 ERGENEKON KOMPLOSU: AKP-CEMAAT İTTİFAKI’NIN “DEVLET DARBESİ”
K.Erdem
AKP-Cemaat İttifakı'nın Ergenekon Komplosu,illegal ve gizli faaliyetlerin devlet olanaklarıyla birleştirildiği,terörden psikolojik harekete kadar uzanan geniş bir araçlar portföyünün oluşturulduğu bir "Devlet Darbesi"dir. AKP-Cemaat İttifakı'nın "Ergenekon Komplosu Darbesi"ni saklamasına neden olan durum ise,bu darbenin seçim aracılığıyla meşrulaştırılmış olmasıdır.AKP ve Cemaat bu "seçim meşruluğu"na dayanarak,kendilerine karşı geliştirilmek istenen her türlü politik hareketi, demokratik yollardan bile olsa, darbe girişimi olarak lanse ederek, bu temelde kendilerine bir ideolojik hegemonya oluşturmuşlardır. Özellikle bu son nokta,Gülen Cemaati'ni iktidar bloku içerisinden dışlayan AKP için daha çok geçerlidir.
AKP-Cemaat İttifakı'nın "Ergenekon Komplosu Darbesi"ni seçim meşruluğu perdesi ile örtmesi,bugünkü AKP iktidarının meşru olduğu anlamına gelmez. AKP iktidarı 2002 yılında kazandığı seçim de dahil, aslında hiçbir seçime girmemesi gereken bir partidir. Ergenekon Komplosu 28 Şubat 1997 darbesinden hemen bir yıl sonra devreye konmuş ve 2002 yılına kadar,AKP-Cemaat İttifakı bir çok suikast ve terör eylemi gerçekleştirmiştir.Bu suikast ve terör eylemleriyle ilişkili olan bir partinin seçimlere girmesi,bırakalım demokratik bir anayasayı,yürürlükteki anti-demokratik anayasaya da aykırı bir durumdur.Ama buna rağmen AKP seçimlere girmiş ve konjonktürün de yardımıyla birinci parti olmuştur.Ancak bir sorun var: Halk AKP'nin 2002 öncesi terör eylemlerinin (Pınar Selek komplosu çerçevesinde Kapalı Çarşı'ya konulan bomba,yine Mavi Çarşı katliamı,Ahmet Taner Kışlalı suikastı, Gaffar Okan suikastı , Üzeyir Garih cinayeti, Necip Hablemitoğlu cinayeti vs.) farkında olmuş olsaydı, bu partiye bu oyları verir miydi?
Peki Kasım 2003 yılındaki İstanbul terör eylemlerinin arkasında bu iki örgütün olduğu açığa çıkarılmış olsaydı,Şemdinli'de Kasım 2005 yılında Umut Kitapevi'nin bombalanmasındaki rolleri açığa çıkmış olsaydı ve yine Hrant Dink Suikasti'nden Zirve Yayınevi katliamına kadar olan ve bunlarla birlikte KCK tutuklamalarını yapmak için organize edilen ve KCK'nın üzerine atılan Diyarbakır Koşuyolu ve Dersahane katliamlarının ve de Ankara Kumrular katliamının arkasında bu iki örgütün olduğu açığa çıkarılmış olsaydı,AKP 2007 seçimlerini kazanabilir miydi? Aynı şekilde, ortada darbe girişimi olmadığı halde sahte delillerle varmış gibi gösterilen bir komplo açığa çıkartılsaydı,Nisan 2009 yılındaki Münevver Karabulut cinayetinin altında bu iki örgütün olduğu açığa çıkartılmış olsaydı ve yine Güngören'de KCK operasyonlarını yapmak için organize edilen terör eyleminin altında AKP ve Cemaat'in terör örgütü olduğu açığa çıkartılsaydı, AKP 2011 seçimlerini kazanabilir miydi?
Bu yukarıda belirttiğim terör eylemlerinden sadece birisiyle ilişkisinin çıkarılması dahi bir partinin seçime girmesinin engellenmesiyle birlikte kapatılması için yeterlidir.Ancak bırakınız bir tek eylemi,bu iki örgüt rejime karşı adeta bir içsavaş örgütlemelerine karşın, ellerini kollarını sallayarak seçime girmekle kalmamışlar,bu eylemleri düşmanlarının üzerlerine yıkarak ve kendilerini mağdur gibi göstererek,seçimleri manipüle etmişlerdir.
Dünyanın her tarafında olduğu gibi,Türkiye'de de seçimlerin manipülasyonu ve bu temelde haksız siyasi kazanç sağlamak yasaktır.Peki bu noktaya nasıl gelinmiştir? Bu sorunun doğru cevaplanması oldukça önemli olup,gelecekte bu tür olayların tekrarlanmaması açısından önemlidir.
Ergenekon Komplosu Darbesi'nin başarılı olmasının en önemli nedeni,Kemalist rejimin siyasi zaaflarıdır.Bu zaafların zamanında AB reformları ya da demokratik reformlarla giderilmemiş olması,burjuva-demokratik bir politik sistemin üstten reformlar yoluyla gerçekleştirilmemiş olması,kuvvetler ayrımının zaaflı durumunun devam etmesine ve komplocuların bu zaafı istismar etmelerine neden olmuştur.
Ergenekon Komplosu Darbesi, anti-demokratik bir sistemi kendilerine kalkan yapmak isteyenlerin,zaman içerisinde nasıl bu sistemin kendilerine karşı silah olarak döneceğinin güzel bir örneğidir.Aynı durum hiç kuşkusuz AKP için de geçerlidir.AKP Kemalist rejimin anti-demokratik yapısını ele geçirmekle kalmadı ama bu yapıyı daha da otoriter ve baskıcı kılarak onun sadece biçimini değiştirdi.Zaman içerisinde nasıl o Kemalistleri darbe ile indirdiyse,aynı şekilde kendisi de, devlet içerisindeki klik çatışmalarının girdabına sürüklenerek bir çok darbe girişimine maruz kalması kaçınılmazdır.
Ergenekon Komplosu Darbesi,Kemalist rejimin zaaflı kuvvetler ayrımının üzerine basmakla kalmamış ama bu ayrımın tamamen silinmesi çabasıyla da elele gitmiştir.Yani komplocular bu zaafı kullanarak,özellikle Yargı ve Yürütme arasındaki ayrımı da kendi leyhlerine tamamen ortadan kaldırarak müthiş bir vurucu güç oluşturmuşlardır.Bu durum Fetullah Gülen Cemaati'nin niçin önce Emniyet ve Yargı içerisinde örgütlendiğini de açıklamaktadır.
Gülen Cemaati'nin önce Emniyet ve Yargı içerisinde kadrolaşması ve bu iki kurumun işleyişini içten ele geçirerek,bu kurumları kendi siyasal amaçlarını gerçekleştirmenin aracısı haline getirmelerinin iki önemli sonucu olmuştur. Bunlardan birincisi,devletin kendilerine karşı olan bastırma gücü ve yeteneğinin boşa çıkartılmasıdır.Diğeri ise düşmanlarına karşı bastırma ya da saldırı güçlerinin azami derecede gelişmesine neden olmuş olmasıdır.Yargı ve Emniyeti ele geçiren bir güç,siyasal mücadelede savunma ve saldırının bütün olanaklarına ve etkinliklerine sahip olmuş demektir.Bir de bu illegal ve gizli faaliyetleri de, kendi politik amaçlarını paylaşan bir Yürütme (AKP) tarafından korunduğu zaman,bunun ortaya çıkardığı ve çıkaracağı manzara korkunç olmaktadır.
Devletin kuvvetler ayrımının patikte ortadan kalkması,bu tür örgütlerin bütün denetim süreçlerinden kendilerini kurtararak ve hiçbir sınırlanmaya tabi olmadan, halkın üzerinde büyük bir "ur" haline gelmesine neden olmuştur. Yürütme,Yargı ve Yasama'nın tek bir kuvvet olarak içiçe geçirildiği bir sisteme,medya da eklendiği zaman,normal bir topluma cinnet geçirmek için herşeye sahip olunur. Böyle bir sistemde devlet olanakları giderek ikili bir biçimde kullanılan bir yapıya dönüşür.Devletin olanakları bir yandan normal kamu işleri için yani resmiyeti içerisinde kullanılır,öte yandan da illegal ve gizli faaliyetler için kullanılır.
Fetullah Gülen Cemaati,bir çok soruşturmadan "silahlı örgüt" olmadığı için kurtulmuştur.Halbu ki devletin en önemli silahlı gücünü yani Emniyeti neredeyse kontrol eden bu örgüt,dünyanın en büyük silahlı terör örgütü olmasına karşın, "silahsız bir örgüt" muamelesine tabi olmuştur. Bu örgütün devlet olanaklarını ama özellikle de Emniyet'in olanaklarını kullanarak işlemiş olduğu bir çok terör ve cinayet,Yargı ve Emniyet'teki örgütlenmelerinden dolayı hasıraltı edildiği için ve bu örgütün silahlı eylemlerine ulaşılamadığı için, bu örgütün silahsız bir örgüt olduğu algısı ve anlayışının oluşmasına yolaçmıştır. İlkönce kamuoyunun bu yanılgıdan kurtarılması gerekmektedir. Fetullah Gülen Cemaati ve AKP,özünde birer terör örgütüdürler.
Bu iki örgüt devlet olanaklarını kullanarak,Kemalist rejime ve halk güçlerine karşı,suikast,bombalama eylemleri,sahte delil ve evrak üretimi gibi yöntemlere başvurarak ve medyayı da psikolojik hareket yöntemlerine göre kullanarak ve de bunları seçimlerin manipülasyonuna bağlayarak, haksız siyasi kazanç elde etmişlerdir,ki bu bir devlet darbesidir.
AKP-Cemaat İttifakı,devlet olanaklarını kullanarak,bir çok suikast ve terör eylemini gerçekleştirerek ve Kemalist rejimin "Derin Devleti"nin üzerine atarak, toplumda "kendilerine karşı darbe yapıldığı" görüntüsü oluşturarak,bu "darbeyi bastırma" görünümü altında darbe yapmışlardır.Bu "darbeyi bastırma" işlemini de,seçimlerde daha fazla oy kazanma amacına bağlayarak seçimleri manipüle etmişlerdir. Bu haliyle AKP-Cemaat İttifakı'nın Ergenekon Komplosu Darbesi, bir tür "siyasasi keriz silkeleme" operasyonudur.Nasıl ekonomide ama özellikle borsada keriz silkeleme operasyonu yasaksa,siyasi olarak da keriz silkeleme operasyonu yasakttır ve bu temelde elde edilen "siyasi rant" da meşru değildir. Ama AKP'nin bütün politik iktidarı,bu siyasi keriz silkeleme operasyonu üzerine oturmaktadır ve bundan dolayı hiçbir şekilde meşru değildir.
AKP politik sistemin neden ve sonuçlarının nitelik birliğini birbirinden kopararak,sadece sonuca odaklı bir politik algı sistemi oluşturarak ve de bunu ideolojik bir hegemonyaya çevirerek kendisine toplumsal bir meşruiyet zemini oluşturmuştur,ki bu meşruiyet gerek evrensel gerekse de demokratik ölçülere göre tam bir sahtekarlıktır.
Demokratik bir seçim sisteminde,seçime katılan bütün siyasal partiler ve adaylar,politik hak eşitliğine sahip olup, eşitliği bozacak şekilde araç ve olanaklara sahip olmaları ve de bu temelde yasadışı yollarla seçimleri manipüle etmeleri yasaktır. Bu eşitliğin korunması için kuvvetler ayrımı ilkesi getirilmiş ve Yargı,Yasama ve Yürütme arasında bağımsızlık prensibi geliştirilerek,her üçünün ruhlarını Anayasa'dan alması ve böylece nitelik birliğinin oluşması sağlanmıştır.
AKP-Cemaat İttifakı,Yargı ve Yürütme içerisindeki kadrolaşmalarından yani bu kurumları içten ele geçirmelerinden ve de bu temelde kuvvetler ayrımını ortadan kaldırmalarından dolayı,seçim sisteminin neden ve sonuç ilişkilerini ortadan kaldırmayı başarmışlardır.Kuvvetler ayrımının bu ortadan kaldırılması, seçime giden yol üzerindeki bütün araçların eşitsiz kullanılmasına ve bu temelde seçimlerin manipüle edilmesine yolaçmıştır. Bu manipülasyon tek propaganda,ajitasyon,örgütlenme ve finansman noktalarında AKP'ye avantaj ve rakiplerine dezavantaj sunan bir yapıya sahip değildir ama hiçbir zaman elde edemeyecekleri oyların kendilerine akmasını sağlamak için de ,Ergenekon Komplosu çerçevesinde bir çok suikast ve terör eylemi de gerçekleştirilip, Kemalist rejimin derin devletinin üzerine atarak, kendilerine karşı darbe yapıldığı yanılsamasını oluşturmuşlardır.Bu son noktanın açığa çıkmaması için de , özellikle kuvvetler ayrımını tamamen ortadan kaldırarak, kendilerini siyasal güvenceye almışlardır.
İşte bu haliyle seçimler, demokratik bir şekilde kitlelerin bilinç seviyelerinin ölçüldüğü bir araç olmaktan çıkarılarak, siyasi açıdan keriz silkeleme yani haksız siyasi kazanç elde etmenin aracısı haline getirilmiştir.
Bu noktanın yani "AKP-Cemaat Darbesi"nin daha iyi anlaşılması için, başka bir alanda, ekonomi alanında bir örnek vererek karşılaştırma yapalım ve siyasi keriz silkelemenin ne olduğunu anlamaya çalışalım.
Türkiye'nin ünlü ekonomistlerinden Yaman Törüner, Borsa'da keriz silkeleme operasyonunu ele alan bir makalesinde bu konuyla ilgili şöyle yazmıştır: "Manipülasyon, önceden kurgulanmış işlemler yaparak, borsada alınıp satılan sermaye piyasası araçlarının (örneğin hisse senetlerinin) fiyatlarını yükselterek veya düşürerek piyasayı yönlendirmek; bu suretle yatırımcılara zarar vermek ve neredeyse bu zarar kadar açıktan para kazanmak ya da kazandırmak anlamına geliyor. (...) Manipülasyon, tüm borsalarda olduğu gibi bizde de yasaktır ve bunu yapanlar için hapis ve para cezaları vardır. Manipülasyon, örneğin hisse senedi piyasasında yapıldığında, bir veya birkaç hisse fiyatının arz ve talebini etkilemek, aktif veya derin bir piyasanın varlığı izlenimini yaratmak ve bu suretle söz konusu hisse senedi veya senetlerinin yatırımcı veya yatırımcılarını yönlendirmek amacı güder.
Fiyatın etkilenmesi, göstermelik alım satımlar yapmakla veya yalan haber yaymakla gerçekleştirilebilir.
Bu biçimde yönlendirilen yatırımcılara ‘borsa argosu’nda ‘keriz’ deniliyor. ‘Keriz’ler genelde, çok para kazanma vaadiyle kandırılıp, mevcut paraları alınan kişilerdir.
Bir manipülasyona kurban edilerek, yatırımcıların paralarının alınması operasyonuna ise, yine ‘borsa argosu’nda ‘keriz silkeleme’ deniliyor." (Yaman Törüner,Borsada Keriz Silkeleme Nasıl Yapılıyor,Milliyet Gazetesi, 4 Temmuz 2011)
AKP'nin siyasi alanda ama özellikle de seçim sistemi etrafında örgütlediği keriz silkeleme operasyonu,borsadaki keriz silkeleme operasyonunun neredeyse aynısıdır.Ama yine de bu noktanın biraz açılması ve siyasi alandaki özgünlüğünün ortaya serilmesi gerekmektedir.
Eğer seçmenlerin oylarını milyonlarca hisse senedi olarak düşünürsek, bu hisse senetlerini yani oyları ellerinde tutan siyasi partileri de yatırımcı olarak ele alırsak, iki fenomen arasındaki benzerlikleri yakalamada fazla zorlanmayız. Her siyasi partinin belirli bir seçmen tabanı vardır ve bu taban o siyasi partinin ideolojik ve siyasal çizgisi temelinde oluşmuştur,ki bu çizgi o partinin bir tür "sermayesi" gibidir.Borsadaki yatırımcılar nasıl sermayeleriyle orantılı olarak belirli bir hisse senedine sahip olurlarsa, normal koşullarda siyasi partiler de kendi ideolojik ve siyasal çizgileri temelinde belirli bir "oy deposuna" sahiptirler.
Borsadaki keriz silkeleme operasyonunun amacı,hiçbir zaman değeri yükselmeyecek olan ya da astronomik bir şekilde yükselmeyecek olan hisse senetlerinin,manipülasyonla yükselmesini sağlayarak,başka yatırımcıların ya da nomal bir şekilde oyunu oynayan yatırımcıların aleyhine kendi hisse senetlerinin yükselmesini sağlamaktır.Bunu ise ancak yasadışı yol ve araçlarla yapabilirler, ki yaptıkları da budur.
Gizlice bir araya gelen bir kaç yatırımcı,bir havuz oluşturarak kendi hisselerinden yoğun bir şekilde alım yaparlar.Yoğun alışlar hisselerin değerini yükseltir ve nüfuzlu kişilerle anlaşılarak başkalarının da alım yapması sağlanır ve fısıltı gazetesi aracılığıyla geniş bir yatırımcı bu hisse senetlerinin peşine takılır ve hisse senetlerine tavan yaptırılır.Bu hisse senetlerine yatırım yapanlar genellikle başka hisse senetlerini satıp geldikleri için,bu çürük kağıtlara yatırım yapanlar başka kağıtların zararına da neden olurlar.Bu kağıtlara yatırım yapanlar,bunu bu kağıtların daha fazla yükseleceği beklentisiyle yapmışlardır. Kağıtların değeri istenildiğinden önce düşmeye başladığı anda bu düşüşü durdurmak için daha fazla alım yapma ya da iflas etme seçeneğiyle karşı karşıya kalarak genellikle büyük bir uçurumun eşiğine gelirler.Manipülasyonla ellerindeki düşük değerli kağıtları şişiren çete,en yüksek fiyattan bunları elden çıkardığı zaman astronomik bir kazanç elde eder.
Bu kazanç spekülasyonla elde edilen bir kazanç değil yani bir yatırımcının bütün yeteneklerini kullanarak ve risk alarak elde ettiği bir kazanç değildir. Yasadışı yollarla ve manipülasyonla,hiçbir zaman astronomik bir düzeye yükselmeyecek olan hisse senetlerini yapay olarak değerlendirme girişimidir ve bunun için yasaktır.Manipülasyon ve yasadışı yollar,hisse senetlerinin fiyatının yükseltilmesi için kaldıraç olarak kullanılmıştır.
Aynı manipülasyonu seçim sistemi etrafında AKP ve Cemaat birlikte uygulamışlardır. AKP'nin Milli Görüş faşist çizgisinin toplumda hiçbir zaman aşamayacağı belirli bir oy sınırı vardır.Genellikle bu oy sınırı en fazla yüzde 20-25 arasıdır. Ergenekon Komplosu çerçevesinde tertip edilen ve Kemalistlerin üzerine atılan terör ve suikastler ve de liberaller ile oluşturulan ittifak sayesinde bu oy potansiyeli yüzde ellilere kadar çıkartılmıştır.Ergenekon Komplosu çerçevesinde organize edilen terör eylemleri,siyasal propaganda yoluyla kullanılarak ve bu terör eylemleriyle siyasi rakipler ilişkilendirilerek,AKP hiçbir zaman kendisine akamayacak olan oyların kendisine akmasını sağlamıştır.Bu temelde Ergenekon Komplosu AKP tarafından, manipülasyonla oyların kendisine aktarılması için bir kaldıraç ya da leviye gibi kullanılmıştır.Bu borsadaki keriz silkeleme operasyonlarında olduğu gibi,yapay ve yasadışı yollarla oluşturulan "şişirme oy"dur.
Bu manipülasyon aynı zamanda kuvvetler ayrımının ortadan kaldırılmasıyla birlikte ilerlediği ve Yargı tamamen Yürütme'nin emrine girdiği için, seçimleri manipüle eden terör olaylarının soruşturulması da imkansız hale getirilerek ve hatta Ergenekon ve KCK İddianamesi'nde olduğu gibi,kendi yaptıkları eylemleri de Kemalistlerin ve KCK’nin üzerine yıkarak ve onları sahte delil ve evraklarla bu eylemlerle ilişkilendirerek, bu eylemlerin faillerinin de yakalandığı imajının oluşmasına da çalışmışlardır.Bu noktada Ergenekon İddianamesi ve Davaları, komplo çerçevesinde AKP ve Cemaat'in işlemiş oldukları terör olaylarının içerisine atıldığı "çöp tenekesi" olarak kullanılmaktadır.Özellikle bu noktada medya, kuvvetler ayrımının ortadan kaldırılmasıyla birlikte tayin edici bir yere sahiptir.
AKP ve Cemaat kuvvetler ayrımının ortadan kaldırılmasını,medyanın ele geçirilmesi ve baskı altına alınması politikasıyla birleştirerek,toplumda "bilgi tekeli"ni de ele geçirerek, kendi düşmanlarının ve muhaliflerinin ideolojik olarak çözülmelerini de sağlamaya çalışmışlardır.Kuvvetler ayrımının ortadan kaldırılması ve medyanın ele geçirilerek bilgi tekelinin sağlanmasıyla, toplumu "darbeciler ve demokrasi güçleri" ikilemine sokarak ve bu ikilemi toplumun her alanına yerleştirerek, iktidarlarının temellerini sağlamlaştırma yolunu seçmişlerdir.
Bu noktada sorulması gereken soru şudur: AKP-Cemaat İttifakı'nın siyasi keriz silkeleme operasyonu, hangi kesimlerin keriz gibi silkelenmesine neden olmuştur?
AKP-Cemaat İttifakı Ergenekon Komplosu'yla, Merkez Sağı, Kemalistleri ve de bir kısım liberalleri keriz gibi silkeleyerek ve onların toplumsal temellerini daraltarak birincilerin iktidardan düşmelerini,sonuncuların da bu işe alet edilerek toplumsal itibarlarının sıfıra çıkmasını sağlamıştır.Bir kere iktidarı ele geçirdikten sonra da, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırdıkları ve medyayı da tekellerine aldıkları için, iktidarı seçim yolu da dahil hiçbir yoldan elden bırakmayacakları yeni bir rejim inşasına yönelmişlerdir.
AKP'nin yeni rejimi tamamen ılımlı islama ve bu temelde kuvvetler ayrımının ortadan kaldırıldığı faşist bir yapıya sahip olduğu için,AKP'nin seçim yoluyla indirilmesi olanağını da yoketmektedir.Kemalist rejimden ılımlı islam rejimine geçiş,devlet kurumlarının içeriğinin yeni ılımlı islam rejiminin ilkelerine göre yeniden belirlendiği ve kendisini yokedecek eğilimlerin bastırılması temelinde şekillendiği yeni bir yapıya sahiptir.
Bu rejim kendisine karşı potansiyel bir tehditin belirdiği durumlarda,örneğin kendi iktidarını seçim yoluyla indirecek bir tehlikeyi sezinlediği anda,bu tehditi oluşturan partileri hile,provakasyon,sahtecilik vs. yollarla yasadışı ilan ederek, bu partileri kapatacak bir yol izleyecektir.Hiç kuşkusuz bunu da, "darbecilikle" damgalayarak "uluslararası karanlık güçlere" vs. bağlayan bir toplumsal algı yaratım süreciyle birlikte yapacaktır.
Ergenekon Komplosu Darbesi'yle iktidara gelen AKP'nin seçim yoluyla iktidardan indirilemeyeceği ve bizzat seçimleri komplo ile manipüle ettikleri için meşru bir iktidar olmadığı, demokrasi güçlerinin temel argümanı olmalıdır. AKP Ergenekon Komplosu'ndaki terör olaylarıyla hiçbir zaman kendisine akmayacak oyların kendisine akmasını ya da itmesini sağlamasıyla ve devletin tamamen faşist bir yapıya dökülmesiyle,seçim aracılığıyla toplumsal bir meşruiyet elde etme olanağını da bizzat kendisi dışlamıştır.Devrimci ve demokrasi güçlerinin en önemli görevi,AKP'nin Ergenekon Komplosu'ndaki terör olaylarıyla bağlantısını ortaya koyarak,onun iktidarının meşruiyetini yoketmek ve bunu toplumun geniş kesimleri içerisinde yaymaktır.
Bu noktada en önemli görevlerden bir tanesi de,AKP'nin muhafazakar çizgisinin peşine takılan bazı liberal kesimlere karşı sıkı bir ideolojik mücadele yürütmektir. AKP bir yandan Ergenekon Komplosu aracılığıyla kendisine darbe yapıldığı algısını oluşturarak seçimleri manipüle ederken,öte yandan da liberalleri kullanarak ve onlarla ittifak halinde bu algıyı toplumun geniş kesimleri içerisine yaymaya çalışmıştır/çalışmaktadır.Bugün hala daha bir çok liberal yazar ve aydın, "AKP seçimle geldiği için seçimle gitmelidir" retoriğini bıkmadan ve usanmadan tekrarlamaktadırlar.
AKP-Cemaat İttifakı'nın Ergenekon Komplosu temelinde organize ettiği ve Kemalistler'in üzerine atılan sözde "başarısız darbe girişimi"nin, seçim sistemini manipüle etmenin dışında bir diğeri amacı da, toplumda suni bir şekilde "darbeci-demokrat" kamplaşmasını oluşturarak, yanılsamalı bir şekilde AKP-Cemaat ittifakını (son dönemlerde tek AKP) ve bu ittifakın uzantılarını "demokrat" olarak lanse etmek ve onların karşısında olanları da "darbeci" kategorisine sokarak, bu temelde bir söylem (retorik) geliştirerek, toplumda bu temelde ideolojik bir hegemonya oluşturmaktır. Kendileri için tehdit gördükleri bir çok kesimi (devrimci, demokrat, Kemalist vs,) sahte delil ve evraklarla sözde "darbeciler" ile ilişkilendirerek ve medya tekeli aracılığıyla da bu yanılsamalı durumu milyonlarca kitleye aktararak,toplumsal hakimiyetlerinin temellerini genişletmek istimektedirler.
AKP ve Cemaat muhalif görünen herkesi şu ya da bu şekilde, kendilerinin organize ettikleri "darbecilik"le ilişkilendirdiler ya da ilişkilendirmeye çalıştılar.Bunların başında ulusalcı ve milliyetçi kesimler gelmektedir.Bunları doğal olarak PKK ve MLKP gibi devrimci örgütler izlemektedir. AKP-Cemaat İttifakı'nın Ergenekon Komplosu, bu haliyle mitolojideki "Prokrustes Yatağı"na benzemektedir. Komplocular bütün muhalifleri, "Ergenekon Komplosu'nun Prokrustes Yatağı"na uysun diye, devlet çarkını sahte delil ve evrak üretim merkezi gibi kullanarak ve de onları bu sahte deliller aracılığıyla komplo ile ilişkilendirerek, muhalifleri pasifize etmeye çalışmışlardır.
Kendi organize ettikleri darbe olgusu ortada olduğuna göre,sahte delil ve evraklarla muhaliflerin bu sözde darbe ile ilişkisi kurulduğuna göre,bütün muhalifleri bu "Ergenekon Kapanı"na tıkarak,onların ideolojik ve siyasal çözülüşülerini sağlamaktan daha iyi bir yöntem olamazdı.Yapılacak tek şey şu ya da bu şekilde bütün muhalifleri sözde bu darbecilerle ilişkilendirmekti. Ergenekon Komplosu,toplumsal ölçekte bu kapanı kurmaya ve bütün muhalifleri teşhir etmeye ve hareketsiz tutmaya ve de bu temelde ideolojik bir hegemonya oluşturmaya da hizmet etmiştir.
Muhafazakar-Liberal ittifakın oluşturmuş olduğu "darbeciler-demokratlar" ideolojik hegemonyasını bozan ve bu kesimleri korkuya düşüren ve de bundan dolayı da çok sert karşılık verdikleri bir olay yaşandı.Komplocu ve yedeklerinin en büyük korkusu, kendi "darbeci-demokrat" kalıplarını bozacak yeni söylem ve anlayışların toplumda giderek ağırlık kazanmasıdır. Bundan dolayı kendi ideolojik kalıplarını bozacak her söylem ve olaya büyük tepki vererek,bu tür görüşlerin hemen önüne geçmeye çalışan bir anlayışa sahiptirler.
Muhafazakar-Liberal ittifakın en büyük korkusu,kendi karşılarındaki düşman cephesinin bir tek cephe oluşturacak şekilde birleşmesidir.Ergenekon Komplosu aracılığıyla oluşturmuş oldukları "darbeci-demokrat" ikileminin amacı da bu karşı cephenin birlik olmasını engellemek ve parçalı kalmasını sağlayarak,yeni rejimin inşa sürecinde her biri ile teker teker karşılaşarak onları tasfiye etmektir. Kemalistleri kendi organize ettikleri komplo ile "darbeci" olarak damgalayarak, onların dışındaki bütün muhalifleri de onlara yaklaşmaları halinde darbecilikle damgalayan bir söylem geliştirerek pasifize etmektedirler.Böylece Kemalistlerin dışındaki bütün muhaliflere, AKP ile birlikte hareket etme seçeneğinden başka bir seçenek bırakmayarak, Kemalistlerin dışındaki muhalifleri sürekli kendi etki çemberi içerisinde tutmaya çalışan ve bu temelde bütün muhalefeti bölen bir taktik yapı geliştirmişlerdir.
İşte bu taktik yapıyı sorunlu hale getiren ve maskesini düşüren bir olay yaşanmıştır.Van Bağımsız milletvekili Aysel Tuğluk,29 Ekim 2014 tarihinde T24 sitesinde çok güzel ve neredeyse mükemmele yakın bir makale yazmıştır. Özetle bu makalede Tuğluk,Erdoğan ve AKP'nin Rojava ve IŞİD politikasıyla nasıl barış istemediğini ve amacının savaş aracılığıyla PKK'nin tasfiyesi ve Kürtlerin tarihsel haklarının bastırılması olduğunu ve Çözüm sürecinin de aldatmadan başka bir şey olmadığını belirten bir makale kaleme almıştır. En iyisi bu makaleden bir alıntı yapmaktır: "Ne zaman AKP’ye yönelik eleştiriler çoğaltılsa hemen “öyleyse süreç bitecek mi?” diye soruluyor. Hayır, kesinlikle Barış sürecini bitirmekten söz etmiyorum. Ama açıkça belirtmek gerekiyor ki, AKP kesin bir şekilde partner olmaktan çıkmıştır. Zira, IŞİD kartı ile sürece karşı en büyük komployu kurdu. Bu açıdan süreç konusunda devletin geleceğini düşünenler ve seküler güçler hızla sorumluluk almalıdır.
Son tezkere hamlesi ile AKP kendi bekaası için hiçbir yöntemden kaçınmayacağını herkese bir kez daha gösterdi. Ancak yaptığı her hamle, her yanlış hamle siyaseten ve diplomatik olarak oldukça zorlu bir dönemden geçtiğini de gösteriyor. Bu anlamda bölge için her türlü gericiliğin kaynağı haline gelen bu çizgiye tüm kürt güçlerinin tutamak olmasına son verilmelidir. AKP’nin Türkiye’deki demokrasinin gelişimine ciddi bir engel oluşturduğu, demokrasiyi kafa saymaya ve seçim oyunlarına indirgediği gözönüne alındığında, artık ciddi olarak diktatörlükten söz etmek gerekiyor.
Belki insanların çoğu farkında değildir ama AKP çizgisi Türkiye’nin bütünü için şu an yürürlükteki en büyük tehlikedir. Öyle IŞİD’in Türkiye’ye dönmesinden söz etmiyorum. Bizzat IŞİD ideolojisi ve yaşam anlayışının AKP eliyle toplumun dokularına nüfuz etmesinden söz ediyorum. O yüzden çoktandır unutulmuş bir tarzın, ideolojik eleştirinin artık yeniden hatırlanması gerekiyor. Doğrusu sahada çok şiddetli bir ideolojik mücadele yaşanıyor. Bu mücadelenin tarafları arasında uzlaşma zemini de mevcut değil.
AKP çizgisi Kobane önlerinde ideolojik rengini ve bitişini çok net sergiledi. Tezkere alayı-valasıyla ömrünü uzatma çabasındadır. Ancak ideolojik olarak tükenmiş gerici bir çizginin uzatmaları olabilir ama bitişi kaçınılmazdır!.." (Aysel Tuğluk,Kobanê'den sonra çözüm süreci ve AKP'nin tükenişi,T24 sitesi, 29 Ekim 2014)
Bu makalede Aysel Tuğluk ne diyor? AKP'nin aslında barış istemediğini, "barış istiyor görünümünde savaş istediğini" ve toplumda barış isteyen seküler güçlerin barışı kurtarmak için devreye girmesi gerektiğini belirtmektedir. Komplocular Kürt hareketinin politik islamdan uzaklaşıp taktik bir şekilde seküler güçler ile birlikte hareket etme tehlikesinin belirdiği bu durumu bertaraf etmek için, Aysel Tuğluk'u "darbecilik"le damgaladılar.Ahmet Davutoğlu'sundan Oral Çalışlar'ına kadar bilerek Tuğluk'un söylediklerini çarpıttılar ve "Türkiye'deki bütün seküler güçleri darbecilikle eşitleyen" bir anlayış sergilediler. Aysel Tuğluk muhafazakar-liberal ittifakın "darbeci-demokrat" ideolojik hegemonyasını tartışmaya açan bir söylemin başına neler geleceğinin çok güzel bir örneğini verdi ve bu ittifakın planlarının nasıl bozulacağını da gösterdi.
Ergenekon Komplosu Darbesi'nin, AKP ve Cemaat tarafından çok önceleri inceden inceye düşünülmüş bir "savaş planı" olduğu noktasında, ilginç bir kanıt sözkonusudur.Bu kanıt üstelik canlıdır yani bir insandır.Bir zamanlar Taraf gazetesinde yazan Alper Görmüş,4 Kasım 2011 yılında,KCK operasyonları kapsamında içeri alınan Prof.Dr.Büşra Ersanlı ile ilgili yazdığı bir makalede, 2004 yılında Fetullah Gülen'in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın organize ettiği bir toplantıya katıldığını, muhtemelen Cemaat'ten olan bir kişinin söylediği bazı ilginç sözleri aktarır.En iyisi bu makaleden bir alıntı yapmaktır:
"2004’ün bahar aylarıydı... O dönemde hem Bilgi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışıyor hem de Kürşat Bumin’le birlikte Yeni Şafak gazetesinde “Kronik Medya” sayfasını hazırlıyorduk.
Bir gün okuldaki odamda çalışırken Fethullah Gülen gönüllülerinin kurup yönettiği Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan aradılar. Vakıfta, 10-15 kişilik bir akademisyen-gazeteci grubu ile birlikte “askerî vesayet ve demokrasi” konusunu tartışacaklarını söyleyip tartışmaya benim de katılmamı istediler... Olur, dedim. (...) Toplantının “radikal demokrat” atmosferi hepimizi etkiledi, hepimiz biraz uçtuk... Aramızdan biri, belki de askerî vesayeti ortadan kaldırmanın yegâne yolunun, başarısız kalmış bir askerî darbe girişiminin ardından eski ve yeni darbecilerin derdest edilip yargılanmaları olduğunu savundu. Bunun gibi bir sürü fikir, temenni, öneri birbiriyle çarpıştı." (Alper Görmüş,Büşra Ersanlı, ‘Bugün’, ‘Samanyolu’,Taraf Gazetesi,4 Kasım 2011)
Bu alıntıda da açıkça görüldüğü gibi, daha 2004 yılında bazı Cemaat'çi unsurlar "başarısız bir darbe girişiminin ardından eski ve yeni darbecilerin derdest edilip yargılanmaları"ndan bahsetmektedirler.Elbette ki bu "başarısız darbe" girişimi de, bir komplo ile hazırlanacaktı ve bu temelde AKP ve Cemaat bütün devlet imkanlarını kullanarak, "Ergenekon Komplosu" temelinde bir darbe yapacaklardı!
Alper Görmüş'ün aktardıkları,bizim AKP ve Cemaat'in, Ergenekon Komplosu aracılığıyla darbe yaptıkları anlayışımızı desteklemektedir.Yalnız "AKP-Cemaat Darbesi" 2004 yılından sonra başlamamıştır.Bu darbe 28 Şubat 1997 darbesinden hemen bir yıl sonra devreye sokulmuş ve zaten bundan dolayı da Fetullah Gülen ABD'ye "hicret" etmiştir.Fetullah Gülen'in ABD'ye Mart 1999'da gidişi,darbenin başladığı tarih değildir,giderek hız kazanmaya ve bu temelde ciddi suikast ve terör olaylarının yaşanmaya başladığı sırada olmuştur.
AKP ve Cemaat'in Ergenekon Komplosu Darbesi,iki aşamadan oluşan bir darbedir.Birinci aşaması 1998-2003 Kasım arasını kapsamaktadır. İkinci aşaması da Kasım 2005'ten 2013'e kadar olan kısmı kapsamaktadır.Bunun nedeni komplonun belirli bir süre kesintiye uğramış olmasıdır.Bu kesintinin nedeni de,iç ve dış konjonktürde ortaya çıkan olağanüstü ( 11 Eylül saldırıları gibi) olaylardır.
AKP'nin yapmış olduğu darbenin ve seçimleri manipüle ederek meşrulaştırmasının boşa çıkartılmasının ve de onun toplumsal temellerinin daraltılmasının tek yolu, onun Ergenekon Komplosu'ndaki olaylarla ilişkisini ortaya koyarak, bu temelde her yolla toplumsal teşhirini gerçekleştirmektir.
|