağıldığı anlamına gelir, ki PKK açısından büyük bir politik zafer anlamına gelir.

Türkiye'yi bütün müttefiklerinden ayıran PKK böylece 2012'yi, Demokratik Cumhuriyet temelinde Türkiye ile ateşkes elde etme dönemine çevirmek istemiş ve bu temelde cürretkar bir savaş planı hazırlamıştır.

Uzun zamandan beri PKK ilk defa savaşta "alan savunması" yapmıştır. Dışarıdan bakıldığı zaman alan savunması ile Demokratik Cumhuriyet programı birbiriyle uyuşmaz gibi görünmektedir.Çünkü alan savunması genellikle "iktidarlaşma" politik hedefi temelinde gerçekleştirilen bir askeri stratejidir.Bu temelde bakıldığı zaman bunun Demokratik Cumhuriyet politik hedefi ile çeliştiği görülmektedir.Ancak buradaki alan savunmasının politik hedefi farklıdır.PKK'nin kendisinin de ifade ettiği gibi bu savaş planı daha çok "sistemin felç edilmesi"ne dönüktür ve devletin dış sıkışmışlığını iç sıkışmışlıkla birleştirerek onu masaya çekmeye yönelikti.

2012 yılındaki alan savunmasının politik hedefi,hükümetin yıpratılmasına ve devlet içerisindeki gerici kamplar arasındaki iktidar kapışmasını hükümeti daha da zayıflatarak kızıştırmaya dönüktü.PKK AKP'ye eğer hükümette kalmak istiyorsa ancak kendisi ile masaya oturduğu zaman  bunu elde edebileceğini göstermek istiyordu.Ama bu noktada AKP başka bir politik açmaz ile karşı karşıyadır.Nasıl PKK'nin kuşatılmasını bölge devletleri ile birlikte yapmaya çalışırken ABD-AB ve İsrail ile sorun yaşamaktaysa,onun ile Demokratik Cumhuriyet temelinde masaya oturduğu zaman da bu sefer iç politikada bürokratik ve faşist milliyetçiler ve yine islamcı muhafazakarlara kadar uzanan kesimler ile bir sorun yaşamaktadır.Bu kesimleri karşısına almadan PKK ile anlaşması mümkün değildir.

İşte bu noktada hem dış hem de iç politikada tamamen sıkıştığı bir dönemde AKP PKK karşısında bir "nefes molası"na ihtiyaç duymuştur ama bütün mesele bu nefes molasını nasıl bir politik stratejiye bağladığıdır.

VII-Tarafların Stratejik Planları ve Ateşkes İhtiyacı


Taraflar için yani AKP ve PKK için ortaya çıkan ateşkes ihtiyacının özü göründüğünden de karmaşıktır.Taraflar birbirlerinin stratejik oyun planlarını bilmektedirler ama buna rağmen bu oyunu  oynamaktadırlar.Peki niçin?

AKP ile PKK'nin barış ya da çözüm sürecinde elde etmek istedikleri politik ve askeri pozisyon uzlaşmaz bir niteliğe sahiptir.PKK bu süreç ile Demokratik Cumhuriyet temelinde bir ateşkes elde edip ve Kuzey Kürdistan'da tamemen askeri olarak geri çekilip ama askeri yapılanmasını PJAK ve PYD içerisinde uzun yıllar sürdürmek amacındadır.Bu kurumsal askeri yapılanmasını da Ortadoğu'nun jeopolitiğini değiştirmek için yani İran ve Suriye'deki rejimlerin düşüşünde federal yapılar oluşturarak kullanmak ve böylece Türkiye'nin    bölge devletleri ile birlikte hareket edip PKK'yi kuşatma ve bastırma politikalarının da temelini yoketmek istemektedir.

Bu zaman zarfında Kuzey Kürdistan'da da Türkiye devrimci ve demokratik hareketi ile yakınlaşarak (HDK gibi örgütler örneğin) ve yine sivil itaatsizlik eylemlerinden farklı legal araçların kullanımına dayanan geniş bir araçlar kombinezyonu kurarak,devletin burjuva-demokratik dönüşümünü sağlamaya çalışmak istemektedir.Bu politikanın egemen devlet anlayışı ile bir uzlaşma anlamına gelmediği tam tersine dolaylı araçlar kullanarak onun geri hatlarını baskı altına almayı ve bu temelde demokratik dönüşümünü hedeflediği kendiliğinden anlaşılır.Bu egemen faşist devlet anlayışı ile bir uzlaşma değil tam tersine farklı bir düzlemde onun ile mücadelenin devam edilmesidir.

AKP'nin bu süreç ile elde etmek istediği ise PKK'nin tek Kuzey Kürdistan'da silahlı geri çekilmesi değil ama bütün Ortadoğu'da silahsızlandırılması ve dört parçadaki mücadelenin sadece tamamen legal araçlar üzerine oturtulmasıdır.

    İşte tam da bu noktada uzlaşmaz iki politika ve strateji ortaya çıkmaktadır. PKK süreç ile uzun yıllara yayılacak bir ateşkes, AKP de Ortadoğu çapında PKK'nin tamamen silahsızlandırılmasını istemektedir. Ne PKK kendi iç politik dengelerinden ve tarihsel ve toplumsal yapısından dolayı devletin istediği çizgiye gelebilir ne de devlet kendi iç dengelerinden dolayı PKK'nin istediği çizgiye gelebilir.Bundan dolayı bu iki farklı stratejinin tekrar savaşa tutuşması kaçınılmazdır.

AKP PKK'nin ateşkesini onun silahlı tasfiyesine kadar genişletmek isteyecektir, PKK de devleti ateşkes düzeyinde tutmaya çalışacaktır. Ama her iki tarafın da kendi politik hedefini gerçekleştirebilmesi için karşı tarafın gücünü köklü bir şekilde zayıflatmasına ihtiyacı vardır.İşte ateşkes ile taraflar karşılıklı olarak birbirlerinin müttefiklerini sarsmayı ve arasını açmayı, tabanlarında ve kitle desteklerinde büyük kopmalara yolaçmayı hedeflemektedirler ama bununla birlikte de PKK Suriye'de ortaya çıkan özerk yapıyı daha da güçlendirmek ve Doğu Kürdistan için stratejik bir mevzilenme elde etmek istemektedir,AKP de gelecek yıl gerçekleşecek kritik seçimleri kendi lehine sorunsuz sonuçlandıracak bir politik ortam elde etmek istemektedir.

Bu noktaları kısaca açmaya çalışalım.

Her iki tarafın uzlaşmaz politik hedef ve stratejilerinden dolayı ateşkes süreci mücadelenin dolaylı bir şekilde sürdürülmesine neden olmaktadır/ olacaktır. Örneğin devlet PKK'nin geri çekilmesinden yararlanarak barajların ve askeri karakolların yapımına hız vermekte,Akil Adamlar Komisyonu gibi komisyonlar ile PKK'nin politik kuşatılmasını geliştirmekte,Suriye'de El Nusra ve Şam Grubu ve yine başka El Kaide'ci terör örgütlerini kullanarak Rojava'daki fiili özerk Kürt yönetimini işlevsiz kılma ve PKK'nin burayı bir politik ve askeri üsse çevirme çabalarını yoketmek istemektedir.Yine Güney Kürdistan Federe Kürt Yönetimi ve İran ile çok yakın ve riskli tehlikeli diplomatik yakınlaşma politikası gütmektedir.Bununla birlikte Barış sürecinin (ki RT Erdoğan ısrarla barış değil çözüm demektedir) başlamasından bir kaç gün sonra Paris suikasti gibi bir suikasti gerçekleştiren devlet ve yine bu sürecin başlamasından az önce RT Erdoğan "halkımız idamın geri getirilmesini istiyor" diyerek Abdullah Öcalan'a gözdağı vermesi,hükümetin ve devletin bu süreci nasıl gördüğünü açıkça ele vermektedir.

Hükümet ve devlet barış sürecini PKK'ye karşı bir saldırı için nefes molasına çevirerek ve yine bu dönemde PKK'nin kuşatılmasını farklı araçlar ile  sürdürerek hem zaman kazanmak istemektedir hem de askeri darbe için uygun bir ortam elde etmek istemektedir.Özellikle gerillaların tek bir noktaya toplanmalarını sağlamak için gösterilen çaba gözden kaçmamaktadır.

Bununla birlikte hükümet ve devlet bu politik manevra ile ABD ve AB'nin politik baskılarını hafifletmek istemektedir ve çözüm noktasında sorunun kendilerinden değil PKK'den kaynaklandığı imajını vermeye çalışmaktadır.Aynı şekilde bu durum içerideki kamuoyu için de geçerlidir.

Bu politik manevra ile hükümetin hedeflediği bir diğer amaç da ABD-AB-İsrail blokunun Suriye'de PKK-PYD'ye daha fazla yaklaşmasını önlemektir.Bu yakınlaşma gerçekleştiği ve Irak'taki gibi bir hal almaya başladığı andan itibaren, Türkiye'nin bu cephe karşısında uzun zaman direnme şansı olmayacaktır ve bu durum hükümeti iç politikada zor bir durum ile karşı karşıya bırakacaktır.Hükümetin bu yakınlaşmayı durdurmasının tek yolu Esad'ın düşüşünü hızlandırmaya çalışmak ve bunu da PKK'nin askeri ezilmesi ile birleştirmektir.Bunu yapamadığı ve PKK'yi Ortadoğu denkleminden tamamen çıkaramadığı bir durumda olayların kendi aleyhine dönmesi kaçınılmazdır.İşte hükümet barış sürecini, Suriye'de Esad'ın düşürülmesini hızlandıran ve bu düşüşü de PKK'nin askeri olarak ezilmesi ile sonuçlanacak genel bir saldırı için hazırlık ve güç biriktirme dönemi olarak ele almaktadır.

PKK ise bu barış sürecini on yıldan beri istediği Demokratik Cumhuriyet temelinde bir ateşkes elde etmek için değerlendirmek istemektedir.Ancak bunun devlet tarafından kabul edilmeyeceğini  ve savaşın tekrar başlayacağını bildiği için bu dönemi,hükmetin ve devletin iç ve dış politik dengelerini sarsmak ve onu yalnızlaştırmak için değerlendirmek istemektedir.

PKK ateşkes ilan ederek ve gerillaları Kuzey Kürdistan'ın dışına çıkararak, reformların gerçekleştirilmesi için olumlu bir ortam yaratarak hem içeride hem de dışarıda hükümetin üzerinde büyük bir politik baskı kurmaktadır. Bugüne kadar reformların ertelenmesini askeri vaseyete ve PKK ile savaşa bağlayan hükümetin bu reformları yapmak için hiçbir gerekçesi kalmamaktadır.Ama bu reformları yaptıkça kendi muhafazakar ve milliyetçi tabanı ile çelişkiye düşmüş olacak ve onların desteğini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır; yapmadıkça da bu noktada büyük bir beklenti içerisinde olan içeride orta sınıfların ve dışarıda geleneksel müttefiklerinin (ABD,AB gibi) desteğini kaybetmek ile yüzyüze kalacaktır.PKK bu manevra ile hükümetin içeride ve dışarıda daha fazla tecrit olmasını sağlayarak güçsüzleşmesine yolaçmak istemektedir.

Bununla birlikte de PKK bu barış sürecini,Batı Kürdistan'da ortaya çıkan fiili Kürt özerk yönetimini daha da güçlendirmek ve bölge güç ilişkilerinin stratejik unsuru yapmak için kullanmak istemektedir.Rojava'da güçlü bir özerk Kürt yönetimi,Türkiye'nin Suriye'yi istediği çizgiye getirmesine engel olacak ve bu durumda PKK'nin kuşatılmasını da imkansız hale getirecektir. Bu durumda Türkiye'nin bölgede tecrit olması ve ABD-AB-İsrail blokunun PKK-PYD çizgisine daha fazla yaklaşması kaçınılmaz hale gelecektir.

Tarafların stratejik planlarında ateşkesin rolü,birbirlerini iç ve dış politikada tecrit etmeye dönük olup,savaş tekrar başladığı zaman daha iyi bir politik ve askeri pozisyona sahip olmaktır.

VIII-Demokratik Cumhuriyet ve Türkiye Devrimci Hareketi


PKK'nin ilan ettiği ateşkes ve gerillaların Kuzey Kürdistan'ın dışına çekilmesi manevrası,PKK tarihinde "üçüncü büyük stratejik geri çekilme"yi oluşturur. Bu tür manevralar çok büyük politik amaçlar gözetilerek yapılır. Hiçbir zaman politik amacı olmayan manevralar yapılmaz ve kaldı ki bu politikanın ve savaşın da doğasın aykırıdır.Burada bütün sorun, bu manevranın politik amacını ve bu amacın ülke,bölge ve dünya siyasetindeki yerini doğru belirleme sorunudur.

Genellikle manevra,varolanı korumayı ve bunu da gelecekteki kazanımlara bağlamayı hedefler.PKK'nin 12 Eylül 1980 darbesinden az önce Ortadoğu'ya çekilmesi,partinin darbe karşısında korunmasını ve 15 Ağustos 1984 askeri atılımını garanti altına almış; 1999 "ikinci stratejik geri çekiliş" partiyi uluslararası imhadan koruyarak KCK yapılanmasının önünü açarak "bölgesel devrim" temelinde konumlanmasını sağlamış ve üçüncü stratejik geri çekilme, TC'nin uluslararası tecritini geliştirerek,Kürdistan'ın farklı parçalarında (Doğu ve Batı) iktidarlaşmanın geliştirilmesi ile karakterizedir.

PKK siyasetinin bu çok yönlü ve karmaşık yapısını hiçbir şekilde anlayamayan ve süreci tam bir küçük-burjuvanın yüzeysel,dogmatik ve eklektik düşünce yapısına uygun bir şekilde değerlendiren vede bunu olağanüstü bir politik amatörlük ve tutumla birleştiren bir Türkiye devrimci hareketi ile karşı karşıyayız.

PKK  Türkiye devrimci hareketi (TDH) tarafından hiçbir şekilde haketmediği bir politik muamele ile karşı karşıyadır.Siyasetin yüksek biçimlerini kavrayamayan TDH,PKK karşısında tek zavallı bir duruma düşmek ile kalmamış ama büyük bir ideolojik ve politik kriz içerisine de sürüklenmiştir. PKK'nin ateşkesine karşı TDH içerisinde bazı çevrelerin yapmış oldukları değerlendirmeler ve soruna yaklaşım tarzları aslında onların sosyal-şoven yapılarının ve anlayışlarının bir tür göstergesinden başka bir anlama gelmemektedir.

PKK'nin ateşkes politikasını ve manevrasını, devlet ve emperyalistler ile uzlaşma olarak değerlendiren ve bu temelde bazı politik yakıştırmalar yapan çevrelerin en önemli yanılgısı,kendilerini yanılsamalı bir şekilde PKK'den ideolojik,politik ve örgütsel olarak "üstün ve ileri" görmeleri ve bu hayal dünyasının bir tür esiri olmalarıdır.Bu yanılsamanın en önemli nedeni, bu politik çevre ve grupların küçük-burjuva yapıları olup,bu sınıfın tutarsız, eklektik ve dogmatik dünya görüşünü paylaşmalarından ileri gelmektedir.

TDH'nin  kendisini PKK'den ideolojik,politik ve örgütsel olarak daha üstün ve ileri görmesi,ezen ulus milliyetçiliğinin TDH içerisinde sosyal-şoven bir biçimde kendisini göstermesinden başka bir şey değildir. PKK'yi sürekli ezilen ulus milliyetçisi olarak damgalayan bu hareket,PKK'nin 2000'li yılların başlarında Demokratik Modernite anlayışı ve programı temelinde  ortaya koyduğu Ortak Bölgesel Devrim anlayışı karşısında tamamen edilgin kalarak ve bu temelde enternasyonalist görevlerinin farkına varmayarak kendi sosyal-şoven tarihsel gerçekliğini de tamamen gözler önüne sermiştir. PKK'nin 2000'li yılların başlarından itibaren gerçekleştirmiş olduğu büyük ideolojik ve politik dönüşümden ve bölge devrimi temelinde tarihsel mevzilenmesinden sonra,ona yapılan ya da yapılacak ezilen ulus milliyetçisi tanımlamasının hiçbir ideolojik,politik ve ahlaki temeli kalmamıştır.

TDH ne Demoratik Cumhuriyet'in tarihsel anlamını ve işlevini ne de ateşkes ile ortaya çıkan sürecin karakterini anlamıştır.Süreci yanlış analiz ettiği için ateşkesten devlet ile PKK'nin "uzlaşması"nı anlamış ve bu anlayışı da bütün politik tutum ve taktiklerine yansıtmaya çalışmıştır.TDH bu süreçten çok ters ve yanlış sonuçlar çıkarmıştır.

PKK ne devlet ile uzlaşmış durumdadır ne de TDH'ne mücadeleyi tatil edin ve reformist bir çizgiye kayın demektedir.Bunun tam tersini söylemektedir. Bütün mesele bu noktayı doğru anlamaktır.

PKK Demokratik Cumhuriyet temelinde bir ateşkes elde etmeye ve bunu da uzun yıllara yaymaya çalışırken,burjuva medyada bazı liberal yazarların iddia ettiği gibi öyle burjuva bir biçime ve içeriğe sahip olan bir "Türk-Kürt ittifakı" temelinde Ortadoğu'da bir pay kapma çabası içinde değildir. Böyle bir ittifak politikasında PKK'nin tasfiye olmaktan kurtulamayacağını bizzat Sayın Genel Başkan (Abdullah Öcalan) "Bir Halkı Savunmak" kitabında açıkça belirtmektedir. PKK'nin ideolojik,politik ve örgütsel yapısı yine toplumsal ve tarihsel bileşenleri PKK'nin böyle bir ittifaka girmesine engel teşkil etmektedir. PKK'nin böyle bir ittifaka girmesi,PKK'nin giderek KDP'leşmesine ya da YNK'laşmasına yolaçar ki bu da zamanla bu partilerin tamamen PKK'yi yutmaları ile sonuçlanır.PKK önderliği bu gerçeğin ve tehlikenin tamamen farkındadır.Onun için bu ateşkesten burjuva bir "Türk-Kürt ittifakı" çıkarmak, yanılsamalı liberal burjuva düşüncelerin arkasına takılmak anlamına gelir,ki  TDH'nin "keskin devrimci" söyleminin altında aslında liberal bir söylemin devrimci maske altında kullanılması yatmaktadır.

PKK Kürdistan devriminin ihtiyaçları doğrultusunda Kuzey Kürdistan'da ateşkes elde etmek isterken,TDH'ne de iktidar mücadelesinde dolaylı ve dolaysız olarak destek vereceğini belirtmektedir.PKK devlet ile olan ateşkesin  temellerini , TDH'nin ya da demokratik cephenin iktidarı ele geçirmesi ya da devletin merkezi yapısını zayıflatacak güce ulaşmasını sağlayacak düzeye çıkması ile ortadan kaldırmak istemektedir.Örneğin Rojava'da devrim,Suriye merkezi devletinin zayıflaması sonucunda ortaya çıktı.PKK ateşkes ile Türkiye'de devrimci ve demokratik dinamiklerin önünü daha fazla açmak ve geliştirmek istemektedir.Eğer Türkiye devrimci ve demokratik hareketi iktidar aşamasına gelir ve faşist rejimi işlemez hale getirirse,Kürt Özgürlük Hareketi, devlet ile olan ateşkesi bozacak ve Türkiye devrimci ve demokratik hareketi ile iktidarı ele geçirmeye yönelecektir.

PKK'nin ateşkes politikasının ve manevrasının bütün özü budur. Devlet ya da emperyalistler ile "uzlaşma" ya da reformizm bunun neresinde? Sakın TDH köklü bir yanılgı içerisinde olmasın!

IX-Sonuç


Yukarıda az-çok kapsamlı bir şekilde yaptığımız teorik analizden de görüldüğü  gibi,PKK'nin ateşkes politikası ve manevrası doğrudur ve bütün sorun TDH'nin bu sorunu anlamadaki teorik ve politik yetersizliğidir.

TDH'nin en önemli sorunu "PKK gerçekliği"ni yeterince anlayamaması ve bilince çıkaramamasıdır.Bunu yapamadığı içindir ki, PKK'nin tarihsel karakterini iyice kavrayamamakta ve bu temelde onun ile ilişkilerinin tarihsel çerçevesini doğru bir şekilde belirleyememektedir. Bu ise ideolojik zaafiyet ve yetmezliğin tezahüründen başka bir şey değildir.

Bu noktada TDH'nin en önemli görevi,varolan ideolojik sorunların üzerine kapsamlı bir şekilde giderken,bu ideolojik sorunların çözümü temelinde PKK gerçekliğini ortaya çıkarmak ve PKK'nin olumlu ideolojik,politik,örgütsel ve savaşsal kazanımlarından yararlanmasını bilerek ve bunlardan olumlu dersler çıkararak,bu dersleri dikkatli bir şekilde TDH'nin pratiğine aktarmaya çalışmaktır.Bu noktada TDH içerisinde sıkı bir ideolojik mücadele yürüterek,bu hareketin ideolojik,politik ve örgütsel yetersizliğini teşhir ederek,onun sosyal-şoven yapısı ve anlayışına karşı uzlaşmaz bir mücadele yürüterek daha nitelikli ayrı bir örgütlenmenin geliştirilmesi için bu noktada bizim ile aynı düşünen kişi,grup ve çevreler ile birlikte hareket etmeliyiz.

Tarih PKK'nin tarihsel dönüşümüne cevap verecek bir temelde kendisini dönüştüremeyen ve bu temelde PKK'ye cevap veremeyen kişi,grup,örgüt ve çevreleri affetmeyecektir.

Bu noktada TDH'nin en önemli  görevi, Türkiye'nin kendi özgüllüğünü gözönünde bulundurarak,özellikle Türkiye'nin büyük metropollerinde örgütlenen, işçi ve emekçilerin öncü kesimlerini ezici bir şekilde kendi bünyesine katabilen, "Şehir Gerillasının Stratejisi"ne dayanan bir savaşı önüne hedef olarak koyarak "Türkiye'nin PKK'si"ni yaratmak olmalıdır.



|
_ _