[ Kurdî   English   Francais                                 PROLETER DEVRİMCİLER KOORDİNASYONU (PDK)  28-05-2023 ]
{ komunistdunya.org }
   Açılış_sayfanız_yapın  Sık_Kıllanılanlara_Ekle

 Site Menü
   Ana Sayfa
   Devrimci Bülten
   Yazılar / Broşürler
   Açıklamalar
   Komünist Hareketten
   İlerici / Devrimci       Basından
   Kitap - Broşür PDF
   Sanat
   Görüşler

 Arşiv - Ara
   Arşiv
   Sitede Ara

 İletişim
   Bağlantılar
   Önerileriniz

_ _
{ }


_ _
{ Son Yazılar }
Devrimci ve Demokrat...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Say...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
EMPERYALİZM VE TÜRKİ...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
_ _
{  Devrimci Bülten Sayı 61(2) }
| Devrimci Bülten

SURUÇ KATLİAMI VE ARKASINDAKİ GÜÇLER


K.Erdem


"400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün." (Recep Tayyip Erdoğan-7 Mart 2015)



Türkiye ve Kürdistan halkları büyük bir psikolojik operasyon ile karşı karşıyadırlar. Suruç katliamını planlayanların adresi bellidir ve bu katliamla bir çok politik hedef gütmektedirler.Bu noktada bir çok politik tuzak kurulmuş durumdadır ve ne yazık ki  devrimci ve demokratik hareket,ideolojik ve politik  olarak bu tuzaklara karşı yeterince hazırlıklı değildir.


Bu hazırlıksızlığın en önemli nedenlerinden bir tanesi, gerçekliği algılamada varolan ideolojik yetersizlik ve de bundan kaynaklanan yanlış yargılardır. Bu  yanlış yargılar ve uzun zamandan beri ülke,bölge ve dünya gerçekliğinin yanlış okunması,halklar üzerinde kötü emelleri bulunan güçleri hem cesaretlendirmekte hem de onları daha aşırı hareketlere itmektedir.


Olayların tam bir fotoğrafını çekmeyi olanaksız kılan durum, üç temel başlık altında toplanabilir,ki çeşitli makalelerde bunları aslında detaylıca analiz ettik:1-AKP'nin yanlış analizi; 2-) IŞİD'in yanlış analizi; 3-) PKK'nin IŞİD söylemi. 


Daha yakından bakıldığı zaman, bu üç durum ile ilgili olan kamuoyundaki yanlış algı probleminin kaynağı ise, AKP'nin,Batı Emperyalistlerinin ve PKK'nin, savaşın doğasına uygun olarak uygulamış oldukları ve kendi gizli stratejik hedefleri ile bağlantılı olan politik aldatma ve bu aldatma için devreye sokmuş oldukları taktik araçlardır. Bu karmaşıklık ideolojik yetkinlik aracılığıyla giderilmeden, Suruç Katliamı gibi olayların mantığını çözmek mümkün olmadığı gibi, bu tür katliamlar aracılığıyla hazırlanan politik tuzaklardan korunmak da mümkün değildir.


Uzun zamandan beri devrimci, demokratik,liberal,Kemalist, aşırı milliyetçi ve hatta politik islamın AKP'ye karşıt olan kesimleri (Saadet Partisi gibi), bıkıp ve usanmadan şu ortak söylemi kullanmaktadırlar: Erdoğan ve AKP "Batı'nın işbirlikçisi", "BOP'un Eşbaşkanı" ve "Batı'lı emperyalistler tarafından iktidara taşınmışlardır" vs. Bunlar tamamen yanlıştır ve yanlış olduğu gibi bu çevreleri yanlış politik hareketlere de sürüklemektedir.


Erdoğan ve AKP, Batı Emperyalistlerinin kendilerini işbirlikçilik temelinde kullanma anlayışlarına taktik olarak yanaşarak ve geçici olarak onların desteğini alan, Ergenekon Komplosu ve Ordu'nun bastırılmasından  ve  iktidarın iplerini tam ele geçirdikten sonra da, giderek Batı'dan stratejik olarak uzaklaşan ya da ondan ayrışan ve bunu da Tek Adam diktatörlüğü  ve sünni islam temelinde yeni bir faşist rejim inşasıyla birleştiren bir politika izlemişlerdir. Bu faşist sünni islam rejimi, bölgede sünni radikalizmin yayılma aracı olarak kullanılmasıyla da içiçe geçmiştir. Bu sünni radikalizm öyle sanıldığı gibi IŞİD de değildir.


İşte bu noktada yukarıda ikinci şıkta belirttiğimiz yani IŞİD'in analizini doğru yapmamız gerekmektedir.Bununla ilgili bir çok makale yazdım ve okur isterse bu makalelere başvurabilir: IŞİD:Batı Emperyalistlerinin Ortadoğu'da Truva Atı; Batı Emperyalistlerinin IŞİD Komplosu ve PKK'nin Stratejik Durumu; Batı Emperyalistlerinin IŞİD Aracılığıyla Kürt Politikası; IŞİD'in Arkasındaki Güçler ve Stratejik Hedefleri;  PKK ve Ortadoğu Devrimi (Geleceği Nasıl Okumalı?). 


Bütün bu makalelerimin ortak vurgusu,IŞİD'in denge,tehdit ve psikolojik hareket unsuru olarak Batı Emperyalistleri tarafından kurulan ve kontrol edilen bir örgüt olduğudur.Eski El Kaide'nin bölge devletlerinin (Suudi Arabistan,Katar ve Türkiye gibi) etkisine girmesinden sonra,Batı IŞİD aracılığıyla ve onu bir leviye gibi kullanarak,istediği güçleri sıkıştırmakta (PKK gibi) , bazı devletleri (İran gibi)  zayıflatmak istemekte, kendisinden uzaklaşmak ta olan bazı devletlerin (Türkiye ve Suudi Arabistan gibi)  işbirlikçi unsurlarını (Nusra Cephesi,El Kaide,Ahrar El Şam vs. gibi) da sınırlayarak bu devletlerin bölgede Batı'dan ayrı strateji geliştirme olanaklarını yoketmek istemektedir. Üstelik bunun için asker göndermesine de gerek yoktur ve bu noktada iç kamuoyunda asker kayıplarından dolayı bir sıkıntı da yaşamamaktadır. Bu haliyle IŞİD yeni türde ve yüksek teknoloji ürünü olan bir atom bombası değerindedir.


Ama Rojava devrimi ve deneyiminde de gördüğümüz gibi,emperyalistler ve bölge devletleri PKK gibi her iki kampa düşman olan bir üçüncü güce karşı da taktik olarak zaman zaman beraber hareket etmektedirler.Ama bu birliktelik stratejik olmadan ziyade taktiktir.Çünkü PKK'nin bölgede ötelenmesinden sonra ayrı stratejik hedeflere sahiptirler.


2014'ün Sonbaharı'nda Batı Emperyalistleri ve bölgedeki gerici devletler (Suudi Arabistan, Türkiye vs.) , Rojava'da birlikte hareket ederek ve PKK/PYD'ye karşı birlikte bir kuşatma ve bastırma hareketi planlayarak,PKK'nin bölgede etki alanını daraltmaya ve Rojava'yı PKK'den alıp KDP'ye verme politik hedefiyle hareket ettiler.Türkiye'nin de işine geldiği için,Suudi Arabistan ve Katar ile ortak hareket ederek ve bu güçlerin emrindeki El Kaide unsurlarını IŞİD ile ortak hareket etmesini sağlayarak,Rojava'nın düşmesi hedefi ile hareket etti. Rojava'da PKK, IŞİD görünümü altında aslında Batı Emperyalistleriyle savaştı/savaşmaktadır. IŞİD "dizginleri Batı Emperyalistleri tarafından tutulmuş terörizm"dir.


İşte bu noktada hassas ve ince bir durum söz konusudur.Bu durum anlaşılmadan Türkiye'nin IŞİD ,Suriye ve Batı ile olan politikaları ve PKK'nin "IŞİD'in arkasında Türkiye var" taktik söylemi anlaşılmaz.


Türkiye bir yandan Nusra Cephesi,Ahrar El Şam,ÖSO ve onlarca Selefi örgüt aracılığıyla Rojava'da PKK'ye karşı savaşırken, IŞİD'in de PKK/PYD'ye karşı savaşını kolaylaştıran da bir taktik izlemiştir. AKP bu taktik ile iki hedef gütmüştür: 

1-PKK'nin zayıflamasını ve daha büyük oranda güç harcamasını karşı-devrim cephesini genişleterek sağlamak istemiştir.

2-AKP kendi kontrolünde olmayan IŞİD'in de savaşla sürekli zayıflamasını sağlayarak , Batı'dan stratejik olarak uzaklaşmakta olan AKP'ye karşı IŞİD'in Batı tarafından olası bir kullanımında fazla tehlikeli olmasının da  önüne geçmek istemiştir.


Yani AKP bir yandan PKK'yi zayıflatırken, öte yandan da IŞİD'e kolaylık sağlayarak,onun da savaşarak zayıflamasını sağlamaya çalışmıştır.Bu noktada Erdoğan savaşın doğasına uygun hareket etmektedir.


Batı'nın amacı "Uluslararası Koalisyon" görünümü altında Türkiye ile IŞİD'i kafa kafaya çarpıştırıp ve bu temelde iç politikada AKP'nin zayıflamasını sağlayarak,AKP'nin yerine kontrollü bir şekilde  Batı yanlısı başka bir gücün geçmesini sağlamaktır.Bundan dolayı IŞİD'e karşı Türkiye'yi karada savaşması için cesaretlendirmiş ama tehlikeyi farkeden Erdoğan, IŞİD'e vurulacak darbenin Esad'a vurulacak darbe ile birleştirilmesi gerektiğini ileri sürerek IŞİD ile savaşmaktan kaçınmıştır.


Suriye'de dört ayrı çizgi ve bu  çizgileri hayata geçirmek isteyen dört ayrı güç merkezi sözkonusudur: 

a-Esad Rejimi ve bunu destekleyen bölgesel ve uluslararası güçler: Rusya, Çin, İran, Hizbullah.

b-IŞİD'i kullanan Batı Emperyalistleri ve onun terörü aracılığıyla işbirlikçi bir hareket oluşturma arayışı.

c-Türkiye,Suudi Arabistan ve Katar'ın El Kaide (El Nusra ve Ahrar El Şam gibi) ve Müslüman Kardeşleri destekleyen ve son dönemde Fetih Ordusu etrafında birleşen güçler.

d- PKK-PYD'nin  , Burkan El Fırat gibi oluşumları da barındıran Demokratik Ulus siyaseti. 


Batı Emperyalistleri, bir yandan IŞİD ile PKK'nin Rojava devrimi etrafında geliştirmek istediği Demokratik Ulus girişimini IŞİD ile bastırırken ve buna "c"   şıkkında olan ülkeri de katarken ama aynı zamanda bu "c" şıkkındaki grubun da güçlenmemesini istememektedir.Bu grubu da IŞİD'i kullanarak zayıflatmak istemektedir.Esad Rejiminin zamansız düşüşü bu grubu güçlendireceği için de, Esad'ın üzerine ne IŞİD'i ne de başka bir gücü salmaktadır.Batı Esad'ın yıkılışını, Eğit-Donat programı ile Batı yanlısı işbirlikçi unsurların oluşturulması ve güçlenmesi tamamlandıktan sonra gerçekleştirmek istemektedir.İşte tam bu noktada Türkiye, Eğit-Donat programının içeriğini sulandırarak ve Türkiye-Suudi Arabistan blokuna yakın Selefi ve İhvan güçlerini daha çok içerisine çekerek,bu programı asıl hedefinden saptırmaktadır.Onun için ABD bu programı fazla ilerletememektedir. 


Türkiye'nin ve bazı bölge devletlerinin Batı'dan ayrı bu politikası ve bu politikaya dayanarak oluşturulmak istenen "Tampon Bölge", hep Batı tarafından bugüne kadar reddedilmiştir.Mayıs 2013 yılında , Erdoğan'ın ABD'ye yaptığı ziyaretten az önce,Suriye'deki Selefi terör örgütlerine sipariş edilen Reyhanlı terör saldırısının amacı da, işte ABD'ye bu tampon bölgeyi kabul ettirmek içindi. Ama Obama Erdoğan'ın bu oyununu görmüş ve onu eli boş göndermiştir.


İşte tam Kobane düşmek üzereyken PKK,taktik bir manevrayla, KDP üzerinden Batı ile bazı tavizler içeren ve zaman kazanmaya dönük olan Duhok Anlaşması'nı kabul etti.IŞİD baskısıyla Batı Emperyalistleri PKK'den bazı tavizler kopardı ve Rojava bu tavizler karşısında elde kaldı. (Bu nokta ile ilgili daha fazla bilgi için "PKK ve Ortadoğu Devrimi" adlı makaleme bakılabilir). 


İşte bu noktada yukarıdaki üçüncü şıkka geliyoruz yani PKK'nin IŞİD söylemine. PKK IŞİD aracılığıyla Batı Emperyalistleriyle savaştığını çok iyi bilmektedir.Peki o zaman niçin IŞİD'in arkasında Batı'nın değil de Türkiye'nin olduğunu ısrarla belirtmektedir? Bu durumu kısaca şöyle özetlemek mümkündür: 

1-PKK tek başına IŞİD'i durduramayacağını bilmektedir.Çünkü tek düşmanı IŞİD değildir.Türkiye,İran,Suriye,KDP ,  diğer selefi örgütler (El Nusra vb.) ve ÖSO'cular da pusuda beklemektedirler.Batı'nın bölge politikasını hemen yokedecek gücü olmadığı için Batı ile taktik bir uzlaşma arayıp, zaman kazanmak istemektedir.

2-Bu zaman kazanma girişimini Türkiye ile Batı arasındaki çelişkileri keskinleştiren bir politika ile koordine etmektedir.Suriye'de Batı aleyhine hareket edenin kendisi değil,Türkiye ve benzeri ülkeler olduğu imajının güçlenmesini sağlamak istemektedir.

3-IŞİD'e ve diğer terör örgütlerine olan öfkeyi,direk Türkiye üzerine kanalize ederek,Türkiye'nin hem IŞİD'in işini kolaylaştıran hem de diğer Selefi örgütlerine olan desteği üzerinde Batı ile birlikte baskı kurmak istemektedir. IŞİD'ci olmayan güçleri IŞİD sepetine atarak,genel politikası üzerinde baskı oluşturmak istemektedir.Böylece Batı ile olan taktik anlaşmayı da tehlikeye atmış olmamaktadır.

4-PKK Batı ile taktik bir anlaşma yaptığı için,IŞİD'in arkasında Batı'nın olduğunu ileri süremez.Böyle bir politika Batı,Türkiye,KDP ,İran ve Suriye ile tek bir cephe oluşturacak şekilde karşı karşıya kalmak olur,ki bu büyük bir darbenin yenilmesi demektir.

5-PKK ısrarla IŞİD'in arkasında Türkiye var söylemini kullanarak,bir an önce Türkiye'nin IŞİD ile karşı karşıya gelmesini istemektedir.IŞİD ile savaş içerisine çekilen Türkiye,bu savaşı IŞİD'in dışındaki Nusra Cephesi ve benzerlerinin güçlenmesine bağlayacağı için hem Batı ile arası açılacak hem de tek PKK ile değil Suriye'deki Esad rejimi olmak üzere İran ve Rusya ile de arası daha fazla açılacaktır. IŞİD'e karşı savaşı PKK/PYD ve Esad'a karşı savaşla koordine etmek isteyen AKP ve Erdoğan, geniş bir düşman cephesiyle de karşı karşıya kalacaktır.

6- Böyle bir durum yani AKP'nin Suriye savaşına dahil olması ve bu temelde PKK/PYD'ye karşı da seferber olması durumunda PKK, Batı'nın  İran ile ateşkesin bozulması baskısına,Türkiye ile savaşı gerekçe göstererek devam etme olanağı elde edecektir.Böylece Türkiye'nin durdurulması tek PKK'nin değil Batı'nın da problemi olacaktır.


İşte PKK'nin "IŞİD'in arkasında Türkiye var" söylemi bu bölgesel güç ilişkilerinin sonucudur.Ama bu söylem içerisinde büyük bir tehlike de barındırmaktadır: AKP IŞİD'e karşı harekete geçerse ve bu geçişini de halk üzerinde terör eylemleriyle koordine ederek,bu eylemleri de "IŞİD'in misillemesi" olarak lanse ederse ne olacaktır? İşte Suruç Katliamı, "IŞİD algısı geçirilmiş devlet terörüdür". AKP PKK'nin IŞİD söylemine karşı-aldatma ile karşılık vererek geri iade etmiştir.


Bu noktayı biraz açalım.


Erdoğan'ın iki temel stratejik hedefi vardır ve bu hedefleri birbirine bağlayan bir strateji oluşturmuştur.Bu hedeflerden ilki iç politika ile ilgilidir ve diğeri ise dış politika ile ilgilidir.Ama Erdoğan III.Napolyon gibi iç ve dış politikayı sıkıca birbirine bağladığı için,bu iki hedefini de birbirine bağlamıştır. Erdoğan içeride 7 Haziran seçimlerinden sonra dahi, Başkanlık biçimi altında Tek Adam diktatörlüğü hedefinden , Suriye'de ise Esad rejimini devrip,Türkiye-Suudi Arabistan yanlısı bir iktidar hedefinden vazgeçmemiştir.


7 Haziran Genel Seçimleri'nde HDP'nin barajı geçmesi ve 80 milletvekili ile Meclis'e girmesiyle büyük bir darbe yiyen Erdoğan ,erken ya da tekrar seçim  ve devletin yaratacağı kaos ile halk üzerinde terör uygulayarak halkın sözde huzur karşılığında AKP'ye tek başına hükümete gelecek oy vermesini sağlamak istemektedir.Zaten 7 Haziran seçimlerinden tam üç ay önce, Gaziantep'te yaptığı bir konuşmada halkı tehdit ederek şunları söylemiştir: 

"400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün. " (7 Mart 2015)


Erdoğan Başkanlık biçimi altında Tek Adam diktatörlüğüne geçmek için istediği 400 milletvekilinin verilmediği zaman devlet terörüne başvuracağını açıkça ilan etmiştir.12 Eylül darbesinin yaptığı gibi,halkın bilinç altına seslenerek,  Başkanlık rejimi ile huzuru eşit hale getirerek, halkı korkutmak, sindirmek ve canından bezdirmek isteyerek tamamen esir almak istemektedir.


Suruç Katliamı ile Erdoğan ve AKP'nin hedeflerini kısaca şöyle özetlemek mümkündür: 

1-Suruç Katliamı ile erken ya da tekrar seçim startı verilmiştir.

2-Bu seçimde devlet terörü "IŞİD misillemesi" algısı yaratılarak örtülerek (7 Haziran seçimlerinden iki önce yapılan Diyarbakır saldırısında olduğu gibi) HDP üzerinde dolaylı terör estirilerek ve baskı altına alınarak,müttefikleri ve bileşenlerinin ayrışması sağlanmaya çalışılmakta ve onda güvenliksiz yaratılarak oylarının düşmesi sağlanmak istemektedir.

3-Bu devlet terörüne karşı halkın ve devrimci hareketin sert karşılık vermesini sağlayarak,kapsamlı bir bastırma hareketi ve PKK ile savaş durumu yaratarak, MHP'nin milliyetçi oylarını seçimlere doğru arkasına alarak, oylarını şişirme peşindedir.

4-Reyhanlı saldırısı ile nasıl "Tampon Bölge" oluşturulmak istendiyse,Suruç Katliamı'na da "IŞİD'in yaptığı" algısı verilerek,Suriye'nin Türkiye'ye tehlike oluşturduğu algısı oluşturularak,Suriye'nin sınırları içerisinde bir tampon bölge oluşturmak istemektedir.

5-Bu tampon bölgeyi bir yandan PKK/PYD'ye karşı kullanmak isterken, öte yandan da Fetih Ordusu'nun yani Nusracı ve benzerlerinin desteklenmesi ve Esad'ın düşürülmesine bağlamak istemektedir.

6-CHP ile göstermelik koalisyon görüşmeleri yapan AKP,Suruç Katliamı'ndan sonra,IŞİD'e darbe vurmak için Suriye içlerine girilmesi gerektiği ve mevcut politikaya CHP'nin destek vermesi gerekçesi oluşturarak,bundan kaçan CHP'yi seçim meydanlarında teşhir etmek ve koalisyon görüşmelerinin başarısızlığını CHP'ye yüklemek ve IŞİD ile mücadelede muhalefetin samimi olmadığı imajını oluşturmak istemektedir.

7-Halkta koalisyon hükümetlerinin istikrarsızlığın kaynağı olduğu algısını oluşturmak ve bundan dolayı tek parti hükümetini tercih etmelerini sağlamak istemektedir.

8-Halka tek başına hükümet ve Başkanlık rejimine yok demesinde ısrar etmesinin içsavaş olacağı  ve bunun bedelini de ağır ödeyeceği algısı oluşturulmak istenmektedir.


AKP ve Erdoğan, IŞİD'e vurulacak darbeyi PKK'ye vurulacak darbe ile birbirine bağlarken,"kaynağı belirsiz terörizmi de IŞİD misillemesi" algısı ile birkeştirerek,başta HDP olmak üzere bütün devrimci ve demokratik hareketi baskı altına alan ve erken seçimle 7 Haziran seçimlerinde yapamadığı Tek Adam diktatörlüğünün taşlarını döşemek istemektedir. 7 Haziran seçimlerinden az önceki  bir makalede şöyle yazmıştım: 


"Erdoğan seçimler yoluyla istediği sonucu alamasa da diktatörlüğünü şu ya da bu şekilde ilan edecektir ve bunun için gerekli iç savaş koşullarını da kısa sürede oluşturacaktır. Seçimler aracılığıyla meşruluk, hiç kuşkusuz iktidarının ömrü ile yakından alakalıdır. Bu meşruluğu elde edemediği zaman hem müttefikler noktasında hem de iç ve dış politikada büyük sorunlar ile karşı karşıya kalacaktır. Bundan dolayı Erdoğan’ın istediği, seçim meşruluğu ile örtülmüş bir “Bonapartist darbe”dir.

(...) 

Bu ekonomik ve siyasal yapı üzerinde yükselen Erdoğan ve AKP’nin 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri ile iktidardan indirileceğini sanmak, sadece politik saflık olur. Ama bu seçimlerde onun elinden ideolojik ve siyasal bir hegemonyaya dönüştürdüğü “demokratlık” söylemini almak ve onu “açıktan zorbalıklara” sürüklemek önemlidir. Çünkü iktidarının meşruiyetinin temelleri ve bütün demagojik söylemlerinin toplumdaki karşılığı yok olacaktır.


Erdoğan, Haziran seçimlerinden sonra ister kansız isterse de kanlı olacak bir "Bonapartist darbeye” mecburdur. O, yirmi yıldan fazla bu “Bonapartist darbe” için çalıştı ve stratejisini de bu temelde kurdu. Bu andan sonra vazgeçmesi mümkün değildir. Er ya da geç bütün siyasi ve askeri gücü tek elde toplayacaktır ve bu noktada şimdilik onu durduracak bir güç görünmemektedir. " 

(Kemal Erdem,Erdoğan'ın "Bonapartist Darbesi"ne Doğru, 27 Mayıs 2015, Yeni Özgür Politika) 


Erdoğan'ın pervarsızlığının en büyük nedeni, Türkiye cephesinde yaptıklarının cezasız kalması ve ona bu tür eylemler sonrasında "büyük bir hesap kesecek" ya da "bedel ödetecek"  bir devrimci siyasetin olmamasıdır.


|
_ _