 ROJAVA DEVRİMİ VE "PASİF DEVRİM" (I)
K.Erdem
Hiç kuşkusuz "tarihsel" denebilecek bir süreçte geçmekteyiz.Tarihsel olmasının nedeni, bir çok düzeyde paradigma değişimine neden olması ve bu temelde bazı eski eğilimlerin sonunu getirmesi ve bazı yeni eğilimlerin de kapısını aralamasından kaynaklanmaktadır.
Belki farkında değiliz ama dünya devrimci hareketi ideolojik ve politik olarak "kabuk" değiştirmektedir.Devrimci hareketin bu kabuk değişimi ise öncelikli olarak Ortadoğu'da gerçekleşmektedir ve bu değişimin önce burada gerçekleşmesi ise tesadüf değildir.Çünkü PKK gibi büyük bir devrimci hareket , Ortadoğu'daki devrimci dönüşümün merkezinde bulunmaktadır ve bu dönüşümü ise yeni bir ideolojik paradigma temelinde gerçekleştirmek istemektedir.
PKK'nin Kürdistan ve Ortadoğu'daki pratiğinin niteliği hiç kuşkusuz onun ideolojik niteliğinin sonucudur ve ideolojik düzeyde böyle bir dönüşüm olmamış olsaydı,bugünkü siyasi pratiğinin düzeyi de bu kadar nitelikli olmazdı. Burada devrimci hareket için temel sorun, PKK'nin yeni ideolojik ve politik yapısı, evrensel düzeyde yani başka ülkelerin devrimci hareketlerinin de yararlanabileceği özellikler içermekte midir yoksa sadece yerel özellikler ile mi sınırlı mıdır?
Biz PKK'nin devrim sorununa getirmiş olduğu bazı teorik ve pratik cevapların tek yerel değil ama evrensel özellikler de içermekte olduğunu ileri sürmekteyiz.
Bir devrim her zaman görünenden çok daha fazlasıdır.Devrimler her ne kadar bir noktaya kadar bilinçli bir düşüncenin eseri olsalar da bir o kadar sezgilere ve hatta bazen de "arının bal yapmasına" benzerler yani içgüdülere dayanırlar. Ama bu sezgisel ya da içgüdüsel yanlar dahi aslında farkından olmadan belirli düşünsel temellere dayanırlar. İşte bu durum Rojava devriminde de yaşanmıştır ve bu devrimin önderleri , bir yanıyla bilinçli diğer yanıyla sezgisel ve içgüdüsel olmak üzere , "gelecek devrim tipini" "kuvveden fiile" çıkarmışlardır. Bundan dolayı Rojava devrimi tek yerel-ulusal değil tek bölgesel değil ama uluslararası özelliklere ve kapsama da sahip bir devrimdir. Rojava devriminin yerel ve evrensel yanlarının ayrıştırılması, içinden geçtiğimiz süreçte devrimci teorinin temel görevleri arasındadır.
Elimizdeki teorik veriler ışığında , belirli bir tarihsel belirlenim yapma ve içerisinde geçtiğimiz tarihsel sürecin yerini ve özelliklerini az çok belirleme olanağına sahip olduğumuza inanmaktayız.Buna göre, Lenin ve Bolşevikler ile başlayan eski devrimci çağ, ideolojik olarak 2000'li yılların başlarında, siyasal olarak da 2012'deki Rojava devrimi ile kapanmıştır ve yeni bir devrimci çağ açılmıştır.Bu yeni devrimci çağ, "Leninizm"i tarihe gömmüştür. Burada geçerken Lenin ve Leninizm arasında bir ayrımın yapıldığını ve her ikisinin bir olmadığını belirtmek isterim.
İster farkında olsunlar isterse de olmasınlar,PKK Genel Başkanı Sayın Abdullah Öcalan ve PKK Önderliği, 2000'li yılların başlarındaki paradigma değişimi ile aslında Leninizm ile kopuşmuşlardır ve pratiğin zorlaması altında yeni bir devrim anlayışını, bazen bilinçli bazen sezgisel bazen de içgüdüsel olarak geliştirmek zorunda kalmışlardır ve de "özgür düşünce" temelinde gelişen bu yeni devrim anlayışı olumsuz değil tamamen olumlu olmuştur.
Bu makalede biz devrimci teorinin bütün alanlarındaki dönüşümü ele almadan ziyade özel ve spesifik bir sorunla kendimizi sınırlayacağız: Devrimin kapsamı ve bu kapsamı etkileyen tarihsel koşullar.
Devrimci hareketin en önemli handikaplarından bir tanesi, doğru bir devrimci program ve bu programı gerçekleştirecek doğru bir strateji ve taktik çizgi oluşturamamadır.Ama soruna daha yakından bakıldığı zaman, bu sorunun altında yatan temel nedenin ise aslında felsefi-ideolojik yetersizlik olduğu görülmektedir.
Devrimci hareket program sorununda hiçbir zaman doğru oranlar tutturamamıştır ve bundan dolayı da stratejik ve taktik olarak isabetli kararlar verememiştir.Bunun temel nedeni, kapitalizmin tarihsel çerçevesi ve bu çerçevenin sosyalizm-komünizm ile ilişkisinin tam olarak bilince çıkarılamamasıdır.
Devrimci hareket aslında sosyalizm-komünizm sorununa tam olarak bilimsel cevap verememiş ve kapitalizmin bağrındaki hangi somut ve temel eğilimlerin gelecek topluma bağlanacağını tam olarak ortaya koyamamıştır. Kapitalizmin tarihsel-fiziksel sınırlarının bilince çıkarılması sorunu , aslında Marx ve Engels'ten beri Marksist teorinin temel sorunu olmuştur ve bu sorun halen devam etmektedir ve bu noktadaki "teorik bulanıklık", teorinin bütün alt disiplinlerini olumsuz etkileyerek genel bir teorik ve politik karmaşıklığa yolaçmıştır.
İktidarın ele geçirilmesiyle bağlantılı olarak Bolşevikler bu soruna bir teorik ve politik cevap vermeye çalışmışlardır ama bu "tarihsel cevabı" verememişlerdir. "Ekim Devrimi'nin Anatomisi" adlı kitabımda bu sorunu ayrıntılı tartıştığıma inanıyorum (daha fazla bilgi için bu kitaba bakılabilir).
Hiç kuşkusuz Lenin "determinist tarih" anlayışına sahipti ve kapitalizmin çeşitli tarihsel aşamalarını idealist bir şekilde atlama anlayışına sahip değildi.Bundan dolayı Lenin, Ekim Devrimi'nden sonra bir çok defa kapitalizmin hangi ara aşamalarının sosyalizme götürdüğü sorununu ortaya atmış ve bunu teorik olarak çözümlemeye çalışmıştır.Bu sorun teorik olarak doğru çözümlenemeyene kadar, devrimci iktidarın uluslararası kapitalizm karşısında stratejik ve taktik olarak doğru konumlanamayacağını biliyordu. Lenin bu nokta ile ilgili olarak şöyle yazıyordu: "Ve "bizim" sosyalizme doğrudan geçiş sorunumuzu başarıyla çözebilmemiz için, kapitalizm-öncesi ilişkilerden sosyalizme geçiş için hangi ara yolların, yöntemlerin, vasıtaların ve araçların gerekli olduğunu anlamalıyız.Bütün sorun budur. (Lenin, "Ayni Vergi" makalesi,http://kutuphane.halkcephesi.net/ Lenin/devlet%20kaptlzm/verg_1.htm )
Lenin sorunu soyut olarak doğru ortaya koymasına karşın, somut biçimi içerisinde yani içerisinden geçilen çağın tarihsel-sosyalizm ile ilişkisi noktasında yetersiz kalıyor ve yanlış ele alıyordu.Ona göre içerisinden geçilen emperyalizm çağı, özellikle emperyalist ülkelerde sosyalizm için üretici güçleri geliştirmişti ve herhangi bir emperyalist ülkede gerçekleşecek bir sosyalist devrim, gerekli "sosyalist önlemleri" alarak kısa bir sürede "sosyalist üretime" geçme olanağına sahipti. Ama ona göre Rusya için bu durum hemen söz konusu değildi, çünkü Rusya emperyalistlerden geri bir ülkeydi ve önce onun emperyalist ülkeleri yakalaması gerekmekteydi ve de bunu ise proletarya iktidarda olduğu için önce "devlet kapitalizmi" ile gerçekleştirmeliydi ve bu "ara mesafe"nin kapatılması ölçüsünde de tedrici olarak sosyalist üretime geçmeliydi.
Lenin'in akıl yürütmesi baştan aşağı yanlıştı!
Bu yanlışlığın nedeni ise o zamanki emperyalist çağ ile tarihsel-sosyalizm arasında kurulan mantıksal ilişkinin yanlış olmasıydı. Lenin o zamanki emperyalizmi "kapitalizmin en yüksek aşaması" olarak damgalamıştı ve ona göre emperyalizm artık daha gelişemeyecekti ve "tarihsel sınırına gelmiş" olan bir sistem ise kaçınılmaz olarak sosyalist devrimlere neden olarak parçalanacaktı.
Bizzat bu uslamlamayı tarih çürütmüştür!
Lenin'in akıl yürütmesinin aksine emperyalizm daha da gelişmiş ve sermaye ihraçları yoluyla dünya kapitalizmini hem derinlemesine hem de genişlemesine daha da geliştirmiş ve "emperyalizmin yeni bir tarihsel aşaması" diyebileceğimiz bir aşamanın ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Hem "Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı"nın hem de Kapital'in birinci cildinin önsözünde Marx'ın belirttiği gibi, "bir toplum içerebildiği bütün üretici güçleri içermeden yeni toplumun üretici güçleri ortaya çıkmaz" ve "bir toplumun çeşitli tarihsel aşamaları asla atlanamaz". Bir toplum üretici güçleri geliştirebiliyorsa, bundan bu toplumun daha tarihsel ömrünü doldurmadığı sonucu çıkar.
Devrimci hareketin politik mücadelenin bütün aşamalarında tarihsel eyleminin içeriğini doğru belirleyebilmesi için, ona gerekli olan temel şey, sosyalizm ya da komünizmin (bu ikisi aynı şeydir yani nitelik olarak aynıdırlar ve aralarındaki fark sadece nicelikseldir) bilimsel olarak tam olarak neye benzediğini doğru bir şekilde ortaya koyması gerekmektedir. Bu konu ayrı bir makalenin konusudur ve geçmişte bir çok defa ele almama karşın bu konu ile bağlantılı olarak kısaca şöyle denebilir: Sosyalist ya da komünist toplum dünya çapında bütün emekçilerin bilim insanı olduğu bir toplumdur.Bu toplumda emekçi tamamen otomasyon bir yapıya sahip olan üretim aletini gözetim ve denetim altında tutan bir emekçidir.Bu emekçi bir bilim insanıdır ve emeği tamamen kol emeğine dayanan işçi ile uzaktan yakından alakası yoktur.Emeği tamamen kafa emeğine dayanır.Bu emek biçimi, öncelikle üretim araçları üretimi sektöründe açığa çıkacaktır ve giderek tüketim araçları üretiminin de bu bilimsel temelde yapılan üretim ile birleşmesi ölçüsünde ve işçi sınıfını üretim sürecinde dışlaması ölçüsünde bütün dünya ekonomisine yayılacaktır. Sosyalizmin ya da komünizmin gelişmesiyle işçi sınıfı tarihsel olarak tasfiye olmaya başlayacaktır ve onun kurtuluşu kendisini tasfiye etmekten geçmektedir. Komünizmde emeğin fiziksel işbölümü ortadan kalkmayacaktır (mühendislik, doktorluk, öğretim görevlisi, sanatçı vs.) ama bu farklı emek biçimlerinin kullacakları emek aletinin niteliği eşitlenerek aynı zaman birimi için aynı değerin elde edildiği bir duruma yolaçacaktır. Bütün emekçilerin aynı zaman birimi içerisinde aynı değeri elde etmesiyle tek bir sınıf (komünizm işte bu tek bir sınıfın ortaya çıkmasının sonucudur) ortaya çıkarak ya da bütün ayrı sınıf ve tabakalar bu "bilim insanı sınıfı içerisinde eriyerek" sınıfsız ve sömürüsüz bir toplum ortaya çıkacaktır. Tek bir cümle ile komünizm "bilim insanlarından oluşan bir dünya toplumudur."
Hem Lenin dönemindeki toplumun hem de günümüz toplumunun bu sınıfsız toplumdan daha uzakta olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Komünizmin maddi güçlerinin daha gelişmediği bir topluma, iradi ve spekülatif olarak "planlı ekonomi dogmasını" dayatmanın bedelini toplumlar büyük bir felaketle ödemişlerdir. Bu durumda "ürünlerin burjuva bir biçimde üretildiği ama komünistçe bölünmek" istendiği bir idealist yaklaşım ortaya çıkmaktadır. Bölüşüm biçimi her zaman üretim biçimine sıkı sıkıya bağlıdır ve bunu yok sayanları ise tarih iflas ile selamlamıştır.
Bu noktada temel teorik sorun, sosyalizmin ya da komünizmin üretici güçleri daha ortaya çıkmadan iktidarı ele geçiren devrimci hareketlerin nasıl bir ekonomi politikası uygulamak zorunda olduklarıdır.Burada temel ilke ne olmalıdır?
Bu nokta ile ilgili olarak kısaca şu söylenebilir: Sosyalizmin ya da komünizmin üretici güçlerinin daha ortaya çıkmadığı tarihsel koşullarda iktidarı ele geçiren devrimci hareketlerin temel görevi, kendi ülkelerinin ekonomilerinin dünya ekonomisinin bir parçası olduğunu ve bu ekonominin temel göstergelerinin dünya ekonomisinin temel göstergeleri tarafından sürekli yaratıldıklarını asla akıldan çıkarmamaları gerekmektedir. Bu ekonomide , sermayenin sektörler arasındaki doğru paylaşılmasını sadece ve sadece rekabet en doğru ve yetkin bir şekilde düzenlemektedir.Bu ekonomilerde, dünya ekonomisiyle sürekli entegrasyon kaçınılmazdır ve bütün sorun bu entegrasyonun nasıl yönetileceği sorunudur.Toplumsal üretkenlik ancak dünya ekonomisiyle kurulacak dikkatli bir entegrasyon sonucunda gelişecektir ama burada bütün mesele bu entegrasyonun bir bağımlılığa yolaçmasının önüne geçmektir.
Dünya ekonomisiyle entegrasyon ille de emperyalizme bağımlılığı getirmez. Çünkü kapitalizmin temel tarihsel eğilimi kar oranlarının eşitlenmesi ve bu temelde sürekli olarak farklı düşman kampların ortaya çıkmasıdır.Çok taraflı bir ilişkiler sistemi ile diğer ülkelerin devrimleriyle birleşme perspektifini koruyarak bir devrimin bağımsızlığı belli bir süre mümkündür.Bu ülkelerin, devlet kapitalizmi temelinde ama özel kapitalizmin de buna yedeklendiği bir ekonomi politikası uygulayarak ve halkın genel durumunu da bu devlet kapitalizmini kaldıraç olarak kullanarak sürekli geliştirerek belli bir süre ayakta kalması mümkündür.
Bu tür bir toplumsal sistemde, halkın çıkarlarının gelişmesi ancak kamu mülkiyetinin gelişmesi ve güçlenmesi temelinde mümkündür. Kapitalist bir tarihsel temele sahip olan bir toplumda, halkın çıkarlarının ifadesini bulduğu alan kamu mülkiyeti alanıdır.Kamu mülkiyeti de özel mülkiyetin bir biçimidir ama halkın iktidarda olduğu bir politik sistemde bu kamu mülkiyeti, piyasa sisteminin mekanizmalarını kullanarak kendi etki alanını genişleterek, genel olarak halkın çıkarlarının alanını da genişletmiş olacaktır.Yani halkın çıkarları kapitalist mekanizmanın aracılığıyla gelişmiş olacaktır!
Bunun eski kuşak devrimciler için bir paradoks olduğu ve kolay kolay kabul edilemeyecek bir postülat olduğu doğrudur.Ancak eski kuşak devrimcilerin Bolşevik gelenekten gelen sosyalizm anlayışlarının, tarihin nesnel akışını gözardı ettiği için bir tür "ütopik sosyalizm" olduğu da aynı şekilde doğrudur.
Geçmiş deneyimlerdeki temel sorun, devlet kapitalizminde kaynaklanmamaktadır ama bu devlet kapitalizminin yanlış uygulanmasından (daha doğrusu devlet kapitalizminin sosyalist ekonomiyle karıştırılmasından) , dünya piyasasının göstergelerinden ziyade , bir avuç bürokratın kafalarındaki dogmaları ekonomiye dayatmalarından kaynaklanmaktaydı. Devlet kapitalizminin eğilimlerini, dünya piyasasının eğilimleriyle belirli bir süre birbirine bağlayan bir eğilim doğru politik orantıları belirleyebilecektir. Burjuva bir tarihsel temele sahip olan bir ekonomide, hiçbir iradi müdahale, rekabetin ve bu temelde piyasanın göstergelerinden daha "bilimsel" değildir.
Nasıl burjuva-demokratik devrimine ille de burjuvazinin önderlik etmesi gerekmiyorsa, farklı burjuva tarihsel aşamaların da özel kapitalizmin önderliğinde aşılmasına gerek yoktur ve devrimci hareket bu farklı burjuva aşamaları devlet kapitalizminin temel sürükleyiciliği altında aşabilir.
Artık kapitalizmin bugünkü tarihsel düzeyi ve bu noktada dünya devrimci hareketinin genel teorik birikimi ışığında, sosyalizmin ya da komünizmin tam bilimsel açıklamasını yapabilecek duruma gelmiş bulunuyoruz ve bu birikim milyonlarca insanın kanlarının üzerinde yükselmiştir.
Sovyet Rusya'da Lenin ve Bolşevikler, tarihsel sosyalizm ile o zamanki Rus kapitalizmi arasındaki tarihsel boşluğun neye benzediğini tam olarak bilmedikleri için, Rus ekonomisinin doğasına yanlış politikalar dayattılar ve bu temelde yanlış bir tarihsel mevzilenme gerçekleştirdiler.Özel bir dönemde yani o zamanki konjonktürdeki yanlış mevzilenmenin temel nedeni, tarihsel kapitalizm karşısındaki genel yanlış mevzilenmeydi.
Sovyetler Birliği'ndeki devlet kapitalizmi, uluslararası emperyalizm karşısındaki yanlış tarihsel mevzilenmesinin sonucunda giderek "bürokratik devlet kapitalizmi"ne dönüşmüş ve yer yer korkunç biçimler almıştır. Buharin 1930'lu yıllardaki bazı yazılarında , Sovyetler Birliği'ni örtük bir biçimde Nazi Almanyası ile karşılaştırmıştır.
Lenin ve Bolşeviklerin bu bürokratik devrim anlayışı III.Enternasyonal ve yine SBKP aracılığıyla diğer ülkelerin devrimci hareketlerine sirayet etmiş ve dünya devrimci hareketini adeta kötürüm etmiştir.
SSCB'de devlet mülkiyetinin sosyalist mülkiyet sanılması ve bu sözde sosyalist mülkiyetin gelişmesine orta sınıfların engel olduğu ve devlet mülkiyetinin gelişmesiyle bu orta sınıflar ile çelişkinin artacağı anlayışı tamamen yanlış bir anlayıştı.Orta sınıfların büyüyüp ve gelişmesinin altında, aslında kapitalizmin tarihsel olarak derinleşmesi yatmaktadır.Sözde sosyalist ekonominin güvenliği için bu orta sınıfların da tasfiye edilmesi anlayışı, giderek bürokratik devleti bu küçük ve orta boy işletmelerin de kamulaştırılmasına doğru iterek monolotik bir bürokratik devlet kapitalizmi ortaya çıkarmıştır.Devlet tekelciliğinin bu aşırı boyutu, küçük bir "bürokratik oligarşinin diktatörlüğü"ne neden olmuştur.
Ama bürokratik devrim teorisi (yani kapitalist devlet mülkiyetinin sosyalist mülkiyet ile karıştırılması) sosyalist ekonominin gelişmesi ve güçlenmesi adına orta sınıfları baskı altına almasının ve böylece devrimin kapsamını zayıflatmasının en direk sonucu, dar siyasi temel üzerinde dar bir taktik yapının ortaya çıkması olmuştur.Devrimin kapsamının bu darlaştırılması, bir yandan karşı-devrim cephesinin büyümesine neden olurken, öte yandan da bürokratik araçların ve yöntemlerin öne çıkarılmasına neden olmaktaydı.
Rusya'da bu "bürokratik oligarşik diktatörlüğü"nün ortaya çıkması , hemen Ekim Devrimi'nin başlarında Lenin'in yaptığı teorik ve siyasi hataların sonucunda ortaya çıkmıştır.Lenin ve Bolşeviklerin emperyalizmi hemen cepheden karşılarına almaları ve bu temelde Rusya'daki yabancı sermayeyi kamulaştırmaları,dış borçların iptali ve dış ticaret tekeli yaratmaları, aynı zamanda tarihsel kapitalizm karşısında yanlış mevzilenmelerinin de sonucuydu.
Ekim devriminin başlarında Bolşeviklerin, emperyalizm ile Gramsci'nin deyimi ile bir mevzi savaşı değil, hareketli ve cephe savaşı vermeleri ve güç dengesini yanlış ele almalarının temel nedeni, tarihsel kapitalizm karşısındaki yanlış konumlanmalarıydı.Halbu ki tarihsel kapitalizm nesnel ve tarihsel olarak daha uzun yıllar dünya çapında gelişme eğilimine sahipken,onu hemen yıkmak için harekete geçmek, bütün güç dengesini yanlış ele almaya götürüyordu. Bolşeviklerin emperyalist sistem karşısında "cephe savaşı"na değil "pasif" bir tutum olan "mevzi savaşına" ihtiyaçları vardı.
Bolşeviklerin bürokratik devrim anlayışları özellikle iki ülkede büyük bir felakete neden olmuştur.Bu ülkeler İtalya ve Almanya'dır.Belki de bu yüzden, İtalya Komünist Partisi'nin önderlerinden Antonio Gramsci, kendi "özgür düşüncesi" ile yeni teorik arayışlar içerisinde olmuş ve III.Enternasyonal'in genel teorik gelişimine paralel olarak yeni bir teorik disiplin geliştirmeye çalışmıştır.
Antonio Gramsci'nin geliştirmek istediği bazı teorik yaklaşımların , III.Enternasyonal'in hatalarıyla ilişkili olduğu ve bu hataların giderilmesine dönük olduğundan şüphe yoktur. Gramsci'nin üzerine çalıştığı hegemonya, mevzi savaşı,hareketli savaş,güç dengesi ya da ilişkileri ve pasif devrim gibi kavramlar, daha yakından bakıldığı zaman, aslında III.Enternasyonal'in "teorik boşluklarını" doldurmaya dönük teorik çabalardı.
Antonio Gramsci'nin hapishanede, III.Enternasyonal'in bürokratik müdahalesinden uzak geliştirdiği bazı tezler, yeni bir devrim teorisinin nüvelerini de içerisinde barındırmaktadır.Bu teorik nüvelerin dünya devrimci hareketi için daha da kullanılır olabilmesi için, bu teorik nüvelerin başka iki teori ile birleştirilmeleri gerekir: 1-Marx'ın Kapital'in Üçüncü cildinde geliştirdiği genel olarak "Kar Oranı ve Biçimleri" ama özel olarak da Genel Kar Oranlarının Eşitlenme Eğilimi teorisiyle; 2-Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın devrimci harekete sokmuş olduğu Stratejik Denge Konumu teorisiyle.
Bu sonuncusunun yani Stratejik Denge Konumu teorisinin, kapitalizmin çeşitli dönemlerinde farklı biçimlerinin bir "tarihsel serimini", bir zamanların ünlü ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger "Diplomasi" kitabında ortaya koymuştur. Bu kitap , Marx'ın Kapital'inin Üçüncü cildi ile birlikte ele alınırsa devrimci kuşaklar için güzel bir ders kitabı olacaktır.
Artık elimizde geliştirebileceğimiz üç teorik biçimin birlikteliğinden oluşan evrensel bir devrim modeli bulunmaktadır: 1-Marx'ın Genel Kar Oranlarının Eşitlenmesi teorisi; 2-Antonio Gramsci'nin Pasif Devrim teorisi ve 3-Abdullah Öcalan'ın Stratejik Denge Konumu teorisi.Bu üç teori tek bir bütün oluşturur ve aslında mantıksal düzeyde farkında olmadan birbirlerini beslerler. İşte Rojava devrimi bu yeni teorik modele göre ortaya çıkmıştır.
Kürt Özgürlük Hareketi'nin önderleri hem bilinçli hem de yer yer sezgisel olarak bu devrim modelini geliştirmişlerdir, ki bu yeni devrim modeli evrensel özellikler de barındırmaktadır.Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, yeni paradigma temelinde PKK'yi stratejik denge konumuna uygun olarak yeni bir stratejik temele oturturken, dünya çapında kar oranlarının yeni bir eşitlenme eğilimine girerken ortaya çıkarmakta/çıkarmış olduğu yeni emperyalist güç eşitlenmesine dayanarak, farkında olmadan Marx'ın teorisiyle ilişkilenmiş; bu yeni konumlanmaya uygun olarak bir "pasif devrim" programı ve bu temelde stratejik ve taktik konumlanma elde ettiği zaman da Antonio Gramsci ile teorik düzlemde ilişkilenmiştir.
O zaman Antonio Gramsci'nin kendi özgür iradesiyle geliştirmiş olduğu yeni devrim anlayışının teorik nüvelerine yakından bakalım.
(devam edecek)
|