 PKK VE ORTADOĞU DEVRİMİ (I) (Geleceği Nasıl Okumalı?) K.Erdem
İnsanlık tarihinde bazı çok önemli tarihsel anlar vardır ve bu anlarda alınan kararlar insanlık tarihinde büyük izler bırakırlar.İşte içinden geçtiğimiz konjonktür de böyle bir yapıya sahiptir.Özellikle bu süreçte PKK önderliğinin alacağı kararlar ve uygulayacağı politikalar,Ortadoğu devrimi üzerinde direk, dünya devrimi üzerinde ise dolaylı olarak olumlu ya da olumsuz sonuçlara yolaçacaktır.Bundan dolayı bu sürecin analizi büyük bir önem taşımaktadır.
Bir politik hareket tarihsel yönelimini ancak tarihsel konumunu bilince çıkarabildiği ölçüde gerçekleştirebilir.Bu konumlanma bilinci ise ancak ideoloji aracılığıyla elde edilebilecek bir durumdur.Tarihsel konumlanmasını yanlış yapan bir hareket,kaçınılmaz olarak yanlış bir tarihsel yönelime sahip olacaktır. Bu yönelimin tarihsel sonuçları ise genel güç ilişkilerinin test edildiği savaş gibi büyük anlarda ortaya çıkarlar.
PKK özgülünde sorunu ele alır ve incelersek eğer,ilk sormamız gereken soru şudur: PKK nasıl bir tarihsel konumlanmaya sahiptir ve bu konumunu neye göre oluşturmaktadır?
Bu sorunun cevabı için biraz geriye gitmek gerekmektedir.Bu yukarıda sorduğumuz soruyu cevaplamak için başka bir soru soralım: PKK Genel Başkanı Sayın Abdullah Öcalan, 2000'li yılların başlarında niçin bir paradigma değişikliğine ihtiyaç duymuştur?
Sayın Başkan'ın 2000'li yılların başlarındaki yeni paradigmasının ipuçları, aslında 1990'ların başlarından itibaren mevcuttur.1993 ateşkesi ve siyasal taleplerin düzeyinin taktik bir şekilde düşürülmesi, biraz da Başkan'ın el yordamıyla yeni bir çizgi arayışıdır. Öcalan taktik konularda bir dahidir ve asla yaratıcılığı elden bırakmadan her zaman yeni arayışlar içerisinde olmuştur.
"Eski PKK" stratejik hedeflerini "olduğu gibi" ortaya koyarak,karşısındaki düşman cephesinin çelişkilerini gözardı eden ve bundan dolayı da PKK'ye karşı tek bir düşman cephesi oluşmasına neden olan bir anlayışa sahipti. Her ne kadar Kürdistan'ın Kuzey'indeki mücadeleyi öne çıkarmış ve diğer parçalar üzerinde egemenlik kuran devletleri belirli bir süre hareketsiz tutmuşsa da, Soğuk Savaş döneminden kalan Batı'nın direk ve açıktan düşman görülmesi yaklaşımı, taktik esnekliği yokettiği gibi, Batı'nın kendi içerisindeki çelişkilerinden yeterince yararlanılamamasına da neden oluyordu. Biraz da 1999 Komplosu'nu Parti, bizzat taktik çizgisinin yanlışlığıyla kendisi hazırlamıştı. Bunun nedeni PKK'nin içerisinden gelmiş olduğu ve dünya devrimci hareketinin derinliklerine kadar uzanan geleneğin zaaflarından kaynaklanmaktadır.PKK bu geleneğin zaaflarından kurtuldukça, daha akıllı hareket etmeye ve stratejik konumunu daha da sağlamlaştırmaya başlamıştır.
2000'li yılların başlarında Rusya'nın önderliğinde Doğu emperyalist kampı giderek daha fazla ağırlığını dünya siyasetine koymaya başladığı bir sırada, Abdullah Öcalan da PKK'yi bu yeni güç ilişkilerini gözönünde bulundurarak tekrar stratejik olarak konumlandırdı ve bu konumlanmaya uygun olarak da taktik yapıyı değiştirdi.Öcalan çok geniş bir manevra alanına sahip olabilmek için, PKK'yi her iki emperyalist kampın ve bu kampın bölgesel uzantılarının tam ortasında yerleştirdi ve her iki tarafla da ilişkileri taktik yapıyla sınırlı olan bir siyasal çerçeveye oturttu.Sayın Başkan PKK'nin devrimci çizgisini liberal maskeyle örterek,bölge ve dünya güç ilişkilerinin içerisine PKK'yi yerleştirdi. Her iki tarafla ilişkide olabilmek esneklik gerektirdiği için, Başkan bu esnekliği, Kürdistan devriminin yan ürünleri olan liberal reformlarda buldu ve de bu reformları taktik ilişkiler sisteminin temeli yaptı. PKK'nin politik bağımsızlığını sürdürebilmesi ve stratejik konumunu güçlendirebilmesi için,düşmanlarının sürekli bölünmüş bir halde bulunması gerekmektedir.Her iki kamp ile aynı uzaklıkta olmak ve onların birbirlerine yakın olmalarından daha fazla onlara yakın olmak,ki bu liberal reformlar aracılığıyla sağlanmaktadır,her iki kampın PKK karşısında birlik olmasını engellemektedir.PKK her iki kampı birbirinden ayırdığı gibi,kendi gücünü bu kampların birbirlerini zayıflatması için bir tahrik unsuru olarak da kullanarak, en yüksek tavizi koparmaya çalışan bir politika izlemektedir. Sayın Başkan "eski PKK"nin ulus-devlet anlayışıyla hareket edildiği taktirde ve üstelik bu ulus devlete sosyalist bir biçim de geçirilmeye devam edildiği müddetçe, her iki emperyalist kampın ve bölgesel uzantılarının çok geniş bir düşman cephesiyle karşılaşmasının kaçınılmazlığını farketti.Böyle bir durumda PKK'nin tasfiyesi kaçınılmazdı.Sayın Başkan Kürdistan'ın bağımsızlığından vazgeçmeden ve tam tersine onu bölge devrimi (Demokratik Konfederalizm) içerisine yerleştirerek, bu hedefi Demokratik Özerklik taktiğiyle perdeledi. Demokratik Özerklik PKK'nin düşmanlarının kafasını karıştırmaya ve onları yanlış bir stratejiye çekmenin aracı olarak, PKK'nin "çok taraflı taktik ilişkiler sistemi" içerisinde bir gücün diğeriyle dengelenmesinin taktik manivelası olarak iş görmektedir.PKK bir gücü diğeriyle dengelediği müddetçe, hem onların PKK'ye karşı birlik olmasını engellemekte hem de "siyasi pazarlığı" en yüksek perdeden sürekli açarak, aralarındaki çelişkileri keskinleştirmektedir.
Başkan PKK'nin yeni paradigma temelinde bu tarihsel konumlanmasına Stratejik Denge Konumu adını vermektedir ve bu denge konumu, PKK'nin küresel ve bölgesel güç ilişkileri içerisine "çok taraflı bir taktik ilişkiler" sistemi aracılığı ile "gömülmesi" anlamına gelmektedir.Bu stratejik plana uygun olarak PKK, 2000'li yılların başlarında Konfederal bir biçimde tekrar örgütlenerek, bu stratejik konumun gerektirdiği esnekliği elde etmiştir.
PKK'nin bu yeniden yapılandırılması ve paradigma değişikliği, özellikle Batı Emperyalistlerinin ve onların işbirlikçilerinin PKK'yi 1999 Komplosu ile tasfiye etme planlarını boşa çıkardığı gibi, ona bağımsız bir şekilde hareket etmek için yeni bir tarihsel alan da açtı.Bu tarihsel alanın bağımsızlığı ve sürekliliği, kaçınılmaz bir şekilde Bölge Devrimi ve bu devrimin dinamikleriyle yani bölgenin devrimci hareketleriyle içiçe geçmiştir.Bundan dolayı PKK bölge devrimine yani Ortadoğu devrimine mecburdur ve bu tarihsel hedeften vazgeçtiği ya da bunun gereklerini yerine getirmediği/getiremediği taktirde, bağımsız tarihsel konumunu da kaybedecektir.Bu noktada hareketin bağımsızlığı ile Ortadoğu devrimi içiçe geçmiş durumdadır.
Partinin bu Stratejik Denge Konumu,dinamik bir yapıya sahiptir ve hareketsizlik bu strateji için ölüm demektir.Bundan dolayı PKK önderliği Ortadoğu'da aktif ve sürecin insiyatifini elinde bulunduran bir politika izlemektedir. Bu stratejik konum kaba bir benzetme ile "bisiklet sürmeye" benzemektedir. Tekerleklerin hareket edebilmesi için her iki pedala da basmak gerekmektedir.Nasıl pedalin birine basmak için diğerine basmak gerekirse, aynı şekilde bu politikanın ilerleyebilmesi için,emperyalist cephenin bir ucundan elde edilen bir kazanımın sürekli diğer uca taşınması gerekmektedir ve böylece "bisiklet" gitmektedir.Her iki uçta kazanımların durması halinde partinin stratejik durumunun kötüleşmesi ve bu temelde stratejik bir darbenin (1999'da olduğu gibi) yenmesi kaçınılmazdır.1999 Komplosu'nun nedenlerinden birisi de budur.Parti değişen küresel ve bölgesel sistemin sonucunda her iki uçta da açmaza sürüklendi ve sonucu kuşatılma ve bastırılma oldu.
Stratejik Denge Konumu politikası, tek her iki emperyalist grup ve onların bölgesel uzantıları arasındaki çelişkilerden yararlanmayı değil ama her emperyalist grubun kendi içerisindeki çelişkilerden yararlanmayı da öngörmektedir.Hatta her devletin kendi içerisindeki çelişkilerden (gerek burjuvazinin kendi iç çelişkilerinden gerekse de genel olarak halk ile olan çelişkilerinden) yararlanmayı da öngörmektedir.
Bu tür denge politikası,güçsüzün güçlüye karşı mücadele aracıdır ve amaç giderek bu güçsüz konumu giderek güçlü konuma getirmektir. Bu güçlü konum ise zaman içerisinde en azından bir emperyalist kampın devrimler ile yokedilerek,onun yerine tarihsel olarak ikame edilmesi ve diğer emperyalist kampın dengelenmesi temelinde ortaya çıkabilir.Böyle bir tarihsel eğilimin ortaya çıkabilmesi için,devrimci ideolojinin evrensellik bağlamında kapsayıcı bir şekilde tekrar yenilenmesi ve üretilmesi zorunluydu.Bu temelde Kürdistan devrimi,Demokratik Modernite perspektifiyle,insanlığın evrensel değerleriyle birleşen ve uzlaşan bir yapıya sahip olmalıydı.
Peki daha "önceki paradigmada" buna engel olan neydi?
Bu engel dünya devrimci hareketinin içerisinden çıkıp geldiği Bolşevizmin bürokratik devrim anlayışıydı.Bu devrim anlayışı dünya devrimci hareketini kötürüm etmiş ve kısır bir döngüye sürüklemiştir.Bürokratik devrim anlayışının olumsuzluklarını,büyük bir kitlesel devrimci hareket olmasından dolayı en şiddetli yaşan PKK oldu.PKK açısından sorunun aciliyeti ve varolma sorunuyla içiçe geçmiş olması,Sayın Başkan'ı sosyalizmin ideolojik kökenlerine eleştirel yaklaşıma götürmüştür.Bunun için en uygun yerde olan belki o idi.O'nun büyüklüğü bu işi başlatmış olmasındadır.
Stratejik Denge Konumu'nun gerektirmiş olduğu evrensel kapsayıcılık, Kapitalist Modernite karşısında Demokratik Modernite olarak tekrar kurulmaya çalışıldı.Bu çizginin bir çok eksiği olmasına karşın,bürokratik devrim anlayışından kurtulmak için gerekli teorik temele sahiptir. Bu genel teorik çerçeveden daha özel yani denge konumunun gerektirdiği prensipler bütünlüğüne geçerek,bu prensipler aracılığıyla somut olay ve olguları incelemeye çalışalım. Ortadoğu devriminin dinamiği bu prensipler bütünlüğünde gizlidir.
Stratejik Denge Konumu'nun elde edilebilmesi bazı nesnel ve öznel koşulların birlikteliğini gerektirmektedir. Öznel yan ise nesnel yanın sonucunda ortaya çıkmaktadır.Buna göre:
Stratejik Denge Konumu'nun nesnel koşulları:
1-Birbirine düşman ve az çok birbirini dengeleyen iki düşman kampın varlığı. Bu düşmanlık,denge politikası uygulayan güce karşı, tek bir cephenin oluşmasına engel teşkil etmektedir.Her bir kamp, kendisine karşı cephenin genişlemesini istemeyeceği için denge politikası uygulayan gücün üzerine fazla gelmeyecektir ya da gelemeyecektir.
Bugün Ortadoğu'da ve dünyanın başka bölgelerinde emperyalistler bir nüfuz ve paylaşım savaşına tutuşmuş durumdadırlar.Başka bir makalede de gösterdiğimiz gibi (Bak."PKK ve Tarihsel Gerçekliği" adlı makaleye.) , bu nüfuz ve paylaşım savaşı,kar oranlarının dünya çapında eşitlenmesi temelinde giderek ortaya çıktığı için giderek şiddetlenmektedir.
2-Stratejik Denge Politikası uygulayan gücün her iki kamptan ya da en azından bir kamptan, değerler sistemi ve politika olarak tarihsel olarak daha ileri olması zorunludur.
İster kabul edilsin isterse de edilmesin,Bolşevizmi ve onun varyantlarını temel alan bütün hareketler,özünde bürokratik hareketler olduğu için aslında Batı'nın burjuva demokrasisinden üstün değilllerdi.Zaten bugüne kadar dünya devrimci hareketinin dar kalmasının nedeni de buydu.Paradigma değişikliğinden önce PKK,dünya devrimci hareketinin bu olumsuz özelliğini barındırdığı için, değerler sistemi bakımından sorunlu bir yapıya sahipti.Paradigma değişikliği ve Demokratik Modernite ile birlikte PKK her iki emperyalist kampın değerler sistemini aşan bir yapıya kavuşmuştur.Prensibin bu ayağı da paradigma değişikliği ile daha sağlam hale gelmiştir.
3-Stratejik Denge Politikası uygulayan gücün,nesnel ve tarihsel olarak,bağımsız bir konuma sahip bir sınıfa dayanması gerekir.
PKK zaten çıkışından beri Kürt işçi ve emekçilerinin politik temsilcisidir. Demokratik Modernite ile birlikte,Kürt işçi ve halk yoksullarının etrafında doğru bir ittifaklık ilişkisi temelinde küçük-burjuva ve liberal sınıfları da bir tarihsel blok oluşturacak şekilde birleştirmeyi başarmıştır. Paradigma değişikliği ile birlikte Kürt Özgürlük Hareketi,Demokratik Konfederalizm temelinde başka ülkelerin halklarıyla birliği stratejik olarak hedefleyerek, Kapitalist Modernite karşısında,bağımsız olan tek sınıfın yani işçi sınıfının tarihsel gücüne yaslandığını da ortaya koymuştur.Demokratik Modernite, işçi sınıfı önderliğinde bütün halkın kurtuluş programı niteliğindedir.Prensibin bu ayağı da sağlam hale gelmiştir.Dünyanın bir çok yerindeki devrimci hareketlerin PKK'ye ilgi duymalarının nedeni de biraz da budur. Stratejik Denge Politikası'nın öznel koşulları:
1-Denge konumu politikası güçsüzün güçlüye karşı mücadele aracıdır.Bundan çıkan en önemli teorik sonuç,denge konumu uygulayan hareketin, kendi dışındaki iki güçlü kampın stratejilerini engelleme gücü bulunmadığı gerçeğidir.Bundan dolayı bu hareket,her iki güçlü kampın, stratejilerinin sonuçlarını kendi bağımsız politikasının amaçları doğrultusunda yönetmeye çalışır.
Denge konumu politikası uygulayan hareket,diğer kampların stratejilerini direk engelleme gücüne sahip olmadığı için,iki seçeneğe ya da taktiğe sahiptir. Birinci olarak, herhangi bir kampın stratejik hedefi içerisine taktik olarak yerleşerek kendisine hareket alanı yaratmaya çalışacaktır.Bu politika belirli bir dönem ve özel koşullarda zaman kazanmak için uygulansa da ,uzun zaman sürdürülemez bir yapıya sahiptir ve Stratejik Denge Konumu'nun temel prensibi olan tarafsızlık prensibi ile çelişki halindedir.Sadece özel koşullarda ve sınırlı olarak uygulanabilir.Kaldı ki denge politikası uygulayan gücün,başkasının temel stratejik hedefini gerçekleştirme eğilimi,zaman içerisinde kendi stratejik hedefinin zayıflamasını getirecektir.Çünkü farklı stratejik hedefler farklı sınıfların çıkarlarını yansıttığı için,ancak birbirlerinin zararına gelişebilirler.
Denge konumu politikası uygulayan gücün ikinci seçeneği ya da taktiği ise, kendi dışındaki güçlü kampların hiçbirisinin stratejisine taktik olarak girmeden ve mümkün olduğunca aradan çekilerek,her ikisinin savaşarak zayıflamasına çalışmaktır.Öyle ki hiçbiri kendi stratejik hedefini gerçekleştirecek gücü bulamasın.Hatta biri diğerine karşı güçlenmeye başladığı zaman,gerekli taktik ayarlamalar ile bu güçlenmeyi boşa çıkarabilmelidir.Bu taktik, denge konumu uygulayan gücün tarihsel yapısına daha uygundur.
PKK tarihinde bu iki farklı taktiğin uygulandığı iki dönem sözkonusudur. Bunlardan ilki,Sayın Başkan'ın yakalandığı 1999 Komplosu'nun hemen sonrasında ortaya çıkmıştır.Batı Emperyalistlerinin ve bölgedeki işbirlikçilerinin PKK'yi uluslararası kıskaca aldığı ve PKK'yi tasfiye etmek istediği bir dönemde, PKK konfederal bir biçimde tekrar yapılanarak,2003 yılında PJAK aracılığıyla İran'a karşı silahlı mücadeleyi başlattı.PKK'nin Batı'nın Ortadoğu'daki stratejik önceliği olan İran'ı zayıflatma politikasına taktik olarak angaje olması,Batı'nın PKK karşısındaki yekpare olan tasfiye politikasını sınırlandırmış ve ona zaman kazandırmıştır.Hatta bu politika Türkiye ile Batı arasında bir politik anlaşmazlığa dönüşerek,aralarına politik bir düğüm atılmasına da neden olmuştur.
İkinci taktik yaklaşım ise Rojava devrimi ile ortaya çıkmıştır.Suriye'de iki emperyalist kampın uzantıları arasında yaşanan savaş sonucunda PKK,her iki kampın aleyhine olan Temmuz 2012 devrimini gerçekleştirmiştir.Hiçbir kampa dahil olmadan yürütülen bu politikaya en büyük tepkiyi, "IŞİD Komplosu" aracılığıyla Batı Emperyalistleri vermiştir.Bu da Batı'nın stratejik öncelikleriyle çelişen bir politikanın başına neler geleceğinin açık bir göstergesidir.
2-Her taraf ile taktik ilişki içerisinde olmak ve bir tarafa stratejik bağlanmaktan kaçınmak. Bir tarafa stratejik olarak bağlanmamak için, her taraf ile taktik çerçeve ile sınırlı olan ve bu taktik yapıların birbirlerini zıt yönde dengede tutan bir birlik içerisinde bulunmaları zorunludur.Böylece bir kampın denge konumunu ortadan kaldırmak için ortaya koyacağı saldırgan politikalar,diğer uçtaki taktik ilişkinin güçlendirilmesiyle sınırlandırılmaktadır.
İşte böyle bir taktik yapının elde edilebilmesi için, Sayın Başkan Kürdistan devriminin reformlarını,Kürdistan'ı ezen ülkelerin iç politikalarındaki reform talepleriyle birbirine bağlayan ve bunları da PKK'nin temel stratejik hedefini örten taktik bir perdeleme aracına çevirdi.Reformları taktik olarak öne alan yeni çizgi, aynı zamanda ezen devletler ile konjonktürün gelişimine uygun olarak taktik anlaşmalara da izin verdiği için, hem daha dinamik hem de daha esnek bir politikaya izin veriyordu.Bu esnek yapı güçlerin ekonomik kullanımına izin verdiği gibi,güçlerin korunmasına ve geliştirmesine de izin veriyordu. Reformları taktik yapının temeli yapan Sayın Başkan ve PKK önderliği,bu temelde "1999 Komplosu"ndan sonra Demokratik Cumhuriyet politikasıyla stratejik geri çekilmeyi gerçekleştirebilmiş,Türkiye ile Batı arasına çelişkiler koyabilmiş ve de Rojava devrimi sırasında hem İran hem de Türkiye ile ateşkes yaparak Kürdistan'ın belirli bir parçasındaki bir kazanımı koruyabilmiştir.
3-Bütün taraflara,onların birbirlerine yakın olmasından daha yakın olmak. Böylece hiçbiri diğerine karşı kesin üstünlük sağlayamayacak ve bundan dolayı aralarındaki bölünmüşlük durumu devam edecektir.
PKK her taraf ile aynı mesafede olduğu için her tarafa,onların birbirlerine yakın olmalarından daha yakındır.Örneğin hem İran hem Türkiye hem Suriye hem de Batı ile taktik ilişki geliştirebilen tek güçtür.Aynı durum Suriye'nin iç politikasında da mevcuttur.Suriye'de her iki emperyalist kampın işbirlikçileri birbirleriyle ölüm-kalım savaşı verirken, PKK,her iki yan ile zaman zaman uzlaşan ve zaman zaman da çatışan bir çizgi izleyerek ve her iki yön ile taktik ilişki yolunu açık tutan bir politika uygulayarak,esnek bir yapı elde etmiştir.Bu esneklik denge konumundan kaynaklanmaktadır.
4-Stratejik Denge Politikası uygulayan güç,tek her iki düşman kamp arasındaki çelişkilerden değil aynı zamanda aynı kamp içerisindeki güçler arasındaki çelişkileri de kullanarak daha esnek bir politika elde etmeye çalışmalıdır.
Sayın Başkan 1999 Komplosu'ndan sonra,Demokratik Cumhuriyet Programı ile Türkiye'nin AB'ye girmesi için gerekli reformları yapması için yolu açtığı zaman ve Türkiye bu reformları yapmadığı zaman,aynı emperyalist kamp içerisinde kalan iki güç arasındaki çelişkileri tek açığa çıkartmamış ama aynı zamanda keskinleştirmiştir de.Bu durum PKK'ye zaman kazandırmıştır.Aynı şekilde bu taktik Türk iç politikasındaki demokratik reform isteği ile koordine edilerek,devletin tarihsel ve toplumsal alanı daraltılmaya çalışılmıştır.
5-Her iki kampı aynı anda karşısına almadan mümkünse her seferinde yalnızca biriyle karşılaşmak.
Aslında paradigma değişikliğinden önce de PKK,denge politikasını bir noktaya kadar uyguluyordu.Kuzey Kürdistan'da Türkiye'ye karşı savaşırken,Kürdistan'ın diğer parçalarındaki sömürgeci devletleri karşısına almamaya özen gösteren bir politika uygulamıştır. 1999 Komplosu'ndan sonra PJAK ile İran'a karşı savaşı başlatırken,Türkiye ile ateşkes devam ediyordu. 1 Haziran 2004'te tekrar Kuzey'de savaşı başlatırken de bu savaşın niteliği daha önceki savaştan farklıydı. Daha çok bu savaşın amacı Türkiye'yi Demokratik Cumhuriyet için adım atmaya zorlamaktı ve onun üzerinde uluslararası baskıyı kurmaya dönüktü. Aslında 2003 - 2011 arası iki cepheli savaş tam iki cepheli değildi,buna "iki yarım" savaş da denilebilir.Rojava devrimi ile birlikte,İran ve Türkiye ile elde edilen ateşkesler sonucunda tekrar tek cepheli savaşa geçildi.Tek cepheli savaş güçlerin ekonomik kullanımı için gerekli ve zorunludur.Bir çok cephede savaş, denge konumunu tehlikeye atarak,elde edilen kazanımların erimesi sonucuna götürür, ki bunun sonucunda stratejik darbe yemek kaçınılmaz hale gelir. PKK'nin düşmanlarının en çok istediği şey,onun bir çok cephede savaşa sürüklenmesidir.Çünkü bu durum onların PKK ile savaşını daha kolay hale getirecektir.
6-Mümkünse bir kamp ile karşı karşıya gelmeden önce, onların denge politikası uygulayan güçten önce karşı karşıya gelmesini ve daha fazla güçten düşmelerini sağlamaya çalışmak.Birinin diğerine karşı bu kullanılışı her ikisinin zamanla güçten düşmesine neden olarak,zamanla başka güçlerle de aralarının açılmasına neden olacaktır.
Her iki emperyalist kamp arasındaki çelişki temelde uzlaşmaz bir çelişkidir. Bizzat dünya ekonomisinin derinlerindeki rekabet tarafından harekete geçirilen ve giderek yıkıcı bir durum yaratan bir yapıya sahiptir.Bundan dolayı her iki kampın ve uzantılarının bir ölüm-kalım savaşı vermesi kaçınılmazdır.Onların bu karşılıklı olarak kendilerini tüketmesinin tarihsel temeli mevcuttur ve bu temelin doğal eğilimini izlemek, denge konumu politikası uygulayan hareketin temel amacı olmalıdır.Her iki kampın savaşarak zayıflaması,denge politikası uygulayan hareketin stratejik konumunun güçlenmesini getirir ve giderek bu sonuncusunun taktik manevralarına bağımlı hale gelirler.Bundan dolayı denge politikası uygulayan hareket,herhangi bir kamp ve onun uzantıları ile karşılaşmadan önce,onların birbirleriyle kapsamlı bir savaşa tutuşmalarını tek istemekle yükümlü değildir,hatta gücü ölçüsünde bunu hazırlamalıdır da. Her iki kampın bir ölüm-kalım savaşı verirken,denge politikası uygulayan güce karşı atacakları saldırgan adımlara,denge konumu uygulayan hareket,onlara bedel yükselten bir politika ile karşılık vermelidir.
7-Stratejik Denge Konumu uygulayan güç, "belirsizliği" ya da "kendini tam belli etmemeyi" stratejik bir güç olarak kullanmasını bilmelidir.Onun belirsizliği ve asıl stratejik hedefi deşifre olduğu andan itibaren,atacağı taktik adımlar bilineceği için,politik aldatma politikalarının temel hedefi haline gelecektir.Bu durum zaman ile denge konumunu yokederek,istemeyerek de olsa başka güçlere stratejik yedeklenmeye götürür.
Bu ilkeleri somut koşulların somut analizine uygulayarak hem sürecin özelliklerini hem de içinden geçtiğimiz süreçte bu üç gücün birbirleriyle olan ilişkilerinin doğasını anlamaya çalışalım.
Emperyalist paylaşım savaşının yoğun olarak yaşandığı bölge Ortadoğu'dur. Özellikle Batı'lı güçler,Sovyet Bloku'nun çökmesinden sonra,Batı'nın nüfuz alanlarını daha da genişletecek politikalara hız vermişler ve bu temelde belirli stratejiler hazırlamışlardır.Orta ve Doğu Avrupa'da AB-NATO genişlemesiyle ilerleyen Batı,Orta Asya,Kafkasya ve Ortadoğu'da da işbirlikçiler ve askeri müdahalelerin birlikteliğinden oluşan bir politika izleyerek ilerlemeye çalışmaktadır.Ancak Orta Asya,Kafkasya ve Ortadoğu'da izlenen politikanın farklı bir özelliği vardır.
Batı'lı emperyalistler bu bölgelere derinlemesine girmek için, Orta ve Doğu Avrupa'da izlenen genişleme politikalarından farklı bir metod izlemişlerdir. Özellikle ABD'nin başını çektiği bu politika, temelde dünyaya karşı, politik aldatmadan,psikolojik operasyon,silahlı müdahale ve komplolara kadar geniş bir araçlar ve metodlar portföyüne sahiptir.
Bugün "Batı Emperyalistlerinin IŞİD Komplosu" aracılığıyla, "11 Eylül 2001" terör saldırılarının "gerçek failleri"ni de artık bilmekteyiz. 11 Eylül terör saldırıları bizzat ABD'de Cumhuriyetçi Parti içerisindeki "Neo-Cons"ların gerçekleştirdikleri, dünyanın çeşitli bölgelerine "terörizm ile mücadele görünümü" altında müdahale etmek ve Batı'nın emperyalist yayılmasını gerçekleştirmek için bir "ABD Komplosu"dur.Bu komplo sonucunda Orta Asya,Kafkasya ve Ortadoğu'da ortaya çıkan emperyalist müdahale ve yayılmacılık,2001-2010 arası çıkmaza girmeye başlandığı andan itibaren, "IŞİD Komplosu" ile tahkim edilerek, "11 Eylül 2001 Komplosu"na "format" atıldı. Bu mantık temelinde olaylara baktığımız zaman, Batı'nın IŞİD komplosunun, 11 Eylül Komplosu'nun devamı olduğunu kolayca anlarız.
Soğuk Savaş sonrasında ABD, emperyalist hiyerarşinin tepesinde "Süper Güç" olarak adlandırılan bir konuma sahip oldu. Çok kısa bir zaman sonra görüldü ki, eğer birşeyler yapmazsa bu konum fazla uzun sürmeyecekti. Soğuk Savaş'ın hemen sonrasında, ABD politikasının ve entellektüel gücünün odağında, ABD'nin yeni uluslararası konumunun nasıl korunacağı ve sürdürüleceği yeralmaktaydı.Bunun için bir çok teorik ve politik çalışma yapıldı ve bu temelde düşünce kuruluşları teşvik edildi. Bu tip çalışmaların belki de en önemlisi , ABD Savunma Bakanlığı bünyesinde ve Paul Wolfowitz'in başkanlığında 1992 yılında hazırlanan "Savunma Planlama Rehberi"ydi. Dönemin Başkanı olan Baba Bush için hazırlanan rapor, Soğuk Savaş sonrasında ABD'nin süper güç konumunun nasıl korunacağı ve sürdürüleceğini küresel bir strateji ile ortaya koyuyordu. Raporun temel amacı, ABD'nin küresel liderliğini tehdit edecek rakip bir gücün ortaya çıkmasını önlemekti. Bu güç Batı Avrupa'da,Doğu Asya'da, eski Sovyet coğrafyasında ve Ortadoğu'da ortaya çıkabilirdi.ABD'nin küresel liderliği bu bölgelerden birisinin, bağımsız bir gücün eline geçmesine engel olmaya bağlıydı. ABD'nin küresel liderliğini tehdit edecek bir gücün ortaya çıkmaması için izlenilecek strateji ve politika açıktı.Avrupa'nın ABD'den ayrı bağımsız bir küresel güç olarak ortaya çıkması önlenecekti.Bu noktada Fransa'nın ihtirasları,Almanya ve İngiltere'nin ABD'ye daha fazla bağlanması temelinde dizginlenecekti. Rusya'nın eski Sovyet coğrafyasında yayılması engellenecekti. Çin Dünya Ticaret Örgütü aracılığıyla küresel kapitalizme bağlanarak ve zaman içerisinde SSCB'nin çöküşüne benzer bir biçimde çözülecekti. Japonya'nın da eskisi gibi ABD'ye bağımlılığı sürdürülecekti. Bu strateji, ABD tarafından bazı ülkelerin baskı altına alınması ve bazılarının da çevrelenerek zamanla diz çökertilmesi üzerine oturtulmaktaydı. Avrupa ve Japonya'nın bağımlı hale getirilerek,Rusya ve Çin'in bastırılması bu stratejinin ana ekseniydi. Sovyet Rusya çökmesine karşın hala daha bağımsız ve ayağa kalkma potansiyeli yüksek emperyal bir güçtü.Kaldı ki eski Sovyet coğrafyasındaki bir çok bölge bir tür "boşluklar" oluşturmaktaydı. Bu bölgeler tam olarak ne Batı'nın ne de Rusya'nın nüfuzu altındaydılar ve bu bölgeler Batı tarafından nüfuz altına alınmadıkları taktirde, zaman içerisinde ayağa kalkan Rusya'nın tekrar nüfuzu altına girmeleri kaçınılmazdı. Bu durumda ABD'nin küresel liderliği de tehdit altına girmiş olacaktı. Savunma Planlama Rehberi'nin öngördüğü strateji, ABD'de Cumhuriyetçi Parti ile Demokrat Parti'nin ortak stratejik vizyonunu oluşturur.Ancak aralarında yine de bir fark vardır ve bu fark bu hedefe ulaşmak için uygulanılacak taktik yaklaşımın farklılığından kaynaklanır. Demokrat Parti ile Cumhuriyetçi Parti'nin arasındaki ideolojik farklılığın kendisini en çok belli ettiği alan taktik alandır. ABD'de Cumhuriyetçiler, belirlenen tehditlere karşı, sert güçleri direkt ve yumuşak güçleri dolaylı kullanmayı benimseyen bir metoda sahiplerken; Demokratlar genellikle bunun tersini, yani yumuşak güçleri direkt ve sert güçleri dolaylı kullanmayı benimseyen bir politikaya sahiptirler.Elbette burada mutlak bir yaklaşımdan değil, genel ve göreli bir yaklaşımdan bahsediyoruz. Araçların bu farklı kullanımının dost ve müttefik güçlere yaklaşımda farklılıklara neden olacağı kendiliğinden anlaşılır.
1990'lı yıllarda Savunma Planlama Rehberi'ni kamuoyuna sızdıran,iktidarda olan Demokrat Parti ve Bill Clinton oldu.Çünkü bu siyaset,ABD'nin dünya politikasına "tek taraflı yaklaşımı" getiriyordu ve müttefiklerini ikna temelinde değil, zor aracılığıyla ABD'nin küresel stratejisine bağlamayı öngörüyordu. Demokrat Parti ve Bill Clinton,metod olarak bu politikaya karşıydı. Cumhuriyetçi'ler dünyaya haddinden fazla siyasi ve askeri zor kullanmayı öne çıkarıyorlardı,ki bu uzun dönemli olarak ABD için bir felaket olabilirdi.
İşte 1990'lı yıllarda Bill Clinton ve Demokrat Parti'nin geri plana çektiği ama özünü koruduğu ve de başka metodlar ile pratiğe geçirmek istediği Savunma Planlama Rehberi'ni, 2000 yılında George W.Bush seçildiği zaman tekrar Cumhuriyetçi'ler stratejik bir plan olarak kabul ettiler ve bu temelde "11 Eylül Komplosu" organize edildi.Bundan dolayı "Savunma Planlama Rehberi" ile "11 Eylül terör saldırıları" arasında bir bağlantının olduğunu ileri sürebiliriz.2001-2010 arası ABD'nin uygulamış olduğu politikalar,işte bu Savunma Planlama Rehberi'nin taktik düzeyde öngörmüş olduğu politikalardı.
1990'lı yılların başlarından günümüze kadar olan süreçte,ABD'nin "iki farklı politik ve askeri doktrini" ile karşı karşıyayız.Doktrinler arasındaki fark,ABD'de Cumhuriyetçi Parti ile Demokrat Parti arasındaki ideolojik ve politik farklılıktan kaynaklanmaktadır.Bu doktrinleri "Clinton Doktrini" ve "Bush Doktrini" olarak adlandırabiliriz.
Bush Doktrini, El Kaide gibi bir terör örgütünü,provakatif bir şekilde kullanarak,ABD'nin direk askeri güçlerini, dünyanın önemli bölgelerine ama özellikle de Ortadoğu'ya yerleştirerek,Batı karşıtı olan devletlerin yıkılmasını gerçekleştirerek,bu yıkılışları dikkatli bir şekilde Rusya ve Çin'in kuşatılmasına bağlamaktı.Burada El Kaide ABD'nin politik ve askeri güçlerinin yayılması için bir aldatma aracı olarak kullanılmaktadır."Terörle küresel çapta mücadele" görünümü altında,emperyalist yayılmacılık ve sömürgeciliğin geliştirilmesi hedeflenmektedir.El Kaide terörü Batı Emperyalistleri tarafından,kendi askeri güçlerinin dünyanın belirli bölgelerine yerleştirilmesi için bir "yerleştirme aracı", bazı müttefiklere ve tarafsız güçlere karşı "baskı ve tehdit aracı" ve nihayetinde kendi toplumlarını dış politikadaki angajmanlara hazır hale getirmek için "psikolojik savaş aracı" olarak kullanılmak istenmektedir.Bu doktrin 2001 - 2009 arası uygulandı.
Aynı stratejik hedef ama başka bir biçimde ve yine El Kaide eksenli olarak 1990'lı yıllarda "Clinton Doktrini" olarak uygulandı.El Kaide 1990'lı yıllarda dünyanın çeşitli bölgelerinde,ABD Ordusu ve üslerine karşı bir çok terör eylemi gerçekleştirdi.Bu eylemler hiç kuşkusuz belirli bir komplo çerçevesinde El Kaide aracılığıyla yine ABD tarafından organize ediliyordu ya da El Kaide bu temelde yönlendiriliyordu. Clinton yönetiminin amacı,daha çok dünyanın çeşitli bölgelerinde yerli işbirlikçileri ön plana çıkararak ve müttefikler ile yakın işbirliği içerisinde sınırlı bir ABD askeri müdahalesi gerçekleştirmekti ve Rusya ve Çin'in kuşatılmasını bu politik ilişki ve taktikler aracılığıyla gerçekleştirmekti. Bu doktrinde de El Kaide terörü aldatma ve provakatif amaçlı kullanılmaktadır ancak bütün ABD askeri gücünün direk harekete geçirildiği bir duruma dönüşmemektedir. Bu doktrinin amacı,askeri harcamaların düşük tutulması ve bütçedeki kaynakların daha çok ABD'de başka sosyal projelere aktarılmasını sağlayarak,Demokrat Parti'nin sosyal temellerini iç politikada güçlendirmekti.Gerçekten de dış politikada sınırlı asker kullanımı,Clinton döneminde muazzam bir bütçe fazlasının ortaya çıkmasını sağladı.Clinton doktrini ile Sayın Başkan'a ve PKK'ye karşı gerçekleştirilen 1999 Komplosu arasında direk bir bağlantı sözkonusudur.
2009'un sonunda Demokrat Parti adayı Barack Obama,ABD Başkanı seçilince, ABD politikası tekrar Clinton Doktrini'ne dönmeye başlamıştır ve bu temelde Ortadoğu politikası da tekrar reorganize edilmiştir.İşte ABD'nin IŞİD politikası da bu değişimle ortaya çıkan bir durumdur. IŞİD, Obama Başkanlığı'ndaki ABD'nin Bush Doktrini'nden Clinton Doktrini'ne geçme aracıdır.
|