 IŞİD'İN IRAK'TA İKTİDARLAŞMASI VE AKP'NİN PKK'YE KARŞI SAVAŞ PLANI (*)
K.Erdem
IŞİD'in (Irak-Şam İslam Devleti) sürpriz denebilecek bir saldırı ile Musul'u ele geçirmesi ve kontrolüne alması hem bölge siyaseti hem de Kürdistan siyaseti açısından iyi analiz edilmesi gereken önemli bir olaydır. IŞİD'in Musul'u ele geçirerek Irak'ta iktidarlaşması, bazı bölgesel güçlerin bir konsesüsünün ürünü olarak görünmektedir. Hiç kuşkusuz bu konsesüsün her bir gücü, bu iktidarlaşma olgusunu, kendi devlet çıkarları açısından ele alacak ve bu yönde kullanmaya çalışacaktır.Bu noktada IŞİD'in bu iktidarlaşma olgusunu Türkiye açısından da incelemek gerekmektedir. Irak'ta sünnilerin IŞİD aracılığıyla iktidarlaşması olgusu,bir yandan ABD'nin Irak'tan çekilmesi, öte yandan bu çekilmeden sonra oluşan politik boşluğun bölgedeki bazı güçler tarafından doldurulmasıyla karakterizedir. Ancak bölgede "sünni ekseni" oluşturan güçlerin, bu politik eksene yüklemiş oldukları rol ya da politik misyon aynı değildir. Hatta olaylara daha yakından bakıldığı zaman, sünni eksenini oluşturan bazı güçlerin, bölge politikası açısından taban tabana zıt çıkarları sözkonusudur.
ABD'nin Barack Obama ile birlikte Ortadoğu'da strateji değişikliğine gitmesi ve Irak'ta kademeli olarak askerlerini çekme siyasetini benimsemesi, bu boşluğun doldurulması için bazı siyasi güçlerin harekete geçmesine neden oldu.Aslında ABD'nin Irak'tan çekilişi pasif bir çekilişten ziyade, aktif bir çekilişti; yani bu çekilmeyi diplomatik olarak başka araçlar ile doldurma üzerine kuruluydu.
ABD için Ortadoğu'da en önemli sorun,İran'ın nükleer silah elde etme potansiyeline ulaşmasıdır ve İran'ın bu potansiyele ulaşmadan durdurulması, neredeyse uluslararası sorunların tepe noktasında durmaktadır.Bu noktada ABD,İran'a karşı büyük bir ekonomik ambargo devreye sokmuş;Malatya Kürecik'e bir radar istasyonu yerleştirmeyi başarmış ; Türkiye'nin AB'ye üyeliğine ve PKK ile ilişkilerini Demokratik Cumhuriyet temelinde çözme politikasına güçlü destek vererek ve de İran'daki reformcuları ve İran'ın politik dönüşümünde çıkarı olan çeşitli milliyetleri dolaylı olarak destekleyerek ve cesaretlendirerek,İran'ı baskı altına almaya çalışmıştır.
ABD B.Obama ile birikte,bölgede direkt ABD'nin müdahalesinden ziyade,Batı ile güçlü stratejik bağlara sahip bir devletin ya da devletlerin,İran'ı dengeleyecek ve sınırlandıracak bir şekilde öne çıkmasını özendirmeye başlamıştır.Bu noktada Türkiye ideal bir tarihsel konuma sahipti. Türkiye'nin bölgesel lider olarak öne çıkarılmasının olası tehlikeleri AB üyeliği ile bertaraf edilmek istenmekteydi.Türkiye'nin dizginlenmeden öne çıkarılması, tamamen elden çıkarılması ya da kaçırılması tehlikesine de neden olabilirdi ve bu zaten Ortadoğu'da karışık olan olayları daha da karışık hale getirebilirdi. Bu noktada yapacağımız en önemli tespit, Ortadoğu'da olayların ABD açısından en kötü senaryoya uygun bir şekilde gelişmekte olduğudur.
ABD genel olarak Türkiye ve özel olarak da AKP notasında ölümcül bir hata yapmıştır.Barış süreci ABD'nin bu ölümcül hatasını adeta gözler önüne sermiştir.ABD Irak'ta birliklerini çekerken,Türkiye'ye ve AKP'ye alan açarken ve barış süreci ile AB için gerekli reformları yaparak Batı'ya stratejik olarak bağlanmasına çalışırken,AKP'nin hiç de o kadar AB için istekli olmadığı ortaya çıkmıştır.Tam tersine Erdoğan ve AKP,AB kriterlerinden giderek uzaklaşan ve daha otoriter ve faşist ılımlı bir islam devleti yolunda somut adımlar atmaya başlamıştır.AKP'nin bu otoriter ve faşist politikaları, özellikle Ordu'nun Ergenekon Komplosu ile bastırılmasından sonra daha fazla göze batmaya ve açıkça yapılmaya başlamıştır.
Bölgede Türkiye ve AKP'ye alan açan ABD,AB aracılığı ile AKP ve Türkiye'yi dizginleyemediği için,Irak'ta kendisinin çekilmesiyle ortaya çıkan politik boşluğu Türkiye ve onunla birlikte hareket eden güçler doldurmuştur. İşte Irak'taki sünnilerin IŞİD aracılığı ile politik ve askeri olarak diriltilmelerinin altında,ABD'nin bırakmış olduğu boşluğun,giderek Batı'dan stratejik olarak uzaklaşan Türkiye ve Suudi Arabistan gibi güçlerin birlikte hareket ederek doldurmaları yatmaktadır.Bu iki ülke Irak'ta sünni eksenini, Katar ve KDP ile birlikte diriltmişlerdir.
Bu noktada ilginç olan bir tarihsel durum ve belirlenim ile karşı karşıyayız.O da,emperyalistler ile onların bölgedeki dayanakları konumunda olan ülkeler arasında stratejik çıkar farklılaşmasının ortaya çıkması ve giderek politik olarak ayrışmalarıdır.Bu durum özellikle Ortadoğu için çok açıktır. Bu tür durumların ortaya çıktığı bölgelerde,emperyalist hiyerarşinin ve hegemonyanın giderek zayıfladığı ve egemen güçlerin halkları eskisi gibi yönetemediği ve kontrol altında tutamadığı bir dönemin de kapısının açıldığı görülmektedir.Rojava devrimi ancak bu tarihsel bağlam içerisinde düşünülebilir.
Emperyalistler ile bölgesel gerici güçler arasındaki çıkar farklılaşması arttıkça ve hatta Türkiye ve Suudi Arabistan örneğinde olduğu gibi,bizzat Batı bölgeden bilinçli olarak dışlandıkça üç önemli sonuç ortaya çıkmaktadır: 1-Bölgesel gerici güçlerin emperyalistlerle olan çelişkilerinin keskinleşmesi, bu ülkelerin içte ve dışta belirlemiş oldukları politik hedeflere, sadece kendi kaynaklarına dayanarak ulaşmalarına neden olduğu için, giderek daha da otoriter ve maceracı olmalarına neden olmaktadır.Birinci dünya savaşında Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihsel temellerinin bu daralması Ermeni soykırımına neden olmuştur.Günümüzde de AKP hükümetinin giderek bu duruma düştüğü gözlenmektedir , ki AKP politikaları giderek büyük bir Kürt katliamına dönüşme potansiyelini içerisinde barındırmaktadır.
2-Gerici bölgesel devletlerin emperyalistler ile çelişkilerinin keskinleşmesi, onları pragmatik bir şekilde biraraya getirmekte ve bölgesel çıkarlarını bir tür "alt sistem" yaratarak korumaya çalışmaktadırlar.Örneğin ABD'nin Suriye'de Rusya ile Esad rejiminin devamı noktasında anlaşması ve Suriye'de her iki emperyalist gücün birlikte yönetim temelinde anlaşması, Türkiye ve Suudi Arabistan'ın sert muhalefetine ve itirazına neden oldu.Bu noktada Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar,bazı noktalarda farklı düşünmelerine (örneğin Mısır sorununda) karşın,pragmatik olarak bazı bölgelerde işbirliği yapmaktadırlar. Örneğin Suriye ve Irak'ta durum budur. Bu durun Türkiye'nin İran ile ilişkilerinde de aynıdır.Türkiye Irak ve Suriye'de İran aleyhine nüfuz mücadelesi verirken,onunla stratejik bağlantı arayacak kadar da esnek hareket etmektedir.Bu temelde Türkiye onun nükleer silah elde etmesine el altında destek vermekte ve uluslararası amborgoyu delerek rahatlamasına neden olmaktadır.Ancak burada en önemli nokta bu "alt sistem"in çok dayanaksız olması ve hem halk hareketleri tarafından hem de emperyalistlerin manevralarından dolayı kısa ömürlü olması durumu sözkonusudur,ki bu alt sistemin dağılması,bölgesel güçleri daha da zor duruma sürüklemektedir.
3-Bölgesel güçlerin emperyalistlerle olan çelişkilerinin keskinleşmesi ve kurmak istedikleri "alt sistem"lerin dayanaksız ve kendi içerisinde uzlaşmaz çelişkiler barındırması ve kısa zaman sonra da çözülmesi, kaçınılmaz olarak Rojava türü devrimlerin yaygınlaşmasına neden olacaktır.Bu noktada Rojava devrimi ile ilgili olarak bir teorik ve tarihsel tespit yapmak gerekmektedir.O da Rojava devriminin bir rastlantı değil,bizzat emperyalist sistemin ve alt sistemlerinin Ortadoğu'da çözülmelerinin sonucunda ortaya çıkmış olmasıdır. Ortadoğu'daki emperyalist paylaşım savaşı yaygınlaştıkça, emperyalist sistem ve onun uzantıları olan alt sistemler giderek daha da çözülecek ve giderek Rojava tipi halk devrimleri yaygınlaşacaktır.O halde Rojava devrimi, bölgede halk devrimlerinin kapısını aralamıştır ve onun önemi bölgede halk devrimleri dönemini açması ve Kürdistan'ın etrafındaki ülkelerde de sosyalist devrimleri tetikleyecek bir yapıya sahip olmasında yatmaktadır.Artık bölgede temel çelişki şudur:Emperyalist güç dengesi mi Rojava'yı çözecek yoksa Rojava mı Ortadoğu'da emperyalist güç dengesini çözecektir?
Bu tarihsel arka plan anlaşılmadan,Irak'ta IŞİD'in iktidarlaşması ve bu iktidarlaşmanın ne tür olaylar zincirini harekete geçireceği anlaşılmaz. Irak ve Suriye'de Türkiye'nin sünni politik ekseni temelinde Suudi Arabistan ve Katar ile ilişkileri geçicidir.Katar ve Suudi Arabistan'ın amacı İran yayılmacılığını durdurmak ve en sonunda da İran rejiminin yıkılmasını sağlamaktır.Ama Türkiye'nin amacı tam olarak bu değidir.Türkiye'nin Irak ve Suriye'de sünni eksene dahil olmasının nedeni Kürt sorunu ve PKK'dir.
Türkiye Irak ve Suriye'de sünni eksene dahil olurken PKK'ye siyasi ve askeri bir darbe indirmek istemekte ve daha sonra da burada elde edeceği nüfuzu İran rejimini yıkmak için değil,İran'ı kendi stratejik hedefine çekmek için baskı unsuru olarak kullanmak istemektedir. Bunu anlamak çok kolaydır.Örneğin Suudi Arabistan ve Katar,Arap Baharı'ndan önce de Esad rejimi ve İran ile düşmanca ilişkilere sahipti ve bu hareket sırasında onu devirmeye geçtiler. Ama Türkiye PKK'yi kuşatma ve bastırma stratejisine Esad ile yakınlaşarak başlamıştı ve Arap Baharı ile Esad'ın hemen gideceği yanılsamasına kapılarak ve kendisine daha yakın olan Suriye Müslüman Kardeşleri ile hareket ederek ve onların iktidara gelmesini sağlayarak,onlar aracılığı ile PKK'nin kuşatılmasına ve bastırılması stratejisine, kesintisiz bir şekilde devam etmek istiyordu.Ancak AKP'nin bu yanlış stratejik kararı,bir çok ilişkisinin bozulmasına neden oldu.
IŞİD'in Irak'taki iktidarlaşma hamlesine baktığımız zaman,bu hamlenin Türkiye ve AKP'nin PKK'ye karşı uygulamış olduğu politika ile uyumlu olduğu görülmektedir.IŞİD'in Musul saldırısı ile stratejik olarak en çok yarar sağlayan, uzun zamandan beri Irak sünnilerini el altında destekleyen Türkiye olmuştur. Her ne kadar Türkiye Musul konsolosluğu sorununu öne çıkarıp, mağduriyet edebiyatı yapıyorsa da, bu saldırının gizli destekçilerinden birisi Türkiye'dir. IŞİD'in Irak'ın orta kesimlerinde iktidarlaşması ve bu iktidarlaşmaya Türkiye'nin desteği,AKP'nin PKK'yi kuşatma ve bastırma stratejisinden ve bununla birlikte de Çözüm süreci politikasından ayrı düşünülemez.
Türkiye PKK'ye ve Rojava'ya karşı bir "sünni hilali" oluşturmaktadır. Kuzey Kürdistan'da başlayan,KDP'nin Güney Kürdistan'ı ile devam eden,IŞİD'in kontrolündeki sünni bölgelerle ilerleyen ve Rojava'nın altındaki IŞİD ve diğer terör örgütlerinin kontrolündeki bölgelerin birleştirilmesinden oluşan bir kuşatma çemberi oluşturmaktadır ve PKK'yi bir çok cepheden savaşın içerisine çekmeye çalışan bir strateji üzerinde çalıştığı çok açıktır.
IŞİD Irak'ın orta bölgelerinde iktidarlaşmasını tamamladığı andan itibaren, Irak'ın üçlü bir özerk bölgeden oluşan bir federal sistem üzerinde anlaşma aramaya başlayacak ve bu görüşmeleri ve Irak'taki iktidarı Suriye üzerine ve Rojava üzerine tekrar dönmek için siyasi üs ve kaldıraç olarak kullanacaktır. Sünnilerin Irak'ta kalıcı olmasının bölge jeopolitiği üzerinde önemli etkileri olacaktır.
Irak'taki sünnilerin dirilişi,Türkiye ve Suudi Arabistan'ın emperyalistler ile olan çelişkilerinin kullanılması üzerinden yürümüştür.ABD ve Avrupa'dan Esad’ın düşürülmesi noktasında umudunu kesen bu ülkeler,kendi nüfuz araçlarını yaratmaya çalışmışlardır. Ancak burada çok önemli bir noktayı da gözden kaçırmamak gerekir. O da Irak’ta El Kaide’cilerin ve eski Baas’çıların bir tek cephe oluşturmasına neden olan durumun,Irak’ın politik sisteminde sünnilerin dışlanmış olmasıdır. Bu dışlanmışlık Irak’ta sünnilerin tek bir politik ve askeri cephe oluşturmasına yardımcı olmuştur. Ama daha da önemlisi bu cephenin El Kaide gibi bir terör örgütünün eline geçmiş olmasıdır. Halbu ki, Irak’ta sünnilerin dışlanmadığı bir politik sistem,sünnilerin politik bölünmüşlüğüne de yolaçacaktı ve El Kaide’nin kitle temelini önemli ölçüde daraltacaktı.Maliki’nin dışlayıcı politikalarının IŞİD’ın ortaya çıkmasında büyük bir rolü bulunmaktadır.
IŞİD'in iktidarlaşması sürecinde,Kerkük'ün KDP'ye bırakılması aslında bir anlaşmanın ürünüdür.Kerkük ve Musul, KDP ve Irak sünnileri arasında bölüştürülmüştür.Türkiye Kerkük'ün KDP'ye verilmesi karşılığında, muhtemelen KDP'nin PKK karşısında yanına çekilmesi politikasını hedeflemekte ve bununla birlikte de Irak sünnileri aracılığı ile KDP'ye sopa göstermektedir.
Türkiye IŞİD'ın Irak'ta iktidarlaşmasıyla, KDP'ye karşı havuç ve sopa politikası uygulama olanağına da kavuştu. Havuçu (Kerkük) KDP'ye veren Türkiye, sopayı (IŞİD) da eline alarak,sürekli Güney Kürdistan'ı güvenlik tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı.Bu hareket Güney Kürdistan'ı Türkiye'ye daha fazla bağlamaya da yönelik olmuştur.IŞİD aracılığıyla Türkiye bir yandan Rojava'yı kuşatarak ve burada bir katliam gerçekleştirerek Rojava'da halk iktidarını yıkmaya çalışacaktır; öte yandan da KDP'nin tarafsızlığını yokederek ve daha fazla Türkiye'ye yanaşmasını sağlamak için baskı unsuru elde etmiş olmaktadır.
Irak’ta IŞİD’in iktidarlaşması olgusu aynı zamanda uzun zamandan beri AKP ve KDP yakınlaşmasının nasıl bir plan ve gizli pazarlıklar üzerinden yürüdüğünü de ortaya çıkarmıştır. KDP’nin hangi ödünler ve beklentiler karşılığında Ulusal Kongre çalışmalarını sekteye uğrattığı,Irak’ın yarısının tekrar bölüşülmesinde ortaya çıkmıştır.
Irak'ta IŞİD'in iktidarlaşmasının Türkiye açısından önemi,PKK'nin kuşatılması ve bastırılması stratejisinin önemli bir halkasını oluşturmasıdır. Türkiye'nin Irak ve Suriye politikasının odağında PKK'nin tasfiye politikası bulunmaktadır ve Türkiye bölgedeki bütün gelişmeleri ve olayları bu stratejik hedefine varmak için sadece basamak yapmaktadır.
(*) Bu makale Haziran ayının sonlarına doğru yazıldı ve Yeni Özgür Politika ve Kurdistan-post sitesinde yayınlandı. Makale IŞİD'in karakteri noktasında eksik bilgiler içermektedir. Daha ayrıntılı ve tam bir analiz analiz için "IŞİD'in Arkasındaki Güçler ve Stratejik Hedefleri" adlı makaleye bakınız.
|