[ Kurdî   English   Francais                                 PROLETER DEVRİMCİLER KOORDİNASYONU (PDK)  28-05-2023 ]
{ komunistdunya.org }
   Açılış_sayfanız_yapın  Sık_Kıllanılanlara_Ekle

 Site Menü
   Ana Sayfa
   Devrimci Bülten
   Yazılar / Broşürler
   Açıklamalar
   Komünist Hareketten
   İlerici / Devrimci       Basından
   Kitap - Broşür PDF
   Sanat
   Görüşler

 Arşiv - Ara
   Arşiv
   Sitede Ara

 İletişim
   Bağlantılar
   Önerileriniz

_ _
{ }


_ _
{ Son Yazılar }
Devrimci ve Demokrat...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Say...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
EMPERYALİZM VE TÜRKİ...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
_ _
{  Devrimci Bülten Sayı 66 (3) }
| Devrimci Bülten

ERDOĞAN'IN 15 TEMMUZ DARBESİ VE KEMALİSTLERİN  SEFALETİ (I)

K.Erdem 



Erdoğan'ın 15 Temmuz Komplosu'nun temel amacı, Gülen Cemaati'ne karşı savaş görünümü altında, devlet ve toplumda büyük tasfiyeler gerçekleştirmek ve bu tasfiyeleri yeni bir faşist rejimin inşasına bağlayarak,bu zaman zarfında, MHP'yi tam AKP'ye bağlamak,CHP'yi tarafsız hale getirmek ve devrimci-demokratik hareketi de kapsamlı bir şekilde bastırmaktır.Muhalefetin bu kapsamlı bölünüşü ve tamamen dirençten düşürülmesinde, Erdoğan ve AKP tarafından Kemalistlerin manipülasyonu ve aldatılması temel bir yere sahiptir. Bu nokta anlaşılmadan , 15 Temmuz Komplosu'nun ve bu temelde Erdoğan'ın 15 Temmuz Darbesi'nin mantığı anlaşılmaz.


Gülen Cemaati ile kopuştuktan sonra , Erdoğan'ın yeni faşist rejiminin önündeki en büyük engellerden bir tanesi de Kürt Özgürlük Hareketi'nin dışında Kemalistlerdi.Çünkü Kemalistler mevcut koşullarda , Erdoğan'ın  karşısındaki üç temel eğilimi bir araya getirebilecek tek politik merkezdir ve bu merkezin pasifize edilmesi ve bu pasifikasyon aracılığıyla bütün muhalefetin bölünmesi temel bir yere sahipti.İşte 15 Temmuz Komplosu ve bu komploya bağlı olarak gerçekleşen "Erdoğan Darbesi" aynı zamanda bütün muhalefetin birbirinden tamamen ayırılarak ve zayıf düşürülerek, yeni faşist rejimin inşasının  önündeki engellerin kaldırılmasıdır da.


15 Temmuz Komplosu tek iç ve dış kamuoyunun aldatılması üzerine oturmaz ama Kemalistlerin de aldatılması üzerine oturur ama bu sonuncuların aldatılmasının biçimi diğerlerinden farklıdır.Bu sonunculara "komplo içerisinde komplo" yapılmıştır.Bu farkın anlaşılması, komplonun mantığının anlaşılması için zorunludur. Bu taktiğin aynısını, Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında Padişah Vahdettin ve onun çevresi için uygulamıştı, şimdi de Erdoğan aynı taktik ile onun "torunları"nı vurmaktadır.


Erdoğan'ın politikalarını anlamak için Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş dönemine biraz  gidip, resmi ideoloji ve söylemin dışında gerçekte neler olduğuna kısaca bakmak gerekir.Hiç kuşkusuz bu noktadaki analizlerimize bir çok itiraz gelecektir ama ne yazık ki herkesi memnun etmek mümkün değildir. Bize düşen görev, tarihsel gerçekleri araştırıp ve bulmaktır yoksa kuru partizanlık temelinde  tarihe yaklaşmak değildir! 


Geçmişteki bazı tarihsel olay ve olgular doğru ele alınıp ve çözümlendiği taktirde, yakın gelecekte Türkiye'yi nelerin beklediğini anlamak daha kolay olacaktır. Erdoğan'ın  tarihin tozlu raflarından indireceği öyle önemli olaylar vardır ki, bu olaylarla ilgili gerçeklerin ortaya çıkması, Kemalizm'in ideolojik çöküşü ile sonuçlanacaktır.Bunlardan en önemlisi, Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşı içerisindeki rolü ve öneminin nasıl ortaya çıktığıdır. Bu tartışma uzun yıllardır süren, bitmez ve tükenmez bir tartışmadır ama sonuçları yakın tarihi yakından ilgilendirmektedir.


Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşı içerisine güçlü bir tarihsel şahsiyet olarak girişi, gizli bir Osmanlı devleti planı sonucunda, Padişah Vahdettin ve çevresinin mi ürünüdür yoksa Mustafa Kemal'in kendi dahiliği çerçevesinde örgütlemiş olduğu bir durum mudur? 


Eğer birincisi ise, nasıl oldu da Mustafa Kemal, Padişah Vahdettin ile çevresini tasfiye etti? Eğer ikincisi ise Mustafa Kemal tek başına bu büyük işi nasıl gerçekleştirdi? Onun konumunda Ordu'da bir çok subay varken niçin o böyle bir tarihsel olayı gerçekleştirebildi?


Tarihsel olaylar ve olgular doğru bir mantık çerçevesinde birbirine bağlandığı taktirde, Mustafa Kemal'in Osmanlı devletinin stratejik planı içerisine Padişah Vahdettin ve çevresi tarafından sokulduğu ve bu dönemde Osmanlı devletinin "gizli bir stratejik plan" dahilinde hareket ettiği ve Büyük Taaruz'dan sonra  ama özellikle de Anadolu'da Yunan işgalinin son bulmasından sonra da, Mustafa Kemal'in   komplolar ile iktidarın iplerini eline aldığı görülmektedir.


Mustafa Kemal olmasaydı da Kurtuluş Savaşı gerçekleşirdi ve tarihsel olarak bunun önünde hiçbir engel yoktu.Mustafa Kemal'in uygulamış olduğu Kurtuluş Savaşı'nın stratejik planı daha 1915 tarihinde hazırdı.Daha sonraları bu plan, yeni tarihsel  gelişmeler temelinde güncellenmişti. 


Birinci Dünya Savaşı'nın başlarında, 1915 yılında İngiliz-Fransız donanması, Çanakkale'yi geçerek ve İstanbul'u alarak, Büyük Britanya ve Fransa'nın  müttefiği olan Çarlık Rusya'sı ile birleşmek istiyorlardı. Böylece hem Rusya ile en kestirme yoldan bağlantı sağlanmış olacak hem İttifak devletlerinin müttefiği Osmanlı Devleti devre dışı kalmış olacak hem de Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu kuşatılmış olacaktı.


İstanbul'un olası bir düşüşü ve düşman güçlerinin ellerine geçişi durumunda  Osmanlı Devleti, Hükümeti ve devlet kurumlarını Anadolu'ya taşımak için planlar yapmıştı.Bu noktada öncelikli olarak  Eskişehir düşünülmüştü.Ülkenin işgale uğraması ve başkentin düşmesi durumunda, Osmanlı Devleti Anadolu'ya çekilerek, bir direniş hareketi örgütleyecekti.


1915- 1916 Çanakkale savaşları, İtilaf devletleri için istenen sonucu vermedi ve bu devletler geri çekildiği için, Osmanlı'nın bu planı da uygulanmadı.Ama Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda bu plan, dönemin konjonktürüne uygun olarak yani Ekim Devrimi sonrasında ortaya çıkan yeni tarihsel koşullara uygun olarak yeniden düzenlendi.


Kurtuluş Savaşı'nın siyasi planı, Osmanlı Devleti'nin "93 Harbi" sırasında (1877- 1878 Osmanlı-Rus savaşıdır ancak Hicri takvimde 1293 senesine denk geldiği için "93 Harbi" denir)  ve sonrasında uyguladığı diplomasi ile 1915 yılında İstanbul'un olası düşüşü ile devletin Anadolu'ya taşınması ve bu temelde verilecek olan direnme savaşının birlikteliğinin mantığı üzerine oturur.


Osmanlı Devleti dış politikada büyük bir tarihsel tecrübeye sahipti ve geçmiş dönemin deneyimlerini her zaman gözönünde bulunduruyordu. "93 Harbi"nde Osmanlı Devleti, Yeşilköy'e kadar gelen Rus kuvvetleri karşısında yenilgiye uğradı ve Osmanlı için ağır bir anlaşma olan Ayestafanos Anlaşması'nı imzalamak zorunda kaldı. Ama Osmanlı Devleti bir yandan bu anlaşmayı imzalarken diğer taraftan da gizlice Batı'lı devletler ile görüşüyordu ve Rusya'nın Osmanlı ve Balkanlar  üzerindeki bu baskısının Batı'lı devletlerin çıkarlarıyla çeliştiğini de biliyordu.Osmanlı Devleti Batı'lı devletler ile Berlin Anlaşması'nı imzalayarak Ayestafanos Anlaşması'nı geçersiz kılmıştı yani Rusya'yı Batı'lı güçler ile dengelemişti.


Osmanlı Devleti Kurtuluş Savaşı sırasında da tersini yaptı yani üzerine gelen Batı'lı devletler ile müttefiklerini, Bolşevik Rusya'ya yanaşarak dengeledi ama bu genel politikayı itinalı bir şekilde başka özel planlarla da birleştirdi: Zaman kazanma ve Batı'lı devletlerin kendi aralarında bölünmesi. İşte bu sonuncusu ancak ALDATMA temelinde mümkün olabilirdi.


Osmanlı devletini 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması'na götüren olayları anlamak, Kurtuluş Savaşı'nın gerçek doğasını anlamak için önemlidir. Mondros'u imzalamadan önce Osmanlı devletinin çok iyi hazırlanmış bir stratejik planı vardı ve bu plana (ki bu 1919- 1922 arası uygulanan plandır) uygun bir şekilde Mondros'ta görüşmeler yapılmıştır.


Osmanlı devleti savaşın sonuna doğru bir çok cephede yenilgiler almaya başlamıştı ve Almanya'nın da kaybedeceği belli olmuştu. İçeride de Sultan Reşad 3 Temmuz 1918'de ölmüştü ve yerine İttihatçılara mesafeli olan Sultan Vahdettin geçmişti.İttihat ve Terakki Partisi yöneticileri artık teker teker ülkeyi terkediyorlardı ve yönetim Hürriyet ve İtilaf Partisi'ne geçmeye başlamıştı.


Padişah Vahdettin ile Hürriyet ve İtilaf Partisi, Osmanlı'nın savaşa devam etmesi durumunda, bütün gücünü tamamen tüketeceğini ve direk olarak İtilaf devletlerinin işgaline uğrayacağını anlamışlardı. Osmanlı devleti varolan güçlerini kollayarak STRATEJİK GERİ ÇEKİLME yapmalıydı ve bu stratejik geri çekiliş , Anadolu'da geliştirilecek bir direnme ve kurtuluş savaşı perpektifine göre olmalıydı, ki yukarıda da belirttiğimiz gibi bu plan daha önce mevcuttu.


İtilaf devletleri, Osmanlı devletinin Anadolu'ya çekilişine ve devlet imkanlarını ama özellikle de askeri malzeme ve  kadroların Anadolu'ya aktarılmasına izin vermeyeceklerine göre ve de bunu anladıkları andan itibaren ülkeyi hemen işgal edeceklerine göre, İtilaf devletlerini atlatmanın bir yolu bulunmalıydı. İşte bu noktada, Padişah Vahdettin ile Osmanlı devlet yönetiminin aklına dahiyane bir plan geldi. 


Osmanlı devleti iki bölgeye ayrılacaktı ve bu bölgeler tek bir devlet disiplini içerisinde olacaklardı ancak "birbirine karşıt iki baş gibi" hareket edeceklerdi. Bir bölgeyi Padişah ve  İstanbul Hükümeti yönetecekti, diğer bölgeyi de "sözde Mütareke'ye isyan etmiş ve Anadolu'ya kaçmış subaylar" yönetecekti. Ama bu sonuncular da aslında "alttan alta" İstanbul'a ve Padişah'a bağlı olacaktı.Her iki bölge yönetiminin "gizli bir stratejik plan" dahilinde belirli rolleri vardı.


Padişah Vahdettin ve İstanbul Hükümeti'nin rolü, İtilaf devletilerine yakın durarak, hem onların gerçek planlarını öğrenmek hem onları oyalamak hem de Anadolu'daki güçleri perdelemekti. Stratejinin aldatma yönünü sadece Padişah Vahdettin ve İstanbul Hükümeti yapabilirdi çünkü devletin başında bulunuyorlardı ve İtilaf devletleriyle direk muhatap olanlar onlardı.


Osmanlı devletinin Anadolu'ya stratejik geri çekilişi ve eldeki güç ve imkanlarla buradan başlayarak bir direnme ve kurtuluş savaşı verebilmesi, çok önemli iki sorunun çözülmesine bağlıydı:

1-Askeri malzeme ve subayların gizlice Anadolu'ya aktarılmasına,ki Mondros Mütarekesi her ikisinin de kontrolünü İtilaf devletlerine bırakmayı öngörüyordu.

2-Ülkenin İtilaf devletleri tarafından büyük oranda işgal olacağı belliydi ve ülkenin bazı yerleri de varolan ulusal sorunlar nedeniyle  Ermenilere, Kürtlere ve Yunanlara bırakılacaktı.İşte tam da bu noktada bütün mesele, bu güçlerin AYNI ANDA HAREKET ETMESİNİ önlemekti ve  Anadolu'daki kuvvetlerin gelecekte, bütün düşman güçler ile ayrı ayrı savaşacağı bir politik ortamın yaratılması gerekiyordu.Bunun ise tek bir yolu vardı: İtilaf devletleriyle diplomatik ilişkileri iyi ve akıllı bir şekilde yürütmek,ki bunu da ancak Padişah Vahdettin ve İstanbul Hükümeti yapabilirdi.


Hem askeri malzeminin ve subayların aktarılması hem de eldeki güçlere uygun olarak her düşman güç ile ayrı ayrı savaşılması sorunu, ZAMAN KAZANMAYI gerektiriyordu.Padişah Vahdettin ve İstanbul Hükümeti, Mondros Mütarekesini diplomatik olarak iyi kullanarak ve bu temelde en az altı ay zaman kazanarak, askeri malzeme ve subayları Anadolu'ya aktarmayı düşünüyorlardı. Osmanlı'nın paylaşılmasıyla ilgili yani Sevres Anlaşması'na giden süreci de iyi kullanarak, Anadolu'daki kuvvetlerin Ermenilerle, Yunanlılarla ve Kürtlerle ayrı ayrı savaşmasını ve bu cephelerdeki zaferlerin de Bolşevik Rusya ile yakınlaşarak, İtilaf devletlerinin zayıflatılmasına ve kendi aralarında bölünmelerine bağlamayı planlıyorlardı. Bu plan harfi harfine işlemiştir ve bunu mümkün kılan da Padişah Vahdettin ve Damat Ferit Paşa'nın İtilaf devletleri karşısındaki yetenekleri olmuştur.


Kurtuluş Savaşı'nın bu planı çerçevesinde, Osmanlı devleti Mondros Mütarekesi'ne yürürken, alttan alta da Anadolu'daki hareketin siyasi ve askeri altyapısını gizlice hazırlıyordu.Osmanlı Ordusu telgraf aracılığıyla  çok iyi bir kriptolu haberleşme sistemine sahipti.Ateşkesin imzalanmasıyla, Osmanlı Ordusu'nun bir çok yerden geri çekilmesi ortaya çıkacağı için, Osmanlı Hükümeti Ordu komutanlarına geri çekilirken, halk içerisinde yaygın bir şekilde gizlice Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri'ni örgütlemelerini emretti.Anadolu'da kurulan Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri'nin arkasında geri çekilen Osmanlı Ordusu vardı.


Osmanlı devletinin bu Cemiyetleri yaygın bir şekilde örgütlemesinin nedeni, bir yandan İtilaf devletlerine diplomatik olarak baskı yapmaktı ve ülkenin direk işgal edilmesini önlemekti.Ülkenin işgalini Osmanlı devletinin ve hükümetinin eliyle yapmasını istiyordu çünkü devletin hemen İtilaf devletlerinin eline geçmesi, Anadolu'daki güçler için gerekli olan askeri malzeme ve subay aktarımını yokedeceği gibi,Ermenilerle,Yunanlılarla ve Kürtlerle  ayrı ayrı savaşma imkanını da yokedecekti. 


Padişah Vahdettin ve Osmanlı Hükümeti, bir yandan gizlice kendi örgütledikleri Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri'nin sivil direnme biçimleri olan yoğun  protesto ve gösterilerini örgütlerken, öte yandan da  yine kendi örgütledikleri bazı çeteci faaliyetleri İtilaf devletlerine göstererek, Osmanlı Hükümeti'nin hemen lağvedilmesi durumunda, halkın Anadolu'daki isyana topyekün katılacağı şantajını yapıyorlardı. Amaç İtilaf devletlerini Padişah Vahdettin ve İstanbul Hükümeti ile yakın çalışmaya itmek ve  bu sayede devlet olanaklarının önemli bir süre elde kalmasını sağlayarak "ikili" bir şekilde kullanmaktı. Elbette bununla birlikte Cemiyetler, Anadolu'da halkın tek bir siyasi ve askeri cephede birleşmesi ve kaynaşmasına da yarayacaktı.


Osmanlı devletinin Anadolu'da Ordu aracılığıyla gizlice ve sanki kendilerinden bağımsızmış gibi örgütlediği Müdafa-i Hukkuk Cemiyetleri'nin  ve bazı silahlı çetelerin fonksiyonu, Osmanlı devletinin askeri malzeme ve subayları Anadolu'ya kaydırmada mazaret sunmasına  yarayacaktı.Bu siyasi ve askeri örgütlenmeler, bir yandan direnişin temeli olacakken, diğer taraftan da İtilaf devletlerini aldatmanın temeli olarak işlev göreceklerdi.Çünkü Osmalı devleti, Anadolu'ya gerekli askeri malzeme ve subayı bu sözde "devlet karşıtı" örgütlemeleri ezmek için gönderecekti ve bir kere Anadolu'ya geçtikleri zaman da "isyan ederek" bu harekete katılacaklardı.


Cemiyetlerin kuruluşu ve bu temelde yoğun protestoların ortaya çıkışı, Anadolu'da işgale karşı bir isyanın başlayacağı ya da başlayabileceği söylentileriyle elele gittiği için, İtilaf devletleri ister istemez daha ihtiyatlı hareket etmeye başladı ve bu ihtiyat durumu onları Padişah Vahdettin ve Hükümet ile daha yakın çalışmaya itti.Amaçları Osmanlı hükümeti ile yakın çalışarak, Anadolu'daki hareketi tecrit etmek ve ulusun tek bir hareket oluşturmasını engellemekti.İşin ilginç tarafı tam da bunu yaptıkları için ulusun tek bir hareket yaratmasına neden oldular.Bu da Osmanlı devletinin, devletin bazı imkanlarını ve bilgilerini iyi saklaması sayesinde mümkün olmuştur.


İşte Mustafa Kemal Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra, Suriye'deki 7.Ordu'nun başından ayrılıp İstanbul'a geldiği 13 Kasım 1918'de genel manzara buydu. Bu stratejiler hazırlandığı zaman Mustafa Kemal'in bunlardan haberi dahi yoktu ama durumu çok kısa bir zaman sonra öğrendi. Çünkü Mustafa Kemal İstanbul'a geldiği zaman çok önemli bir tartışmanın ortasına düştü.


Mondros'u imzalayan İzzet Paşa Hükümeti istifa etmişti ve yerine aynı çizgide kurulan Tevfik Paşa Hükümeti 11 Kasım 1918'de kurulmuştu. Yeni hükümetin güven oylaması 19 Kasım'daydı ve Mustafa Kemal bu hükümetin güvenoyu almaması için yani Hayır için çalışma yürütüyordu. Ama hükümet 19 Kasım'da güvenoyu aldı ve göreve başladı.Hem İzzet Paşa hükümeti hem de Tevfik Paşa hükümeti Padişah Vahdettin'e bağlı olarak Osmanlı'nın yeni gizli stratejik planını uyguluyorlardı.


Mustafa Kemal güvenoyunun ardından,  Padişah Vahdettin'den bir randevu ister ve Vahdettin bu isteği kabul ederek onunla 22 Kasım'da görüşür.Bu görüşme aslında çok önemlidir çünkü Mustafa Kemal'in Osmanlı devletinin gizli planlarını bizzat Padişah'tan öğrendiği bir görüşmedir.Mustafa Kemal devletin gizli planını ve stratejisini işte bu görüşmede öğrenir.Ama bu görüşmede Mustafa Kemal başka bir şey yine öğrenir.


Padişah ve Hükümet, İtilaf devletlerine yakın durarak ve onları aldatarak, Anadolu'da sözde isyanları ezme görünümü altında askeri malzeme ve subayları oraya gönderiyordu ama en son posta olarak da Anadolu'ya Kurtuluş Savaşı'nın Sadrazam ve Genelkurmay Başkanı'nı gönderecekti ve de Mustafa Kemal de adaylar içerisindeydi.Padişah Mustafa Kemal'e gidip beklemesini belirtir.Her halukarda Mustafa Kemal Anadolu'daki harekete katılacaktı ama diğer subaylar gibi mi yoksa Genelkurmay Başkanı olarak mı? Padişah ve Hükümet, buna en son karar vereceklerdi çünkü bu çok hassas ve stratejik  bir konuydu.


Bu dönemde yani Mondros'un imzalanmasından sonra Osmanlı siyasetinde ya da devleti içerisinde iki çizgi ya da taktik çarpışma halindeydi ve ilk başlarda Vahdettin ile Mustafa Kemal ayrı çizgileri savunuyorlardı.


Padişah Vahdettin ve Hükümet, İngilizlere YAKIN durarak ve aldatma uygulayarak, işleri alttan alta ilerletmek ve zaman kazanmak istiyorlardı. Diğerleri ise yani Tevfik Paşa ve benzeri hükümetlere karşı duranlar ise, İngilizlere KARŞI durarak, eldeki güçleri teslim etmeyerek ve optimum bir şekilde kullanarak, eldeki düzenli güçleri kurtuluş kuvvetlerine dönüştürmek istiyorlardı. Mustafa Kemal de bu son grubun içerisinde bulunuyordu ve eğer Mustafa Kemal ve diğerlerinin bu stratejisi benimsenmiş olsaydı, ülke hemen işgale uğrayacak ve Kurtuluş Savaşı örgütlenemeyecekti.


Padişah Vahdettin ve hükümetlerinin stratejisi Mustafa Kemal ve onun gibi düşünenlerden daha mantıklı ve üstündü.Zaten 22 Kasım'dan sonra Mustafa Kemal, Padişah Vahdettin'in stratejisini kabul etti ve bu strateji içerisinde girdi ve de bu görüşmeden sonra da Tevfik Paşa hükümetine muhalefet etmekten vazgeçti. Artık bu noktadan sonra Mustafa Kemal'in amacı, Padişah'ın kararlarını etkilemek ve kendisini Anadolu'daki siyasi ve askeri hareketin başına seçmesini sağlamaktı. Mustafa Kemal'in bu göreve yani Anadolu'daki hareketin başına Sadrazam ve Genelkurmay Başkanı olarak atanması, onun 9.Ordu Komutanı ve Anadolu Genel Müfettişi olarak atandığı  7 Mayıs 1919 tarihidir. Bu dönemi Mustafa Kemal kulis yaparak geçirmiş ve özellikle bu dönemde Damat Ferit Paşa'yı etkilemiştir. Zaten Vahdettin  Hatıralar'ında,  Mustafa Kemal'in bu göreve atanmasında  kendisini Damat Ferit Paşa'nın "kandırdığı"nı yani ikna ettiğini yazacaktır.


Olayların tarihsel gelişimine bakarak,bu görüşmede Padişah Vahdettin ile Mustafa Kemal'in ne konuştuklarını anlamak mümkündür. Ama bundan önce biraz daha geçmişe gidip, Padişah Vahdettin ile Mustafa Kemal arasındaki özel ilişkiye biraz açıklık getirmek gerekir.Padişah Vahdettin'in Mustafa Kemal'i Kurtuluş Savaşı'nın başına "işgal olmamış bölgelerin Sadrazamı ve Genelkurmay Başkanı" olarak seçmeye karar vermesi ve Bandırma Vapuru ile Anadolu'ya göndermesinde bu özel ilişki temel bir yere sahiptir.


Padişah Vahdettin ile Mustafa Kemal'i yakınlaştıran en önemli olay, Vahdettin'in Aralık 1917 tarihli Almanya seyahatine, askeri danışman olarak Mustafa Kemal'in refakat etmesidir. Sultan Reşad'ın hasta olduğu için gidemediği bu seyahate Vahdettin'in gitmesi kararlaştırılmıştı.


Geçici olarak merkeze çekilen Mustafa Kemal'in siyasi faaliyetlerini İstanbul'da geliştirmesinden çekinen Enver Paşa, ona Vahdettin'e refakat etmesi teklifini götürür. Amaç Mustafa Kemal'i başkentten uzak tutmaktır. Mustafa Kemal Vahdettin'in gelecekte Padişah olma ihtimalini bildiği için kabul eder ve her ikisi seyahat boyunca ülke meseleleri üzerine konuşurlar.


Mustafa Kemal'in Çanakkale savaşlarındaki askeri savunmalarından kaynaklanan bir ünü vardı ve Birinci Dünya Savaşı'nda en net zafer onun yönettiği savaşlardı.Bunun dışında Osmanlı'nın elle tutulur bir zaferi yoktu ve bu durum Mustafa Kemal'e subaylar içerisinde ayrıcalık sağlıyordu.


Seyahat boyunca her ikisi de İttihat ve Terraki Partisi ile  Enver Paşa ve grubundan ve de uyguladıkları siyasetten rahatsızlıklarını birbirlerine belirtirler. Birbirlerine yakın görüşler savunurlar ve bu seyahat aralarında özel bir ilişkinin gelişmesine neden olur.Mustafa Kemal bu seyahat aracılığıyla geleceğe siyasi olarak "yatırım" yapmaktadır ancak doğal olarak saltanat karşıtı fikirlerini Vahdettin'den saklamaktadır. 


Bu seyahat olduğu zaman Osmanlı'nın artık kaybedeceği belli olmuştu.Zaten Almanya'ya davetin amacı Osmanlı'nın gözünü boyamak ve Almanya'nın yanında sonuna kadar kalmasını sağlamaktı.Ama cephelerde alınan yenilgiler, kötü sonun yaklaştığını gösteriyordu ve Vahdettin ile Mustafa Kemal bunu görüyorlardı. Bu seyahat sırasında Mustafa Kemal Vahdettin'in Padişah olması durumunda kendisini Genelkurmay Başkanı yapmasını ve beraber ülkeyi düzlüğe çıkarmak için  çalışma önerisini yapmıştı.İşte yaklaşık yedi ay sonra Vahdettin Padişah olunca ve yeni strateji gündeme gelince, Mustafa Kemal Anadolu'ya gönderilecek olan Genelkurmay Başkanı adaylarının en güçlüleri arasında yeralıyordu.Enver istemeden Mustafa Kemal'e iyilik yapmıştı!


Enver ile Mustafa Kemal arasında geçmişten beri büyük bir rekabet vardı ve bu rekabet Mustafa Kemal'in geleceğe dönük  kararlarını etkilemiştir. Gerek Enver'in gerekse de Mustafa Kemal'in  askeri okuldan beri kendilerine ait örgütleri ve siyasi ilişkileri vardı. Subay olduktan sonra da bu örgütlerini Ordu ve devlet içerisinde gizlice örgütlemeye devam ettiler.Mustafa Kemal 1906 yılında Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kurdu.Enver de Talat ile birlikte Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'ni kurdu.Bir yıl sonra Enver örgütü ile İTC'ye katılınca, Mustafa Kemal de örgütü ile İTC'ye katıldı.


İTC savaş sonunda iktidardan düştüğü zaman,onun içerisinden bir çok küçük örgüt çıktı.Bunlardan bir tanesi de , Mustafa Kemal'in Fethi Okyar gibi arkadaşlarıyla kurduğu ve bir gazete çıkardıkları Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası idi.Bu örgüt küçük bir örgüt idi ve bunun gibi subaylar arasında onlarca örgüt vardı.Osmanlı devleti ve ordusu içinde subayların kurduğu bu örgütler sorun değildi.Çünkü bu örgütlerin üyeleri  askeri disiplini bozmuyorlardı.Bu örgütler devlet olanaklarını kullanarak gelişiyorlardı ve devlet ile ters düşecek ve devletten atılma ile sonuçlanacak pratiklerden kaçınıyorlardı.Bundan dolayı Ordu disiplinine bağlıydılar.


Mustafa Kemal'in bu küçük örgütü, bazı İttihatçı fikirler savunuyordu,ki bu o zamanlar yeni yönetimin sevmediği bir durumdu.Mustafa Kemal'in İttihatçı fikirlere sahip olduğunun bilinmesi,onun Anadolu'daki hareketin başına geçmesine yani Padişah tarafından seçilmesine engel olabilirdi.Onun için 22 Kasım'dan sonra Mustafa Kemal kendisini siyasi konularda biraz "belirsiz" hale getirmiştir.


Sürekli olarak lider olma ve iktidar hesapları yapma, işin doğası gereği her olanaktan yararlanma anlayışına neden olur.Mustafa Kemal Vahdettin aracılığıyla siyasette ve devlet içerisinde yükselebileceğini sezinlemişti.Bu hesabında yanılmadı.Mustafa Kemal akıllı bir adam değildi ama zekiydi ve bu zekiliği kurnazlığa büyük kapı aralıyordu.Mustafa Kemal askeri alandaki savaş hilelerini ve kurnazlığı siyasete taşıyordu ve onun doğasına uyguluyordu. Vahdettin ile yakınlaşırken hiç kuşkusuz asıl niyetini gizliyordu.Ama diğer subaylar ve özellikle Genelkurmay Başkanlığı onun Saltanat karşıtı fikirlerini biliyorlardı.Mustafa Kemal'in tek dezavantajı bu idi.


Vahdettin Anadolu'ya gönderilecek subayların listesini Fevzi Çakmak'tan istediği zaman ve bu liste kendisine sunulduğu zaman Mustafa Kemal'in adı yoktu ve gerekçe olarak da "Cumhuriyetçi fikirlere sahip olması" gösterilmişti. Ama Padişah Vahdettin Mustafa Kemal'in iyi bir komutan olduğunu biliyordu ve Anadolu'da olmasını istiyordu.Onun ile bir yıldan beri kurmuş olduğu kişisel ilişki,ona belirli bir güven beslemesine de neden olmuştu.Mustafa Kemal Vahdettin'e bu güveni vermişti ama yine de Vahdettin onu Anadolu'daki hareketin başına geçirmek için düşünecekti.


Kurtuluş Savaşı sırasında çok yaygın olarak bilinenin aksine, Padişah Vahdettin çok büyük bir liderlik yeteneği ve devlet adamlığı örneği sergilemiştir ve onun Kurtuluş Savaşı sırasında yapmış olduğu tek ve en büyük hata Mustafa Kemal'i Anadolu'daki hareketin başına seçmesi olmuştur.Bu da onun siyasetteki tecrübesizliğinden kaynaklanmıştır.


Vahdettin Mustafa Kemal'i Anadolu'daki hareketin başına lider olarak seçerken, Osmanlı Genelkurmayı'nın da bilgilendirmesiyle, onun "Cumhuriyetçi" olduğunu biliyordu.Vahdettin Mustafa Kemal'in etrafını kendisine sadık generallerle çevirerek,onun Saltanat karşıtı politikalarını etkisiz kılacağını büyük ihtimalle düşünmüştü. Padişah Vahdettin'in yapmış olduğu hatanın bir benzerini günümüzde, Recep Tayyip Erdoğan karşısında Fethullah Gülen ve 15 Temmuz Darbesi sırasında Ordu içerisindeki Kemalist generaller yapmışlardır.


Mustafa Kemal Anadolu'ya Vahdettin tarafından işgal olmamış bölgelerin Sadrazamı ve Genelkurmay Başkanı olarak atandığı zaman, Kuvvayi Milliye Hareketi içerisinde işte kendi küçük örgütünü, siyasi ve askeri olarak büyütme imkanına da kavuştu.


İstanbul Hükümeti ile Ankara Hükümeti arasındaki "danışıklı dövüş" taktiği ve bu temelde İstanbul Hükümeti'nin ve Padişah Vahdettin'in Anadolu'daki kuvvetler için zaman kazanmak için uygulamış olduğu İtilaf devletleriyle ama özellikle İngiltere ile taktik bir temelde yapmış olduğu "işbirliği", Mustafa Kemal ve örgütünün gizli emelleri için büyük bir politik fırsat da sunuyordu. Kötü niyetli biri bu durumu kolayca istismar edebilirdi, ki öyle oldu.


Padişah Vahdettin ve İstanbul Hükümeti'nin aldatma temelinde uygulamış olduğu ve taktik bir yapıya sahip olan "Batı işbirlikçiliği" görünümü, Anadolu'daki hareket güçlendikçe, halkın büyük oranda Padişah'tan ve İstanbul Hükümeti'nden soğumasına ve Mustafa Kemal liderliğindeki Anadolu'daki hareketin etrafında birleşmesine neden oldu.Zaten Osmanlı devletinin stratejisinin amacı da buydu.Varolan devlete paralel bir devlet Anadolu'da yaratmak ve onun sınırlarını bağımsız bir şekilde geliştirerek, İstanbul'daki devletin giderek içini boşaltmaktı.Osmanlı devleti Anadolu'daki direniş ve kurtuluş hareketi aracılığıyla bir nevi "kendisini klonluyor"du.


Batılı devletler Padişah Vahdettin ve İstanbul Hükümeti'ni avuçlarının içerisine aldıklarını sanıyorlardı ama süreç sonunda, İstanbul Hükümeti'nin aslında hiçbir fonksiyonunun ve gücünün olmadığını farkettikleri zaman, iş işten çoktan geçmiş olacaktı.


İşte Padişah Vahdettin ve İstanbul Hükümeti'nin ama özellikle de Damat Ferit Paşa Hükümeti'nin bu taktik aldatma politikası ve bu temelde göstermelik olarak Anadolu'daki harekete karşı uygulamış oldukları bütün "olumsuz" politikalar kendilerinin halk nezdinde teşhir olmalarına neden oldu ve artık bu politikanın tersine çevrilmesinin tek yolu, Anadolu'daki hareketin liderlerinin savaş sonunda gerçeği açıklamalarına bağlıydı (Bu noktaya tekrar döneceğiz).  


Kurtuluş Savaşı stratejisinin birinci aşaması olan, askeri malzeme ve subayların aktarımı, Mustafa Kemal'in 7 Mayıs 1919 tarihinde "göstermelik ve resmi" olarak (çünkü İngilizleri atlatmak için göstermelik bir neden lazımdı) 9.Ordu Komutanı ve Anadolu Genel Müfettişi olarak atandığı ve de 15 Mayıs'ta Bandırma Vapuru ile Samsun'a hareket ettiği tarihte sona ermiştir. Mustafa Kemal'in asıl görevi özgür bölgelerin Sadrazamı ve Genelkurmay Başkanlığı'dır. Bu her iki görevin kendisinde birleştiği özel bir görevdir.


Mustafa Kemal yola çıkmadan bir gün önce Padişah Vahdettin'le görüşür ve  "ona sadık kalacağına" dair yemin eder.Bundan başka Damat Ferit Paşa ile görüşerek, karmaşa çıkmaması için yetki paylaşımı yaparlar.Çünkü artık iki sadrazam vardır ve aralarında yetki karmaşası çıkmaması için, haritayı açarak ülkeyi yetki bakımından bölüşürler.Mustafa Kemal'in "müfettiş olarak" yetkilendirildiği yerler aslında "kendisine ayrılan Sadrazamlık ve Genelkurmay Başkanlığı" alanlarıdır.


İngiliz istihbaratı, Padişah Vahdettin ve Damat Ferit Paşa Hükümeti'nin ikili oynadığını  ve Anadolu'ya giden subayların oradaki isyanları ezmek için değil, onların başına geçmek için gittiklerini anlar ama bilmemezlikten gelir. İngiltere'nin amacı Vandırma vapurunu Karadeniz'de torpilleyerek batırmak ve bütün kadroları toplu halde yoketmektir.


Damat Ferit Paşa Hükümeti,İngiltere'nin bu planının istihbaratını elde eder ve yola çıkmadan önce Bandırma Vapuru'ndaki subaylara ve özellikle Mustafa Kemal'e bildirir.Bunun üzerine vapur, Karadeniz açıklarına gitmez, kıyıya yakın bir güzergah izler.İngiliz denizaltıları Karadeniz açıklarında vapuru aradıkları için,onu bulup ve imha edemezler.Kıyıya yakın bir şekilde seyir eden vapur Samsun'a gecikmeli olarak çıkar.Vapurun Samsun'a ulaşmasıyla, Osmanlı devletinin stratejisinin birinci aşaması başarıyla tamamlanır ve bu aşamanın mimarları, Padişah Vahdettin ve Damat Ferit Paşa'dır! 


Osmanlı devletinin stratejisinin birinci aşaması, taktik bir şekilde İngilizlerle "işbirliği"ne girerek ve zaman kazanarak , askeri malzeme ve subayları Anadolu'ya taşımaktan oluşurken, ikinci aşaması da , Anadolu'ya toplanan bu güçlerin başarılı olmasını  ve de bu temelde de bu güçlerin, Osmanlı devletinin düşmanlarıyla ayrı ayrı savaşmasını sağlamaktı.Bunun ise tek bir yolu vardı: Emperyalistlerin Osmanlı'yı bölüşme planlarını  ve bu temelde konsesüs oluşturmalarını geciktirmek.Başka bir ifade ile, Sevres Anlaşması'nın ortaya çıkmasını geciktirmek ve bu zaman zarfında, en azından Doğu Cephesi'ni ve özellikle Ermenileri tehdit olmaktan çıkarmak ve de bundan sonra bütün güçleri Batı Cephesi'ne konumlandırmak. Böylece sürekli stratejik olarak güçlü olunacak bir stratejik yapı oluşturulacaktı.


İtilaf devletleriyle hemen anlaşmak yani Sevres'in kısa süre içerisinde sonuçlanması, bu anlaşmadan kaynaklanan haklar için farklı güçlerin aynı anda harekete geçmesine neden olacağı için,bu anlaşmanın geciktirilmesi ve bu temelde Doğu Cephesi'nin sağlam hale getirilmesinin tek yolu, Padişah Vahdettin ve İstanbul Hükümeti'nin Sevres'i geciktirmesiydi. Bu da diplomasinin etkili bir şekilde kullanılmasına bağlıydı.


Anadolu'daki kuvvetlerin mevcudiyeti yaklaşık olarak elli-altmış bin arasıydı ve gerekli cephaneye sahip değildi.Düzenli bir askeri birlik oluşturmaktan uzak görünüyodu ve hatta Mustafa Kemal Erzurum'a gittiği zaman, Ermenilere karşı mücadelenin düzenli askeri birliklerle yapılmasından ziyade, gerilla kuvvetleri biçiminde yapılmasını düşünmüştür.Kazım Karabekir bu fikre karşı çıkmış ve düzenli birlikleri dağıtmanın hata olacağını belirtmiştir,ki daha sonra yaşananlar Kazım Karabekir'i haklı çıkarmıştır.


Padişah Vahdettin ve İstanbul Hükümeti, İtilaf devletleriyle görüşmeleri uzatarak ve hatta karşı anlaşmalar hazırlayarak, Sevres Anlaşmasına giden yolu uzatarak, Anadolu'daki kuvvetlerin gelişip ve güçlenmesi için gerekli zamanı kazandırmıştır. Sevres Anlaşması'nın imzalandığı 10 Ağustos 1920'den sonra, Ankara Hükümeti'nin orduları Ağustos sonunda Ermenilere karşı harekete geçerek ve Kasım sonuna kadar saldırıları sürdürerek, Ermenistan'ı Gümrü Anlaşması'na razı ederek, Sevres'deki haklarından vazgeçmesini sağlamıştır.


Padişah Vahdettin Sevres'e giden yolda, zaman kazanmak için iç politikada da bazı taktikler geliştirmiştir.Bunlardan en önemlisi 11 Nisan 1920'de Meclis'in feshedilmesidir.Vahdettin tarafından Meclis'in feshi, kontrol dışı bir şekilde Meclis'in Sevres'i onaylamasının önüne geçmekti.Çünkü böyle bir onaylama, diplomatik olarak İtilaf devletleri karşısında oyalama taktiği uygulayan Osmanlı devletinin çabalarını boşa çıkarırdı ve anlaşmanın erken ortaya çıkmasına neden olarak,Anadolu'daki kuvvetler için zaman kazanma amacını  sekteye uğratırdı.


 Meclis'in feshinin bir diğer amacı da,Ankara Hükümeti'nin oluşumunu sağlayarak,İstanbul Meclisi'nin delegelerinin Anadolu'daki harekete katılmalarını sağlamak ve temsiliyeti Anadolu'ya taşıyarak, Sevres'i kabul edecek bir politik iradenin ortaya çıkmasına da engel olmaktı.Vahdettin'in İstanbul'daki Meclis'i 11 Nisan 1920'de feshetmesiyle, Ankara'da Meclis'in tekrar  açılması, birbirine bağlı gelişmelerdir ya da başka bir şekilde ifade edilirse, Vahdettin Anadolu'daki harekete gol atmaları için "pas" veriyordu. Vahdettin Meclis'i feshederek ve temsil sisteminin Anadolu'ya taşınmasını sağlayarak, ulusun iradesinin sağlam bir şekilde şekillenmesini garanti altına alıyordu, ki "gizli stratejik plan"ın gereklerini yerine getiriyordu. İstanbul eksenli devletin içinin boşaltılması yolunda büyük bir adımdı ve önceden kararlaştırılmış bir politikaydı.


İstanbul eksenli devletin "içinin boşaltılması" ölçüsünde,Ankara eksenli devletin "içi dolduruluyor"du.İstanbul Hükümeti ile Ankara Hükümeti arasındaki bu "danışıklı dövüş" ya da "paslaşmalar" , Osmanlı devletinin düşmanlarının kafasını karıştırarak, aralarındaki birliğin ve politik dengenin bozulmasına neden oluyordu.Artık devletler hangi hükümete oynayacaklarına karar veremiyorlardı.Ankara Hükümeti güçlendikçe, İtilaf devletlerinin aralarındaki birlik ve dayanışma da giderek çözülmeye başladı ve de bir kısım İtilaf devleti giderek, İngiltere'den ayrılarak Ankara Hükümeti ile anlaşmaya başladı. Zaten Osmanlı devletinin ikilik yaratmasının amacı da bu birliği bozmaktı.


|
_ _