
"İMRALI NOTLARI" VE BARIŞ SÜRECİ (I) (II) (PKK'nin Kandil Önderliği'nin Hatalarının Eleştirisi)
K.Erdem
IV-Abdullah Öcalan ve Yeni Tipte Devrim
Sayın Başkan Barış Süreci'nin hemen başında, HDP İmralı Heyeti aracılığıyla dışarıya şu mesajı göndermiştir: "Dostlarımız ve halkımız eski kalıp mücadeleleri bir kenara atmalı ve karıştırmamalı." (A. Öcalan, İmralı Notları, s.16)
Gerçekte Sayın Başkan ne dediğini çok iyi biliyordu ve ben de uzun zamandan beri aynısını söylüyorum. Yeni devrim ve mücadele tipini kavramayan bütün devrimciler (buna PKK'nin Kandil Önderliği ve bütün Türkiye Devrimci Hareketi dahildir) , sürekli olarak eski mücadele biçimlerine sarılmakta ve bunda ısrar etmektedirler. Bu noktada Türkiyeli devrimciler Kandil'den daha kötü durumdadırlar. Kandil'in yeni devrim tipini görünürde biçimsel olarak kabul edip, içeriğini ise eski devrim anlayışıyla doldurmasına karşın, Türkiyeli devrimciler hem içerik hem de biçim yönünde eski devrim anlayışının esiri haline gelmişlerdir.
Sayın Başkan'ın geliştirmiş olduğu yeni devrim tipine, "Rojava Devrimi ve Pasif Devrim" adlı makalede biraz ayrıntılı olarak değinmiştim (Bu makale Devrimci Bülten'in 63 ve 64.sayılarında yayınlandı). Bolşevizmin "ideolojik gözlükleri"ni kullananlar için (buna Kandil de dahildir), bu devrim tipi görünürde reformist bir biçime sahiptir. Ancak az ileride de göreceğimiz gibi, bu devrim tipinin gücü, reformizmin devrimci çizginin maskesi olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır.
Bolşevizmi Marksizm ile yüzde yüz özdeş görenler, Bolşevizmin dışına her çıkışı, Marksizm'den bir sapma olarak ama özellikle de revizyonist ve reformist bir eğilim olarak damgalarlar. Ama burada bütün mesele, Bolşevizmin ne kadar Marksizm olduğunu belirlemektir. Hangi ölçüye göre Bolşevizm Marksizm olarak belirlenmiştir? "Ekim Devrimi'nin Anatomisi" adlı kitabımda, Marx ve Engels'e dayanarak Bolşevizmin kısa bir eleştirisini yaptım ve Lenin ile Bolşeviklerin Ekim Devrimi'nden sonra uyguladıkları politikaların yüzde doksan dokuzunun Marksist değil anarşist olduğunu ortaya koydum.
Bolşevizm Marksizm'den ciddi bir sapmadır ve bu geleneğe dayanılarak hazırlanılacak olan bütün program ile stratejik ve taktik yaklaşım yanlış olacaktır. Bu durumu ağır bir ideolojik ve politik kriz şeklinde yaşayan PKK olmuştur ve bu durum PKK'yi 1999 sürecine götürmüştür. Ama PKK'deki bu anomali ya da aksaklığı Sayın Başkan 1990'lı yılların ortasında farketmiştir. HDP İmralı Heyeti ile görüşmelerinin bir yerinde şöyle demiştir: "Ben 95'e kadar Stalinci bir felsefe , 95'ten itibaren kendi felsefemle yürüdüm. Teorimi geliştirdim." (A.Öcalan,İmralı Notları,s.426)
Sayın Başkan'ın burada Stalinci bir felsefeden kastı, genel olarak Bolşevizm'dir. 1995 yılı PKK'nin 1984 atılımı ile başlayan siyasi ve askeri mücadelesinin tıkanmaya başladığı dönemdir ve hareket bu tarihten itibaren giderek zemin kaybederek 1999 darbesine sürüklenmiştir. Sayın Başkan bu sürece "yeni bir paradigma" ile karşılık vermiştir.
Öcalan'ın paradigma değişimi, PKK'deki sorunun konjonktürel değil ama çok daha derinlerde, yani "PKK'nin uluslararası gelenekten almış olduğu ideolojik kodlar içerisinde yattığı"nın bir itirafıydı. PKK'yi 1999 sürecine getiren şey (ki bu noktayı "PKK-KDP İlişkileri ya da KDP'yi "kazanmak" " makalesinde kısaca ele aldım.Bakınız Devrimci Bülten sayı 68) , PKK'nin uluslararası devrimci gelenekten almış olduğu ideolojik mirastır. PKK'nin tasfiyeciliğe karşı direnebilmesi , bu gelenekten kopmaya bağlıydı. Eski devrim anlayışının esiri olanlar (ben de geçmişte bu devrim anlayışını savunuyordum ve uzun zamandan beri günah çıkarıyorum!) , bu paradigma değişimini revizyonizm ve reformizm olarak damgaladılar. Benim Bolşevizm'den ideolojik olarak kopuşum 1997- 1998 yıllarına dayanır. Ama yaklaşık olarak 2008- 2009'dan beri de bu yeni devrim tipinin, Bolşevizm'den kopuş ama Marksizm ile buluşma olduğunu ileri sürüyorum.
Okurun sorunun mantığını anlayabilmesi için, bazı siyasi aktörleri, belirli bir tarihsel bağlam içerisine yerleştirmek gerekir. Belirli bir tarihsel bağlam içerisine yerleştirilen siyasi aktörlerin kendi aralarındaki ilişkiler de yani aralarındaki "yer farklılığı" da aynı zamanda bir ideolojik ve siyasi farklılık olarak kendisini ortaya koyacaktır ve karşılaştırma ya da kıyas (ki mantığın önemli bir kategorisidir), bize sorunun yapısı noktasında ipucu sunacaktır.
1999 öncesi dönemi, "klasik devrim tipi" dönemi, 1999 sonrası dönemi de "yeni devrim tipi" dönemi olarak ele alırsak eğer, şöyle bir belirlenim yapmak yanlış olmayacaktır (ki yazının akışı içerisinde bunu ispatlamaya çalışacağız) : Abdullah Öcalan "yeni tipte devrim"in temsilcisidir, Türkiye Devrimci Hareketi eski "klasik tipte devrim"in temsilcisidir (Bolşevizm geleneğinin uzantısı olan her tür devrim için bunu kullanıyorum). PKK'nin Kandil Önderliği de , "yeni devrim tipi" (Öcalan) ile "klasik devrim tipi" (Türkiye Devrimci Hareketi) arasında kalmaktadır. Kandil Sayın Başkan'dan yeni devrim tipinin biçimini almaktadır ama eski klasik devrim tipinin içeriğini ise muhafaza etmektedir. Kısacası Kandil'in çizgisi, eski ile yeninin karışımıdır ve bu "melez" durum, bir ideolojik zaafiyet olarak ortaya çıkarak, hareketin genel siyasi çizgisi üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktadır.
Sayın Başkan'ın yeni devrim tipini ele almadan önce,1999 öncesi PKK'nin hata ve eksikliklerini ortaya koymaya çalışalım ve yeni devrim tipinin bu eksik ile hataları nasıl kapatmaya çalıştığına bakalım. Bu noktaya başka bir makalede , Güney Savaşı ve KDP-YNK ile olan ilişkiler bağlamında kısaca değinmiştim:
"Devrimci geleneğimizde, devrimci hedeflerimizi kesin ve net bir şekilde ortaya koymak ve sonra da bütün çabaları bu hedeflere bağlamak gibi bir hastalığımız bulunmaktadır. Bu hastalığın kökenleri tarihin derinliklerinde yatar ve aslında olgun olmayan bir hareketin ya da düşünsel olarak daha olgunlaşmamış bir hareketin tezahürünü oluşturur. Bu anlayıştan beslenen strateji ve taktik yapı oldukça katı olur ve konjonktürün değişimlerine kendisini adapte etmesi zor olur. 1990'lı yıllar PKK için böyleydi. Sovyet Bloku çökerken ve bölgede farklı çelişkiler önplana çıkarken, bu yeni duruma PKK adapte olamıyordu. Yeni konjonktüre adapte olabilmesi için PKK'nin "keskin" taraflarının törpülenmesi gerekiyordu. Bunun ise tek bir yolu vardı: devrimci çizginin üzerine dikkatlice liberal reformları yerleştirmek ve bu liberal reformlar üzerinden bölgede ve uluslararası alanda bütün güçler ile taktik ilişki içinde olmak.
Ama bu "keskin devrimci strateji"nin en önemli tahribatı, Kürt iç siyasetinde oldu ve bu yanlış strateji hem Kuzey'de hem de Güney'de Kürt işbirlikçi burjuvazisini tamamen sömürgecilerin kanatları altına itti. Devrimin anti-sömürgeci, anti-emperyalist ve anti-feodal çizgisi, Batı-Emperyalistlerini, gerici bölgesel devletleri, aşiretleri ve Güney'deki KDP ve YNK gibi hareketleri tek bir cephede biraraya getirme gibi ya da onları kendi aralarında PKK'ye karşı tek bir koalisyon oluşturma gibi bir politikaya itiyordu. Bu "keskin politika" PKK'nin düşmanlarını bir tek cephe içerisine yerleştiriyordu, PKK'nin müttefiklerini ise yokediyordu. Büyük bir düşman cephesi ile karşılaşan bir hareketin, belirli bir süre sonra büyük bir stratejik darbe yemesi kaçınılmazdır. Halbu ki savaşın en önemli hedefi, düşmanların tek bir cephe oluşturmasını engellemek ve bunun için güçlü bir stratejiye ve buna uygun taktiklere sahip olmaktır.
PKK'nin ilk çıkışındaki "keskin" politikanın Kuzey'deki sonuçları, aşiretlerin daha fazla devletin kanatları altına girmesine ve Koruculuk sisteminin gelişmesine neden oldu. Aşiretlerin, gericiliğin ve sömürgeciliğin Kürdistan'daki temel ayağı olduğu kabul edildi ve onlara karşı mücadele neredeyse sömürgecilere karşı mücadele ile aynı düzeyde ele alındı. Bir çok aşirete karşı girişilen silahlı saldırılar ve şiddet hareketi, bu aşiretlerin devlete doğru meyil etmelerine neden oldu. Büyük köylü kitlelerini kontrol eden aşiretler, köylülük ile PKK arasına bir "tampon" gibi girerek, PKK'nin etkisini azaltmaya çalıştılar." (Kemal Erdem, PKK-KDP İlişkileri ya da KDP'yi "kazanmak", Devrimci Bülten Sayı 68)
1999 öncesi uygulanılan çizgi, bir yandan PKK karşısındaki düşman cephesinin genişlemesine neden olurken, öte yandan da bu düşman cephesinin genişlemesine bağlı olarak, PKK'nin önüne koymuş olduğu bazı stratejik hedeflerin gerçekleşememesine neden oluyordu. Örneğin 1990'nın sonunda gerçekleştirilen 4. Kongre'de belirlenen "Botan-Behdinan Savaş Hükümeti" ilan etme ve bu temelde "kurtarılmış alanlar oluşturma" perspektifi bir türlü hayata geçemiyordu.
1999 öncesi PKK'nin en önemli stratejik sorunları, genişleyen düşman cephesini durduramama ve kurtarılmış alanlar oluşturamamaydı. Zaten bu iki temel faktör, 1999 darbesine götürecekti. Sayın Başkanı paradigma değişimine iten temel neden, bu sorunların çözümüydü. Öyle bir devrim tipi geliştirilmeliydi ki, PKK'nin temel açmazları ortadan kaldırılmalıydı.Çünkü bu açmazlar ortadan kaldırılmadığı taktirde, PKK tarihsel olarak ileriye gidemeyeceği için tasfiye olacaktı.
PKK'nin 1984- 1999 tarihsel pratiğini eleştiriden geçiren Sayın Başkan, devrimci teorideki "kurtarılmış alanlar"ın, sömürgeci devletlerin merkezi yapılarında bir çözülme olmadan ve bu çözülme de bu devletlerin demokratikleşmelerine tamamen bağlanmadan mümkün olamayacağını anladı. Zaten bunun mümkün olmadığı, 1984- 1999 arası dönemde görülmüştü.
Bu dönem dogmatik bir şekilde, genelin (uluslararası ve bölgesel siyasi ilişkilerin) , tamamen özele (Kürdistan) boyun eğdirilmesi anlayışına dayanır. Bu yöntem PKK'nin üstesinden kalkamayacağı tarihsel bir yükün altına girmesi anlamına geliyordu.Başkan bu açmazı görmüş ve tek Kürdistan'ı eksen alan bir politikanın zamanla açmaza düştüğünü anlamıştı. O zaman yapılacak şey belliydi: Genel (dış dünya) ve özel (Kürdistan) ilişkilerini birbirlerini karşılıklı destekleyecek bir şekilde kurma. Demokratik Konfederalizm perspektifi bu ihtiyaçtan gelişmiştir. PKK'nin strateji ve taktik ihtiyaçları, Başkanı yeni bir dünya görüşüne doğru itiyordu.
Bu yeni bakış açısına göre, Kürdistan'daki bir kazanım ya da mevzi, dış dünyadaki gelişmelerle uyumlu olmalı ve onlardan ne zaman ne de düzey olarak ileri ya da geri olmamalıydı.Bu durumu başka bir şekilde ifade edersek eğer: Kürdistan'da bir kazanım, ancak sömürgeci devletlerin merkezi yapılarında bir zayıflamayla mümkündür. Sömürgeci devletlerin merkezi yapılarında bir eksilme, Kürdistan'daki kazanımların bir artması anlamına gelmektedir. O zaman sömürgeci devletlerin iç politikalarında bu merkezi yapıyı zayıflatacak dinamikleri ve politikaları bulup çıkarmak gerekmektedir. Bunu gerçekleştirebilmek için ise, PKK'nin stratejik olarak yeniden konumlanması gerekmekteydi, ki bu konumlanma problemi iki türlüydü: 1- Genel olarak emperyalist ve bölgesel sistem içinde nasıl konumlanılacağı; 2- Sömürgeci devletlerin iç politikasında nasıl konumlanılacağı. İleride göreceğimiz gibi, PKK'nin Kandil Önderliği her ikisini de yanlış anladı!
Önce ilk noktayı ele almaya çalışalım.
PKK'nin uluslararası ve bölgesel stratejik konumlanmasının temel amacı, Ortadoğu'da oluşan gerici statükoyu zayıflatmak ve zaman içerisinde dağıtmaktır. Ama bunun için PKK'nin karşısındaki düşman cephesinin dağınık tutulması gerekmektedir.Bunun ise tek bir yolu vardır: Birbirlerine düşman olan güçlerin tam aralarına konumlanıp, birini diğerine karşı kullanmaktır.Yani Stratejik Denge Konumu elde etmektir. Bu konumlanmanın amacı tek PKK'nin korunması değildir (bu menfi bir hedeftir) ama bu konumlanma aracılığıyla güçlenip, Ortadoğu'daki gerici statükoyu, gerici devletlerin demokratikleştirilmeleriyle yani demokratik devrimlerle dağıtmaktır (bu da müspet bir hedeftir).
Sayın Başkan'ın genel stratejik yani küresel ve bölgesel konumlanması, emperyalist ve gerici bölgesel devletlerin, güçten düşünceye kadar birbirleriyle savaştırılması üzerine oturmaktadır. Öyle ki biri diğeriyle yenişemesin ve bataklıkta dövüşen iki kişi gibi dövüştükçe batsınlar. Bir güç diğerine karşı stratejik üstünlük kurmaya başlar başlamaz, PKK "bu fazla gücü" kaybetmeye doğru giden güce taktik olarak daha fazla yanaşarak almaya çalışmalı ve onları tekrar dengeye getirmelidir. Zamansız bir şekilde herhangi bir emperyalist ya da bölgesel gücün stratejik bir zafer kazanmaya doğru gitmesi ve PKK'nin bu yolda buna destek olması, PKK'nin stratejik yıkımı ile aynı anlama gelecektir. Onun için stratejik denge konumu, tek PKK'nin korunmasını değil ama düşmanların sürekli zayıflatılarak güçten düşürülmesine de bağlanmalıdır ve bu stratejik perspektif kaybedildiği andan itibaren, hareketin darbe yemesi kaçınılmazdır. Bu da stratejik hesapların itinali, dikkatli ve ince bir şekilde yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
Kandil Başkan'ın Stratejik Denge Konumu siyasetini de yanlış anladı. Bu stratejik konumlanma, Kandil'in yaptığı gibi, PKK'nin stratejik güçlerinin bir kısmının Batı'lı emperyalist güçler ile ve yine bir kısmının da Rusya ve İran tarafından desteklenen Suriye güçleriyle hareket etmesi değildir. Çünkü PKK'nin güçlerinin bu bölünmesi, PKK'nin kendi bağımsız stratejik hedeflerini gerçekleştirmesine engel olacaktır. PKK yanlış bir siyaset ile kendi stratejik önceliğini gerçekleştirecek güçleri, zamansız ve gereksiz bir şekilde bölerek zayıflatmış ve kendi stratejik hedeflerinden kopmuştur. Bunun nedeni, güçleri tek ve doğru bir noktada toplamasını bilememesinden kaynaklanmaktadır (az ileride bu noktaya biraz ayrıntılı değineceğiz).
Başkan'ın amacı deyim yerindeyse, bütün emperyalist ve bölge devletlerinin "kuyruklarını Ortadoğu'da birbirine bağlayıp", onları sürekli savaştırarak ve güçten düşürerek, iç siyasette güçsüzleşmelerini sağlamak ve bu güçten düşme sırasında, devrimci ve demokratik hareketlerin gelişip ve güçlenmelerine zemin hazırlamaktı.Bu tek bölge devletleri için değil,Avrupa'dan Amerika'ya ve Rusya'ya kadar, Ortadoğu'da çıkarları bulunan ve buraya müdahale eden bütün devletler için geçerlidir.
Şimdi de ikinci noktayı ele almaya çalışalım.
1999 öncesi dönemde PKK, sömürgeci devletlerin siyaset sistemi içinde gerçek anlamda güç olma ve bu iç siyaseti derinden etkileme anlayışı içerisinde olmadı. Bunun iki nedeni vardı. Birinci olarak , öncelik Kürdistan'dı ve güçlerin bölünmesi istenmiyordu; ikinci olarak da egemen devletlerin demokratikleştirilmesi ve devrim, tamamen bu ülkelerin devrimci ve demokratik hareketlerine bırakılmıştı. Bunun büyük bir hata olduğu ortaya çıktı.
PKK direk ve keskin bir devrimci hedef ile yani Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan hedefi ile hareket ettiği zaman, bir yandan egemen sömürgeci siyaseti bir arada tutuyordu, öte yandan sömürgeci iç siyaseti tamamen o ülkelerin devrimci ve demokratik hareketine bıraktığı zaman da istediği tarihsel desteği alamama ile karşılaşıyordu. Eski devrim tipi, Kürdistan eksenli ve Kürdistan'dan başlayarak sömürgeci devletlerin iç siyasetine doğru giden bir yol izliyordu. Ama yeni devrim tipi, sömürgeci devletlerin iç siyasetinden başlayarak Kürdistan'a doğru uzanan bir yol izliyordu. Artık Kürdistan'daki devrimci savaşın amacı, tek Kürdistan'da bir mevzi elde etmek değil ama sömürgeci devletlerin iç siyasetinde devrimci demokratik hareketin güçlenmesine de bağlanarak ve sömürgeci devletin merkezi yapısını zayıflatarak, Kürdistan'daki kazanımları geliştirmeye dayanıyordu. Bu durum silahlı mücadelenin fonksiyonunu tamamen değiştiriyordu. Artık silahlı mücadele, Kürdistan'ın direk bağımsızlığını öne çıkaran istemlere bağlanmıyordu ama sömürgeci iç siyasetin yapısını zayıflatan dinamiklere bağlanıyordu. Bu noktada reformlar, egemen sömürgeci siyasetin zayıflatılması noktasında kilit bir yere sahipti.
Sömürgeci devletlerin reformlar yoluyla demokratikleştirilmesi ve PKK'nin bu çabaya katılması, dolaylı olarak devletin merkezi yapısının zayıflatılması anlamına geliyordu. Tek Kürdistan'a hapsolan mücadele, geniş bir düşman cephesine ve bu cephenin bölünememesine neden olurken, sömürgeci devletlerin demokratikleşmesine katılma, Kürdistan'daki devrimci mücadeleyi destekleyen bir yapıya sahipti.
PKK'nin 1984'ten beri uyguladığı devrimci savaş gösterdi ki, keskin ve net bir devrimci politik hedefe yani Bağımsız Kürdistan, yine bunu çağırıştıran ve burjuva yasallığın dışında gelişen Özerklik talebine bağlanan bir silahlı mücadele, devletin merkezi yapısını zayıflatamamaktadır. Sömürgeci devlet ve egemen siyaset, Kürdistan eksenli bir devrimci siyaset ve savaşı, Türk milliyetçiliğini her düzeyde (ırkçı, ulusal ve sosyal-şoven) kamçılayarak ve bu temelde demokratik hareketi bastırarak devletin merkezi yapısını daha da güçlendirmektedir.
Peki o zaman devletin zayıf noktası neresidir?
Devrimci hareket içerisinde bunu tek Abdullah Öcalan görmüştür. Hiç kuşkusuz başka lider ve hareketler de bunu görmüşlerdir ancak bu sonuncuları, sorunun sadece bir kısmını görmüşlerdir. Öcalan 1999'dan sonra kendi devrim teorisini parça parça geliştirmiştir.Dünya genelindeki bazı politik deneyimler (Güney Afrika gibi) ile Gramsci gibi Marksist teorisyenlerin teorik çalışmalarını sentezleyerek kendi devrim teorisine ulaşmıştır. Öcalan Barış Süreci ile başlayan dönemde uygulamak istediği stratejiyi, büyük oranda 2009- 2011 arası geliştirdi. Bunun nedeni Türk siyaset sisteminde büyük bir tarihsel değişikliğin ortaya çıkması ve 2000'li yılların başlarında geliştirilen yeni strateji ve devrim tipinin bazı eksikliklerinin ortaya çıkmasıdır. Bu durum Sayın Başkan'ı kendi devrim tipini daha da geliştirmeye itti.
Yeni devrim tipinde, silahlı mücadele, direk devrimci siyasetin değil, reformist siyasetin önünün açılmasına bağlanır ve reformist siyasetin önü açılarak, devrimci siyasetin daha da geliştirilmesi sağlanmaya çalışılır. İlk bakışta bu paradoksal bir görüntü oluşturur. Çünkü bu tür devrim anlayışı, devrimci gelenekte reformizm olarak adlandırılır.
Ama yeni devrim tipinde reformizm görünüştedir.Bu devrim tipinin biçimi ile içeriği arasında ilginç bir çelişki sözkonusudur. Biçimsel olarak reformist ama içerik olarak devrimci olan bu çizgi ile hem biçimi hem de içeriği reformist olan reformizm arasındaki sınır oldukça ince gibi gözükmektedir.Bunun nedeni yeni devrim tipinde devrimci siyasetin, seçim sistemi etrafında oluşmuş olan genel politik dengeyi sarsmak için, burjuva yasallıktan taktik olarak sonuna kadar yararlanmak istemesidir.
Yeni devrim tipinde, mızrağın sapı devrimci siyaseti ve bu mızrağın ucu da reformist siyaseti temsil eder ve sap (devrimci) ile uç (reformist) bir tek bütün (mızrak) olarak biraraya getirilmiştir. Mızrağın sapı, kaçınılmaz olarak mızrağın ucunu izlemek zorundadır. Sap ucun hedefe ulaşması için aracılık eder ve uç sap olmadan bu hedefe ulaşamaz. Aynı şekilde uç olmadan hedefe ulaşan sapın da etkisi zayıf olur. Çünkü ucun sivri ve delici özelliği onda yoktur. Sap ve ucun ayrıldığı her durumda, her iki unsur amaca uygun olarak belirlenen rollerini oynayamazlar. İşte Sayın Başkan'ın yeni devrim tipinde, biraz kabaca da olsa, devrimci ve reformist siyaset bu şekilde biraraya gelir. Görünüşte devrimci siyaset, reformist siyasete eklenmiş gibidir ancak İŞLEYİŞTE reformist siyaset, devrimci siyasete tabi kılınmıştır.
Seçim sistemi ve yasallık içerisinde, burjuva reformların hem genişlemesine hem de derinlemesine gelişimi için çalışmak ve bunu da devrimci siyaset ve silahlı mücadele ile destekleyerek yapmak, devletin merkezi yapısını zayıflatmak için zorunludur. Devrimci siyaset ve silahlı mücadele, işte bu yasallık içerisinde reformist siyasetin gelişmesi ve onun önündeki tarihsel ve toplumsal engellerin kaldırılması için bir kaldıraç olarak kullanılmalıdır. Bu mantık devrimci savaşa doğru politik hedef belirlemek için en doğru yöntemdir.
PKK'nin Kandil Önderliği, 1 Kasım 2015 genel seçimlerinden sonra devlete " ya demokratik özerkliği kabul edersiniz ya da devrimci halk savaşına yöneliriz" dediği zaman, devletin ekmeğine yağ sürmüştür.Çünkü burjuva yasallık alanını tamamen terkederek, bu alanı AKP ile MHP'ye terketmiş ve bu sonuncular da CHP'yi daha fazla etkileme olanağı elde ederek, HDP'yi ve bununla birlikte de PKK'yi tamamen tecrit etmişlerdir. 1 Kasım'dan sonra Kandil'in uygulamış olduğu çizgi, eski devrim çizgisi olup, Sayın Başkan'ın geliştirmek istediği yeni devrim çizgisine aykırıdır. Kandil eski devrim anlayışına uygun olarak, silahlı mücadeleyi, HDP'nin önünün açılması için değil, PKK'nin direk önünün açılmasına bağlamıştır, ki sonuçları tek kelimeyle felaket olmuştur. Kandil HDP'ye "çaprazlama" yapacağı yerde, direk PKK'nin önüne yoğunlaşarak "düzleştirme" yapmıştır.
Az yukarıda sorduğumuz "devletin zayıf noktası neresidir" sorusuna artık cevap verebiliriz. Öcalan'ın da çok iyi gördüğü gibi, devletin zayıf noktası "seçim sistemi aracılığıyla oluşan burjuva yasallık"tır. Bu burjuva yasallık içerisinde ve seçim sistemi aracılığıyla sürekli meşruluk elde etmeden ve devrimci siyaseti de bu meşruluğu sürekli üretmek ve geliştirmek için kullanmadan, devletin merkezi yapısı zayıflamayacaktır.Devrimci bir güce dayanarak, liberal demokratik alanın genişlemesi, faşist devletin üzerine oturmuş olduğu politik sistemi zayıflatacaktır. Liberal demokratik alan genişledikçe, iktidar blokunun kendi içerisinde çatlaması ve farklı güç odaklarına ayrışması ve bu temelde devletin merkezi yapısının zayıflaması kaçınılmazdır. Bu liberal demokratik alanın, "Demokratik Özerklik Atılımları" gibi atılımlarla zayıflatılması, devrimci hareketin ayağına kurşun sıkılmasıyla eşanlamlıdır.
Burada yanlış anlaşılmayı gidermek için bir noktanın altını özenle çizmek gerekir.Silahlı mücadelenin devreye girmesinin yanlış olduğundan bahsetmiyoruz. Kesinlikle böyle birşey demiyoruz. Sadece silahlı mücadelenin "devreye giriş biçimi"ne karşı çıkıyoruz yoksa kendisine değil (az ileride buna değineceğiz).
Yeni devrim tipi içerisinde devrimci ve liberal unsurlar bir bütün biçiminde kaynaşmıştır ve bundan dolayı yeni bir ideolojik ve siyasal toplumsal yönelimin oluşmasına neden olmaktadırlar.Bu yönelim tek iktidarın ele geçirilmesiyle sınırlı değildir ama toplumun ideolojik, politik, ekonomik ve kültürel dönüşümünü de hedeflediği için kaçınılmaz olarak HEGEMONYAYA yönelmek zorundadır ve bu hegemonyanın biçimi de kaçınılmaz olarak devrimci-liberal ideolojik ve siyasal hegemonya olmak zorundadır. Toplumda devrimci-liberal ideolojik ve politik hegemonya kurma eğilimi, muhalefet aşamasında başlayan ve iktidarın alınmasından sonra da devam eden bir süreçtir. Hem Kandil hem de bir çok devrimci, bu çizgideki "liberal" yanı küçümserler ve bu liberal yanı ya abartılı ya da yanlış bulurlar.Halbuki teorideki bu liberal yan oldukça önemli olup, bu liberal yanın zayıflatılması ya da yokedilmesi, PKK'nin savunmasız bırakılmasıyla eşanlamlıdır.
Sayın Başkan PKK'nin ve genel olarak devrimci hareketin etrafını liberal bir çeper ya da örtü ile çevrilmesi işini HDK ile HDP'ye vermektedir. HDK ile HDP sistemin yasal sınırları içerisinde halkın azami derecede örgütlenmesini, bütün "yumuşak araçları" (ideolojik, politik, ekonomik ve kültürel) kullanarak yapacak ama bu araçlar aslında tarihsel ve sosyal olarak arka planda PKK ile KCK silahlı kuvvetleri tarafından desteklenmektedir. Ancak bu destek direk değil dolaylı bir destektir ve ne zamanki devlet bu legal alanı daraltmak isterse, PKK askeri gücüyle devreye girecek ve bu alanın daralmasını durduracaktır. Yasal ve açık alandaki erime, devrimci siyaset ve silahlı savaş tarafından durdurulacaktır. Legal alandaki mevzilerin silahlı mücadele tarafından desteklenerek erimesinin önlenmesi ve hatta bu silahlı mücadeleye dayanarak daha da ilerletilmesi, hem iç politikada hem de dünya siyasetinde devrimci hareketin meşruluğunun üretilmesi anlamına geldiği gibi, devletin ağırlık merkezine bir baskı da oluşturarak, bu ağırlık merkezinin zamanla farklı güç odaklarına ayrışmasına neden olacaktır.
|