[ Kurdî   English   Francais                                 PROLETER DEVRİMCİLER KOORDİNASYONU (PDK)  28-05-2023 ]
{ komunistdunya.org }
   Açılış_sayfanız_yapın  Sık_Kıllanılanlara_Ekle

 Site Menü
   Ana Sayfa
   Devrimci Bülten
   Yazılar / Broşürler
   Açıklamalar
   Komünist Hareketten
   İlerici / Devrimci       Basından
   Kitap - Broşür PDF
   Sanat
   Görüşler

 Arşiv - Ara
   Arşiv
   Sitede Ara

 İletişim
   Bağlantılar
   Önerileriniz

_ _
{ }


_ _
{ Son Yazılar }
Devrimci ve Demokrat...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Say...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
EMPERYALİZM VE TÜRKİ...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
_ _
{  PDK Devrimci Bülten - Sayı 56 (4) }
| Devrimci Bülten

FETULLAH GÜLEN CEMAATİ VE AKP’DEN DEVLETE BÜYÜK KOMPLO (I)


K.Erdem


I-Giriş


Son dönemlerde Fetullah Gülen Cemaati ile AKP arasında giderek su yüzüne çıkan anlaşmazlık ve çatışma siyasi tartışmaların odağına oturmuş durumdadır. Bu anlaşmazlığın siyasi doğasının doğru anlaşılması ve iktidar bloku içerisindeki güç ilişkilerini nasıl etkileyeceğinin doğru tahmin edilmesi büyük bir önem taşımaktadır.

AKP ile Fetullah Gülen Cemaati arasındaki ilişkileri doğru anlayabilmek için,bu iki hareketin,"Ergenekon Komplosu" çerçevesinde nasıl bir araya geldiklerini ve bu temelde nasıl bir çıkar birliği oluşturduklarını anlamak temel bir öneme sahiptir.

AKP-Fetullah Gülen Cemaat'i ilişkilerini doğru çözülmeyebilmek için önce Cemaat'i doğru bir çözümlemeye tabi tutmak gerekmektedir. Cemaat'in siyasi ve toplumsal doğası doğru belirlenmeden ne bu çatışmanın doğası ne de gelecekte İşbirlikçi Tekelci Burjuvazi (İTB) içerisindeki siyasi gruplaşmalar doğru tahmin edilebilir.

F.Gülen Cemaati "Cemaat" görünümü altında yarı-illegal bir partidir ve amacı bütün partiler gibi siyasal iktidarı ele geçirmek ve teokratik bir biçime sahip faşist bir devlet yapılanması gerçekleştirmektir. Onun için bu makalede zaman zaman Cemaat'e Fetullah Gülen Partisi (FGP) de diyeceğiz. FGP'nin tamamen legal olarak bir seçim partisi olarak örgütlenmemesi,onun siyasal bir parti olmadığı anlamına gelmez.FGP'nin kendisini bir "sivil toplum örgütü" biçiminde sunması,onun siyasal iktidarı ele geçirmek için uygulamış olduğu mücadele tarzından kaynaklanmaktadır.

FGP'nin kendisi gibi faşist bir teokratik devlet hedefleyen diğer partilerden farkı,siyasal iktidarı ele geçirmek için izlemiş olduğu yöntemin diğerlerinin tam tersi olmasıdır.Diğer partiler açık bir kitle partisi ve az çok seçim sistemi etrafında şekillenen ve bu temelde devlet içerisinde kadrolaşma temelinde bir mücadele tarzı benimserlerken,FGP bunun tam tersi olan,önce devlet içerisinde kadrolaşan ve bu kadrolaşmayı zamanla yürütme erkinin ele geçirilmesiyle birleştirmeye çalışan bir siyaset izlemektedir.Başka bir şekilde ifade edersek,polis ve yargı aygıtı içerisindeki kadrolaşmayı zamanla ordu içerisine taşımak isteyen ve bu örgütlenmeyi medya ve ekonomik alandaki güçlenmeyle birleştiren ve de en sonunda bu gücü açık bir siyasal partiye taşıyarak hükümet edecek bir güce ulaşmak istemektedir.

FGP'nin siyasal iktidarı ele geçirme sratejisini "tersten gelen bir süreç" olarak ele alması bir çok kesimin kafasını karıştırmaktadır.Bununla birlikte FGP bu stratejiyi perdelemek için eğitim, mali-ekonomik ve medya kurumlarını kullanmaktadır.Böylece "kendisini belli etmeyen" bir strateji oluşturarak ve nihai hedefini "belirsiz" göstererek, kimseyi fazla uyandırmadan ve ürkütmeden devlet kurumları içerisine azami derecede sızmaya çalışmaktır. Zaten SIZINTI adlı bir dergi ile işe başlamaları da bunun bir göstergesidir.

FGP'nin sınırsız bir iktidar hedefi peşinde olması,bu iktidarı elde tutmak isteyen ya da kendi çıkarlarına uygun olarak onu örgütlemek isteyen başka güçler ile çatışmasına neden olmaktadır.Son dönemlerde devlet içerisinde ortaya çıkan boşluğun doldurulması noktasında AKP ile ortaya çıkan çatışmanın doğası budur.FGP devlet içerisinde daha fazla yayılmak ve güçlemek isterken,AKP devlet içerisindeki bu yayılmayı sınırlandırmak istemektedir.Çünkü bu yayılma zamanla AKP'nin kuşatılması ya da "Milli Görüşçü" içinin boşaltılarak FGP tarafından ele geçirilmesiyle   sonuçlanacaktır.

AKP-FGP çatışmasının doğasını anlayabilmek için,olayların arka tarihsel planının azçok kavranılması zorunludur.Bu arka tarihsel planın doğru bir şekilde ortaya konulması  ölçüsünde ancak tarafların taktik manevraları doğru bir şekilde belirlenebilir.

II-Fetullah Gülen Hareketi ve Toplumsal Karakteri


F.Gülen Hareketi'nin kökenleri, aşırı Türk milliyetçiliğinin (MHP) ve aşırı politik islamın (Milli Görüş) Türk siyasetinde kitle partileri olarak şekillendiği döneme kadar gider ve onlar ile aynı tarihsel dalga boyu üzerinde yeralır. FGP'nin tarihsel yerini tam olarak belirtirsek eğer,bu politik oluşum ideolojik olarak MHP ve Milli Görüş Hareketi'nin tam ortasında bulunur. MHP'de Türk milliyetçiliği islama baskın olmasına karşın ve yine Milli Görüş'te islam Türk milliyetçiliğine baskın olmasına karşın,FGP'de Türk milliyetçiliği ve islam nispi olarak eşit ağırlıklara sahiptir.Bu durum ona her iki hareketten farklı ve bağımsız  bir toplumsal konum kazandırmaktadır.

FGP MHP,Milli Görüş ve AKP gibi İşbirlikçi Tekelci Burjuvazisinin en gerici siyasi eğilimlerinden birisidir.Uluslararası emperyalizm ile işbirliği halinde kendi toplumsal konumunu geliştirmeye  ve bu temelde siyasal iktidarı ele geçirmeye çalışan bir harekettir.Bu noktada diğer hareketlerden bazı noktalarda ayrılır.FGP tek ideolojik düzeyde değil,strateji,taktik ve mücadele tarzı bakımından da diğer  hareketlerden ayrılır ve bu noktada Türkiye'de denebilir ki tek harekettir.

FGP aynı tarihsel eğilime sahip olan diğer hareketlerden özellikle iktidara yürüme tarzı bakımından ayrılır.Seçim sistemi etrafında gelişen bir siyasal yapı olmaktan ziyade,illegal ve konspiratif bir şekilde devlet içerisinde kadrolaşarak ama bunu da önce kendi özel okullarında kazandıkları ve yetiştirdikleri gençleri belirli bir strateji temelinde devlet içerisine sokarak yapmaktadırlar.Yürütme'den önce, Emniyet,Yargı,Bürokrasi ve Ordu içerisinde kadrolaşarak ve belirli bir güce ulaşarak ve böylece Yürütme'nin etrafını tamamen kuşatarak ve de onu işlemez hale getirerek en son hedef olarak da Yürütme'yi ele geçirmek istemektedirler.Yürütme'yi de ya varolan bir siyasal partiyi içten ele geçirerek (örneğin AKP) ya da varolan küçük bir partiyi (örneğin BBP) ele geçirip büyüterek ele geçirmek istemektedirler .

FGP'nin faşist karakteri,onun çeşitli tarihsel olaylar karşısındaki politik tavrıyla da kolayca ortaya konabilir.Örneğin bu hareket,12 Mart,12 Eylül ve 28 Şubat darbelerini desteklemiştir.Kaldı ki Fetullah Gülen'in kendisi Erzurum'da Komünizme Karşı Mücadele Derneği'nin kuruluşuna da etkin olarak katılmıştır.
FGP,Nurculuk içerisinde gelmesine karşın,bir çok yönden onlardan ayrılmıştır. Diğer tarikatlar dar bir sosyal alana sıkışmalarına ve başka partilerin pasif seçmen tabanları haline gelmelerine karşın,FGP "cemaat" biçimi altında, sıkı, gizli ve illegal bir örgüt modeli temelinde "modern" bir parti olarak ortaya çıkmıştır.Tarikat örgütlenmesinin biçimini muhafaza ederek, içeriğini tamamen  "kapitalist modernitenin" gereklerine uygun bir şekilde doldurarak ve diğer aynı hareketlerden kendisini ayırarak ve onlar karşısında bağımsızlığını koruyarak kendi politik hedefine yürümek istemektedir.

FGP'nin en iyi özelliği kendisini kullanmak isteyeni çok iyi kullanan bir hareket olmasıdır.Bunun nedeni ideolojik,politik ve örgütsel olarak sıkı bir yapıya sahip olması ve örgütünün "ana gövdesini" iyi saklayabilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu durum onu kullanmak isteyen hareketler karşısında bağımsız kalmasına ve onu kullanmak isteyenleri kullanmasına olanak sağlamaktadır.

1970'li yıllarda ABD'nin Sovyetler Birliği'ne karşı Yeşil Kuşak Projesi çerçevesinde geliştirmiş olduğu politik islam ile ittifak stratejisi, Türkiye'de de özellikle darbe hükümetleri tarafından uygulamaya sokulmuştur.Öncelikle devlet içerisinde kadrolaşmaya önem veren FGP için bu politika aslında mum ile arayıp da bulamadığı bir fırsat olmuştur.Bu ittifak çerçevesinde devlet bu islami hareketlere çeşitli tavizler vermiştir: İmam Hatip Okullarının geliştirilmesi, İslami Bankacılığının önünün açılması,ılımlı islama toplumun her alanında kolay örgütlenme imkanlarının sağlanması,Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla Sünni İslamın toplumun derinliklerine kadar örgütlenmesi,Kuran Kurslarının yaygınlaştırılması vs.

Devletin politik islam ile oganik ilişki kurduğu ve onu kendi stratejik yedeğine almaya çalıştığı bir politikanın ürünü olan Fetullah Gülen Hareketi'nin temel hareket tarzı,devlete yakın olmak ama kendini ondan sakınmak oldu. Ona yakınlık devletin geniş imkanları ile örgütlenme olanağına yolaçıyordu ama bu yakınlık kendisini tasfiye etmeye de neden olabilirdi.Onun için FGP devlet karşısında "bağımsız" ve özerk bir yapılanma içerisine gitti ve bunun araçlarını, yol ve yöntemlerini geliştirdi.

Bu noktada kısaca da olsa FGP'nin emperyalistler ile ama özellikle de ABD emperyalizmi ile ilişkilerine değinmek ve bu ilişkinin çerçevesini doğru koymak gerekir.ABD-Cemaat ilişkileri noktasında bir çok komplo teorisi dolaşmaktadır.Bu ilişkinin doğası yeterince anlaşılmadığı için, insanlar anlamadıkları karmaşık ilişkilerin yerine komplo ya da basit indirgemeci bir anlayışı koymayı tercih ederler.

ABD-Cemaat ilişkilerini anlamak için olaya bir Cemaat  bir de ABD açısından bakmak gerekir.Her iki tarafın politik hedefleri ve bundan kaynaklanan ihtiyaçları temelinden hareket ederek,bu noktada her iki tarafın hedef ve ihtiyaçlarının ne kadar örtüştüğünü ve örtüşmediğini anlamak gerekir.Ancak bu temelde bu ilişkinin doğasını doğru anlayabiliriz.

Fetullah Gülen Hareketi tarihsel konumu gereği (ister bunu ifade etsin isterse de etmesin) işbirlikçi bir harekettir.Onun hedeflemiş olduğu siyasal sistem ve toplumsal yapı,emperyalizmden bağımsız bir şekilde ortaya çıkmaz. Bu toplumsal hedefe ulaşmak için üzerine bastığı toplumsal sınıf ve katmanlar, politik araç ve yöntemler ve de karşısına aldığı sınıflar,kaçınılmaz bir şekilde onun emperyalizmin yedeğine düşmesine neden olmaktadır/olacaktır.Bu noktada Gülen Hareketi,toplumsal ve siyasal varlığını "güçlü bir yere" dayanmadan varedemez.

Bu tarihsel gerçekliğin bilincinde olarak Cemaat, özellikle de ABD'nin güçlü desteğinin kazanılmasını stratejik bir hedef olarak önüne koymuştur.ABD gibi güçlü bir emperyalist devletin işbirlikçisi olduğu zaman, Türkiye'de iktidara daha kolay gelebileceğini düşünmektedir.Bu noktada Cemaat, ABD'nin işbirlikçisi olma noktasında çok isteklidir ve kaldı ki Cemaat'in CİA'daki konumu, walk-in yani "kendi isteği ile işbirliği ve ajanlık yapan" hareket konumundadır.

Cemaat kendisini ABD'ye kabul ettirmek ve Türk iç siyasetinde temel tercihini kendisi doğrultusunda yaptırmak istemektedir. Cemaat'in Hizmet Hareketi adı altında dünyanın bir çok ülkesinde özel okullar açması ve bu okulları ABD'nin politik hedefleri doğrultusunda ve yine onun operasyon üsleri haline getirmesinin nedeni,ABD'nin Türkiye'deki tercihini kendi lehine çevirme anlayışıdır.Hiç kuşkusuz Cemaat'in dünyaya açılmasının tek nedeni bu değildir ama nedenlerinden bir tanesi budur.Cemaat araçlarını geniş tutarak ve başkalarının hizmetine vererek, karşılığında Türkiye'de politik taviz istemektedir.Cemaat her siyasi tavizin bir bedeli olduğunu bildiği için sürekli elinde bir pazarlık aracı bulundurarak hareket etmektedir.

Soruna ABD açısından baktığımız zaman daha farklı bir tablo görürüz.

ABD Türkiye ile ilişkilerini Cemaat'in hedeflemiş olduğu bir teokratik faşist devlet anlayışı temeline oturtmak istememektedir.Bunun bir çok nedeni vardır.ABD daha çok Türkiye'nin AB'ye üye olma ve bu temelde yapılacak liberal reformlar  ile Batı-Emperyalistlerine bağlanmasını istemektedir. Bu politik hedef Cemaat'in politik hedefleriyle tezatlık oluşturur.

Sermayenin küreselleşmesi giderek çeşitli toplumları küresel sermaye (emperyalist sermaye) ile daha fazla entegre olmaya zorlamaktadır. Geri ülkelerin burjuvaları ise bu entegrasyon sorununa farklı bir şekilde yaklaşırlar. Bazıları AB ile entegre olarak bu küresel sermayeye entegre olmak isterken, bazıları ılımlı (AKP gibi) ya da radikal politik islam (Saadet partisi ya da bölgede İran gibi) temelinde bir bölgesel entegrasyon biçiminde bunu yapmaya çalışırlar.Bazıları da miliyetçilik (MHP'nin Pantürkizmi gibi) temelinde bunu yapmaya çalışırlar.Küresel sermayeye bölgesel  bir entegrasyon aracılığı ile entegre olmaya çalışan geri ülkelerin burjuvaları özünde işbirlikçidirler. Çünkü bu bölgesel entegrasyonu küresel bir emperyalist güce dayanarak yapmaya çalışırlar.

ABD Türkiye'nin Batı-Emperyalistlerine bağlı olarak bölgesel bir güç olarak ortaya çıkışını ve Kafkasya,Orta Asya,Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'de uzun süreli etkin bir şekilde varoluşunu AB'ye üyelik aracılığı ile gerçekleştirmek istemektedir. AB üyeliği Türkiye'yi içeride az çok istikrarlı bir ülke yapacağından dolayı, Batı ile müttefiklik ilişkileri hem daha uzun hem de daha dayanaklı bir tarihsel temele oturacaktır,ki bu da Batı'nın Türkiye'nin etrafındaki ülkelerde etkinliğini daha da arttıracaktır.Türkiye emperyalistler için bir "atlama tahtası" olacak ise, bunun "AB standartlarına" dayalı bir toplumsal düzene dayanması daha mantıklıdır.

ABD'nin Türkiye'yi AB'de görmek istemesi ve bu temelde bir politik perspektife sahip olması,Cemaat'in hedeflemiş olduğu politik hedefe terstir. Onun için ABD'nin Cemaat'i istediği bir politik düzen temelinde kullandığı doğru değildir.Hiç kuşkusuz ABD Cemaat'i bazı noktalarda kullanmaktadır ama bu Cemaat'in istemiş olduğu doğrultuda değildir.ABD Türkiye'de bazı kesimler ile olan tarihsel ilişkilerini (örneğin ordu ve Batı'ya yakın ekonomik ve politik kesimler),kendi siyasetine ters olan ve toplumda büyük kesimlerin karşı olduğu ve geniş bir toplumsal temeli olmayan Cemaat'e sınırsız destek vererek yoketmez.

Ancak az ileride de göreceğimiz gibi,Cemaat-AKP ittifakı, "Ergenekon Komplosu" sürecinde ABD'yi tarafsız hale getirmeyi başarmıştır ama bunu da onu siyasi olarak aldatarak yapmıştır.ABD Ordu'nun siyasetteki rolünün düşürülmesi sonucunda ortaya çıkacak politik boşluğu,AB'ye uyum doğrultusunda yapılacak liberal reformlar ile doldurulması beklentisi içerisindeyken,Cemaat-AKP ittifakı bu boşluğu daha muhafazakar ve gerici bir politika ile doldurma anlayışını seçmişlerdir.Bu da gelecekte ortaya çıkacak politik kırılmaların bir tür habercisidir.

III-Fetullah Gülen Hareketi'nin  Stratejik ve Taktik Yapısı


F.Gülen Hareketi, teokratik faşist bir iktidar yaratmak için   mücadele verirken,hiç kuşkusuz belirli bir stratejik plan ve buna uygun düşen taktik planlar bütünlüğü oluşturarak hareket etmektedir.Siyasal mücadeleyi çeşitli stratejik aşamalara bölmektedir ve her stratejik aşamaya uygun olarak da örgütlenme ve taktik anlayış geliştirmektedir.

Geçmişten beri gerek İslamiyette olsun gerekse de Hristiyanlıkta, politik mücadele noktasında büyük bir entellektüel ve tecrübe birikimi sözkonusudur. Kapitalizm ile birlikte modern partiler ortaya çıkmadan önce, İslamiyette ve Hristiyanlıkta dinin farklı yorumları olan farklı mezhepler, iktidar karşısındaki hoşnutsuzluklarını,onu etkilemeyi ya da siyasal iktidarı ele geçirmeyi tarikatlar aracılığıyla yapmışlardır.Modern partilerden önce tarikatlar, bir çeşit entellektüel ve siyasi parti ve hareketler olarak işlev görmüşlerdir.Tarihte bazı tarikatler siyasal iktidarı ele geçirmeyi başarmışlardır,bazıları reform hareketi biçimine bürünmüşlerdir,bazıları ezilmişlerdir,bazları da zamanla inanç grupları biçimine bürünmüşlerdir.

Tarikatler,aynı inancı paylaşan ve bu inanç doğrultusunda hareket eden insanlar topluluğudur. Genellikle modern toplum öncesinin siyasal parti ve hareketleridirler.Tarikatların amacına bağlı olarak da bir toplumsal pratiği söz konusudur.Düzeni değiştirme hedefine,bir dini grubun haklarını savunmaya ya da bir inanç grubu olarak varolmaya bağlı olarak farklı bir politik motivasyon ortaya koyarlar.Modern toplum öncesinde tarikatler genellikle politik amaçlar doğrultusunda ortaya çıkmışlardır ve zamanla ya iktidara yamanmışlardır ya ezilmişlerdir ya da iktidarın darbeleri sonucunda giderek politik yanları sönerek inanç gruplarına dönüşmüşlerdir.Tarihte bunlara örnek olarak:
1-İktidarı ele geçiren tarikata örnek olarak Safevi devletinin temelini atan Erdebil Tekkesi;
2-Ezilen tarikata örnek olarak Şeyh Bedrettin Tekkesi;
3-Politik hedeflerinden vazgeçerek inanç gruplarına dönüşen tarikatlara örnek olarak da Alevi-Bektaşi Tekkeleri örnek olarak verilebilir.

İktidar mücadelesi veren tarikatler genellikle siyasal mücadeleyi dört stratejik aşamaya bölmüşlerdir.Gerek Bektaşilikte gerekse de Erdebil Tekkesi'nde bu stratejik aşamalar dört kapı kırk makam şeklinde formüle edilmiştir.Her stratejik aşamaya bir kapı denilmiş her kapıya da on makam yani on  ilke belirtilmiştir.Bu kapılar sırasıyla şöyle formüle edilmişlerdir:
1-Hakikat kapısı (felsefi-ideolojik oluşum);
2-Marifet Kapısı (örgütsel oluşum ya da propaganda örgütü);
3-Tarikat Kapısı (toplumsal bir hareket olma ya da partileşme);
4-Şeriat Kapısı (İktidar olma).

Daha yakından bakıldığı zaman, bu stratejik bölümlemenin,İslamiyetin ortaya çıkmasından iktidara gelmesine kadar uzanan dönemin tecrübesini yansıttığı kolayca anlaşılır.Nasıl Marksistler Paris Komünü'nü,Ekim Devrimi'ni vs. kendi teorilerinin odağına koyarak bir teori oluşturmaya çalışıyorlarsa,İslami hareketler de MS 622'de Hicret ile ortaya çıkan İslam devrimini de aynı şekilde yorumlamaktadırlar.

Modern toplumun  tarihsel ağırlığını ortaya koyması ölçüsünde, tarikatler de giderek evrim geçirerek inanç gruplarına ya da burjuva partilerin yedeklerine düşmeye başlamışlardır.Örneğin Türkiye'de Nurcular,Süleymancılar,Kadiriler vs. zamanla sağ partilerin seçmen tabanlarına dönüşmüşlerdir.İşte bu noktada F.Gülen Cemaati diğerlerinden ayrılır.Hatta onların bir ideolojik eleştirisi temelinde ortaya çıkar.Bu tarikatların sistem karşısında ideolojik ve politik bağımsızlıklarını koruyamamalarını,onların ideolojik,politik ve örgütsel yetersizliğine bağlı olduğunu belirterek,bu noktada çok sıkı,gizli ve etkili bir mücadele anlayışı ileri sürmüştür.

F.Gülen başından beri sıkı ve gizli  bir örgüt modeline ağırlık vererek diğer tarikatların savsakladığı ya da yapamadığı şeyi yapmıştır.Bu sıkı ve gizli örgüt yapısını Işık Evleri ya da kamplarındaki eğitim çalışmalaryla birbirine bağlamıştır. Eğitim,Medya,Şirketleşme,devlet içerisinde ama öncelikle polis ve yargı içerisinde kadrolaşmayla yani legal alanlarda örgütlenerek, illegal yapıyı legal alanlarla kuşatarak hareketi güçlendirmiştir.

F.Gülen kendi hareketinin iktidar mücadelesini üç stratejik aşamaya bölmüş ve her aşamaya uygun olarak bir taktik tarz geliştirmiş ve mevcut stratejik aşamaya uymayan taktik ve yöntemleri yasaklamıştır.Bu noktada kendi hareketi içerisinde bir bilinç oluşturmuştur.Bu stratejik aşamalar Stratejik Savunma, Stratejik Denge ve Stratejik Saldırı aşamalarıdır ve "Tarikat Kapısı"na yani iktidardan önceki aşamaya denk düşerler.F.Gülen kendi hareketinin doğasına uygun olarak savaş sanatının bütün inceliklerini kullanmaktadır.
Gülen Hareketi için stratejik aşamaların  ne anlama geldiğini kısaca şöyle belirtebiliriz:

1-Stratejik Savunma:Bu stratejik aşamaya göre Cemaat, açık siyasetten yani  legal bir parti aracılığı ile iktidar mücadelesinden uzak durmalıdır.Bu zaman zarfında devlet içerisine sızmalı ve onun stratejik kurumlarında sökülüp atılamaz bir düzeye ulaşması gerekir.Bu kadrolaşmayı da kendi özel okullarında,yurtlarında ve dershanelerinde örgütledikleri gençleri belirli bir strateji doğrultusunda devlet içerisine sokarak yapmaktadır.Öncelikle polis ve yargı içerisine sızıp ve güçlenmeli ve eğer mümkünse bu iki kurum tamamen ele geçirilmeli.Çünkü böyle bir durum Cemaat'in kovuşturulmasını ve bastırılmasını önleyeceği gibi düşmanlarını da baskı altına alacaktır.Yine bu stratejik dönem boyunca,orta ölçekli işletmeler kurmak ve bunları güçlendirmek ve de önemli bir medya gücüne sahip olmak gerekmektedir.Bu stratejik dönem boyunca Cemaat herhangi bir parti ile stratejik bir ilişkiye girmemelidir ve ilişkilerini her zaman taktik bir düzeyde tutmalıdır.Bütün partilere karşı aynı mesafede kalarak hepsinden taviz koparma politikası izlemelidir.

2-Stratejik Denge:Devlet içerisine sızmalar belirli bir düzeye geldiği ve polis ve yargı içerisinde tamamen güçlenildiği andan itibaren mücadeleyi denge aşamasına taşımak gerekir, ki bu dengeyi elde etmek için ordu içerisinde güçlenmek ve açık siyaset yapan bir parti ile güçlü bir ittifak oluşturmak gerekir.Stratejik Denge ancak Polis,Yargı ve Ordu içerisindeki yokedilemez kadrolaşma ve siyasal alandaki müttefikle ilişkiler birbirine bağlandığı zaman ortaya çıkabilir.Böylece Yürütme'nin etrafı tamamen çevrilmiş olacaktır.Bu stratejik aşamada, siyasal alandaki müttefik ile ilişkiler pasif değil aktiftir yani bu müttefikin Cemaat lehine zayıflatılması ve ona tam bağlanması çabası ile karakterizedir.Cemaat darbenin ana doğrultusunu Ordu'ya yöneltirken aynı anda müttefikini zayıflatan ve kendisini güçlendiren politikaları da uygular.

3-Stratejik Saldırı:Polis,Yargı ve Ordu'yu ele geçiren ve legal bir parti ile ittifak kuran Cemaat'in son stratejik hamlesi Yürütme'yi ele geçirmek olacaktır.Bunu da ya bir parti ile ittifak yaparak ya küçük bir partiyi ele geçirerek ve güçlendirerek ya da yeni bir parti kurarak yapmaya çalışacaktır.Yürütme'nin ele geçirilmesinden sonra, bütün devlete ve uzun yıllardan beri  yaratılan "Altın Nesil"e dayanılarak hedeflenen toplum yaratılacaktır.Böyle bir toplumun baskı ve zulüme dayanılarak yaratılacağı açıktır.

Görüldüğü gibi F.Gülen Cemaat'inin iktidara yürüme stratejisi, varolan siyasal partilerin izlemiş olduğu yöntemin tersidir.Ama kendi içerisinde etkili bir stratejidir.F.Gülen bu stratejiyi çok güçlü bir taktik anlayışla da birleştirmiştir. Bu taktik anlayışın başında Cemaat'in hiçbir partiye stratejik olarak bağlanmaması yatmaktadır.

Cemaat'in bütün partilere karşı aynı mesafede kalarak açık siyasete girmeme taktiği,aslında çok geniş bir manevra alanına sahip olma ve sistemin bütün partilerini kendilerine daha fazla taviz vermeleri için kendi aralarında rekabete sokmak anlamına gelmektedir.Herkesi rekabete sokarak Cemaat, kendi stratejik konumunu güçlendiren etkili bir taktik anlayışa sahiptir.
Cemaat için açık siyasete girmeme,iktidarı ele geçirme yolunda devlet içerisinde ve yine genel olarak siyasal anlamda güç biriktirme dönemidir. Bu güç birikimi yeterli bir düzeye ulaşmadan açıktan siyasete girme, varolan bütün mevzileri kaybetme ile sonuçlanabilir.

F.Gülen Hareketi,siyasal iktidarın ele geçirilmesi noktasında, özellikle taktik yapısını ve bu taktiği gerçekleştirecek insan unsurunu maddi ve manevi olarak belirli bir yeterlilik düzeyine getirmeye, daha doğrusu savaşçı olarak eğitmeye büyük bir önem vermiştir.Bu noktadaki taktik yapı da ikiye ayrılmaktadır.Bir savunma amaçlı taktik organizasyon bir de saldırı amaçlı taktik organizasyondur.Cemaat bugüne kadar bu iki noktada oldukça etkili olduğunu göstermiştir.Cemaat'in taktik yapısını kısaca şöyle özetlemek mümkündür:
1-Kuvvet ya da güç dengesi uygun değilse,saldırı taktiklerine başvurulmamalıdır.Düşmanın saldırılarının arttığı dönemde uygun bir şekilde geri çekilmek gerekir.Provakasyona gelinilmemeli,korkaklık gibi ithamlardan etkilenilmemeli.
2-Harekete geçmeden önce planlama yapılmalıdır.Plansız hiçbir iş yapılmamalıdır.
3-Gerekli büyüklüğe,olgunluğa ve uygun şartlara ulaşmadan saldırıya geçilmemelidir.
4-İnsiyatifi sürekli elde bulunduracak anlayışa,örgütlülüğe ve yeteneğe sahip olmak gerekir.Gündemi belirleyen ve olayların nabzını tutan sürekli Cemaat olmalıdır.
5-Biçimsel olarak Cemaat'in kadroları ve tabanı asker değildir ama ruhen asker olmak ve böyle bir disipline sahip olmak gerekir.
6-Strateji ve taktikler kimseye söylenmemelidir.Hatta bazı strateji ve taktikleri işin başında bulunan insan tek bilmelidir.
7-Nihai hedefe ulaşmak için her yol mübahtır.Bunun içerisine yalan söylemek, aldatmak,hile,iftira vs. herşey geçerlidir.Yeter ki bunlar Cemaat'in içine değil dışına yapılsın.
8-Gerektiği yerde adam öldürmek kaçınılmazdır.
9-Düşmanlardan bir adım önde olmak için istihbarat en önemli unsurdur.Onun için ilk önce polis istihbarat ve MİT ele geçirilecek yerler arasındadır.Cemaat istihbaratçılarının kullandığı yöntemler ise genellikle şunlardır:Yasadışı telefon dinleme,tehdit,sahte belge üretimi ve montaj,düzmece ve iftira kampanyaları, hırsızlık,kundakçılık,şantaj amaçlı kadın pazarlama ve görüntü kaydı,her türlü yasadışı dinleme ve kayıt (böcek,gizli kamera vs.) kullanımı, gasp,darp, bilgisayar sahtekarlıkları,ev ve işyeri kurşunlama,hakim kiralama, kiralık katil tutma vs.

Cemaat polis istihbarattaki konumunu tek politik hasımları için kullanmamaktadır. Özellikle kendi şirketlerinin gelişip ve palazlanması için de kullanmaktadır.Cemaat'in şirketlerinin rakiplerinin zayıf yanlarını belirleyerek ve onlar üzerinde yoğunlaşarak rakipleri bertaraf ederek kendi şirketlerinin önünü de açmaktadır.

Bununla birlikte Cemaat,polisteki  istihbarat ve KOM (Kaçakçılık ve Organize Suçlar Daire Başkanlığı) aracılığıyla mafyalar ile de ilişki içerisindedir. Bir çok emare,Cemaat'in Türkiye üzerinden geçen uyuşturucudan pay aldığını ve yine az ileride göreceğimiz gibi kendi siyasal hedefleri doğrultusunda (özellikle de Kuzey Kürdistan'da Kürt Özgürlük Hareketi'ne karşı) bu ilişkileri kullandığı görülmektedir.

28 Şubat 1997 darbesinde,F.Gülen Cemaat'i bu darbenin yanında yeraldı. F.Gülen'in amacı bu darbeyi destekliyor görünerek,azami derecede orduya yaklaşmak ve içine sızmaya çalışmaktı.Ordu Cemaat'in bu taktiğini bildiği için onlara karşı da kovuşturma ve baskıya başvurdu.Polis ve yargıya sızmada başarılı olan Cemaat,Ordu'ya sızmada başarılı olamıyordu.Bu noktada Cemaat'in önünde Ordu'ya karşı kuvvete başvurmaktan başka bir seçenek kalmadı.Ama bunun olabilmesi için Ordu'nun önce ideolojik ve siyasi olarak kuşatılması gerekliydi.Bu noktada Gülen Cemaat'i ardığı müttefiki, Refah Partisi'nin kapatılmasından sonra Gelenekçi ve Yenilikçi olarak bölünmesinde elde etti.
Refah Partisi'nden ayrılan ve başını Recep Tayip Erdoğan'ın çektiği Yenilikçiler, bir çok yönden Gelenekçiler'den ayrı söylemlere sahiptiler. N.Erbakan gibi "Batı" karşıtı değil hatta AB'ye girme yanlısıydılar ve liberal söylemler kullanıyorlardı, ki bütün bunlar F.Gülen Cemaat'inin Takiye taktiğine çok iyi uyan şeylerdi.Daha sonra AKP kurulduğu zaman ve % 34 ile tek başına hükümete geldiği zaman Cemaat aradığı fırsatı bulduğunu anladı.

Cemaat stratejik savunmadan stratejik dengeye geçmenin Ordu'nun dengesini bozmada ve onu bastırmada geçtiğini bildiği için,28 Şubat mağdurlarından olan AKP ile Ordu karşısında bir stratejik ittifaka girdi. Ordu'yu bastırmak için içeride liberaller ile ittifak geliştirildi ve AB'ye üyelik görünümü altında da ABD ve AB tarafsız hale getirildi. Özellikle ABD ve AB nezdindeki bir çok girişimde, demokratik reformların önündeki engellerin Ordu olduğu kanısı geliştirilerek "Ergenekon Komplosu"na politik temel hazırlandı. Cemaat-AKP ittifakı önce içte ve dışta Ordu'yu politik olarak kuşattı daha sonra savaş sanatının çok önemli bir stratejisi olan "Aldatma ve Baskın" metodunu kullanarak Ordu'ya stratejik bir darbe indirdiler.

Ordu'ya stratejik bir darbe indirmeden önce,  Cemaat-AKP ittifakı Ordu'yu politik yönden kuşatmıştı.Polis,Yargı,Yürütme ve Bürokrasi tamamen bu ittifakın eline geçmişti.Ordu'nun en büyük hatası, 28 Şubat'ta Refah Partisi'ne karşı uyguladığı ve başarılı olduğunu zanettiği yöntemin, AKP-Cemaat ittifakı karşısında da başarılı olacağını zanetmesiydi.Ama bu sonuncular 28 Şubat'tan çok iyi ders çıkarmışlardı.Hem politik yönden hem de taktik ve teknik yönden hazırlıklıydılar.

IV-"Ergenekon Komplosu" : Fetullah Gülen Cemaati ve AKP'nin Devlet Darbesi


Bu noktada yazacaklarımı bir çok kesimin kabul etmeyeceğini ve abartılı bulacağını biliyorum.Amacım ne birilerini aklamak ne de birilerini boş yere suçlamaktır ama olayların mantığının yolunda ilerleyerek gerçeğe ulaşmaktır. Gerçeğe ulaşmaktan ve ulaşılan bu gerçeğe insanları ortak etmekten başka bir amacım yoktur.Kapsamlı başka bir çalışmanın konusu olduğu için, burada ileri sürdüğüm  tezleri sadece özet halinde sunacağım.

Ergenekon Davası öncesi yaşanan bazı terör ve suikast olaylarının, AKP ve Cemaat'ın hazırlamış oldukları ve amaçları tamamen devletin ele geçirilmesi olan  Ergenekon Komplosu'nun köşe taşları olduğu kanısını ve şüphesini bende uyandıran en önemli olaylar şunlardır:
1-Hanefi Avcı'nın "Dün Devlet Bugün Cemaat" kitabı.
2-Ahmet Şık'ın "İmam'ın Ordusu" Kitabı.
3-Ergenekon Davası İddianamesi ve bu iddianemeye karşı savunmalar. Özellikle savunmalar bu noktada çok önemlidir.Cemaat ve AKP, suçlananların savunmasını engelledikleri gibi,gerek devlet erkini gerekse de medyayı kullanarak suçlanan insanları adeta linç etmişlerdir.Bu insanlar savunmalarını hem yapamamışlar hem de özellikle maksatlı olarak savunmaları medyada yayınlatılmamışdır ya da çok sınırlı olarak yayınlanmıştır.İddia ve savunmanın karşılaştırılması komplonun anlaşılması açısından yeterlidir.
4-R.Tayip Erdoğan'ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan'ın 17 Aralık 2013 operasyonundan sonra, 24 Aralık'da Star Gazetesi'nde yazmış olduğu makalesinde Cemaat'e şantaj yaparak,Cemaat'in "kendi ülkesinin milli ordusuna" komplo yaptığı iddiasında bulunmasıdır.Y.Akdoğan, Ergenekon Komplosu'nu Cemaat'e hatırlatarak,fazla ileri gittikleri taktirde bu komployu kamuoyu önünde deşifre etmekle tehdit etmiştir.

Aslında 2000'li yılların ikinci yarısında sahneye konulan Ergenekon Komplosu'nun temelleri,1990'lı yılların ikinci yarısında Cemaat'in Emniyet Teşkilatı içerisinde gerçekleştirmiş olduğu "Telekulak Operasyonu"nda atılmıştır.Bu operasyon Cemaat'in komplo yeteğinin adeta test edilmesi ve kendilerine olan güvenlerinin artmasına neden olmuştur.

Telekulak Operasyonu,Cemaat'in kendilerini Emniyet içerisinde soruşturan dönemin Ankara Emniyet  Müdürü Cevdet Saral ve yardımcısı Osman Ak'a ve teşkilatına karşı bir tür karşı-operasyondur.Yalan ve yanlış bilgiler Cemaat'in medyasına sızdırılarak,bu ekibin bütün devletin üst düzey şahıslarını yasadışı olarak dinledikleri yalanı yayılarak,devlet içerisinde bu ekibe karşı bir güvensizlik ortamının oluşmasına neden olunmuştur.Daha sonra Cemaat'in savcıları harekete geçerek bu memurlar hakkında soruşturma açarak tasfiye edilmeleri sağlanılmıştır.Bu tasfiye edilen ekibin yerine Cemaat kendi adamlarının geçmesini sağlamıştır.Cemaat'in kendilerine karşı bir tasfiye hareketine, karşı bir tasfiye hareketi ile karşılık vermeleri ve de üstelik bunu 28 Şubat'ın hemen sonrasında yapmaları ve başarılı olmaları, tek yeteneklerini ve operasyonel yapılarını değil aynı zamanda ne kadar cesur ve cürretkar olduklarını da ortaya koymaktadır.Cemaat için Telekulak Operasyonu, Ergenekon Komplosu için bir hazırlık okulu olmuştur.

Ergenekon Komplosu'nun detaylarına geçmeden önce bu komplonun yöntemi üzerinde durmak gerekir.Bu yöntem anlaşılmadan komplonun mantığı anlaşılmaz.Bu yöntem savaş sanatında Aldatma ve Baskın'ın birlikte kullanılmasına dayanan bir yöntemdir.Bu yöntem,  "bazı" şiddet eylemlerinin, aldatma tekniğinin bir çok özelliğinin kullanılmasının birleştirilmesiyle, hedeflenen bir politik algının yaratılmasına dayanır.Bu algının amacı bir yandan kitleleri düşmanın politik etkisinden ayırmak ya da tarafsızlaştırmaktır, öte yandan da saldırı için politik bir destek noktası elde etmektir.

Ergenekon Komplosu'nda  Cemaat-AKP ittifakı,sözde Ordu ve onun illegal uzantıları tarafından kendilerine karşı bir dizi askeri eylem yapıldığı sanısı uyandırılan bir dizi terör eylemi yapmışlardır.Özellikle bu noktada Cemaat kendi kadro ve operasyonel yapısını kullanmıştır.Bu terör eylemlerini yapanlar, bazı yalan ifade ve tanıklıklar ile özellikle bazı şahısların suçlanması için "canlı delil" olmuşlardır.Eylemlerden önce bu kişiler,suçlanacak kişilerin çevresine sızdırılmış ya telefon görüşmesi yaptırılarak ya da birlikte fotoğraf çekilmesi sağlanarak delil oluşturulmuştur.

Bundan başka AKP-Cemaat ittifakı,geçmişte devlet içerisinde bazı kirli işlere bulaşmış kişilerin de baskı ve şantaj yoluyla saf değiştirmesini sağlayarak, yaptırdıkları terör eylemlerinin,"derin devlet" ile ilişkilendirilmesinin kolaylaştırılmasını sağlamışlardır.Bu noktada örnek, Özel Harp Dairesi'nin direktifleri ile Mart 1995'te Gazi mahallesinde kahvehaneleri taratan Osman Yıldırım'dır.

Bu ittifakın bir başka metodu da,geçmişte kendi işlemiş oldukları bazı suikastleri,ajanları aracılığı ile Ergenekon Davası sürecinde başkalarının üzerine atmaya çalışarak,bazı kuşkulu olayları kendilerinden uzaklaştırma metodudur.Bundan dolayı Ergenekon iddianamesi başka bir göz ile okunduğu ya da bir "alt-okuma" ile okunduğu zaman, geçmişte Cemaat'in bazı kirli işlerinin (Necip Hablemitoğlu , Üzeyir Garih ,Ahmet Taner Kışlalı gibi suikastler) aslında itiraf edildiği görülür.Ergenekon Davası aynı zamanda Cemaat için geçmişteki pisliklerini içine attığı ve kendisi üzerindeki bütün kuşkuları yoketmek için kulladığı bir "çöp tenekesi"dir.

Bir başka metod da, suç delillerini ya öncede bırakma ya da baskın sırasında bırakmadır.Bu hileyi Fetullah Gülen açıkça polis içerisindeki adamlarına öğütlemiştir. 2 Eylül 2013 tarihli "Yolumuz ve Üslubumuz" sohbetinde PKK ile mücadele için şöyle konuşmuştur:
"Bunları bitirme adına şöyle bir şey yapılabilir.Mesela iki tane PKK'dan diyelim,PYD'den diyelim...bir YAJK var...adlarını da belliyemedim o kadar şer şebekesi var ki...iki tane ajan kiralarsınız mesela...dersiniz ki bir uyuşturucuyu bu hareket mensuplarından alıyoruz...ve sonra bir kısım sistemleri harekete geçirirsiniz.Size nispet konusu olan evlere baskınlar yaparlar.Giderken giderler bir torbayla bir yere birşeyler korlar.Bunlar söylendi...silah da koyarlar.Telafuz edildiği gibi terörist diyebiliriz bunlara...bu defa da uyuşturucu kaçakçılığı,teröre hazırlık falan deriz."(www.herkul.org)

Bu metodu polis komplo sırasında yoğun bir şekilde kullanmıştır. Ergenekon  soruşturmasına delil teşkil eden el bombalarının bulunması,Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nde bulunduğu iddia edilen dokümanlar,İşçi Partisi'nde bulunduğu iddia edilen krokiler vs. bu türden Cemaat imalatıdır.

Ergenekon Komplosu süresince kullanılan bir diğer yöntem "bir taş ile bir kaç kuş vurmak" olarak özetlenebilecek olanıdır.Özellikle Cemaat,bir eylem yaptığı zaman bundan azami derecede fayda elde etmek ister.Bunlara örnek olarak, Hrant Dink Suikastı,R.Tayip Erdoğan'a suikast girişimi,Muhsin Yazıcıoğlu cinayeti, ki az ileride bunlar üzerine daha fazla durulacaktır.
 
Komploda kullanılan bir diğer yöntem de,geçmişte "derin devlet"in gerçekten yaptığı bazı olayları (Turgut Özal suikasti ve yine başka bir çok suikasti,28 Şubat darbesini vs.) gündeme getirerek ve  soruşturma açarak ve böylece kendi yaptıkları eylemler ile eski olayları karıştırarak Ergenekon Komplosu'nun "derin devlet" odaklı olduğu algısı güçlendirilmek istenmiştir. Geçmişteki bazı kirli ve yanlış işler komplonun "altına monte" edilmiştir.Bütün bunların aldatmaya dayalı bir psikolojik operasyon olduğu açıktır.
Ergenekon Komplosu'unda AKP-Cemaat ittifakının planlarının en önemli ayaklarından birisini de liberaller ile olan ittifak oluşturur.AKP-Cemaat ittifakı, liberallerin desteğini ve onların yönlendirilmelerini komplonun önemli bir unsuru olarak gördüğü için, bu ittifakı somutlaştırmak için TARAF adında bir gazete kurmuş,kendi medyalarında da liberal aydınlara yeraçarak onların entellektüel birikimlerini kendi psikolojik harekatlarının bir parçası yapmışlardır.Yalnız burada bir noktayı önemle belirtmek gerekir, o da, liberallerin farkında olmadan AKP-Cemaat ittifakının ideolojik etkisi altına girdikleridir.Liberal aydınlar,Ordu'nun bastırılmasından sonra demokratik reformların gerçekleşeceğini sanmışlardı. Ancak AKP-Cemaat ittifakının demokratik reform yoluna değil, muhafazakar ve gerici bir siyasi yola girdiklerini gördükleri andan itibaren de önemli bir kısmı onlardan ayrılmaya başlamışlardır.

AKP-Cemaat ittifakı,kendi ajanlarına terör eylemleri yaptırarak ve onları bazı devlet kadroları ile irtibatlandırarak önce "suçu imal" etmiş ve daha sonra yargı içerisindeki unsurları kullanarak mahkum etmiştir.En sonunda da medyayı kullanarak da linç etmiştir.Ergenekon Komplosu'nun özü budur.

Şimdi de ortaya konulan bu soyut mantığın somutlanmasına geçelim.

Benim tahminlerime göre, Ergenekon Komplosu,teorik ve plan düzeyinde Cemaat'in stratejistleri  tarafından 2005 yılında hazır hale getirilmişti.Bu iddiamı iki önemli olay ile temellendireceğim:
1-Ahmet Şık "İmam'ın Ordusu" kitabında,Polis İstihbarat Daire Başkanı (İDB) Sabri Uzun'un başından geçen bir olayı anlatır.Uzun'un Cemaatçi yardımcısı R.G.  2001 yılında,üstü Sabri Uzun'a  İstanbul İstihbaratının Ergenekon Terör Örgütü üzerinde çalıştığını belirtir ve ona bu dosya ile ilgili olarak bazı bilgi  ve  dokümanlar gösterir. Aslında amaç Sabri Uzun'un tutumunu ölçmektir. Sabri Uzun bu bilgi ve dokümanlara itibar etmez ve onu geri çevirir.Daha sonra R.G. bu konudan hiç bahsetmez ve bu konuyu kapatır.Cemaat Sabri Uzun'u yanına çekemeyeceğini anlamıştır.Demek ki Cemaat 1990'lı yılların sonlarından itibaren Ergenekon Komplosu üzerinde çalışıyordu.

2-Ergenekon Komplosu ile ilgili olarak Cemaat'in ilk olarak somut bir şekilde harekete geçtiğinin ilk belirtisi 9 Kasım 2005 tarihindeki Şemdinli'deki Umut Kitapevi'nin bombalanması olayıdır.Cemaat-AKP ittifakı, komploya bu olay ile start vermişlerdir.Bu da komplonun teorik ve plan düzeyinde 2005 yılında hazır olduğu anlamına gelmektedir.Az ileride bu konuya tekrar değinilecek.
Şimdi de Ergenekon Komplosu'nu oluşturan olayları bir kronoloji ile teker teker ele alarak kısaca ne anlama geldiklerini beliterek,komplonun genel çerçevesini ortaya koymaya çalışalım.Az yukarıda komplonun Şemdinli Olayı ile başladığını belirttik ama Cemaat'in suç dosyası bundan önceye dayanır.Onun için bu olaydan önce Cemaat'in karıştığı bazı suçlardan başlamak gerekir:
1-Ahmet Taner Kışlalı Suikasti:21 Ekim 1999 tarihinde öldrülen A.T. Kışlalı, Ordu'ya yakın bir aydındı ve Cumhuriyet gazetesinde yazıyordu.Atatürkçülük ve laiklik konusunda oldukça hassastı.28 Şubat darbesinden sonra bu tür aydınların irtica karşısında Ordu'ya verdikleri destek, Cemaat ve benzer örgütler için can sıkıcıydı.Aslında Kışlalı suikastında amaç daha çok korkutmaktı.Bomba arabanın sileceği gibi açık bir yere bırakılmıştı.Ama Kışlalı hiç ihtiyatlı olmadan poşeti eline aldı.Daha önce de Cumhuriyet gazetesinde kendi köşesini paylaştığı Toktamış Ateş'e de buna benzer bir tertip kuruldu. Ergenekon davasında savcılar Kışlalı suikastini gündeme getirdiklerinde aslında bir anlamda Cemaat kendisini de ele veriyordu.

2-Üzeyir Garih Cinayeti:
Belki tuhaf gelecek ama Üzeyir Garih cinayetinde Cemaat birinci derecede şüphelidir.Alarko Holding'in iki ortağı İshak Alaton ile Üzeyir Garih aslında Fetullah Gülen'in çok iyi iki müridiydi.Bundan dolayı Cemaat'in böyle bir şey yapmayacağı sanılabilir.Eğer Nazi metodlarıyla işleyen Cemaat gibi bir örgüt söz konusuysa bu mümkündür.Ü.Garih 25 Ağustos 2001 tarihinde İstanbul'da bir mezarlıkta öldürüldü. Bu cinayetten mahkum olan Yener Yermez, 2008 yılında Yeni Şafak gazetesine gönderdiği bir mektupta,aslında cinayeti kendisinin işlemediğini,baskı ve şantaj ile kabul ettiğini ve hatta bunun için kendisine bir buçuk milyon dolar da söz verildiğini ama bunun yerine getirilmediğini belirtir.Bu cinayet ile ilgili olarak Ümit Sayın'ın çok bilgi sahibi olduğunu da belirtir.Ümit Sayın ise Cemaat'in Ergenekon davasında ajanıdır ve hiçbir şekilde güvenilir bir tip değildir.Yener Yermez'e bu baskıyı polis içerisinde ancak Cemaat'in adamları yapabilir.Onun için Cemaat bu noktada oldukça şüphelidir.Cemaat'in Üzeyir Garih'i niçin öldürdüğü ile ilgili olarak ancak spekülasyon yapılabilir.Cemaat Alorko Holding'in tamamen İshak Alaton'un yönetimine geçmesini sağlayarak, bu holding aracılığı ile kendi şirketlerini büyütmek isteyebilir. Üzeyir Garih'in bildiği bazı sırlar olabilir.Cemaat ile bütünleşmede fazla istekli olmayabilir vs.

3-Necip Hablemitoğlu suikastı:N.Hablemitoğlu Cemaat'e karşı açıktan mücadele vermiş bir kişidir ve adeta Cemaat'i baş düşman bellemişti.Cemaat üzerine yapılan araştırmaların en ayrıntılısını yapmıştı.Cemaat üzerine olan yaklaşık 1000 sayfaya yakın bir kitap çalışmasını bitirmişti.Bu kitabın giriş kısmı KÖSTEBEK adı altında yayınlanmıştır. N.Hablemitoğlu, Cemaat'in bir komplosuna kurban giden ve Gülen hakkında soruşturma yürüten Nuh Mete Yüksel ile bu dava hakkında yakın işbirliği içerisindeydi.26 Aralık 2002'de Ankara DGM'deki Gülen davasında da tanıklık yapacaktı.Ama 18 Aralık 2002 tarihinde kiralık katil tutularak öldürüldü. Bir zamanlar Özel Harp Dairesi tarafından kullanılan ama sonra "Cemaat'in adamı" olan  Osman Yıldırım, Ergenekon davasında hedef şaşırtmak için "Cemaat'in kendisine ezberlettiği "N.Hablemitoğlu'nu Osman Gürbüz, Muzaffer Tekin ve Veli Küçük'ün talimatıyla öldürdü." yalanını ortaya attı.Amaç Ergenekon Komplosu içerisine Hablemitoğlu suikastini de yerleştirerek kuşkuları Cemaat'in üzerinden atmaktı.Daha sonraları Durmuş Anuçin adlı kiralık katil,Hablemitoğlu'nu İzmir'li mafya babası İbrahim Çiftçi'nin kendisine öldürttüğünü ama parasını da alamadığını itiraf etti.İbrahim Çiftçi 2006 yılında İzmir Alsancak'ta öldürüldü.Hablemitoğlu suikastinin arkasında Cemaat'in olmasından kuşku yoktur.

4-Şemdinli Olayı: 9 Kasım 2005 tarihinde,Umut Kitapevi'nin bulunduğu pasajın önünde önce bomba patlar sonra da Umut Kitapevine de iki el bombası atılır.Olayda ölen ve yaralananlar olur.Bu esnada Almanya'dan Umut Kitapevi'ne gelen şüpheli bir paketi  soruşturmak için  kitapevine giden astsubaylar Ali Kaya,Özcan İldeniz ve PKK itirafçısı Veysel Ateş de olay mahalinde bulunmaktadırlar.Daha arabalarında inmeden bir patlama olur.Daha sonra da kitapevine penceresi kırılarak iki el bombası atılır.İki astsubay ve itirafçı önce ne olduğunu anlamazlar ve birden kendilerini halk tarafından sarılmış bulurlar.Hemen patlama ile bu şahıslar arasında bağlantı kurulur. Mahkemede bu şahıslar ve avukatları,olayı en ince detayına kadar anlatırlar ve el bombaları ile patlamanın aynı anda yapılamayacağını maketlerle anlatarak ispat ederler.Çünkü kitapevi pasajın alt katında ve en uçtaki dükkandır.Üstelik ilk patlama olduğu zaman araba 154 metre uzaklıktadır. Bu olaydan sonra PKK Ordu'yu,Ordu da PKK'yi komplo ile suçlarlar.Aslında olaya daha geniş bir açıdan bakıldığı zaman durum oldukça farklıdır.    

Polis istihbaratta güçlü olan Cemaat,dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı ve daha sonra Genelkurmay Başkanı olacak Yaşar Büyükanıt ile ilişkisi olan Ali Kaya'yı izlemektedir.Amaç Ali Kaya üzerinden Yaşar Büyükanıt'ı siyasi olarak vurmaktır. Ali Kaya ve beraberindekilerinin, 9 Kasım günü Seferi Yılmaz'ın sahibi olduğu Umut Kitapevi'ne gideceklerini dinlemelerden bilen Cemaat polisleri,onlar arabadan inmeden önce bombayı patlatırlar,sonra da el bombalarını atarlar.Muhtemelen orada halk arasında bulunan adamları aracılığıyla kitleyi, iki astsubay ve itirafçıya yönlendirerek "suçluyu" bulurlar.

Hemen Van Cumhuriyet savcısı ve Cemaat'in adamı olan Ferhat Sarıkaya "gayretkeş" bir şekilde iddianame hazırlar ve Ali Kaya'dan dolayı Yaşar Büyükanıt'ı da şüpheli yapar.Y.Büyükanıt Ali Kaya ile olan ilişkisini saklamaz ve "tanırım iyi çocuktur" der.Bütün bunlar büsbütün Büyükanıt'ı şüpheli yapar.

Şemdinli Olayı,Cemaat'in niçin istihbarata bu kadar önem verdiğinin güzel bir örneğidir.İstihbaratın avantajını kullanarak,sadece iki el bombası ile kamuoyunun dikkatini ve şüphesini Ordu'nun en tepesine yöneltmiştir.Aslında kamuoyu Ferhat Sarıkaya'nın hemen devreye girmesi ve Y.Büyükanıt'ı suçlaması ile şüphelenmeliydi.Ama Cemaat-AKP medyasının psikolojik operasyonu olayın başka bir yöne çekilmesini sağlamıştır.İddianamede savcı, bu bombaların Fetullah Gülen Cemaat'ine yakın olan bir dershanenin yanında patlamasından dolayı Cemaat'i de hedef aldığını öne sürer.Böylece Cemaat'ten şüpelenmemesi sağlanır.Bu daha sonra Ergenekon davasında sıkça görülecek bir taktikti.Önemli olan bu olayın politik hedefini iyi çözümleyebilmektir. Kanımca Cemaat-AKP ittifakının bu olay ile hedeflediği şuydu:
a-Şemdinli olayı,Ergenekon Komplosu'na  başlamadan önce bir test ya da tatbikat niteliğindedir.Bu olay ile Ordu'nun tutumu,kamuoyunun tutumu ve de komplocuların medya aracılığı ile psikolojik operasyon yetenekleri ölçülmüştür.
b-Bu olay aynı zamanda Polis İstiharat Daire Başkanı (İDB) Sabri Uzun'un tasfiyesi ve Cemaat'in tamamen İDB'yi ele geçirmesi için kullanılmıştır. Sabri Uzun'a ait olduğu iddia edilen ancak gerçekte  Cemaat tarafından hazırlanan bilgi notu,Şemdinli Olayı ile Yaşar Büyükanıt'ı ilişkilendirir.Bunun üzerine Büyükanıt Erdoğan'dan Sabri Uzun'un görevden alınmasını ister.Sabri Uzun bu notun ya da raporun kendisine ait olmadığını açıklar ama dinleyen olmaz.Şemdinli olayı Ergenekon Komplosu'na giriştir.Y.Büyükanıt ve ekibi şüpheli olarak damgalanır.Genelkurmay Başkanı olduğu zaman da , "cuntacıların" Genelkurmay'a egemen olduğu havası yaratılır ve onun zamanında Ordu'yu zan altında bırakan Cemaat komploları olur.Şemdinli'de damgalandığı için Cemaat'in bütün komplo eylemleri Genelkurmay'ın üzerine yapışır.
O dönem kimse Cemaat'ten şüphelenmedi.Bu da çok doğaldır.Çünkü Cemaat'in o güne kadar böyle bombalı bir eylemi olmamıştı.Ama gözden kaçan 3 Kasım 2002 seçimleri ile Cemaat-AKP koalisyonunun tek başına hükümete gelmiş olmasıydı.Bu zafer, bu ittifakın siyasetinin kapsamının derinleşmesi ve yeni askeri ve siyasi görevlerin ortaya çıkması anlamına geliyordu.

5-Rahip Sontoro Cinayeti:Şemdinli Olayı'ndan tam üç ay sonra 6 Şubat 2006 tarihinde,Trabzon'da Rahip Sontoro onaltı yaşında bir genç tarafından öldürüldü. Bu gayrimüslimlere karı düzenlenen suikastlerin ilkiydi.Muhtemelen bu suikastin arkasında Ramazan Akyürek'inden Erhan Tunceli'ne ve Yasin Hayali'ne kadar uzanan Cemaatçi organizasyon vardı.Ergenekon Komplosu planı içerisinde bu tip eylemlerle , " 'derin devlet'in hükümeti yıpratmak için yaptığı ve İslamcıların üzerine attığı eylemler" gibi gösterilmesi amaçlanıyordu. Daha sonra Ergenekon davasında bu eylemler,"derin devlet"in eylemleri olarak gösterilerek,Ordu'nun hükümete karşı darbeci faaliyetleri olarak tanımlanacaktı.Rahip Sontoro cinayeti Cemaat odaklı bir eylemdir.

6-Danıştay Saldırısı:
17 Mayıs 2006 tarihinde Alparslan Aslan adındaki şahıs, Danıştay'ı basarak 2.Daire Başkanı Mustafa Yücel Özbilgin'i öldürdü ve yanındakilerini de ağır bir şekilde yaraladı.Hemen "yakalanan" Alparslan Aslan'ın Veli Küçük ve Muzaffer Tekin ile ilişkide olduğu ortaya çıktı.Bir çok telefon görüşmesinin ve bazı yerlerde yüzyüze görüşmelerin olduğu saptandı. Ama cinayete kanıt teşkil edecek somut bir suç delili bulunamadı. Bu da çok doğaldı çünkü Alparslan Aslan Cemaat'in bu çevreye sızdırılmış bir ajanıydı. Muzaffer Tekin ve Veli Küçük gibi "derin devlet"e yakın isimlerle tanıştırılması,eylem sonrasında bu kişilerin şüpheli ilan edilmesini kolaylaştıracaktı,ki öyle oldu.

Bu dava süresince ortaya çıkan garipliklerden anlaşıldığına göre,Cemaat'in "derin devlet"ten kendi yanına çektiği Osman Yıldırım Alparslan Aslan'ı Ergenekon Komplosu için yönlendiren kişidir ve bu şahısın Veli Küçük ve Muzaffer Tekin ile ilişkilenmesini sağlamıştır.Bu davada Osman Yıldırım, hem sanık,hem tanık hem de gizli tanık olarak dünya hukuk tarihine geçmiştir. Komplodaki "hizmetlerinden" dolayı da beraat ile ödüllendirilmiştir. Danıştay saldırısını Cemaat,Osman Yıldırım'ı kullanarak Alparslan Aslan'a yaptırmıştır ve böylece Ergenekon davasının en önemli davasını oluşturmuştur.

7-Diyarbakır Koşuyolu Parkı Bombalama Eyemi: Bu eylem daha sonra aynı türden yaşanacak (Diyarbakır Dershane katliamı,Güngören katliamı,Ankara Kumrular katliamı) katliamların ilkiydi.12 Eylül 2006 tarihinde Diyarbakır'ın Bağlar ilçesi Koşuyolu caddesinde gerçekleşen patlama sonucunda yedisi çocuk toplam on kişi öldü ve bir çok kişi yaralandı.  Cemaat-AKP medyası hemen olayı PKK'ye bağladı.PKK'nin bu katliamı kabul etmediği görülünce, daha önce "derin devlet" bağlantılı olan Türk İntikam Tugayı (TİT) adlı örgüt üstlendi.Katliamı üstlenen TİT elemanları sözde daha sonra "yakalandı". Mahkeme süresince sanıklar olayı "derin devlet" ile irtibatlı oldukları kişilerin onayı ile yaptıkları yönde ifade veriyorlardı.Bir yandan da mahkemenin PKK ile ilişkilendirme çabaları sürüyordu.

Bu katliam Ergenekon Komplosu perspektifinde ele alındığında açık bir şekilde çözülecektir.TİT elemanı olduğu ileri sürülen kişiler aslında Cemaat'in ajanı olan kişilerdir.Bu kişiler yalan ifade vererek olayı "derin devlet"e bağlayarak, kamuoyunu aldatmaya, "derin devlet" aracılığıyla Ordu'nun "siyasal istikrarsızlık yaratarak darbeye zemin hazırlama" faaliyeti içerisinde olduğu görünümünü oluşturmak istemişlerdir.Daha sonra Ergenekon davasında bu eylemler kanıt olarak gösterilerek Ordu'nun hükümete karşı darbe faaliyeti  içerisinde olduğu kanıtlanmaya çalışılmıştır.

PKK'nin bu olaya dahil edilmesinin de özel bir anlamı vardır.Daha sonra yapılacak bu tür katliamlar aracılığı ile KCK'ya "terör damgası" vurularak ve "derin devlet" ile ilişki halinde olduğu kara propagandası yayılarak,Nisan 2009'da başlayan KCK tutuklulamalarına zemin hazırlanmıştır.Cemaat-AKP ittifakı Ordu'ya vurulan darbe ile KCK'ya vurulan darbeyi birbirine bağlamaya çalışmıştır.Koşuyolu katliamı Cemaat organizasyonu ile AKP'nin politik kanatları altında gerçekleşen "devlet terörü"dür.

8-Recep Tayip Erdoğan'a Suikast Girişimi: 17 Ekim 2006 tarihinde özel zırhlı arabasının içinde Erdoğan'ın önce kan şekeri düştü.Sözde "panik" halinde arabadan inen ve anahtarı içeride unutan şöförü,yanında başka anahtar olmadığı için Başbakan'ın arabanın içerisinde koma halinde kalmasına neden oldu.Bir tesadüf sonucu karşıdaki inşaattaki işçiler balyoz getirerek ve camı uzun uğraşlar sonucunda kırarak Erdoğan'ı kurtardılar.

Ama olaya daha yakından ve Ergenekon Komplosu çerçevesinde bakıldığı ve Cemaat'in stratejisi ve de bunun gerekleri temelinde olaya yaklaşıldığı zaman, bu olayın bir suikast girişimi olduğu çok büyük ihtimaldir.

Erdoğan'ın kan şekerinin düşmesi ile arabanın içerisinde mahsur kalmasının çakışması "tesadüf"ü aşan bir durumdur.Ergenekon Komplosu'nun operasyonel yanı Cemaat üzerinden siyasi yanı da AKP üzerinden giden bir plandır.Ama bu komploda tarafların birbirinden sakladığı ve birbirine karşı aldığı önlemler de vardır.Cemaat'in stratejisine göre,Ordu'ya vurulan darbenin AKP'nin kendi lehine zayıflatılması ile birbirine bağlanması gerekmektedir.Çünkü Ordu'ya vurulan darbeden sonra ortaya çıkacak boşluğu, AKP'den önce doldurabilmesi için AKP'nin içten Cemaat tarafından ele geçirilmesi de öngörülmüştü.

Wikileaks belgelerinde ABD Büyükelçisi'nin merkeze çektiği mesajlardan da görüldüğü gibi,Erdoğan her ne kadar Cemaat ile Ordu'ya karşı işbirliği yapmışsa da, kendisini ve partisini Cemaat'ten uzak tutmaya özen göstermiştir. Cemaat'in AKP içerisinde güçlenmesinin önündeki en büyük engel Erdoğan'dır.

Cemaat'in AKP ile yapmış olduğu stratejik ittifaklık ilişkisinde hegemonya AKP'dedir.İktidar mücadelesi veren Cemaat'in iktidarı ele geçirebilmesi için bu ittifaklık ilişkisi içerisinde AKP'yi zayıflatması ve kendi gücünü yükseltmesi gereklidir.Bunun için de buna engel olan Erdoğan'ı ya fiziksel ya da politik olarak tasfiye etmesi gerekir.Cemaat'in Ordu'ya vuralan darbenin AKP'nin zayıflatılması ile birbirine bağlanan stratejisi anlaşılmadan hiçbir şey anlaşılmaz.

9-Hrant Dink Suikasti:
19 Ocak 2007 tarihinde, Agos Gazetesi'nin kurucusu, yayın yönetmeni ve başyazarı olan Ermeni kökenli Türk vatandaşı  Hrant Dink bir bankadan çıktığı sırada Ogün Samast adlı bir kişi tarafından öldürüldü.Bugün ortaya çıkan bilgi ve belgeler ışığında bu cinayet ile ilgili herşey çözülmüş durumdadır.Bu cinayette Cemaatçi Ramazan Akyürek'in Erhan Tuncel'in,Yasin Hayal'in rolü tamamen ortaya çıkmış durumdadır. Bu noktada eksik olan bu cinayetin siyasi yönüdür.

Bu cinayete Ergenekon komplosu perspektifinde baktığımız zaman resmin tamamı ortaya çıkar.Ergenekon Komplosu'nun hedefi,Ordu odaklı olan bir gizli örgütün ,ki "derin devlet" denilmektedir,Hükümet'i yıkmak için çeşitli terör eylemleri gerçekleştirdiği görüntüsünü oluşturarak, daha sonra Ergenekon davası ile bunları ilişkilendirerek, son günlerin moda deyimiyle "Ordu'ya kumpas kurmak"tır.

Hrant Dink suikasti,Ordu'nun üzerine atılmak için Cemaat ve AKP hükümeti tarafından gerçekleştirilen komploda,Rahip Sontoro ile Malatya'daki Zirve yayınevi katliamı arasında kalan bu tür eylemlerden birisidir.Hatta bu noktada  Hrant Dink ideal bir hedeftir.Bu eylemin "derin devlet" ile irtibatlandırılmasını kolaylaştıracak elemanlar da daha önceden mevcuttu.Hrant Dink bilerek yanlış yorumlanan bir makalesinden dolayı  "Türklüğü aşağılamak"tan mahkum edilmişti.Bu davalar sırasında, MHP kökenli olan ve Veli Küçük, Muzaffer Tekin gibi kişilerle ilişkide olan Avukat Kemal Kerinçsiz bir çok protesto eylemi düzenlemişti.Bu durum Ergenekon Komplosu'nda özellikle Hrant Dink'i Cemaat'in ve AKP'nin gözünde giderek daha "değerli" hale getirmişti.Hrant Dink suikasti ile "derin devlet"in irtibatlanması kolay olduğu için Cemaat-AKP ittifakı Hrant Dink'i kurban seçti.Bu suikastte RT Erdoğan'ın büyük bir ihtimalle önceden bilgisi vardı.

Cemaat bir yandan komplosunu güçlendirecek bir eylemi gerçekleştirirken, öte yandan da bu eylem aracılığıyla Polis'in  İstanbul İstihbarat Şubesi'ni de ele geçirmiştir.Cemaat dönemin İstanbul İstihbarat Şubesi Başkanı olan Ahmet İlhan Güler'in yerine, kendi sağlam adamı olan Ali Fuat Yılmazer'i getirmek için A.İ.Güler'e istifa etmesini önerir.Ahmet İlhan Güler ya Cemaat'in adamıdır ya da onlarla yakın çalışan birisidir.A.İ.Güler istifa etmez.Kıdemli olduğu için görevden de alınamaz.Cemaat onun bölgesinde Hrant Dink'i vurdurarak , A.İ.Güler'in görevi ihmalden tayin olmasını sağlayarak, "Başbakan Erdoğan'ın İstanbul'da sıkça görüştüğü" Ali Fuat Yılmazer'in atanmasını sağlar. Hrant Dink cinayeti, Cemaat-AKP odaklı bir cinayettir.

10-Zirve Yayınevi Katliamı: Malatya'da 18 Nisan 2007'de incil basımı yapan Zirve Yayınevi'nde çalışan Alman uyruklu Tilman Ekkehart Geske ile Necati Aydın ve Uğur Yüksel boğazları kesilerek öldürüldü. Zanlılardan Salih Gürler, Cuma Özdemir, Hamit Çeker ve Abuzer Yıldırım olay yerinde yakalanmıştı. Üçüncü katın penceresinden kaçmak isterken düşerek yaralanan Emre Günaydın, tedavisinin ardından çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.Daha sonra azmettirici olarak Varol Bülent Aral adında bir şahıs yine tutuklandı. Ama asıl "delil" Cemaat'in ajanı olarak görev yapan ve son dönemlerde ortadan kaybolan İlker Çınar tarafından sağlanmaktadır.Bu şahıs Cemaat'in kendisine ezberlettiği metni mahkemede ifade biçiminde dile getirerek bir çok kişiyi suçlamıştır.Bir zamanlar uzman çavuş olarak görev yapan ve Ordu'nun misyonerlere karşı istihbarat çalışmasında görev yapan bu şahıs hem sanık hem de gizli tanık olarak davada yeralmıştır.Davadaki hareketlerinden Cemaat'in ajanı olarak hareket ettiği anlaşılmaktadır.Katliamı yapan kişilerin suçlamaları ve yalan ifadeleri ile emekli general Hurşit Tolon ve dönemin Jandarma İl Komutanı Mehmet Ülger ve bir çok kişi suçlanarak ve de "derin devlet" ile irtibatlandırılarak,Ergenokon Komplosu'nun bir başka köşe taşı elde edilmiştir.

Cemaat Zirve yayınevi katliamını herhangi bir şekilde üretmemiştir.Gerek  Polis istihbaratın dinlemeleriden gerekse de İlker Çınar gibi şahıslar aracılığı ile jandarmanın kendi bölgesinde misyonerlik faaliyetlerini yakından takip ettiğini biliyordu.Cemaat jandarmanın bu takibini komplosuna baz yaptı. Kamuoyunda "takip eden böyle bir katliam da yapar" algısı yaratarak,kendi komplosuna temel hazırladı.Hurşit Tolon mahkemede İlker Çınar'a sorduğu bazı sorulara aldığı cevaplarda  bir çok çelişkili durumu göstermiş ve bu şahısın açıkça yalan söylediğini ispatlamıştır.Zirve yayınevi katliamı Cemaat-AKP imalatıdır.

11-TARAF Gazetesi'nin Yayın Hayatına Başlaması:Tek terör eylemleriyle "delil imalat etmeye" dayanmayan ama psikolojik hareket yöntemleriyle aldatmaya   da dayalı olan Ergenekon Komplosu'nda TARAF gibi bir gazetenin olmaması tuhaf olurdu.Taraf gazetesinin arkasında Cemaat'in olmasından kuşku yoktur.

Taraf'ı çıkaran Alkım Yayınevi 1992 yılına kadar batmanın eşiğinde olan bir yayıneviydi.Borçlarını Fetullah Gülen ve AKP'ye yakın olan Albaraka Türk'ün çekleriyle ödedi.Anlaşılan birilerinin geleceğe dönük bazı planları vardı. Yayınevinin sahipleri Savaş ve Başar Arslan kardeşler özellikle AKP iktidarı ile birlikte servetlerini katladılar.Taraf'ın gelirleri sözde reklam gelirlerine  dayanıyordu. Reklamlar ise aslında Cemaat'ten gazeteye para aktarmaktan başka bir anlama gelmiyordu.Gazetede Alkım Yayınevi ile "Kimse Yok mu Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği"nin ilanları ağırlıktaydı.Bu sonuncusu Cemaat'in "Deniz Feneri"ydi.Samanyolu Tv'den başlayarak beş kıtaya yayıldı.

15 Kasım 2007 tarihinde yayın hayatına başlayan gazetenin amacı, Ergenekon Komplosu'nun tetikçiliğini yapmak, kamuoyunu komplonun hedefleri doğrultusunda yönlendirmek ve liberalleri bu komploya yedeklemekti.

Bu gazetede görev yapan Mehmet BARANSU adlı şahıs,bu komployu başından beri bilen ve Cemaat'in psikolojik harp kadrosundandır. Bu şahısın gazetecilik ile uzaktan yakından alakası yoktur.Çünkü gazetecilik "gerçeği kamuoyuna iletme" işidir.Bu şahıs ise başından beri komployu bildiği için "gerçeği kamuoyuna iletme" işinden ziyade, "gerçekliğin tam karşıtı olarak,komplonun hedefi doğrultusunda kamuoyunun yönlendirilmesi" ile meşgul olan bir kişidir.
Taraf gazetesi taktiği ile Cemaat-AKP ittifakının hedeflediği:
a-AB yanlısı liberalleri yanlarına alarak,Ordu'nun bastırılmasından sonra AB'ye doğru köklü reformların yapılacağı yanılsamasını kuvvetlendirerek,Ergenekon Komplosu'nda ABD ve AB'nin desteğini almak eğer bu olmazsa en azından bu kesimlerin  tarafsızlaşmasını sağlamaktı.
b-Komplonun etkisini güçlendirmek ve halkın geniş kesimlerinden destek elde etmek için, psikolojik harekatın merkezinin Cemaat ve AKP medyasından uzak tutulması gerekiyordu.Liberal görünümlü Taraf'ın liberallere yaklaştırılması, komplonun merkezinin saklanması için iyi bir yöntemdi.
Bir gün rüzgar tersine döndüğü zaman, Mehmet BARANSU ve ekibi, bu rüzgarın altında kalacak ilk kişilerdir.

12-Diyarbakır Dershane Katliamı: 3 Ocak 2008 tarihinde Diyarbakır'da bir dershanenin önünde uzaktan kumandayla patlatılan bomba sonucunda altısı çocuk yedi kişi öldü.PKK bu eylemi üstlenmedi. Eylemin "askeri servis aracının geçişi  sırasında" patlatılması doğal olarak PKK ile hemen bağ kurulması içindi.Aynı eylemin benzeri İstanbul Güngören'de de yapılacaktı. Bu eylemlerin amacı 2009 yılındaki kitlesel KCK tutuklamalarını kamuoyunun gözünde meşru kılmak içindi.Diyarbakır Dershane katliamı Ergenekon komplosu perspektifinde bakıldığı zaman Cemaat-AKP işi olarak görülmektedir.

13-Güngören Katliamı: 27 Temmuz 2008 tarihinde İstanbul'un Güngören semtinde ardarda patlayan iki bomba sonucunda çoğu çocuk on yedi kişi öldü ve bir çok kişi yaralandı.Medya hemen olayı "PKK işi" olarak damgaladı. Özellikle bu tür eylemlerde çocukların hedef alınması ve sonra da bu eylemlerin PKK ile ilişkilendirilmesi psikolojik bir harekattan başka bir şey değildi.PKK'nin bu eylemi üstlenmediği görülünce, "zaten PKK bazen bu tür eylemleri üstlenmiyor" gibi söylemler özellikle Cemaat-AKP medyası odaklı olarak dolaşıma sürüldü.Ama dolaşıma sürülen bir başka "teori" de "Ergenekon-PKK" bağlantısıydı.Cemaat-AKP medyası, PKK ile "derin devlet"i ilişkide göstererek,Ordu'ya vurulan darbe ile PKK'ye vurulacak darbeleri birbirine bağlamak istiyorlardı.

Güngören davası ise tamamen skandallara sahne oldu.Suçsuz bir çok insana suçlar zorla yıkıldı.Bu insanların çığlığını ise hiç kimse duymadı. "Çünkü Ergenekon Komplosu öyle istiyordu." Ergenekon Komplosu giderek halk ve bazı kesimler için "Prokrustes'in Yatağı"na benzemeye başladı.Bazı insanlar suça uysun diye "uzatıldı",bazılarının da ayakları "kesildi".Güngören katliamı Cemaat-AKP odaklı bir katliam olarak durmaktadır.Nedeni polis ve mahkemenin zorla suçları bazı insanlar üzerine yıkma girişimidir.Artık polis ve yargının kimlerin ellerinde olduğu sır değil!

14-Muhsin Yazıcıoğlu Cinayeti:
Cemaat'in stratejisi  ve Büyük Birlik Partisi'nin (BBP) bu stratejideki yeri anlaşıldığı andan itibaren Muhsin Yazıcıoğlu suikasti sır olmaktan çıkar.Kaldı ki bu cinayette en büyük kanıtlardan bir tanesi de Fetullah Gülen'in, "kaza"dan beş gün sonra yapmış olduğu ibretlik sohbettir.
25 Mart 2009 tarihinde BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindeki beş kişi, yerel  seçim çalışması için gittikleri yerden dönerken helikopterlerinin düşmesi sonucu öldüler.

Ergenekon soruşturmasından dolayı ister istemez şüpheler "derin devlet"e çevrildi.Ancak Ergenekon Komplosu ve Cemaat'in iktidar stratejisi temelinde olaya yaklaşıldığı zaman Cemaat bu "suikast"te baş şüphelidir.

İdeolojik ve siyasi açıdan baktığımız zaman BBP Cemaat'e en yakın partidir. Kaldı ki Ergenekon Komplosu'ndaki bir çok eylemde kullanılan tetikçiler ve organizatörlerin BBP'li olması ilginçtir.12 Eylül öncesi "derin devlet" ile MHP arasındaki ilişkinin bir benzeri,günümüzde  Cemaat'in "derin kolu" ile BBP arasında oluşmuştur.Cemaat kamuoyunu aldatmaya ve bazı kesimlere saldırmak için  temel yaptığı eylemleri BBP'den devşirdiği kadrolar aracılığıyla yapmaktadır.
Cemaat Ordu'ya vurulan darbe sonucunda ve oradaki kadrolaşmasını bir düzeye getirdikten sonra Yürütme'yi ele geçirmeyi planladığı için, bir yandan da Yürütme ile ilgili planlarını da yavaş yavaş hayata geçirmeye çalışmaktadır. Cemaat için ideal olan AKP'yi devlet kurumlarını içten ele geçirdiği gibi ele geçirmek ve onu iktidarın "şemsiyesi" olarak kullanmaktır.Ama bunun için Milli Görüş'çülerin partiden tasfiye edilmesi ve bir çoğunun da Cemaat tarafından dönüştürülmesi gerekir.Bu oldukça zor bir görevdir ve AKP içerisinde, başta Erdoğan olmak üzere Cemaat'e karşı güvensiz ve partiyi onlardan koruyan büyük bir kesim vardır.İşte Fetullah Gülen AKP'nin ele geçirilememesi durumunda,iktidara yürüme durumunda kendilerine gerekli olan bir partiyi BBP'yi içten ele geçirerek yapmak istemektedirler.BBP'nin Cemaat ile neredeyse yüzde yüz örtüşen yapısı büyük bir avantajdır.

Muhsin Yazıcıoğlu,RT Erdoğan gibi, dış güçlerin parti içerisine müdahalesine kapalı birisiydi ve MHP'de 12 Eylül deneyimini yaşamıştı.Kaldı ki,M. Yazıcıoğlu, Ergenekon davalarını da bir çok yönden eleştiriyordu ve bir tür "rahatsızlık" kaynağıydı.

Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının "ölümü"nden beş gün sonra yayınlanan sohbetinde F.Gülen,"adamlarına mesaj verme"den,"psikolojik yönlendirmeye", bu konuda "neler yapılması" gerektiğinden, Muhsiz Yazıcıoğlu'nun nasıl bir "şefkat tokadı"na uğradığını belirten bazı açıklamalardan bulunur.

Gülen uzun konuşmasında, liyakatın ne anlama geldiğini,kimin liyakata mahir olduğunu ve kimin olmadığını genel olarak açıklar.Şeklen müslüman ile olması gereken müslüman arasınaki ayrımları koyar.Aslında bunu yaparken ve bir çok laf cambazlığına başvururken,Muhsin Yazıcıoğlu'nun,yer,konum ve mevki olarak "bu yerin adamı" olmadığı imajını  dolaylı olarak oluşturur.Hatta bu liyakata sahip olmayanların "şefkat tokadı" ile cezalandırıldıkarını ima eder.

Gülen dolaylı olarak polis içerisindeki adamlarına da bazı mesajlar verir. Böyle dönemlerde "kimseyi fazla konuşturmamak" lazım,"başka düşüncelere maal vermemek" lazım, "sözün bittiği yer gibi" şeyler söyleyerek,bu işin "sessizliğe gömülmesi gerektiği"  çağrısı yapmaktadır.Bu işi bir an önce "kadere" bağlayıp,bir an önce unutulmasını sağlamaya çalışmak gerektiği "emrini" sohbet aracılığıyla adamlarına verir ve eklemeyi unutmaz:Bu kazada sivil ve askerin ellerinden geleni yaptıklarını,"karşı tarafın" yani Ordu'nun suçlanmaması gerektiğini belirterek, bu işin "kaza" olarak kapatılması gerektiğini belirtir.


|
_ _