
PKK-KDP İLİŞKİLERİ YA DA KDP'Yİ "KAZANMAK" (II) K.Erdem
4-KDP'nin Bugünkü Politikasında PKK Ne Kadar Sorumludur?
PKK ile Kürt işbirlikçi burjuva sınıflar arasındaki ilişkilerde en önemli sorun şudur: Bu ilişkiler tarihsel olarak farklı bir evrim izleyebilir miydi? Özellikle PKK ile KDP arasındaki ilişkilerde sorun tam olarak nereden kaynaklanmaktadır? Bugünkü ilişkilerdeki olumsuzluğun ne kadarı taraflardan kaynaklanmaktadır?
PKK ile KDP arasındaki sorunun kaynağını ortaya çıkardığımız andan itibaren, çözümünün ne olması gerktiği de kendiliğinden ortaya çıkacaktır.Ama sorunun kaynağı doğru belirlense dahi, uzun yıllardan beri ortaya çıkmış olan politik atmosfer ve yaratılan kültürü aşmanın zorluğu da ortadadır. Soruna bilimsel yaklaşım zorunludur.Bilimselliğin dışında KDP ile PKK ilişkilerinin ele alınması yanlıştır.
KDP ile YNK'nin PKK tarafından, gerek Kürt ulusunun birliği noktasında gerekse de Kürdistan ve bölge devrimi noktasında yönetilmesi (burada yönetim örgütsel ilişkiler anlamında değil, tarihsel olarak onları çekip çevirme anlamında yani yönlendirme anlamında kullanılmıştır) zorunludur. KDP ile YNK'yi kendi stratejik hedefleri doğrultusunda yönetemeyen PKK'nin tarihsel başarısı mümkün değildir. Bugün PKK'nin en önemli sorunu KDP'yi yönetememesidir yani onu istediği politikaya kanalize edememesidir.Bu da nedensiz değildir.
Bugünkü ilişkilerdeki olumsuzluk paradoksal bir şekilde PKK tarafından hazırlamıştır. Problemin kaynağı görünenden çok daha farklıdır ve ancak teorik dünya içerisinde görülebilecek ve bu teorik dünyadan somut dünyaya çekilecek doğru vektörler sayesinde mümkündür. Teorik dünyadaki ilkelerde varolan yanlışlıkların, eksikliklerin ve zaafların ise somut dünyaya izdüşümlerinin yanlış olacağını söylemeye ise gerek yoktur.
Devrimci hareketin perspektifinden baktığımız zaman, normalinde KDP'nin PKK'nin etki çemberi içerisinde olması gerekmektedir.Ama paradoksal bir şekilde KDP, PKK'nin tek etki çemberi dışında değil, onun karşısında ve neredeyse ona düşman bir pozisyona sahiptir. Sorun şudur: KDP bu düşman pozisyona PKK tarafından mı itilmiştir yoksa KDP'nin tarihsel doğasının dışa vurumu mudur? Kandil'deki yoldaşlarımıza sorarsanız ikincisidir. Onlara göre KDP tarihsel "işbirlikçi" doğasını açığa vurmaktadır.Biz ise birincisinin olduğunu iddia ediyoruz. KDP bu çizgiye PKK tarafından itilmiştir.
Bu soruna biraz yakından bakalım.
Sorunu içiçe geçmiş ve birbirlerini etkileyen üç düzeyde ele almak gerekir. Bunlar: 1-) Uluslararası Gelenek , 2-) Bu geleneğin ilkelerini temel alan PKK, 3-) PKK'nin bu ilkeleri belirli bir konjonktürün somutluğuna uygulaması. Bu akıl yürütmeden çıkan temel sonuç şudur: eğer bir devrimci hareketin uluslararası gelenekten aldığı ve uyguladığı ilkeler yanlış ise, belirli bir konjonktürün somut ilişkilerine yaklaşımı da yanlış olacaktır. Bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalarak, PKK somutuna bunları uygulamaya çalışalım.
O zaman bir soru ile devam edelim: PKK ilk çıkışından itibaren nasıl bir uluslararası gelenekten beslendi?
Bir hareketin ideolojik yapısı , kaçınılmaz olarak onu uluslararası bir geleneğe bağlanmaya götürür. Gelenek, dünya devrim deneyimlerinin bir özetidir. İdeolojik bir disiplin yaratmak isteyen bir hareket, bu disiplinin temel ilkelerini tarihte yaşanmış olan başka ülke ve toplum deneyimlerinden çıkarmaya çalışır. Bu noktada, tarihte devrimci hareketin en büyük deneyimlerinden birisi olan Ekim Devrimi ve bu devrimin öncüsü olan Lenin ve Bolşevikler, dünya devrimci hareketi için bir referans kaynağı olmuşlardır. Bu referans kaynaklığı bugün de hala daha devam etmektedir ve ilk çıkışında PKK de bu geleneğin referanslarından yoğun olarak beslenmiş ve hem kendi ideolojik yapısına hem de politik strateji ve taktiklerine bu gelenekten aldığı ilkeleri katmaya çalışmıştır. Burada temel sorun bu ilkelerin ne kadar doğru ve ne kadarı yanlış olduğu idi.
Lenin ve Bolşevik geleneğin hatalarının kısa bir eleştirisini "Ekim Devrimi'nin Anatomisi" adlı kitabımda yaptım ve burada geniş bir analize gerek yoktur. Sadece bu geleneğin konumuz ile ilişkisi noktasında kısaca bir şeyler söylemek istiyorum.Çünkü PKK'nin yanlış KDP politikası, PKK'nin Bolşevik gelenekten almış olduğu bazı yanlış ilkeler içerisinde yatmaktadır. Onun için kavranması oldukça güçtür.Ama bir kere sorunun arka teorik ve tarihsel planı kavrandığı andan itibaren, atılacak adımların ne olması gerektiği kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Çünkü genellik ve bu genelliğin doğru kurulması ve tanımlanması, kendine uygun özellikleri kendiliğinden "doğuracak"tır. Onun içindir ki az yukarıda, PKK'nin KDP ile ilişkilerine bilimsel bir temelde yaklaşılması gerektiğini belirttim.
PKK'nin ilk çıkışında, Bolşevik geleneğe bağlı kalarak geliştirmiş olduğu program, strateji ve taktik bütünlük, PKK'nin yanlış KDP-YNK politikasının temelini oluşturur. Bolşevik geleneğin devrimci ilkelerine bütün devrimci hareket olarak (Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketi olarak) inancımız tam olduğu için, bu devralınan ilkeleri sorgulamıyorduk. Program,strateji ve taktik yapısını bu gelenekten alan PKK, Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan hedefi ile ortaya çıktı ve bu hedefi, sömürgeciliğe,feodalizme ve emperyalizme karşı mücadele ile birbirine bağlayan ya da içiçe geçiren bir çizgi oluşturdu.Dışarıdan bakıldığında oldukça devrimci görünen bu çizginin aslında tarihsel karşılığı yoktu. Nedeni hedefin yanlışlığından değil, bu hedefe gidiş biçiminin yani yol ve yöntemler ile emperyalist dünya sisteminin bazı özelliklerini hesaba katmayışında yatıyordu.
İki bloklu emperyalist dünyada, Bolşeviklerden alınan bürokratik devrim modeli, SSCB ve Çin'in varlığından dolayı, bir noktaya kadar başarı sağlayabiliyordu. Örneğin Vietnam devrimi böyleydi. Ama Sovyet Bloku'nun çözüldüğü ve yeni emperyalist dünya sisteminde bütün dünya ekonomilerinin ve siyasetlerinin karşılıklı bağımlılık temelinde giderek içiçe geçmeye başladığı bir dönemde, Bolşevizmin bürokratik devrim modeli büyük tarihsel açmazlarla karşı karşıya kaldı.
1990'ların başı, PKK için ilginç bir momentum oluşturdu. Sovyet Bloku ve bu blokun temsil ettiği bürokratik devlet kapitalisti yapılar çökerken, PKK tam tersine büyüme ivmesine giriyordu.PKK'nin Kürdistan özelindeki durumu ile onun dış genel durumu, ilginç bir şekilde birbirine ters bir şekilde gelişiyordu. Dış ilişkilerin yapısı daralırken, Kürdistan içindeki durumu daha da gelişiyor , halkın ve ulusun değişik tabakaları içerisindeki gücü daha da artıyordu. Bu politikanın en önemli sorunu giderek sürdürülebilirlilik oldu.Sovyet Bloku çökerken,PKK bu politikasını nereye kadar sürdürebilirdi? PKK 1990'lı yılların başlarında Kürdistan'da "şaha kalkarken" , uluslararası zemini de hızla kaymaya başlıyordu.
1990'lı yılların başlarında, Sovyet Bloku çökerken ama PKK'nin Kürdistan'daki güçleri büyürken, Bolşevizmin "ideolojik gözlükleri"ni kullanan PKK, feci bir hataya daha imza attı ve 1999 felaketine götüren süreci tetikledi: Kürt İşbirlikçi burjuvazisinin Güney Kürdistan'daki temsilcileri olan KDP ve YNK ile savaşa tutuştu. Bu savaşın asıl nedenlerine sonra tekrar döneceğim ama önce başka bir meseleyi ele almamız lazım.
Devrimci geleneğimizde, devrimci hedeflerimizi kesin ve net bir şekilde ortaya koymak ve sonra da bütün çabaları bu hedeflere bağlamak gibi bir hastalığımız bulunmaktadır. Bu hastalığın kökenleri tarihin derinliklerinde yatar ve aslında olgun olmayan bir hareketin ya da düşünsel olarak daha olgunlaşmamış bir hareketin tezahürünü oluşturur. Bu anlayıştan beslenen strateji ve taktik yapı oldukça katı olur ve konjonktürün değişimlerine kendisini adapte etmesi zor olur. 1990'lı yıllar PKK için böyleydi. Sovyet Bloku çökerken ve bölgede farklı çelişkiler önplana çıkarken, bu yeni duruma PKK adapte olamıyordu. Yeni konjonktüre adapte olabilmesi için PKK'nin "keskin" taraflarının törpülenmesi gerekiyordu. Bunun ise tek bir yolu vardı: devrimci çizginin üzerine dikkatlice liberal reformları yerleştirmek ve bu liberal reformlar üzerinden bölgede ve uluslararası alanda bütün güçler ile taktik ilişki içinde olmak.
Ama bu "keskin devrimci strateji"nin en önemli tahribatı, Kürt iç siyasetinde oldu ve bu yanlış strateji hem Kuzey'de hem de Güney'de Kürt işbirlikçi burjuvazisini tamamen sömürgecilerin kanatları altına itti. Devrimin anti-sömürgeci, anti-emperyalist ve anti-feodal çizgisi, Batı-Emperyalistlerini, gerici bölgesel devletleri, aşiretleri ve Güney'deki KDP ve YNK gibi hareketleri tek bir cephede biraraya getirme gibi ya da onları kendi aralarında PKK'ye karşı tek bir koalisyon oluşturma gibi bir politikaya itiyordu. Bu "keskin politika" PKK'nin düşmanlarını bir tek cephe içerisine yerleştiriyordu, PKK'nin müttefiklerini ise yokediyordu. Büyük bir düşman cephesi ile karşılaşan bir hareketin, belirli bir süre sonra büyük bir stratejik darbe yemesi kaçınılmazdır. Halbu ki savaşın en önemli hedefi, düşmanların tek bir cephe oluşturmasını engellemek ve bunun için güçlü bir stratejiye ve buna uygun taktiklere sahip olmaktır.
PKK'nin ilk çıkışındaki "keskin" politikanın Kuzey'deki sonuçları, aşiretlerin daha fazla devletin kanatları altına girmesine ve Koruculuk sisteminin gelişmesine neden oldu. Aşiretlerin, gericiliğin ve sömürgeciliğin Kürdistan'daki temel ayağı olduğu kabul edildi ve onlara karşı mücadele neredeyse sömürgecilere karşı mücadele ile aynı düzeyde ele alındı. Bir çok aşirete karşı girişilen silahlı saldırılar ve şiddet hareketi, bu aşiretlerin devlete doğru meyil etmelerine neden oldu. Büyük köylü kitlelerini kontrol eden aşiretler, köylülük ile PKK arasına bir "tampon" gibi girerek, PKK'nin etkisini azaltmaya çalıştılar.
Halbu ki Kürdistan devriminin asıl hedefi aşiretler ve Kürt işbirlikçi sınıfları değildi. Sömürgeciler ile Kürt işbirlikçi sınıflarının özenli ve itinalı bir şekilde birbirinden ayırdedilmemesi ve her ikisine de neredeyse aynı şiddetin uygulanmasının tarihsel sonuçları, ulusal hareketin tarihsel temellerinin zayıf kalmasına neden olmasıdır. Burada devletin bir söyleminin tersine çevrilerek uygulanması en doğru politikaydı. Devlet nasıl halk ile "terörist" birbirinden ayrılmalı ve halk içerisindeki "terörisler" temizlenmeli politikası uygulamak istiyorduysa aynı şekilde PKK de, sömürgeciler ile Kürt işbirlikçilerini birbirinden ayıran ve Kürt işbirlikçileri içerisindeki sömürgecileri hedef alan bir politika uygulamalıydı ve özellikle aşiretler ile Kürt işbirlikçi sınıflara karşı mücadeleyi, ideolojik ve politik araçlarla yapmalıydı. Burada şiddet zorunlu olmadıkça kullanılmamalıydı ve sadece savunma amaçlı devreye girmeliydi. Sömürgecilere karşı şiddet ama işbirlikçi sınıflara karşı, ideolojik ve politik mücadele temel alınmalıydı. Bu politika aşiretlerin ve Kürt işbirlikçi sınıfların hareketsiz tutulmasına neden olacaktı ve de en azından devlet için sağlam bir destek noktası teşkil etmeyeceklerdi.Devlet ile bu kesimler arasında ilişkilerin zayıf ve gevşek olması dahi, PKK için bir kazanç olacaktı ve de üstelik büyük köylü yığınlarının etkilenmesi de kolay olacaktı. Devrimin anti-feodal tarafının yanlış ele alınması, sömürgecilere doğru itilmemesi gereken toplumsal kesimleri sömürgecilere doğru itmiştir.
Kuzey'deki bu durum Güney'de ama özellikle de KDP ve YNK tarafından dikkatlice izleniyordu. Devrimin aşiretleri hedef alan anti-feodal tarafının gelişmesi, aşiret örgütlenmesi üzerine oturan ve gücünü buradan alan KDP ve YNK için bir korku kaynağıydı. PKK'nin Kuzey'deki bu keskin politikası geliştikçe ve güç kazandıkça, bu politikanın Güney Kürdistan'a taşınması kaçınılmazdı ve bu Güney güçleri için tam bir kabustu. 1980'li yıllarda KDP ve YNK'nin PKK'ye yanaşmasının nedenlerinden bir tanesi de PKK'yi ideolojik ve politik olarak etki altına alarak,onun katı aşiret karşıtı politikasını yolundan saptırmaktı. Ancak PKK bu tür yaklaşımlara sert bir karşılık verdi. PKK için aşiret karşıtı politika devrimci bir görevdi ve "Bolşevik Credo" bunu emrediyordu. KDP ve YNK'nin korkuları 1990'lı yılların başlarında gerçek oldu.
Şimdi yukarıda geçici olarak nokta koyduğumuz konuya tekrar dönebiliriz yani Güney savaşının gerçek nedenlerine. Burada yapacağımız analiz bir teorik akıl yürütmedir yani elimizde bu akıl yürütmeyi destekleyecek elemanlar mevcut değildir. Ancak az ileride, Cemal Yoldaş'ın (Murat Karayılan) kitabından yapacağımız bazı alıntılar ve bu alıntıların dikkatli analizi, bu teorik akıl yürütmemizi destekleyecek bazı kanıtlar sunabilir.
Kanımızca Güney Savaşı'nın görünen nedenleri ile gerçek nedenlerini birbirinden ayırdetmek gerekir. Görünen neden, Kürt Federe Devleti'nin Çekiç Güç'ün koruması altında kurulması ve Türkiye'nin bu devlete onay vermesi için de KDP-YNK'nin bu devletin sınırları içerisinde bulunan PKK güçlerini buradan çıkarmasıydı.PKK'nin Kürt Federe Devleti'nin sınırları dışarısına çıkarılması ile bu devletin Türkiye tarafından tanınması eş tutulmuştu. Türkiye'nin onay vermediği bir Kürt Federe Devleti yaşamayacaktı ve Türkiye ile sorun istemeyen Batı'lı devletler de KDP ile YNK'ye Türkiye ile anlaşmalarını öğütlemişlerdi.
Kürt Federe Meclisi açıldığı zaman aldığı ilk kararlardan bir tanesi, PKK'nin bu devletin sınırlarının dışına çekilmesi gerektiği ültimatomu oldu. Bütün sorun PKK'nin bu Meclis kararına ve ültimatoma karşı nasıl tavır alacağıydı.PKK bu kararı tanımadığını ve bulunduğu yerleri terketmeyeceği kaşılığını verdi, ki bunun anlamı savaştı.
Burada hiç kuşkusuz temel sorun, PKK'nin KDP ve YNK bloku ile savaşa sürüklenirken ve kendisine sunulan savaşı kabul ederken gerçek motivasyonlarının neler olduğu sorunudur. Hiç kuşkusuz bunu bilenlerin başında Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan yani Başkan bulunmaktadır. PKK'nin KDP ve YNK ile savaşa sürüklenmesi yanlış bir politikaydı ama bu politika PKK'nin ideolojik yapısı içerisinde başından beri varolan bir durumdu.
Sonda söyleyeceğimiz şeyi başta söyleyelim: PKK'nin KDP ve YNK bloku ile savaşa sürüklenmesi, PKK açısından bir zorunluluk değil, bir tercihti. Örneğin sömürgecilere karşı savaş bir zorunluluktur ve bundan kaçış yoktur ancak KDP ve YNK ile savaş bir zorunluluk değil bir tercihti. Peki PKK açısından bu tercihe neden olan faktörler nelerdi? Bu faktörler öznel ve nesnel olmak üzere iki temel özellikten beslenmiş ve birbirlerini koşullandırmıştır.
PKK'nin KDP ve YNK bloku ile savaşının öznel faktörü, onun Bolşevik gelenekten almış olduğu devrimin karakteri ve bu karakteri gerçekleştirecek olan toplumsal güçlerin yanlış ele alınmasından kaynaklanır. Devrimin anti-emperyalist, anti-sömürgeci ve anti-feodal karakteri, bütün "anti"leri oluşturan sınıfların tek bir cephede birleşmesi gibi tuhaf bir duruma yolaçmıştır. Burada sorun kesinlikle ama kesinlikle,bu sınıfların karşıya alınması sorunu değil, bu sınıflara karşı elde edilecek doğru "politik açılar" meselesidir. Temel düşmana karşı savaşılırken diğerlerinin nasıl hareketsiz tutulacağı ve aralarındaki ittifak ilişkilerinin nasıl yokedileceği meselesidir.Ama PKK'nin ilk çıkışındaki söylem ile strateji ve taktikler, paradoksal bir şekilde bütün düşmanların bir tek cephede toplanmasına neden olmuştur.Başkan bu durumu 1999'dan sonra görmüş ve geliştirmiş olduğu yeni hareket tarzında bu noktaya çok dikkat etmiş ve bu temelde yeni taktikler geliştirmiştir.
KDP ve YNK ile savaşın nesnel faktörleri ise, 1990'lı yılların başlarında Ortadoğu'da ortaya çıkan siyasi gelişmeler içerisinde yatmaktadır. PKK 1980'lerin sonları ve 1990'lı yılların başlarındaki gelişmeleri yanlış analiz ederek, bu gelişmelerden yanlış sonuçlar çıkarmıştır.Ama bunun nedeni de yine Bolşevik gelenekten alınan yanlış ideolojik koşullanmadır.
KDP ve YNK'nin Halepçe katliamından sonra zayıflamaya başlamaları, Irak'ta Saddam'ın Kuveyt işgali sonrası Uluslararası Koalisyon güçleri ile savaşa tutuşmasından sonra Güney Kürdistan'dan güçlerini kısmi olarak çekmesi ve bir boşluğun ortaya çıkması ve PKK'nin 1980'li yılların sonları ile 1990'lı yılların başlarında muazzam derecede büyüyen siyasi ve askeri yedekleri, artık Güney Kürdistan'a yerleşme zamanının geldiği sonucuna yolaçmıştır. PKK KDP-YNK blokunun Federe devletin kuruluşu ile kendisine verdiği ültimatomu, savaş için bir bahaneye çevirmiştir.
KDP-YNK bloku Federe devlet için buna mecburlardı.Onlar belki de PKK'nin bu durumu doğru okuyacağını ve anlayışla karşılayacağını ve de PKK'nin manevra yaparak Federe devletin sınırlarını terkedeceğini umuyorlardı. Ama PKK'nin Güney ile ilgili niyetlerinin farkında oldukları için de savaş hazırlıkları da yapıyorlardı.
Federe Devletin oluşumu ile ilgili olarak çoğu zaman yanlış olan şu analiz yapılır: Güney Kürdistan Federe devleti, PKK'nin tasfiyesi karşılığında Türkiye ve emperyalistler tarafından KDP-YNK blokuna sunuldu. Bu yanlıştır ve olayların bu şekilde ele alınması, gerçek nedenleri görmemizin önünde bir engel oluşturabilir.
KDP ile YNK, Güney Kürdistan Federe Devleti'ni hiçbir zaman PKK'nin tasfiyesi ile eşanlama gelecek bir şekilde ele almamışlardır. Ama PKK'nin katı YNK ama özellikle de KDP politikasını Türkiye çok iyi gördü ve PKK'nin Güney'e yerleşme çabalarının da KDP-YNK bloku ile PKK'yi savaşa sürükleyeceğini iyi anladı.Türkiye'nin Federe Devleti kabul etmesi, KDP-YNK bloku ile PKK arasındaki çelişkileri keskinleştirme ve birincileri daha çok kendisine bağlama taktiğiydi, ki PKK'nin yanlış ideolojik ve politik çizgisinin Türkiye tarafından doğru okunmasının sonucuydu.
Güney Savaşı'nın PKK'nin Güney Kürdistan'a yerleşme ve bu temelde KDP ile YNK'yi tamamen kendisine bağlama ya da tasfiye etme politikası perspektifinden geliştiği analizine kanıtlarımız, Cemal Yoldaş'ın (Murat Karayılan) kitabındaki şu bölümlere dayanır:
"Önderlik bu kongrede Botan-Behdinan savaş hükümetini ilan etme projesini geliştirmişti. Çünkü Körfez krizi alabildiğine tırmanış göstermişti. Saddam , Behdinan tarafından güçlerini önemli oranda çekince, buralarda bir denetim zayıflığı gelişmişti. Bu alanda güçlerimizin belli bir yoğunlaşması gelişmiş ve halk desteği giderek artmıştı. Aslında Botan-Behdinan savaş hükümetini ilan etmenin koşulları gelişmişti. Hatta "91" yılı boyunca bu koşullar her geçen gün daha da olgunlaşacaktı.
Kongrenin aldığı en önemli kararlardan biri kurtarılmış alanlar oluşturma kararıdır. Bu açıdan üzerinde en fazla yoğunlaşılması gereken perspektif, kurtarılmış alanlar oluşturmaya yönelmekti. Esas olarak gerillanın buna gücü de yetmekteydi. Çünkü o zaman Kürdistan'ın dört parçasında en etkili gelişen gerilla hareketi PKK'dir.
Güney Kürdistan'daki Peşmerge hareketi 1988 Halepçe katliamıyla beraber önemli oranda Güney Kürdistan'ı terketmiştir. Bir kısmı Kuzey Kürdistan'a, bir kısmı da İran tarafına çekilmiştir. (...) (Körfez) Savaş durunca Saddam güçlerinin yeniden Güney Kürdistan'ın iç hatlarına doğru yönelmesi üzerine Güney halkı yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıya kaldı. (...) Uluslararası güçlerin BM öncülüğünde kurdukları Çekiç Güç ile 36. paralelin kuzeyinde güvenli bölgenin oluşturulması sonucu Saddam güçleri çekilmek zorunda bırakıldı.
Bu açıdan "Güney Savaşı" önemli bir dönüm noktasıdır. Bu dönemde PKK'nin yapması gereken hamleyi Türk devleti yapmıştır. Türk devleti bu dönemde dersine iyi çalışmıştı. Bir taraftan uluslararası güçlere PKK'den gelebilecek tehlikeleri anlatarak, NATO'yu arkasına almayı başarmış, diğer taraftan bu güçlerin desteğiyle Güneyli güçlere yakın ilişkiler geliştirmişti. (...) Önderlik gelişecek süreci önceden görmüştü. Feryat edercesine talimatlar vermekteydi. Taktik önderliğin rolünü oynamayacağını gördükçe, bu sefer PKK'ye karşı savaşı başlatanlar mağlup edilebilirse, o zaman yeni bir hamle başlatırız, eksenini ön plana çıkarmıştı. PKK savaş öncesi yeni bir hamleyi başlatacak öncelikli adımı atmamıştı. Bu durum Türk devletine yeni bir adım atma fırsatını doğurmuştu. Bu sefer PKK'ye düşen , Türk devletiyle beraber aynı cephede buluşan KDP ve YNK'nin attığı adımı boşa çıkarmaktı. Bu biçimde çok keskin bir direnme kararı ile Güney savaşı karşılandı.
İlk başlarda KDP ve YNK'nin PKK'ye karşı çok kapsamlı bir yönelim gerçekleştirebileceklerine fazla ihtimal verilmiyordu. (...) PKK'nin oluşum ve mücadele perspektifi Kürt halkının özgürlüğüne dayandığı için, sürekli Kürtler arası çatışmadan kaçınmayı ilkesel bir yaklaşım olarak görmüştür. Ancak PKK hangi düzeyde olursa olsun asla dayatmayı kabul etmeyen bir yaklaşımı da ilkesel düzeyde ele almıştır. Bunun karşısında Güneyli güçler iradi bir duruş ve bağımsız bir örgütlenmeye dayanmadığı için baştan günümüze kadar sürekli yönlendirmeye açık bir çizgi izlemişlerdir.
1992 yılında uluslararası konseptin gereği olarak KDP ve YNK Türk devleti ile anlaşarak PKK'ye karşı savaş ilan etti. (...) Xakurke yönetimi ısrarla, "Üzerimize gelirlerse direniriz ve onları yenme gücüne sahibiz , bu temelde Güney'de iktidarlaşırız" yaklaşımı sergiliyordu. Diğer alanlarda direniş bu temelde örgütlendirildi. (...) KDP ve YNK'nin yenilgiyle yüzyüze geldiğini gören Türk devleti, hazırda belirttiği güçleriyle , ani ve kapsamlı güçlerle Kuzey'den saldırıp geniş bir hat üzerinden bir cephe açarak savaşın gidişatına müdahale etti." (Murat Karayılan, Bir Savaşın Anatomisi, Kürdistan'da Askeri Çizgi)
Cemal Yoldaş'ın kitabından yaptığımız yukarıdaki alıntıdan çıkan sonuçları, maddeler halinde alt alta koymaya çalışalım: 1- Güney Savaşı'ndan ÖNCE zaten PKK Kongre'de, Botan ve Behdinan'da Savaş Hükümeti kurma kararını almış durumdadır.Behdinan'ın Savaş Hükümeti projesi içinde yeralmasının, KDP ve YNK ile savaş anlamına geldiğini kim anlamaz! KDP ile YNK , PKK Kongre kararlarının kendileri için bir tehdit olduğunu bal gibi biliyorlardı. Kuzey'de PKK'nin kitle tabanının gelişmesinin ve PKK'nin Kuzey pratiğinin bir gün Güney'e sıçrayacağını da çok iyi biliyorlardı. PKK'nin Botan-Behdinan Savaş Hükümeti kararı, KDP-YNK bloku ile savaşın habercisidir.
2-Cemal Yoldaş , "Xakurke yönetiminin direniş kararının genel bir direnişe" dönüştürüldüğünü ve Güney Savaşı'nın böyle karşılandığını belirtiyor. Buradaki diplomatik dile hem saygı duyuyorum hem de anlayışla karşılıyorum. Ancak Merkezi Yönetim, Xakurke Yönetimi'ni izlememiştir tam tersine Xakurke Yönetimi Merkezi Yönetim'in direktiflerini yerine getirmiştir. Çünkü Merkez'de savaş yönünde güçlü bir irade olmaksızın yerel yönetimin bu kadar önemli bir konuda insiyatif geliştirmesi zordan öte neredeyse imkansız bir durumdur. Kısacası "kazanırsak eğer Güney'de iktidarlaşırız" anlayışı, PKK'yi Güney Savaşı doğrultusunda motive etmiştir.
3-PKK'nin Güney Savaşı'nı motive eden bir diğer faktör ise PKK'nin olağanüstü derecede büyüyen yedekleridir.Bu dönemde binlerce gerilla savaş alanındayken, binlerce kadro da eğitim alanında bulunmaktaydı ve PKK siyasi alandan (Bütün dört parça Kürdistan'dan Türkiye ve Avrupa'ya kadar uzanan coğrafyada) askeri alana binlerce kadro aktarma gücüne ulaşmıştı. Bu durum PKK'nin yedeklerini büyütmüş ve büyüyen bu yedekler siyasi ve askeri hedeflerin büyümesine neden olmuştur. Başkan giderek büyüyen bu güçlere yeni politik ve askeri hedefler aramaya başlamış ve bu yeni hedefleri de Kongre kararlarında belirlenen hedeflere göre yapmıştır yani Botan-Behdinan Savaş Hükümeti doğrultusunda.PKK'nin büyüyen yedeklerinin Güney Savaşı üzerinde önemli bir motivasyon unsuru olduğu su götürmez bir gerçektir.
Bütün bunlardan çıkan sonuç, Güney Savaşı'nın PKK açısından bir zorunluluk değil, bir tercih olduğudur. Bu tercih , PKK ile KDP-YNK bloku arasındaki tarihsel yarılmayı daha da arttırmış ve bu sonuncularda, PKK'nin ilk fırsatta kendilerini yokeceği tarihsel korkusuna yolaçmıştır. KDP ile YNK, Güney Savaşı ile PKK'nin gerçek niyetlerini öğrenmişler ve PKK'nin kendilerine karşı düşmanca yaklaşımlarından tamamen emin olmuşlardır.Bu andan itibaren de daha fazla dış destek aramaya ve PKK karşısında daha dikkatli hareket etmeye başlamışlardır.
PKK'nin 1984- 1999 arası pratiği ile 1999- 2012 arası pratiğini karşılaştırmak oldukça ilginç, ilginç olduğu kadar da öğretici olacaktır. 1999'dan sonra PKK, Kuzey'de aşiretlere karşı Güney'de de KDP ile YNK'ye karşı yaklaşımını değiştirmiş ve bunun sonucunda önemli tarihsel kazanımlar elde etmiştir.
1999 sonrasında PKK, Kuzey'de aşiretlere karşı şiddet yöntemlerini neredeyse terketmiş ve bunun yerine daha çok yumuşak araçları yani ideolojik ve politik mücadeleyi öne çıkarmış, DTP,BDP ve HDP gibi yasal araçları kullanarak aşiretlerin PKK karşıtı politikasını törpülemiş ve bunun sonucunda birçok aşiret tabanı, Kuzey'de HDP çizgisinde gelişen hareketin kitle tabanını oluşturmaya başlamıştır.PKK'nin aşiretlere karşı izlediği yumuşama politikasına, aşiretler aynı yumuşama ile karşılık vererek HDP çizgisine daha çok yaklaşmışlardır. Bu da bu çizginin devam etmesi halinde, aşiretlerin zamanla devletle aralarına daha çok mesafe koyacağı anlamına gelmektedir. Elbette burada bir eğilimden bahsediyoruz ve bütün aşiretlerin böyle davrandığını iddia etmiyoruz. Ama PKK'nin siyasi taktiklerindeki bu değişimin aşiretlerde bir değişime neden olduğu da bir gerçektir.
Burada bir başka noktaya da parmak basmak gerekmektedir.O da , Kuzey'de Koruculuk sistemi ile devlete bağlanan aşiretlerin ezici kesiminin, KDP ve YNK'ye olan sempatileridir.Güney'de KDP'nin daha fazla karşıya alınması ve düşmanlığın artması, Kuzey'deki bu aşiretleri daha fazla devlete doğru iten bir yaklaşıma da neden olmaktadır.
Aynı durum Güney'de KDP ile YNK arasındaki ilişkilerde de görülmektedir. 1999 sonrasında PKK'nin eski keskin söylemini yumuşatması ve yeni paradigma temelinde daha esnek ve çok taraflı bir taktik yaklaşıma geçmesiyle ve yine Güney'de KDP ile YNK'nin hegemonyasını kabul etmesiyle ve de diplomasiyi daha çok öne çıkaran bir politik yaklaşım geliştirmesiyle birlikte, KDP ile YNK de aynı yumuşama ile PKK'ye karşılık vermişlerdir.Bunun sonucunda taraflar arasındaki 1990'lı yıllardaki gerilim düşmüş ve daha olumlu bir politik atmosfer ortaya çıkmıştır. Özellikle KDP ile olan gerilim Rojava devriminden sonra yine ortaya çıkmış ve ilişkiler 1990'lı yıllara dönmeye başlamıştır.
Bu gerilimin en önemli nedeni, "Yeni PKK"nin "Eski PKK"nin retoriğine dönmüş olmasıdır.Rojava devrimi ve bu devrimin PKK tarafından yanlış ele alınması, özellikle KDP'nin PKK korkularını tekrar arttırmış ve KDP'nin PKK tarafından kuşatıldığı algısına yolaçmıştır.PKK Yönetimi'nin bazı yanlış açıklamaları ve söylemleri, sadece ateşe benzin dökmek anlamına gelmiştir. PKK'nin Rojava devriminden sonra KDP'yi yönetememesi ve bu yönde uygun taktik adımlar geliştirememesi, KDP'yi daha fazla dış güçlere ama özellikle de AKP'ye doğru itmiştir.KDP'nin AKP'ye itilmesi PKK'nin hatalarının sonucudur. PKK'nin Ortadoğu'daki stratejik derinliği, PKK'nin hatalarından dolayı KDP'de korkuya neden olmakta ve giderek bir çatışmaya doğru evrilmektedir. Burada bütün sorun PKK'nin KDP'yi doğru analiz edememesidir.
PKK'nin KDP'yi yanlış analiz etmesinin nedeni ise yanlış kapitalizm ve sosyalizm teorisidir.Zaten bu iki nokta, Başkan'ın paradigma değişiminin ideolojik olarak eksik kaldığı iki noktadır. Başkan özünde Bolşeviklerin kapitalizm ve sosyalizm teorilerini devralmış ve bunları derinlikli olarak sorgulamamıştır. Başkan "sosyalist ya da komünist ekonomiyi" kapitalizmin tarihsel düzeyine bakmadan, gelişmişlik derecesi düşük olan burjuva toplumlara da uygulanabilecek bir olgu olarak ele almaktadır.
Bu "acelecilik" bütün burjuva toplum unsurlarına karşı mücadeleyi hemen öne alma ve özellikle de KDP gibi uluslararası kapitalist devletler ile güçlü bağları olan partilerin Kürdistan'dan hemen yenilmesi gerektiği anlayışına neden olmaktadır.Bu bakış açısı KDP ile ilişkilerin gerginleşmesinin temel nedenlerinden birisidir.Bu yanlış bakış açısı değişmeden , PKK'nin KDP ve YNK politikası değişmeyecek ve taraflar arasındaki bu tarihsel yarılma olduğu gibi kalacak ve de dış güçlerin Kürdistan üzerindeki çekişmesinin temelini oluşturacaktır.
PKK'nin yanlış kapitalizm ve sosyalizm teorisi, tarihte bütün büyük devrimci liderlerin yapmış olduğu temel bir hatanın Kürdistan'da da yaşanmasına neden olmuştur: Konjonktürel güçler ile tarihsel görevleri çözme.
Ekim Devrimi'nden hemen sonra, Rusya'nın geriliğine bakmadan sosyalist ekonomiye geçme hastalığı, Ekim Devrimi'nin daha Lenin döneminde yozlaşmasına ve bürokratikleşmesine neden olmuştur.Aynı durum farklı biçimler altında Stalin ve sonrasında da devam etmiştir. Küba'da, Çin'de ve başka yerlerde olan da budur.Sosyalist ekonomi hep devlet kapitalizmi ile karıştırılmıştır ve bunun sonucunda, sözde "devrimci hareket"in dışında diğer parti ve örgütlerin yasaklanmasına neden olmuştur. Kürdistan'da bugün bu bakış açısının neden olmuş olduğu durum, KDP ve YNK gibi partilerin, PKK tarafından, giderek devrimin önünde temel engel olarak görülmesine yolaçmış olmasıdır.Bu yanlıştır (Bu noktaya ileride tekrar geri döneceğim).
Nasıl Ekim Devrimi'nde Lenin ve Bolşevikler, konjonktürel olarak elde etmiş oldukları güçleri, tarihsel doğalarına uygun olmayan bir şekilde, yanlış bir tarihsel görev için seferber etmeye çalıştılarsa ve çok çabuk bir şekilde bu güçleri tükettilerse, aynı şekilde 1990'lı yılların başlarında PKK elde etmiş olduğu güçleri, yanlış bir şekilde KDP ve YNK'ye karşı kullanarak eritmiş ve bunun sonucunda adım adım 1999 felaketine sürüklenmiştir. 1999 felaketi ile 1990'lı yıllarda KDP ve YNK ile olan savaşlar arasında bir ilişki sözkonusudur.
Bu bölümün başında sorduğumuz soruyu net bir şekilde yanıtlayabiliriz artık: KDP ile YNK'nin bugünkü durumundan PKK tamamen sorumludur ve yanlış bir politika ile birincileri dış güçlerin kucağına daha fazla iten PKK olmuştur. Eğer PKK ilk çıkışından itibaren bu partilerin temsil etmiş olduğu sınıflara karşı doğru bir politika izlemiş olsaydı, PKK ile KDP-YNK bloku arasındaki tarihsel ilişkiler farklı bir evrim izleyebilirdi.Bu noktanın anlaşılması hayati önemdedir.Çünkü doğru bir politika ancak geçmişin doğru bir analizinin sonucunda gelişebilecektir.
5-PKK Açısından KDP'yi Kazanmanın Zorunluluğu
PKK'nin KDP'yi kazanması gerekliliği tek zorunlu değil ama son dönemdeki gelişmelerden dolayı artık oldukça acildir de. KDP PKK karşısındaki düşman cephesinin ağırlık merkezi konumundadır ve KDP'nin kazanılması temelinde akıllı bir politika ile bu düşman cephesi dağıtılmadığı taktirde, PKK 1999 darbesinden daha büyük bir darbe ile karşı karşıya kalacaktır.
İşte tam da bu noktada PKK için siyasi bir yasa çıkarmanın vakti gelmiştir. Bilindiği gibi yasa, bir fenomendeki olaylar zincirini belirleyen ve çekip çeviren temel olgudur.Yasalar atlanarak olaylar doğru bir şekilde birbirine bağlanamaz. Bundan dolayı yasa düzeyine yükseltilen ilke, olayları çekip çeviren ağırlık merkezi gibidir.
PKK'nin 1984- 1999 ve yine 2012- 2017 arası dönemi, bize temel bir ders çıkarma olanağı sunmaktadır. Buna göre, PKK Kürdistan'da işbirlikçi burjuva sınıfları kazanamadığı ve onları dış güçlerin kucağına ittiği her durumda ya da konjonktürde stratejik bir darbe ile karşı karşıya kalacaktır. Çünkü bu işbirlikçi sınıflar, bölge devletlerinden (Türkiye,İran ve İsrail gibi) başlayarak, büyük emperyalist devletlere ve merkezlere kadar olan mecrada büyük bir düşman cephesi yaratma gücü ve olanağına sahiptirler. Emperyalist nüfuz mücadelesinin kızışması, bu sınıfların dış güçleri Kürdistan'a çekmelerini de kolaylaştırmaktadır. Giderek bu sınıflar, bütün karşı devrimin ağırlık merkezi konumuna gelmektedirler. Dış güçler, bu işbirlikçi sınıflar ile ittifak yapmaksızın, PKK karşısında gerçek bir tehdit oluşturamazlar. Bundan dolayı, bütün dış güçler, bu işbirlikçi sınıfları kazanmak ve etkilemek için etkin politikalar geliştirmektedirler.
Makalenin başında PKK'nin KDP'yi özellikle Rojava devriminden sonra baskı altına aldığını ve onun üzerinde Ulusal Kongre baskısını kurduğunu ve KDP'nin de bu baskıya direnerek ve hatta bu baskıya saldırı ile karşılık verebileceğini belirttik. PKK'nin KDP ile olan gerimli politikasından kaybedecek olan, ittifak sisteminin yanlışlığından dolayı PKK olacaktır. PKK Kürt işbirlikçi sınıflarını cepheden karşısına aldığı her durumda kaybedecektir ve ben bunu politik bir yasa düzeyine yükseltiyorum.
PKK KDP ve YNK gibi partileri ama özellikle de KDP'yi karşısına alarak, altından tarihsel olarak kalkamayacağı büyük bir düşman cephesi yaratmaktadır. PKK'nin ittifaklar sistemi ile KDP,YNK ve yine AKP'nin ittifaklar sistemini karşılaştırdığımız zaman, 1990'lardaki gibi en zayıf ittifak yapısına PKK'nin sahip olduğunu görmekteyiz ve bu durum Erdoğan ve AKP'ye korkunç bir plan için cesaret ve güç vermektedir.
Bundan önceki bölümde, Cemal Yoldaş'ın kitabından aktarım yaptığımız pasajların birinde, Cemal Yoldaş çok haklı olarak 1990'lı yıllarda Türkiye'nin Kürdistan'da KDP'yi ve uluslararası alanda da NATO yanlısı emperyalist güçleri yanına alarak, PKK karşısında güçlü bir cephe oluşturduğunu (ki bu cephenin oluşumu aslında PKK'nin hatalarından kaynaklanmıştır) belirtmektedir. Bu cephenin oluşumu 1999 stratejik darbesine götürmüştür. İşin ilginç tarafı aynı süreç, farklı bir şekilde içinden geçtiğimiz konjonktürde de yaşanmaktadır. PKK 1990'lı yıllardaki hatanın bir benzerini bugün farklı koşullarda yapmakta ve sonucu 1999'dan da kötü olacaktır.
Bu noktayı biraz açmakta fayda vardır.
Albert Einstein'ın ünlü ve ünlü olduğu kadar da güzel bir sözü vardır: "Yüz defa aynı şeyi yapıp, farklı bir sonuç beklemek ahmaklıktır" demiştir. PKK'nin düşmanları ama özellikle de Erdoğan ve AKP, PKK'nin yanlış ittifak sisteminden büyük bir güç almaktadırlar ve bu yanlışlığı PKK'yi tasfiye hedefiyle korkunç bir planın aracı olarak kullanmak istemektedirler.
Bir hareketin genel bir saldırı karşısında vereceği tarihsel refleks, onun ittifak sisteminin dışına taşamaz. Bir hareket tarihsel olarak kurmuş olduğu ilişkiler çerçevesinde bir refleks geliştirebilir.Bunu çok iyi bilen Erdoğan hem içte hem de dışta örmüş olduğu politik ilişkiler ile PKK'ye karşı korkunç bir saldırı için uygun bir ortam yaratmıştır. Öyle bir durum ortaya çıkmış durumdadır ki, PKK'ye karşı yapılacak kapsamlı saldırıda hiçbir dış ve iç güç çıkar yapılarından dolayı hareket edemeyecek duruma getirilmiş yani hareketsiz kalacak duruma getirilmiştir. Erdoğan Başkan'ın idamı üzerinden büyük bir saldırı için karar anı aramaktadır.
Erdoğan'ın idam söyleminin temel hedefi, Başkan'ın idamı aracılığıyla PKK'yi zamansız bir kalkışmanın içine çekmek ve soykırıma kadar varacak olan büyük kitle katliamlarıyla genel bir bastırma gerçekleştirmektir. Erdoğan için "1 Kasım sonrası" devreye sokulan politikalar bir testti. Erdoğan'ın bu testten çıkardığı muhtemel sonuçlar ise şunlardır: 1-PKK'nin Kandil Önderliği ile Başkan Abdullah Öcalan arasında, Başkan'ın esir olmasından dolayı, taraflar arasında "ciddi bir iletişim" sorunu yaşanmaktadır. Başkan'ın İmralı'da, HDP Heyeti ile "dolaylı ve imalı" bir şekilde anlatmak istediği stratejiyi Kandil Önderliği yeterince kavrayamamıştır. Bu iletişim sorunu tarafların olayları farklı yorumlamasına neden olmaktadır.
2-Kandil Önderliği'nin Başkan'dan farklı bir şekilde yorumladığı (ya da öyle anladığı diyelim) ve uyguladığı politikalar, PKK'nin Stratejik Önceliği'nin yanlış kurulmasına neden olarak, stratejik kuvvetlerin Kürdistan devriminin farklı cepheleri arasında yanlış dağılımına neden olmuştur.PKK'nin stratejik kuvvetlerinin zamansız ve yersiz bölünmesi, AKP'nin PKK'ye karşı devreye soktuğu topyekün savaş karşısında, PKK'nin güçlerinin Kuzey'de zayıf kalmasına neden olmuştur.
3-Kandil Önderliği'nin Başkan'ın ısrarla karşı çıktığı Demokratik Özerklik politikasını, Demokratik Cumhuriyet politikası yerine geçirmesi ile Türkiye ve Kürdistan genelinde bütünlüklü bir muhalefet yaratmadaki başarısızlığı ve CHP ile KDP'yi AKP'ye itmesi , PKK'nin tecritine neden olmuştur.
4-Kandil'in KDP ile ilişkileri düzeltmek için hiçbir ciddi girişimde bulunmaması ve tam tersine KDP ile gerginliği sürdürmesi AKP'ye, KDP'den Rusya ve İran'a kadar büyük bir alanda geniş bir cephe örme imkanına neden olmuştur.
5-Başkan'ın savaş tekrar başladığı zaman, PKK'nin Suriye-İran ekseninde kalacak tespitine rağmen, Rojava'da Batı'lı Emperyalistlerin IŞİD ile Rojava'yı esir almaları ve PKK'nin Duhok Anlaşması üzerinden Batı ile gizlice anlaşması, PKK'nin Başkan'ın istediği manevrayı yapamamasına ve üstelik stratejik güçlerinin üç cephe arasında bölünmesine neden olmuştur.
6-Erdoğan, Başkan Abdullah Öcalan olaylara müdahale etmediği zaman, Kandil'in doğru hareket edemeyeceği kanaatine ulaşarak, Başkan'ı tecritte tutmaya devam etmiş ama en kötüsü de Başkan'ın idamını PKK'nin tasfiyesine bağlayan bir politika geliştirmiştir. Erdoğan Başkansız PKK'nin Ortadoğu kaosunda sağ-salim çıkamayacağına inanmıştır ve her ikisinden kurtulmanın yolunu da büyük bir katliam planı ile içiçe geçirmiştir. Erdoğan'a göre Başkansız bir PKK stratejik bir darbe yedikten sonra toparlanamayacaktır. O Başkan'ın stratejik rolünü PKK içerisinde yerine getirecek bir liderin olmadığına inanmaktadır. Bütün bu sonuçları ise 7 Haziran ile günümüze kadar olan dönemde, PKK'nin Kandil Önderliği'nin teorik ve pratik tutumuna bakarak çıkarmaktadır.
İşin ilginç tarafı Erdoğan'ın tespitlerindeki isabettir.PKK'nin Kandil Önderliği'nin zayıf ve yanlış stratejik ile taktik yapısı, Erdoğan'ı Başkan'ı idam etme ve bu temelde PKK'ye büyük bir darbe vurma politikasına sürüklemektedir. Bu haliyle PKK'nin Kandil Önderliği, Erdoğan karşısında ideolojik ve siyasi olarak savunmasız durumdadır. Başkan'ın idamı perspektifi, Kandil'in yanlış ve zayıf politikası üzerinden gelişmektedir ya da Erdoğan bu yanlış ve zayıf politikadan güç almaktadır.Çünkü O çok iyi bilmektedir ki, Başkan'ın idamı dışında başka hiçbir provakasyona Kandil gelmeyecektir. Başkan'ın idamı ile PKK istese de istemese de harekete geçecektir. Harekete geçmese zayıflık olarak algılanacak, geçtiği taktirde de Erdoğan'ın oyununa gelinmiş olacaktır.İttifak sistemi yanlış olan PKK her iki durumda da kaybedecektir.
Olayların analizi, Erdoğan'ın Başkan'ı idam etme ve bu temelde PKK'ye büyük bir darbe vurma politikasına mecbur olduğunu göstermektedir.Çünkü Erdoğan iyi bilmektedir ki, Başkan hayatta kaldığı zaman onu yenecek tek lider O'dur. Erdoğan Başkan'ı tasfiye etmese, Başkan onu tasfiye edecektir. Başkan'ın Barış Süreci'ni nasıl Erdoğan ve faşizmi tasfiye etme süreci olarak ele aldığını "16 Nisan ve Sonrası" (Bak. Devrimci Bülten Sayı 67) adlı makalede kısaca ele almıştım.
Erdoğan'ın Başkan'ın idamı üzerinden PKK'ye stratejik darbe vurma politikasının boşa çıkartılması ancak KDP'nin AKP'nin yedeği olmaktan çıkartılması ile mümkündür. PKK'nin KDP ile yapacağı "Büyük Barış" ve KDP'yi kazanmak için atacağı adımlar ve KDP'nin bu adımlara vereceği olumlu tepkiler, Erdoğan'ı kararsızlığa sürükleyecektir.Çünkü AKP, KDP olmadan Kürdistan'da başarılı olamayacağını bilmektedir. KDP'nin PKK'ye yaklaşması durumunda, bütün planların ters tepmesi ve içerideki muhalefeti daha da güçlendirmesi mümkün olabilecektir.Bundan dolayı KDP'nin kazanılması politikası acildir ve KDP karşı-devrim cephesinin dağıtılması noktasında stratejik bir yerde bulunmaktadır.
Sorun tek Erdoğan'ın yenilmesi sorunu değildir. Erdoğan er ya da geç kaybedecektir. Sorun O ve Partisinin yapacağı tarihsel tahribattır. Birinci Dünya Savaşı sırasındaki İttihat ve Terakki Partisi (İTP) de dört yılda yıkıldı ama bu zaman zarfında Ermeni Soykırımı'na imza attı ve insanlığa en büyük acılardan birisini yaşattı. Erdoğan ve AKP meselesinde de sorun aynıdır.Önemli olan, onların büyük bir Kürt Katliamı yapmalarından önce ve topluma daha ağır bedeller ödetmeden önce yıkılmalarını sağlamaktır.
İTP'nin Pantürkist-Panislamist kanadının ideolojik yapısında Ermeni Soykırımı hedefi her zaman vardı.Bunun için sadece uygun koşullar bekleniyordu, ki savaş bu uygun koşulları sağladı. Aynı durum Erdoğan ve Partisi için de geçerlidir. Milli Görüş'ün devamı olan bu partinin ideolojik yapısında Kürt Soykırımı her zaman vardı ve sadece uygun bir zaman aranıyordu, ki içinden geçtiğimiz Dünya Savaşı giderek bu koşulları yaratmaktadır.
|