 "ANKARA KATLİAMI" VE SİLAHLI DİRENİŞİ DÜŞÜNMEK K.Erdem
Tarihte öyle bazı olaylar vardır ki, kendiliğinden bir tarihsel eşik oluştururlar. Bu yeni bir dönemi açan bir olay olabileceği gibi, genel bir toplumsal yangına dönüşecek olan bir kıvılcıma neden bir olay ya da genel bir bilinçlenmeye ve yeni bir ideolojik ve siyasal yönelime neden olan bir olay da olabilir. 10 Ekim 2015'te Ankara'da gerçekleştirilen katliam da işte kendiliğinden böyle bir tarihsel eşik oluşturmaktadır.
7 Haziran 2015 seçimlerinden önce HDP üzerinde estirilen terör ve yine bu seçimlerden sonra Suruç Katliamı ve Erdoğan'ın Barış Süreci'ni sona erdiren ve bu temelde Kuzey Kürdistan'da estirilen devlet terörü ile birlikte ele alındığında Ankara Katliamı, devlet tarafından "istikrarlı" bir şekilde sürdürülen bir devlet terörünün devamı ve son halkası olarak ortaya çıkmaktadır. Burada en önemli teorik mesele, bu devlet terörünün "tarihsel yeri"ni belirlemektir. Çünkü bu sorunun cevabı bize gelecekte olacakları ve buna göre ne tür "tarihsel önlemler"in alınması gerektiği cevabını da verecektir. Erdoğan ve AKP'nin siyasi hesapları görünenden çok daha karmaşık ve derindir. En önemli sorunlardan bir tanesi de, onun karşısındaki her türlü muhalefetin bir türlü bunu görememesi ya da görmek istememesidir.Gülen Cemaati ile birlikte, Ergenekon Komplosu Darbesi'yle, Kemalist Cumhuriyet'in temeline dinamit yerleştirip ve patlatan Erdoğan ve AKP, dağılan parçalar üzerinden yeni bir faşist rejim kurmaya çalışmaktadır. Olayların tarihsel gelişimi içerisinde Erdoğan istisna değil, kuralın ta kendisidir!
12 Eylül 1980 darbesiyle kaba bir karşılaştırma yaparsak eğer, içinden geçtiğimiz süreç, 13 Eylül 1980 ile 6 Kasım 1983 yılında yapılan seçimlerin arasında bir yerde bulunmaktadır. Nasıl 12 Eylül darbesini yapanlar bu darbenin ruhuna uygun bir şekilde siyasi ve hukuki çerçeveyi hazırlamakla ve bunu sürekli kılmakla meşguldülerse, aynı şekilde Erdoğan ve AKP de yaptıkları sivil faşist darbeye uygun olarak yeni bir siyasal ve hukuki çerçeve oluşturmakla meşguldürler.
Bu aynı zamanda yeni bir faşist rejimin inşasıdır ve bunun önündeki bütün engeller psikolojik savaşa uygun olarak bertaraf edilmek istenmektedir.Bundan çıkan sonuç, bu yeni faşist rejimin daha başında olduğumuz ve bu yeni faşist rejime karşı farklı toplumsal direnç noktaları olduğu için, devlet terörünün kendi "istikrarlı" gelişimi içerisinde süreceğidir. Bu noktada Suruç ve Ankara katliamları ne ilktirler ve ne yazık ki ne de son olacaklardır.
Bugün Türkiye'de iki temel siyasi çekim noktası mevcuttur ve mücadele de temelde bu iki çekim noktası arasındadır.Bunlardan ilki AKP eksenli gelişen ve Sünni-Türk milliyetçiliği karışımından oluşan Yeşil faşist siyasettir.Diğeri ise HDP eksenli gelişen ve KCK'nin desteklediği, Demokratik Ulus ve Demokratik Özerklik temelinde gelişen demokratik siyasettir.CHP ve MHP eksenli siyaset bu iki temel çekim noktasının arasına sıkışmış olup, aslında fazla bir manevra alanına sahip değildirler ve yeni faşist rejimin inşasında Erdoğan ve AKP için tehdit de değildirler.
Erdoğan'ın Başkanlık sistemi biçiminde gerçekleştirmek istediği , otokratik ve teokratik özelliklere sahip olan Tek Adam Diktatörlüğü'nün önündeki temel engel HDP ve KCK olduğu için, bir yandan askeri operasyonlar ile KCK'yi öte yandan psikolojik savaş ile de HDP'yi baskı altında tutarak ve pasifize etmeye çalışarak yeni rejimini oturtmak istemektedir.
Erdoğan Suruç ve Ankara katliamları gibi devlet terörü aracılığıyla,HDP'yi seçim kampanyası yapamayacak ve hatta onun militanlarının evden çıkamayacağı bir fiili durum yaratarak, devrimci ve demokratik hareketin saflarına korku,yılgınlık,moral bozukluğu yerleştirerek, HDP'de güven kaybına yolaçmak istemektedir. Bu durumun devam etmesi durumunda HDP'nin pasifize olması kaçınılmazdır.
Erdoğan ve AKP'nin devlet terörünün tek seçimle ilişkili bir durum olduğunu sanmak da yanlış olur.Çünkü son dönemlerde Kuzey Kürdistan'daki bazı il ve ilçelerde uygulanan sokağa çıkma yasakları sırasında gerçekleştirilen katliamların, halkı zamansız bir ayaklanmaya çekerek ve kapsamlı bir bastırma yaparak etkisizleştirme planının parçası olduğu gözlemlenmektedir.Devlet "kontrollü bir içsavaş" aracılığıyla, MHP ve CHP de dahil bütün muhalefetin bastırıldığı ve yeni rejimin bu temelde ilerletildiği bir siyaset ile hareket etmektedir.Hatta bunun için dış güçler ile (örneğin Suriye’de) bir savaş çıkarmayı da göze alabilir.
Bu yeni faşist rejimin inşasına odaklı siyaset,kendince bu rejimin önündeki engelleri bertaraf eden bir siyaset izlemektedir ve bunun içerisinde terör ile "halkı terbiye etme" de yeralmaktadır. Erdoğan "IŞİD algısı geçirilmiş devlet terörü"nü, halkın geniş kesimlerinin bilinçaltına seslenmek için de kullanmaktadır.Başkanlık Sistemi ile huzuru karşı karşıya koyarak, halka huzur karşılığında Başkanlığı kabul etmesini dayatmaktadır.Terör bir yıldırma aracı olduğuna göre, bir yandan muhaliflerine terör uygulayarak onları pasifize etmeye çalışırken, öte yandan da halkın geniş kesimlerinin bilinçaltına, Başkanlık sistemi karşılığında huzurun geleceği algısını yerleştirmeye çalışmaktadır.Halkın açıktan esir alındığı ve huzur karşılığında yeni faşist rejimin kabul ettirilmeye çalışıldığı dolaylı bir dil de geliştirilmektedir.
Sıradan bir yürüyüş ve toplantı hakkını alçak bir katliam ile bastıran bir zihniyetin, seçimlerde HDP birinci parti olarak çıksa dahi, açıktan darbe de dahil her yol ile bastırılacağı bir manzara ile karşı karşıyayız.Bu manzara HDP'nin barajı geçse dahi, faşist sistem karşısında etkisiz kalacağı ve tek başına rejimi değiştirmeye ya da yıkmaya gücü yetmeyeceğini de göstermektedir.
Erdoğan ve AKP, HDP'ye yapılan terör eylemleriyle, Suruç ve Ankara Katliamı gibi eylemlerle aynı zamanda barışçıl yollarla iktidarı bırakmayacaklarını da adeta herkese göstermektedirler.Bizzat kendileri halka silahlı mücadelenin dışında başka bir seçenek bırakmamaktadırlar. Uzun zamandan beri işlenen devlet terörü aynı zamanda gelecekte olacakların da habercisi olup,bugün işlenen devlet terörünün gelecekte gerçekleşecek olanların yanında devede kulak kaldığını da ortaya koymaktadır.Modern bir İttihat ve Terraki Partisi ve Enver Paşa iktidarı ile karşı karşıyayız.
Erdoğan yaptığı işi ciddiye almakta ve halka karşı açılan savaşın doğasına uygun olarak , cesaretle, acımasızlıkla,aldatma ve hileyle ve de psikolojik savaşın gereklerine uygun olarak hareket etmektedir.Silahlı mücadelenin dışında başka bir seçenek bırakmayan bir hareketin karşısına , sadece barışçıl araçlarla çıkmanın sonu, eldeki bütün kazanımların da yokolması olacaktır. 12 Eylül deneyimi bunun en güzel örneğidir.Bu darbeye karşı ne siyasi ne de askeri olarak karşı koyamayan Türkiye Devrimci Hareketi (TDH), büyük bir tasfiyecilik yaşamıştır.Ama Kürt Özgürlük Hareketi stratejik bir geri çekilme yaparak ve gerekli siyasi ve askeri hazırlıkları yaparak gerekli atılımı yapmayı başarmıştır. Bugün bu durumun Türkiye versiyonu ile karşı karşıyayız.
Artık TDH'nin şapkasını önüne koymasının ve kapsamlı olarak silahlı direniş sorunu üzerinde düşünmesinin zamanıdır.Gerektiği zamanda harekete geçmeyen bir hareketi tarih asla affetmeyecektir.Silahlı direnişi düşünmekten bahsederken hemen silaha sarılıp eylem yapılmasını ileri sürmüyoruz.Bu silahlı direnişin örgütlenmesi için gerekli ideolojik ve politik hazırlığa derhal başlanılması gerektiğini ileri sürüyoruz.
Böyle bir silahlı direniş siyasetinin ortaya konması asla HDP'nin alternatifi olarak düşünülmemelidir.Tam tersine HDP'yi tamamlayan ve onun kazanımlarını geliştiren ama onun yetersiz olduğu yerleri kapatan bir çizgi olarak onu düşünmek gerekir.Böyle bir eksikliğin giderilmesi,HDP'nin oynayacağı asıl rolün oynanmasını da kolaylaştıracaktır.
HDP'nin kurulmasından kısa bir zaman sonra kaleme aldığım ve onun tarihsel rolü ve yerini analiz ettiğim ve de bu temelde TDH'nin devrimci görevlerinin ne olması gerektiği noktasında yazdığım bir makalede şöyle yazmıştım:
"TDH’nin devrimci bir parti yaratması demek, daha basit ve kaba bir benzetme ile “Türkiye’nin PKK’sini yaratması” demektir. Bütün sorun “Türkiye’nin PKK’si”nden ne anladığımız sorunudur. Hiç kuşkusuz bu makalenin konusu, “Türkiye’nin PKK’si”nin yaratılmasını sorununu tartışmak değildir. Sadece HDP ile ilişkisi bağlamında bu noktaya kısaca değinmektir.
Türkiye’de devrimci bir partinin inşaası ancak devletin egemenlik alanının dışında yani legal alandan ziyade illegal (yasadışı) alanda ve gizli olarak yaratılabilir. Böylesi bir partinin inşası halinde kendisini Türkiye’nin büyük metropollerinde ama özellikle de ilk başlarda İstanbul’un büyük emekçi mahallelerinde örgütleyen ve ilk etapta sadece illegal araç ve metodlar kullanan; politik etkisinin büyümesi ile birlikte zamanla devletin mahallelerdeki sabit ve hareketli kolluk güçlerine karşı askeri eylemler düzenleyerek ve buralarda önce devletin otoritesinin aşınmasını sonra da zayıflamasına ve yok olmasına neden olan bir askeri mücadeleyi verebilecek düzeye çıkarması beklenir.
Devrimci bir partinin emekçi mahallelerde “siyasi üsler” kurarak ve zamanla bunları “Şehir Gerillasının” desteği yaparak ve devletin otoritesini zayıflatarak halkın devrimci örgütlenmesine alan açan ya da bu toplumsal çerçeveyi oluşturan siyaseti, devlet karşısında siyasi dayanıklılığı ve sürekliliği uzatabildiği ölçüde halkın geniş kesimlerine ulaşabilecek ve onları büyük yığınlar halinde devrimci siyasete kazanacak olanağı da elde edecektir.
Bu devrimci dayanıklılığı ve sürekliliği sağlayan bir devrimci parti, HDP gibi legal ve liberal partiler ile yapacağı ittifak ile hem partinin “savaş örgütü”nü yığın örgütleri ile çevirerek “derine gömme” olanağı elde edecek hem de devrimci siyasetini bu legal kurum ve partiler aracılığı ile halkın geniş kesimlerine aktarma ve kendisini halkın bu geniş kesimleri içerisine sokma olanağı elde edecektir. Bu dönem aynı zamanda devrimci siyasetin reformist siyaset üzerinde politik hegemonyasının kurulması ile el ele yürüyecektir.
Ama bu devrimci parti ve siyasetin yaratılması tek başına TDH’nin yapabileceği (imkansız olmasa da) bir şey değildir. Nasıl HDP reform alanında Türk ve Kürt halklarının birlikteliği ise aynı şekilde DEVRİMCİ alanda da Türk ve Kürt halklarının birlikteliğini yaratmak gerekmektedir. Bundan dolayı TDH’nin mutlak suretle KCK sistemi içerisine girmesi ve bu sistem içerisinde devrimci parti ve siyasetin üretilmesi gerekmektedir. Böylece KCK’nin dörtlü konfederal yapısı (PKK, PJAK, PYD ve PDÇK) TDH’nin de eklendiği beşli bir yapıya dönüşerek hem Ortadoğu Demokratik Konfederalizminin yolunu açacak hem de KCK’nın yapısında var olan ama şu anda Kürdistan ile sınırlı olduğundan dolayı biçimsel olan Enternasyonalist yanını daha somut hale getirecektir." (Kemal Erdem, HDP ve Devrim)
Erdoğan ve AKP sandığımızdan çok daha hızlı bir şekilde bizleri silahlı direniş çizgisine ve devrimci görevlerimize doğru itmektedir!
Dönemin görevi Gezi Direnişi'ne, Suruç ve Ankara katliamlarına karşı, silahlı direniş çizgisini geliştirerek cevap olabilmektir!
|