K.Erdem
Binlerce yıldan beri insanoğlu, şeylerin gerçekliğinin nerede yattığı noktasında büyük bir çaba harcamış ve buna kafa yormuştur.Bu temelde felsefe, ayrı bir bilim olarak giderek diğer bilimlerden ayrılarak ayrı bir uzmanlık alanı haline gelmiştir.
Düşünce belirli bir mantık yapısına göre işler ve bu durumda mantık düşüncenin aletidir.Bu alet ne kadar yetkin olursa,şeylerin gerçekliğine ulaşmak da o kadar kolay olur. Mantık, nesnel hareketin düşünce tarafından en genel soyutlanmasıdır. Nesnel hareketin gerçekliğini içerisinde barındırmasına göre bir mantık, gerçekliğe yakın ve uzak olmanın da genel ölçüsünü içerisinde barındırır. Bugüne kadarki tarihsel tecrübe, en iyi ölçünün mantığın diyalektik biçimi içerisinde yattığını göstermiştir.
Felsefi düşüncenin ilk ortaya çıktığı dönemlerdenden günümüze kadar, ortaya çıkan bütün felsefi okullar, gerçeğe ulaşmanın çeşitli mantık yapılarını ortaya koymaya çalışmışlardır. Bu mantık yapıları, mantık yürütmenin ilkel biçimlerinden , daha modern ve yüksek biçimlerine kadar uzanan bir seyir izlemektedir ve her yeni okul, mantığa yeni bir boyut getirerek onu daha da yetkinleştirmiştir.
İlk dönem felsefi okullar,şeylerin gerçekliğini çok basit ve yüzeysel mantık biçimlerine göre açıklamaya çalışmışlardır.Genellikle bu basit ve yüzeysel biçimler,insanın duyu organlarının ürünü olan algı ve tasarımlara dayanıyorlardı ve bundan dolayı da gerçekliğin eksik ve hatta çoğu zaman yanlış anlaşılmasına neden oluyordu. Çünkü şeylerin gerçekliği somut ve görünür olanda değil, soyut ve görünür olmayanda ve de sadece düşüncenin birbirine bağlayabileceği bir akılcı mantık yapısı içerisinde yatıyordu.
Şeylerin soyut genelliğini açıklayabilmesi için düşüncenin algı, sezgi ve tasarım gibi bilinç biçimlerinin aldatıcı ve sınırlayıcı engellerinden kurtulmasına ve akılcılık düzeyinde işleyen bir yapıya ihtiyacı vardı. Düşünce her ne kadar somut olay ve olguların neden olduğu algı,sezgi ve tasarımlardan yani şeyin somut dolayımlarından işe başlasa da, belirli bir düzeyden sonra, bu biçimlerin engellerinden kendisini kurtararak, akılcılığın soyut dünyasına kendisini bırakarak, gerçekliğin asıl dünyasına adım atmalıdır.
Mantığın bu ihtiyacını tarihte ilk farkeden ve onu akılcılık düzeyinde kurmaya çalışan ilk filozof Emmanuel Kant oldu.Kant çelişki teorisini, hareketin somut ve görünen dünyasından,onun soyut ve görünmeyen dünyasına (Numen) taşıyarak, insan duyularının erişemediği alanlarda (kosmos gibi) mantıklı soyutlamalar yapma olanağı elde etti.Bu temelde hareketin temel ve genel özelliklerini barındırdığına inandığı bazı Yargılar oluşturdu. Kant ile akılcılık düzeyine adım atan mantık yine de hala daha emekleme dönemindeydi. Felsefenin akılcılığın bu ilk biçimlerinden, Hegel ve Marx'ın elinde tamamlanmış bir diyalektik biçime kavuşması için bir hayli zaman lazımdı. Ama ne olursa olsun Kant, Hegel'e mantığı daha da geliştirmesi ve diyalektik biçime sokması için yolu açmıştı.
Kant'ın temel sorunu, gerçekliği içerisinde barındırdığına inandığı soyutlamalar dünyasını sağlam bir temele oturtamamasıydı.Kant'ın şeylerin gerçekliğine ulaşmak için oluşturmuş olduğu yargılar,bir tür boşlukta sallanan şeylere benziyorlardı.Şeylerin genelliğine ulaşmanın (tümevarım) ihtiyacını kavramış olan Kant,genelin iç yapısını doğru olarak ortaya koyamadığı için , varolan somutun gerçek yapısını da ortaya koyamıyordu.Çünkü varolan somut ancak genelin (tümelliğin) yapısı doğru ortaya koyulduğu zaman gerçek anlamına ya da "yerine" oturacaktı.
Kant Görüngü'yü onun gerçekliğini içerisinde barındıran Genellik'ten ayırarak ve bu genelliğin bilinemeyeceğini ileri sürerek ona "kendinden şey" dedi.Ona göre bu kendinden şey bilinemezdi. Hegel Kant'ın akılcılığın temel sorununu ortaya koyduğu ama çözemediği noktada, sorunu tekrar ele alarak çözmeye başladı.Hegel Kant'ın bilenemez dediği kendinden şeyin bilinebileceğini ileri sürerek, mantığın çok önemli bir kategorisini yani Edimselliği buldu.Edimsellik, çelişkinin iki ucunun belirlenimleri içerisinde birbirine bağlandığı genelliğin varoluş biçimidir,ki aynı zamanda Hareket'tir.
Genelin özelliklerini ya da biçimlerini ortaya koyabilmek için önce genelin kendi varlığını ortaya koymak gerekir.Genellik tamamlanmış çelişkidir.Nasıl ekonomide karın kendisi onun biçimlerinden (faiz,rant,sanayi karı,tüccar karı,vergiler vs.) farklıysa, genelin kendisi de onun özelliklerinden farklıdır. Felsefedeki bu boşluğu ilk farkeden ve Edimsellik kategorisini bularak bütün diyalektik sistemi birbirine bağlayan Hegel oldu.
Hegel çelişki teorisini tamamlayarak, şeylerin gerçekliğinin içerisinde yattığı genelin nasıl kurulacağını ve doğru kurulan bu genelin içerisine "varolan" somutun nasıl yerleştirileceğini gösterdi. Ancak yine de bir sorun vardı. Hegel gerçekliğe ulaşmanın yöntemini geliştirirken, bunu Tanrı'nın gerçekliğini ortaya koyma temelinde yapıyordu.Ona göre felsefenin asıl konusu Tanrı'nın bu gerçekliğinin ispatlanmasıydı. Hegel'in "mutlak gerçekliği" yani genelliği Tanrı'ydı ve bu genel gerçeklik tümden gelim yoluyla bütün somut biçimler içerisinde kendisini varediyordu.Madem ki Tanrı Mutlak Gerçeklik ve Genellikti, o zaman herşeyin içerisinde olmalıydı!
Hegel diyalektiğinde mantığın idealizmle bu içiçe geçişi, diyalektik mantığın bilimin başka alanları içerisine taşınmasına engel oluşturuyordu.Din egemen sınıfların elinde oldukça ve felsefe de dinin egemenliği altında bulundukça, çıkarları bu egemen sınıflarla çatışan ezilenler, bu felsefeden ne bekleyebilirlerdi? Bu felsefe toplumsal çıkarları din aracılığıyla egemen sınıflara bağladıkça, yaratıcılığını ve bilimselliğini de yokediyordu. Çünkü burjuvazinin toplumsal sistemini olumluyor ve onu sonsuza kadar sürecek tek sistem olarak ilan ediyordu.Bu dogmatizmin hareketin sürekliliğiyle çelişmesi kaçınılmazdı.
Kendi içerisinde tutarlı bir sistem yaratan Hegel,sistemi başka alanlara uyarlarken hep idealist yapıntılar içerisinde geziyordu ve sürekli yanlış sonuçlar çıkarıyordu.Çünkü Hegel maddi yapıları, sürekli idealist yapılar içerisinden çıkarıyordu ve bundan dolayı da gerçekliğin yapısını bozuyordu ve anlaşılmasını zor hale getiriyordu.
İdealizmin bu zaafına ilk büyük eleştiriyi Feurbach yaptı ve son noktayı da Marx koydu.Marx Hegel'in diyalektik sistemine yeni bir şey getirmedi, sadece onu materyalist bir şekilde yorumladı.Ama bu "yorum" farkı dahi, Araf'ta olan diyalektik mantığın, Cennet'e taşınmasına yetti. Diyalektiğin materyalist yorumu yeni bir dünyaya kapıyı araladı ve o kapıdan içeri, kapitalist toplumun genel hareket yasalarını ve sınıfların tarihsel yapılarını bilimsel olarak ortaya koyan büyük bir eser ortaya çıktı: Das Kapital.
Marx Kapital'in mantık yapısını,materyalist bir şekilde yorumladığı Hegel'in diyalektik sistemi üzerine oturttu.Şayet hareketin en genel biçimlerinin sorunları çözülmemiş olsaydı,hareketin özel bir biçimi olan kapitalist hareketin temel yasa ve işleyişleri gösterilmiş olamazdı. Marx'ın Hegel'den alarak , kapitalist toplumun gerçekliğine uygulamış olduğu yöntemi yani varolanı önce kendi genelliği ile ilişkilendirerek ve sonra da bu genelliğin iç yapısını geliştirerek, sonra da varolanı bu genellik içerisine oturtmak ve anlamlandırmak anlayışını, bütün sorunlara uygulamak gerekir.
Marx'ın Kapital'inin mantık örgüsünü anlamak ve bilince çıkartmak ancak Hegel'in Mantık Bilimi'nin çözümlenmesi sayesinde mümkündür.Çünkü Kapital'in mantık yapısı ile Hegel'in Mantık Bilimi'nde geliştirdiği yapı aynıdır.
Az ileride Marx'ın Değer ve Sermaye teorisi ile Hegel'in Mantık Bilimi'nin dizgesini karşılaştıracağız ve nasıl Marx'ın Hegel'in kategorilerini ve mantık dizgesini izlediğini göstereceğiz. Hegel'in Mantık Bilimi'nden Marx'ın Kapital'ine uzanan yol oldukça karmaşık ve başka bir çalışmanın konusudur.Biz burada şimdilik kısaca Kapital ile Mantık Bilimi arasındaki felsefi bağı göstermekle yetineceğiz.
Hegel felsefesinin idealist biçimi onun felsefesinin devrimci içeriğine yanlış hedefler ve bundan kaynaklanan yanlış araçlar gösterir.Felsefesinin devrimci içeriği, idealist biçimin ağırlığı altında ezilir ve oynaması gereken tarihsel rolü oynamasına engel teşkil eder. Hegel'in felsefesinin idealist biçimi,devrimci içeriğin doğru bir şekilde hareketin diğer özel biçimleri içerisinde yayılmasına engel teşkil etmekteydi.İdealist biçiminden dolayı , Hegel'in felsefesinin içeriği,bilimin başka alanlarında sürekli sapmalara neden oluyordu.Bu öyle bir sapmaydı ki, sosyal bilim alanında kilisenin ve dinin yüceltilmesine götürüyordu ve bu kanal aracılığı ile Hegel felsefesi kaçınılmaz bir şekilde dini kendi kontrolü altına almış olan büyük burjuvazinin çıkarlarına yamanıyordu. Bu durum onun felsefesinin devrimci özünün kötürüm olmasına ve işlevsizleşmesine neden oluyordu.
Devrimci hareket eğer toplumda aşağı sınıfların hareketiyse,bu haliyle bu felsefe sömürülen ve ezilen sınıfların işine yaramıyordu.O halde idealist biçimin altındaki devrimci cevheri alıp ve ona doğru hedef ve araçlar vermek gerekiyordu ki bu işi yapmak Marx'a düştü.
Hegel sistemindeki varlık ve yokluk aslında sonlu madde ile sonsuz madde arasındaki ayrımdır.Aslında sonsuz madde yokluk ile aynı anlama gelir.Çünkü bilincimizdeki sonsuz madde,hakkında pek bir şey bilmediğimiz maddedir.Sonsuz maddeyi biz ancak sonlu madde aracılığıyla anlamaya başlarız.Zaten bu sonlu madde,sonsuz maddeyi yani yokluğu tam yadsıdığı ölçüde belirli-madde haline gelir.
Hegel idealist olduğu için,başlangıç kavramını ne olduğu ve nereden geldiği belli olmayan,doğa üstü bir çağrışımı yapan yokluk kavramı ile yapmayı ve kendi idealist felsefesinin temeline koymayı uygun görmüştür.Ama onun yokluk dediği şey materyalist felsefede sonsuz maddeye tekabül eder.Aslında kavramın en boş ve soyut biçimidir.
Hegel yokluk ve varlığın birliğini oluş olarak belirtir.Böylece aynı zamanda varlığın, yokluktan çıkmakta olduğunu da belirtmiş olur.Bunun aynı zamanda bir çelişki ve hareket olduğu oluş eyleminin kendisinden de anlaşılır.Hareket de madde gibi sonsuzdur.
Daha sonra Kavram teorisinde ele alınan Mutlak Fikir'de sonsuz madde,sonlu madde biçiminde düşüncede tamamen yeniden üretilmiş olarak ortaya konur.Nesnel gerçekliğin düşüncede bu bütünlüklü üretilmesi ya da düşünce somutu haline getirilmesine (ki bu bilmedir) Hegel Mutlak Fikir adını verir.
Sonlu ve sonsuz maddenin ortadan kalkması somut madde biçiminde olur.Somut madde,bütün iç bağlantıları açığa çıkarılan ve belirlenimi tamamlanan ve de tamamen bilinen sonsuz maddedir.Sonsuz maddenin felsefede somut madde biçiminde varoluşu ise, diyalektik mantık ya da diyalektik materyalizm'dir.
Marx diyalektiğe bir kategori ekleyerek ya da mantık sistemi içerisinde eksik bir halkayı bularak bir katkı yapmamıştır. Marksist diyalektiğin bütün kategori ve kavramları Marx'tan önce mevcuttu.Örneğin Hegel diyalektikteki Edimsellik (Gerçeklik) kategorisini buldu ve onun aracılığı ile diyalektiğin diğer bütün parçalarını tek bir mantık sistemi halinde birbirine bağladı.Bugünkü diyalektik sistemin biçimi ve kalıbı hala daha Hegel'inkisidir.
Peki Marx diyalektiğe ne getirmiştir?
Marx diyalekteki "anarşi"ye son vermiştir.İdealist biçimiyle diyalektik bilimin başka alanlarında kullanılamaz haldeydi ve bu haliyle de bir işe yaramıyordu. Marx'ın diyalektiği materyalist bir biçimde yorumlamasından sonradır ki, diyalektik daha verimli bir şekilde bilimin başka alanlarına geçebildi.Örneğin bu temelde Tarihsel Materyalizm ortaya çıktı ve onun bir çok kategorisi (Toplumsal Varlık,Toplumsal Bilinç, Altyapı, Üstyapı, Üretici Güçler,Üretim İlişkileri,farklı toplumsal yapıların birbirlerini bir düzen ve disiplin içerisinde izlemeleri ve yine Değer ve Sermaye teorisinin bir çok kategorisi) bulundu.
Hegel Diyalektik Mantığı üç düzeye böldü:
a-Varlık; b-Öz; c-Kavram
Diyalektik Materyalizmde bunların karşılıkları şöyledir:
a-Madde; b-Çelişki ; c-Genellik (Tümellik) ya da Hareket
Biz burada kısaca ve bir tablo halinde Hegel'in Mantık Bilimi ile Marx'ın Değer ve Sermaye teorisindeki kavram ve kategorileri karşılaştıracağız ve nasıl Marx'ın Hegel'in mantık sistemini izlediğini ve Mantık Bilimi'ni nasıl Kapital'in felsefi temeli yaptığını göstereceğiz.
Aşağıdaki tablo karşılaştırmalı bir şekilde Hegel ve Marx’ın diyalektiğini ve de buna karşılık gelen Değer ve Sermaye teorisinin kategorilerini göstermektedir.Bu tablodan da açıkça görüldüğü gibi Marx Hegel’in mantık kalıbını kullanmıştır.
Hegel Diyalektiği ve Marksist Diyalektik
I-VARLIK (HEGEL) YA DA MADDE (MARX) TEORİSİ
HEGELCİ DİYALEKTIK | MARKSİST DİYALEKTIK | DEĞER TEORISI | SERMAYE TEORİSİ |
NİTELİK | NİTELİ K | META | SERMAYE |
NİCELİK | NİCELİK | ZAMAN | ZAMAN |
ÖLÇÜ | ÖLÇÜ | PARA | ÜCRE T |
II-ÖZ (HEGEL) YA DA ÇELİŞKİ (MARX) TEORİSİ
HEGELCİ DİYALEKTİK | MARKSİST DİYALEKTİK | DEĞER TEORİSİ | SERMAYE TEORİSİ |
ZEMİN | KARŞITLARIN BİRLİĞİ | METALARIN BAŞKALAŞIMI | SERMAYENİN BAŞKALAŞIMI
|
VAROLUŞ | YADSIMANIN YADSINMASI
| PARANIN DOLAŞIMI | SERMAYENİN DEVRİ |
ŞEY | KARŞITLARIN İÇ İÇE GEÇMESİ | SİKKE (DEĞER SİMGESİ) | GENİŞLETİLMİŞ ÖLÇEKTE YENİDEN ÜRETİM |
GÖRÜNGÜ
| GÖRÜNGÜ (GENELİN BELİRİŞİ) | PARA YIĞMA | SERMAYENİN BİRİKİMİ
|
EDİMSELLİK | TÜMEVARIM
| ÖDEME ARACI OLARAK PARA | KAR
|
III-KAVRAM (HEGEL) YA DA TÜMELLİK-HAREKET (MARX) TEORİSİ
HEGELCİ DİYALEKTİK | MARKSİST DİYALEKTİK | DEĞER TEORİSİ | SERMAYE TEORİSİ |
ÖZNEL KAVRAM | ÖZNEL GENELLİK
| EVRENSEL ÖDEME ARACI OLARAK ALTIN | GENEL KAR ORANI VE BİÇİMLERİ
|
NESNEL KAVRAM | NESNELGENELLIK
| DEĞERLİ MADENLER (ALTIN VE GÜMÜŞ) | SANAYİ KARI,TÜCCAR KARI,BANKA KARI,TOPRAK RANTI, VERGILER |
İDEA | SOMUT BÜTÜNLÜK | DEĞER, ARTI-DEĞER | SERBEST REKABETÇİ KAPİTALİZM, KLASİK EMPERYALİZM, ULUSLARARASI EMPERYALİZM |
Bu tablo aynı zamanda Marx'ın Kapital'inin eksik olan kısmını da göstermektedir.Kapitalist toplumda artı-değer, tüccar,sanayici ve bankacının karı olarak ve de toprak rantı olarak ayrışır.Bir de bunların dışında devletin vergiler yoluyla el koyduğu kısım vardır.Kapital'de bu kısım yoktur.Ancak Marx Katkı'da Kapital'in bu bölümünün olacağını belirtmişti.Eserinin en son kısmı olarak da bu bölümü düşünüyordu. Ancak buna ömrü yetmedi. (Bakınız Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı,s.277, Sol Yayınları).