 DEVRİMCİ HAREKET VE İDEOLOJİK MÜCADELENİN ÖNEMİ K .Erdem
Devrimci hareket ideolojik mücadeleye ve bu mücadelenin yetkinleştirilmesine gereken önemi ve dikkati yeterince vermekte midir? Bu soruya olumlu bir yanıt vermek ne yazık ki mümkün değildir.
Hangi hareket olursa olsun, bir hareketin siyasi ve örgütsel durumu, aynı zamanda o hareketin ideolojik yapısının da dışa vurumudur .Çünkü her örgütsel ve siyasi düzey, kaçınılmaz olarak bir ideolojik ve felsefi düzeye tekabül eder.Bir hareketin genel olarak siyasi ve örgütsel niteliğinin gelişimi ve özel olarak da eyleminin niteliğinin gelişimi,ancak o hareketin devrimci düşüncenin niteliğini yeterince geliştirebilmesiyle mümkündür.
Devrimci bir hareketin doğru bir politik programa ve bu programı gerçekleştirecek olan doğru bir strateji ve taktik planlar sistemine sahip olabilmesi için, herşeyden önce kendi tarihsel konumlanmasını ya da "tarihsel koordinantları"nı doğru belirlemesi zorunludur.Ancak kendi tarihsel konumlanmasını (ideoloji) doğru belirleyebilen bir hareket, doğru bir tarihsel yönelime (politik) ve bu yönelimin gerektirmiş olduğu araç (örgüt) ve yöntemleri (taktik) doğru belirleyebilir.
Devrimci hareketin temel ideolojik görevi, kendi tarihsel konumlanmasının "gerçekliğine" ulaşmak ve bu gerçekliğin elde edilmesini engelleyen ideolojik yapıları bertaraf etmektir.Bu yanlış ideolojik yapıları bertaraf edebilmek için ise önce bu yapıların somut olarak ortaya konması gerekmektedir. Devrimci hareket içerisinde hangi akımlara karşı mücadele içerisinde, devrimci sosyalizmin gelişip ve güçleneceğinin doğru belirlenmesi, ideolojik görevlerin ana halkası durumundadır.
Kapitalist üretim ilişkilerinin, sürekli olarak işçi ve emekçileri kendi konumlarına yabancılaştırması ve bu temelde halkın tamamen burjuva bir dünya görüşü ile şekillenmesi olgusu o kadar güçlü bir olgudur ki, devrimci hareketin derinliklerine de nüfuz etmektedir.Devrimci hareket içerisindeki sapmaların ve yanlış ideolojik ve siyasi çizgilerin varlığı, temelde devrimci hareket içerisine derinlemesine sızan bu yabancılaşma (ki burjuva bilincin kristalleşmiş halidir) olgusuyla karakterizedir. Bundan dolayı ideolojik mücadele, bir yanıyla devrimci hareket içerisinde sosyalizmin düşmanlarına karşı mücadeleyken, öte yandan da özünde burjuvazinin dünya görüşünün çok ince bir şekilde kristalleşmesi olan yabancılaşmanın bir başka biçimine karşı da mücadeledir.
Kapitalist üretim ilişkileri egemen üretim ilişkileri olduğu ve toplumun derinliklerine kadar kök saldığı için, egemen dünya görüşü de burjuva dünya görüşüdür.Devrimci aydınların kendileri de bu dünya görüşü içerisinden çıkıp geldikleri için, toplumun tarihsel gerçekliğine ulaşabilmeleri ancak egemen burjuva dünya görüşüne karşı ideolojik mücadele yürütmeleriyle mümkündür. İdeolojik mücadelenin dışında bu "tarihsel gerçekliğe" ulaşmanın başka bir yolu yoktur.
Burjuva ideolojisinin "açık" biçimlerine karşı mücadele bir noktaya kadar kolay ve üstesinden gelinebilirken, onun "gizli" biçimlerine karşı mücadele bir o kadar zor ve üstesinden gelinmesi güç bir mücadeledir.Bu sonuncusu sinsi bir şekilde devrimci hareket içerisine sızmış ve "devrimci maske" kullanmaktadır. Burjuva ideolojisinin özel bir biçimi olan oportünizm biçimine bürünmüştür ve devrimci hareketin güçlü bir devrimci parti yaratmasının önündeki en büyük engel konumundadır.Bu oportünizme karşı mücadelenin örgütlendirilmesi ve başarıya götürülmesiyle devrimci partinin yaratılması arasında kopmaz bir bağ mevcuttur.İşte devrimci hareketin temel ideolojik görevi, oportünizmi yenilgiye uğratacak ve devrimci partinin önünü açacak bu görevi kavramaktır.
Herhangi bir devrimci hareketin verili durumdaki somut sorunları çözebilmesi , ancak sorunu önce tarihselliği yani varolanın dışında soyut ve teorik düzeyde kavramasıyla mümkündür.Bu ise bilimsel sosyalizmin temel teorik ilkelerini özümseme ve içselleştirme ile bağlantılıdır. Bu özümseme ve içselleştirmeyi yeterince yapamayan bir örgütün yanlış bir tarihsel yola sapması kaçınılmazdır.Bundan dolayı bir devrimci örgütün gerçekliği, bir noktaya kadar onun ideolojik yapısı içerisinde yatmaktadır. Çünkü onun eylemine yol gösterecek olan bu ideolojik yapının kendisidir.
Gelenekten kaynaklı bazı durumlar, bir devrimci örgütün soyut gerçekliğe ulaşmasını bazen engellemektedir. Önceden yanlış bir temelde şekillenmiş bazı gelenekler (özellikle bunlar uluslararası karaktere sahipse) tarihsel gerçekliğe ulaşmayı sürekli saptırmaktadırlar: Leninizm, Stalinizm, Troçkizm, Maoizm gibi.
Tarihsel gerçeklik "görünür gerçeklik" içerisinde değil "soyut ideolojik gerçeklik" içerisinde yatmaktadır. Görünür gerçeklik ile soyut tarihsel gerçeklik arasına girmiş olan yanlış ideolojik yapılar, doğru bir ideolojik yapının oluşmasını engellemektedirler. Bundan dolayı hem ulusal hem de uluslararası devrimci geleneği eleştiriden geçirmek ve gerçekliğe ulaşmayı engelleyen sapmaları en aza indirgemek , tarihsel gerçekliğe ve bu temelde kendi gerçekliğine ulaşmak isteyen bir devrimci hareketin temel ideolojik görevleri arasındadır.
Devrimci hareketin ideolojik bozulmasına yolaçan ve bu temelde tarihsel gerçekliğe ulaşmasını engelleyen ve bir perde gibi tarihsel gerçeklik ile devrimci hareket arasında yeralan bu ideolojik biçimleri aşabilmek ve yetkin bir ideolojik düzeye erişebilmek için, ideolojinin ya da düşüncenin "aleti" olan mantığın yetkinleştirilmesi zorunludur. Sorunlu ve zaaflı bir "mantık aleti"nin sorunlu ve zaaflı bir ideolojik yapıya neden olacağı açıktır.Devrimci hareket mantık aletini (diyalektik materyalizm) doğru kavradığı ve bu aleti yetkinleştirdiği andan itibaren, tarihsel gerçekliğe ulaşmayı engelleyen yanlış ideolojik yapılara karşı mücadeleyi de kazanabilecektir.
Bu noktadaki temel teorik görevimiz, hala daha devrimci hareket için anlaşılmaz kalan ve bizi Marx'ın Kapital'ini anlamaya götürecek olan Hegel'in "Mantık Bilimi"ni "materyalist yorumu içerisinde" kavramaktır. Devrimci hareket için kapitalizmin tarihsel gerçekliği, Marx'ın Kapital'i içerisinde yatmaktadır ama "Kapital"in gerçekliği ise Hegel'in Mantık Bilimi içerisinde yatmaktadır. Bundan dolayı Hegel'in Mantık Bilimi'nin materyalist bir şekilde yeniden yorumunun yapılması ve "Materyalist Mantık Bilimi" temelinde Marx'ın Kapital'inin anlaşılması zorunludur.
Marx'ın Kapital'inin gerçekliğine ulaşmak, devrimci hareketi doğru bir çağ analizine götürecektir.Doğru bir çağ analizine sahip olamadığımız müddetçe , devrimci hareketin "tarihsel koordinantları"nı yani tarihsel konumlanmasını doğru yapamayacağımız açıktır. İşte Lenin ve Bolşeviklerin temel hatası, bu tarihsel koordinantların, yanlış çağ tespitinden dolayı yanlış tespit edilmesinden kaynaklanmaktaydı.
Eksik ve yanlış çağ tespiti (ki Lenin'in "Emperyalizm Teorisi" olarak adlandırılmaktadır) , Bolşevik geleneğin "tarihsel eksen kayması"nın temel nedenleri arasındadır. Ekim Devrimi ve sonrasında Lenin ve Bolşeviklerin uygulamış oldukları yanlış politikalar , hep bu yanlış çağ tespitinin sonucunda ortaya çıkmış politikalardı.
Artık devrimci hareket içerisinde oportünizmin temel çizgileri giderek ortaya çıkmaktadır. Bu oportünizm, Lenin'in eksik ve yanlış ideolojik tespitlerinin bir sistem olarak yani Leninizm olarak kavrasallaştırılmasından oluşmaktadır. Lenin'in teorik düşünceleri yeterli Marksist eleştiriden geçirilmeden birer "teorik dogmalar" olarak kabul edilmiş ve bütün dünya devrimci hareketinin önünde kayıtsız şartsız eğilmesi gereken düşünceler olarak ileri sürülmüştür.
Tarihin en büyük halk devrimlerinden birisi olan ve kapitalizmin tarihsel olarak yıkılması temelinde hareket eden Ekim Devrimi,böyle bir girişimin ilki olduğu için , aynı zamanda içerisinde ilk olmadan kaynaklanan eksiklikler, zaaflıklar ve yanlışlıklar da barındırıyordu.Bu ilk devrimin tarihsel sonuçlarının yeterli bir Marksist eleştiriden geçirilmeden evrensel ilkeler düzeyine yükseltilmesi, devrimci hareketin yanlış bir tarihsel yola sapmasına neden olmuştur.İşin ilginç tarafı Lenin'in kendisi dahi buna karşıydı.
Dünya devrimci hareketi içerisindeki oportünizmin temeli Leninizm'dir ve Leninizm'in kökenlerinin doğru belirlenmesi, Marksist teori ile hangi noktalarda "kopuntu" içerisinde bulunduğunun ortaya çıkarılması, dünya devrimci hareketinin geleceği ile yakından ilintilidir. Leninizm'e karşı yeterli bir ideolojik mücadele verilmeksizin , dünya devrimci hareketi muzaffer olamayacaktır.
Lenin'in eksik ve hatalarının bir sistem olarak teorize edilmesinin altında, aslında Sovyet devleti içerisinde yaşanan iktidar mücadelesi yatıyordu.Yeni bir küçük-burjuva sınıf (parti ve devlet bürokrasisi, teknokratlar,işçi sınıfının üst kesimleri olan sendika yöneticileri vs.) yanlış politikalardan dolayı iradesi zayıflayan komünist hareketin yerine alttan alta ikame ediyordu.İşte bu yeni küçük-burjuva sınıfa yeni bir ideolojik biçim gerekiyordu aksi taktirde iktidarda kalması mümkün değildi: "Lenin'in düşünce yapısını doğru,eksik ve yanlışları ile birlikte bir tek sistem halinde ilk defa birleştiren ve üstelik buna Marksizm’in "klasiği" damgasını vuran Stalin olmuştur.
"Leninizm" bir sosyal ve tarihsel ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıktı.İktidarı ele geçiren yeni sınıfın,toplumun diğer sınıfları karşısında tutunabileceği ve kendisini varedebileceği bir sosyal biçimi yoktu.Kendisine ait bir ideolojik ve siyasal çizgisi olmaksızın politik iktidarı elinde tutması mümkün değildi.Onun için bu sınıf özellikle 1922'den itibaren çok yoğun bir şekilde ideolojik bir çizgi oluşturma arayışına girmiştir ve 1924 yılında Lenin'in ölümünden sonra da bu ideolojik çizgiyi Lenin'in hatalarının üzerine inşaa ederek oturtmuştur. Stalin'in "Leninizm'in Temelleri Üzerine" ve "Leninizmin Temel Sorunları" adlı broşürleri Leninizm'in ideolojik temellerini atmıştır.
Leninizm Marksizm içerisinde bir tür küçük-burjuva oportünizmidir ve Marksizm’in tarihin verili bir anında ortaya çıkan tarihsel sorunların çözümünde yetersiz kalmasının sonucunda kendi içindeki geri unsurların harekete egemen olmasının karakteristik özelliğini oluşturur.Yani Leninizm'in ideolojik ve politik yükselişinin altında Marksizm’in yetersizliği ve tarihsel sorunları yanlış ele alışı yatmaktadır.
Lenin ve Leninizm arasında bir ayrımın yapılması yerinde olur.Çünkü Lenin'in Marksist olarak Marksizme yaptığı önemli katkıları vardır.Bunlardan en önemlisi örgüt ve parti teorisidir.Yine strateji ve taktik sorunlarda,ulusal sorunda vs. önemli katkıları söz konusudur ve bu katkıları her zaman komünist kuşakların eğitiminde önemli bir rol oynayacaktır.
Ama bütün bunların yanında bu çalışma sırasında da gösterdiğimiz gibi Lenin'in çok ciddi hataları ve eksiklikleri de vardır ve bunların Marksist teorinin dışına itilmeleri ve Marksizmin bunlardan temizlenmesi de hayati bir öneme sahiptir.
Leninizm’in en özlü tanımını Stalin yapmıştır.Onun bu tanımını bir ölçü olarak kabul edebiliriz.Ama bütün sorun ölçünün kendisinin nasıl ölçüleceği sorunudur.Yani onun doğru ve yanlışlığını da ölçecek bir başka ölçü gerekmektedir.Bu ölçü ise yine bu çalışma sırasında zaman zaman değindiğimiz ve ortaya koyduğumuz Marx'ın "Kapital"i ve onun aracılığı ile ortaya konulan uluslararası emperyalizm teorisidir." (Kemal Erdem, "Ekim Devrimi'nin Anatomisi, s.270-271 , Karakoyun Yayınları)
Bugün devrimci hareket içerisindeki oportünizm yüzüne Leninizm maskesini geçirmiştir. Lenin ve Leninizm'in birbirinden ayrılması ve de Lenin'in önemli düşüncelerinin alınarak yanlış düşüncelerinin mahkum edilmesi zorunludur.
Bir ülkenin devrimci hareketinin genel ideolojik çizgisi, hiç kuşkusuz dünya devrimci hareketinin genel politik deneyiminin teorik olarak içselleştirilmesinden oluşur. Bu haliyle her devrimci hareket özünde uluslararası bir harekettir.Ama bu deneyimleri , verili bir ülkenin özgün koşullarına doğru bir şekilde aktarmayı bilmek gerekir.Bugüne kadar bu aktarım hep dogmatik ve eklektik bir biçimde olmuş ve bu deneyimler gerekli teorik eleştirilerden geçirilememiştir.Dogmatik ve eklektik anlayış, ülke özgülüne uyguladığı uluslararası deneyimin temel ilkelerinin "hangi tarihsel koşulların ürünü" olduğunu hiçbir zaman anlayamamış ve de bundan dolayı verili ülkenin özgün koşullarına hep yanlış politikalar dayatmıştır.
Başka ülkelerin devrimci hareketlerinden her zaman öğreneceğiz ve bu kaçınılmazdır.Ancak onların deneyimlerinin hangi tarihsel koşulların ürünü olduğunu anlamamız mutlak bir şekilde zorunludur ve ancak bu temelde bu deneyimlerin tarihsel doğruluğunu , olumlu ve olumsuz yanlarını doğru bir şekilde birbirinden ayırabiliriz.Bu ise yukarıda değindiğimiz temel soruna yani Marx'ın Kapital'ini anlamaya ve onu anlamak için de Hegel'in Mantık Bilimi'ni "materyalist yorumu" içinde anlama görevine bizi götürmektedir.
Hegel'in Mantık Bilimi'nin materyalist yorumu bizlere, Marx'ın Kapital'ini doğru anlama olanağı verecek ve bu sonuncusu da yeni bir emperyalizm çağ analizinin doğru çizgilerini verecektir.Doğru bir çağ analizi ancak ve ancak Marx'ın Kapital'inin doğru yorumu içerisinden çıkacaktır.
Birinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce yeni emperyalist çağı anlamak için hem Marksist hem de Marksizm dışında bir çok teorisyen ve düşünür, bir çok düşünsel çaba harcadılar.Bu çabalar hiç kuşkusuz değerli çabalardı ve sorunun farklı noktalarına parmak basıyor ya da vurgu yapıyorlardı.
Bu teorik çabaların temel eksikliği, emperyalist çağın nasıl "tarihsel sosyalizm"e bağlandığını ortaya koyamamasıydı.Lenin gibi ortaya koyduğunu iddia edenlerin de teorik tespitlerinin eksik ve yer yer yanlış olduğu ortaya çıktı. Emperyalist çağ ile tarihsel sosyalizm arasındaki teorik bağın doğru bir şekilde ortaya konulamaması, Ekim Devrimi sırasında Lenin ve Bolşeviklerin uygulamış oldukları yanlış politikaların temelini oluşturmaktadır.
Marx'ın Kapital'inin (özellikle onun üçüncü cildinin) yeterince kavranamamasıyla , devrimci hareketin eyleminin olumsuzluğu arasındaki ilişkiye ilk dikkati çeken hemen geçen yüzyılın başında Rosa Luxembourg olmuştur. 1903 yılında yazdığı “Marksizm'de Durgunluk ve İlerleme” adlı makalesinde, Marksistler ile Marx'ın Kapital'i arasındaki ilişkiye değinerek, eserin üçüncü cildi ile Marksistler arasındaki bir "kopuntu"dan bahseder: “Kapital'in, kar oranı sorununun (Marksist ekonominin temel sorunu) çözümünü veren üçüncü cildi 1894’e kadar ortaya çıkmadı. Ama Almanya’da, diğer ülkelerde olduğu gibi, ajitasyon ilk cildin tamamlanmamış malzemesinin yardımıyla yürütüldü; Marksist doktrin yalnızca ilk cilt temelinde popülerleştirildi ve benimsendi; tamamlanmamış Marksist kuramın başarısı olağanüstüydü ve kimse öğretideki herhangi bir boşluğun farkında değildi.
Bunun da ötesinde, üçüncü cilt nihayet ilk kez gün ışığına çıktığında en başta yalnızca dar uzman çevrelerinin dikkatini çekti ve bu çevrelerce bazı yorumlar yapıldı – sosyalist harekette ise, yeni cilt orijinal kitaptan kaynaklanan görüşlerin benimsendiği geniş çevrelerde pratik olarak hiçbir etki yaratmadı. Üçüncü cildin kuramsal sonuçları şimdiye kadar hiçbir popülerleştirme girişimine konu olmadıkları gibi yaygınlığa da kavuşmadılar. Aksine, sosyal demokratların bugünlerde burjuva iktisatçılarının Kapital’in üçüncü cildi hakkında dile getirdikleri “hayal kırıklıklarını” sosyal demokratlar arasında bile yankıladığını duyuyoruz – ve durum, sosyal demokratların değer kuramının ilk ciltteki “tamamlanmamış” sunumunu nasıl da büsbütün benimsemiş olduklarını göstermektedir.
Bu kadar ilginç bir olguyu nasıl açıklayabiliriz?
(...) Kapitalin ikinci ve üçüncü ciltlerinin garip kaderi, hareketimiz içindeki kuramsal araştırmanın genel kaderinin kesin bir göstergesidir.
Bilimsel açıdan bakıldığında, Kapital’in üçüncü cildi, hiç şüphesiz, öncelikle Marx’ın kapitalizm eleştirisinin tamamlanması olarak görülmelidir. Bu üçüncü cilt olmadan ne mevcutta hakim olan kar oranı yasasını; ne artık değerin kar, faiz ve rant halinde bölünmesini; ne de değer yasasının rekabet alanındaki işleyişini anlayamayız. Ama esas olan nokta şudur ki, bütün bu sorunlar saf kuram açısından ne kadar önemli iseler de, sınıf savaşının pratik bakış açısından görece önemsizdirler. Sınıf savaşı söz konusu olduğu ölçüde temel kuramsal sorun artık değerin kaynağı sorunudur, yani sömürünün bilimsel açıklamasıdır; buna ek olarak üretim sürecinin toplumsallaşma eğilimlerinin aydınlatılması, yani sosyalist devrimin nesnel ön hazırlığının bilimsel açıklaması.
Her iki sorun da “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesini” artık değer üretiminin ve sermayenin kaçınılmaz ve nihai sonucu olduğunu gösteren Kapital’in ilk cildinde çözüme kavuşturulmuştur. Bununla, emek hareketinin kuramsal ihtiyaçları tatmin edilmiş olur. Sınıf savaşına etkin olarak katılan işçilerin, artık değerin sömürücü grupları arasında kar, faiz ve rant gibi nasıl dağıtıldığı sorunuyla ya da bu dağılım esnasında rekabetin, üretimin yeniden düzenlenmesine nasıl yol açtığıyla doğrudan ilgilenmeleri gerekmez.
Bu yüzdendir ki, Kapital’in üçüncü cildi sosyalistler için genel olarak okunmayan bir kitap olarak kalmıştır.
Ancak hareketimizde, Marx’ın ekonomik doktrinlerini ilgilendiren her şey kuramsal araştırmanın genelini de bağlar. ” (Rosa Luxembourg, www. marxists. org)
Rosa Luxembourg'un bu çok önemli teorik tespiti yani Marx'ın Kapital'inin Üçüncü Cildi ile Uluslararası Devrimci Hareket (UDH) arasındaki "düşünsel kopuntu" ne yazık ki bugün de devam etmektedir ve bu düşünsel kopuntu giderilmeyene kadar, UDH doğru bir programa, strateji ve taktikler bütünlüğüne sahip olamayacaktır.
Marx'ın Üçüncü Cilt'e ele almış olduğu ve soyut teorik serimini yaptığı "Kar Oranı ve Biçimleri" sorunu ama özellikle de "Genel Kar Oranlarının Eşitlenmesi" sorunu, doğru bir çağ analizi ve bir devrimci hareketin doğru bir ideolojik ve politik çizgi oluşturabilmesinin temelini oluşturur.Uluslararası devrimci Hareket'in genel programı ile strateji ve taktiklerinin temeli Kapital'in Üçüncü Cildi içerisinden çıkmak zorundadır.Türkiye Devrimci Hareketi UDH'nin bir parçası olduğuna göre bu durum onun için de geçerlidir.
Türkiye Devrimci Hareketi bir tür aşırılıklar hareketidir.Uluslararası alandaki bazı odakları haddinden fazla abartırken ve yeterli eleştiriden geçirmezken, bazı olumlu odakları da görmezlikten gelmekte ve onların tarihsel pratiklerinin gerçek değerini de yeterince anlayamamaktadır.Bu son nokta özellikle Kürt Özgürlük Hareketiyle ilgilidir ve çok ciddi sosyal-şoven özellikler barındırmaktadır.
Türkiye Devrimci Hareketi Kürt Özgürlük Hareketi'nin tarihsel deneyimine yeterli özeni göstermemektedir.Halbu ki bu hareket uluslararası devrimci hareketin bazı yanlış eğilimlerden kurtulması için önemli ipuçları sunmaktadır.Teorik araştırmalarımız şaşırtıcı bir şekilde Kürt Özgürlük Hareketi'nin paradigma değişiminin Marksist teorinin genel ilkeleriyle uyumlu olduğunu ortaya koymuştur.Hiç kuşkusuz bu paradigma değişimi kendi içerisinde eksiklikler ve bazı yer yer yanlışlıklar da barındırmaktadır ancak bu yanlışlıklar ve eksiklikler devrimci hareketin geleneksel yanlışlıklarıyla aynı olduğu için (özellikle sosyalizm sorununda) bu bir kusur değil, içerisinden çıkılan geleneğin olumsuz etkileri olarak değerlendirilmelidir ve bunlar da üstesinden gelinebilecek durumlardır.
Kürt Özgürlük Hareketi ve onun önderlik etmiş olduğu Rojava Devrimi, yeni bir devrimci çağın başlangıcı olmuştur ve bu yeni devrimci çağ , "eski teorik biçimler"in aşılması, çatlaması ya da aşılması noktasında "yeni teorik girdiler" de oluşturmaktadır.Rojava Devrimi'nin toz dumanı, konjonktürün karmaşıklığı ve olayların ardı arkası kesilmeyen baskılarından dolayı, Rojava Devrimi'nin arka planında bir kızıl şerit gibi süzülen yeni teorik disiplin pek farkedilmemektedir.
Kürt Özgürlük Hareketi ve Rojava Devrimi teorik olarak doğru incelendiği zaman, Leninist Devrim Teorisi'nin olumsuz yanlarının teoriden atılması için önemli bir "teorik laboratuvar" işlevi görecektir.
Rojava Devrimi bir yanıyla (ki Ekim Devrimi'ni felakete götüren yandır) Ekim Devrimi'ni aşmıştır. "Ekim Devrimi'nin Anatomisi" adlı kitabımda da ayrıntılı bir şekilde gösterdiğim gibi, Ekim Devrimi'nin en önemli kusurunun, uluslararası emperyalizme cepheden saldırma gafletine düşmüş olmasıydı ve bu temelde, dünya burjuvazisiyle güç dengesini yanlış kurmuştu.Ekim Devrimi'nin emperyalist burjuvaziyle kurmuş olduğu yanlış güç dengesinin altında ise yanlış emperyalizm ya da çağ teorisi yatmaktaydı.
İşte Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve PKK Önderliği, Lenin ve Bolşeviklerin Ekim Devrimi döneminde uyguladıkları uluslararası emperyalizme cepheden saldırma yanlışına düşmeyerek, doğru bir şekilde uluslararası emperyalizme karşı "yan yollar" kullanarak savaşma stratejisini benimsediler ve bu noktada, uluslararası devrimci hareketin önemli bir zaafını giderdiler.
Uluslararası emperyalizme karşı "yan yollar" kullanarak savaşma stratejisi, kendi içerisinde kaçınılmaz olarak yeni bir teorik disiplin ile elele gitmektedir. Bu yeni teorik disiplin yer yer bilinçli yer yer de sezgisel bir yapıya sahip olup, kendi içerisinde yer yer teorik boşluklar da barındırmaktadır ki, en önemli boşluğun yukarıda Rosa Luxembourg'un da belirtmiş olduğu gibi, Marx'ın Üçüncü Cildi ile doğru bir ilişkilenme olduğu tartışmasızdır.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve PKK Önderliği, geçmişte bir çok devrimci önderin de belirtmiş olduğu "her toplum kendi özgünlüğünde sosyalizme yürüyecektir" sözüne uygun olarak ve geçmiş devrimci deneyimlerin olumsuzluklarına bir tepki olarak kendi sosyalizm anlayışlarını kendi yaratıcılıkları temelinde geliştirmeye çalışmışlardır.Bu yaratıcı teorik çalışmalar, program,strateji ve taktik noktalarda olumlu gelişmelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.Ama bu olumlu kazanımların güçlü Marksist ilkeler üzerine oturtulması ve eksikliklerinin giderilmesi yani Kapital'in Üçüncü Cildi ile birbirine bağlanması ve evrensel yanlarının ortaya konulması, uluslararası devrimci hareketin doğru bir temele oturtulması için zorunludur.
Bir devrimci örgütün ideolojik sorunlar ve ideolojik mücadele karşısındaki tutumu, onun devrim ve tarih karşısındaki ciddiyetini de gösterir. Bir devrimci örgütün gerçekliği onun ideolojik yapısında ve bu yapının neden olduğu eyleminde yatmaktadır.Onun "görünür gerçekliği" (kitlesi, kurumları, niceliği vs.) onun tarihsel gerçekliğini oluşturmaz.
Bir devrimci örgütün ideolojik yapısı onun tarihe açılan penceresi gibidir. Bundan dolayı bir devrimci hareket, küçük ve dağınık yerel örgütlerden büyük ve merkezi devrimci parti aşamasına ancak ve ancak sosyalizmin temel teorik sorunlarını layıkıyla çözdüğü zaman geçebilecektir.Bundan dolayı geçmiş devrimci kuşaklar çok haklı olarak "Devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz" demişlerdir.
|