 AKP VE FETHULLAH GÜLEN CEMAATİ İTTİFAKI'NIN ERGENEKON KOMPLOSU: MODERN TÜRKİYE'NİN "31 MART OLAYI" VE "ENVER PAŞA DARBESİ" (I) K.Erdem
AKP-Gülen Cemaati İttifakı'nın Ergenekon Komplosu'nu ve bu komplonun karakterini ve toplumsal yapısını daha iyi kavramak için, bu komployu Türkiye tarihinin başka bir dönemiyle karşılaştırarak ele almak iyi bir yöntem gibi gözükmektedir. Her toplumsal ve siyasal hareket gibi, AKP ve Fetullah Gülen Cemaati de, belirli tarihsel kökenlere sahiptirler ve ideolojik ve siyasal referanslarını bu tarihsel kökenlerinden almaktadırlar. Bu iki hareketin tarihsel kökenleri Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde ortaya çıkan ve irticacı bir hareket olan "31 Martçılar"a kadar uzanır ve aslında bu iki hareket "31 Martçılar"ın günümüzdeki versiyonunu oluştururlar. Kaldı ki bu iki hareket, "31 Mart Olayı"nı savunurlar ve kendilerini bu hareketle özdeşleştirirler. Gerek AKP gerekse de Gülen Cemaati, kamuoyunun tepkisinden dolayı, "31 Mart İrticai Hareketi"ni açıkça savunmazlar. İktidarın iplerini tamamen ele geçirmeden ve yeni bir rejim inşa etmeden önce, "31 Mart" savunusunu daha çok semboller üzerinden yapmaya çalışmaktadırlar ve iktidarın tamamen ele geçirilmesi ölçüsünde de, sembollerin altı giderek doldurulmakta ve kurumsallaştırılmaya çalışılmaktadır. Nihai hedefini gizleyen ve politik aldatma temelinde hareket eden bir siyasi hareket için, bundan başka bir yol da yoktur. AKP'nin bir çok politikası geçmişle ama özellikle Osmanlı İmparatorluğu'yla semboller üzerinden bir özdeşleşmeyi içerir. Örneğin Taksim'e yapılmak istenen daha doğrusu restorasyonla açığa çıkartılmaya çalışılan Topçu Kışlası gibi. Topçu Kışlası 31 Martçılar'ın Ana Karargahı konumundaydı ve bu kışlanın açığa çıkartılması ideolojik bir tercihin ürünüdür. İstanbul'da Çamlıca'ya yapılan ve Erdoğan'ın özel olarak ilgilendiği cami, Osmanlı Sultanları'nın kendi iktidarlarını temsil eden eserler yapmaya benzemektedir. Atatürk Orman Çiftliği içerisine bir doğa katliamı ve mahkemenin kararına rağmen yapılan yeni "Başkanlık" konutu, Osmanlı Sarayı'nı andırmaktadır. Fetullah Gülen Cemaati'nin 31 Mart İrticai hareketiyle özdeşleşmesi belki daha da güçlüdür. Çünkü bu hareketin fikirlerini benimsediği Saidi Nursi, 31 Mart hareketine bizzat katılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti'nin son dönemlerindeki politik gruplaşmaların benzerliği oldukça ilginçtir.Her iki dönemde de,iktidar mücadelesi veren hareketler, neredeyse aynı ideolojik ve siyasal biçimleri kullanmışlardır. Biri daha laik ve Batı yanlısı bir eğilime sahipken,diğeri daha muhafazakar ve Batı-karşıtı bir eğilime sahiptir. Modern Türkiye'nin "31 Mart Olayı" aslında Refah Partisi'nin 24 Aralık 1995 seçimlerinde birinci parti olarak, DYP koalisyonuyla hükümete gelmesidir. Refah Partisi (RP) hükümet olanaklarıyla iktidarı yavaş yavaş dönüştürme anlayışına sahipti. Ancak Ordu'nun onun bu anlayışını bilmesi ve 28 Şubat 1997 darbesiyle onu Hükümet'ten indirmesi, bir tür Modern Türkiye'nin "31 Mart Olayı"nı bastırmasıdır. Nasıl Osmanlı döneminde bastırılan "31 Martçılar" taktik değiştirerek İttihat ve Terraki Cemiyeti (İTC) içerisine sızdılarsa, aynı şekilde Modern Türkiye'nin "31 Martçılar"ı olan ve Yenilikçiler olarak RP'den ayrılan ve AKP'yi kuran bir kısım Milli Görüşçü de, taktik değiştirerek, "Merkez Sağ" parti görünümü altında devlet içerisine sızdı ve Enver Paşa'nın "Bab-ı Ali Darbesi"nin tarihsel işlevini gören bir darbeyle yani Ergenekon Komplosu darbesiyle iktidarın iplerini ele geçirdi. Giderek AKP iktidarı daha fazla Birinci Dünya Savaşı'ndaki İttihat ve Terraki Partisi'ne (İTP) , MİT de daha fazla Teşkilatı Mahsusa'ya ve Erdoğan da daha fazla Enver Paşa'ya benzemektedir. Erdoğan'ın Enver Paşa ile benzerliği tek biçimsel değil ama içerik olarak da örtüşmektedir. Enver Paşa gibi Panislamizm ve Pantürkizm karışımı bir siyaset izlemekte, Enver Paşa'nın Bab-ı Ali darbesi gibi bir darbe ile yani Ergenekon Komplosu Darbesi ile iktidarın iplerini tamamen ele geçirmiş ve Enver Paşa'nın Osmanlı'yı geleneksel (İngiltere ve Fransa) müttefiklerinden koparmasına benzer bir şekilde Erdoğan da Türkiye'yi geleneksel (ABD ve AB) müttefiklerinden stratejik olarak koparmayı başarmıştır. Her ikisi arasındaki bir başka benzerlik de iki liderin bir emperyalist paylaşım savaşından hemen önce iktidara gelmiş olmalarıdır. Bir çok araştırmacının gözünde, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki İTC'nin, aslında 1909'da bastırılan "31 Martçılar" oldukları kaçmıştır.(1) İTC zaman içerisinde Ahmet Rıza'nın fikirlerinden uzaklaşarak, giderek daha çok Prens Sabahattin'in fikirlerine doğru kaymıştır. İTC'deki bu evriminin en önemli nedeni, emperyalist siyasette ortaya çıkan yeni gelişmelerdir. İTC'nin 1902'de Paris'te yapılan Birinci Kongresi'nde iki temel fikir ve siyaset öne çıkmıştı. Ahmet Rıza etrafında birleşen grup, daha laik ve Batı yanlısı bir eğilime sahipken ve de Monarşi'yi dışarıdan hiçbir yardım almadan yıkma taraftarıyken; Prens Sabahattin etrafında birleşenler daha Panislamist ve Batı-karşıtı bir konuma sahiptiler ve Monarşi’yi bir dış güçten yardım alarak yıkma taraftarıydılar. İşin ilginç tarafı, değerler sistemi açısından daha Batı yanlısı olan İTC'lilerin Batı karşısında daha bağımsızlıkçı bir tutum benimsemelerine karşın, Batı-karşıtı olan kesimlerin Batı'lı bir gücün (o zamanlar bu İngiltere olarak düşünülüyordu ve bugün bu durum ABD’ye dayanarak bir rejim değişikliği gerçekleştirmek isteyen Fetullah Gülen Cemaati'nin hareket tarzına çok benzemektedir) desteğini iktidar mücadelesinde elde etmek istemeleridir. Muhtemelen Prens Sabahattin bu desteği taktik olarak düşünüyordu ve dış siyasetteki dengeleri iç siyasete taşıyarak daha geniş bir hareket alanı elde etmek istiyordu. Nasıl 1990'lı yıllarda modern Türkiye,küresel sistem ve dinamikleri karşısında kendisini tekrar tanımlamak zorunda kaldı,aynı şekilde Osmanlı İmparatorluğu da ,Birinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce, giderek şekillenen emperyalist gruplaşma karşısında kendisini yeniden tanımlamakla karşı karşıya kaldı.Küreselleşme olgusu hem Birinci Dünya Savaşı öncesi hem de içinden geçtiğimiz süreçte, küresel ittifaklar gerektirmektedir ve taktik esnekliğe sahip olmayan ve de bu ittifaklar sistemini başaramayan hareketlerin başarı şansı yoktur. 1990'lı yılların sonlarında ve 2000'li yılların başlarında AB üzerinden küresel sistemle bütünleşmek isteyen Ordu ve Kemalistler,Batı ile stratejik ilişkileri AB üyeliği üzerinden yeni bir temele oturtmak isterken,liberalizmi dışlayan ve katı bağımsızlıkçı yapıları, İTC'nin laik kanadının siyasi eğilimine benziyordu. Nasıl Ahmet Rıza'nın taktik esnekliği yokeden katı bağımsızlıkçı yapısı, dünya siyaseti içerisinde giderek ağırlığını arttıran emperyalist siyasetin dinamikleriye tezatlık oluşturuyorduysa, aynı şekilde liberalizmi dışlayarak AB ile bütünleşmek isteyen Ordu ve Kemalistler'in eğilimi de , günümüzün küresel sisteminin dinamikleriyle tezatlık oluşturuyordu. Buna karşılık hem Erdoğan hem Fethullah Gülen hem de Prens Sabahattin, Batı-karşıtı olmalarına rağmen ,dış siyasetin dengelerini iç politikaya taşıyarak, içerideki iktidar blokunu çözmeye çalışan bir politika yürüttüler.Erdoğan ve AKP Batı-karşıtı olmalarına karşın (ki bunu başta ustaca gizlediler) , taktik ve geçici olarak ,ABD ve AB'nin desteğini, iç politikada Kemalist iktidarı çözmek için kullandılar. Muhtemelen Prens Sabahattin de aynı şeyi yapmak istiyordu. Ancak Prens Sabahattin daha çok İngiltere ile stratejik ilişki içerisinde olan ve liberalizmin taktik olarak kullanıldığı bir Panislamizm temelinde hareket ediyordu , ki bugün bu durum daha çok Fethullah Gülen Cemaati'nin hareket tarzına denk düşmektedir. Erdoğan ve AKP'nin hareket tarzı daha çok Enver Paşa kliğinin hareket tarzına benzemektedir.Erdoğan ve AKP'nin çizgisi Enver Paşa'nın İTC'si gibi liberalizmin de baskı altına alındığı Pantürkist ve Panislamist karışımı olan ve Osmanlı İmparatorluğu'nun geleneksel ittifaklarına (İngiltere ve Fransa) karşı yönelmiş olan bir politikaya benzermektedir.İşin ilginç tarafı Enver Paşa da liberal fikirlerden etkilenmesine karşın,kısa bir zamanda bu liberal fikirlerin tamamen dışlandığı katı ve totaliter bir çerçeveye sahip olan bir ideolojik ve siyasal çizgiye kendisini hapsetmiştir.Halbu ki Enver Paşa İTC içerisinde Ahmet Rıza kliğiyle birlikte hareket etmişti ve zaman içerisinde Prens Sabahattin'in çizgisine doğru kayarak,bu çizginin en aşırı ucuna savruldu. Kemalist Türkiye'nin kendisini AB üyeliği aracılığıyla ayakta tutma anlayışına benzer olarak , Osmanlı İmparatorluğu'nun da ayakta kalabilmek için, emperyalist savaş öncesi bir emperyalist grubun desteğini elde etme zorunluluğunda kendisini hissetmesi,iç politik dengelerin oluşmasında ve gelişmesinde önemli bir yere sahiptir. İmparatorluğu ayakta tutmak için bir emperyalist grubun desteğinin zorunluluğu,Prens Sabahattin'in anlayışını İTC içerisinde geliştirirken, Ahmet Rıza anlayışını da giderek yoketmekteydi.İTC içerisinde bir emperyalist grubun desteğini elde etme anlayışının giderek oturmaya başlaması, Enver Paşa'nın Osmanlı siyasetindeki yükselişinin altındaki temel nedeni oluşturur. Birinci Dünya Savaşı öncesinde özellikle de Balkan savaşlarından sonra,Osmanlı siyasetindeki bütün unsurlar, Osmanlı'nın oluşan emperyalist kamplaşmada bağımsız kalamayacağını ve bağımsızlığın paylaşılmak demek olduğunu anlamışlardı.Buna göre emperyalist siyasette en güçlü devlet ve devletler birliğiyle hareket ederek, İmparatorluğun konumunun korunması anlayışı ağır basmaktaydı ,ki bu noktada İngiltere'nin başını çekmekte olduğu emperyalist kamp ilk tercih arasındaydı. Kaldı ki Osmanlı İmparatorluğu İngiltere ve Fransa ile köklü tarihsel bağlara sahipti ve reformlar daha çok bu ülkeler örnek alınarak ve onların desteğiyle yapılmaya çalışılmıştı.Modern Türkiye'nin ABD ve AB ile stratejik ilişkilerini devam ettirmeköistemesi ne kadar doğalsa, Osmanlı İmparatorlu'nun da İngiltere ve Fransa ile stratejik ilişkilerini devam ettirmesi o kadar doğaldı. Ancak AB'nin Türkiye'yi dışlamasına benzer bir şekilde,İngiltere-Fransa bloku da Osmanlı'yı dışlayarak ,Osmanlı'nın elden kaçmasına neden olmuşlardır.İngiltere-Fransa bloku nasıl Enver Paşa darbesini beklemiyorduysa, ABD-AB ittifakı da AKP ve Fethullah Gülen Cemaati'nin Ergenekon Komplosu darbesini beklemiyordu. Aslında daha çok Erdoğan'ın darbe içerisine darbe gizlemesini yani Cemaat ile ortak darbeden sonra hemen Cemaati tasfiye etmesini beklemiyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun Almanya ve müttefikleriyle stratejik ittifakı,onun en son tercihiydi.Osmanlı stratejik ittifaklık için sırasıyla İngiltere'nin,sonra Fransa'nın daha sonra da Rusya'nın kapısını çalmıştı.(Dipnot : Bak.Enver Paşa’nın Hayatı ve İngiliz Belgelerindeki Düğün Raporu, Durdu Mehmet Burak,Pdf) Ancak İtilaf devletleri anlaşmasıyla birbirine stratejik olarak bağlanan bu üç ülke, Osmanlı ile bir stratejik ilişki içerisine girmek istemedi.İtilaf devletlerinin stratejik birliği, bir yandan Almanya ve etki alanını dengelemekken, öte yandan da Osmanlı'nın paylaşılması üzerine oturduğu için Osmanlı'yı kendi içerisine almak istemiyorlardı. İtilaf devletlerinin amacı,bir yandan Osmanlı'nın karşı kamp ile stratejik ilişki geliştirmesine engel olarak hem İttifak devletlerini zayıf tutmaktı hem de Osmanlı'yı tarafsız tutarak zayıf kalmasını sağlamaktı.Ancak Osmanlı siyaseti bunu çoktan aşmıştı ve İtilaf devletlerinin ona biçtiği elbiseyi giymek istemiyordu. İTC içerisinde İngiltere ile stratejik ittifak yanlısı olan Talat Paşa, İngiltere'nin Osmanlı'yı dışlamasıyla giderek Enver Paşa karşısında manevra alanı daralarak eli zayıfladı.Almanya'daki askeri ataşeliği döneminde Almanya ile iyi ilişkiler geliştiren Enver,İtilaf devletlerinin stratejik ilişki yolunu Osmanlı'ya kapatmasıyla ve İttifak devletleriyle stratejik ilişki geliştirme anlayışı gündeme gelmeye başladıkça Osmanlı devleti ve siyaseti içerisinde giderek yükselmeye başladı. Öyleki Almanlar Osmanlı'ya "Enverland" yani Enver'in ülkesi demeye başladılar. İşte emperyalist siyasetteki şekillenme ve bu şekillenmenin Osmanlı'ya yansıması, İTC'nin ideolojik ve politik evrimi üzerinde büyük bir etkiye neden olmuştur. İTC'nin ideolojik ve politik evrimi, emperyalist siyasetteki bu şekillenmeye bir tür tepkidir. Batı'lılar hem Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde hem de 2000'li yılların başlarında Türkiye'yi daha pasif ve dar bir konumda tutmak isterlerken,her iki dönemde de Türk egemen siyasetinin daha yayılmacı ve genişlemeci eğilimini gözardı etmişlerdir.Bu yayılmacılığı ve Türkiye'nin nüfuzunu kendi etrafındaki bölgelerde ihtiraslı bir şekilde arttırma eğilimini, tek siyasi elitin yayılmacı emelleriyle açıklamak pek doğru gözükmemektedir. Toplumun üretici güçlerinin gelişmişlik düzeyinin egemen siyaset içerisindeki baskısı, Osmanlı ve modern Türkiye'nin siyasi eliti için bir tür biçimlendirici etkiyen neden olmuş ve bu siyasi eliti yeni bir tarihsel yöne doğru itmiştir. Osmanlı'da İttihatçı fikirlerin giderek toplum içerisinde güçlenmesinin asıl nedeni,bu fikirlerin güçlü bir şekilde Ordu içerisine girmesinden kaynaklanmaktaydı.Ordu içerisinde güçlenen İttihatçılar, giderek onun aracılığıyla fikirlerini ve siyasetlerini toplumun bütün katmanlarına yaydılar.Zaten hareketin kitleselleşmesi de, Ordu içerisindeki örgütlenmeye paralel olarak gelişmiştir.Subayların harekete katılmaları halkın katılımını kolaylaştırmış ve teşvik etmiştir.İttihatçılık toplumda gelişmeye ve güçlenmeye başlayınca,ülke ve dünya konjonktürünün de evrimiyle yeni sorun ve tercihlerle karşı karşıya kalmıştır. Enver ve Talat 1906'da kendi örgütleri olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'ni kurduktan bir yıl sonra Paris'te Ahmet Rıza'nın İTC'si ile birleşti.Daha doğrusu bu birleşmeden sonra İTC ortaya çıktı.Bu birliğin İTC'nin liberal,laik ve Batı yanlısı kanadıyla olması aslında doğal ve normal bir durumdur.Çünkü Osmanlı Ordusu'ndaki Harbiye ve Tıbbiyeyi Harbiye gibi okullar, Batı tarzı bir eğitime sahiptiler ve bu okullardaki öğrenciler genellikle laik ve liberal ittihatçı fikirlerin etkisi altındaydılar. Bundan dolayı Enver ve Talat'ın örgütünün, İTC'nin Ahmet Rıza kanadıyla birleşmesi anlaşılır ve doğal bir durumdur.Ancak anlaşılması zor olan durum ise, nasıl oldu da Enver ve Talat'ın eline geçen İTC'nin, çok kısa bir zaman içerisinde İTC'nin diğer kanadının çizgisine savrulduğu ve hatta bu kanadın en aşırı ucu haline geldiğidir. İTC'nin bu döneminin , resmi tarihin etkisinin dışında doğru ele alınması ve çözümlenmesi, doğru bir tarih bilincine sahip olmak açısından önemlidir.Türkiye Cumhuriyeti'nin özellikle Mustafa Kemal ile birlikte ve onun özel çabasıyla oluşturduğu "resmi tarih" , tarihsel gerçekliği bilerek bozarak, Türk liberalizmini tarihsel bir baskı altında tutmuştur.Türk liberalizminin Cumhuriyet döneminde etkin olamamasının önemli nedenlerinden bir tanesi,Cumhuriyet'in resmi tarih aracılığıyla liberalizme biçtiği ve ona giydirdiği haksız roldür. Türk liberalizmine yapılan bu haksızlığın giderilmesi ve onun gerçek tarihsel doğasının açığa çıkartılarak serbest bırakılması önemli bir tarihsel görevdir. Cumhuriyet'in resmi tarihine göre, Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal önderliğinde bir kısım ulusalcı vatanseverin bir mücadelesidir ve bir kısım İttihatçılar da onlara yardım etmiştir.Buna karşılık Hürriyet ve İtilaf Partisi , onunla hareket eden liberaller ve yine Damat Ferit Paşa hükümeti ise İngilizlerle ve genel olarak emperyalistlerle işbirliği halinde bu Kurtuluş Savaşı'na karşı mücadele ederek "ihanetçi" bir tarihsel pozisyona sahip olmuşlardır. Liberalizmin bu kadar ağır bir yükün altına sokulması ve her başını kaldırdığı zaman , Kurtuluş Savaşı sırasındaki pozisyonuna göndermelerle bastırılması , giderek Kemalizm'in bürokratik diktatörlüğünü besleyen ve güçlendiren güçlü bir ideolojik kaldıraç haline gelmiştir. Resmi tarihin mantığı temelinde "tarihsel makarayı" geriye sardığımız zaman, şöyle bir manzara ortaya çıkmaktadır: Padişah Vahdettin,Damat Ferit Paşa ,Hürriyet ve İtilaf Partisi ve onlarla birlikte hareket eden liberaller "hainler", Mustafa Kemal grubu ve Enver ve Talat'ın ülkeyi terketmesiyle ortada kalan ve Milli Mücadeleye katılan bir kısım İttihatçılar da Vatanseverler'dir. Bu tarih anlayışı baştan sona yanlıştır! Resmi tarihin mantığına göre hareket edersek,bugün Batı ile stratejik ilişkileri AB üzerinden tekrar tanımlamak isteyen Kemalistler,CHP, eski "Merkez Sağ" parti kalıntıları,HDP vs. Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin "hainliği"ne benzer bir hainlik içerisindedirler.Çünkü bugünün Hürriyet ve İtilaf Partisi ve liberalleri bu son saydıklarımızdır. Bu çarpık ve yanlış tarih anlayışının oluşmasına neden olan durum,bizzat resmi tarihtir. Gerçekten 1908-1919 arası neler olmuştur ve İTC nasıl bir evrim geçirmiştir? Bu dönemdeki İTC'nin doğru anlaşılması ve Osmanlı siyasetinin kompozisyonunu nasıl etkilediğinin açığa çıkartılması, bir çok sorunun cevabını bize verecektir.Genellikle onun biçimsel yanına takılıp kalınarak,onun iç evriminin yönü pek anlaşılmamıştır. Laik ve liberallerin elinde olan ve Osmanlıcılık ülküsü etrafında birleşen 1908-1909 İTC'si ve yine bu dönemde bu görüşleri savunan Enver ve Talat Paşa , Balkan savaşlarından sonra,İmparatorluğun Batı kısımlarının elden çıkmasıyla ve toplumsal temelinin giderek daha fazla Müslüman ve Türk temeline dayanmaya başlamasıyla ve de İngiltere-Fransa blokunun da Osmanlı'yı stratejik ilişkiler sisteminden dışlamaya başlamasıyla,İTC'yi Prens Sabahattin'in Panislamist ve Pantürkçü çizgisine kaydırmaya başladılar.İTC'nin resmi çizgisinin liberalizmi ve diğer azınlık ve inançları dışlayan bu çizgisine tepki olarak, İTC'nin daha önceki resmi çizgisini yani Ahmet Rıza çizgisini savunanlar ya da bu eğilimde olanlar,İTC'den ayrılarak Hürriyet ve İtilaf Partisi gibi oluşumlara gittiler. Panislamist ve Pantürkist olmasına karşın Prens Sabahattin de kısa bir süre Enver ve Talat karşısında Hürriyet ve İtilaf Partisi ile hareket etmiştir.Bunun nedeni Enver ve Talat’ın Almanya ile birlikte hareket etmesine karşılık Prens’in İngiliz yanlısı olmasıydı. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Enver ve Talat'ın Panislamist ve Pantürkçü iktidarı yıkıldığı zaman ,işte İTC'nin daha önceki laik ve liberalleri Hürriyet ve İtilaf Partisi ve onunla aynı eğilimde olanlar Padişah Vahdettin etrafında hükümete geldiler.İşte hükümete gelen bu klik, Kurtuluş Savaşı'nın stratejisini ve genel politik çizgisini ortaya koyarak, ulusal kurtuluş hareketinin fitilini çakmışlar ve ona önderlik etmişlerdir.Bugün "hain" olarak damgalanan bu kesimler, gelecekteki Türkiye Cumhuriyeti devletinin temellerini atmışlardır. Üstelik bu kesim,Kemalistler'in bir noktaya kadar vatansever olarak gördükleri Enver ve Talat Paşa'dan nefret ederlerdi,ki bunların başında Padişah Vahdettin gelirdi.Ama bugün Erdoğan bir koltuğunun altına Padişah Vahdettin'i almakta, diğer koltuğunun altına da Enver Paşa İttihatçılığını alarak,ideolojik yelkenlerini tamamen doldurmaktadır.Meydanın Erdoğan ve AKP'ye boş kalmasının nedeni ise Kemalizm'in kötürüm ettiği tarih anlayışıdır.Kemalizm aslında bu yanlış resmi tarih anlayışıyla gelecekte kendi ipini çekmiştir.(2)
1908'deki Enver Paşa ve İTC ile 1913-1914'teki Enver Paşa ve İTC aynı değildir ve İTC Jöntürk hareketinin bir ucundan diğer ucuna sürüklenmiştir ve bu sürüklenme,Osmanlı siyasal kompozisyonunun değişmesine neden olmuştur.İTC'nin dış konjonktür ile bağlantılı olarak ideolojik ve politik yapısındaki bu evrim, kopmaların ve yeni gruplaşmaların temel nedenini oluşturmuştur. İTC'deki bu evrim,hiç kuşkusuz Prens Sabahattin ve çevresinin Enver ve Talat ile yakınlaşmasını hızlandırmıştır.Ancak Erdoğan ve Fethullah Gülen'in çelişkisine benzer bir çelişki yani birbirlerine düşman olan emperyalist kamplara dayanmaktan kaynaklanan bir çelişki,Enver ve Prens Sabahattin arasında da yaşanmıştır.İşin ilginç tarafı,Fethullah Gülen'in Erdoğan'a yapmak istediği darbenin bir benzerini yine başarısız bir şekilde Prens Sabahattin Enver Paşa iktidarına karşı yapmak istemiştir. 11 haziran 1913 tarihinde Prens Sabahattin taraftarları bir suikastle zamanın Sadrazamı olan Mahmut Şevket Paşa'yı öldürerek yerine Prens Sabahattin'i geçirmek istemişlerdir. Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesine İTC 11 kişiyi asarak karşılık vermiştir.Enver Paşa'nın Babıali baskınını örnek alarak darbe yapmak isteyen Prens Sabahattin, hiçkuşkusuz Fethullah Gülen Cemaati gibi devlet içerisinde gizli örgütlenmişti ve İngiltere'den destek görüyordu.Ancak darbe başarısız olarak Prens Sabahattin ve taraftarlarının giderek Osmanlı siyasetinden silinmesine neden olmuştur.Aynı başarısız darbe girişimini Gülen Cemaati, 17-25 Aralık 2013 girişimiyle denemiş ve başarısız olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nda da modern Türkiye'de olduğu gibi,1909'da bastırılan irticacı hareket çok kısa bir zaman sonra iktidarı ele geçirmiştir.28 Şubat 1997 darbesinden kısa bir zaman sonra AKP-Cemaat ittifakı temelinde ve liberal biçimi altında irticacılar nasıl iktidarı ele geçirmişlerse,aynı durum Osmanlı'da da Enver-Talat kliğinin önce İTC'yi sonra da iktidarı ele geçirmesiyle yaşanmıştır. Bir çok kesim "31 Mart Olayı"nın, iktidarın iplerini tamamen ele geçirmek isteyen bir İTC komplosu olduğunu öne sürmektedir.İTC 31 Mart'ı bastırırken belki bazı komplolara başvurmuş olabilir, ancak hareketin çapına ve karmaşıklığına ve de toplumsal dinamiklerine baktığımız zaman, 31 Mart'ın bir İTC komplosu olduğunu ileri sürmenin çok zor olduğu ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki karşı karşıya gelen kesimler,modern Türkiye'de Kemalistler ile politik islamcıların karşı karşıya gelmesi kadar doğal bir durum oluşturmaktaydılar ve her iki kesimin de uzun bir geçmişi,mücadelesi ve toplumsal dinamikleri mevcuttu. Dünya piyasasıyla bağlantılı ticaret, kapitalizmin tarihsel derinleşmesi ve genişlemesi ölçüsünde Osmanlı'da da giderek toplumsal zenginliğin etrafında örüldüğü bir ekonomik ağırlık merkezi olarak ortaya çıkmaya başlayınca,Osmanlı sisteminin ve merkezileşmesinin temeli olan Tımar Sistemi'nin de altını oymaya başladı. Askeri ve siyasi bürokrasinin köylülüğün toplumsal artığına el koymasının aracısı olan Tımar düzeni, Batı toplumlarının önce manüfaktüre daha sonra da sanayi kapitalizmine dayanan ve dünya ticaretini özendiren ve güçlendiren ekonomik yapıları karşısında giderek yetersiz kalmaya başlayınca,Osmanlı İmparatorluğu'nda reform çabaları gündeme geldi. Devletin reforme edilme çabalarının merkezinde daha çok onun merkezi yapısının korunması ve yetkinleştirilmesi eğilimi vardı.Bu durum bu reform çabalarının daha çok idari ve askeri alanlarda yoğunlaşmasına neden olmuştur.Bu alandaki çabaların kalıcı olması için ise , giderek ticaretin önündeki engeller kaldırılmaya başlanmış ve bu temelde gayri müslimler Osmanlı'nın dış ticaretinde temel bir yer işgal etmeye başlamıştır.Osmanlı'da ticaretin ağırlığını arttırması ve bir çok kesimi birbirine bağlayan bir ilişkiler sistemine neden olması, giderel liberal düşüncelerin etkisinin artmasına ve buna bağlı olarak laik ve Batı yanlısı düşünce ve siyasi eğilimlerin oluşmasına neden olmuştur. Osmanlı toplumu ticaret aracılığıyla giderek çözülürken hem devlet hem de toplum içerisinde iki temel eğilimin oluşmasına neden oluyordu,ki bu bölünme günümüzde de devam etmektedir ve de toplumsal ve tarihsel ilişkiler tarafından sürekli üretilmektedir.Bu bölünmenin bir tarafında , Batı yanlısı,laik ve liberal eğilimlere de sahip olan bir kesim bulunmaktayken, diğer tarafından da Batı-karşıtı,tutucu ve laik olmayan ve de dinin ideolojik ve siyasal referanslarıyla hareket eden bir kesim bulunmaktaydı.Elbette ki bu ikisi arasında da bir çok ara akım da mevcuttu. Kapitalizmin tarihsel ağırlığını arttırdığı 19. yüzyılın başlarından itibaren, Osmanlı'da da reform çabalarının arttığı ve İmparatorluğun politikasında merkezi bir yer işgal etmeye başladığı görülmektedir.Bu tarihlerden itibaren , Osmanlı Padişahları'nın daha çok reformcu oldukları görülmektedir ve reformlar giderek Osmanlı'nın çözülüşünü durduracak temel önlemler olarak görülmeye başlanmıştır.III. Selim ile başlayan reform çabaları sırasıyla II.Mahmut, Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz dönemlerinde de devam etmiş ve ekonomik,siyasi ve idari alanda bir çok reform yapılmıştır. Tanzimat reformları Tımar düzenini sonlandırarak,doğrudan ve paraya dayanan vergi sistemini yürürlüğü koyarak, ticari ilişkileri giderek siyasi sistemin üzerine oturduğu ekonomik temel yapmıştır.Bu durum Tımar düzeninin yolaçtığı devletin ve belirli bir siyasi ve askeri elitin tekelci konumunu yoketmiştir ve de ticari ilişkilerin neden olmuş olduğu farklı çıkar odaklarının devletin içerisinde üremesine ve kendisini varetmesine neden olmuştur.Bu andan itibaren de Osmanlı devleti ve siyasal yapısı ticari ilişkilerin ve ona bağlı ekonomik ilişkilerin neden olmuş olduğu farklı çıkar çatışmalarının ortasına sürüklenmiştir. Tanzimat reformları Osmanlı'daki gayri müslimlerin müslümanlar ile eşit haklara sahip olmasına neden olmuş ve farklı toplumların can ve mal güvenliğini teyit etmişti.Bu durum gayri müslim ticari ve tefeci sermayeyi güçlendirmişti.Vergi sisteminin de tamamen parasal temele dayanmasıyla,bu sınıf Osmanlı'daki İltizam Sistemi'ni de dolaylı bir şekilde ele geçirerek, köylülüğü ve küçük ve orta girişimcileri acımasız bir şekilde eziyordu.Özellikle Anadolu'da yoğunlaşan ve genellikle Türk ve Müslüman olan bu küçük ve orta girişimci kesim, gayri müslimlere yarayan egemen ekonomik ve politik ilişkilere karşı tutucu bir davranış sergilemeye başladı ve giderek siyasal alanda Batı-karşıtı olan Türkçü ve İslamist eğilimlere doğru bir meyil gösterdi. Osmanlı'daki reformlar genellikle Türk ve Müslüman kesimin aleyhine sonuçlar üretiyordu. Osmanlı'nın reformlar aracılığıyla merkezileşme çabaları,taşradaki Türk ve Müslüman elitlerin gücünü kısıtlıyordu. Aynı şekilde dini vakıfların ve kurumların devlet kontrolüne geçmesiyle birlikte, bu alanlardaki din adamları da tutucuların saflarına katılıyordu. Reformlar Şeriat mahkemelerinin yerine modern mahkemeleri koyduğu için, din adamlarının reform sürecine karşı tutuculuğu daha da artıyordu ve halk üzerindeki büyük etkileri, tutucu siyasetler için onları potansiyel kadrolar yapıyordu. Aynı bölünme Osmanlı Ordusu içerisinde de yaşanıyordu ve giderek Ordu içerisinde Mektepli-Alaylı ayrımı baş gösteriyordu. Eski toplumsal yapı reformlar ile yeni bir toplumsal biçime dönüşürken, eski ile yeninin içiçe geçtiği, bundan dolayı farklı çıkar gruplarının istemlerinin ve çıkarlarının belirli noktalarda zaman zaman kesiştiği zaman zaman da çatıştıkları bir duruma yolaçmıştı.İTC'nin her iki kanadının arasındaki ideolojik ve siyasal fark, temsil etmiş oldukları bu toplumsal dinamiklerin arasındaki sınıf ve çıkar farklılaşmasından kaynaklanıyordu. Osmanlıcılık ülküsü etrafında bir araya gelen Ahmet Rıza taraftarları, belirli bir etnik ve dini kökene bağlı olmayan ve İmparatorluk'taki bütün etnik,milli ve dini kesimlerin içerisinde kendisini ifade ettiği Osmanlıcılığı temel bir çizgi olarak ele alıyorlardı.Bu çizgi gayri müslimlerin toplumsal çıkarlarını korumakla kalmıyor, laik ve Batı yanlısı eğiliminden dolayı, bu kesimlerin daha da gelişmesini öngörüyordu. Panislamizm ve bunun alt bileşeni olarak savunulan Pantürkizm ülküsü etrafında biraraya gelen Prens Sabahattin taraftarları, İmparatorluğun geleceğini hem siyasi hem de ekonomik alanda aynı din ve milletin egemen olmasına bağlıyorlardı.Siyasi idare Türklerin ve Müslümanların ellerindeydi ama ekonomik güç yabancıların ellerindeydi ve bu çelişkinin giderilmesi gerekmekteydi (İşte Ermeni Soykırımı İTC tarafından bu çelişkinin giderilmesi için düşünülmüştür, ki Soykırım'ın İTC'nin Pantürkist-Panislamist kanadının ideolojik şekillenmesiyle aslında içiçe geçtiği tartışmasızdır) . Babıali yani Osmanlı kabinesi, uzun zamandan beri Batı yanlısı bürokrasinin eline geçmişti.Bunun değişmesi için Meşrutiyet aracılığıyla iktidar ele geçirilmeli ve Batı yanlısı gayri müslimlerin etkisi ekonomik ve politik alanda daraltılarak ve yokedilerek yeni bir toplumsal düzen kurulmalıydı. İTC'nin her iki kanadının üzerinde uzlaştığı tek şey Meşrutiyet'in tekrar ilanıydı.Ancak bu Meşrutiyet'in içeriğini ise her iki kesim ayrı dolduruyordu.Her iki kesim Meşrutiyet için savaşımla kendi ideolojik ve politik hegemonyalarını geliştirmek ve rakiplerini baskı altına almak istiyordu.İTC'nin laik ve liberal kesiminin Ordu içerisinde güçlenmesinden dolayı, Meşrutiyet'in ilanı bu kesimin baskısıyla gerçekleşti ve Meşrutiyet Hareketi'nin hegemonyası bu kesimin eline geçti. İşte 31 Mart, İTC'nin Panislamist ve Pantürkist kanadının, Meşrutiyet'in ilanıyla kaybettikleri siyasal hegemonyayı tekrar ele geçirme girişimidir.
(devam edecek)
(1) Bir makale bunu vurgulamıştır.Bakınız: Türk Milliyetçiliği ve Etno-Sembolik Çözümleme : İstisnanın Kuralları. PDF.Bir York Üniversitesi çalışması ama isim belirtilmemiş.
(2)Padişah Vahdettin, Damat Ferit Paşa,Hürriyet ve İtilaf Partisi ve liberallerin , Kurtuluş Savaşı'nı nasıl örgütlemeye çalıştıkları ve bunun için nasıl bir stratejik ve taktik yapı kurdukları ve de bu plan içerisine Mustafa Kemal'in nasıl girerek, zaman içerisinde bir darbe ile iktidarı ele geçirdiği bu yazının konusu değildir ve başka bir makalenin konusudur.Konuyu dağıtmamak için buraya girmiyorum.
|