 AKP VE FETHULLAH GÜLEN CEMAATİ İTTİFAKI'NIN ERGENEKON KOMPLOSU: MODERN TÜRKİYE'NİN "31 MART OLAYI" VE "ENVER PAŞA DARBESİ" (II) K.Erdem
1909 yılında iktidarı ele geçirmek isteyen 31 Martçılar, o zamanki "Osmanlı Yeşil Sermaye"nin politik temsilcileriydi ve hareket bugünkü Yeşil Sermaye gibi taşradan İstanbul'a doğru gelişen bir seyir izlemişti. İktidar mücadelesi Osmanlı başkenti olduğu için İstanbul'da verilmişti ancak toplumsal gücü Anadolu'daydı. Aynı durum modern Türkiye'deki yeşil sermaye fenomeninde de görülmektedir. Milli Görüş ile Gülen Hareketi yeşil sermayenin ideolojik ve politik temsilcileridir ve bu sermayenin toplumsal çıkarlarını dile getirerek, onun önünü açmaya çalışan bir siyasal programa sahiptirler.
Milli Görüş Hareketi, cemaatlerin küçük ve orta işletme biçiminde şirketleşmeye başladığı 1960'ların sonlarında bu küçük ve orta boy muhafazakar işletmelerin siyasal temsilcisi olarak ortaya çıktı. Amaç bu şirketleri emperyalist sistem ile ilişkili olarak işbirlikçi bir biçimde daha da büyütmek ve varolan büyük sermayenin yerine geçirmekti. Ama varolan büyük sermaye Batı emperyalistleri ile işbirliği halinde büyüdüğü ve palazlandığı için, Batı emperyalistlerine dayanarak bunu yapmak mümkün değildi.
İslami sermayenin ya da Yeşil Sermaye'nin büyük sermayenin yerine geçebilmesi için, Türkiye'nin Batı emperyalistleri ile stratejik ilişkilerinin çözülmesi ve onların etki çemberi içerisinden çıkarılması gerekiyordu. Bundan dolayı bu hareket, "anti-emperyalist" ve "Milli Ekonomi" söylemi geliştirdi ve adına Milli Görüş dedi. Bu hareketin amacı, Türkiye'yi Batı emperyalistlerinden uzaklaştırmak ve bu uzaklaştırmayı Yeşil Sermaye'yi büyük sermaye haline getirmek için kullanmak ama bunu da mümkünse başka bir emperyalist güce ya da bölgesel güçlere dayanarak yapmaktır.
1970'li, 80'li ve 90'lı yıllarda Yeşil Sermaye, küresel kapitalizmin büyümesi ve Türkiye'nin küresel piyasalar ile daha da iç içe geçmesi dolayısıyla daha da büyüdü ve toplumsal ağırlığını ticaretten sanayiye ve banka sermayesine kadar arttırdı. Bu sermaye temeli, giderek bu hareketin ideolojik, politik ve kültürel toplumsal kollarını besleyen tarihsel bir temel haline geldi. Bu sermaye temeli genişledikçe bunun neden olduğu muhafazakarlaşma, dindarlaşma ve bu temelli bir yaşam tarzı giderek toplumsal gözenekleri doldurmaya ve işgal etmeye başladı. Bu gerici eğilimin gelişmesi ve Cemaat örgütlenme ve kültürünü toplumun geneline yayma eğiliminin ortaya çıkması, aynı zamanda bireyin ve onun özgür iradesinin kuşatılması anlamına da geliyordu.
Hem Osmanlı'da hem de Türkiye'de muhafazakarların önderlik etmiş olduğu ekonomik ve ticari ilişkiler, toplumsal ilişkilerin muhafazakarlaşmasına da neden olmuştur.Muhafazakarlar ekonomik alandaki güçlerini ideolojik, siyasal ve kültürel alana taşıyarak,bu ekonomik gücü bu alanlarda güçlenmenin kaldıracı haline getirerek,kendi toplumsal güçlerini geliştirmeye çalışmışlardır.Ancak muhafazakar ekonomik gücü bütün toplumsal alana yayabilmek ve onu ekonominin temel gücü haline getirmek ancak iktidarın ele geçirilmesiyle mümkündür. Bundan dolayı muhafazkar hareket siyasal iktidarı ele geçirmek için her yolu denemiştir.
Osmanlı Ordusu içerisinde örgütlü olan tek İTC'nin laik ve Batı yanlısı olan kesimi değildi.Panislamistler de Ordu'da örgütlenmeye büyük önem veriyorlardı ve Ordu içerisinde örgütleniyorlardı.Ancak laikler kadar etkili olamamışlardı ve bu durum Meşrutiyet'in ilanında görüldüğü gibi,iktidarın ele geçirilmesinde onların arka planda kalmalarına neden olmuştu.Muhafazakar ve irticacı hareket, Ordu içerisinde güç olmadan ve Ordu'yu ele geçirmeden iktidar olamayacaklarını anlamışlardı.Bundan dolayı Meşrutiyet'in ilanından sonra bütün toplumsal çabalarının odağına,Ordu içerisindeki huzursuzlukla toplumdaki huzursuzluğun birleştirilmesini koydular.
İrticacılar Meşrutiyet'ten sonra güç dengesini kendi leyhlerine değiştirmek için her yola başvurdular. Ordu'da Mektepli-Alaylı çekişmesini körüklediler ve Ordu içerisinde bölünme yarattılar.Zaten Meşrutiyet'ten sonra İTC'nin sert politikalarından dolayı toplumda da kendiliğinden bir tepki oluşmuştu ve sokaklara yansımıştı. Yerel düzeyde bazı gerici olaylar yaşanıyordu: Meyhanelerin kapatılması baskısı, kadınların yüzleri açık dışarı çıkmalarına tepkiler,Müslüman bir kadının gayri müslim birisiyle evlenmesine tepkiler gibi.
İrticacılar özellikle İTC'nin hatalarından ve sert politikalarından azami derecede istifade etmek istiyorlardı. En küçük huzursuzluğu İTC'ye karşı bir politik harekete çevirmeye çalıştılar.Ordu içerisinde terhislerin durdurulması ve askerlik sürelerinin uzatılması gibi olaylara gösterilen tepkileri,subaylar sert cezalar ile önlemeye çalıştı,ancak askerler bu sert cezalara karşı tepki gösterince olaylar daha da büyümeye başladı.Ordu içerisindeki bir çok pasif direniş,önce aktif direnişe daha sonra da ayaklanmaya dönüştü. Bu tür olayların örgütlenmesi ve yönetiminde hiç kuşkusuz irticacıların büyük bir rolü vardı ve de bu durum onların Ordu içerisinde gizli hücrelerinin olduğu anlamına geliyordu.Bu hücreler aracılığıyla, Ordu'da panik ve korku yaratarak disiplinin bozulmasını ve Ordu'nun bastırma yeteneğinin kaybolarak kendi politik eğilimlerinin önünü açmaya çalışıyorlardı.Kitlelerin birleşmesinin önündeki en büyük engel Ordu'dur ve onun bastırma yeteneğinin kaybolduğu bir yerde kitlelerin yoğunlaşması ve birleşmesi kaçınılmazdır.İşte 31 Mart Ayaklanması'nda da bu oldu.Ordu içerisindeki isyan çok kısa bir süre sonra muhafazakar siyasetin etkisi altındaki kitleler ile birleşerek daha da büyüdü ve hükümetin düşmesine neden oldu.
İşin ilginç tarafı 31 Mart'ta ayaklanan askerlerin büyük çoğunluğu, İTC'nin güçlü olduğu ve 3.Ordu'nun bulunduğu Selanik'ten gönderilen Avcı Taburlar'nın askerleri olmasıydı. Devrimi korumak için gönderilen askerler, çok kısa bir zaman içinde ona karşı ayaklandılar.Bunun en önemli nedeni İTC'nin sert politikalarının Ordu'da ve toplumda yaratmış olduğu huzursuzluktu. İrticacılar bir çok kesimin huzursuzluğunu tek bir hareket oluşturacak şekilde örgütlemeyi başardılar.Devrim ile işten çıkarılan memurlar, sürgünden dönen ve devrimden memnun olmayan aydınlar,otorite boşluğundan dolayı huzursuz olan kitleler,laikliğin abartılması,Ordu içerisinde yoğun eğitim vs. gibi durumlar siyaseten bir çok kesimi aynı saflara doğru itiyordu.Bununla birlikte İTC İstanbul'daki huzursuzlukları bastırmak için Avcı Taburları'nı kullanıyordu ve bundan dolayı halk içerisinde bu taburlara karşı genel bir düşmanlığın oluşmasına neden olmuştu.
Avcı Taburları İstanbul'da Taşkışla,Maçka ve Taksim (Topçu Kışlası) kışlaları gibi önemli yerlere yerleştirilmişlerdi.Bu taburların askerleri hem üstlerinin sert önlemlerine hem de halkın moral bozucu tepkilerine maruz kalıyorlardı.Taşkışla askerleri Aralık 1908'de üstlerinin kötü muamelerinden dolayı ayaklandılar.Bundan bir ay sonra da yani Ocak 1909'da da Harp Akademisi öğrencileri ayaklandılar.31 Mart Olayı birden bire yaşanmadı,belirli bir birikimin sonucunda patlak verdi ve irticacı hareket bütün bu huzursuzlukları kendi politik amaçları doğrultusunda kullanmaya çalıştı.
31 Mart Olayı irticacı hareketin iktidarı ele geçirme girişimidir. Olayların bu noktaya kadar gelmesi kendiliğinden olmamış ve belirli bir plan ve program doğrultusunda hareket edilmesinin sonucunda ortaya çıkmıştır.İrticacı hareket gerek provakasyonlarla ve propagandayla gerekse de halkın dini hassasiyetlerini kendi siyasi emelleri doğrultusunda kaşıyarak güç dengesini tersine çevirmeye çalışmıştır. Meşrutiyet'in ilanından sonra ortay çıkan siyasi otorite boşluğu da irticanın provakasyon ve propagandasının etkili olmasını sağlamıştır. İTC'nin baskıları ve toplumsal huzursuzluk da bunlara eklenince,hareketin çapı çok kısa bir zamanda büyümüş ve İstanbul dışındaki şehirlerde de İstanbul'daki ayaklanmaya benzer ayaklanmalar görülmüştür.Çok kısa bir zamanda olayların Anadolu ve başkentte yaygınlaşması,bu hareketin altında örgütlü ve planlı bir durumun olduğunu göstermektedir. II.Meşrutiyet'in ilanından 31 Mart'a kadar olan olaylar incelendiğinde, bazı provakasyonların bir tek merkezden planlandığı ve komplocu bir özellik gösterdiği görülecektir.Bu haliyle 31 Mart Olayı Ergenekon Komplosu'na çok benzemektedir ve zaten Ergenekon Komplocuları kendilerini bu hareketin ideolojik ve politik eğilimleriyle özdeşleştirerek, onun taktiklerine benzer taktikler kullanmışlardır. 31 Mart'an önce yaşanan bazı olaylara baktığımız zaman, bu hareketin yönteminin Ergenekon Komplosu'ndaki yönteme çok benzediğini görmekteyiz.Bu yöntem halkın provakasyonlarla galeyana getirilmesiyle,Ordu içerisinde yıkıcı bir propagandanın birleştirilmesi yöntemidir.Ergenekon Komplosu'nda AKP-Cemaat ittifakı, bunu çok daha değişik tarihsel koşullarda ve değişik araç ve metodlar kullanarak yapmıştır.Kitlelerin provakasyonlarla kazanılarak ve Ordu'nun yıkıcı bir propaganda ile zayıflatılmasının birleştirilmesi yöntemi,Ergenekon Komplosu'nda çok ustaca seçimlerin kazanılması siyasi hedefine de bağlanarak, toplumsal meşruiyetin üretilmesine de bağlanmıştır. 31 Mart'ı planlayanların çok kısa bir zamanda neredeyse sonuca gitmesine neden olan durum, hiç kuşkusuz,iç ve dış konjonktürün durumudur. Osmanlı hükümeti bir yandan İmparatorluğun birliğini hedefleyen dış tehditlerle uğraşırken öte yandan da iç politikada bir çok iç tehditi bertaraf etme sorunuyla meşguldu, ki bu iç tehditler arasında irticacılık önemli bir yere sahipti. İrticacı gösterilerin ve provakasyonların , özellikle Prens Sabahattin'in partisi Osmanlı Ahrar Fırkası'nın Eylül 1908'de kurulduktan sonra artış göstermesi ilginçtir.Partileşme sorununu çözen hareketin Eylül'den itibaren taktiklerini iktidarın ele geçirilmesine yönelttiği görülmektedir. 7 Ekim 1908'de Fatih Camisi'nde iki hoca,Kör Ali ve İsmail Hakkı, oruç vakti sokakta yemek yeniyor ve kadınlar yüzleri açık dışarı çıkıyor bahanesiyle, "din elden gidiyor" diyerek halkı galeyana getirerek, Meşrutiyet karşıtı bir hareket başlattılar ve Yıldız Sarayı'na yürüdüler. Padişah Abdülhamit'ten Şeriat'ı icra etmesini istediler.Padişah pek yüz vermedi ama biraz umut verir gibi bir konuşma yaptı.Daha sonra İTC bu durumu Abdülhamit'i tahttan indirmek için kullanacaktı. Kör Ali ve İsmail Hakkı halkı isyana teşvikten dolayı idam edildiler. Bu olaydan bir kaç gün sonra başka bir provakasyon başgösterdi.Beşiktaş'ta bir Rum bahçıvan'a kaçan bir müslüman kadın yüzünden olaylar çıktı ve polis karakoluna götürülen Rum genci,halk karakolu basarak ele geçirerek linç etti. Yine aynı günlerde İrticacı hareket provakasyonlarına Ordu içerisinde devam etmiş ve Ordu'da bölünme yaratmak için "Mektepli-Alaylı Subay" çatışmasını kışkırtmaya başlamıştır.Meşrutiyet'in tekrar ilanı Harp Okullarında yetişen laik ve Batı yanlısı subayların eseri olduğu için,İrticacılar yeni yönetimin alaylıları tasfiye edeceği propagandasına hız vererek Ordu'yu zayıf düşürmeye çalışmışlardır. Yine Ekim ayında Taşkışla'da Ordu içerisinde çok önemli bir hadise yaşanmıştır.Askerlik sürelerini bitiren ve terhis olmayı bekleyen 87 erin askerlik süreleri tekrar uzatılarak Hicaz'a gönderilmesi kararına karşı askerler direnerek cevap vermişlerdir.Başlarında çavuşlarıyla ayaklanan askerlere karşı hükümet güçleri sert bir karşılık vererek bir kaç askerin ölmesine neden olmuşlardır.Bu ayaklanmayı Selanik'ten getirilen Avcı Taburları bastırmıştır. Bu olaydan sonra sert tedbirler yayınlanmıştır.Ordu'da siyasetin ve tiyatrolarda askerlerin oyunculuk etmesi yasaklanmıştır.Askerelere yasaklanan bir tiyatro oyununu basan askerler, "bize yasaksa subaylara da yasak olmalı" diyerek şiddetli olayların çıkmasına neden olmuşlardır. 23 Ocak 1909'da Harp Okulu öğrencileri,Okul Nizanammesi'nin sertliğinden ve yabancı dil öğrenme güçlüğünü bahane ederek ayaklandılar.Bu olayların bastırılmasından sonra altmış öğrenci okuldan kovuldu ve diğerleri de kurallara uyacaklarının sözünü verdiler. Ordu içerisindeki bu olayların altında irticacı hücrelerin olduğundan kuşku yoktur.Bu olaylar karşısında Savaş Bakanlığı 21 Şubat 1909'da bir emir yayınlayarak,Ordu mensuplarının siyasetle uğraşmalarını,parti ve derneklere üye olmalarını,siyasi toplantı ve söylevlerde bulunmalarını yasakladı.Ancak bunlar etkili olmadı. 31 Mart'ın patlak vermesinden az önce, Ordu içerisindeki talimlerin çokluğundan dolayı namaz kılmaya vakit kalmadığı yönünde söylentiler hızla yayılmaya başladı. 3.Ordu tarafından hazırlanan yoğun eğitim programı,bazı alaylı subayların tepkisini çekmişti.Bazı alaylı subaylar ve ilmiye sınıfına bağlı din adamları, geceleri Nasihat adı altında vaazlar düzenleyerek gece tatbikatlarına askerlerin gidişini engellemeye başladılar.Bu durum İstanbul'daki bütün orduya yayılmıştı. İrticacı hareket bilinçli bir şekilde bu dönemde her olay ve hareketi dine bağlayarak,askerin dini hassasiyetini kaşımaya çalışmıştır.Bu dönemlerde hazırlanan ve şapkasında güneşlik bulunan yeni üniformalar, askerin namaz kılmasını olanaksız hale getirmek bahanesiyle hazırlandığı propagandasına dönüştürülmüştür. Bununla birlikte askerler arasında gizli olarak, subayların kafir olduğu ve şeriatı kaldırarak herkesin kafir yapılacağı söylentileri had safhaya ulaşmıştı.Bu propaganda özellikle Selanik'ten getirilen Avcı Taburları askerlerine yapılarak onların moral ve ideolojik olarak çözülmesi sağlanmaya çalışılmıştı, ki bu hedefe daha sonra ulaşılmıştır. 31 Mart Olayı'ndan önce yaşanan bir başka olay da,İTC'nin her iki kanadının Ordu ve toplumdaki güç çekişmesini ortaya koymaktadır.Bu olay medrese öğrencilerinin askere alınması meselesidir.Bu sefer de medrese öğrencileri ve din adamları "din elden gidiyor" diyerek ayaklandılar. Olayların biri biterken diğeri başlıyordu ve bu propaganda Ordu içerisinde oldukça yıpratıcı oluyordu. Bu "fitne ve fesad"ın aynısını Ergenekon Komplosu sırasında AKP-Cemaat ittifakı Ordu'nun subay kesimlerine uyguladılar. Ordu içerisinde bunlar olurken ,İTC muhaliflere ve aydınlara karşı sert ve bazen teröre kadar varan önlemler uyguluyordu.Baskının artması sonucunda Ordu içerisindeki huzursuzluk giderek ,halk içerisindeki huzursuzlukla birleşti ve bu birleşmede İrticacı hareket,örgütlü gücünden dolayı politik liderliği ele geçirdi. İşte 31 Mart Olayı'nın fitilini çakan , Serbesti Gazetesi yazarı Hasan Fehmi Bey'in Galata Köprüsü üzerinde tabancayla öldürülmesinden önce Osmanlı'daki iç politik durum buydu.Hasan Fehmi Bey İTC'ye karşı sert muhalefet ediyordu ve onun İTC fedaileri tarafından öldürüldüğü sanılıyordu.Onun öldürüldüğü 6 Nisan'dan 13 Nisan'a (Rumi takvime göre 31 Mart) kadar geçen sürede büyük kitle gösterileri düzenlendi ve bu gösteriler Ordu'nun bölünmesi için kaldıraç olarak kullanıldı. 30'u 31 Mart'a bağlayan gece, Taşkışla'ya yerleştirilen 4.Avcı Taburu'ndaki askerler isyan ederek Ayasofya meydanına çıktılar ve Meclis binası önünde toplanarak bazı isteklerde bulundular.İşin ilginç tarafı hareketin hemen politik bir karakter kazanarak Meşrutiyet ve İTC karşıtı bir karaktere bürünmesidir.Bu da bu hareketin altında az çok planlı bir organizasyonun olduğu izlenimine yolaçmaktadır.Ayaklanan askerler şunları talep etmişlerdir: 1-Şeriat'ın tamamen icrası. 2-Bu hareketlerinden dolayı ceza görmeyeceklerine dair teminat verilmesi. 3-Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa ile Meclis Başkanı Ahmet Rıza Bey'in azli. 4-Başlarındaki mektepli subayların kaldırılması. 5-Başarılarının top atışıyla kutlanması. İrticai hareketin giderek büyük bir boyut kazanması karşısında , Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa istifa etmek zorunda kaldı.14 Nisan günü Tevfik Paşa hükümeti kuruldu ve isyancıların istekleri kabul edildi ve genel bir af ilan edildi.Meclis Başkanlığı'na da İsmail Kemal Bey getirildi. Ancak bu da ayaklananları yatıştırmadı ve genel af sonrası katliamlara başladılar.İrticacılar yanlışlıkla Meclis Başkanı Ahmet Rıza Bey'in yerine Adalet Bakanı Nazım Bey'i öldürdüler.Aynı şekilde Lazkiye milletvekili Mehmed Arslan Bey,gazeteci Hüseyin Cahit olduğu sanısıyla öldürüldü.Bununla birlikte askerler mektepli subay avına çıkmışlardı. İsyancıların gözü o kadar dönmüştü ki, Deniz Kuvvetleri Komutanını Padişah Abdülhamid'in yanına götürerek onun gözleri önünde öldürdüler. İTC'nin bütün liderleri ve önde gelen kadroları hemen yeraltına geçtiler.İrticai ayaklanmanın İTC'nin kalesi olan Selanik'teki etkisi büyük oldu.Hemen gönüllülerden büyük bir ordu kuruldu ve başına Mahmud Şevket Paşa, Kurmay Başkanlığı'na da Mustafa Kemal getirilerek,adına Hareket Ordusu denildi. İstanbul'a hareket etmeden önce İTC ve Subaylar Padişah'a bir telgraf çekerek Tevfik Paşa hükümetinin değiştirilmesini istediler.Ayaklananlar ile Padişah'ın birlikte hareketini önlemek için de Padişah'a dokunulmayacak garantisi verdiler.Daha sonra bunun bir tür hile olduğu ortaya çıkacaktı. Hareket Ordusu İstanbul'u Batı'dan yarım ay şeklinde kuşatarak,temizlik yaparak ilerlemeye başladı.Çok sert ve orantısız bir güç kullandı ve isyancılar genellikle kaçmayı tercih ettiler. 31 Mart Ayaklanması aslında AKP-Cemaat ittifakı gibi Anadolu'da hazırlanıp, İstanbul'a taşınan bir ayaklanmadır.İstanbul'daki olaylara benzer olaylar Anadolu'nun ve İmparatorluğun başka bölelerinde ,örneğin Bursa,Erzincan ,Erzurum ,Bergama, Karahisar, Diyarbakır, Van,Medine ve Şam gibi şehirlerinde de oldu.Bursa'da İstanbul'daki ayaklanmayı desteklemek için büyük gösteriler yapılmıştır.Erzurum ve Erzincan'da Ordu'daki irticai ayaklanma İstanbul'daki boyuta varmadan bastırılmıştır. 4.Ordu'nun bulunduğu Erzincan'da isyancılara komuta eden Süvari Başçavuşu,Erzurum Tümen Komutanı tarafından desteklenmiştir.Ancak 4.Ordu Komutanı İbrahim Paşa'nın uyanıklığı,cesareti ve kararlılığı sayesinde hareket Erzincan'da bastırılmıştır.Erzurum'daki olayları kışkırtan da Yusuf Paşa'dır.İttihatçı subaylar ve Erzincan'dan bir müfreze ile gelen İbrahim Paşa isyanı bastırmıştır.Daha sonra Yusuf Paşa İstanbul'a gönderilerek Örfi İdare Mahkemesi tarafından idama çarptırılmıştır. Hareket Ordusu yaklaşık on gün içerisinde İstanbul'un stratejik yerlerini ele geçirmeyi başarmış ve kendisine bazı yerlerde kısmi direnişler olmuştur.İsyancıların direndikleri kışlalar genellikle Taşkışla, Davutpaşa ve Taksim (Topçu) kışlasıdır. İşte Erdoğan ve AKP'nin Taksim'e Topçu kışlası yapma isteği tamamen bilinçli ve ideolojik olup,31 Mart isyancılarını anmaya dönük olup,toplumun hafızasında onların olumsuz algılanma biçimini zaman içerisinde tersine çevirmeye dönük bir girişimdir. 31 Mart isyanının bastırılmasından sonra güven içerisinde toplanan Meclis,isyanın sorumlusu olarak Padişah Abdulhamit'i görerek,tahttan indirilmesine hükmetmiş ve bunun için Şeyhülislam'dan fetva çıkarmıştır.27 Nisan 1909'da Abdulhamit tahttan indirilerek yerine kardeşi Mehmet Reşat getirilmiştir. 31 Mart'ı daha iyi anlamak için biraz da bu olayın arka planına bakmak ve bu olayda rolü bulunan örgüt ve şahısların durumunu incelemek gerekmektedir. Yukarıda kısaca değindiğimiz olaylardan da görüldüğü gibi,31 Mart Olayı,tek kendiliğinden değil ama örgütlü bir harekettir de.Bu örgütlülüğün altında iki temel örgüt ve onlarla birlikte hareket eden bir çok çevre mevcuttur.Bunlardan ilki Prens Sabahattin'in Osmanlı Ahrar Fırkası,diğeri ise isyandan hemen bir hafta önce kurulan ve Volkan gazetesini çıkaran Derviş Vahdetti'nin İttihadi Muhammedi Fırkası'dır. Derviş Vahdetti inanan bir ümmetçi ve şeriatçıdan ziyade bu çizgiyi kendi kariyerist emelleri için kullanan bir zattır. Bu kariyerist eğilim İngilizlerle bilinçli işbirliğine kadar onu götürmüştür. Derviş Vahdetti daha çok ajitatör ve provokatördür ancak Prens Sabahattin daha çok propagandacı ve teorisyendir ve de dış destek gereksinimini daha bilimsel bir temele oturtur. Derviş Vahdetti, katı bir İTC karşıtı olup, Prens Sabahattin'in düşüncelerini savunan , Kamil Paşa ve bununla birlikte de İngiliz taraftarlığını benimseyen bir çizgiye sahipti. Onun Volkan Gazetesi'ni nasıl çıkardığı ve İttihadı Muhammedi Fırkası'nı nasıl kurduğu karanlık olup,bu dönemin Kamil Paşa'nın İTC ile bozuştuğu ve onun İTC'ye komplo kurduğu döneme denk gelmesi,Derviş Vahdetti'nin Saray çevresinden yardım gördüğü ve böylelikle Saray'ın İTC'yi zayıflatmak istediği algısının oluşmasına neden olmuştur. (Dipnot: Bak.Örgütlenmeden Eyleme Geçiş :31 Mart Olayı ,Dr.Necdet AYSAL ,Pdf) Bununla birlikte Derviş Vahdetti gibi Kamil Paşa'nın da Kıbrıslı olması ve Volkan Gazetesi'nde onu kollayan yazıların çıkması ,Derviş ile Kamil Paşa arasında bir ilişkinin olduğu algısına yolaçmıştır. Ayaklanmadan sonra toplanan Meclis, Abdülhamit ve Saray'ın Derviş Vahdetti'ne para yardımında bulunduğu sonucuna vararak, Abdülhamit'in tahttan indirilmesi gerektiği sonucuna varmıştır. 31 Mart ayaklanmasına doğru Prens Sabahattin'in partisi Ahrar Fırkası da giderek İttihadi Muhammedi Fırkası'nı desteklemeye başlamıştır. Özellikle Derviş Vahdetti’nin partisi, ajitasyon ve kitleleri harekete geçirme noktasında diğer partilerden çok daha güçlüdür. Derviş Vahdetti Kıbrıslı yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ,medrese okumuş ve 14 yaşında hafız olmuştur. Biraz Arapça ve Farsça bildiği için hocalık yapmış ve daha sonra biraz İngilizce öğrenip İngiliz Yüksek Komiserli'ğinde çalışmıştır. Muhtemelen İngiliz Gizli Servisi'yle ilişkileri bu dönemde başlamıştır. Çünkü daha sonra büyük bir hevesle Saray'a girmeye çalışmıştır.Bunun için önce İçişleri Bakanı Memduh Paşa'ya başvurarak Göçmen Komisyonu'na atanmış ve Saray'a girmek için onu Padişah'a jurnallemiştir.Bunun üzerine Memduh Paşa onu Diyarbakır'a sürmüştür. Derviş'in bu kadar cürretkar davranmasının onun İngiliz ajanlığından kaynaklanması muhtemeldir. Derviş Meşrutiyet'ten az önce içkili lokantalarda ud çalarak şarkı söyleyen ve eğlence düşkünü bir kişi profili çizmiştir. İstanbul'a tekrar dönüşü ise Meşrutiyet ile birliktedir. Derviş'in en önemli amacı siyasette yükselmektir ve din, bu amaç için en iyi araçtır ve kaldı ki Meşrutiyet'ten sonra politik islam Osmanlı'da giderek yükselen bir seyir izliyordu ve Derviş geleceğini bu yükselen politik dalgada görüyordu. Hareket Ordusu'nun isyanı bastırmasından sonra Derviş, önce İngilizlerin adamı Sait Paşa'ya başvurmuş ve onun tavsiyesiyle Şehzade Vahdettin'in sarayına sığınmak istemiş, ancak Vahdettin'in reddetmesiyle Ege'ye geçip yurtdışına çıkmak isterken ihbar edilerek yakalanmıştır. Derviş Vahdetti bütün çabalarına karşın asılmaktan kurtulamamıştır. 31 Mart Olayının bastırılmasından sonra , bu olayla ilgili olarak üç kurum oluşturuldu. Bunlar Askeri Sıkı Yönetim Mahkemesi, Araştırma Komisyonları ve İnceleme Komisyonları'ydı. Bu komisyonlar 31 Mart Olayı ile ilgili olarak az çok kapsamlı araştırmalar yapmıştır. İTC , 31Mart Olayı'nın ve bununla birlikte Derviş Vahdetti ve Prens Sabahattin'in arkasında İngiliz desteğinin olduğunu bu soruşturmalar sırasında farketmiştir. Özellikle İngiltere Büyükelçiliği Baş Tercümanı Fitz Maurice yerli işbirlikçiler ile birlikte bu işin arkasındaki güçler olarak ortaya çıkmıştır. Ancak az yukarıda da belirttiğimiz gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nun İngiltere ile stratejik ilişki arama ve bu temelde İmparatorluğun çözülüşünü durdurma eğilimi , Osmanlı devletinin 31 Mart Olayı'nın üzerine daha fazla gitmesini önlemiştir. İngiltere ile stratejik ilişkileri tehlikeye atmak istemeyen Osmanlı ,irticacı ayaklanmanın İngiltere ile ilişkili yanlarını deşifre etmekten kaçınmıştır. Hatta bu noktada 31 Mart'ın baş aktörlerinden olan Prens Sabahattin ve Saidi Nursi İngiltere'nin ricası ve baskısıyla kurtulmuşlardır. Bu da bu gerici ayaklanmada İngiltere'nin parmağının olduğunun en açık kanıtını oluşturmaktadır. Bu irticacı eğilim çok kısa bir süre sonra, ama özellikle de 1912 yılında patlak veren Balkan Savaşları’ndan sonra, giderek Osmanlı devletinin temel ideolojik ve politik eğilimi olmaya başlamıştır. İngiltere’nin başını çektiği emperyalist kamp ile stratejik ittifak arayışının başarısızlığa uğraması ve Balkan Savaşları’yla birlikte İmparatorluğun giderek Anadolu’ya sıkışması ve Müslüman-Türk burjuvalara daha fazla dayanmaya başlaması,ekonomik alanda bu orta ölçekli burjuvaların giderek büyük burjuvalar olma anlayışı ve gereksinimine yolaçmıştır.İşte Ermeni Soykırımı’nın nedeni,bu Müslüman-Türk burjuva kesimini İmparatorluğun büyük burjuva yapma anlayışıdır.Ermeniler Osmanlı büyük sermayesi içerisinde önemli bir konuma sahip oldukları için,Ermeniler’in toptan tasfiyesinin en önemli sonucunun, Müslüman-Türk burjuvanın palazlanması olacağı açıktı ve bu burjuva sınıf Ermeniler’in tasfiyesi ile bir tür sermaye birikimi elde etti.. Bu noktada da Erdoğan ve AKP, Enver Paşa’yı ve İttihatçılığı izlemektedir.Erdoğan ve AKP giderek devlet gücünü, Yeşil Sermaye’nin palazlanması için bir kaldıraç olarak kullanmaya başlamış ve Kemalist rejimin ürünü olan büyük sermayeyi önce kuşatmakta ve daha sonra da tasfiye etmeye çalışmaktadır. Bunu ise çok geniş bir araçlar portföyü oluşturarak yapmaktadır.TMSF,İhale yolsuzlukları,rantçılık,psikolojik hareket, terör vs. gibi araçlar bu amaç için seferber edilmeye çalışılmaktadır.Ama bütün bunları olanaklı kılan şey ise kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılmasıdır. Kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılarak, yargı ve yasamanın tamamen yürütmenin egemenliği altına girmesiyle, yeşil sermayenin dışındaki bütün kesimler tamamen savunmasız hale gelmiş durumdadır. Yeşil Sermaye’nin Türkiye’de yeni büyük sermaye haline getirilme süreci, Uzan Holding’in ezilmesi,Münevver Karabulut cinayeti aracılığıyla Garipoğlu Holding’e komplo gibi olayları da içermektedir.Hele bu sonuncusu AKP’nin ırkçı yanını ve onun İttihatçılar gibi aynı soykırımcı mantıkla hareket ettiğini göstermesi bakımından büyük bir gösterge oluşturmaktadır. AKP-Cemaat ittifakının Ergenekon Komplosu,modern Türkiye’nin «Enver Paşa Darbesi »dir. Bu darbe ile birlikte nasıl Osmanlı İmparatorluğu bir kaç yıl sonra Avrupa’ya yayılacak olan faşist rejimlere öncülük etmişse,aynı şekilde Erdoğan ve AKP de Avrupa’da gelecekte ortaya çıkacak olan faşist rejimlere bir tür öncülük etmektedirler. AKP’nin faşist rejimi,yükselen bir tarihsel dalga üzerine oturan bir yapıya sahiptir ve onun muhazakar-faşist çizgiyi,liberal bir örtü ile örterek iktidara ilerleme taktiği,bugün Avrupa’da milliyetçi-faşist hareketler içerisinde giderek yayılan temel bir eğilim haline gelmiştir.
|