[ Kurdî   English   Francais                                 PROLETER DEVRİMCİLER KOORDİNASYONU (PDK)  29-05-2023 ]
{ komunistdunya.org }
   Açılış_sayfanız_yapın  Sık_Kıllanılanlara_Ekle

 Site Menü
   Ana Sayfa
   Devrimci Bülten
   Yazılar / Broşürler
   Açıklamalar
   Komünist Hareketten
   İlerici / Devrimci       Basından
   Kitap - Broşür PDF
   Sanat
   Görüşler

 Arşiv - Ara
   Arşiv
   Sitede Ara

 İletişim
   Bağlantılar
   Önerileriniz

_ _
{ }


_ _
{ Son Yazılar }
Devrimci ve Demokrat...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Say...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
EMPERYALİZM VE TÜRKİ...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
_ _
{  Devrimci Bülten Sayı 66 (4) }
| Devrimci Bülten

ERDOĞAN'IN 15 TEMMUZ DARBESİ VE KEMALİSTLERİN  SEFALETİ (II)


K.Erdem 



Osmanlı devletinin stratejisinin ikinci aşaması, diplomasiyi etkili bir şekilde kullanarak, Anadolu'daki Ankara Hükümeti içerisinde beliren "Osmanlı Güçleri"nin, düşmanlar ile aynı anda karşı karşıya gelmesine engel olmaktı. Bu haliyle bu mücadele biçimi, PKK'nin bugün uygulamış olduğu mücadele biçimine benzemektedir.PKK'nin bugün  Kürdistan'ın farklı cephelerindeki  (Kuzey-Türkiye, Batı-Suriye ve Doğu-İran) savaşları, birbirlerine bağlamasına benzer bir şekilde, Osmanlı da farklı savaş cephelerini özellikle aldatma taktiklerini kullanarak birbirlerine bağlıyordu.


Osmanlı devleti,bugün PKK'nin yapmış olduğu gibi, bir tek cephede savaşırken, diğer cepheleri, esnek taktikler geliştirerek ve bu temelde düşman güçlerini oyalayarak, kesin sonuç elde etme peşinde koşuyordu.Kurtuluş Savaşı'ndaki cephelerin diyalektiğinden yani birbirleriyle ilişkileri ve karşılıklı etkileşimlerinden, Padişah Vahdettin ve Damat Ferit Paşa'nın gerçek tarihsel rollerini açığa çıkartmak mümkündür.


Osmanlı devletinin Kurtuluş Savaşı stratejisine göre, Ankara Hükümeti gelişip, güçlendikçe ve Sovyet Rusya ile yakınlaşma başlattıkça, Batı'nın Türkiye politikasının da yekpareliği ortadan kalkacaktı.Aslında Sovyet Rusya ile ilişkiler, Batı'lı devletler üzerinde bir baskı  ve aralarındaki birliğin parçalanmasının aracı olarak düşünülüyordu. Sovyet Hükümeti'nin Ankara ile anlaşması ise ancak Ermenistan ile yapılan savaştan ve Gürcistan'da Sovyet Rusya'nın pozisyonunun zayıflatılmasından sonra mümkün olmuştu.


Ankara Hükümeti Doğu Cephesi'nde savaşırken, Batı Cephesi'nde Yunanlıların ve yine Güney'de Fransız ve İtalyanların daha fazla ilerlemesini engelleyen durum ise, Sevres görüşmeleridir.Türkiye ile nasıl bir anlaşma yapacağını bilemeyen Batı'lı devletler ve bu görüşmeleri uzatan İstanbul Hükümeti, Ankara Hükümeti'nin Doğu Cephesi'nde savaşırken, Batı'da aynı anda başka güçlerle  savaşmamasına imkan sağlamıştır.


Ankara Hükümeti'nin Ermenistan ve Gürcistan'daki askeri zaferlerinden sonra, Sovyet Rusya, 16 Mart 1921'de Ankara Hükümeti ile Dostluk Anlaşması imzalamayı kabul etmiş ve böylece Doğu Cephesi kapanmıştır.Sovyet Rusya ile elde edilen anlaşmanın hemen ertesinde, Ankara Hükümeti Batı Cephesi'ne güç kaydırarak, bir yanda Mart 1921'den itibaren Koçgiri İsyanı'nı ezmiş, öte yandan da I. ve II. İnönü savaşları ile Yunanistan'ın Anadolu'da ilerleyişini durdurmuştur. Bu zaferlerden sonra İtalya, Ankara Hükümeti ile anlaşarak geri çekilmeye başlamıştır. Bir kaç ay sonraki Sakarya Savaşı'ndan sonra da, Fransa Ankara Hükümeti ile anlaşma imzalayarak geri çekilmiş ve Yunanistan ile onu destekleyen İngiltere savaş meydanında yalnız kalmışlardır. Bir yıl sonraki Dumlupınar Meydan Muhaberesi ile de Anadolu'daki işgal tamamen sona ermiştir.


Şayet Padişah Vahdettin ve Damat Ferit Paşa, Osmanlı devletinin gizli stratejik planına uygun bir şekilde ve "işbirlikçilik" görünümü altında Batı ile taktik olarak yakın ilişkiler kurmasalardı ve aldatma siyaseti izlemeselerdi, Kurtuluş Savaşı'nda Ankara Hükümeti'nin farklı cephelerde zafer kazanması mümkün değildi. Aslında Ankara Hükümeti'nin gelişip ve güçlenmesi, farklı bir biçim içerisinde Osmanlı devletinin restorasyonundan başka bir şey değildi. Bu restorasyon biçimsel olarak, "Bağımsızlık Savaşı" ve İstanbul Hükümeti ile "çatışma" görünümünde geliştiği için, bütün devletlerin kafası karışıyordu ama aslında Osmanlı'nın yeni bir biçimde restorasyonu idi.


Dumlupınar Savaşı'ndan sonra Anadolu'da işgal sona erince Padişah Vahdettin, Yıldız Sarayı'nda ülkenin kurtuluşu için kutlamalar organize etti. Kurtuluş Savaşı'nın başında Mustafa Kemal ve diğer generaller ile yaptığı anlaşmaya göre, Ankara Hükümeti onu tekrar devletin başına geçirecekti ve Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul Hükümeti'nin asıl rolü bütün halka açıklanacaktı.Ama Osmanlı devleti içerisindeki güç ilişkileri savaşın başı ile sonunda tamamen değişmişti. İstanbul Hükümeti'nin Anadolu'daki Ankara Hükümeti'nin önünü açmak ve zaferlerini garanti altına almak için taktik bir şekilde uygulamış olduğu "Batı işbirlikçiliği" politikası, Padişah Vahdettin ve Damat Ferit Paşa'nın bütün toplumsal itibarını yoketmişti. Bu noktada tek umut, Mustafa Kemal'in Anadolu'ya Sadrazam ve Genelkurmay Başkanı olarak giderken "Padişah'a sonuna kadar sadık kalacağına" dair ettiği yemin ve Padişah'ın onun etrafına yerleştirdiği sadık generallerin kendisine sahip çıkmasıydı.


Mustafa Kemal Büyük Taaruz zaferinden sonra, Vahdettin'in geri dönmesine ve devletin başına geçmesine karşıydı.Fiili durumun değişmesini istemiyordu ama bunun için Kurtuluş Savaşı'nın diğer liderlerini ikna etmesi gerekiyordu.Çünkü yasal olarak Saltanatlık  ve Hilafet Makamı hala daha duruyordu ve zaten amaç bu makamlar aracılığıyla Padişah'ın geri dönüşünü sağlamaktı.


Mustafa Kemal Padişah Vahdettin'i tasfiye kararını, Vahdettin'e sadık generallere, başta Kazım Karabekir ve  Fevzi Çakmak'a açtı ama büyük bir direniş ile karşılaştı.Mustafa Kemal'in kendi politik grubu dışında (İsmet İnönü ve Fethi Okyar gibi) kimse Vahdettin'e ihanet etmek istemiyordu ve Kurtuluş Savaşı'nın üst düzey generalleri yani "işin iç yüzünü bilen" bütün generaller, Padişah'ın geri dönmesini ve hakkının teslim edilmesini istiyorlardı.


Mustafa Kemal'in çok az zamanı vardı ve Padişah Vahdettin'in tasfiye edilmesini gündeme getirdiği için de artık suç işlemişti.Vahdettin'in geri dönüşü ile birlikte Mustafa Kemal'in tasfiye olacağı açıktı.Artık Mustafa Kemal'e girmiş olduğu yolda ilerlemekten başka bir çare kalmamıştı. Mustafa Kemal'in iktidarda kalmasının tek yolu, Padişah'ın geri dönüşüne engel olmasına bağlıydı. Ama nasıl? Çünkü etrafındaki generaller, başta Kazım Karabekir olmak üzere Padişah'ın geri dönmesini istiyorlardı ve bu generallerin konuşmaları durumunda da, iktidarda kalması zorlaşacağı gibi, ülke içsavaşa da sürüklenebilirdi.


Mustafa Kemal akıllı bir insan değildi ama zeki ve kurnaz bir adamdı. Etrafındaki sadık generalleri etkisizleştirmenin yolunun, Vahdettin'i halkın gözünde tamamen bitirmek olduğunu biliyordu.Mustafa Kemal hemen Eylül 1922'den itibaren, Padişah Vahdettin'e karşı komploya başladı. Amaç Vahdettin'in "İngiliz İşbirlikçisi" imajını daha da güçlendirmek ve bunun da onu İngilizlere daha fazla itmek olduğunu biliyordu.


Mustafa Kemal Vahdettin'in "İngiliz işbirlikçiliği" ve "hain" imajının güçlenmesiyle, devlet içerisinde hiçbir üst  düzey devlet kadrosunun onu açıktan savunamayacağını biliyordu.Vahdettin'in toplumsal itibarının yokedilmesiyle, onu destekleyen devlet kadroları da "başsız" kalacaklar ve aralarındaki birlik zayıflayarak, etkisiz hale geleceklerdi. Mustafa Kemal Vahdettin komplosunu, ona sadık generallere komplo ile birleştirecekti. Bu sonunculara karşı komplo da, Kürtlere karşı komplo ile birleştirilerek, Tek Adam ve Tek Parti Diktatörlüğü'nün yolu açılacaktı.


Mustafa Kemal Padişah Vahdettin'e sadık generalleri ikna edemeyince, kendi politik grubu ile harekete geçti. Kurtuluş Savaşı, ona büyük bir toplumsal prestij kazandırmıştı ve bu temelde büyük bir halk desteğine de sahip olmuştu.Bu durum onun küçük politik grubunun, büyük bir parti haline gelmesine de neden olmuştu. Mustafa Kemal'in Meclis'teki grubu (ki paradoksal bir şekilde bu grubun büyüyüp ve gelişmesine Vahdettin hizmet etmişti!) en büyük grubu oluşturuyordu ve de bundan dolayı Hükümet oluşturma özelliğine sahipti. Mustafa Kemal kendi Meclis grubu ve hükümet aracılığıyla bütün devlet çarkına sahipti ve de bu durum ona komplo için bütün devlet kurumlarını kullanma imkanı veriyordu.


Mustafa Kemal Vahdettin'e ilk darbeyi 1 Kasım 1922'de Saltanatın Kaldırılması yasasını Meclis'ten geçirerek vurdu. Saltanatın Kaldırılması'ndan hemen sonra, Mustafa Kemal Vahdettin'e imzasız tehdit mektupları göndermeye başladı. Amacı Vahdettin'i korkutup, İngilizlere sığınmasını sağlamaktı. Yeni Şafak gazetesi, Vahdettin'i dışarı çıkması için körüklüyordu. Mustafa Kemal'in Vahdettin üzerinde kurmuş olduğu baskı sonucunda, Vahdettin Zeki Bey aracılığıyla İngiliz general Harington'a başvurarak, ülkeden çıkmak için yardım istedi.İngilizler Vahdettin'e iltica talebinde bulunmasını tavsiye ettiler. İngiliz Kralı'nın olumlu cevabı ile Vahdettin İngiltere'nin yardımı ile Türkiye'den ayrıldı.


Vahdettin zorunluluktan dolayı İngiltere'ye yanaştı.Bu durum onun gerçekleri açıktan söylemesine de engel olmaktaydı. Şayet Kurtuluş Savaşı sırasında, İngitere'yi aldattığını açıkça söylemiş olsaydı,Vahdettin çok zor duruma düşecekti. Vahdettin bu gerçeği yani taktik  "İngiliz işbirlikçiliği"  ve Anadolu'daki hareketi de kendisinin gizlice örgütlediği politikasını sadece üstü kapalı olarak belirtmiştir.


Saltanatın Kaldırılması ve Vahdettin'in ülkeden kaçırtılması politikası, Mustafa Kemal'in gerçek niyetini ele vermişti ve sıranın Vahdettin'e sadık generallerin tasfiyesine geldiği belli olmuştu.


  1 Kasım 1922'de Saltanat kaldırılırken, Hilafet ile Saltanatlık birbirinden ayrılmıştı. Mustafa Kemal Hilafetlik makamını yerinde bırakarak ve belirli güvenceler vererek zaman kazanıyordu.Bu durum onun karşısındaki muhalefetin  bölünmesine de yolaçıyordu. Çünkü Padişah'a sadık generaller  Hilafet makamı aracılığıyla Vahdettin'i geri getirme umudunu taşıyorlardı. Bu durum muhalefetin açıktan ve hemen  mücadele yürütmesine engel teşkil ediyordu. Ama ne zaman ki , 3 Mart 1924'te Hilafet de kaldırıldı, muhalefet açıktan mücadeleye başladı ve Kasım 1924'te CHF'den ayrılarak kendi partileri olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırakası'nı (TCF) kurdular.


Bu muhalefetin başını Kazım Karabekir, Rauf Orbay ve Ali Fuat Cebesoy gibi Kurtuluş Savaşı'nın ünlü generalleri çekiyordu.Aslında Fevzi Çakmak da bu gruba dahildi ama hassas dengelerden dolayı renk vermiyordu. Ne olmuştu da bir kaç ay içinde cephede omuz omuza savaşanlar, neredeyse düşman haline gelmişlerdi? 


Mustafa Kemal taktik olarak yeni partiyi olumlu karşıladı. Hatta "demokrasinin gereği" olarak lanse etti.Çünkü onlara güzel bir tasfiye planı hazırlamıştı. Nasıl Vahdettin İngilizler ile ilişkilendirilerek tasfiye edilmiş ise, onlar da Kuzey Kürdistan'daki sözde "dinci Kürt isyanı" ile ilişkilendirilerek tasfiye edileceklerdi. 


TCF'nin kurulduğu sıralarda yani 1924'ün sonlarında, Mustafa Kemal Kürdistan'da Azadi Örgütü'nün hazırlamakta olduğu ve daha sonra ayaklanma Şeyh Said'in omuzlarına kaldığı için "Şeyh Said Ayaklanması"olarak bilinen harekete nasıl "düşük" yaptıracağının hesabını yapıyordu. Çünkü Azadi Hareketi'nin ayaklanmasının tarihi yaklaşıyordu hatta Mustafa Kemal, örgütü erken harekete geçmeye zorlayarak, ayaklanmanın kötü şartlarda ve yeterli hazırlıklar yapılmadan patlak vermesini sağladı.Şubat 1925'te devletin provakasyonu ile başlayan ayaklanma, kısa süre içerisinde bastırıldı ve bilerek "dinci hareket" damgası vuruldu. Amaç bu hareketi Batı'daki muhalefeti tasfiye etmek için de kullanmaktı,ki öyle oldu. Ne kadar da Erdoğan'ın günümüzdeki taktiklerine benziyor! 


Günümüzde Erdoğan'ın OHAL ilanına benzer bir şekilde ilan edilen Takrir-i Sükun yasası ile bütün muhalefet ile birlikte TCP de ezildi ve kapatıldı.Ama Mustafa Kemal için bu yeterli değildi ve muhalefete ama özellikle de Kazım Karabekir ve çevresine büyük bir gözdağı gerekiyordu. Çünkü bu grup, Kurtuluş Savaşı'nın iç yüzünü biliyorlardı ve gerçek kahramanın Mustafa Kemal olmadığını da biliyorlardı.İşte İzmir Suikastı, bu grubun tamamen dağıtılması için Mustafa Kemal tarafından, günümüzdeki Fethullah Gülen Cemaati ve AKP'nin komplo taktikleri gibi organize edilen bir komplo idi. Böyle bir suikast planı gerçekten yoktu ve hepsi , devletin uydurması idi ve de 1922'nin Kasım ayında başlayan "Mustafa Kemal'in darbe mekaniği"nin son halkasıydı. İzmir Suikastı bahane edilerek, İstiklal Mahkemeleri Batı'ya taşındı ve Mustafa Kemal'e Tek Adam Diktatörlüğü'nün yolunu açtı.


Padişah Vahdettin'in 1926'da ölmesinden ve ona sadık generallerin ve kurmuş oldukları partinin Şeyh Said İsyanı ve İzmir Suikasti bahanesi ile tasfiye edilmesinden hemen sonra Mustafa Kemal resmi tarih yazımına başladı. 


Mustafa Kemal 1926 yılında,  gazeteci Falih Rıfkı Atay'a, Kurtuluş Savaşı'nın nasıl başladığını ve ne gibi olayların yaşandığını anlatan uzun bir röportaj verdi. Aslında bu röportaj bizzat Mustafa Kemal tarafından Falih Rıfkı Atay'a sipariş edildi. Otuz günden fazla süren ve gazetede yayınlanan bu röportajda, Mustafa Kemal  olayların gerçek yapısını bozarak anlatmış ve özellikle Osmanlı devletinin Kurtuluş Savaşı stratejisinin aslında kendi politikası olduğunu, Padişah Vahdettin, Damat Ferit Paşa ve diğer generallerin rolünü yokederek , resmi tarih yazımını başlatmıştır.Bu röportajda Mustafa Kemal'in Padişah Vahdettin ile Damat Ferit Paşa hakkında söyledikleri, o kadar çok sırıtmaktadır ki, sağlam bir kafa ve bizim yukarıda yazdıklarımız ile birlikte bu pasajlar okunduğu zaman,Mustafa Kemal'in kesinlikle doğru söylemediği kolaylıkla farkedilecektir.


Mustafa Kemal resmi tarih yazımını 1926'da başlattığı zaman, onun karşısında konuşacak kimse yoktu.Vahdettin zaten ölmüştü ve ona sadık generaller de tamamen baskı altına alınmıştı. Bugün Erdoğan'ın yaptığı gibi! Herkes "15 Temmuz Darbesi"nin Erdoğan'ın "tiyatrosu" olduğunu bilmesine karşın, korkudan gerçekleri söyleyememesi gibi! 


Tarihsel olayların bu genel çerçevesini ortaya koyduktan sonra, şimdi de bir tarihsel bilanço çıkarmak gerekir. Çünkü Kemalist resmi tarih yazımı, tarihte yaşanan olaylar ile ilgili olarak, bilerek yanlış bir algı ve bilinçlenme oluşturarak, tarihteki bazı kişi ve olaylar ile ilgili yanlış sonuçların çıkarılmasına neden olmuştur. Bu sonuçlardan en önemlisi, bu resmi tarih yazımından dolayı Türk liberalizminin kötürüm edilmesidir. Türk liberalizminin ayaklarındaki prangaların, tarihsel olayların gerçek doğasını ortaya koyarak yokedilmesi gerekmektedir. Çünkü toplumda devrimci-liberal ideolojik hegemonya oluşturmak için bu zorunludur. Her kim ki, devrimci-liberal ideolojik hegemonya oluşturma görevini anlamıyor, onun devrimi sonuna kadar götürme gücü ve imkanı olmayacaktır.


Kemalist resmi ideolojinin idddia ettiği gibi, Padişah Vahdettin,Damat Ferit Paşa ve ona sadık generaller (Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy vb.), "ihanetçi" ya da "dinci-şeriatçı" kesimleri mi temsil ediyorlardı? 


Nasıl bugün insanlar "Ergenekoncu" ya da "FETÖ'cü" sepetine atılarak ya da onunla ilişkilendirilerek, siyasette, bürokraside ve yargıda tasfiye ediliyorsa, o zaman da çark böyle işliyordu. Tasfiye edilmek istenenler "ihanetçi" ya da "şeriatçı" ilan edilerek ya da sahte deliller ile bu tür davalar ile ilişkilendirilerek tasfiye ediliyordu.


Mustafa Kemal bilerek ve hiç de doğru olmayan bir algı oluşturuyordu: Saltanat ve Sadrazamlık makamı "ihanetçi" idi ve Saltanatlık makamı Hilafeti de temsil ettiği için bütün şeriatçılar Saltanatlık makamı etrafında birleşmişlerdi ve bu kesimler Cumhuriyet'in önünde engel oluşturuyorlardı. Bu algı baştan sona yanlıştı! 


Meselenin anlaşılabilmesi için, Kurtuluş Savaşı'nı Osmanlı İmparatorluğu'nda hangi toplumsal kesimlerin örgütlediklerinin ya da önderlik ettiklerinin anlaşılması gerekmektedir.


Meşrutiyet hareketi ile birlikte, Osmanlı devleti içerisinde ya da Osmanlı siyaseti içerisinde iki ana siyasi akım ve bir de bunların arasında kalan ara siyasi akımlar, iktidar için mücadele etmekteydiler. Bu iki ana akım İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin sol ve sağ kanatlarıydılar ve de öteden beri çekişme halindeydiler. Sol kanat Ahmet Rıza Efendi ve çevresiyle hareket etmekteydi ve daha çok "Batıcı" olarak adlandırılmaktaydı. Sağ kanat ise Prens Sabahattin ve çevresiyle hareket etmekteydi ve Panislamist bir çizgiye sahipti.


II.Meşrutiyet'in ilk dönemlerinde Enver ve Talat Paşa, İTC'nin sol kanadı içerisinde yeralıyorlardı. Ancak Osmanlı devletinin, İngiltere ve Fransa tarafından dışlanması ve bu sonuncuların Çarlık Rusyası ile yeni bir ittifak eksenine yönelerek, Osmanlı'nın nüfuz alanlarına yönelmeleri ve hatta Osmanlı'yı parçalama amaçları, İTC'yi Pantürkist-Panislamist bir çizigiye sürükleyerek, Almanya ile birlikte bir ittifaka sürükledi.


Enver ve Talat kliğinin, İTC'yi tamamen ele geçirip ve onu Pantürkist-Panislamist bir çizgiye sürüklemesi yani hareketin sol kanadından tamamen sağ kanadına kaymaları, eski sol kanadın İTC'den ayrılıp yeni bir parti kurmalarına neden oldu.Bu yeni parti işte daha sonra Kurtuluş Savaşı'nı örgütleyecek olan Hürriyet ve İtilaf Partisi idi. Hürriyet ve İtilaf Partisi, İTC'nin eski sol kanadının yeni bir biçim içerisinde kendisini varetmesiydi. "Şeriatçı-dinci" kesimler daha çok Enver ve Talat'ın İTC'si  içerisinde yuvalanmışlardı.


Vahdettin'in Temmuz 1918'de Padişah olmasıyla ve İTC'nin de iktidardan düşmesiyle birlikte, Hürriyet ve İtilaf Partisi giderek iktidar partisi olmaya başladı ve Padişah Vahdettin de bu İTC'nin sol kanadını temsil eden ve "Batıcı" olan siyasi akım ile hareket etmeye başladı. Mondros Mütarekesi'nin maddelerinden bir tanesi de , İTC'nin kadrolarının işgal kuvvetlerine teslim edilmesini öngörüyordu.İşte Padişah Vahdettin, bazı İTC kadrolarını da işgal kuvvetlerine teslim ederek ve yargılanmalarını sağlayarak aynı zamanda bu "dinci" ve "şeriatçı" kadroları da tasfiye ediyordu ve de bir çoğunun Malta adasına sürgün edilmesini sağladı. Vahdettin bu taktik ile bir yandan işgal kuvvetlerini "tatmin" ediyordu, öte yandan da Kurtuluş Savaşı'nın önündeki engelleri temizliyordu. Daha sonra Ankara'da toplanacak olan Meclis'te büyük oranda temsil olunacak ve Mustafa Kemal'in Meclis grubunu oluşturacak olan milletvekilleri, aslında daha önce Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin milletvekilleri idi. Ne Padişah Vahdettin'in ne de ona sadık olan generallerin amacı "dinci" ve "şeriatçı" bir siyasal sistem kurmaktı.Bu Mustafa Kemal'in bir manipülasyonu idi.


Padişah Vahdettin'in Cumhuriyet ve Meşrutiyet ile bir sorunu yoktu.Kaldı ki kendisi Batı yaşam tarzına ve düşüncesine sahipti ve istediği İngiltere, Hollanda, Belçika'daki gibi , kralın "devlet başkanlığı" yani Cumhurbaşkanı statüsüne sahip olduğu ve seçim ile gelen bir hükümetin ülkeyi yönettiği bir sistemin kurulmasıydı. Şurası kesindir ki, Padişah Vahdettin, daha sonra Mustafa Kemal'in yaptığı bir çok reforma asla karşı çıkmayacaktı ve belki de bu reformlar için onu destekleyecekti.Padişah Vahdettin liberal özellikleri de olan bir padişahtı ve yüzünü Batı'ya dönmüştü ve de Mustafa Kemal'den farklı düşünmüyordu. Zaten bu bakış açıları aynı olmasaydı, Vahdettin onu Anadolu'daki hareketin başına getirmezdi! Bu durum Vahdettin'e sadık olan generaller için de geçerliydi.


Kurtuluş Savaşı'ndan sonraki bütün mesele, devletin başına Padişah Vahdettin'in mi yoksa Mustafa Kemal'in mi geçeceğiydi.Vahdettin geri dönse dahi, Türkiye'nin "Batı'ya dönük yüzü" değişmeyecekti çünkü bu süreç yeni değildi, Tazimattan beri süren bir süreçti. Birinci Dünya Savaşı sırasındaki İTC, bu tarihsel süreklilikte sadece kısa bir kesinti idi. Aslında Kurtluş Savaşı ile birlikte, ilk defa İTC'nin sol kanadı tam olarak Türkiye'de iktidar oldu ve bu da Padişah Vahdettin sayesinde oldu! 


Mustafa Kemal'in kişisel ihtirasları, Kurtuluş Savaşı sırasında oluşmuş olan "iktidar bloku"nun kısa bir süre içerisinde parçalanmasına ve bu bloktaki bazı sosyal dinamiklerin iktidar dışına itilmelerine neden oldu. Aslında olan , iktidardaki bazı burjuva kesimler ile bazı "liberal unsurlar"ın (ilginç bir şekilde Erdoğan'ın 2013 sonrası liberaller ile kopuşmasına benziyor!) tasfiyesi ve devletin küçük bir oligarşik azınlığın eline geçmesiydi. Bu yeni durumun ise öyle iddia edildiği gibi hiçbir ilerici tarafı yoktu.


Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşı içerisinde varlığı, Kurtuluş Savaşı'nın başarıya ulaşması üzerinde etkide bulunmadı, daha sonra kurulan devletin BİÇİMİ üzerinde etkide bulundu. Mustafa Kemal olmasaydı da Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşırdı ve Kazım Karabekir rahatlıkla Anadolu'daki hareketin liderliğini yapabilecek kapasiteye ve yeteneğe sahipti.


Mustafa Kemal'in "Cumhuriyet" biçimi altında oligarşik bir diktatörlük kurması, Kurtuluş Savaşı'nın gericileşmesinden başka bir anlama gelmez. "Cumhuriyet" biçimi, sadece yeni oligarşik diktatörlük sistemini örten "incir yaprağı" rolünü oynuyordu. Gerçeklikte Cumhuriyet diye bir şey yoktu çünkü Mustafa Kemal de Erdoğan'ın yaptığı gibi , "kuvvetler ayrımını" tamamen ortadan kaldırdı. Cumhuriyet'in ilan edildiği süreç aynı zamanda, kuvvetler ayrımının tamamen ortadan kalktığı dönem oldu. Erdoğan'ın sözde Avrupa Birliği'ne doğru giderken, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırması gibi! 


Mustafa Kemal üç temel odağa (Vahdettin, ona sadık generaller ve Kürt Hareketi) karşı uyguladığı komplolar ile Tek Adam ve Tek Parti diktatörlüğünü inşa ederken, aynı zamanda, tarihsel olayların gerçek yapısını da bozarak ve Kurtuluş Savaşı'nın tamamen kendi eseri olduğunu ortaya koyan yanlış bir resmi tarih anlayışı da oluşturdu. Osmanlı devletinin hazırlamış ve uygulamış olduğu Kurtuluş Savaşı stratejisini ve buna uygun olan taktik yapıyı tamamen kendisine mal ederek, olayın gerçek kahramanlarının rollerini gizleyen yeni bir tarih yazımı oluşturdu. Mustafa Kemal tarihte hiç de haketmediği bir üne sahiptir!


İşin ilginç tarafı bu yanlış resmi tarih anlayışı, çapsız ve entellektüel derinliği olmayan tarihçilerin yetişmesine neden olarak, zaman içerisinde Kemalistlerin ideolojik ve politik dinamiğini yokeden bir durumun oluşmasına da yolaçmıştır. Eğer Kemalistler doğru bir tarih anlayışına sahip olsalardı, hemen "15 Temmuz Darbesi" sonrası, Erdoğan'ın kendilerine de "kazık" atacağını anlarlardı. Erdoğan çok akıllı bir şekilde, 15 Temmuz Darbesi için Kemalistleri kullandı ve hemen sonrasında onlarla da ittifakını sonlandırarak, yakın ve orta vadede Kemalistlerin de devletten tamamen tasfiye olacağı bir siyasal çerçeveyi ortaya koydu. Aynısını Mustafa Kemal, Padişah Vahdettin ve ona sadık generallere yapmıştı! Erdoğan bundan yüz yıl önce Padişah Vahdettin ve ona sadık olan generallere yapılan komplonun aynısını Kemalistlere yapmakta ve onların intikamını almaktadır.Hiç kuşkusuz Erdoğan'ın tarih bilinci Kemalistlerden çok daha üstündür ve  eylemleri daha fazla tarihten  esin almaktadır. Erdoğan gözümüzün önünde Kemalizmi paramparça etmektedir.


Tam da bu noktada küçük bir parantez açarak, Kemalizmi tarihsel yerine yerleştirmeye çalışalım. Kemalizm iddia edildiği gibi yeni bir ideoloji mi yoksa kendisinden önceki bazı ideolojik yapıların farklı bir biçimde devamı mıdır? Kemalizm, İTC'nin sağ ve sol kanadının Türklük biçiminde bir sentezinden başka bir şey değildir.Mustafa Kemal İTC'nin sol kanadından bazı Batıcı fikir ve reformları , sağ kanadından da Türklük ve bürokratik diktatörlük ile ilgili fikirleri devralarak bir sentez yapmıştı. Zaten Kurtuluş Savaşı öncesi de siyasal pozisyon olarak ne Hürriyet ve İtilaf Partisi ile ne de İTC ile birlikteydi ama her iki kesim ile de flört ediyordu.Kemalizm İTC'nin sağ ve sol kanadının tam ortasında yeralıyordu ve iki kanattan da ideolojik olarak besleniyordu.


Kurtuluş Savaşı'ndan sonra, Mustafa Kemal Padişah Vahdettin ve ona sadık generalleri tasfiye ettikten sonra, bu orta konum konsolide oldu ve yeni devlet daha fazla İTC'nin sol kanadından uzaklaşarak, İTC'nin sağ kanadına doğru  yaklaşmıştır. Devletteki bu "eksen kayması"nın ise ilericilik ile uzaktan yakından alakası yoktur.


Padişah Vahdettin, ona sadık generaller,Hürriyet ve İtilaf Partisi ile bunlara yakın olan liberaller, İTC'nin sol kanadını temsil ediyorlardı. Kemalizmin bu kesimleri tasfiyesi ile iktidar İTC'nin orta katmanını temsil eden kliğin eline geçti.Bu  klik, siyasal iktidarı Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Enver ve Talat'ın İTC'sine biraz daha yaklaştırdı. Padişah Vahdettin ve ona sadık generallerin tasfiyesi ile iktidarı ele geçiren Kemalizm, ileriye doğru değil geriye doğru bir harekettir.


Mustafa Kemal'in tasfiye ettiği bu kesimler, Osmanlı'da laikliği ve Batı yaşam tarzı ve düşüncesini de temsil etmekteydiler.Bu kesimlerin "dinci-şeriatçı" oldukları sadece Kemalistlerin uydurmasıdır.Mustafa Kemal bu kesimleri siyasal olarak bastırdı ama onların Batıcı bazı düşüncelerini de almayı ihmal etmedi.


Bugün Erdoğan Padişah Vahdettin'e sahip çıkarken, onu düşünsel olarak değil sembolik olarak ele almaktadır.Vahdettin'in daha çok "Sultan"ya da Padişah konumu onu ilgilendirmektedir.Daha yakından bakıldığı zaman Padişah Vahdettin'in düşünceleri Erdoğan'ınkiler ile zıttır.Erdoğan Enverci ve Talatçıdır ama Vahdettin her ikisinden ve çizgilerinden de nefret ederdi. Kemalizmin Padişah Vahdettin ve ona sadık generalleri "ihanet" ile damgalamaları ve böyle bir tarihsel algı oluşturmaları, bu kesimlerin bugün ona karşıt ideolojik ve siyasi eğilimler (AKP ve MHP gibi) tarafından sahip çıkılmasına neden olmuştur.


Şimdi sorulması gereken soru şudur: Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş döneminde yaşananların günümüz ile ama özellikle de Erdoğan'ın "15 Temmuz Darbesi" ile ilişkisi nedir? 


Bu sorunun doğru cevaplanması aynı zamanda bundan sonra "Erdoğan'ın yol haritası"nın  kodlarını da bize verecektir.Az yukarıda Mustafa Kemal'in tarihte hiç de haketmediği bir tarihsel üne sahip olduğunu ve bu ünün ise çarpıtılmış bir tarih anlayışının ürünü olduğunu belirttik. Bu çarpıtılmış tarih anlayışı ise sadece Kemalist bürokratik diktatörlüğü besleyen bir ideolojik yapının ortaya çıkmasına neden olmuştu. İşte Erdoğan önümüzdeki süreçte, Mustafa Kemal'in gerçek tarihsel yapısını ortaya koyarak ve onun tarihsel itibarını yokederek, CHP'nin ideolojik çöküşünü hazırlayacaktır. 


Mustafa Kemal'in gerçek tarihsel yapısının ortaya konulması ve itibarının zayıflatılması ile Erdoğan'ın yeni bir "ideolojik manipülasyon" yaratması elele gitmektedir/gidecektir.Erdoğan Mustafa Kemal'in gerçek tarihsel rolü ve yapısının ortaya konulması ile  yeni bir ideolojik söylemi birleştirecektir ve bu söyleme göre, devlet ve iktidar bundan yüzyıl önce Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından gaspedilmişti ve gaspedilen tekrar geri alınmaktadır. Bu ideolojik söylem ve mantık, aynı zamanda Erdoğan ve çevresi tarafından yapılan yolsuzlukların da toplum nezdinde aklanmasını da getirecektir. Çünkü bu mantığa göre, çalınan bir şey yoktur, "çalınanın" tekrar ele geçirilmesi söz konusudur.Şimdi eğitim sisteminin niçin tamamen  İmam Hatipleştirilmek istendiği anlaşılmaktadır.


Erdoğan'ın İmam Hatip okulları ve TÜRGEV ile eğitim sistemine yoğun bir şekilde yatırım yapmasının altında, yeni ve genç kuşakları yeni bir ideolojik yapı ve söylem temelinde "formatlamak" amacı yatmaktadır.Bu yeni söylem ve ideolojik yapı temelinde genç kuşaklar eğitildiği zaman,Erdoğan ve AKP'nin bütün toplumsal pratikleri de "meşru" hale gelmiş olacaktır. Kitlelerin geçmiş tarihsel olay ve olgulara bakış açısını değiştirdiğiniz andan itibaren,  bugünkü olumsuz  politikaların ve ahlak dışı işlerin hepsini kabul ettirmeniz mümkündür ve bu noktada Erdoğan ne yaptığını çok iyi bilmektedir.


Gelecek süreçte Erdoğan ve AKP'nin CHP'ye Mustafa Kemal üzerinden büyük bir darbe vurmasıyla, CHP'nin ideolojik ve politik bir krize sürüklenmesi kaçınılmazdır.CHP'deki bu kriz iki kesimin (ulusalcı ve sosyal-demokrat) ayrışması ile sonuçlanacaktır.Erdoğan HDP ve PKK'ye büyük bir darbe vurduktan sonra CHP'ye karşı saldırıya geçmek istemektedir. Çünkü aksi taktirde, olaylar ters teperek karşısında büyük bir toplumsal cephenin oluşmasına neden olabilir.Erdoğan er ya da geç CHP'nin bölünmesi politikasına geçecektir ve bu bir zaman meselesidir! 


Devrimci hareketin bu gelecekteki olaylardan yararlanabilmesinin tek yolu, devrimci(stratejik)-liberal(taktik) ideolojik ve siyasal hegemonya oluşturabilmesine bağlıdır. Bu noktada PKK ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın düşünce ve deneyimleri ve yine bununla birlikte İtalyan komünist Antonio Gramsci'nin fikirleri devrimci harekete bir esin kaynağı olabilir.


Erdoğan'ın 15 Temmuz darbesinde aslında en büyük darbeyi Fethullah Gülen Cemaati ile birlikte Kemalistler ve CHP yedi.Sahte darbe ile iktidarı tam ele geçiren Erdoğan ve AKP, Kemalistleri ve CHP'yi toplumsal ve siyasi yönden tamamen savunmasız hale getirdi. Erdoğan'ın CHP'yi kandırması ise Ordu içerisindeki faşist Kemalist generaller aracılığıyla oldu. Darbede Kemalist generallerin Erdoğan ve AKP ile hareket etmesi (kaldı ki beraber tertiplediler) , CHP'nin belirli bir süre hareketsiz ve hatta iktidara yamanmasına neden oldu. Erdoğan darbeden hemen sonra, Gülen Cemaati ile yaptığı gibi Kemalistlerle  de ittifakı hemen kopararak ve onlara karşı siyasi önlemler alarak yakın ve orta vadede Kemalistlerin tamamen tasfiye edilmesine götürecek bir dönemin kapısını araladı. Örneğin Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının birbirinden ayrılmaları ve Harp Akademileri'nin tamamen kapatılarak, AKP'nin direk güdümüne girmesi olayları, her iki kesimin ortak anlaşmasında yoktu. Bu önlemlerden sonra Kemalistler çığlık atsalar da , Yürütme ellerinde olmadığı için fazla direnecek durumda değillerdi. Yürütme'nin gücü karşısında aynı çaresizliği, Kurtuluş Savaşı sonrasında Padişah Vahdettin, Ergenekon Komplosu sonrasında da Fethullah Gülen yaşadı. Buradan çıkan sonuç, politik hegemonyayı elinde bulunduran gücün aynı zamanda olayların gidişatını belirleme gücüne de sahip olduğudur.Onun için Lenin Ekim Devrimi'ne doğru giderken, yarı-proletarya ile  "özel ittifak" kavramını ortaya attı ve buna göre Bolşevik Parti iktidarı sadece ve sadece hegemonyayı elinde bulundurduğu müddetçe, Sol Sosyalist-Devrimciler ile paylaşacaktı. Çünkü Bolşevik Parti'nin bu sonuncuları arkasında sürükleyebilmesi, bu hegemonya gücüne bağlıydı. Gerek Kurtuluş Savaşı'ndan hemen sonra gerekse de günümüzde Erdoğan'ın Gülen Cemaati ve Kemalistler ile ilişkisinde de olan bunun birer benzerleridir.


Erdoğan ve AKP'nin sürekli olarak iktidarını konsolide etme ve topluma karşı gerici bir şekilde daha da kapsamlı saldırmaları karşısında, CHP ve Kemalistler çaresiz bir profil sergilemektedirler. Olayları durduracak güçleri olmadıkları gibi, kendilerinin paramparça olmalarına götürecek sürecin kapısı da aralanmış durumdadır. 15 Temmuz Darbesi'nde Erdoğan'a yamanan Kemalistler ve CHP, giderek daha da sefil bir duruma ve kendi sonlarını bekler bir duruma  düşmüşlerdir. Bunun nedeni ise, yüzyıldan beri inşa etmiş oldukları yanlış resmi tarihtir.Bu yanlış resmi tarih,onların ideolojik ve politik olarak savunmasız kalmalarına neden olarak önce iktidardan düşmelerine sonra da tasfiye olmalarına neden olmaktadır/olacaktır.




|
_ _