 RUS BÜYÜKELÇİSİ'NİN ÖLDÜRÜLMESİ VE ERDOĞAN'IN PUTİN'İ SIRTINDAN BIÇAKLAMASI K.Erdem
Sonda söyleyeceğimiz şeyi başta söyleyelim ve sonra da iddiamızı ispatlamaya çalışalım. 19 Aralık günü bir Sanat Galerisi'nde sırtından vurularak öldürülen Rus Büyükelçisi Andrey Karlov'un katili, bizzat Türk devleti ve emri veren kişi de Recep Tayyip Erdoğan'dır. Bütün mesele insanların Erdoğan'ı yeterince tanımaması ve onun hareket tarzını çözememesidir.İşin ilginç tarafı Putin de katilin Erdoğan olduğunu biliyor!
Hiç kuşkusuz Putin Erdoğan tarafından ilk defa sırtından bıçaklanmıyor. 24 Kasım 2015 tarihinde de Rus uçağı bilerek düşürülmüştü ve Rus uçağının vurulması belirli bir stratejinin ürünüydü. Rus uçağının düşürülmesinden sonra yazdığım bir makalede Erdoğan'ın stratejisini şöyle belirtmiştim: "Türkiye Rusya'nın savaş uçağını bilerek düşürerek ve Rusya ile gerginliği yükselterek bazı politik hedefler peşindedir.Bu hedefin en önemlisi, Suriye'deki ABD-Rusya dengesini bozmak ve her iki devletin geçici olarak Esad'ın iktidarda kalması noktasındaki anlaşmasını baltalamaya dönüktür.Türkiye provakatör bir devlet gibi hareket etmektedir ve amacı, Rusya ile NATO'yu karşı karşıya getirerek, aralarındaki taktik anlaşmayı (ki Türkiye-Suudi Arabistan-Katar ittifakına yönelmiştir) yoketmektir. Türkiye NATO'nun Rusya karşısında kendisine yardıma gelmeyeceğini bilmektedir.On gün önce Batı ittifakını Fransa'da kalbinde vuran Türkiye'ye NATO'nun yardıma gelmeyeceğini Türkiye de bilmektedir.Burada amaç NATO ile Rusya'yı karşı karşıya getirerek, aslında NATO içerisinde bir bölünme yaratmak ve NATO üyelerine bir savaş durumunda NATO'nun kalkan olamayacağını göstermektir.Türkiye Rus uçağının düşürülmesiyle iki hedef gütmektedir: 1-Rusya'nın Kuzey Suriye'de etkili olmasının önüne geçmek; 2-NATO ile Rusya'yı karşı karşıya getirerek,Paris saldırılarından dolayı NATO'nun kendisine istenilen desteği vermemesini sağlayarak NATO ittifakını sulandırmak ve Suriye'de Esad'ın daha belirli bir süre iktidarda kalması noktasında anlaşan ABD ve Rusya anlaşmasını bozmak." (Kemal Erdem, "Paris Terör Saldırıları": Erdoğan Avrupa'ya Terör mü İhraç Ediyor?, Devrimci Bülten Sayı 62)
Son dönemde medyada çıkan bazı abartılı ve yanlış analizler, sorunun özünün görülmesini engellediği gibi, Erdoğan ve AKP'nin aldatma politikasına da hizmet eder niteliktedirler.Bu yanlış analizlerden en önemlisi, Erdoğan'ın 15 Temmuz Darbesi'nden sonra, Rusya ve İran ile stratejik ittifaka yöneldiği analizidir.15 Temmuz Erdoğan Darbesi'nden sonra yazdığım bir makalede , Türkiye ile Rusya'nın yakınlaşmasının stratejik değil, taktik olduğunu belirtmiştim : "Mevcut koşullarda Erdoğan, Rusya ve İran ile ilişkileri stratejik bir düzeye yükseltemez.Bunun nedeni Türkiye'nin Suudi Arabistan ve Katar ile stratejik işbirliğinin çok ileri gitmiş olması ve bu ilişkilerden hemen vazgeçmesinin mümkün olmamasıdır.Bundan dolayı Erdoğan'ın Rusya ve İran ile yakınlaşması taktiktir ve bu yakınlaşma olmadan önce Türkiye sünni ekseni artı İsrail ile de geniş bir işbirliğini oluşturmuştur. TSK ittifakının Mısır ve İsrail ile geniş bir işbirliği oluşturması ve bu temelde İran karşısında güçlü bir blok oluşturma arayışı, Türkiye'nin Rusya ve İran ile yakınlaşmasıyla birlikte düşünüldüğünde, bu manevranın taktik bir yapıya sahip olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
Aslında bu manevranın amacı, bir yanıyla Batı üzerinde baskı oluşturmak ve onları daha fazla tavize zorlamak, bir diğer yanıyla Suriye'de ABD-Rusya dengesini ve taktik işbirliğini bozmak ve bütün bunlarla birlikte de PKK'ye stratejik bir darbe vurmak için asgari bir uygun ortam yaratmaktır. Erdoğan Doğu ve Batı Emperyalistleri arasında salıncak gibi sallanarak her iki emperyalist grubu, daha fazla taviz için birbirine salmaktadır.Yarın Batı'nın vereceği tavizler karşılığında , bu sefer de Rusya ve ittifaklarını daha fazla tavize zorlamak için de taktik olarak Batı'ya yanaşabilir." (Kemal Erdem, Erdoğan'ın "15 Temmuz Komplosu" ve Kürt Tehciri, Devrimci Bülten Sayı 65)
Son dönemlerde Erdoğan ve AKP'nin Rusya ve İran ile yakınlaşması stratejik değil taktiktir. Erdoğan Türkiyesi, Suudi Arabistan ve Katar ile hem Batı Emperyalistlerinden hem de Doğu Emperyalistlerinden ayrı üçüncü bir bölgesel emperyalist güç oluşturmak istemektedir ve bu "bölgesel emperyalist güç"ün kendisine bağımsız bir nüfuz alanı açabilmesi ise ancak kendi dışındaki iki emperyalist kampın zayıflatılmasına bağlıdır.İşte bu noktada Türkiye-Suudi Arabistan-Katar (TSK) ittifakı, her fırsatta bu iki emperyalist kampı karşı karşıya getirmek isteyen provakasyonlar üretmektedir.
24 Kasım 2015 tarihinde, Rusya kendi savaş uçağının sınırdaki güzergahını Türkiye'ye önceden bildirmesine rağmen, Türkiye bilerek Rus savaş uçağını düşürerek ve sonrasında hemen NATO'ya "sığınarak" ve Rusya'yı suçlayarak, NATO ile Rusya'yı savaşa sürüklemek istemiştir.Türkiye ve müttefiklerine hareket alanı açılması ancak NATO ve Rusya'nın birbirleriyle savaşarak zayıflamasıyla mümkün olduğu için,Türkiye ortaklarıyla birlikte hep provakatörlük yapmaktadır.
NATO-Rusya savaşı, bu her iki gücün Suriye'de 2013'ten beri geçici olarak kabul etmiş oldukları Esad'ın iktidarda kalması politikasını yokedeceği ve NATO'yu Suriye'de Esad'ın hemen düşülmesi politikasına sürükleyeceği beklentisine dayanıyordu.Ancak her iki güç, Türkiye'nin her iki kesimi "geniş bir çatışmanın içerisine çekme" politikasına engel olarak, Suriye'deki dengeyi muhafaza etmeyi sürdürdüler.
Türkiye'nin Rus Büyükelçi Andrey Karlov'u provakasyon amaçlı katletmesi de yine ABD ve Rusya'yı karşı karşıya getirmeye yönelik olup,bir aldatma politikasıdır. Erdoğan Türk MİT'inin eseri olan bu provakasyonu bilerek Fethullah Gülen Cemaati'ne bağlayarak ve bu "bağlantı" üzerinden de ABD'ye bağlayarak, bir taşla üç kuş vurmak istemektedir: 1-Gülen Cemaati üzerinden ABD'yi zan altında bırakmak ve Rusya ile daha fazla karşı karşıya gelmesini sağlamak. 2-Fethullah Gülen'in Türkiye'ye iadesini sağlamak. 3- 24 Kasım 2016 tarihinde Rusya'nın kendi uçağının yıldönümünde Kuzey Suriye'de vurduğu Türk askerlerinin intikamını almak.
Türkiye'nin Karlov suikastinden hemen sonra, Rusya ve İran ile masaya oturması taktik olup, bir savaş hilesidir.Zaten Türkiye Rusya ile anlaşarak Suriye'ye girdiği zaman, Halep'in boşaltılmasını kabul etmişti.Rusya bir yandan Türkiye'nin Suriye'ye girmesini kabul ederek hem Esad Rejimi'nin egemenlik alanını genişletme imkanına kavuştu; hem Türkiye ile Batı'nın daha fazla karşı karşıya gelmesine çalıştı hem de PYD-PKK'ye karşı Türkiye'yi "sopa" olarak kullanarak, PKK-Batı ilişkilerini zedelemeye çalıştı.
Türkiye Suriye'deki siyasi hedeflerinden yani Esad rejiminin düşürülmesinden vazgeçmedi.Ama sadece stratejik önceliğini değiştirdi.Daha önceleri Esad'ı düşürüp ve Suriye'de bir işbirlikçi-faşist rejim kurarak ve bu rejime dayanarak Rojava'yı ezme stratejisi uygulamak istiyordu.Ancak bunun başarısız olması, Erdoğan'ı önce Rojava'yı ezip daha sonra tekrar Esad Rejimi'ni devirme politikasına sürükledi.
Erdoğan Halep'ten geri çekilme karşılığında Rusya'dan Cerablus operasyonu onayını aldı ama buradaki terör örgütlerinin kayıp vermeden geri çekilmesi gerekiyordu ve bu ise ancak Rusya ve İran ile yakınlaşma sayesinde mümkündü. Türkiye'nin bu sonuncular ile yakınlaşması olmadan,buradaki TSK yanlısı terör örgütleri imha olacaklardı. İşte 22 Aralık'ta Moskova'da imzalanan üçlü deklarasyonun amacı Türkiye açısından,Halep'teki terör örgütlerinin kayıp vermeden geri çekilmesini sağlamaya dönük bir savaş hilesidir.Türkiye bu geri çekilmeyi, Rus Büyükelçi'yi katletme ile koordine ederek ve bunun arkasında Gülen Cemaati üzerinden ABD'nin olduğunu ima ederek, ABD ile Rusya'yı karşı karşıya getirmek istemiştir.
Görünenin aksine Türkiye ile Rusya arasında alttan alta bir gerginlik ve neredeyse "gizli bir savaş" durumu sözkonusudur. Andrey Karlov'un öldürülmesinden bir kaç gün önce Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, İtalyan bir gazeteye verdiği bir demeçte, Türkiye-Rusya ilişkileri hakkında ilginç bir değerlendirmede bulunmuştur:
"Türkiye'nin Kasım 2015'te Rus savaş uçağını düşürmesine de değinen Lavrov, "Bunun, Rus-Türk ilişkilerine yansımaması mümkün değildi. Bu olayla gerçekler ortaya çıktı ve bu bizim için bir hakikat anı oldu. Türkiye'ye karşı güvenimiz sarsıldı. Böyle olması bizim seçimimiz değildi" dedi.
Ankara'nın, 'nadir görülen istisnalar dışında' terörist gruplara katılmak için Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya giden Rus vatandaşlarının gözaltına alınıp Rusya'ya iade edilmesi konusunda işbirliğinden kaçındığını da söyleyen Lavrov, "Teröristlerle yapılan bu suç ortaklığını unutmayacağız. Ancak Suriye'de askerlerimizin ölümünden doğrudan sorumlu olan Türkiye'yi yöneten elit ile Türk halkı içindeki dostlarımızı bir tutmuyoruz" ifadelerini kullandı.
Öte yandan Lavrov, terörle mücadele ve Suriye'deki savaşın sona erdirilmesinin Rusya için 'prensip meselesi' olduğunu söyleyerek ekledi: "Bu nedenle Türk hava kuvvetlerinin Rus bombardıman uçağına saldırması bizim yaklaşımlarımızı değiştiremez. Türkiye'nin provokasyonu ardında böyle bir amaç vardıysa da yanlış hesapladılar demektir."
"Türkiye liderliği hâlâ yaptığından ne özür diledi ne tazminat ödemeye hazır olduğunu söyledi ne de suçluların gerekli biçimde cezalandırmayı planladığını belli etti. Bunun tam tersine Ankara, haklı olduğunu ve ihlal edildiğini iddia ettiği egemenliğini koruduğunu savunuyor" diye devam eden Lavrov, Türk siyasetçilerin 'belli belirsiz dile getirdikleri üzüntülerinin' ise olanların ciddiyet seviyesine göre yetersiz kaldığını vurguladı." (https://tr.sputniknews.com/rusya/201602041020642839-lavrov-rusya-abd-turkiye/)
Erdoğan Karlov suikasti ile aynı zamanda Moskova deklarasyonunu da takmadığını ve bu deklarasyonun daha çok zaman kazanmaya dönük yani Halep'teki geri çekilişi perdeleyen taktik bir hamle olduğunu da göstermiş oldu. Erdoğan Moskova deklarasyonunu hiçbir zaman uygulamayacak ve fırsat bulduğu zaman Suriye'yi tekrar karıştırmak isteyecektir.
Erdoğan'ın masaya oturduğu güçleri, arkadan bıçaklamak gibi tuhaf bir yöntemi bulunmaktadır. PKK ile 2013 yılının başlarında başlattığı Barış Süreci'nin hemen başlarında, MİT ajanı Ömer Güney aracılığıyla, Sakine Cansız ve iki yoldaşını Paris'te katletti.
Tam da bu noktada, son dönemde yaşanan ilginç bir olaya değinmekte de fayda vardır.Bu olay Sakine Cansız,Fidan Doğan ve Leyla Söylemez'in katili olan Ömer Güney'in sözde cezaevinde öldüğü iddiasıdır.Bu olayı özellikle Türk medyasının görmezden gelmesi dahi işin içinde kuşkulu bir durumun olduğunu göstermektedir.
Gerçekten de Ömer Güney olayının içyüzü nedir? Ömer Güney öldü mü, öldürüldü mü yoksa takas mı edildi?
Hiç kuşkusuz burada da sadece mantık yürüteceğiz ama bazı şeylerden kuşkulanmak için güçlü elemanlara sahibiz. Herşeyden önce okurun dikkatini, Halep'teki geri çekilme ile Ömer Güney'in sözde ölümü arasındaki bağlantıya çekmek istiyorum.Belki okur, bu ikisi arasında bağ kuramayabilir, onun için bu ikisi arasındaki ilişkinin daha mantıklı hale gelmesi için, başka bir bilgi vermek gerekmektedir.Belki de bir soru sorarak ilerlemek daha doğru olacaktır.
Batı'lı devletler Halep noktasında niçin yaygara koparmaktadırlar?
Bir yazar ilginç olduğu kadar, doğru bir noktaya parmak basmıştır: "Doğu Halep’teki cihatçıları eğiten Büyük Güçler, içerideki askerlerini dışarıya kaçırabilmek için kent sakinlerinin kaderiyle ilgileniyormuş gibi yaparken, kimse bu Suriyelilerin dramını anlıyormuş gibi görünmüyor. Batılıların açıklamalarının aksine bombardımanlardan değil ama yabancı cihatçıların işgalinden ve onların uyguladıkları « şeriattan » çektiler. Bazı sakinler ağır bir psikolojik bozukluk yaşıyorlar: Doğu Halep sendromu." (Thierry Meyssan, http://www.voltairenet.org/article194637.html)
Thierry Meyssan, Halep'ten geri çekilen terör örgütleri ve sivil halk içerisinde Batı'lı devletlerin askerleri olduğunu ve asıl dertlerinin bu askerleri kurtarmak olduğunu belirtiyor,ki bu doğrudur. Fransa ve yine diğer Batı'lı devletlerin Esad'ı tehdit etmesi ve Rusya'ya gözdağı vermesi bu askerlerin güvenliğiyle ilgili bir durumdur.Ama burada ilginç olan nokta, bu askerlerin Türkiye üzerinden "evlerine dönecek" olmalarıdır.
Burada sorulması gereken soru şudur: Türkiye bu geri çekilme sırasında bu Batı'lı askerlerin ne kadarını rehin aldı ve Batı için şantaj olarak kullanmaktadır? Ömer Güney ile Halep'ten çıkan bu Batı'lı askerlerin ama özellikle de Fransız askerler arasında "gizli bir takas" oldu mu?
Bütün politik göstergeler, böyle bir "gizli takasın" olduğuna işaret etmektedir!
|