 ERDOĞAN'IN "15 TEMMUZ DARBESİ" VE PSİKOLOJİK SAVAŞ (I) K.Erdem Modern toplum ortaya çıkışından bu yana iki tür darbe biçimi ortaya çıkarmıştır.Bunlardan ilki direk bir askeri darbedir.Bu darbe doğrudan askeri ya da sert güçlerin belirleyiciliği temelinde,dolaylı ya da yumuşak güçlerin (ideolojik ve politik araçların) ona bağlandığı bir yapıya sahiptir. Direk askeri darbe , halkın ve demokratik güçlerin ve de yine başka anti-demokratik güçlerin şiddet araçlarının kullanımıyla bastırıldığı bir darbe biçimidir,ki modern dünyada giderek pek kabul görmeyen bir yapıya sahiptir.Kapitalist üretim ilişkilerinin dünya genelinde derinleşmesi ve yaygınlaşması ve de toplumların ticaret ile birbirlerine bağlanmasının sonucunda liberal değerlerin güçlendiği bir dünyada,toplumsal meşruluk daha çok seçim sistemi etrafında örgütlendiği için, askeri darbeler hem içte hem de dışta pek fazla destek görmeyen bir yapıya sahiptirler. Modern toplumda ikinci tür darbeyi, ideolojik ve politik güçlerin yani yumuşak güçlerin belirleyiciliğinde, askeri ya da sert güçlerin onu tamamladığı ve de özellikle seçimlerin ve kamuoyunun manipüle edilmesine bağlanan darbe oluşturur.Bu darbe biçimi daha çok "post-modern darbe" diye adlandırılır.Buna "üstü örtülü darbe" de denebilir.Kemalistler ve Ordu'nun 28 Şubat 1997 darbesi ve AKP-Cemaat İttifakı'nın Ergenekon Komplosu Darbesi ve yine Erdoğan'ın "15 Temmuz Darbesi" bu kategoriye girerler. Özellikle bu sonuncuları daha fazla bu kategoriye girerler. 28 Şubat darbesine önderliği daha çok Ordu yaptığından dolayı,bu darbe daha çok birinci tip ile ikinci tip arasındaki bir darbe şekline benzemektedir.Ancak AKP-Cemaat'in Ergenekon Komplosu Darbesi ve Erdoğan'ın "15 Temmuz Darbesi" , tamamen ikinci tipte bir darbe olup, "sivil görünüm içerisinde asker ruhu şeklinde" gerçekleşmiştir.İşte bu ikinci tür darbenin savaş biçimi, PSİKOLOJİK SAVAŞ'tır. Bu ikinci darbe türünde siyasal güçler, Psikolojik Savaş aracılığıyla iktidarı ele geçirmeye çalışırlar. Toplumsal örgütlenmesi ve meşruluğu seçim sistemi etrafında örgütlenmiş bir toplumda,iktidarı ele geçirmek isteyen güçler,bu seçim sistemini manipüle etmek için azami derecede çaba sarfederler.Bu noktada özellikle çaba sarfeden güçler, daha çok baskıcı ve otoriter bir siyasal sistem kurmak isteyen siyasal güçlerdir.Çünkü bu güçler normal seçim sistemi içerisinde,diğer siyasal partiler ile eşit koşullar altında seçime girdiklerinde,kendi gerici toplum düzenlerini kitlelere kabul ettiremeyeceklerini iyi bilmektedirler.İşte bu noktada bu güçler, herkesten daha farklı ve avantajlı bir şekilde seçime girmek ya da ellerinde bulundurdukları iktidarın ellerinden kayıp gitmesini önlemek için "bazı siyasi elemanlara" ihtiyaç duyarlar.Bu elemanların yasadışı ve gizli bir şekilde hazırlanarak, siyasi alanda kendilerine sunulmasıyla birlikte bu siyasi güçler, seçimlere katılan normal siyasi güçlerden nitelik olarak ayrılırlar.Bu andan itibaren yasadışı yollar ile kendilerine sunulan elemanları kullanan siyasi güçler, normal seçime katılan siyasal güçler değildirler,psikolojik savaş yürüten güçlerdir.Çünkü diğer partiler karşısında elde etmiş oldukları siyasi güçlerini,yasadışı ve gizli faaliyetlere dayandırmışlardır. AKP-Cemaat İttifakı'nın Ergenekon Komplosu Darbesi'nin ve son 15 Temmuz Darbesi'nin yöntemini oluşturan Psikolojik Savaş yöntemi o halde nedir? Meclis Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Raporu, psikolojik savaşın yapısını ve amaçlarını şöyle özetlemiştir: “Psikolojik Harekât (PH)”, genel olarak, insanların duygu ve düşüncelerinin etkilenmesi için yürütülen her türlü faaliyet olarak tanımlanmaktadır. Kavramda “psikolojik” denilmesinin sebebi, yürütülen faaliyetlerin insanların etkilenmesi ve belli amaçlar doğrultusunda yönlendirilmesidir. Propaganda faaliyetlerinde, nihai hedefler doğrultusunda belirlenen temalar basın-yayın araçları yoluyla hedef kitlelere iletilmektedir. Söz konusu hedef kitle, “dost, düşman ve tarafsız unsurlar” olmak üzere, üç ana gruba bölünmektedir. Yürütülecek faaliyetlerde, öncelikle, “tehdit unsuru” olarak tespit edilen hedef kitlenin psikolojik yönden çökertilmesine çalışılır. PH planında “dost unsur” olarak tespit edilen hedef kitlenin ise benzer yöntemlerle psikolojik yönden güçlendirilmesi amaçlanır. PH planında “tarafsız unsur” olarak tespit edilen hedef kitlenin, benzeri tedbirler yoluyla, “dost unsurlar” yanına çekilmesi esastır. Bu mümkün olamıyorsa da, en azından, tarafsızlık vasıflarının korunmasına gayret edilmektedir.” (...) Psikolojik harp, hedef kitle içinde belirlenen dost, düşman ve tarafsız unsurların nihai amaç doğrultusunda yönlendirilmesi; onların hayat görüşlerine, duygularına, düşüncelerine, inanç ve hislerine yönelik olarak psikolojik harekat faaliyetleri icra edilmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Psikolojik harekat ise sözkonusu psikolojik harpte yürütülecek faaliyetlerin belli bir plan doğrultusunda uygulanmasıdır." (30 Kasım 2012, Meclis Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Raporu,s.32) İşte Ergenekon Komplosu ve 15 Temmuz Darbesi , komisyonun yukarıda kısaca özetlediği bu psikolojik savaşa ve bu savaşın özelliklerine dayanmaktadır.Komisyonun da belirttiği gibi,psikolojik savaşın amacı, belirlenen hedef kitle içerisindeki dost, tarafsız ve düşman unsurlarının asıl amaç doğrultusunda yönlendirilmesidir.Bu yönlendirmenin amacı ise gerek seçimlerde gerekse de belirli bir konjonktürde (15 Temmuz'da olduğu gibi) AKP'nin güçlenmesini ve diğer partilerin zayıflatılmasını içermektedir.
AKP'nin seçmen kitlelerini ya da belirli bir konjonktürde belirlenen bir politik hedef için kitleleri, büyük oranda kendisine doğru yönlendirmek için, onların bağlı oldukları partiler ve siyasi güçlerle bağlarını kopartması ya da zayıflatması gerekmektedir.İşte bu bağlantıyı da dolaylı ve gizli güçlerle suikast ve terör eylemleri gerçekleştirerek ve düşman gördükleri siyasi güçleri de bunlarla ilişkilendirerek,büyük seçmen kitlelerini düşman gördükleri bu siyasal güçlerden koparmayı başarmışlardır.O halde AKP'nin psikolojik savaşının amacı,düşman gördüklerini, kendi organize ettikleri suikast ve terör eylemleriyle İLİŞKİLENDİRMEK ve bu ilişkilendirme aracılıyla kitleleri YÖNLENDİRMEKTİR. Psikolojik savaşın amaçlarını oluşturan ilişkilendirme ve yönlendirme ise "toplumsal algı süreçlerinin kontrolünü" ve bu kontrolü sağlayan araçların düzenlenmesini gerekli kılmaktadır. Toplumsal algı kontrolünün gerçekleştirilebilmesi için, "toplumsal algının oluştuğu ya da geçtiği süreçleri" birbirinden koparacak ve istenilen algının oluşumunu sekteye uğratacak engellerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. İstenilen toplumsal ilişkilendirme ve yönlendirme algısının oluşması ise rejimin temellerinin değiştirilmesi süreciyle birlikte ilerleyen bir süreçtir.Aksi taktirde istenilen toplumsal algı biçimleri (ilişkilendirme ve yönlendirme) oluşturulamaz. Bu noktada toplumsal algı kontrolünü engelleyen en büyük engel,zaaflı da olsa kuvvetler ayrımının varlığıdır.Devletin kuvvetler ayrılığı ilkesi,istenilen toplumsal algı biçimlerinin yaratılması önündeki en büyük engeldir ve bu engel kaldırılmaksızın,psikolojik harekat istenildiği ölçüde örgütlenemeyeceği gibi psikolojik savaşın amaçları da istenildiği ölçüde gerçekleştirilemeyecektir. Bundan dolayı AKP, önce Cemaat ile birlikte sonra da tek başına ,içiçe geçmiş komplolar sürecinde , alttan alta devletin kuvvetler ayrılığını tamamen ortadan kaldırarak ve onun yerine "kuvvetlerin tekliği" ilkesini geçirerek ve buna medyanın ele geçirilmesini ve baskı altına alınmasını da ekleyerek, psikolojik olarak müthiş bir toplumsal vurucu güç oluşturdu. Bu "psikolojik toplumsal vurucu güç", kuvvetler ayrımı ortadan kaldırıldığı ve başkalarının ellerindeki psikolojik araçlarlar alındığı için, iki defa güçlü bir yapıya sahiptir.Birinci olarak başkalarını aynı güçlerden mahrum bıraktığı için ve ikinci olarak da kendi psikolojik araçlarını arttırdığı için. Devletin kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılmasıyla,istenilen algı biçimlerinin oluşturulması ilişkisine biraz daha yakından bakmak gerekir. Seçim sistemi etrafında örgütlenmiş bir toplumun,bu seçim sisteminin özelliklerini yansıtan belirli bir siyasi biçime sahip olması zorunludur.Burjuva-demokratik bir toplumda seçim sisteminin varlığı,toplumun eşit vatandaşlara bölündüğü ve bu eşit vatandaşların birlikteliğinin de Cumhuriyet biçiminde bir bütün oluşturduğu anlamına gelir.Cumhuriyet eşit haklara sahip olan yurttaşların siyasi olarak bir bütün oluşturduğu toplumdur.Vatandaşlar arasında eşitlik olmadan Cumhuriyet olmaz. Ama bu Cumhuriyet tek eşit haklara sahip olan yurttaşlar topluluğu değildir, ama aynı zamanda,hareketli ve dinamik bir yapıya sahip olup,sürekli birbirleriyle etkileşim halinde olan yurttaşlar topluluğudur.Bundan dolayı bu etkileşimi sürekli eşit bir şekilde yönetecek bir işlevsellik zorunludur.Toplum bu işlevselliği herkes için aynı mesafede olan belirli toplumsal kurumların örgütlenmesi (demokrasi) sayesinde elde eder.İki vatandaşın birbiriyle ilişkisi sürecinde her ikisi için de aynı mesafede olan ve birbirlerini ayrımları içerisinde dengeleyen ve ruhunu Anayasa'dan alan üç temel organ (yasama,yürütme ve yargı) normalinde vatandaşların eşit yurttaşlık haklarının garantisi olarak işlev görmektedir.Eşit yurttaşlardan oluşan Cumhuriyet'in,kuvvetler ayrımının olduğu Demokrasi ile birleşmesi,Demokratik Cumhuriyet'tir ya da kısacası burjuva-demokratik cumhuriyettir. Ama bütün burjuva toplumlar bu örgütlenme biçimine sahip değillerdir. Biçimsel olarak cumhuriyet olan ama içeriksel olarak demokratik bir işleyişe sahip olmayan bir çok burjuva siyasi biçim vardır ve bu biçimler genellikle burjuva-demokratik yapının genel ölçüsüne göre yani ona yaklaşma ve uzaklaşma derecelerine göre belirlenirler. Kuvvetler ayrımının az çok olduğu, sorunlu da işlediği bir toplumda,bir kişinin bir suçla ilişkilenmesi bir çok aşamadan geçen bir süreç işidir.Kişi gizli bir soruşturma sürecinden geçmeden, somut ve gerçek delil ve kanıtlara dayanarak suçu işlediği ispat edilmeden suçsuzdur ve bu temelde yurttaşlık haklarına sahiptir.Hatta cezası kesinleştiği zaman bile tutsak olarak yurttaşlık haklarına sahiptir. Bir ülkede soruşturmanın gizliliği ihlal edilip ve bizzat savcılar tarafından üstelik de sahte delil ve kanıtlara dayalı iddianame medyaya sızdırılıyorsa ve bunu yapan savcılar hakkında işlem yapılmıyorsa,bu savcıların Yürütme tarafından korunduğu ve her iki tarafın ortak bir politik amaç etrafında biraraya geldikleri anlamına gelir.Burada amaç suçun mahiyetini araştırarak suçluyu bulmak değil,kitlelerin duygu ve düşüncelerini belirli bir politik amaç doğrultusında etkilemek olduğu için,"siyasallaşmış bir hukuk" sözkonusudur,ki kuvvetler ayrımı ortadan kalkmadan bunun gerçekleşmesi mümkün değildir. Kuvvetler ayrımının olduğu bir burjuva-demokratik politik sistemde, suç, vatandaşlar arasındaki eşitliğin bozulması ve suçlunun cezalandırılması da vatandaşlar arasındaki eşitliğin tekrar tesis edilmesi anlamına gelir.Burada kamunun temsilcisi mahkemedir.Mahkeme kamu adına suçluyu ortaya çıkararak (elbette adli kolluk güçleriyle birlikte) , kamunun genel çıkarlarını korur. Kamunun çıkarlarının temsilcisi mahkeme olduğu için, dava dosyasının dışarıya taşmasının bir gereği yoktur.Çünkü mahkemeler aracılığıyla kamu kendi kendisini sürekli arındırmaktadır ve bozulan dengeyi sürekli onarmaktadır.Burada yargının işleyişinin amacı,suçlu ve suçsuzu birbirinden ayırarak ve suçla orantılı bir şekilde suçluyu cezalandırarak,vatandaşlar arasındaki eşitliği korumaktır. Ancak kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırıldığı bir yargı sisteminde amaç, vatandaşlar arasındaki eşitliği korumak değil,belirli bir siyasal çizgiyi korumak, kollamak ve ona ayrıcalık sağlamaktır.Bu iktidardaki bir çizgi olabileceği gibi,Ergenekon Komplosu'nda olduğu gibi,daha iktidarda olmayan ama ona "hazırlık yapan" bir siyasal çizgi de olabilir. AKP-Cemaat İttifakı, 1990'lı yılların sonlarında yani komplonun başlangıcında,Yürütme ve Yargı içerisindeki güçlerini birleştirerek,iktidardaki siyasal çizgi de dahil başka güçleri zayıflatmak ve iktidarı ele geçirmek için kullanmışlardır.İktidara geldiklerinde de kuvvetler ayrılığının tamamen ortadan kalkmasını sağlamışlardır. Erdoğan'ın son 15 Temmuz Komplosu ise devlet içerisinde gücün konsolide edilmesi ve bu temelde yeni faşist rejimin önündeki engellerin kaldırılmasına bağlanmıştır.Yani Erdoğan 15 Temmuz Komplosu ile "toplumun dönüştürülmesi"nin önündeki engelleri kaldırmıştır.Psikolojik savaş temelindeki komplolar, gücün sürekli yoğunlaştırılması ve tek elde toplanmasının önündeki engelleri bertaraf etmenin tarihsel-sosyal kaldıracı olarak işlev görmüşlerdir. Psikolojik savaş, kitlelerin duygu ve düşüncelerinin belirli bir siyasal amaç doğrultusunda yönlendirilmesi olduğu için,bu yönlendirmeyi sağlayacak algının "güçlü" bir şekilde oluşturulması zorunludur.Çünkü kitleler normal koşullar altında kendi düşüncelerinden kolay kolay vazgeçmezler.Kitleler genel ve homojen bir yapıda değildirler ve farklı gruplara,katmanlara,sınıflara,etnik ve inanç gruplarına bölünmüşlerdir ve de normal koşullarda bu kesimlerin "sosyal öncüleri" , farklı odaklardan gelen algıları bu kesimlerin çıkarlarına göre bir "ideolojik filtre"den geçirerek bu kesimlere iletirler.Bu durum farklı odaklardan gelen algılara karşı bir ideolojik kalkanın oluşmasına yolaçar.İşte psikolojik savaşın amaçlarından bir tanesi,bu ideolojik kalkanın parçalanarak,onun etkisi altındaki kitlelerin "ideolojik savunma mekanizmaları"nın ellerinden alınarak, dış dünyaya karşı savunmasız bırakılmasıdır.Kitlelerin bu ideolojik savunmasızlık haline sokulması,yeni bir politik tutum almalarının önkoşuludur. Ama bu süreç sanıldığı gibi o kadar basit değildir ve çok karmaşık süreçlerin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Çünkü kitlelerin sosyal tutumları,belirli bir sosyal ve tarihsel bilincin ürünü olduğu için,çok güçlü değer sistemleri üzerine oturur.Özellikle sosyal konularda bir tutum değişikliği,kişinin içselleştirmiş olduğu değerler sisteminin çok güçlü sosyal elemanlar aracılığıyla boşa çıkarılması ve onlara olan bağlılığının zayıflatılması sonucunda ortaya çıkabilir. Kitleler bir çok odak ve çevreden kendilerine ulaşan mesajlarla çevrilidirler ancak aynı zamanda kendi sosyal değer sistemlerinin ideolojik filtrelerine de sahip oldukları için,kendi etraflarını saran bütün mesajlarla da ilgilenmezler ve bu mesajları tarayarak,ayıklarlar. (Bakınız Tutum, Algı, İletişim,Prof.Metin İnceoğlu,s.1,Beykent Üniversitesi Yayınevi) "Kitle iletişim araçlarının gönderdiği mesajlar, toplumdan soyutlanmış tek tek bireylere değil, şu ya da bu grubun üyesi olan, gruplar içinde yaşayan insanlara yöneliktir. Bu nedenle medya’dan gelen mesajlar grup bağları ile donatılmış birey ile karşılaşıldığında normların filtresinden geçmek zorundadır." (Metin İnceoğlu,a.g.e.s.1) Bireyler dış dünyadan kendilerine ulaşan bilgileri ve bu bilgilerin içeriklerini sürekli olarak kendi "toplumsal öncüleri" olan entellektüeller ve politikacılar aracılığıyla dengelemeye çalışarak,bu dış dünyanın etkilerine karşı bir sosyal direnç elde ederler.Onların bu sosyal direncini zayıflatmak ise onların kendi entellektüel ve siyasal öncüleriyle olan bağlarının zayıflatılmasıyla ve bu temelde ideolojik savunma mekanizmalarının yokedilmesiyle mümkündür. Kitlelerin toplumsal tutumlarının biçimi ile ideolojik ve siyasal öncülerinin toplumsal ve tarihsel kurumlaşmaları arasında bir ilişki mevcuttur.Toplumsal ölçekte ideolojik ve siyasal kurumlaşma olmadan, kitlelerin sosyal tutumlarının belirli bir biçim içerisine girmesi mümkün değildir. Bu durum özellikle siyasi tutum için çok daha geçerlidir.Toplumsal siyasi özneler,kitlelerin sosyal ve siyasi tutumlarının şekillenmesinde temel bir yere sahiptirler ve yerine göre hem onları koruma hem de yönlendirme temelinde hareket ederler.Bu yeteneklerini kaybeden siyasi özneler,kendi etkileri altında bulunan kitleleri de kaybederek ya zayıflarlar ya da tarihin arenasından silinirler. Kitlelerde köklü tutum değişimlerini sağlayabilmek için, öncelikle onları bir arada tutan "toplumsal akılları"nın zayıflatılması ve güçten düşürülmesi gerekmektedir. Çünkü bireyin tutumu ile akılsal süreçleri arasında bir bağlantı sözkonusudur.Sözkonusu toplumsal tutum olduğu zaman, kişi farkında olsun ya da olmasın belirli bir ideolojik ve siyasal çerçevenin referanslarına göre hareket etmektedir. "...tutumu,genel olarak insanın herhangi bir olay ya da durum karşısında olası bir tavır ya da davranış biçimini oluşturma eğilimi olarak alırsak,insanın her türlü davranışının kaynağında tutumun yer aldığını da kabul etmemiz gerekir." (Metin İnceoğlu,a.g.e.s.5) Kişinin bir olay ya da durum karşısındaki tepkisi onun tutumunu oluşturur ve bu tepki aslında genel bir davranış sürecinin son halkasıdır.Çünkü tutum akılsal süreçlerin yani kişinin bütün ya da genel ile ilgili düşüncelerinin sonucunda ortaya çıkan bir davranış biçimidir.Algı,tasarım,sezgi,hisler vs. tek başına tutum almaya yetmezler.Bunların çok köklü düşünce yapılarıyla yani düşüncenin en üstün biçimi olan akılsal süreçler ile birleşmeleri ve birbirlerini tamamlamaları gerekir.Her algı,sezgi,tasarım ya da hisler kişinin akıl süreçleri üzerinde etkide bulunmazlar.Kişi kendi akıl yapısının ideolojik içeriğine uygun olmayan algıları eğer yeterli bir inandırıcılığa sahip değilse reddeder. Bireyin tutum geliştirmesine giden yolda içiçe geçmiş olan bazı süreçler vardır: Duyum, algı, his, sezgi ve akıl süreçleri.Akıl geri kalan süreçlere içeriğini verir ve en genel düşünce süreçleriyle ilişkilidir.Bir yandan önceki biçimler tarafından etkiye uğrarken öte yandan bu önceki süreçlerin içeriğini belirleyen bir yana sahiptir.Çünkü akıl en soyut ve genel yandır ve de diğer süreçler gerçekliğini onun genelliği içerisinde bulurlar.Akıl süreçlerinin yapısını belirleyen ideolojik yapılar,his,algı ve sezgiyi de kontrol ederek,kitleleri istenilen politik ve sosyal hedeflere doğru yönlendirme olanağını elde ederler. Bundan dolayı aklın doğasını belirleyen genel bilgilerin ideolojik yapısı çok önemli olup, toplumsal akıl süreçlerinin başkalarının eline geçmesini önlemek için, ideolojik mücadeleden başka bir yol yoktur. O zaman kişinin yeni bir tutum alabilmesi ve toplumsal özdeşleşme içerisinde olduğu ideolojik ve siyasi kesimlerden kopabilmesi ve farklı bir siyasi tercihe sürüklenebilmesi için,önce ideolojik yapısının çözülmesi ve daha sonra da "güçlü" bir algı yaratımı aracılığıyla bu ideolojik yapının değiştirilerek yeni bir tutum yaratımına yolaçılması sağlanmalıdır. Düşman görülen güçlerin toplumsal temellerinin daraltılması yani onları destekleyen kitlelerin onlardan koparılması için iki şey gereklidir.Bunlardan birincisi, kitlelere yanlış yerde durdukları hissi ya da algısı vermektir.İkincisi ise kitlelerin özdeşleştikleri siyasal çizginin kadrolarının "yanlış işler" yaptıkları algısının oluşmasını sağlamaktır.Birincisi politik aldatma yoluyla elde edilir, ikincisi ise komplo aracılığıyla elde edilir.Birincisinde psikolojik savaşın direk güçleri kullanılırken,ikincisinde bu savaşın dolaylı güçleri kullanılır. Normal bir insanın denge konumunu sürekli koruyabilmesi için ilk gereksinim duyduğu şey bulunduğu konumu sürekli bilmesidir.Yönünü ise böylece sürekli bulunduğu konuma göre belirleyebilmektedir.Böylece kişinin denge hali,sürekli olarak bulunduğu konum ile bu temelde elde ettiği yön sayesinde mümkün olabilmektedir.Kişi bulunduğu konumun bilgisini kaybettiği andan itibaren,yön duygusunu da kaybeder ve bunu ise "kaybolmak" kavramıyla ifade eder. Kaybolan bir kişi bulunduğu yeri bilmeyen bir kişidir ve bundan dolayı da sürekli olarak bir yön arayışı içerisindedir.Bir kişinin davranışının tümünü sürekli olarak iki temel biçime indirgemek mümkündür.Bu sürekli kendini konumlandırma ve bu temelde yönelmedir.Bütün kişi davranışlarında bu kendini konumlandırma ve yönelme durumu yatmaktadır.Bundan da kolaylıkla anlaşılır ki, kendi konumunu şu ya da bu şekilde kaybeden bir kişinin yönlendirilmesi de kolay olur. Kişisel düzlemde doğru olan bu durum, toplumsal düzlemde de doğrudur.Kişi toplumsal olarak da kaybolabilir ve hatta AKP-Cemaat İttifakı'nın Ergenekon Komplosu'nda ve son olarak Erdoğan'ın 15 Temmuz komplosunda olduğu gibi,kitlelerin bu kaybolma durumu politik aldatma yoluyla bizzat hazırlanabilinir de. Bir kişi kendi çevresindeki olay ve olgularla ilişkilerini kendi toplumsal konumuna ve bu konumun referanslarına göre yapar.Kendi toplumsal konumunun referanslarından hareketle yönünü ve ilişkilerini tayin eder ki,bulunduğu toplumsal konum da belirli bir toplumsal bilinçlenme sonucunda oluşmuştur.Kişinin toplumsal ilişkilerinin yönü,toplumsal konumunu oluşturan değerler sisteminin yapısına temelden bağlıdır.Kişi çevresindeki bütün olaylara, kendi toplumsal konumunu oluşturan bu değerler temelinde yaklaşır. " Birey içinde yeraldığı çevre ile uyum sağlayabilmek için öncelikle kendi konumunu belirlemelidir.Böylece kendi konumundan hareketle dış çevresindeki olgularla, olaylarla, durumlarla, nesnelerle ve diğer bireylerle ilişkilerine yön verebilir,kendi yerini, dolayısıyla üstlenmesi gereken rol ve işlevlerini belirleyebilir.Bireyin kendi rol ve işlevlerini belirlemesi,aynı zamanda çevresindeki olgu,olay, durum,nesne ve diğer bireylerin rol ve işlevlerine ilişkin ayrımları da kolay yapabilmesi,dolayısıyla da onların konumlanış ve duruş biçimlerine ilişkin değerlendirmeler yapabilmesi yetisini geliştirmesini de kolaylaştırır.Bu da onun çevresiyle ilişkilerini düzenlemesinde büyük önem taşır. (Prof.Metin İnceoğlu,a.g.e.s.9) Kişinin toplumla kurduğu ilişkileri yeniden düzenlemek ve onu başka bir toplumsal kulvara doğru yönlendirebilmek için önce onu kendi değerler sistemi ve bu değerler sisteminin temsilcileri ya da etkisinde bulunan kitlelerle çatışmaya götürecek bir toplumsal konuma sürüklemek gerekir.Kişi kendisine yeni bir toplumsal konumlanma ihtiyacı hissettiği ya da bu konumlanmayı temsil ettiğine inandığı bir toplumsal merkez bulduğuna inandığı andan itibaren, eski değerler ve bu değerlerin taşıyıcıları ile çatışmaya başlayacaktır. Burada temel mesele,kişinin bulduğunu sandığı yeni toplumsal merkezin ne kadar samimi olduğu ne kadar olmadığı meselesidir.Söz konusu politik ve iktidar mücadelesi olduğu zaman, taktik yaklaşım ve açılımlar her zaman sözkonusudur. Ergenekon Komplosu'nda AKP-Cemaat İttifakı'nın kendi tabanları dışında ve özellikle "Merkez Sağ" denilen siyasi kesimin tabanını da kendi siyasal çizgilerinin kanatları altına almak için başvurmuş olduğu liberal taktikler, belirli bir kitlenin kendi toplumsal konumlarını farklı algılamalarına neden olmuştur. Halbu ki ne bu kitlelerin gerçek konumlarında bir değişme olmuş ne de komplocuların gerçek konumlarında ve siyasi niyetlerinde bir değişme olmasına rağmen,Türkiye'de bir kısım kitle (bunlar içerisinde bir kısım muhafazakar ve liberal aydınlar da vardır) kendi toplumsal konumlarının "koordinantlarını" kaybetmişler ve bundan dolayı toplumsal yönlendirilmeleri kolaylaşmıştır. Özellikle toplumsal konumlarında bu kayma hissine neden olan durum, AKP-Cemaat İttifakı'nın kendi gerici ve muhafazakar çizgilerini taktik olarak liberal bir çizgi ile örtme anlayışları ve bu temelde AB'ye üyeliğin liderliğini ele geçirmiş olmalarıydı. AKP-Cemaat İttifakı'nın AB'ye üyelik söylemi,Türkiye'de bir kısım kitlenin kendi toplumsal konumlarını kaybetmesine neden olmuştur. Komplocuların bu söylemine doğru bir yönelim oluşturarak,daha önceki siyasi ve toplumsal yönelimlerinden kısmi olarak uzaklaşan bu kitle,giderek bir toplumsal karmaşanın ortasına düşerek kayboldular.AKP kendi Milli Görüş çizgisini terketmeden,"Merkez Sağ"ın büyük bir kitlesini, kendi Milli Görüş tabanının üzerine koymayı başardı.Kitlelerin AB üyeliği aldatma taktiğiyle kendi bulundukları konumlarına yabancılaştırılmaları ve bu temelde kısmi bir denge kaybına uğratılmaları,onların yönlendirilmelerinin başlangıcını oluşturmuştur. AKP kendi Milli Görüş çizgisini değiştirmeden, sırf politik aldatma yoluyla kendi tabanı dışındaki bu Merkez Sağ kesimin tabanını nasıl elde etmiştir? Bir kişisel tecrübemizden örnek vererek analizimize devam edelim.Bir çok kişi vereceğim şu örneği yaşamıştır: Ters istikamete giden ve geçici olarak yanyana duran iki tren ya da otobüslerden birisinin içerisinde bulunan bir kişi,kendi treni ya da otobüsü hareket etmediği halde diğer tren ya da otobüs yavaş yavaş hareket etmeye başladığı zaman sanki kendi binmiş olduğu tren ya da otobüsün hareket ettiği hissine kapılmış olur.Bu hissi yavaş yavaş hareket eden tren ya da otobüsten gözünü ayırmadığı zaman genellikle yaşar.Hız artmaya başladığı zaman da kendisinin durduğunu ve karşısındakinin hareket etmekte olduğu bilincine varır. Peki hareketin başlarında kendi treni ya da otobüsü hareket etmediği halde böyle bir algı yanılsamasını niçin yaşar? Gözünü karşısındaki tren ya da otobüsten ayırmayan kişinin bilinci, görme duyumunun neden olduğu algı sürecinden dolayı,bir an için kendi bulunduğu konumu geri plana iter ve geçici olarak kendi konumunu unutur. Bunun nedeni düşüncenin aynı anda iki noktaya odaklaşamamasıdır.Görme duyumu ve bu duyumun gönderdiği bilgilerle meşgul olan düşünce,bir an için kendi bulunduğu konumu düşünmeyi bıraktığı için,karşı tarafta hareket eden aracın kendi aracı olduğunu sanır.Düşünce yapısı gereği bir noktaya odaklanabildiği için, aynı anda varolan iki noktadan birisini sürekli seçer. Genellikle düşüncenin odaklandığı nokta,diğerine göre daha uyarıcı ve aktif olandır.Oturma konumu pasif bir konumdur ama gözler aracılığı ile karşı taraftaki aracı tarama daha aktif bir konum oluşturduğu için,düşünce kendisini daha aktif olana yoğunlaştırarak daha pasif olan noktayı geçici olarak geri plana iter. AKP-Cemaat İttifakı'nın Ergenekon Komplosu'ndaki AB savunusu ile kitlelerin düşüncelerini ve dikkatlerini kendi üzerlerine çekmeleri ve bu temelde kitlelerin geleneksel toplumsal konumlarını oluşturan referansları bir an için geri plana itmelerini sağlamaları yan yana duran ve ters istikamete giden iki tren ya da otobüste duran ve de hareket ettiği yanılsamasına kapılan kişinin durumuna benzemektedir.AKP-Cemaat İttifakı,Türkiye'yi AB'nin tam tersi olan bir istikamete doğru sürüklerken,kitlelere sanki AB'ye doğru gidiyorlarmış hissini vermişlerdir.
Aynı durum 15 Temmuz komplosunda da yaşanmıştır. AKP'nin ve Kemalist generallerin birlikte devletin özel kuvvetlerini kullanarak tezgahladıkları 15 Temmuz komplosu, "bir darbe tehlikesi yaratarak", kitlelerin kendi konumlarına yabancılaşmalarına ve AKP-Ordu ittifakının siyasi kanatlarının altına doğru itilmelerine neden olmuştur. "Darbe tehlikesi" ve bunun etrafında psikolojik harekat yöntemleriyle yaratılan korku, kitlelerin kendi konumlarını ve değer sistemlerini bir an için geri plana itmelerine neden olmuştur. AKP kendi çizgisinden ödün vermediği halde, "yapay darbe" ile halkı ve aydınları korkutarak pasifize etmeyi başarmıştır.
Psikolojik savaşın hedeflerine uygun bir şekilde, MHP tam AKP'ye bağlanmış, CHP'nin tarafsızlığı taktik adımlar ile sağlanmış ve PKK, HDP, HBDH ve Gülen Cemaati de tamamen darbenin hedefi haline getirilmiştir.Hatta daha sonra AKP, Gülen Cemaati'ne yaptığının aynısını Ordu ve CHP'ye de yaparak, 15 Temmuz komplosu başarıya ulaşır ulaşmaz, Kemalistleri de devlet içerisinde tasfiyeye başlamıştır. Politik aldatma komplonun birinci ayağıdır.Politik aldatma ile kitlelerin tamamen kazanılması ve ikna edilmeleri yeterli değildir.Politik aldatma sayesinde komplocular,kitleleri sadece belirli bir süre için kazanırlar ya da en azından tarafsız hale getirebilirler.Bu politika, aldatmaya dayalı olduğu ve sürdürülemeyeceği için kitleler kısa bir süre sonra eski siyasal tercihlerine geri döneceklerdir.İşte komplocular kitlelerin eski politik tercihlerine geri dönüşünü engellemek için,politik aldatmayı, psikolojik hareketin temeli olan komplolar ile birleştirdiler/ birleştirmektedirler. Komplolara dayalı bu ikinci psikolojik hareketin amacı, bir yandan daha önce kazanılmış olan kitlenin geri dönüşünü engelleyerek AKP saflarında kalmasını sağlamak yani bu desteği konsolide etmekken, öte yandan düşman görülen unsurların komplolarla bastırılarak, kitlelerini psikolojik yönden baskı altına alarak en azından tarafsız hale gelmesini ya da çözülüşünü sağlamaktır.Bir yandan komplo ile düşman unsurlarının zinde unsurları bastırılırken,bu bastırma aynı anda bu sözde düşman unsurlarıyla felsefi,ideolojik,politik ve psikolojik bağa sahip olan kitlelerin, onlarla kopuşu için de kullanılmaktadır. Düşman görülen kesimlerin zinde unsurlarının komplolar ile hem siyasi hem de kişisel yüz kızartıcı suçlarla ilişkilendirilmeleri (örneğin fuhuş çetesi, casusluk, adam öldürme, sürekli darbe teşebbüsü içerisinde olma vs. gibi) aynı zamanda düşman görülen kesimlerin kendi toplumsal kitleleriyle de aralarının açılması ve ilişkilerinin toplumsal ölçekte koparılmasıyla da içiçe geçirilmiş bir durumdur.Düşman görülen siyasi kesimlerin zinde unsurlarının komplolar yoluyla bastırılmasıyla,onların kitlelerinin onlardan koparılarak başka siyasi tercihlere yönlendirilmeleri süreci, bir madalyonun iki yüzü gibidir. Böylece ilişkilendirme (zinde unsurlar) ile yönlendirme (kitleler), Ergenekon Komplosu ve 15 Temmuz Komplosu'nda sürekli birbirine besleyen iki uç olup,AKP'nin psikolojik savaşının iki ana unsurudur.Bundan dolayı Ergenekon ve 15 Temmuz Komplosu'nda İlişkilendirme ve Yönlendirme algılarının hangi mantığa ya da metoda göre ele alındığını anlamak büyük bir önem arzetmektedir.Çünkü komplocular istedikleri İlişkilendirme ve Yönlendirme algılarını oluşturarak, kitleleri istedikleri siyasal hedeflere doğru taşımaya çalışmışlardır.Kitleleri "yapay darbe" tehlikesiyle kendilerine doğru çeken ya da yüzlerini kendilerine dönmelerini sağlayan komplocular,komplolar ile oluşturdukları ilişkilendirme algısını da kitleleri yönlendirmelerinin temeli yaparak,toplumsal güç dengesinin tamamen kendi leyhlerine ezici bir şekilde dönmesini sağlamışlardır. Liberal değerler ve bu temelde AB üyeliği siyasal propagandası (Ergenekon Komplosu döneminde) , Gülen Cemaati tehlikesi propagandası (sonraki dönemde) , toplumsal ölçekte güç dengesinin köklü bir şekilde değişmesi için hiçbir zaman yeterli değildir.Çünkü propaganda, karşı-propaganda ile az çok dengelenebilir ve "silahların eşitliği" tekrar kurulabilir.Ancak komplo ile "suçun imal edilmesi"ni ve bu "suç" ile belirli kesimlerin ilişkilendirilmesini herkes yapamaz ve bundan dolayı da bu "silah eşitsizliği"nin büyük bir siyasal eşitsizliğe ve farka yolaçmasını da kimse önleyemez.Bu temelde kitlelerde yaratılan algı,kesin ve sonuç alıcı bir yere sahiptir.Çünkü kitlelerin inanç sistemlerinin temellerini paramparça edecek ve onları düşünsel bir karmaşa ortamına düşürecek olguların yaratım süreci ile karakterizedir.
|