Aslında AKP'nin Tek Parti Diktatörlüğü fiiliyatta uzun zamandan beri kurulmuş durumdadır. AKP'nin uzun zamandan beri uyguladığı birçok politika ne yürürlükteki Anayasa'ya ne de evrensel hukuka uygundur.Fetullah Gülen Cemaati ile birlikte, seçim meşruluğu ile örtülen bir "üstü örtülü darbe" mekaniği üzerinden yükselen ve gücünü bu darbeden alan tek parti diktatörlüğü, uzun zamandan beri yürürlüktedir.
1 Kasım 2015 Genel Seçimleri'nin tarihte bir başka örneği, Almanya'da Nazi Partisi'nin 5 Mart 1933 yılında, iktidara bütün devlet olanaklarını kullanarak tek başına geldiği seçimlerdir.İşin ilginç tarafı Temmuz 1932 seçimlerinden yüzde otuzyedi gibi bir oyla birinci parti çıkan Nazi Partisi de, AKP gibi tek başına hükümet kuracak durumda değildi.Cumhurbaşkanı Hindenburg'dan hükümet kurmak için yetki alan Hitler,Milliyetçi Parti ile geçici bir seçim hükümeti kurarak ve bu zaman zarfında Reichtag (parlamento) yangını ile parlamentoyu devre dışı bırakarak,muhalifleri üzerinde terör uygulayarak ve bütün devlet imkanlarını Nazi Partisi için seferber ederek, 5 Mart 1933 seçimlerini yüzde 44 gibi bir oyla tek başına hükümet kuracak şekilde kazanarak, tek parti diktatörlüğü temelinde faşist bir rejimin inşasına yöneldi.
Gerek AKP gerekse de Nazi Partisi gibi siyasi hareketler, yeni bir rejim hedefledikleri için doğaları gereği tek parti diktatörlüğüne evrilirler.Bu siyasi hareketlerin hedefledikleri toplum düzeni, küçük bir azınlığın oligarşik diktatörlüğü üzerinde yükselen bir toplumdur ve bu toplum ancak içerisinden çıkıp geldikleri eski toplumun bütün dinamiklerinin ya da direnç noktalarının bastırılması üzerinden inşa edilebilir.Eski toplumun bastırılması ise gücün yoğunlaştırılmasını gerektirdiği için,bu yoğunlaşmış gücün elde edilmesinin en kestirme yolu tek parti diktatörlüğüdür.
Gerici bir toplum düzeni temelinde hareket eden bir siyasi yapı, karşısındaki düşman cephesini genişleteceği için, bu genişleyen düşman cephesini baskı altında tutma sorunu ile karşılaşır.Düşman cephesinin genişlemesi, siyasi gücün yoğunlaştırılması zorunluluğuna yolaçar. Genişleyen düşman cephesi ancak komplo,psikolojik savaş,şiddet ve terör ile durdurulabileceği ve baskı altına alınabileceği için , bu araçların kullanılması için gerekli olan bütün toplumsal denetim mekanizmalarının yokedilemesi, kısacası kuvvetler ayrılığının tamamen ortadan kaldırılarak Tek Parti Diktatörlüğü'nün gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Tek Parti Diktatörlüğü'nün oluşturulması iki şekilde mümkündür.
Birinci şekli, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk kurulduğu dönemde Mustafa Kemal'in yaptığı gibi, bütün muhalefetin yasaklanarak açıktan Tek Parti Diktatörlüğü'nün kurulmasıdır.
İkinci şekli ise, kontrol altında ve hiçbir zaman iktidar olamayacak bir muhalefetin yaratılarak, "çok partili siyasi yapı" görünümü altında Tek Parti Diktatörlüğü'dür.Bu ikincisi meşruiyet açısından diktatörlerin daha çok istediği bir rejim biçimidir.
Erdoğan'ın yöntemleri, daha çok Mustafa Kemal'in yöntemlerine benzemesine karşın, asıl istediği rejim, kontrol altında tutulan ve legal yollar ile hiçbir zaman iktidar olamayacak bir muhalefet yaratarak,Tek Parti Diktatörlüğü üzerinde yükselen Başkanlık biçimindeki Tek Adam Diktatörlüğü'dür.
Mustafa Kemal hemen Kurtuluş Savaşı'ndan sonra, Padişah ve çevresini komplo ile tasfiye ederek (geçerken belirtelim ki, Kurtuluş Savaşı planı Osmanlı devlet planıydı ve Mustafa Kemal bu plan içerisine yerleştirilmiş sadece bir subaydı.Ama o darbe ve komplo ile bu planı kendisine maletti. Bu başka bir yazının konusudur.) , iktidarı tamamen ele geçirdi.
Mustafa Kemal Komplosu, içiçe geçmiş iki komplodan oluşuyordu. Birincisi Kurtuluş Savaşı içerisinde Padişah Vahdettin'in yerleştirdiği üst rütbeli komutanlar olan Kazım Karabekir,Rauf Orbay,Refet Bele,Ali Fuat Cebesoy, Fevzi Çakmak gibi subayların pasifize edilmesi ve bastırılmasını içermekteydi. İkincisi ise Kürt Ulusal Hareketi'nin bastırılmasını içermekteydi.Bu planda birinciler bastırılırken, ikinciler oyalanarak hareketsiz tutulacaktı ve birincilerinin işi bittikten sonra ikincilere geçilecekti.Kısacası savaş sanatının doğasına uygun bir şekilde, her ikisi ile ayrı ayrı karşılaşılarak ve stratejik açıdan sürekli güçlü bir konumda bulunarak kesin zafer elde edilecekti.Bu taktik askeri sanattan siyasi sanata taşınmış bir taktikdi, ki Mustafa Kemal savaş sanatını iyi kavramış bir subaydı.
Gerçekten de 1922 yılında, hemen Büyük Taaruz'un sonrasında,Mustafa Kemal'in Padişah Vahdettin'i tasfiye etmesi gündeme gelince, Padişah'a bağlı olan diğer subaylar buna karşı çıkmış ve yavaş yavaş ayrılma gerçekleşmeye başlamıştır.İki yıl sonra ayrı bir parti kurmuşlardır.Ancak İzmir Suikasti Komplosu ile bu grubu tasfiye eden Mustafa Kemal,ardından giderek güçlenen Kürt Azadi Örgütü'nün üzerine yürüyerek ve onu zamansız bir ayaklanmaya (Şeyh Said ayaklanması olarak bilinir) çekerek, Kürt hareketini bastırarak Tek Parti Diktatörlüğü'nün temellerini atmıştır.
İşin ilginç tarafı, Erdoğan'ın da aynı strateji ile hareket etmesi ve iki kesime (Kemalistler ve Kürt Özgürlük Hareketi) karşı komployu,birbirlerini bölecek şekilde hayata geçirmeye çalışmasıdır.
Nasıl Mustafa Kemal Padişah ve çevresini bastırırken,iki ayrı cephede savaşmamak için Kürleri hareketsiz tuttu, aynı şekilde Erdoğan Ergenekon Komplosu darbesiyle Kemalistleri iktidardan indirmeye çalıştığı (2005 - 2012) dönemde , "Kürt sorununda açılım ya da çözüm süreci" politikasıyla Kürt Özgürlük Hareketi'ni hareketsiz tutmaya çalıştı.Bütün bunların görülmesini engelleyen durum ise, "AB'ye üyelik politikası"nın kullanılmasıydı. Mustafa Kemal "özerklik sözü" yalanı ile o zamanlar Kürtleri hareketsiz tutmuştu, Erdoğan ise , "Kemalistler bastırıldığı zaman" PKK ile gerekli anlaşmanın yapılacağı yalanı üzerine taktiğini oturtarak,PKK'yi hareketsiz tutmaya çalıştı. Erdoğan'ın Kemalistleri tasfiye ettikten sonra,PKK'yi tasfiye için harekete geçeceği çok açıktı.
Olayların bu mantığı dahi, PKK'nin AKP ile gerçekleştirmek istediği taktik anlaşmanın hiçbir zaman mümkün olamayacağını göstermektedir. Gerçekleşmesi mümkün olmayan bir siyasette ısrar etmenin sonucu ise, stratejik bir darbe yemektir.
Erdoğan Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşı'ndan sonra gerçekleştirmiş olduğu darbeden ve komplodan esin alarak, komplo ile temellerini atmış olduğu rejimin en azı yüz yıl süreceği inancına sahiptir.2023 ve 2071 referanslarını bunun için vermektedir.Ancak onun iktidarı Mustafa Kemal'inkinden ziyade Enver Paşa'nınkine daha çok benzemektedir.Kemalistler'in yüzyıllık iktidarından ziyade , Enver Paşa'nın kısa dönemli iktidarı gibi erken yıkılacaktır.
Artık Erdoğan ve AKP'nin Tek Parti Diktatörlüğü üzerinde yükselen ve Başkanlık biçimi temelinde Tek Adam Diktatörlüğü'ne evrilen bir sürece girdiklerini devrimci ve demokratik hareket olarak bilince çıkarmak zorundayız.
Yeşil Sermaye'nin giderek kapsamlı devlet müdahalesiyle Türkiye'nin yeni büyük sermayesi yapılmaya çalışıldığı ve ekonominin faşist korporatist bir yapıya sahip olan "Havuz Sistemi" biçiminde tekrar örgütlendiği ve de sadece örneklerini yirminci yüzyıldaki klasik faşist devletlerde gördüğümüz bir iktidar yapısı ile karşı karşıyayız.
Siyasi olarak Tek Parti Diktatörlüğü ve ekonomik olarak korporatist Havuz Sistemi temelinde yükselen bu "Yeni Türk Faşizmi" , aynı zamanda toplumun önemli bir kesimini, devletin ekonomik ve siyasi gücüne dayanarak "tekrar kalıba dökmeye" başlamıştır.Kendisine devlet olanaklarını da kullanarak yeni bir kitle temeli de oluşturmaya başlamıştır.Bu kitle temeli , ekonomik, siyasi, askeri ve ideolojik olarak bir "toplumsal kalkan" ile çevrilmiş durumdadır ve bu kitle temeline seçimler aracılığıyla ulaşmak mümkün değildir.
Bu yeni kitle temeli, giderek "toplumsal bir spekülatif balon"a dönüşmeye başlamıştır.Ekonomideki spekülatif balonlar nasıl oluşursa,siyasi alandaki spekülatif balonlar da aynı şekilde oluşmaktadır.Osmanlı cazibesinin öne çıkarıldığı ve bu temelde aşırı Türk milliyetçiliğinin ve faşist politik islamın geliştirildiği ve de bölgesel bir gerici nüfuz arama arayışı ile elele giden bir süreç sözkonusudur.Türkiye'nin bölgesel gerici nüfuzunun gelişmesi, bu yeni toplumsal kitle temelinin de gelişmesi ve güçlenmesine neden olmaktadır.
Çok sıkı bir şekilde korunan ve beslenen bu muhafazakar tabanın seçim sistemi ile dönüştürülmesi ve AKP'den kopartılması mümkün değildir.Bir tür "siyasi spekülatif balon" olan bu taban, bütün halkı ve ulusu uçurumun başına doğru götürmektedir ve bu tabanın tavandan ayrılması tek yumuşak güçler yoluyla mümkün değildir.
Ekonomide spekülatif balonları yokeden ekonomik krizlerdir ya da artık bu spekülatif süreci besleyen eğilimlerin artık sürdürülememesidir.S iyasi spekülasyonları da sürdürülemez iç ve dış politikalar yani siyasi kriz anlamına gelen savaşlar yokederler.
AKP faşizmini ancak doğru ve kapsamlı bir uluslararası ve bölgesel politikaya sahip olan ve buna uygun stratejik ve taktik yapıya sahip bir devrimci hareket yıkabilir.
DEVRİMCİ BÜLTEN