 ROJAVA DEVRİMİ VE PASİF DEVRİM-II (I)
K.Erdem
Sovyetler Birliği'nde Stalin'in başında bulunduğu "Bürokratik Oligarşik Diktatörlük" , III.Enternasyonal aracılığıyla ve Leninizm örtüsünü kullanarak, başta Avrupa Devrimci Hareketi olmak üzere, Dünya Devrimci Hareketi'ni Sovyet Devleti'nin dış politikasının uzantısı durumuna getirdiği ve bu temelde komünist partilerini bürokratik ve ideolojik olarak zayıf bir konuma sürüklediği bir dönemde, belki de İtalyan faşizminin duvarları Antonio Gramsci için, bu bürokratik etkiden korunmak ve özgür bir iradeyle yeni bir teorik disiplin geliştirmek için koruyucu bir kalkan olmuştur.
Gramsci hapishanedeki teorik çalışmalarında ilginç bir şekilde Ekim Devrimi'ne ve Lenin'e çok az atıfta bulunur ve kendi teorik disiplininin temellerini daha çok İtalyan toplumu ve tarihindeki gelişmelere ve olaylara dayandırmaya çalışır. Özellikle İtalya'nın ulusal birliği için mücadele edildiği dönem yani 1815- 1870 arası dönem (bu dönemi İtalyanlar kısaca Risorgimento dönemi olarak adlandırırlar) , Gramsci için bir tür "teorik laboratuvar" işlevi görür.
Bütün Dünya Devrimci Hareketi'nin bu dönemde yani 1930'lu yıllarda Ekim Devrimi'nin dersleri temelinde bir ideolojik çizgi ortaya koymaya çalıştığı bir dönemde, Antonio Gramsci niçin kendi devrim anlayışı için İtalyan'ın Risorgimento dönemini ve bu dönemdeki sınıf savaşımlarını temel almıştı?
Muhtemelen Gramsci , Ekim Devrimi'nde ve III.Enternasyonal'de ters giden ve ilerisi için pek fazla umut vermeyen bir şeylerin olduğunu sezmişti.İtalya'da III.Enternasyonal'in yanlış taktiklerine yakından tanık olmuş ve bu yanlış taktiklerin İtalyan faşistlerinin iktidara yürüyüşünü kolaylaştırdığını anlamıştı.
Antonio Gramsci'nin "Hapishane Defterleri" kitabı dikkatli okunduğu zaman, onun alttan alta yeni bir devrim teorisi arayışı ve çabası içinde olduğu görülür ve de bu temelde kendisine bazı yeni sorular sorar ve bunlara cevap aramaya çalışır.
Bir devrimci hareket için en temel problemlerden bir tanesi hiç kuşkusuz, devrimin kapsamının ve bu kapsamı oluşturan temel öğelerin (program, strateji, taktik, örgütlenme, güç ilişkisi vs.) , toplumun tarihsel düzeyine uygun olarak doğru belirlenmesidir. Devrimin kapsamını oluşturan öğeler , kendi içerisinde tek bir bütün oluştururlar ve her biri bütünün birer parçasıdırlar. Aynı niteliğin parçaları olmaları, niteliğin yapısına uygun olarak, birbirleriyle uyumlu olmalarını gerektirmektedir.Ama aralarındaki uyumun olabilmesi için, her bir parçanın, bütünün niteliğine uygun özelliklere sahip olması gerekmektedir.
Devrimin kapsamını oluşturan öğelerin doğru tanımlanması ve aralarındaki birliğin doğru kurulmasının yegane yolu, toplumun tarihsel düzeyinin doğru belirlenmesidir.Daha önce de belirttiğimiz gibi, Lenin ve Bolşevikler'in en önemli zaafı, gerek emperyalizmin gerekse de Rus toplumunun tarihsel çerçevesinin ve düzeyinin yanlış ve eksik ele alınmasıydı. Bu durum kaçınılmaz olarak , yabancı sermayenin kamulaştırılması ile dış borçların iptal edilmesini öngören yanlış bir programa ve bu yanlış programın neden olmuş olduğu emperyalizme ve ülke içerisindeki uzantılarına "cepheden saldırma" yanlışlığına neden olmuştu. Bolşevikler'in hem programlarında hem de strateji ve taktiklerinde bir "aşırılık" ve abartı söz konusuydu, ki bu durum maceracı ve yıkıcı politikalara zemin hazırlamıştı.
İşte Antonio Gramsci dikkatini ilkin Marksist teorideki bu aşırılıklara yöneltir ve İtalya'nın Risorgimento döneminden yararlanarak, Ilımlı Parti'nin (liberal bir partidir) güç ilişkilerini hesaba katan strateji ve taktikleri ile bunlara tekabül eden bir "pasif devrim" programının, devrimci hareket için de mümkün olup olmadığı sorusunu ortaya atar. Burada ilginç ve farklı olan durum, devrim mantığının tersten ele alınmasıydı.Şöyle ki, devrimci hareket sürekli olarak önce bir program ortaya koyar, sonra da bu programa uygun olarak da strateji ve taktik sorunları ele alırdı. Devrimci hareket devrim programını sürekli olarak yanlış bir kapitalizm analizi temelinde ortaya koyduğu için, strateji ve taktikler de sürekli olarak tarihsel isabetten yoksunlardı ve bu durum genellikle devrimci hareketlerin kuşatılıp ve bastırılmasıyla sonuçlanıyordu.
Devrimci hareketin bu durumuna en son örnek, 1990'ların sonlarında büyük bir stratejik darbe yiyen PKK'dir. Devrimci hareketin klasik geleneksel yaklaşımıyla hareket eden PKK, 1990'ların sonlarına gelindiğinde, devrimin kapsamının ve bu kapsamı oluşturan öğelerin birbirleriyle mantıksal olarak yanlış bağlanmasından dolayı tarihsel çıkmaza girmişti. Bu durumu ilk gören hareketin lideri Abdullah Öcalan oldu ve PKK'nin devrim anlayışını Antonio Gramsci gibi tersine çevirdi: Emperyalist güç ilişkilerinden hareketle ve bu güç ilişkilerine uygun bir stratejik ve taktik çizgi ve de bu çizgiye denk düşen bir "pasif devrim" programı. Ama bu durum , dünya devrimci hareketinin yerleşik düşünce kalıplarına savaş açmakla da eşanlamlıydı.
Devrim mantığını tersine çevirme anlayışına Gramsci , "pasif devrim"in kökenlerini irdelemekle başlar: "İrdelemenin başlangıç noktası Vincenzo Cuoco'nun açıklaması olacaktır ; ama Cuoco'nun 1799 Napoli Devrimi konusundaki açıklamasının da bir başlangıç noktasından başka bir şey olmadığı açıktır, çünkü kavram bütünüyle değişmiş ve zenginleşmiş bulunmaktadır.
Vincenzo Cuoco'nun İtalyan Risorgimentosu'nun ilk dönemine verdiği anlamdaki "pasif devrim" kavramı , hareket savaşı karşısında "mevzi savaşı" kavramıyla ilişkilendirilebilir mi? Bir başka deyişle, Fransız Devrimi'nden sonra mı ortaya çıkmıştır bu kavramlar ve Sorelizmin 1871 Paris kıyımlarını izleyen ürküyle doğrulanması gibi, Proudhon-Gioberti ikilisi de 1793 terörü tarafından yaratılan ürküyle doğrulanabilir mi? Yani mevzi savaşı ile pasif devrim arasında saltık bir benzerlik var mıdır? Ya da hiç olmazsa, mevzi savaşının yeniden hareket savaşı durumuna geleceği uğrağa değin, her iki kavramın bir tutulabileceği tüm bir tarihsel dönem var mıdır ya da böyle bir dönem tasarlanabilir mi? " (Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, s.161-162, Onur Yayınları)
Burada ilginç olan nokta, Gramsci'nin savaşın klasik aşamaları olan Stratejik Savunma ve Stratejik Saldırı (ki o bunu Mevzi Savaşı ve Hareketli Savaş olarak belirtir) aşamaları arasındaki farkı siyasi alana uygulaması ve bu temelde pasif devrim kavramını ele almasıdır. Ama daha da ilginci, iktidarın alınmasıyla Mevzi Savaşının yani Stratejik Savunmanın bitmediği ama devam ettiğidir. Çünkü Gramsci iktidarın ele geçirilmesiyle toplumsal gücün ele geçirilmesi arasında net bir ayırım yapar ve iktidarın ele geçirilmesinin toplumsal gücün ele geçirilmesine hemen yetmeyeceğini belirtir.Bundan dolayı iktidarı ele geçiren devrimci hareket , burjuvazinin toplumsal olarak daha baskın olmasından dolayı ve güç ilişkileri ile tarihsel-toplumsal yapının bu baskınlığının hemen ortadan kaldırılamayacak olmasından dolayı, iktidarın ele alınmasından sonra da belirli bir dönem Mevzi Savaşına yani Stratejik Savunmaya ihtiyaç duyacağını ve de bundan dolayı da devrimin pasif bir karaktere sahip olacağını belirtir. Bu nokta ile ilgili olarak şöyle yazar: " "Pasif devrim" kavramı kesin olarak siyasal bilimin şu iki temel ilkesinden çıkarılmalıdır: 1- Kendisinde gelişmiş bulunan üretici güçler daha sonraki ilerleyici bir devinim için henüz yer buldukları sürece hiçbir toplumsal kuruluş ortadan kalkmaz; 2- Toplumun kendine çözümleri için gerekli koşulların , vb. oluşmamış bulunduğu görevler saptamaz. Pek doğaldır ki bu ilkelerin ilkin bütün sonuçları içinde eleştirel bir açıdan geliştirilmeleri ve her türlü mekanizm ve yazgıcılık kalıntısından arındırılmaları gerekir. Aynı zamanda, ikinci uğrağa ya da siyasal güçler dengesine , ve özellikle üçüncü uğrağa ya da politik-askeri dengeye en büyük değerini vererek, bir "durum" ya da bir güç dengesini belirginleştirme olanağını sağlayan üç temel uğrağın betimlenmesine bağlamak da gerekecektir bu ilkeleri." (Antonio Gramsci,a.g.e., s.159)
Gramsci çok doğru bir şekilde, pasif devrim sorunsalını toplumun üretici güçlerinin tarihsel düzeyi ile ilişkilendirir ve kapitalizmin tarihsel olarak daha aşılmadığı bir durumda, devrimci hareketin kendisine bir sosyalist program oluşturmasını eleştirir çünkü toplum daha maddi olarak ortaya çıkmamış bir sorunu çözme olanağına yani bu sosyalist programı gerçekleştirme olanağına sahip olmayacaktır.Üretici güçler bu tarihsel düzeye çıkana kadar, siyasal güçler dengesine ve bunun neden olduğu askeri güç ilişkilerine adapte olan bir "mevzilenme"yi yani bir "pasif devrimi" uygun bulur, ki bu yaklaşım doğru ve yerinde bir yaklaşımdır.
Gramsci'nin bu analizlerine tarihte en çok uyan devrimci hareket ve devrim , Kürt Özgürlük Hareketi ve Rojava devrimidir.Tam da Lenin ve Bolşevikler bu noktada hata yaptılar.Ne Rusya'da ne de o zamanki emperyalist dünyada üretici güçler sosyalizm için gerekli olan tarihsel düzeye sahip değilken , Bolşevikler'in kapitalizme karşı bir "hareketli" yani saldırı savaşı vermeleri, maceracı politikalara zemin hazırlamıştır.
Gramsci çok doğru olarak "yapısal" yani "organik" olan ile "konjonktürel" olan arasında bir ayrımın yapılması gerektiğini ileri sürer:
"...bir yapı irdelemesinde, (görece sürekli ) organik hareketleri , "konjonktürel" adı verilebilecek (ve kendilerini rastlantısal , dolaysız , hemen hemen kazara gösteren ) hareketlerden ayırt etmek gerekir. Gerçi konjonktürel görüngüler de organik hareketlere bağlıdırlar, ama anlamlarının geniş bir tarihsel önemi yoktur: dar çaplı , günü gününe , ve küçük yönetici gruplarla , doğrudan erklik sorumlulukları olan kişilere yönelen siyasal bir eleştiriye yol açar bu görüngüler. Organik görüngülerse, doğrudan doğruya sorumlu kişiler ötesinde , yönetici personel ötesinde , geniş topluluklara yönelen toplumsal-tarihsel eleştiriye yol açarlar. Bu ayrımın büyük önemi , tarihsel bir dönemin irdelenmesi sırasında görülür. " (A.Gramsci,a.g.e., s. 127)
Yönetici elitlerin başarısı, konkonktürün dışına taşan organik olan ile yani tarihsel olan ile ne kadar uyumlu olduklarına bağlıdır:
"...tarihsel hareketten her yan çizme , zorunlu düzensizliği arttırır ve daha ağır felaketler hazırlar. (...) Tarihsel-siyasal çözümlemelerde sık sık düşülen yanılgı, organik olanla rastlantısal olan arasındaki doğru ilişkiyi bulmasını bilememektir. (A.Gramsci, a.g.e.,s.129)
Gerçekten de Ekim Devrimi'nden sonra Bolşevik yönetici elitin , organik olanla yani Rusya'nın üretici güçleriyle doğru ilişkilenmemeleri, müthiş bir düzensizliğe yolaçarak yine devrimin gelişim temelini yoketmiştir.Ekim Devrimi organik olan ile doğru "özdeşleşmeyi" başaramamıştır.Gramsci'nin bu satırlarının dolaylı olarak Ekim Devrimi'nin eleştirisi olduğundan şüphe yoktur. Gramsci'nin yazdıklarından, aslında Bolşevikler'in organik olan ile uyumlu olmayan "aşırı" bir devrim programı ortaya koydukları ve daha sorunun tarihsel olarak ortaya çıkmadığı yerde onu çözmek isteme yanlışlıklarının olduğu eleştirisi vardır.Bundan dolayı Gramsci , kendi devrim teorisini Ekim Devrimi dönemindeki Bolşevik Parti'ye değil, Risorgimento döneminde, sınıfsal bir içgüdü ile kendi hareketinin çizgisini az çok doğru belirleme yeteneği gösteren Ilımlı Parti'ye dayandırır ve bu partinin deneyimini devrimci hareket içerisine çekerek yeni bir devrim modeli geliştirmeye çalışır.
Organik olan ile konjonktürel olanın, üretici güçlerin tarihsel düzeyine uygun bir şekilde, pasif devrim temelinde birbirlerine bağlanmalarının gelip düğümlendiği nokta, iktidarın nasıl örgütleneceği sorunudur. Devrimin pasif olmasının nedeni, üretici güçlerin burjuva tarihsel çerçeveye hala daha hapis olmuş olması ve bundan dolayı orta sınıfların toplum içerisindeki ağırlığıdır.Bir toplumda kapitalizmin gelişmesiyle, bu orta sınıfların büyümesi arasında bir tarihsel ilişki sözkonusudur.Bu orta sınıflar ile devrimci hareketin hem devrimden önce hem de devrimden sonra doğru bir ilişki geliştirmesi, pasif devrimin temel problemlerinden birisini oluşturur.
Bu orta sınıflar hem devrimden önce hem devrimden sonra devrimci hareketin liderliğini nasıl izleyecekler?
Antonio Gramsci her iktidarın temel karakteristiğini çözmeye çalışarak bu sorunun çözümüne başlar: "İncelememizin dayandırılması gereken yöntembilimsel ölçüt şudur: Bir toplumsal grubun baskınlığı (suprematie) , "egemenlik" (domination) olarak ve "entellektüel ve moral yönetim" olarak , kendini iki biçimde gösterir." (A.Gramsci, a.g.e.s.14)
Gramsci'ye göre siyasal iktidarın ele geçirilmesiyle, toplumun yönetilmesi aynı şey değildir.Bir toplumun yönetilmesi, egemenlik ve yönetimin birliği olmalıdır yani iktidarın güce dayalı örgütlenmesiyle, ideolojik ve kültürel yönetimin birliğine dayanması gerekir.Bunun ise tek bir yolu vardır, o da HEGEMONYA kurmaktır.Hegemonya türdeş olmayan sınıfların , bir sınıfın baskın ideolojik ve politik etkisi temelinde bir tek hareket oluşturma eğilimidir.Gramsci Hegemonya kavramıyla, orta sınıfların devrimci hareketin "kanatları" altına alınması gerektiğini ve bu hareketin ise devrimden önce de olması gerektiğini belirtir: "Erkliğe gelmeden önce de hegemonyaya yönelen bir etkinliğin olabileceği ve olması gerektiği , ve etkili bir yönetim uygulamak için yalnızca erkliğin verdiği maddi güce güvenmemek gerektiği , Ilımlıların politikasında ortaya çıkar: Risorgimento'yu , büründüğü biçimler altında ve kendi sınırları içinde , "terör"süz, "devrim"siz bir "devrim" olarak , ya da , Cuoco'nun bir deyimini Cuoco'nun ona vermek istediğinden biraz farklı bir anlamda kullanmak gerekirse, "pasif devrim" olarak olanaklı kılan da, işte bu sorunların parlak çözümüdür.
Entellektüel , moral ve politik hegemonyaları aygıtını hangi biçim altında ve hangi araçlarla kurma başarısını gösterdiler Ilımlılar ? "Liberal" denebilecek biçimler altında ve araçlarla , yani bireysel , "moleküler" , "özel" girişimle (yoksa pratik ve örgütleyici eylem başlamadan önce hazırlanmış ve oluşturulmuş bir parti programıyla değil) üstelik , Ilımlıları temsil eden ve onların yönetici katmanını , organik anlamda aydınlarını oluşturan toplumsal grupların yapı ve işlevinden dolayı "normal"di de." (A.Gramsci,a.g.e.s.16-17)
İşte Gramsci'nin Pasif Devrim teorisinin çok önemli bir özelliğiyle karşı karşıyayız. Gramsci devrimci hareketin orta sınıflar üzerinde hegemonyasını "liberal" biçimler altında kurmasını önermektedir ya da başka bir biçimde ifade edersek bir tür Devrimci-Liberal bir ideolojik hegemonya önermektedir. Devrimci hareketin orta sınıflar ile liberal bir temelde buluşması, bu devrimci hareketin liberalizmi içselleştirmesi anlamına gelmez. Bu ilişkide oranlar aynı eşitlikte kurulmamıştır ve devrimci çizgi stratejik bir yapıya sahipken, liberal çizgi taktik bir yapıya sahiptir.
Devrimci-liberal ideolojik hegemonya temelinde bir tarihsel devrim blokunun oluşturulması, hem iktidarın ele geçirilmesi noktasında hem de devrimden sonra toplumun yönetilmesi noktasında, geniş bir tarihsel temel, büyük bir kolaylık ve geniş bir taktik araçlar yelpazesi oluşturur.Liberalizm aracılığıyla orta sınıfların devrimci hareketin etki altına alınması, kökenleri uluslararası kapitalizm içerisinde yatan bu orta sınıflar üzerinden, uluslararası emperyalist sistemin bağrında güçlü bir stratejik mevzilenmeye de yolaçar.
Peki bu devrimci (stratejik)-liberal (taktik) ideolojik hegemonya nasıl kurulacak? Gramsci'ye göre bu hegemonyanın kurulmasında, "organik aydınlar"ın önemli bir rolü vardır. Ama İtalya'da liberal hareket burjuva üst sınıfların hareketi olduğu için ve bu sınıfların ekonomik gücü, liberal hareketin aydınlarının yetişmesi için gerekli tarihsel temeli de kendiliğinden oluşturuyordu: " Ilımlılar, dışavurumu oldukları toplumsal gruplarla olan ilişkilerinin organik niteliği yüzünden daha önce "yoğunlaşmış" bulunan aydınlardır." (A.Gramsci,a.g.e.,s.17)
Burada devrimci hareket ile liberal hareket arasındaki bir farka geliyoruz. Ilımlılar temsil etmiş oldukları burjuva sınıflar ile olan "organik" ilişkilerden dolayı, kendi aydınlarının toplumsal ağırlığını sürekli arttırma ve zamanla bu ideolojik gücünü uygun siyasi program ve taktiklerle bir hegemonyaya çevirme olanağına sahipken , devrimci hareketin böyle bir imkanı bulunmamaktadır. Ama Gramsci devrimci hareketin de aynı aydın ağırlığını toplumda arttırması gerektiğini belirtir.
Peki devrimci hareket bu sorunu nasıl çözecek?
Devrimci hareketin bu sorunu çözmesi, öncelikle partileşme sorununu çözmesinden geçmektedir.Lenin'in gizli ve yasadışı ve de odağında bir profesyonel devrimciler örgütünün olduğu bir devrimci parti yaratma anlayışıyla "devrimci aydınlar"ın hareket içerisinde ağırlığının artması arasında bir ilişki söz konusudur. Lenin bir makalesinde, burjuvazinin kendiliğinden yarattığı aydınları, devrimci hareketin "zorlama" ile yaratması gerektiğini belirtmiştir.
Gerek Gramsci'de gerekse de Lenin'de devrimci aydın, yazar-çizer biri değildir. Her iki lider devrimci aydını, hareketin ihtiyaç duyduğu "entellektüel ve siyasi işleri çekip çeviren kadrolar" olarak anlarlar.Bundan dolayı onlara göre aydın, teorisyen, örgüt yönetici, ajitatör, propagandacı, milletvekili, dernek yöneticisi, editör, işyeri temsilcisi, sendika yönetici ve hatta savaşçı vs.dir. İşte profesyonel devrimciler örgütü hareketin ihtiyaç duyduğu bu aydınları yetiştirmekle de görevlidir. Bu kadroları, devrimci partinin dışında , liberal ve küçük-burjuva hareketler içerisine de göndererek ve onların tarihsel uyanışına ve büyük burjuvazi karşısında çıkarlarının formüle edilmesine ve devrimci hareketle sıkı ilişki geliştirmesine yardım ederek, devrimci-liberal ideolojik hegemonya temelinde yeni bir ittifak bloku oluşturmalıdır.
Devrimci hareket profesyonel devrimciler örgütü temelinde bu aydın ağırlığını arttıramadığı zaman hem güçlü bir şekilde iktidar mücadelesi veremez hem de iktidara geldiği zaman bu ittifaklık ilişkisini sürdürmeyi bilmediği zaman toplumu yönetemeyerek, baskıcı, bürokratik ve otoriter eğilimlere doğru sürüklenir.Hegemonyanın parçalanması, ittifakın parçalanmasına ve de iktidarın tarihsel temelinin daralarak bürokratik araçların ve baskının öne çıkmasına neden olur: "Belirli bir toplumsal grubun gerçekten ilerlemeci olduğu tarihsel dönemlerde , yani bu grup, yeni yeni ekonomik-üretken etkinlik alanlarını egemenliği altına almak için, yalnızca kendi varoluş gereklerini yerine getirerek değil, ama kadrolarının sayısını da durmadan artırarak , tüm toplumu gerçekten ilerlettiği zaman, kendiliğinden ortaya çıkar bu. Egemen toplumsal grup bu işlevi yerine getirebilecek bir durumda olmaktan çıkar çıkmaz , ideolojik blok çatışmaya yönelir ve o zaman "kendiliğindenlik"in yerini , az çok gizli ve dolaylı biçimlerinden gerçek polis önlemlerine ve hükümet darbelerine değin , "zorlama" doldurabilir. (A.Gramsci,a.g.e.,s.18)
Gramsci'nin bu yazdıklarını , Türkiye ve Kürdistan'da farklı toplumsal dinamikler üzerine oturan iki örnek ile doğrulamak mümkündür.Bunlardan ilki AKP, diğeri de PKK'dir.
AKP'nin iktidara yürürken, sadece muhafazakar taban içerisine sıkışan Refah Partisi gibi diğer Milli Görüş partilerinden farklı olarak, taktik olarak liberallerle de ilişkilenerek bir muhafazakar-liberal ideolojik hegemonya oluşturması ve bu hegemonya aracılığıyla, siyasi ve toplumsal etkisini halkın geniş kesimlerine "uzatması" ve çok geniş bir manevra alanına sahip olarak, geleneksel Kemalist iktidar blokunu parçalamasına ve ve iktidarın iplerini tam ele geçirmesine götürdü. Bu Muhafazakarlığın üzerine çekilen liberal örtü, sadece muhafazakar hareketin düşmanlarının bölünmesi için kullanılan aldatma araçlarından başka bir şey değildi.
İktidarın Ergenekon Komplosu Darbesi ile tam ele geçirilmesinden sonra, iktidarın muhafazakar-faşist çizgi temelinde örgütlenmesinin öne çıkarılması ve liberal ideolojik çizgi ile kopulması, Gramsci'nin yukarıda belirttiği gibi darbe mekaniğini ve polisiye önlemleri ortaya çıkarmıştır.AKP'nin tarihsel pratiği Gramsci'nin teorisinin parlak bir doğrulamasını oluşturmaktadır.
Aynı durum farklı bir biçimde PKK için de geçerlidir.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın , 1999 yılında uluslararası komplo ile yakalanmasına kadar PKK legal alanları, uluslararası devrimci hareketin geleneksel yaklaşımına benzer bir şekilde ele alıyordu: Legal alanlar illegal çalışmayı gizleyen , perdeleyen ve besleyen alanlar olarak ele alınıyordu. Bu haliyle devrimci çalışmada "teknik" bir yan izlenimi veriyordu.Devrimci çizgi ise çok belirgin ve baskındı.
1999 Komplosu'ndan sonra, bu legal alanların tek illegal çalışmayı perdeleyen bir yapıdan farklı olarak, Ortadoğu'da çok geniş bir siyasi manevra alanına sahip olmaya götürecek güçlü "siyasi taktik" yapıları da barındırdığı ortaya çıktı. 1989-1999 arası PKK'nin el yordamıyla uyguladığı ve biraz "utangaç" olan devrimci-liberal ideolojik hegemonya oluşturma arayışı, uluslararası emperyalist ve bölgesel gericilik karşısında güçlü bir şekilde mevzilenmek için, 1999 sonrası neredeyse şart oldu.Devrimci-liberal hegemonya aracılığıyla PKK, Ortadoğu'da sürekli manevra yapma , çeşitli cepheleri istediği gibi açma ve kapatma, düşman cephesini kendi içerisinde bölerek kendi ağırlık merkezini sürekli koruma olanağı elde etti.
PKK'nin 1999 Komplosu'na sürüklenişinin altında aslında bu devrimci-liberal ideolojik hegemonyanın yokluğu ya da eksikliği yatmaktaydı. PKK kendi etrafını liberal bir ideolojik-siyasal çeper ile örmediği ve bunu güçlü siyasi kaldıraçlar haline getiremediği için zaman içerisinde kuşatılmış ve stratejik darbe yemeye maruz kalmıştı.Ama PKK'nin bu eksikliğinin altında, paradoksal bir şekilde onun uluslararası devrimci hareketin geleneklerine bağlı olarak hareket etmesi yatmaktaydı!
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan,1999 sonrasında, Erdoğan'ın muhafazakar çizgiyi liberal bir örtünün altına gizlemesine benzer bir şekilde, devrimci çizgiyi liberal bir örtü altına gizleyerek, iki uluslararası emperyalist kampın arasına da Stratejik Denge konumuna uygun bir şekilde mevzilenerek ve çok taraflı bir taktik ilişkiler sistemi ile çok geniş bir manevra alanı elde ederek, "belirsizliği" stratejik bir güç olarak ortaya çıkardı.PKK'nin belirsizlik ile manevra alanının genişlemesi ve böylece uluslararası darbelerden korunması arasında bir bağlantı söz konusudur ve de işte o bağlantıyı sağlayan şey de , liberal örtünün ta kendisidir!
Liberal örtünün zayıflaması ve altta ki devrimci çizginin çok "belirgin" hale gelmesi, PKK'nin hem ulusal hem de bölgesel düzeyde, müttefiklerinden tecrit olmasına ve de karşısındaki düşman cephesini bölememesine neden olmaktadır. Çünkü parti düşmanlarını yanlış bir stratejiye çekme olanağını kaybetmektedir, ki bunun tek yolu liberalizmin taktik bir araç olarak sürekli elde bulundurulmasıdır.PKK liberal örtüyü sürekli olarak devrimci çizginin üzerinde tutmasını bilmek ve bunun değişen konjonktür içerisinde geçirdiği değişimleri anlamak zorundadır.Devrimci çizgi ile liberal çizginin birbirinden ayrılmasına götürecek bütün taktik süreçlerden uzak durmak ve liberal örtünün altında devrimci çizginin belirginleşmesine izin vermemek, stratejik gücün ve inisiyatifin elde bulundurulması için önemlidir.
Son dönemdeki olaylar yani Kuzey Kürdistan'daki Demokratik Özerklik hamlesi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın devrimci-liberal ideolojik hegemonyasını zayıflatan,devrimci çizgi ile liberal çizginin birbirleriyle ilişkisini neredeyse koparmaya kadar götüren ve bundan dolayı PKK'yi giderek politik olarak savunmasız hale getiren bir yaklaşımdır.Erdoğan yerinde taktikler ile PKK'nin liberal alanı terketmesini sağlamış ama bu imkanı ona veren de PKK'nin Kandil Önderliği'nin , Öcalan'ın devrimci-liberal hegemonya oluşturma çizgisinin iç yapısını anlayamaması olmuştur.
Erdoğan PKK'nin Kandil Önderliği'nin , Barış Süreci'nin bitmesiyle, belirgin bir "devrimci" çizgiyi Demokratik Özerklik biçiminde alenen izleyeceğini anladığı için , PKK Genel Başkanı Sayın Abdullah Öcalan'ı bu yanlışlığa müdahale etmemesi için tecrite almış ve bu yanlış politikayı uygulaması için de savaşı başlatarak PKK'nin Kandil Önderliği'nin önünü açmıştır! Sorun savaşın tekrar başlaması değildir ama hangi politik biçim altında süreceği sorunudur!
Savaşın başlamasıyla birlikte, liberal örtünün altında devrimci çizginin belirgin hale gelmesi, PKK'nin Sayın Başkan tarafından ortaya konulan bütünlüklü stratejisini parçalamış ve devrim blokunun siyasetin diğer unsurlarından tecrit olmasına ve CHP gibi bir çok gücün AKP'nin kollarına atılmasına neden olmuştur. CHP'nin AKP ve MHP ile aynı çizgiye sürüklenmesi, PKK'nin en büyük hatalarından birisidir, ki bunun nedeni PKK'nin devrimci çizgi üzerine yerleştirmiş olduğu liberal çizginin yok denecek kadar zayıflamış olmasıdır.
Erdoğan'ın kendisi bizzat muhafazakar-liberal çizgiyi yıllarca uyguladığı için, liberal örtünün fonksiyonlarını çok iyi bilmektedir. HDK ile HDP ve yine aynı şekilde Gülen Cemaati ile çatışma , liberaller ile ittifakının kopmasına ve onun elinden liberal örtünün tamamen alınmasına neden oldu. Erdoğan tamamen muhafazakar-faşist çizgiye hapsolmasını ve muhafazakarlığa tamamen geri çekilişini, PKK'nin elindeki liberal gücü de alarak yapmış ve böylece bu liberal alanın güçlü bir şekilde kendisine karşı bir tarihsel kuşatmanın parçası olmasını önlemiştir. Türk liberalizminin bir kısmını terör ile bastırmış ve önemli bir kesimini de CHP'nin ulusalcı havuzunun içerisine akmasını ya da orada kalmasını sağlayarak, HDP'den tecrit etmiştir. Erdoğan muhafazakar alana tamamen geri çekilişini, PKK'nin liberal alandan da dışlanmasını sağlayan bir politika ile koordine etmiştir ama buna olanak sağlayan PKK'nin Kandil Önderliği'nin hatalarıdır.
PKK'nin Kandil Önderliği, CHP'nin Türkiye devriminin KDP'si olduğunu artık anlamalıdır. CHP'nin AKP ve MHP'den kopartılması yani tecrit edilmesi, Türkiye'deki demokratik devrimin en önemli sorunudur ve bu tecrit akıllı bir şekilde gerçekleştirilmeyene kadar, AKP'nin ne kuşatılması ne de iktidardan indirilmesi mümkündür.Bunun tek yolu ise Sayın Başkan'ın devrimci-liberal ideolojik hegemonya sistematiğini iyi kavramaktan geçmektedir.
PKK'nin liberal örtüyü her zayıflatması ve devrimci çizgiyi belirgin hale getirmesi, CHP'nin ulusalcılığının diri tutulmasına ve bu ulusalcılık aracılığıyla CHP'nin AKP-MHP blokuna bağlanmasına neden olmaktadır. Halbu ki liberal örtünün güçlendirilmesi aracılığıyla alttaki devrimci çizginin güçlendirilmesi mümkündür.PKK Rojava'da Batı Emperyalistleriyle kurmuş olduğu taktik ilişkiyi pekala Türkiye'de Demokratik Cumhuriyet biçiminde ve Türkiye'nin AB üyeliğine bağlanan bir taktik ile koordine edebilirdi.Türkiye'nin AB'ye doğru bu "itilmesi" , CHP'nin ulusalcılarını zayıflatarak, onun tabanındaki sosyal-demokratları HDP'ye doğru iterdi ve üstelik bu politika AKP'nin hem uluslararası alanda hem de iç politikada tecritini daha da geliştirirdi.Savaş tekrar başladığı zaman bu liberal örtüyü sürekli elde bulundurmanın tek yolu, Demokratik Özerklik taktiği değil, liberal bir program olan Demokratik Cumhuriyet ile Türkiye'nin AB'ye üyelik taktiğinin birleştirilmesiydi.
PKK'nin Demokratik Özerklik hamlesi bir sol sapmadır ve "solculuk"tur. Bu çizgi, PKK'nin 1999 öncesi çizgisi olup, PKK'nin Kandil Önderliği'nin Sayın Başkan'ın çizgisini anlayamamasından kaynaklanan ve ideolojik yetersizlikten dolayı harekete egemen olmasının sonucudur.Yetersizlik eski ideolojik araçlar ile doldurulmaya çalışılmıştır,ki o çizgi PKK'yi 1999 stratejik darbesine götürmüştü. PKK'nin bu sol sapmada ilerlemesi durumunda ortaya çıkacak olan şey, Gramsci'nin yukarıda belirtmiş olduğu gibi "zorlama"nın yani bürokratizmin ortaya çıkması olacaktır.Parti haddinden fazla halka yüklenecek ve bunun sonucunda ortaya çıkacak huzursuzluğu ise şiddet ile kapatmaya çalışacaktır.
Biz yine konumuza dönersek eğer, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, devrimci hareketin bu ihtiyacını yani devrimci-liberal bir ideolojik hegemonya geliştirme zorunluluğunu herkesten önce kavramıştı. İşte Antonio Gramsci de bu ihtiyacı 1930'lu yıllarda ilk olarak kavramıştı.
Peki PKK bu çok geniş cepheye yayılan devrimci-liberal ideolojik hegemonyanın aydın ihtiyacını nasıl karşıladı/karşılamaktadır?
Bu sorunun cevabı da önümüzde durmaktadır.
PKK'nin profesyonel devrimciler örgütüne dayanan bir devrimci parti yaratması ve bu parti aracılığıyla devrimci savaşı örgütleyerek halkın geniş kesimlerini mücadeleye çekmesi sonucunda hem mali sorunları hem de kadro sorununu çözerek, geniş bir devrimci aydın katmanın yaratılması sonucunu doğurmuştur. Parti'nin bir akademi anlayışı geliştirmesi ve bu akademi anlayışını kurumsallaştırması, zaman içerisinde hareketin büyüyen kollarının kadro ihtiyaçlarını besleyen doğurgan bir yapının oluşmasına neden olmuştur. Hareketin bütün mali ve kadro yapısı, hareketin en illegalinden en legaline kadar uzanan geniş cephesinin sürekli beslenmesine ve büyütülmesine göre ayarlanmıştır.Hareketin bu yapısı devrimci-demokratik hareketin diğer unsurlarıyla kurulan ittifaklık ilişkileriyle de daha da genişletilmiştir. Yani hareketin kendi "zorlama" unsurları, hareketin "kendiliğinden" unsurlarıyla da tamamlanarak geniş bir alanda devrimci-liberal bir ideolojik hegemonya oluşturulmuştur ve bu hegemonyanın kurulması PKK'nin güvenliğiyle yakından bağlantılıdır.
PKK'nin bugün oluşturmuş olduğu bu devrimci-liberal ideolojik hegemonyayı A.Gramsci 1930'lu yıllarda bizzat İtalyan Komünist Partisi'ne öğütler ve üstelik bunu öğütlediği zaman ise Komünist Enternasyonal'in sosyal-demokratları sosyal-faşistler olarak ilan ettiği dönemdir.İtalya ve Almanya'da faşistlerin iktidarı ele geçirmesinin temel nedeni, Gramsci'nin ileri sürdüğü devrimci-liberal hegemonya oluşturmanın yokluğudur.Kendisi İtalya'da buna yakından tanık olmuştu.
Gramsci Hapishane Defterleri'nde 1930'lu yıllarda İtalyan Komünist Partisi'ne şöyle bir program önerir:
"Modern Prens entellektüel ve moral bir reformu uygulamalı ve örgütlemelidir ve bunu yapmadan da edemez. Ulusal-halksal kollektif istencin, modern uygarlığın üstün ve bütünsel bir biçiminin gerçekleştirilmesine doğru , gelecekteki bir gelişmesi için ortam yaratmak anlamına gelir bu reform. Bu çalışmanın yapısını , şu iki temel nokta oluşturmalıdır :(1) Modern Prens'in aynı zamanda hem örgütçüsü, hem de etkin ve etkili dışavurumu olduğu ulusal-halksal bir kollektif istencin oluşması , ve (2) entellektüel ve moral reform. Somut program maddeleri birinci bölüme sokulmalı , yani "dramatik olarak" ("coşturucu bir biçimde") söylemden çıkmalı , soğuk ve bilgiç bir kanıtlar sergilemesi olmamalıdır. Daha önce ekonomik bir reform ve toplumsal durum ile ekonomik dünyada bir değişiklik olmaksızın , kültürel bir devrim, yani toplumun en alt katmanlarının "sivil" bir yükselimi olabilir mi? Bundan ötürü , entellektüel ve moral bir reform , bir ekonomik reform programına zorunlu olarak bağlıdır, ve hatta ekonomik reform programı , her türlü entellektüel ve moral reformun somut kendini gösterme biçiminin ta kendisidir. Modern Prens , gelişmesinin , her eylemin yalnız modern Prens'e göndermeyle (referansla) , ve onun erkliğini artırmaya ya da bu erkliğe karşı çıkmaya yaradığına göre , yararlı ya da zararlı , erdemli ya da erdemsiz olarak kavranmış bulunduğu anlamına geldiği ölçüde , gelişirken, tüm entellektüel ve moral ilişkiler sistemini de altüst eder.Prens, bilinçlerde tanrısallığın ya da koşulsuz buyruğun yerini alır , modern bir laisizmin ve tüm yaşam ile törelerini belirleyen bütün ilişkilerin tam bir laikleştirilmesinin temeli durumuna gelir." (A.Gramsci,a.g.e., s.97-98)
Gramsci'nin Modern Prens ile kastettiği devrimci partidir.Machiavelli'ye göndermede bulundurarak devrimci partiyi Modern Prens olarak adlandırır. Ama program sorununun daha iyi anlaşılması için , onun ulusal-halksal kollektif istencinin ne olduğunun anlaşılması gerekir. Kitabın editörü çok haklı olarak bu nokta için şöyle yazar: "Gramsci "ulusal-halksal" kavramdan ne anladığını liberal Gioberti'nin jakobenizme yaklaşan görüşlerini olumlarken belirtir: "Gioberti , belli belirsiz de olsa Jakobenlere özgü siyasal hegemonya, yani burjuva-aydınlar ile halk arasında bağlaşma "ulusal-halksal" görüşüne sahiptir..." (a.g.e.,s.162)
Kısacası Gramsci'nin programı devrimci hareketin elindeki ya da onun önderliğindeki bir burjuva demokrasisidir, ki bu Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın belirttiği Demokratik Modernite'dir. Gramsci daha sonra bu "ulusal-halksal" programı , faşizme karşı mücadelede alternatif devrim programı olarak ileri sürer ve bu program bugün PKK'nin uyguladığı tarihsel devrim bloku anlayışının ta kendisidir.
Bu devrimci-liberal ideolojik hegemonya temelinde gelişen pasif devrim programı, liberalizm ile bağlantı için güçlü araçlar gerektirdiği için, burjuva toplumunun kapitalizmin gelişmesiyle kendiliğinden ortaya çıkarmış olduğu sivil toplumculuk , Gramsci için teorik olarak giderek önemli bir unsur olarak ortaya çıkar. Sivil toplumun örgütlenme araçları, Stratejik Savunma'nın yani Mevzi Savaşı'nın önemli siperleri olarak ele alınır.
"Aynı indirgeme, hiç değilse "sivil toplum"un son derece karmaşık ve dolaysız ekonomik öğenin felaketli "baskın"larına (bunalımlar , durgunluklar , vb.) dayanaklı duruma geldiği en ileri devletlere ilişkin olarak politika sanatı ve politika biliminde de yapılmalıdır: sivil toplum üstyapıları, modern savaştaki siperler sistemi gibidirler." (Gramsci, a.g.e.,s.155)
"Öyleyse mevzi savaşındaki savunma sistemlerine hangi sivil toplum öğelerinin karşılık düştüklerini "derinliğine" irdelemektir söz konusu olan." (Gramsci, a.g.e.,s.156)
Kürt Özgürlük Hareketi'nin mücadelesi ve pratiği, Gramsci'nin sadece sivil toplumculuk üzerine kurmak istediği devrimci-liberal ideolojik hegemonya anlayışını daha da aşmıştır.Hareket sivil toplumculuk ile tek yetinmemiş ama devrimci kadrolarını, liberal hareketin en üst aşaması olan siyasal parti örgütlenmesinin içerisine de göndererek ve bu alanın iç yapısını da etkileyerek , devrimci çizginin güçlü taktik araçlarına çevirmiştir.
Sivil toplum örgütlenmeleri genellikle burjuva-demokratik yapılarından dolayı birer orta sınıf örgütlenmeleridir.Son yıllarda gerici sınıflar da bu örgütlenemelere el atmışlar ve onları kendi gerici çizgilerinin uzantıları haline getirmişledir.Örneğin Yeşil Sermaye'nin önderliğinde geliştirilen bazı sivil toplum örgütleri bu yapıdadırlar.Ama bizim burada söz konusu ettiğimiz sivil toplumculuk, demokratik-liberal karakterde olan sivil toplumculuktur. Bu sivil toplumculuk, ekonominin kapitalist karakterinin derinleşmesiyle giderek büyüyen orta sınıfların bir sonucudur.Gramsci sivil toplumun bu yapısına Rusya bağlamında değinmiş ve Lenin'in Devlet Teorisi'nin eksikliğine dikkat çekmiştir. Gramsci'nin kitabını yayına hazırlayan editör bir dipnotta şöyle yazmıştır:
"Lenin'in geliştirmeye fırsat bulamadığı şey Gramsci'ye göre : Doğu'da devlet herşey olduğundan, sivil toplum ilkel ve peltemsiydi; Batı'da , Devlet ile Sivil Toplum arasında , usa yakın bir ilişki vardı ve sallanan bir Devlet içinde sarsılmaz bir sivil toplum yapısı hemen seçiliyordu." (A.Gramsci,a.g.e.,s.159)
|