 IŞİD'İN (İSLAM DEVLETİ) ARKASINDAKİ GÜÇLER VE STRATEJİK HEDEFLERİ
K.Erdem Eski ismi ile IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) olan İslam Devleti Hareketi, tarihte eşine az rastlanır bir vahşet ve terörizm ile çok kısa bir zaman içerisinde, Ortadoğu siyasetinde öne çıkarak bir çok siyasal hesabın içerisine yerleşti. Örgütün ve hareketin Ortadoğu'da bu hızlı yükselişi ve liderinin gizemli yapısı, ister istemez bir çok sorunun sorulmasına yolaçmaktadır. Bu sorulardan en önemlisi, bu hareketin arkasındaki güçlerin kimler oldukları ve stratejik olarak neyi hedefledikleridir. Cengiz Han'ın terörizmine ve savaş yöntemlerine benzer bir şekilde hareket eden IŞİD'in arkasındaki güçleri ve stratejik hesaplarını anlamak, Ortadoğu siyasetinin önümüzdeki süreçte nasıl evrileceğini anlamanın da anahtarını içerisinde barındırmaktadır. Sorduğumuz sorunun yanıtını yazının başında vererek bu cevabın nedenlerini ortaya koymaya çalışalım. IŞİD ya da İslam Devleti, bugüne kadar ortaya çıkan olgular ve ortaya çıkardığı siyasi sonuçlar açısından ele alındığında, bir ABD, İngiltere, İsrail, Almanya ve Fransa ortak planı gibi gözükmektedir. Özellikle ABD, İngiltere ve İsrail'in IŞİD'in oluşumunda ve Ortadoğu satranç tahtasında ileri sürülmesinde baş aktörler olduğu görülmektedir. Bu noktada Almanya ve Fransa'nın bu üç ülkeyi izledikleri anlaşılmaktadır. O halde başka bir soruyla devam edelim: Batı emperyalistleri ve onların bölgedeki işbirlikçisi konumunda olan İsrail niçin böyle bir hamleye başvurdular? Batılı emperyalistlerin IŞİD operasyonu, bölgedeki bazı devletleri ve politik güçleri "hizaya ve dize getirme operasyonu"dur. Batı emperyalistlerinin IŞİD hamlesini anlamak için, bölge güç ilişkilerinin küresel güç ilişkilerine nasıl bağlandığını anlamak gerekir. ABD'deki 11 Eylül 2001 terör saldırılarından (bugün ortaya çıkan bir çok bilgi ve belge bu terör saldırılarının dünyanın önemli bölgelerine müdahale için bir ABD komplosu olduğu ihtimalini güçlendirmektedir) sonra, ABD ve müttefiklerinin Afganistan'dan başlayarak Ortadoğu ve çevresini, Rusya ve Çin'in etrafını çevirecek şekilde düzenlemek istemeleri, 2010'lara gelindiğinde istenilen sonuçları vermediği gibi, 2007-2008'de ABD'de patlak veren ekonomik krizle birlikte, ABD ve müttefikleri için ağır bir yük durumuna geldi. ABD ve müttefiklerinin dünyanın önemli bölgelerini tamamen kontrol altına alma ve Batı'ya karşı yeni bir emperyalist meydan okumayı önleme anlayışı, ilginç bir şekilde tam tersi sonuçlar doğurarak, Batı emperyalistlerinin ekonomik ve siyasal olarak göreli dengelenmesine yolaçtı. Batı bu temelde başladığı hiçbir savaşı sonuna kadar götüremedi. Örneğin ne Afganistan'da ne Irak'ta ne de dünyanın başka bir bölgesinde böyle bir sonuç elde edebildi. Üstüne üstlük olaylar ABD ve müttefikleri açısından en kötü senaryoya uygun bir biçimde gelişti. Ortadoğu'daki güç ilişkilerini 2010 yılına kadar kendi lehine stratejik bir şekilde değiştiremeyen Batı'lı emperyalistler , 2011'in başlarında patlak veren Arap Baharı'ndan da istedikleri gibi yararlanamadılar. Ortadoğu'da olayların Batı'lı emperyalistlerin aleyhine gelişmesine neden olan başka olaylar da ortaya çıktı. Bunlardan ilki,sinsi bir şekilde Batı'ya yanaşan ve asıl stratejik hedefini yani Batı'dan stratejik olarak uzaklaşmayı liberal görünüm altına gizleyen AKP'nin iktidara gelmiş olmasıdır. Hatta Batı ama özellikle de ABD yanlış bir teorik ve politik değerlendirme ile AKP'nin ılımlı islam çizgisini, Türkiye'nin burjuva-demokratik dönüşümünü gerçekleştirerek Batı'ya bağlanmasının temel gücü olarak görmüştür. Ama bunun yanlış olduğu , AKP'nin bir politik aldatma politikası izleyerek ve AB reformlarında ayak direyerek aslında zaman kazanmak istediği ve alttan alta faşist bir sistem kurarak Batı'dan koptuğu ortaya çıkmıştır. Bu durum ABD ve Batı'nın nüfuzunun Ortadoğu'da zayıflamasına neden olmuştur. İkinci bir durum, AKP'nin reformlarda ayak diremesiyle PKK'nin AKP ile Batı arasındaki bu çelişkilerden yararlanarak ve yeni bir paradigma temelinde güçlenmesidir. 2000'li yılların başlarında PKK önderliği, 1999 komplosunu atlatmanın ve karşısındaki düşman cephesinin bölünmesinin, PKK'nin stratejik önceliklerinde bir değişiklikten geçtiğini kavrayarak, Kuzey Kürdistan'ın bağımsızlığından ziyade başka parçalarının bağımsızlığını ya da özerkliğini öne çkaran bir politika izlemeye başladı. PKK'nin siyasi ve askeri gücünü Kuzey ve Güney Kürdistan'ın dışında yeralan Rojava (Batı Kürdistan) ve Rojhilat'a (Doğu Kürdistan) yoğunlaştırması ile Batı'nın İran ve Suriye rejimlerini yıkma stratejisi geçici bir çakışma durumu oluşturdu. PKK'nin Batı'nın stratejik önceliklerini gözönünde tutan bir politik yaklaşım geliştirmesi ve Batı'nın PKK'nin bu siyasi ve askeri gücünü İran ve Suriye'deki rejimlerin yıkılmasında taktik bir araç olarak görmesi , Türkiye'nin demokratik reformlar yaparak AB'ye bağlanmasında düğümleniyordu. Türkiye'nin AB üyeliği aynı zamanda Türkiye ile PKK arasında Demokratik Cumhuriyet temelinde bir ateşkes süreci de olacaktı ve bu durum PKK'nin PJAK aracılığıyla İran'ın zayıflatılması politikasına da geçişi oluşturacaktı. Ancak AKP'nin AB reformlarında ayak diremesi ve PKK ile ateşkes sürecini başlatmaması ve kalıcı kılmaması , Batı'nın İran politikasının boşa çıkmasına neden olmuştur. PKK'nin Batı'nın stratejik önceliklerini gözeterek yeni bir stratejik perspektif oluşturması, aynı zamanda Türkiye üzerinde Batı'nın baskısını kurmaya da yönelikti. AB'ye doğru adım atmayan AKP'yi, AB'ye doğru itmek ve gerekli olan ateşkesi elde etmek için PKK, 1 Haziran 2004'te Kuzey Kürdistan'da tekrar savaşı başlattı. Aynı yılın Aralık ayında PKK'nin baskısının üzerine ABD'nin AB'ye baskısıyla, Türkiye'ye AB ile müzakereleri başlatma kararı aldırtıldı. Böylece AKP'nin reform yapmama bahanesi kalmayacaktı. Türkiye'nin AB'ye doğru reform yapması ve sıkıca Batı'ya bağlanması demek, İran'ın kuşatılması demekti. Türkiye'nin AB'ye üyelik süreciyle AB müktesebatı çerçevesinde yolalması ve Kürt sorununda liberal reformlar yapmasıyla PKK ile yapacağı ateşkesle, PKK'nin askeri güçlerinin Rojhilat için serbest kalması sağlanacaktı. AKP ısrarla bu yola girmekten kaçındı ve PKK'nin 1 Haziran 2004 hamlesine, bölge devletleriyle yani İran, Suriye ve Irak ile yakınlaşarak karşılık verdi. Bunun üzerine Georges W. Bush Başkanlığı'ndaki ABD hükümeti yeni bir politikaya yöneldi. ABD İran'ın kuşatılmasını ve gerekli güçlerin onun zayıflatılması için konumlandırılmasını sürekli engelleyen AKP'nin devrilmesi ve yerine Ordu, CHP ve MHP'den oluşan bir koalisyonun geçmesi için 2005'ten itibaren düğmeye bastı. Amaç 2007 seçimlerinde AKP'yi Hükümet'ten indirmek ve bir milliyetçi cephe hükümeti kurarak PKK ile ateşkes elde etmekti. Bu planın ağırlık merkezi Türk Ordusu'ydu ve bunu anlayan AKP Ergenekon Komplosu'nu hızlandırarak ve Ordu'yu bastırarak ve de kendi konumunu güçlendirerek bu süreci atlattı. Ama bütün bu süreç aynı zamanda İran'ın zaman kazanması ve nükleer çalışmalarını hızlandırması demekti. Georges Bush, Türk Ordusu, CHP ve MHP koalisyonunun yenildiği 2007 yılı aynı zamanda ABD'de ve dünyada büyük bir mali ve ekonomik krizin patlak verdiği ve de 2008 ABD Başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti'nin kaybedeceğinin belli olduğu yıl oldu. AKP hükümeti ABD'de Obama ve Demokrat Parti'nin kazanması durumunda nasıl hareket edeceğinin planını yapmaya başladı. Obama hükümetinin politik tarzı, 1990'lı yıllardaki Clinton hükümetinin tarzına çok benziyordu ve bu siyaset AKP ve Cemaat tarafından çok iyi biliniyordu. Obama Başkan seçilmeden çok önceleri, seçildiği taktirde ılımlı islama yanaşacağını, Ortadoğu'da ABD'nin askerlerini çekeceğini ve İran sorununda bölgesel güçler ile daha fazla işbirliğinin öne çıkarılacağı bir politikanın sözünü veriyordu. Obama'nın bu politikası, AKP üzerinde tek ABD'nin baskısının azalmasını değil ama Türkiye'nin Batı'dan stratejik olarak koparılması ve yeni bir rejimin oturtularak Kemalizmin tam tasfiyesine de olanak sağlayan bir fırsat sunuyordu. Obama dönemi AKP için aynı zamanda Batı'yı dengeleyecek yeni müttefiklerin (İran, Rusya ve Çin gibi) kazanıldığı dönem olacaktı. Bunun için Ordu'nun bastırılması sürdürülecek ve Kemalistler tasfiye edilerek Ordu tamamen ele geçirilecekti ve bu sırada PKK ve Batı açılım politikası ile oyalanarak içeride yeterli tasfiye gerçekleştiği ve dışarıda da PKK'yi tasfiye edecek devletler birliği sağlandığı anda da PKK'nin tasfiyesine geçilecekti. Çünkü PKK , AKP'nin önünde hem İran ile stratejik bağlantı kurmanın hem de iç politikada demokratik reformların gerçekleşmesini istediği için,AKP'nin istediği rejimin oturtulmasının önündeki en büyük engel konumundadır. 2011 yılının başlarında patlak veren Arap Baharı ve bunun Suriye'ye yansıması AKP için hem avantaj hem dezavantaj doğurdu. Arap Baharı , bölgedeki milliyetçi iktidarların yerine Batı'dan bağımsız , anti-demokratik ve AKP'ye daha yakın olan islami unsurların geçmesi ve Batı'nın sınırlandırılmasına olanak sağlarken, PKK'nin daha da güçlenmesine neden olarak ve bölgesel ve küresel güç ilişkilerinin içerisine daha fazla yerleşerek tasfiyesini imkansız hale getirdi. Suriye'de Türkiye'nin Suudi Arabistan ile birlikte insiyatif alarak, Esad rejimini Müslüman Kardeşler ve El Kaide unsurlarıyla birlikte devirmek istemesi ve daha sonra bunlara dayanarak Rojava ve PKK'yi ezme stratejisi, giderek Batı'nın çıkarlarıyla ve öncelikleriyle çelişen bir durum oluşturdu. Suriye içsavaşıyla birlikte AKP hükümetinin asıl stratejik hedefi deşifre oldu. Suriye'de Müslüman Kardeşler ve El Kaide birlikteliğinden oluşan sünni bir iktidar hedefleyen AKP, İsrail'i Mısır'daki Müslüman Kardeşler ile birlikte kıskaca alarak Esad'tan daha büyük tehdit yaratacaktı. Bu iktidarı kullanarak ve İran'ı rahatlatarak onun ile daha kolay anlaşma sağlayacaktı ve ensonu bu politik pozisyon PKK'nin bastırılmasında kullanılacaktı. Bu aşamadan sonra da, bölgedeki sünni radikalizmi Türkiye'nin koruması altında Batı'ya karşı yönlendirilecekti. Esad rejiminin yıkılmasıyla bölgenin böyle bir dönüşümü, İran'ı nükleer silaha kavuşturacak ve İsrail'i felaketin eşiğine getirerek Batı'nın bölgeden dışlanmasına neden olacaktı. Üstelik böyle bir bölgeye ABD ve müttefikleri askeri olarak da müdahale edemeyeceklerdi. Tam da bu sırada ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey , ABD Kongresi'ne gönderdiği bir mektupta "Esad rejiminin yıkılmasında ABD'nin çıkarı yoktur" diyerek durumu özetledi. Suriye'de Esad rejimini El Kaide ve Müslüman Kardeşler muhalefetiyle yıkamayan Suudi Arabistan ve Türkiye büyük bir güvenlik sorunu ile karşı karşıya kaldılar. Özellikle Türkiye Suriye'de merkezi devleti zayıflattığı için PKK'nin Rojava'da iktidarlaşmasına neden oldu. Ama daha da önemlisi, AKP hükümeti giderek dış dünyadan tamamen tecrit oldu ve yeni bir politika arayışı içerisine girerek taktik değiştirdi. 2012 yılının sonlarında AKP'nin devreye koyduğu yeni politika, tamamen Batı ve PKK'ye dönük olarak bir aldatma politikasıydı. Ama olayların gelişimi gösterdi ki, hem Batı hem de PKK, AKP'nin bu aldatmasına karşı hazırlıklıydılar. AKP'nin 2013 yılının Ocak ayında resmen kamuoyuna açıkladığı yeni politikanın özü, Çözüm süreci görünümü yaratarak Batı'yı oyalayıp, Suriye'de El Kaide'ciler ve Müslüman Kardeşlerle ittifak yaparak, Güney Kürdistan'da da KDP ile ittifak geliştirerek ve Irak'taki Baasçılarla da anlaşıp PKK'yi çevreleyerek büyük bir bastırma hareketi gerçekleştirmekti. Böylece Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkeler giderek Batı'dan stratejik olarak ayrı hareket eden ve Batı ile stratejik çıkar farklılaşması yaşayan ülkeler olarak ayrışmaya başladılar. ABD ve müttefikleri Türkiye ve Suudi Arabistan'ın kontrol dışı ve Batı karşıtı hareketlerini dizginlemek için ve İran'ı baskı altına alarak nükleer silah çalışmalarını boşa çıkarmak için IŞİD (İD) taktiğine başvurdular. IŞİD Batı'nın tamamen bir politik aldatma aracı olup , onun aracılığıyla İran'ın kuşatılması ve baskı altına alınması ve de Türkiye ile Suudi Arabistan'ın bağımsız politikalarının da altının oyulması hedeflenmektedir. IŞİD dizginleri Batı tarafından tutulmuş olan ve kendi politikalarına engel gördükleri güçlerin üzerine belirli bir plan doğrultusunda yönelendirilen çılgın bir at gibi kullanılmaktadır. ABD ve müttefiklerinin IŞİD'e karşı mücadelesi sahte ve aldatmaya dönüktür. Amaç IŞİD ile mücadele görünümü altında İran'ı zayıflatacak ve bastıracak güçleri tek bir cephede toplamak ve buna engel olanları da IŞİD aracılığıyla zayıflatmak ve bertaraf etmektir. IŞİD ABD ve müttefikleri tarafından bir "leviye" gibi kullanılmaktadır. ABD bu politik aldatmayı yani IŞİD'in oluşturulmasını ve bölgede başka güçlerin (örneğin Türkiye) politik hesapları içerisine girerek onların yanlış bir stratejiye yönlenmelerinin sağlanmasını direkt kendisi yapmamış ama tamamen kendisine bağımlı olan Katar'a yaptırmıştır. Taktik olarak Katar, ABD'ye ve Batı'ya karşıtmış gibi gösterilerek, Türkiye gibi ülkelerin IŞİD ile beraber iş yapması sağlanmıştır. Türkiye'nin IŞİD ile ilişkilenmesini, Rojava'ya IŞİD'in saldırtılmasıyla sağlayan Batı, böylece Türkiye'yi "terörizme yardım eden ülke" pozisyonuna sokarak dünya genelinde teşhirini sağladı. ABD Irak'ta çekilirken bıraktığı boşluğu başka güçlerin doldurmaması için ve bazı güçlerin istenilen çizgiye gelmemesi olasılığına karşı, bir dengeleme unsuru olarak IŞİD'i oluşturduğunu gelinen aşamada artık öğrenmiş bulunuyoruz. ABD bölgede direkt güçlerini çekerken dolaylı güçlerini yerleştirmiştir. Bu durumun anlaşılmaması için de kendisinden bağımsız ya da mesafeli olduğu imajı verilen Katar'ı kullanmıştır.Katar bölge devletleri içerisine ABD'nin ajanı olarak yerleştirilmiş bir ülkedir. Türkiye Rojava'ya saldıran ve kendi stratejik önceliği ile örtüşen IŞİD ile PKK'ye karşı ittifak yapmak istediği andan itibaren Batı'nın politik tuzağına düştü. Türkiye'nin hatası, IŞİD'i Ben Laden'in El Kaide'si ile karıştırması ve onun diğer El Kaide örgütleri gibi bir örgüt olduğunu sanması oldu. PKK'yi kuşatmak için ondan yararlanacak bir güç olarak IŞİD'i ele alması ve stratejisini bunun üzerine kurması, artık PKK'ye karşı Çözüm ya da Barış sürecinin başında düşünmüş olduğu bastırma hareketini de neredeyse imkansız hale getirmiştir. Bu noktada ABD ve müttefiklerinin stratejik hedefleri ile bağlantılı olarak IŞİD'in işlevini şöyle özetlemek mümkündür : 1- ABD ve müttefikleri Suriye içsavaşının patlak vermesinden kısa bir zaman sonra, ilk başta Suriye'de Esad rejiminin yıkılması için destek vermiş oldukları Müslüman Kardeşler'in ve El Kaide'ci Salafist örgütlerin, orta ve uzun vadede kendilerinin çıkarlarından ziyade Batı'yı bölgede dışlamak isteyen Türkiye ve Suudi Arabistan'ın çıkarlarını kollayacaklarını ve hatta zaman içerisinde kendilerine düşman olacaklarını anladıkları andan itibaren, Suriye'de rejimin yıkılmasını durdurmaya karar verdiler. Bu durumda Suriye'de rejimin yıkılması için ısrar etmek hem Rusya,Çin ve İran ile daha fazla çatışmaya neden olmakta hem de rejim yıkılsa dahi yeni rejimi oluşturacak güçler Batı'yı tatmin etmeyeceklerdi. Bu durumda Esad rejiminin ayakta tutularak Rusya ve müttefikleri ile daha fazla çatışmayı tırmandırmamak en doğrusuydu. İşte IŞİD önce bir yandan Suriye'de Suudi Arabistan yanlısı Ben Laden El Kaide'si (Nusra Cephesi) ve uzantılarına öte yandan da Türkiye'ye yakın olan ve ÖSO içinde örgütlenen Müslüman Kardeşler'e saldırarak onları Esad karşısında zayıflattı ve Esad rejiminin ayakta kalmasını sağladı.
Ortadoğu'da ABD ve müttefiklerinin önceliği Esad rejimini devirmek değildi. Bu konjonktürün neden olduğu bir durumdu. Batı'nın önceliği İran'ın nükleer silah sahibi olmasını durdurmaktır. Suriye içsavaşı İran'ın üzerine gitmeyi zorlaştırmaktadır ve ona zaman kazandırmaktadır. Batı için İran sorunu baş sorunken Suriye sorununu zorlamak doğru değildir. Bundan dolayı IŞİD önce El Kaide'cilere ve ÖSO'culara saldırarak Türkiye ve Suudi Arabistan bölgede zayıflatıldı. 2- Bir diğer problem ABD ve müttefikleri için Irak'ta Maliki hükümetinin giderek daha fazla İran'a yanaşarak ve Sünnileri dışlayarak devleti daha fazla ele geçirme eğilimiydi. Bu durum Irak’ta hem Sünnileri ve KDP'yi hem Suudi Arabistan'ı hem de Türkiye'yi rahatsız ediyordu ve Irak'ın birliğini de zora sokuyordu. IŞİD'in ayağa kaldırılmasıyla ve Bağdat'a baskı yapılmasıyla Maliki hükümeti yıkıldı ve Batı'nın da desteklediği yeni bir hükümet kuruldu. İlginç bir şekilde yeni hükümetin kurulmasıyla IŞİD Bağdat'a yürümekten vazgeçti. Yine Irak'ta sünnilerin IŞİD aracılığıyla ayağa kaldırılmasıyla Suudi Arabistan'ın Suriye'de rejimin düşürülmesi isteği de zayıfladı. 3-AKP hükümeti Barış sürecinin sonunda KDP ve IŞİD ile birlikte PKK'ye büyük bir askeri darbe vurmak istiyordu. Batı ise Barış süreci ile Türkiye ve PKK arasında uzun bir ateşkes sürecinin ortaya çıkarak, PKK'nin İran'a saldırması için gerekli politik ortamın oluşmasını istiyordu. Böylece İran daha fazla baskı altına alınmış olacaktı. Ancak Türkiye'nin PKK'ye karşı kuşatma ve bastırma stratejisi izlemesi ve Batı'nın İran politikasını boşa çıkarmak istemesi, Batı'nın IŞİD'i Musul ve Şengal'a saldırtmasına neden oldu. IŞİD'in Musul ve Şengal saldırısı ile KDP AKP'den kopartılarak ve PKK ile IŞİD'e karşı savaştırılarak Türkiye'nin PKK'yi tasfiye planı boşa çıkartıldı.Artık IŞİD ile savaşan bir KDP, PKK'ye karşı bir başka cephe açamayacaktır.
Bununla birlikte Türkiye, IŞİD'in Rojava'ya saldırısını fırsat bilerek PKK'ye karşı tekrar savaşı başlatmakta ve ateşkes sürecini bozmakta da zorlanacaktır. PKK'ye saldıran bir AKP, IŞİD ile daha fazla ilişilendirilerek dünya kamuoyunda meşruiyetini yitirecektir. Şayet AKP PKK'ye saldırırsa, IŞİD'in Rojava'yı bırakarak Türkiye'ye saldırması büyük olasılıktır. 4- Türkiye'nin Batı'dan uzaklaşması devam ederse ve içeride tamamen faşist bir ılımlı islam devleti kurulmaya çalışılırsa, Batı'nın IŞİD'in önüne koyacağı diğer bir görev Türkiye'ye saldırmak olacaktır. Batı kendisini aldatan ve Türkiye'yi stratejik olarak Doğu'ya konumlandırmak isteyen AKP'ye karşı bir tür bedel ödetme ve zayıflatma politikası çerçevesinde IŞİD'i Türkiye'ye saldırtabilir. 5-Batı'nın amacı IŞİD'in çok kısa bir sürede ikiyüzbin kişilik bir orduya ulaşarak, yarısını İran'a karşı diğer yarısını da Türkiye karşı yönlendirerek her iki devleti zayıflatmaktır. Özellikle IŞİD aracılığıyla İran'ın zayıflatılarak ve baskı altına alınarak, nükleer görüşmelerde İran'ın elinin zayıflatılması hedeflenmektedir. IŞİD'ın Irak'ta Şii kutsal mekanlarına saldırtılmasıyla İran Irak'a çekilerek yıpratılmak ve zayıflatılmak istenmektedir. Bu provakasyona gelmeyen İran, zaman içerisinde güçlenen bir IŞİD ile karşılaşmak zorunda kalacaktır. IŞİD ile savaş halinde olan İran'ın önüne Batı bu sefer de kendi askeri müdahale tehditini koyarak İran'ı tamamen dize getirmek istemektedir. 6- Batı'nın IŞİD taktiği bir yandan müslümanı müslümana kırdıtma politikasıyken öte yandan da Batı'nın kendi içerisindeki Batı karşıtı unsurları kendi içinde temizleme hareketidir. Batı IŞİD aracılığıyla kendisine karşıt olan unsurları bir yandan kendi çıkarı için kullanmakta öte yandan da "Cengiz Han terörünü" bir mıknatıs gibi kullanarak bütün köktendincileri bir noktaya toplayarak kontrol altına almakta ve öldürtmektedir. IŞİD Batı için bir çok fonksiyona sahip bir harekettir. 7- IŞİD'in Musul operasyonu sırasında İsrail'in Hamas'a saldırması da bu bölgesel bütünlük içerisinde ele alınmalıdır. İran ve müttefikleri IŞİD saldırısıyla birlikte bütün cephelerde baskı altına alınmış ve yıpratılmıştır. İsrail'in Gazze'ye saldırısı hemen IŞİD'in Musul saldırısından sonra başlamıştır. İran IŞİD tehditi altındayken İsrail'in Hamas'ı vurmasına şiddetli tepki gösterememiştir.IŞİD İran'ı oyalayarak başka cephelerdeki müttefik güçlerin zayıflatılmasına yardım etmiştir.
8-İsrail Hükümeti IŞİD'in Şengal saldırısı sırasında hemen devreye girerek, Ortadoğu'da bağımsız bir Kürt devletini destekleyecekleri sinyalini vererek, KDP'ye bu noktada Türkiye'ye muhtaç olmadığı mesajı vererek, zaten IŞİD saldırısı aracılığı ile Türkiye'den uzaklaştırılan ve PKK'ye yanaşması sağlanan KDP'ye bir başka can simidi uzatmıştır.
9-Batı'nın IŞİD operasyonu, Rusya ve Çin'in çıkarlarıyla da uyumludur. Suriye'de Esad rejimini kurtaran ve devamı noktasında Rusya ile anlaşan Batı,her iki tarafın da rahat nefes almasını sağlayarak,Esad'ın Batı nezdinde tekrar meşruiyet elde etmesine de olanak sağlamıştır. IŞİD vahşeti ve terörizmi öne çıkarılarak Esad rejiminin Batı kamuoyu tarafından kabul edilmesi sağlanmıştır. Ayrıca IŞİD aracılığıyla İran'a baskı yapmak isteyen Batı,İran'ı daha fazla Rusya'nın kanatları altına iterek ve ona bağımlı hale getirerek, İran'ın nükleer silah elde etmesini önlemek istemektedir,ki bu Rusya'nın da çıkarınadır.
10- Batı emperyalistleri, IŞİD aracılığıyla Ortadoğu'da güçlenen ve bağımsız hareket ederek bütün emperyalistleri ve bölgesel uzantılarının çıkarlarını tehdit eden ve de giderek bölgede büyük hedefler gözetmeye başlayan PKK'ye set çekmek ve onun cesaretini kırmak istemektedir. Ortadoğu'da bağımsız bir politikanın bedelinin Kürt halkının katliamı olacağı mesajı PKK'ye IŞİD aracılığıyla verilmek istenmiştir.
11- Batı emperyalistleri,IŞİD terörü aracılığıyla Türkiye'ye Batı'dan stratejik olarak uzaklaşmanın hata olduğu ve tekrar Batı'ya yanaşması gerektiği mesajı vermektedirler. Türkiye'nin bunu yapmadığı ve İran ile yakınlaşmaya devam ettiği taktirde IŞİD ile savaşmayı göze alması gerektiği mesajı da verilmektedir. Batı IŞİD'i Esad'ın da yardımıyla Suriye'nin kuzeyine hapsederek ve sürekli Türkiye'yi bir güvenlik tehditi altında tutarak AKP'nin olumsuz politikalarının bedelinin ödetileceği bir araca çevirmek istemektedir.
12- Batı emperyalistleri, Sünni radikalizmi aracılığıyla bölgede nüfuz aramak isteyen Türkiye ve Suudi Arabistan'ı aynı silahla vurarak ve bu silahı kontrol altına alarak,Türkiye ve Suudi Arabistan'ı bundan mahrum bırakmıştır.
13-Batı emperyalistleri,IŞİD tehditini öne sürerek ve bölgedeki güçleri kendilerine muhtaç hale getirerek,bir yandan onların bağımsız politikalarını yoketmek istemektedirler, öte yandan da "beraber mücadele" görünümü altında onları tamamen kendilerine bağlamak ve giderek tamamen kendilerine bağımlı bir ilişki yaratmak istemektedirler.
14- Batı Türkiye'yi tek IŞİD aracılığıyla dizginlememekte ama yoğun olarak diplomasiyi de kullanarak AKP'nin teşhirini arttırmaktadır. Der Spigel dergisi aracılığıyla kamuoyuna sızdırılan Almanya'nın Türkiye'yi 2009'dan beri dinlediği iddiası da Batı'nın bu genel stratejisinin bir parçasıdır. Alman hükümeti, Türkiye'nin diğer müttefik ülkeler gibi bir ülke olmadığını, aldatmaya dönük bir politika uyguladığını belirterek bu dinlemeyi kamuoyu nezdinde haklı hale getirdi.IŞİD'in Musul ve Şengal operasyonlarının ardından bu sızdırılmanın yapılmış olması tesadüf değil genel planın bir parçası gibi gözükmektedir.Bu noktada Gülen Cemaati'nin, Erdoğan ve AKP'yi hedef alan bazı operasyonlarını da bu genel stratejiyle ilişki ele almak doğru olacaktır. Görünen o ki Batı Erdoğan'ı gözden çıkarmış ve devirmek istemektedir. Ancak bunun o kadar kolay olmayacağını görecekler.
Batı'nın Ortadoğu'daki bütün politik sorunlarını, üstelik "Batı'ya karşıtmış" gibi görünerek çözen bir terör örgütü ve siyasal hareket görülmüş bir şey değildir. IŞİD İsrail'in Gazze operasyonu sürerken,İsrail'e karşı hiçbir kınama yapmamış ve bir bildiri dahi yayınlamamıştır. Bu kadar "akıllı" olduğu söylenen ve İslam için mücadele ettiği belirtilen bir hareketin Filistin sorununu görmezden gelerek siyaset yapması kadar tuhaf bir durum olamaz. Bundan da şu sonuç çıkmaktadır ki, IŞİD liderinin kendisi bir Batı ajanı ve etrafı da CİA,MOSSAD ve Batı'lı istihbarat ajanları ve danışmanlarıyla çevrilidir. Kaldı ki Ben Laden'in El Kaide'sinin lideri Ayman Zevahiri, IŞİD'in lideri Bagdadi'nin bir CİA ajanı olduğunu açıkça deklare etmiştir.
Batı'nın IŞİD hamlesine İran'ın,Irak'taki Şii'lerin, Türkiye'nin, KDP ve PKK'nin nasıl karşılık verecekleri gelecek sürecin en önemli sorunlarından birisini oluşturmaktadır. Batı'nın bu taktiği bölgede, Batı'dan bağımsız güçler tarafından boşa da çıkartılabilir ve Batı bu "Ortadoğu seferi"nden eli boş dönerek,eskisinden daha kötü bir politik pozisyonla ve jeopolitik bir durumla karşı karşıya da kalabilir.
|