 "1 KASIM DERSLERİ" ÜZERİNE K.Erdem
1 Kasım 2015 Genel Seçimleri'ni kazanan "akıllı" olduğu için kazanmış ve kaybeden de "akılsız" olduğu için kaybetmiştir.Daha doğrusu kazanan taraf, çıkarlarının nerede olduğunu iyi görüp ona uygun taktikler geliştirmiş, kaybeden de çıkarlarının nerede olduğunu göremeyip, bundan dolayı yanlış taktikler uygulamıştır. 1 Kasım seçimlerinin sonuçları kesinlikle tesadüf değil, eğer doğru analiz edilirse (zaten bütün mesele de bu!) tamamen mantığa uygun geliştiği görülecektir.
Türkiye demokratik bir devrimin eşiğinden dönmüştür ve bu devrimin başarılı olamamasının altında PKK'nin hataları yatmaktadır.1 Kasım felaketinin en büyük nedeni PKK'nin stratejik ve taktik düzeyde yapmış olduğu hatalardır. Ama bu hatalar bazı liberallerin iddia etmiş oldukları gibi, PKK'nin 7 Haziran seçimlerinden sonra silaha başvurmasından kaynaklanmamıştır.
Ortaya koyduğumuz bu ana fikiri daha da açmaya çalışalım.Ama bundan önce, HDP yönetimi ve kadrolarıyla ilgili kısaca bir şeyler söylemek istiyorum.
1 Kasım seçimlerinin kötü sonuçları için ne HDP liderleri ne de onun kadroları suçlanabilirler.Onlar görevlerini başarıyla yapmışlardır.Gerek Selahattin Demirtaş gerekse de Figen Yüksekdağ hem hitabet tarzı açısından olsun hem de kitleyle ilişki kurarken sempatik tavırları açısından olsun önemli ve başarılı işler yapmışlardır.Yine aynı şekilde HDP kadroları ve çalışanları da olağanüstü çalışmışlardır. Onlar daha şimdiden hiç kuşkusuz bizim kahramanlarımızdırlar. 1 Kasım'da HDP liderlerini ve kadrolarını aşan durumlar sözkonusudur.
HDK ve HDP PKK'nin genel Ortadoğu stratejisi içerisinde, taktik bir ayak olarak işgörmektedirler ve bundan çıkan sonuç şudur: Bu taktik ayak PKK'nin genel Ortadoğu stratejisine hizmet etmek zorundadır.HDP'nin siyasetinin biçimi ve içeriği,PKK'nin bu Ortadoğu stratejisiyle uyumlu olmak zorundadır.Burada bütün mesele, PKK'nin Ortadoğu stratejisinin ne kadar doğru ve ne kadar yanlış olduğunu kestirmektir.
Eğer PKK'nin Ortadoğu stratejisi yanlış ise,hiçbir olumlu taktik bu stratejik yanlışlığın neden olduğu olumsuzluğun sonuçlarını ortadan kaldıramaz.Başka bir ifade ile HDP ne kadar iyi işler yaparsa yapsın,PKK eğer Ortadoğu'da sorunlu bir stratejiye sahipse,HDP asıl oynaması gereken rolü oynayamaz ve kendi tarihsel potansiyelini açığa çıkaramaz.Bundan dolayı yukarıda, HDP'nin Eşbaşkanları'nın ve kadrolarının hakkını teslim ettim.Bir başka deyişle HDP'nin hakkının teslim edilmesi demek,PKK'nin Ortadoğu stratejisinin sorunlu olduğu anlamına gelmektedir.
PKK'nin sorunlu Ortadoğu stratejisiyle ilgili olarak ve yine bu durumun HDP ile ilişkisi noktasında son altı ayda iki önemli makale yazdım ve daha fazla bilgi için bu makalelere bakılabilir: "PKK ve Ortadoğu Devrimi (Geleceği Nasıl Okumalı?)" ve "Erdoğan Darbesi ve Ergenekon Komplosu".
PKK'nin Ortadoğu stratejisi ve bu stratejinin parametreleri,hiç kuşkusuz küresel ve bölgesel güç ilişkilerinin analizi temelinde elde edilmektedir.Strateji oluşturulmadan önce küresel ve bölgesel ve de bu temelde Kürdistan'daki güçlerin ağırlıklarının bir bütün olarak "ölçümü" yapılır ve bu ölçüm temelinde güçlerin zayıf ve güçlü tarafları belirlenerek (elbetteki küresel ve bölgesel ölçekte) stratejinin yapısı ortaya konmaya çalışır.Böyle bir ölçümde doğru sonucun elde edilmesi ancak doğru ve yetkin bir felsefi-ideolojik yapı aracılığıyla elde edilebilir.
Burada iki şeyi birbirinden ayırmak gerekmektedir.O da siyasi çizgi ile strateji ve taktik yapının birbirinden mantıksal olarak ayrılması gerektiğidir. PKK'nin sorunu çizgi sorunu değildir.Bir çok defa da yazdığım gibi,PKK'nin çizgisi doğrudur ve sorun bu çizginin pratiğe yanlış geçirilmesinden kaynaklanmaktadır.
PKK lideri Abdullah Öcalan 2000'li yılların başında gerçekleştirmiş olduğu paradigma değişimiyle, PKK'nin stratejik ve taktik çizgisini Stratejik Denge Konumu temelinde modern bir temele oturtmuştur.Bu Stratejik Denge Konumu çizgisinin pratiğe doğru geçirilebilmesi için ise "somut koşulların somut ve doğru" analiz edilmesi gerekmektedir.İşte PKK'nin sorunu, bu somut koşulların somut analizi noktasında olup,buradaki bir yanlışlığın, stratejik önceliklerin yanlış seçimine neden olarak, genel bir kargaşalığın ortaya çıkmasına neden olmasıdır.
Sayın Başkan'ın 2000'li yılların başında PKK'yi konumlandırmış olduğu Stratejik Denge Konumu çizgisi, stratejik önceliğin doğru belirlenmesinin zorunluluğu ilkesini barındırır ve Denge Konumu'nun sorunsuz işleyebilmesi için stratejik önceliğin doğru belirlenmesi zorunludur.
Stratejik Denge Konumu çizgisi, PKK'nin ağırlık merkezi etrafında (ki bu onun gerilladan oluşan askeri gücüdür) ve bütün yönler ile taktik çerçeve ile sınırlı olan dinamik bir bütünlük öngörür.Bu dinamik bütünlük, stratejik önceliğin belirlendiği bir genel çerçeve etrafında bütün taktik ilişkilerin birbirine bağlandığı ve dış dünyanın değişim ve dönüşümü temelinde de sürekli bu taktik ilişkilerin her seferinde tekrar ayarlandığı bir yapıya sahiptir. Burada işin püf noktası, "dış dünya"dır ve dış dünyadaki değişimlerin zamanında farkedilmesi (ki bu her zaman kolay değildir) temel bir öneme sahiptir.
Stratejik Denge Konumu, dış dünyaya karşı oldukça hassastır çünkü kendi iç bütünlüğü bu dış dünyanın yapısı ve bu yapıdaki gelişmeler tarafından belirlenmektedir.Başka bir deyişle,Denge Konumu, sürekli olarak kendisini dış dünyadaki değişim ve dönüşümlere "adapte" etmek zorundadır.Bu adaptasyonda yaşanacak sorunlar, kaçınılmaz olarak stratejik önceliklerin belirlenmesinde yanlışlıklara neden olacak ve bu sonuncusu da taktik yanlışlıklara kapı aralayacaktır.
Dış dünyadaki değişimler ise genelde iki türlüdür: İlki yüzeyde görünen ve kolayca farkedilen değişikliktir. İkincisi ise derinde olan ya da belirli bir perde ile örtülen ve aldatma temelinde gerçekleşen,bundan dolayı da farkedilmesi zor ve uzun zaman alan değişikliktir.PKK dış dünyanın yüzeyinde yaşanan değişiklikleri erken farkederek,gerekli taktik düzenlemeleri zamanında yapmasına karşın, dış dünyanın derinliğinde yaşanan değişiklikleri aynı yetkinlikle farkedememiştir/farkedememektedir.
Bu durumlardan ilkine "Arap Baharı" ile Suriye'nin içsavaşa sürüklenmesi ve bu duruma PKK'nin anında karşılık vermesi örnek gösterilebilir. 2011 yılında Arap Baharı'nın patlak vermesiyle, Suriye'nin içsavaşa sürükleneceğinin belli olmasıyla, PKK 2011 yılının yaz aylarında PJAK ile İran'a şiddetli saldırarak ateşkes elde etmiş; bu ateşkesi 2012 yılında Türkiye'ye şiddetli saldırmak için kullanarak,Rojava devrimi sırasında Türkiye'nin Rojava'ya müdahale etmemesi için "başını bastırmış"tır.İçte ve dışta sıkışan AKP, PKK ile ateşkes yapmak zorunda kalmıştır.Burada dikkat edilmesi gereken nokta,PKK'nin sürecin yönünü doğru kestirerek ve bölgesel düzeyde taktiklerini hemen sürece adapte ederek ve mükemmele yakın bir biçimde Rojava devrimini hazırlamasıdır. Sürecin anlaşılması yaratıcılığı kamçılamış,bu yaratıcılık insiyatifi geliştirmiş, bu insiyatif de güçlü bir stratejik konum elde edilmesine yolaçarak,düşmanları karşısında PKK'nin sürekli bir adım önde olmasına yolaçmıştır.
İkincisine yani dış dünyanın derinliğinde yaşanan gelişmelere,Batı Emperyalistlerinin IŞİD komplosunu ve AKP-Gülen Cemaati İttifakı'nın Ergenekon Komplosu ile Kemalistleri iktidardan indirmesini örnek olarak verebiliriz. Batı Emperyalistleri PKK'nin Rojava devrimiyle, kendilerinin İran rejimini kuşatma ve yıkma stratejisinden ayrılmasına ve bağımsız hareket etmesine IŞİD'i hemen güçlendirerek ve Rojava devrimini boğmaya çalışarak karşılık verdi.İşte PKK IŞİD'in bir "Batı imalatı" olduğunu 2014'ün sonlarında Kobane direnişi sırasında öğrendi.Batı'nın IŞİD planı,Obama 2008 yılında Başkan seçildiği zaman devreye sokulmuştu ve işgal kuvvetlerinin çekilmesinin yerini alması olarak düşünülmüştü.Bunun hemen görülememesi doğaldır.
Bir diğer örnek AKP-Cemaat ittifakının Ergenekon Komplosu darbesidir. Liberal bir örtünün altında gerçekleşen bu darbe,sanki Türkiye Cumhuriyeti'nin Batı ile stratejik ittifakının kesintisizliği içerisinde devam ediyormuş görüntüsünün oluşmasına neden olmuştur.Halbu ki, Cemaat'in 2010 - 2011'den itibaren , giderek iktidardan dışlanmasıyla Erdoğan ve AKP,Batı karşıtı bir pozisyona aldatmaya başvurarak geçmeye başlamışlardır.Bu "eksen kayması" yani Batı'dan bu stratejik kopuş, yeni bir faşist rejimin inşasıyla içiçe ilerlemektedir.
İşte PKK dış dünyanın derinliğinde yaşanan bu gelişmeleri (özellikle de sonuncusunu) anlayamamaktadır ve bundan dolayı Rojava devrimi döneminde elde ettiği insiyatifi kaybetmiş durumdadır.Derinde yaşanan gelişmelerin zamanında farkedilmemesinin terorik sonuçlarını kısaca şöyle ifade edebiliriz: 1-Denge Konumu siyaseti izleyen güç farkında olmadan kuşatılma halindedir. 2-Stratejik önceliğini ve buna uygun taktik sistemini zamanında değiştirmediği için, güçlerinin rasyonel ve ekonomik kullanımı imkanından yoksun durumdadır.
Bu durumun sonucu olarak,Denge Konumu siyaseti izleyen gücün taktiklerinin isabet derecesi düşer ve stratejik bir dağınıklığın ortaya çıkmasına neden olur. Bu durum uzadıkça stratejik darbe yemek kaçınılmaz hale gelir.
AKP'nin darbe mekaniği üzerinde yükselen iktidarı (ki bu darbe KCK'nin iddia ettiği gibi 1 Kasım'da olmamıştır) , ve bu iktidarın yeni bir faşist rejimin inşası ile içiçe geçmesi, aynı zamanda Türkiye'nin Batı'dan stratejik kopuşu ile birlikte ilerlemektedir.Bu fenomenin PKK üzerindeki en direk sonucu, onun Ortadoğu'daki stratejik önceliğini işlemez hale getirmesidir.PKK'nin İran ile Batı Emperyalistleri arasındaki çelişkiye göre konumlanma ve bu temelde Türkiye ile taktik anlaşma arayarak,güçlü bir şekilde İran'a vurma anlayışı, AKP'nin yeni faşist rejim inşasıyla çıkmaza girmiş durumdadır.AKP PKK'ye topyekün savaş ve tasfiye politikası dayatırken, PKK bu siyasete İran ile savaş önceliğinden dolayı, "düşük yoğunluklu" bir savaş ya da "yarım savaş" taktiği ile karşılık vermektedir.
PKK'nin İran'a karşı güçlü bir şekilde seferber olmak için, Türkiye'yi hareketsiz tutma taktiği, ilk başlarda (2004 - 2012) Batı'nın Türkiye üzerindeki baskısıyla sağlanmak istenmiş,AKP'nin buna gelmediğini gören PKK,HDK ve HDP ile yüzde on barajını geçerek ve AKP'yi hükümetten düşürerek ve de Türk iç siyasetinde kriz yaratarak AKP'yi anlaşma çizgisine getirmek istemiş,bu da olmayınca bu sefer de yarım savaş ile toplumun canını acıtarak ve AKP üzerinde baskı kurmasını sağlayarak onu zorla masaya oturtmaya çalışmıştır.Bu yanlış politika 1 Kasım felaketinin asıl sorumlusudur.
PKK'nin en büyük hatası,AKP'yi onun tarihsel karakterine aykırı bir şekilde, devrilecek değil taktik olarak anlaşılacak bir güç görmesidir.Onun bu anlayışının temel nedeni,yukarıda genel hatlarını çizdiğimiz yanlış Ortadoğu stratejisinin sonucudur.AKP asla PKK'nin beklediği taktik anlaşma çizgisine gelmeyecektir.Bu sorunlu bakış açısı, hem PKK'nin askeri güçlerinin hem de HDP'nin yanlış kullanılmasına neden olmuş ve Erdoğan PKK'nin bu yanlışlığını, kendi stratejisinin önemli bileşenlerinden birisi yapmıştır.PKK'nin bu yanlış stratejik ve taktik yapısıdır ki, Erdoğan ve AKP'nin kuşatmadan çıkmasına neden olmuştur.
Türkiye'de Kemalist Ordu'nun bastırılmasından sonra, iki önemli güç gerçek iktidar odağı gibi hareket edebilir: AKP ve PKK/KCK. Çünkü güç ilişkilerini temelden değiştirecek gerçek elemanlara bu iki güç sahiptir.İktidar mücadelesinin temel araçları olan yumuşak (dolaylı) ve sert (dolaysız) güçlere sadece bu ikisi sahiptir ve ancak bu iki aracın doğru kombinezonu iktidarın kapılarını açabilir.Bu iki aracın birbirini doğru bir diyalektik bütünlük içerisinde desteklemesi ve doğru bir karşılıklı etkiye sahip olması zorunludur.Bu iki aracın doğru birliğini kuran iktidar mücadelesini kazanacaktır . Bu noktada Erdoğan, 7 Haziran - 1 Kasım arasında, adeta PKK'ye strateji ve taktik dersi vermiştir.
Şimdi de PKK'nin yanlış Ortadoğu stratejisinin, nasıl 1 Kasım seçimlerine giderken yanlış taktiklere zemin hazırladığını analiz etmeye çalışalım.
1990'lı yıllardan beri Erdoğan'ı izleyen bir siyasetçinin kolayca farkedeceği ilk şey, Erdoğan'ın siyasi kuşatmalarda çıkmada bir usta olduğudur. Hele de Erdoğan'a "yarım kuşatma" yapmak , baştan mücadeleyi kaybetmekle eşanlamlıdır.Bu noktada devrimci hareketin alacağı ilk ders, Erdoğan'ı ya devirmek için kuşatmak ya da hiç kuşatmamaktır.Devirme ile sonuçlanmayan bir kuşatmayı her zaman Erdoğan kazanacaktır. Bu noktada PKK'nin, Erdoğan ve AKP'yi, yumuşak (HDP) ve sert güçler (yarım savaş) ile anlaşmaya çekme siyaseti baştan aşağı yanlıştır.
PKK yumuşak güçleri (HDP) nasıl ve ne zaman sert güçler (gerilla) ile birleştireceğini bilememektedir.Bunun asıl nedeni de AKP karşısındaki yanlış konumlanmasıdır. PKK AKP'yi devirmek için değil,onu masaya çekmek için kendisini konumlandırmıştır ve bu yanlış konumlanma bütün araçların yanlış kullanılmasına neden olmuştur.Halbu ki 7 Haziran'dan sonra AKP'yi devirmek onun ile anlaşmaktan çok daha kolaydı. PKK bu yanlış taktik sonucunda, Erdoğan ve AKP'nin kuşatmadan çıkmasına ve büyük bir moral bulmasına ve PKK'ye stratejik darbe vurmak için karar anı arayışı içerisine girmesine neden olmuştur.
PKK'nin AKP karşısında yanlış konumlanması, her şeyin yanlış analiz edilmesine neden olmuştur.Bu yanlış analizin başında da "HDP'nin oy potansiyeli"nin dinamiğinin yanlış ele alınması vardır. HDP'nin 7 Haziran'dan sonra kendisine gelebilecek oylar nerede bulunmaktaydı ve bu oyları elde edebilmesi için ne yapması gerekirdi? Bu soruya doğru cevap verebilirsek,bir çok şeyi çözmüş olacağız.
Hiç kuşkusuz 7 Haziran'dan daha fazla oy alabilmesi için,HDP'nin Kürdistan'da büyük oranda AKP'den ve biraz da CHP'den ve Türkiye'de de büyük oranda CHP'den oy koparması gerekiyordu.Hiç kuşkusuz bu tespiti büyük oranda hem PKK hem de HDP yapmıştır.Ancak burada ilk bakışta görünmeyen bir durum söz konusudur. Mevcut koşullar içerisinde HDP asla 1 Kasım'da oylarını yükseltemezdi ve 7 Haziran'dan daha iyi bir sonuç elde edemezdi.Peki niçin?
AKP'nin siyasal sistemin sınırlarını faşist yöntemler ile sürekli daralttığı bir durumda yani HDP üzerinde hem legal hem de illegal bir şekilde devlet terörünü azgınca uyguladığı bir durumda,HDP'nin 7 Haziran'dan daha iyi bir sonuç elde etmesi mümkün değildi. HDP 7 Haziran'da mevcut faşist devlet terörü çerçevesinde alacağı bütün oyları almıştı ve alacağı hiçbir oy kalmamıştı. Oylarının üzerine oy koymasının da tarihsel koşulları artık mevcut değildi.Çünkü AKP yeni bir faşist rejim inşasına yönelmiş durumdadır ve bu rejim inşası Ergenekon Darbesi mekaniği üzerinde yükselmektedir ve bu rejimin bütün yapı taşları illegal araçlarla dokunmakta ve de seçim sistemi ile meşruiyet görüntüsüne sokulmaktadır.
HDP'nin işi 7 Haziran'da bitmişti ve alacağı daha fazla oylar ise, faşist rejimin şiddet kalkanının arkasında bulunuyordu.Kısacası ancak AKP yıkıldığı zaman, ki bu yıkılma da KCK tarafından gerçekleştirildiği zaman HDP oy potansiyelini arttırabilirdi.O zaman bundan çıkan sonuç,HDP'nin oylarını çoğaltması AKP'nin şiddet yoluyla devrilmesine bağlıydı.AKP'nin yıkılmasında Kürdistan'daki AKP tabanı büyük oranda "sahipsiz" kalarak HDP'ye ve CHP'nin sosyal demokrat tabanı da HDP'ye akacaktı.
Bir şeyi akılda iyi tutmak lazım: AKP HDP karşısında CHP'nin tabanını da korumaktadır.Dikkat edilirse eğer,MHP ve HDP'den oy devşirmeye çalışan AKP, CHP'ye dokunmamaktadır.Çünkü mevcut koşullarda CHP'nin tabanının HDP karşısında korunması, AKP'nin değirmenine su taşımaktır.Bundan dolayı AKP,CHP'nin HDP karşısında istikrarından yanadır. Eğer AKP iktidardan düşerse, bu durum iki yönden HDP'ye oy akışına neden olacaktır.Savaşın dışında HDP'nin oylarının yükseltilmesi mümkün değildir.
PKK "ucuz" bir iş yapmaya çalışmıştır.Mevcut koşullarda yani AKP'nin devlet terörünü azgınca kullandığı koşullarda,HDP'nin daha fazla oy alma imkanı yokken,bu yolda ısrar ederek, kısaca amaç/araç ilişkisini yanlış kurarak bir tür oportünizm örneği sergilemiştir.Oportünizm ise bilindiği gibi devrimci bünyeye oldukça zararlıdır! Nasıl ekonomide ucuz üretim kalitesiz malın ortaya çıkmasına neden oluyorsa,aynı şekilde siyasette de "ucuz siyaset" kaçınılmaz olarak "kalitesiz siyasete" neden olmaktadır.PKK'nin bu yanlış politikasının nedeni de AKP karşısındaki yanlış konumlanmasıdır.
Peki doğru politika nasıl olmalıydı?
Türkiye'de AKP karşısında doğru bir siyaset elde edebilmek,önce Ortadoğu'da doğru bir stratejik konumlanmaya sahip olmakla mümkündür.PKK doğru taktikler ile Rojava ve Rojhilat cephelerini sağlama alırsa ve stratejik önceliği İran'dan ziyade Türkiye'deki AKP rejiminin yıkımına verirse ve bu temelde gerekli askeri güç kaydırımını yaparsa ve AKP'yi taktik olarak anlaşılacak güç değil, devrilecek güç olarak benimserse,HDP'yi de nasıl kullanacağını doğru belirleyebilecektir. PKK 7 Haziran - 1 Kasım arası dönemde,gerillanın yapacağı işi yanlış bir şekilde HDP'ye havale etmiştir.
Bir an PKK'nin 7 Haziran'da böyle bir konumlanmayı gerçekleştirdiğini varsayarak,olayların gelişimini doğru bir siyaseti ortaya çıkaracak şekilde tekrar kurmaya çalışalım.
PKK yumuşak güçler (HDP) ile AKP'nin dengesini 7 Haziran'da bozmuş ve hem iç politikada hem de dış politikada onu iyice sıkıştırmıştır.HDP'nin AKP'ye vurduğu 7 Haziran darbesi, AKP'nin yıkılışına bir tür girişti. Bu duruma AKP PKK ile savaşı tekrar başlatarak karşılık verdi ve devlet terörünü de HDP üzerinde daha da yayacağının sinyalini Suruç Katliamı ile verdi.Bu durumda PKK , AKP'nin tek başına hükümetini seçimlerde yokeden HDP'yi, 1 Kasım seçimlerini boykot ederek geri çekerek AKP'yi boşa düşürecekti ve kapsamlı gerilla savaşını devreye sokarak HDP'nin başlattığı yıpratmayı derinleştirecekti. Ancak kapsamlı gerilla savaşı, AKP'yi daha da zayıflatırdı.Onun HDP'nin olmadığı bir seçimde alacağı oyların ve milletvekillerinin hiçbir meşruiyeti olmayacaktı.HDP'nin olmadığı bir seçimi kazanması, 1 Kasım'dan sonraki gibi güçlülük duygusu ve moral de vermeyecekti. Gerilla vurdukça AKP'nin yıpranması devam edecekti ve PKK'nin "yarım savaş" ile elde etmek istediği muhafazakar tabanının AKP'den ayrılma süreci, işte o zaman başlayacaktı. Bu tabanın ayrılmasının göstergesi ise AKP'nin oylarının yüzde otuzların başına düşmesi ve bölünme sürecine girmesi olacaktı.Kapsamlı gerilla savaşı, AKP'nin bölünmesine , bu olmaz ise kamuoyunda tekrar seçim baskısına yolaçacaktı ve meşruiyeti elde etmek ancak HDP'nin seçime girmesiyle mümkün olacağı için,Erdoğan ve AKP,HDP'nin seçime tekrar girmesi ve savaşın durması için önce Başkan'ın , sonra da PKK'nin kapısını çalacaklardı.
İşte bu noktada bütün insiyatif KCK'ye geçecekti.HDP ile AKP arasına giren KCK, bir yandan Başkan'ın tecritten çıkmasını sağlayacaktı, öte yandan da HDP üzerinde devlet terörünün olmadığı bir seçim için "müzakere" yürütecekti ve üstelik bütün bunların hepsini Başkan üzerinden yürüteceği için,Başkan doğal olarak tecritten çıkacaktı.Bir seçim durumunda ise en son güne kadar boykot tehditini AKP'nin üzerinde sallandıracaktı ve kapsamlı gerilla savaşı düzeni, "herşeyin sigortası" olacaktı.Bu durumda , boykot tehditinden dolayı devlet terörünü uygulayamayan AKP, sürekli yıpranan olurdu ve yeni bir seçimde HDP oylarını daha fazla yükseltirdi ve de AKP'nin düşüşünü gerçekleştirebilirdi.
Böyle bir durumda aynı kapıya varan iki durum sözkonusu olurdu: 1-AKP HDP'nin olmadığı 1 Kasım'daki seçimlerde tek başına hükümet olurdu ama güçlü bir savaş ile karşılaştığı ve meşruiyeti olmadığı için zaman içerisinde kendi içerisinde bölünmeye doğru giderdi. 2-AKP'nin toplumsal düşüşünü durdurması ve tekrar güçlenmesi ve de meşruiyet elde etmesi ancak HDP'nin tekrar seçimlere girmesine bağlı olduğu için, Erdoğan önce Başkan'ın sonra da PKK'nin kapısını çalardı.Ama PKK'nin kapsamlı savaş stratejisi tehditinden dolayı, HDP daha iyi koşullarda seçime gireceği için daha iyi sonuç alarak AKP'ye ikinci bir darbe vurarak düşüşüne neden olurdu.
AKP'ye karşı kapsamlı bir gerilla savaşı,insiyatifin sürekli PKK'de kalmasına ve AKP'nin yıkılışına götürecek olaylar zincirinin kontrolünün sürekli PKK'de olmasına yolaçardı.Böyle bir konumlanmada PKK, hem HDP'nin seçimlere girmediği hem de girdiği bir durumda AKP'yi iktidarda indirme olanağına sahiptir.İşte PKK ancak kapsamlı gerilla savaşıyla AKP'yi iktidardan düşürdüğü zaman,Türkiye'yi HDP ile hareketsiz tutarak İran'a kapsamlı bir şekilde saldırmak için gerekli stratejik zaman aralığını elde edebilir.
Ama HDP'nin başarılı olması için bu da yetmezdi.Niçin?
AKP'nin kapsamlı bir gerilla savaşıyla iktidardan indirilmesinin sonuçlarının HDP'ye yarayabilmesi için, aynı zamanda HDP'nin taktiklerinin de değişmesi zorunludur.Aksi taktirde CHP'nin tabanından HDP'ye doğru beklenen kopmalar olmaz.Hatta bu durumda PKK tek HDP'ye değil,CHP'ye de çalışmış olur.
Bu noktayı kısaca açalım.
HDP CHP'nin tabanını Özgür Yaşam ve Demokratik Özerklik söylemi ile etkileyemez ve kendi seçmen tabanı haline getiremez.Çünkü bu taban CHP'nin ulusalcı dünya görüşünün etkisi altındadır ve bu ulusalcılık eğilimi, muhafazakar ve milliyetçi kesimlerden gelen sürekli bölünme korkusu tarafından diri tutulmaktadır.Bundan dolayı CHP'nin tabanı, HDP ve PKK'ye karşı oldukça mesafeli ve gergindir.Bunun nedeni HDP ve PKK'ye güvenmemeleridir.Bu güven sorunu çözülemeyene kadar,HDP'nin CHP'nin tabanını etkilemesi mümkün değildir.Bundan dolayı Demokratik Özerklik söyleminin ön plana çıkarılması hatadır.
HDP'nin CHP'yi çözmesi için çok daha karmaşık bir siyasi plana ihtiyaç vardır. Tek CHP tabanına değil ama toplumun bir çok değişik kesimine güven vermenin ve bu temelde başta AKP olmak üzere,MHP ve CHP'nin politik dengesini bozabilmenin tek yolu, "AB'ye üyelik" politikasına kapsamlı el atmaktan geçmektedir.HDP ancak AB'ye üyelik politikası üzerinden CHP tabanına ve diğer bir çok toplumsal kesime ulaşabilir ve iç politikada bir çok partinin dengesini bozabilir.AB'ye üyelik politikası, iç politikada bir çok kesim ile "dolaylı iletişim" aracı olarak işlev görecektir.Demokratik Özerklik işin sonunda güç dengesinin HDP/KCK lehine sonuçlanması sonucunda ortaya çıkacak olan doğal bir sonuç olacaktır.Ama işin başında onun ileri sürülmesi büyük bir hatadır.
Aynı şekilde kapsamlı gerilla savaşını da KCK,Türkiye'yi Demokratik Özerkliğe götüren bir politikanın aracısı olarak değil, Türkiye'yi "AB'ye doğru itme"nin kaldıracı olarak kullandığını propaganda etmelidir.Halkın AKP'nin faşizminden kurtulmak için umut aradığı bir dönemde, "halkın daha siyasi bilinç olarak" Demokratik Özerkliğe hazır olmadığı bir durumda ona zorla bu yolu dayatmak, sadece "Kendin Pişir Kendi Ye" olmaktadır. Demokratik Özerklik politikası "AB'ye üyelik" politikasının altına kolayca yerleştirilebilir ve güç dengesi devrimci-demokratik hareket lehine döndüğü zaman kendiliğinden ortaya çıkacaktır.Buna en iyi örnek Rojava'dır.Rojava devrimi Demokratik Özerklik sloganıyla mı elde edildi?Hayır. Suriye devletinin merkezi yapısı zayıfladığı için kolayca Rojava devrimi örgütlendi.O zaman AB'ye üyelik politikasıyla devletin merkezi yapısını zayıflatıp ve gerekli güç birikimi yapıldığı zaman,uygun anın beklenmesi en doğru yol gibi gözükmektedir.
Bu noktada sonuç olarak söylenecek şey,AKP'ye karşı yarım değil, Türkiye'yi "AB'ye doğru ittiğini" belirten bir propaganda ile birleştirilen kapsamlı bir gerilla savaşının,HDP'nin "AB'ye üyelik" söylemi politikasıyla birleştirildiği genel bir politika , CHP tabanının büyük oranda HDP'ye geçmesini sağlayabilir ve HDP ancak bu temelde , AKP'nin yıkılışından sonra güçlü bir şekilde iç politikada kendisine yeraçabilir. Bunun dışında kapsamlı gerilla savaşının sonuçlarını büyük oranda HDP değil, CHP toplayacaktır.
Bütün bunlara ek olarak,AKP'yi yıkma sürecinde hem PKK'nin hem de HDP'nin, AKP'nin Gülen Cemaati ile birlikte,iktidarı ele geçirme sürecinde, Ergenekon Komplosu ile işlediği ve Kemalistler'in üzerine attığı suikast ve terör eylemlerini de geniş bir propaganda ağıyla sürekli topluma pompalaması ve AKP'yi tamamen savunmaya itmesi ve de Ergenekon Komplosu temelinde teşhirini geliştirerek, toplumsal temelini zayıflatması gerekliydi.Bu politika, AB'ye üyelik taktiğiyle doğru bir şekilde birleştirilirse,Kemalist odağın dağılması kaçınılmazdır ve bu odağın dağılması ulusalcılığı zayıflatacağı için, HDP'nin seçmen tabanını genişletecektir.
AKP 1 Kasım'dan önce, kendisi için gerekli olan oy potansiyelinin, MHP,Saadet Partisi,BBP ve HDP içerisinde olduğunu iyi görmüştü ve kendi "hedef kitlesini" çok doğru olarak tanımlamıştı.Bu oyları elde etmesi de PKK'ye karşı savaş ile mümkündü.Ama bu da yeterli değildi,bu savaşta moral üstünlük AKP'de olmalıydı.Çünkü bu moral üstünlük hedef kitlesine gerekli güveni vererek, oyların AKP'ye akmasını sağlayabilirdi.Erdoğan ve AKP'nin bu moral üstünlüğü elde etmesi ve bu muhafazakar tabana bu güveni verebilmesi ise tek bir şeye bağlıydı: PKK'nin siyasi ve askeri olarak yanlış stratejik mevzilenmesine. AKP'nin insiyatifi tekrar ele geçirebilmesi ancak PKK'nin hata yapmasıyla mümkündü.
İşin ilginç tarafı PKK'nin 7 Haziran'dan sonra bu hatayı yapması oldu. Ama daha da ilginci hem Erdoğan'ın hem de AKP'nin PKK'nin bu hata ve zaafını çok iyi bilmeleri ve bütün stratejilerini PKK'nin bu hatası üzerine kurmalarıdır. Buradan da şu sonuç çıkmaktadır,Erdoğan daha 7 Haziran seçimlerinden önce, PKK'nin yanlış Ortadoğu stratejisinden kaynaklanan yanlış "Kuzey Stratejisi"ni çok iyi biliyordu ve bundan dolayı seçimlerden önce bile PKK ile bir savaşa tutuşmaktan çekinmiyordu.
Geçen Mayıs ayında "PKK ve Ortadoğu Devrimi (Geleceği Nasıl Okumalı?)" adlı makalemde, Erdoğan'ın niçin savaşa bu kadar istekli olduğunu sormuştum ve bu sorunun mutlaka doğru bir şekilde cevaplanması noktasında ısrar etmiştim:
"Erdoğan ve AKP, Batı'nın İran'ı zayıflatmak için önce PKK'yi İran'a saldırtıp,sonra da onu başka güçler ile kuşatıp ve daha sonra da bastıracağını bildiği için,çok saldırgan hareket etmektedir.AKP PKK ile savaşmak için çok isteklidir ve bu tek iç politika ile açıklanmayacak bir durumdur.AKP'nin savaş motivasyonunun nedenleri mutlak suretle teorik olarak aydınlığa kavuşturulmalıdır." (Kemal Erdem,PKK ve Ortadoğu Devrimi (Geleceği Nasıl Okumalı?)
Bu makaleyi yazdığım zaman,PKK'nin savaş stratejisini bilmediğim için, Erdoğan'ın PKK ile savaşmak için istekli oluşunu, bölgesel bir planın parçası görüşü üzerine oturtmuştum.Ancak 7 Haziran seçimlerinden sonra, PKK'nin savaş stratejisini gördükten sonra,Erdoğan'ın aslında istihbarat raporlarından PKK'nin nasıl bir savaş düzenine sahip olacağını öğrendiği kanaatine ulaştım.AKP PKK'nin savaş planlarını çok iyi bilmektedir ve ne zaman nasıl hareket edeceğini ve de gücünün sınırlarını çok doğru tahmin etmektedir.Bütün bunlara imkan veren ise PKK'dir.
PKK AKP'yi yıkacak güce ve kapasiteye yine onu yukarıda belirttiğimiz gibi, kapsamlı savaş stratejisiyle ölümcül bir kapana sıkıştırma olanağına sahipken, şimdi bu kapana kendisi sıkışmıştır.PKK 7 Haziran seçimlerinde HDP ile anlaşmaya çekemediği AKP'yi yarım savaş taktiği ile masaya çekmeye çalışmış , bu da olmayınca Demokratik Özerklik blöfünü bazı HDP belediyelerine açıklamalar yaptırarak devreye sokmaya çalışmıştır.PKK'nin Demokratik Özerkliği askeri olarak destekleyecek güçte olmadığını bilen AKP,PKK'yi zamansız bir ayaklanmaya çekmek için sürekli çocuk öldürmeye başlamıştır. Amaç halkı provoke ederek galeyana getirmek ve zamansız bir ayaklanma ile kapsamlı bir bastırma gerçekleştirerek ve bu bastırmayı da PKK'nin önleyememesini sağlayarak,halk ile PKK arasına güvensizlik ekmek istemektedir.PKK AKP'ye karşı güç dengesini yanlış kurduğu için,ona gerekli caydırıcı karşılığı verememektedir ve AKP de sürekli onun tabanına terör ile eziyet ederek PKK'yi zayıflatmak istemektedir. Bu durum uzun süre böyle devam edemez ve halk devlet terörünün cezasını bu terörü durduramadığı için PKK'ye kesecektir.
1 Kasım seçimlerinden sonra, KCK bir açıklama yaparak,1 Kasım seçimlerinin sonuçlarını tanımadığını ve kendileri için 7 Haziran seçim sonuçlarının geçerli olduğunu ilan etti.Madem 1 Kasım seçimlerinin sonuçlarını tanımayacaktın, niçin HDP'yi seçime soktun? Erdoğan ve AKP'ye toplumsal ve siyasi meşruiyet verdikten sonra,ben bu sonuçları tanımıyorum demek, halk ile alay etmektir! KCK'nin bu açıklaması dahi, 1 Kasım seçimlerinin aslında boykot edilmesi gerektiğinin açık bir göstergesidir.Elbette buna uygun bir siyasi ve askeri strateji eşliğinde.
AKP'nin 7 Haziran'dan sonra PKK'nin hataları sonucunda ele geçirdiği insiyatif, giderek savaşın Rojava'ya taşınacağı izlenimini vermektedir.IŞİD ile mücadele görünümü altında Rojava'da PKK'ye vurulacak bir darbeye,KDP ve ABD de kendi açılarından farklı bir şekilde katılabilirler ve yarım kalan 2014 Sonbaharı'ndaki hesap tamamlanabilir.Üstelik ABD bu sefer bu pisliği IŞİD'e değil,Türkiye'ye yaptırabilir.Rusya'nın Suriye'de hava operasyonlarına başlamasından sonra, Türkiye,Rusya ve PKK'nin karşı karşıya geldiği ve hepsinin zayıfladığı bir plana kapı aralayabilir.ABD Suriye Demokratik Ordusu'nun belkemiğini oluşturan YPG'yi IŞİD ile savaştırırken,onu aynı zamanda Türkiye'ye karşı zayıf hale getirmektedir.Görünen odur ki IŞİD'in bu seferki rolünü Rojava'da Türkiye ve El Nusra,Ahrar El Şam gibi terör örgütleri oynayacaktır.AKP'yi Türkiye'de durdurma ve hatta yıkma olanağı varken,yanlış bir strateji nedeniyle bunu yapamayan PKK şimdi savaşın Rojava'ya taşınmasına neden olacaktır.Akıllara zarar bir durum! PKK'nin bu dağınık stratejik yapısı, Kürdistan tarihinin gelmiş geçmiş en büyük katliamına kapı aralayabilir.
Seçimlerden sonra PKK liderlerinin ve KCK'nin yapmış oldukları bazı açıklamalar, gerekli derslerin alınmadığını göstermiştir.Yanlış bir strateji ile iktidarı AKP'ye adeta "hediye" eden PKK, bu sefer de "Demokrasi Bloku" taktiğini devreye sokmuştur.Bu taktik ise uygulanan yanlış stratejinin sadece bir devamıdır.Nasıl HDP artı yarım savaş ile iktidar tamamen AKP'ye kaptırıldı, bu sefer de "Demokrasi Bloku" artı yarım savaş ile AKP'nin faşist rejimi oturtmasına imkan sağlanacaktır.Anlaşılan PKK elde avuçta ne varsa, hepsini kaybetmeye niyetli görünmektedir!
Demokrasi Bloku ile amaç , CHP'nin tabanının HDP'ye kaymasını sağlamaktır. Yukarıda CHP tabanını analiz ederken, bu tür taktiklerin işe yaramayacağını ve beyhude çabalar olduğunu belirttik.Demokrasi Bloku'nun , KCK ve HDP'nin mevcut politikaları devam ettikçe bir başarı şansı yoktur.
Bu arada kamuoyunda çok yaygın olan bir başka görüşü de eleştirmek gerekmektedir.O da 1 Kasım seçimlerinde alınan kötü sonucun PKK'nin silaha başvurmasından kaynaklandığı görüşüdür.Aslında bu makalenin ana fikrini anlayanlar, bunun çok saçma bir görüş olduğunu anlamışlardır.Erdoğan ve AKP'nin devlet terörünü, Suruç ve Ankara'da fütursuzca kullandıkları bir durumda bu görüşü ileri sürmek oldukça saçmadır.PKK silaha başvurmasaydı da AKP bu teröre başvuracaktı,ki 7 Haziran öncesinde , PKK ateşkes pozisyonundayken bir çok defa bunu yaptı.7 Haziran'dan sonra niçin PKK silaha sarıldıdan ziyade, niçin kapsamlı bir şekilde silaha sarılmadığı için PKK'yi eleştirmek gerekir.
Yine PKK'ye olan bir başka haksız eleştiri de, PKK'nin HDP'nin başarısını istemediği eleştirisidir.Bu dünyada hiç kimse PKK kadar HDP'nin başarısını istememektedir.Çünkü HDP'nin başarısı halinde koskoca bir "Kuzey Cephesi"ni PKK için güvenli hale getirmiş olacaktı ve bu "Kuzey Kuvvetleri"nin Kürdistan'ın başka alanlarında (örneğin Rojhilat) kullanılmasını ve PKK'nin Ortadoğu'da stratejik derinliğini geliştirmesini sağlayacaktı.Bu eleştiriyi yapanlar acaba ne dediklerini biliyorlar mı? Ya da başka bir şekilde sorarsak: bu eleştiriyi yapanlar siyasi meselelerden bir şey anlıyorlar mı?
Bu makaleyi bir soru sorarak ve bu soruya cevap vermeye çalışarak sonlandırmaya çalışalım. Olaylar nasıl tersine çevrilebilir ya da bunun olanağı var mıdır?
Bunun için AKP'nin zayıf noktasını bulmak gerekmektedir.Son dönemdeki tartışmaların gösterdiği gibi, bu zayıf nokta Erdoğan'ın Başkanlık ısrarıdır ve bu ısrarın sonucu olarak, Başkanlık sistemini referanduma götürme isteğidir. Bu referandum, olayların tersine çevrilmesi için bir fırsat olabilir ve belki de "felaketten önceki son çıkış"tır.
Referandumda boykot değil,Hayır için mücadele edip, ama bu zaman zarfına kadar da kapsamlı savaş için gerekli düzenlemeleri de yapmak gerekmektedir. Bir Hayır durumunda hem Erdoğan'ın hem de hükümetin gayri meşru olduğunu ve istifa etmesi gerektiği noktasında bastırıp; buna yanaşmayan Erdoğan ve AKP'ye karşı kapsamlı savaşa başvurarak,onun muhafazakar tabanının ondan kopmasını ve AKP'nin bölünmesini sağlayarak , güç dengesini tekrar devrimci ve demokratik hareket lehine değiştirmekten başka bir yol görünmemektedir.
|