 İÇİNDEKİLER
1- Tek Adam Partisi ve Korku İmparatorluğu 2- “İmralı Notları” ve Barış Süreci (I) 3- Güney Kürdistan’ın Bağımsızlık Referandumu ve ABD’nin İran Politikası 4-M.Barzani’yi Kim ve Niçin Oyuna Getirdi?
TEK ADAM PARTİSİ VE KORKU İMPARATORLUĞU
Son dönemde AKP içerisinde yaşanan tasfiyeler, Erdoğan'ın AKP’yi tamamen “Tek Adam Partisi”ne dönüştürmek için kolları sıvadığı anlamına gelmektedir. Devletin “AKP Devleti” haline gelmesi gibi, AKP’nin de tamamen “Erdoğan Partisi” yani tamamen kişisel olarak kendisine bağlanması süreci yaşanmaktadır.
AKP’nin kuruluş döneminde Erdoğan, zorunluluktan dolayı hem fikir olmadığı bir çok eğilim ve önder kadro ile birlikte yürümek zorunda kaldı: Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Bülent Arınç gibi. Bununla birlikte oluşturulan muhafazakar-liberal ideolojik ve siyasal çizgiden dolayı da, bir çok liberal hareket saflarına aktı.
Bu taktiğin amacı, bir yandan alttan alta geliştirilen ve güçlendirilen faşist Milli Görüş çizgisini saklamak, öte yandan da liberal alanı etki altına alarak bütün güç odaklarını bölmek ve zayıflatmaktı. Ama bu zaman zarfında, AKP içerisinde Erdoğan'ın çizgisini tam olarak benimsemeyen ya da onun niyetini daha tam olarak bilmeyen bir çok unsur da partiye girdi.
Erdoğan'ın AKP’ye “üç dönem” kuralı ve “gençleştirme” politikası uygulamak istemesinin nedeni, “Erdoğancı” olmayan bütün kadro ve üyeleri tasfiye etmek içindi. Kulağa hoş gelen sözcüklerin kullanılmasının nedeni asıl niyetin anlaşılmaması içindir. Giderek bütün parti aparatı Erdoğan’ın kişisel egemenliği altına girmektedir ve belki bu süreç büyük oranda tamamlanmıştır da. Son dönemlerde AKP’li belediye başkanlarının açıktan istifa ettirilmeleri ve Erdoğan'ın bu istifalar aracılığıyla bir çok kesime mesaj vermesi , onun AKP’yi tamamen kendi kişisel partisine dönüştürdüğünün de bir göstergesidir.
Bütün sorun Erdoğan'ın böyle bir dönüşüme niçin ihtiyaç duyduğudur.
Bütün devletin tek bir partinin yani AKP’nin elinde yoğunlaşması gibi, AKP’nin de Erdoğan’ın kişisel partisi haline gelmesi aynı zamanda hem AKP içerisinde hem de ülkede bir “korku imparatorluğu”nun oluşturulmasıyla ele ele gitmektedir. Üstelik bu korku imparatorluğu, iktidar tarafından bizzat bilerek oluşturulmakta ve toplumu yönetmenin önemli bir aracı olarak düşünülmektedir. Kuvvetler ayrılığı tamamen ortadan kaldırıldığı için ve Yasama ile Yargı Yürütme’nin emrine girdiği için, Erdoğan bir yandan devleti kullanarak Parti içerisinde temizlik yapmakta, öte yandan da Parti’yi kullanarak devlet içerisinde temizlik yapmaktadır.Örneğin 15 Temmuz Komplosu AKP olmadan başarılamazdı. AKP’nin siyasal alanda kurmuş olduğu kombinezyonlar ya da taktikler sayesinde, 15 Temmuz Komplosu aynı zamanda büyük bir siyasal manipülasyon aracına ve AKP’nin devlette tam kadrolaşmasının aracına da dönüştürülmüştür.
Erdoğan ve AKP’nin şiddet araçlarını ve korku imparatorluğunu öne çıkarmasının nedeni, yeni rejimin artık toplumda ideolojik rıza üretememesidir.Bunun nedenlerinden bir tanesi ya da en önemlisi, Erdoğan’ın başından beri uygulamış olduğu ve 2013 yılına kadar süren, muhafazakar-liberal ideolojik ve siyasal çizgiden kopmuş olmasıdır.Bu çizginin liberal yanı, “alttaki” muhafazakar çizginin gelişip ve güçlenmesini sağlayan, önemli bir taktik işleve sahipti. Deneyim göstermiştir ki, bu muhafazakar-faşist politikanın güçlenmesi, liberal eğilimin bu muhafazakar-faşist çizginin üzerinde sürekli tutulmasıyla mümkündür.Liberal örtü kalktığı andan itibaren, muhafazakar-faşist çizgi, belirgin hale gelmekte ve gelişimi durmaktadır.
Liberal örtüden yoksun kalan muhafazakar-faşist politikanın en önemli sorunu, toplumun geniş kesimlerinde rıza ve ikna gücü oluşturamaması ve böylece ideolojik ve politik araçlar yani “yumuşak güçler” aracılığıyla yasal siyaseti bölme ve pasifize etme yetisini kaybetmesidir.Ama bu tek iç politikada böyle değil dış politikada da aynıdır. İç politikada liberal değerlerden uzaklaşma, dış politikanın da dar bir çerçeveye sıkışmasına neden olmaktadır. İçeride muhalefet cephesinin büyümesi ile dış politikada tecritin artması genellikle el ele giden bir süreç olarak ortaya çıkar ve rejimin bütün korkusu, bu iki dinamiğin birbirini destekleyecek şekilde üst üste düşmesidir. Bundan dolayı rejim, içerideki bütün muhalefeti dışarıdaki “odaklar” ile ilişkilendiren ve bu söylem ile muhalefeti pasifize etmek isteyen bir politika geliştirmiştir. Ama daha yakından bakıldığı zaman bu politikanın nedeni, muhafazakar-faşist çizgi ile liberal çizginin birbirinden kopmasından kaynaklanmaktadır. Erdoğan ve AKP’nin liberalizm ile konuşması ve yeni bir faşist rejim inşasına açıktan yönelerek, muhafazakar-faşist çizgiyi belirgin hale getirmesi, toplumda kendi arasında bölünmüş de olsa geniş bir direniş cephesinin oluşmasına neden olmuştur.Bu direniş cephesinin kendi içerisinde bir bütünlük oluşturmaması için, iktidar bir yandan açıktan faşist-milliyetçi bir söyleme yönelmekte ve MHP ile bu noktada tam ittifak yapmaktadır, öte yandan da psikolojik savaş ve komplo yöntemleri ve de devletin tamamen “siyasallaşmış hukuk”unu kullanarak, baskı ve yıldırma taktiği uygulamaktadır.İktidarın liberal ideolojik ve siyasal söylem ile kopuşması sonrasında, şiddet araçlarını ve korku imparatorluğunu öne çıkarması hem rejimin ömrü üzerinde hem de bu rejimin karşılaşacağı sorunlar noktasında ilginç bir gösterge oluşturmaktadır.
Rejim liberalizmin yokluğunu iç politikada kaba devlet şiddeti ve terör ile dış politikada liberal değerlerden (örneğin AB’den kopma gibi) kopmayı ise gerici (Katar ve Suudi Arabistan gibi) devletlere yakınlaşma ile doldurmuştur. 16 Nisan Referandumu’ndaki sahtekarlığın da gösterdiği gibi, liberal politik ve söylemden kopma, muhafazakar seçmenin dışında farklı seçmenleri etkileme olanağının da ortadan kalktığını göstermektedir.Rejim bu açığını ise hile ile kapatma yoluna gitmiş ve bu temelde seçim sistemi etrafında oluşturulan meşruluğu da giderek yoketmiş durumdadır. Bundan sonra 16 Nisan gibi hileler olağan “işler” haline gelecek ama hem iç hem de dış politikada büyük politik düğümler de atılmış olacaktır.
Erdoğan ve AKP açısından, hem partinin hem devletin hem de toplumun tek bir gerici zihniyetin egemenliği temelinde biçimlenmesi politikası geri dönülemez bir yapıya sahiptir. Rejimin ayakta kalması sürekli olarak bu gücün merkezileşmesine dayanmaktadır ve bu olanak ortadan kalktığı andan itibaren, rejim bir kaç gün içerisinde korkunç bir diktatörlükten , dünyanın en acınası politik yapısına dönüşecektir.
Rejimin siyasi zayıf noktaları ve açmazları, devrimci-demokratik hareket için yol gösterici özelliklere sahiptir. Aslında rejim çok açık vermektedir ancak devrimci-demokratik hareketin yanlış ideolojik ve politik çizgisi, bu olanaklardan yeterince yararlanamamaya neden olmaktadır.
Türkiye devrimci hareketinin iktidar mücadelesinde etkili olamamasının altında, yanlış devrim tipinde ısrar yatmaktadır.Adeta gözü kapalı bir şekilde “Leninist” ya da “Bolşevik” devrim tipinde ısrar, ortaya çıkan olanaklardan yeterince yararlanamamaya neden olmaktadır.Türkiye devrimci hareketinin “devrimci-liberal ideolojik ve siyasal çizgi” oluşturamaması ve bu çizgiye uygun olarak hem iç hem de dış politikada gerekli taktik açılımı yapamaması, onun toplumun “derinliği”ne inme ve kazanılan mevzileri koruma olanağını yoketmektedir. Erdoğan ve AKP’nin liberal alanda, yeni bir faşist rejimin inşası doğrultusunda çekilmesi, bu liberal alanın yerinde taktikler ile devrimci hareketin siyasal kanatları altına alınmasını zorunlu kılmaktadır. Bu noktada yapılmaması gereken şey, “devrimci siyaseti”in genel politik bütünlük içerisinde fazla belirgin olmasının önüne geçmektir.Liberal ideolojik ve siyasal örtünün, devrimci çizgi üzerine geçirilmesi ve bu temelde, devrimin düşmanlarının bölünmesi ve yeni ittifak sistemlerinin geliştirilmesi zorunludur.
Liberal örtünün devrimci çizgi üzerine taktik bir şekilde geçirilmesi, hem iç politikada güçlü bir stratejik mevzilenmeyi getirecek hem de bu iç politik mevzilenme, “dış güçler” ile daha esnek taktik yaklaşımların önünü açacaktır. Devrimci hareketin mevcut siyasi çizgisi ile ileri süreceği “sosyalist devrim” , “devrimci iktidar” ve “açıktan anti-emperyalizm” yaklaşımı ve bu temelde bütün dış güçler ile taktik anlaşma ve yakınlaşmaların reddi, Türkiye’de devrimin ademe mahkum edilmesiyle eşanlamlıdır.Devrimci hareketin iç politikada liberalizm ile taktik ittifakı, dış politikada AB üyeliği taktiği ile birleştirildiği ve bu politika Ortadoğu’da Rusya-İran-Suriye ekseniyle taktik yakınlaşmayla koordine edildiği taktirde, devrimci hareket için gerekli olan temel hareket tarzı elde edilecektir. Türkiye devrimci hareketinin en büyük yanlışı, Erdoğan’ın 2013 yılından itibaren liberalizm ile kopuşarak kendi muhafazakar-faşist çizgisini belirgin hale getirmesi gibi, liberal örtüyü kullanmadan devrimci çizgisini bütün toplum önünde açıktan uygulamaktan kaynaklanmaktadır. Türkiye devrimci hareketinin “belirgin” devrimci siyaseti, onun bütün taktik yapısını kötürüm etmiş ve onu kısır bir döngüye sürüklemiştir.
Bu noktada “Leninist” ya da “Bolşevik” devrim tipinin, “yeni bir devrim tipi” ile değiştirilmesi zorunludur. Bu yeni devrim tipini, Barış Süreci’nin liberal biçimi içerisinde ve sürecin özgünlüğünden dolayı bilerek bu liberal özelliğe büründürerek uygulamak isteyen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan olmuştur. Gerçi PKK’nin Kandil Önderliği’nin Sayın Öcalan’ın “yeni devrim tipi”ni kavrayamamasından dolayı, bu yeni devrim tipi, “kuvveden fiile” çıkamamıştır ve bu yeni devrim tipinin öngörmüş olduğu stratejik ve taktik yapı PKK’nin devrimci pratiğine aktarılamamıştır. Ama bu durum, Sayın Öcalan’ın önderlik etmiş olduğu yeni devrim tipinin teorik ve siyasal değerini kesinlikle yoketmez (Bu nokta ile ilgili olarak daha fazla bilgi için “İmralı Notları ve Barış Süreci”--- Kemal Erdem--- makaleye bakılabilir).
Yeni devrim tipi, devrimci hareketin burjuva yasallık içerisinde liberal bir biçim içerisinde güç olmayı ve devrimci siyasetin de bu gücün ortaya çıkmasında tarihsel ve toplumsal kaldıraç olarak kullanılmasına dayanır.Tarihsel tecrübe göstermiştir ki, devrimci siyaset liberal araç ve taktikler ile “burjuva yasallık içerisinde” belirli bir noktaya kadar güçlenmeden ve bu güçlenmeyi seçim sistemi aracılığıyla, burjuva güç ilişkilerini zayıflatacak şekilde kullanmadan, siyasal iktidarı ele geçirecek ve koruyacak tarihsel imkanlara sahip olamayacaktır.
Devrimci hareketin en büyük hatası, Bolşeviklerin hatalı bir şekilde ileri sürdüğü ve yanlış bir emperyalizm analizinin sonucu olan “burjuva parlamenterizmin tarihsel ömrünü doldurduğu” savını izlemesi ve stratejik ile taktiklerini de bu savdan çıkarmasıdır. Burjuva parlamenterizmin tarihsel ömrünü doldurduğu anlayışı, kapitalizmin tarihsel ömrünü doldurduğu anlayışına dayandığı için yanlış ve bu anlayıştan çıkan stratejik ve taktik yapının da tarihsel karşılığı şimdilik yoktur. Bu durum devrimci hareketin yaratıcı bir şekilde yeni taktikler geliştirmesinin önünde en büyük handikaptır.
Örneğin CHP’nin faşist diktatörlüğün yedeği olmaktan çıkarılması ancak ve ancak HDP gibi bir partinin burjuva yasallık içerisinde devrimci hareket tarafından “itilmesi” ve büyütülmesiyle mümkündür. Devrimci mücadele ve savaş yöntemleri, burjuva yasallık içerisinde güçlenen HDP gibi partilerin gelişmesi için devreye sokulmalı ve “onun ihtiyaçlarına göre” biçim almalıdır. Devrimci hareket direk kendi taleplerini güçlendiren bir siyasetten ziyade, liberal alanın gelişimini önce güçlendirmeli ve sonra bu alanın olanaklarını kullanarak, illegal alandaki güçlerini geliştiren bir yöntem izlemelidir.
AKP ile Fethullah Gülen Cemaati de aynı yöntemi kullanırlar ama onlar bunu komploculuk şeklinde yaparlar.Bu iki hareket, komploları ve bu komploları gerçekleştiren illegal kuvvetlerini, seçim sistemini manipüle etmek için kullanmışlar ve daha sonra da seçim sistemi ile elde etmiş oldukları siyasal gücü de kendi illegal kuvvetlerinin devlet içerisinde gelişip ve güçlenmesi için kullanmışlardır. Devrimci hareket ise bunu komplocu yöntemler ile değil, devrimci yöntemler ile yapmak zorundadır.
Bu siyasi hareket tarzı bir tür “Pasif Devrim”dir ve ideolojik kökenleri Antonio Gramsci’de zaten bulunmaktadır.Günümüzde bu hareket tarzına en yakın olan lider ve hareket, Abdullah Öcalan ile PKK’dir. Erdoğan’ın ülkede kurmuş olduğu korku imparatorluğuna, bu hareket tarzının dışında doğru bir şekilde karşı koyuş mümkün değildir. Devrimci hareketin bu siyasi hareket tarzının gereklerini yerine getirmediği ya da getiremediği durumda, burjuvazinin kendi arasındaki klik çatışmasının sürecin gidişatını belirleyeceği ve devrimci-demokratik hareketin siyasi alternatif olmasını bilemediği durumda da, bu kilik çatışmasının yedeğine düşeceği hemen hemen kesindir.
DEVRİMCİ BÜLTEN
|