« İMRALI NOTLARI » VE BARIŞ SÜRECİ (II) (II) K.Erdem VI-Aynı Anda Üç Stratejik Öncelik Olur mu? Stratejik öncelik tespiti yapmak demek, düşmanları zaman içerisinde sıraya dizmek demektir. Ama düşmanları sıraya dizmek kadar, bu dizilişi doğru bir şekilde yani düşmanları doğru sıraya koymak da önemlidir. Hatta bu durum, Çin Savaş Ustaları'nın belirtmiş olduğu gibi, mümkünse uzun dönemli düşmanlarla, kısa dönemli düşmanları yenmek için geçici taktik ittifakları da içermelidir. Çünkü bu durumda kafa karışıklığı artacak ve asıl niyetimiz de saklanmış olacaktır.Bu son duruma en güzel örnek, AKP-Gülen Cemaati ittifakının, Kemalist Ordu'yu bastırıp ve iktidarın iplerini tam ele geçirmek için, dışta ABD ve AB ile içeride de bir kısım liberaller ile yapmış olduğu taktik ittifaktır, ki savaş sanatının parlak bir uygulamasını oluşturur. Ama Öcalan'ın barış taktiği, AKP-Gülen Cemaati'nin taktiğinden de ilginçtir. Öcalan ilk adımda yıkacağı düşman ile taktik bir anlaşma yapmaktadır. Siyaset bu kadar ince bir temele oturunca, yüksek bir entellektüel düzey ile kamçılanması zorunludur. İşte bu noktada Öcalan yüksek entellektüel düzeyine güveniyordu. Öcalan'da savaş sanatının bir başka yanını görüyoruz: Erdoğan, Kemalist Ordu'nun çelişkide olduğu müttefiklerine yaklaşarak Ordu'yu tecrit ediyordu, Öcalan ise yeneceği düşmana yaklaşarak onu tecrit etmek istemektedir. Eski bir atasözünün dediği gibi: Dostuna yakın ol ama düşmanına daha yakın ol! Kandil Barış Süreci sonunda, dünya savaş tarihinde eşine az rastlanır bir hata yaptı ve aynı anda neredeyse "üç stratejik öncelik" durumu ile karşı karşıya kaldı. Aslında mesele, Kandil'in kafa karışıklığından dolayı (ki ideolojik yetersizlikten kaynaklanmaktadır), Kürdistan'ın hangi cephesini temel cephe olarak belirleyeceğini (bu hangi devletin temel düşman olarak belirlenmesi sorununa bağlıdır) bilememesinden kaynaklanmaktadır. Bir türlü buna karar veremeyen Kandil, Kürdistan'ın bütün cephelerini açık bırakarak ve "süreç içerisinde" tehlikenin ortaya çıkmasına göre pozisyon belirleme (bu gerçek bir planlamanın olmadığı ya da varsa yanlış yapıldığı anlamına gelir) anlayışına sürüklenmiştir.Savaşın büyük ustalarının her zaman yapılmaması gerekir dediği şeyi yapmıştır ve sonucun olumsuz olması da tesadüf değildir. Barış Süreci başladığı zaman Erdoğan, Başkan'ın stratejisinin genel çerçevesini yani Başkan'ın Türkiye'de sosyal-demokrat politika çerçevesinde demokratik cepheyi büyütüp ve bu cepheyi temsil eden bir legal partiyle (HDP) yüzde on barajını geçip, AKP'nin tek başına hükümet olma olanağını yokederek, Türk iç siyasetini önce karışıklığa sürüklemek sonra da Kandil ve çevresinde topladığı ezici gerilla gücü ile bu gediği daha da büyütmek istediğini anlamıştı. Başkan'ın HDP ile HPG'yi, birbirini destekleyen "tek bir güç" şeklinde örgütlemesi ve biri çekilirken diğerinin güçlü bir şekilde hemen devreye girerek daha önce başlanılan işi derinleştirmesi ve sonra tekrar geriye çekilerek, daha önce geri çekilen gücün tekrar öne çıkmasını sağlaması, böylece bir tek gücün farklı parçalarının bu "ardışık kullanımı" , faşizmin önce dengesini bozacak sonra da yıkılışını getirecekti. İşte Barış Süreci başladığı zaman, Erdoğan'ın temel amacı, Başkan'ın bu stratejik yapısını ve yönelimini nasıl durduracağıydı. Başkan'ın bu yönelimi durdurulmadığı taktirde, faşist devletin çökeceğini Erdoğan biliyordu. Peki o zaman Başkan'ın bu politikası nasıl durdurulacaktı? Başkan'ın Türkiye'deki bu iktidar stratejisinin durdurulması sadece ve sadece Kandil'in hata yapmasına bağlıydı ve Kandil ideolojik yetersizliğinden dolayı, hata yapmaya çok yatkındı. Erdoğan Başkan'ın stratejisini çözmüştü (Başkan'ın onun stratejisini çözmesi gibi) ama bu stratejiye nasıl saldıracağını bilmiyordu. Ama Erdoğan'ın tersine ise Başkan, Erdoğan'ın stratejisine nasıl saldıracağını da biliyordu. Bu Başkan'ı bir adım önde tutuyordu ama Kandil'in yeni stratejiyi daha anlamamış olması da, Başkan'ın bu avantajını yokederek aslında tarafları dengeye getiriyordu. Erdoğan çok doğru bir şekilde, Başkan'ın stratejisinin güçlü noktasını tespit etmişti. Bu nokta Barış Süreci boyunca Kandil ve çevresinde oluşturulacak ve Başkan'ın asgari olarak belirlediği elli binlik HPG gücüydü. Bu gerilla gücü orada biriktiği ve de bölünmediği zaman, HDP'nin ilk darbesinden sonra devreye girerek, büyük bir yıkıcı etki yapacağını çok iyi biliyordu. Onun için bu güç, Barış Süreci boyunca Kandil'de Türkiye'ye karşı birikmemeliydi ve bu gücün birikimini engelleyen bütün taktikler devreye sokuldu. Aynı şeyi yani göreli bir barış süreci aracılığıyla, büyük stratejik yedekler oluşturma ve muharebenin zamanını uzatma politikasını, 1939 Sovyet-Nazi Paktı ile Stalin yaptı ve savaş başlayana kadar oluşturulan tümenler ve savaş malzemeleri, ikinci dünya savaşının kazanılmasında tayin edici yere sahip olmuştu. Kandil'deki ezici gerilla gücünün ortaya çıkması engellendiği zaman, HDP'nin zayıflatılması da mümkün hale gelecekti. HPG'nin stratejik güçleri zayıflatılmadan, HDP'nin zayıflatılması yanlış olurdu. Çünkü hemen devreye girecek olan güçlü HPG, HDP erimesini durdurarak, AKP'nin bozgununa neden olurdu. Bundan dolayı HPG'nin zayıflatılmasından, HDP'nin zayıflatılmasına doğru gitmek en doğru yöntemdi. Bu gerçeği bilen Erdoğan, Kuzey'de Barış Süreci'ni başlattığı zaman hiç zaman kaybetmeden savaşı güçlü bir şekilde Rojava'ya kaydırdı. Amacı Rojava cephesini büyüterek, HPG'nin stratejik kuvvetlerinin sürekli buraya akmasını sağlayarak, Türkiye'ye yöneltilmiş ezici bir gerilla gücünün oluşumunu sürekli zayıflatmaktı. Ama Rojava cephesinin büyütülmesi ve HPG'nin stratejik kuvvetlerinin zayıflatılması politikası, Türkiye'nin tek başına yapabileceği bir iş değildi. Bu noktada Türkiye , TSK ittifakı ve Batı Emperyalistleriyle bölgede farklı amaçlar güderek birlikte hareket etmek zorundaydı. Çünkü Rojava devrimi tek Türkiye ve ortaklarının zararına gelişmiyordu ama Batı Emperyalistlerinin de zararına gelişiyordu ve Rojava devriminden sonra bu iki kamp (TSK ittifakı ile Batı Emperyalistleri) , Ortadoğu'da "sünni bloku"nu güçlendirmek ve ayağa kaldırmak için harekete geçmişlerdi ve de bundan ne Başkan'ın ne de Kandil'in tam haberi vardı. Bu durum ise Erdoğan'ı bir adım öne geçiriyordu. Barış Süreci'nin başlamasından tam bir yıl sonra (ama elbette bunun çalışmaları 2011'e kadar uzanıyordu ve Erdoğan bundan haberdardı çünkü Türkiye de bu çalışmalara katılıyordu) yani 2014'ün bahar aylarında, odağında IŞİD ve El Kaide terör örgütlerinin olduğu "sünni blok"un ilk ciddi toplantısı İstanbul Saraybosna'da oldu ve ikincisi 1 Haziran 2014'te Ürdün'de oldu (Bak. 24 Temmuz 2014 tarihli Özgür Gündem gazetesi). 9 Haziran'da Musul ele geçirildi ve sonra da IŞİD ve El Kaide terör örgütleri Rojava'ya doğru yola koyuldu. Başkan'ın yukarıdaki alıntılarının birinde de gördüğümüz gibi Türkiye'ye "elli gün içinde ittifaka gitmezlerse, PKK eski bloka katılır" tehditi yaptığı sırada (7 Şubat 2014), işte Rojava üzerine bu saldırı dalgası geliyordu. Türkiye ve ortaklarının,Batı'yla birlikte oraganize ettikleri bu ortak saldırıda, Türkiye'nin ve Batı'nın amacı farklıydı ve her iki taraf da istediğini aldılar. Bütün sorun, TSK ittifakıyla, Batı Emperyalistlerinin bu ORTAK Rojava kuşatmasına, Kandil'in nasıl karşılık vereceğiydi. İşte 7 Haziran 2015 genel seçimlerinden sonra Türkiye'de yaşadığımız bütün politik olaylarla, Ekim 2014'teki Kobane kuşatması sırasında Kandil'in belirlediği politika arasında bir bağ vardır ve bu bağı anlamayanlar olayları analiz etmede hep hata yapmışlardır. Kandil Kobane kuşatması sırasında, almış olduğu bir kararla feci bir hataya imza attı.Kandil'in hatası kesinlikle Batı ile anlaşması değildi ama bu anlaşmayı yanlış bir tercihe bağlamasıydı. Kobane kuşatması çok güçlü olduğu için, Kandil'in Batı ile anlaşmasından başka bir çare yoktu. Ancak anlaşmayı farklı seçeneklere bağlama olanağı varken, en kötü seçeneğe bağladı. Bu seçenek, Batı ile direk ilişkiye girip ve Rojava'yı tek başına elde tutma anlayışıdır. Rojava'nın tek başına elde tutulması politikası artık Kandil ve çevresinde Başkan'ın istemiş olduğu ezici gerilla gücüne de , Başkan'ın stratejisine de elveda anlamına geldiği gibi, HDP ve onunla birlikte de milyonlarca kitlesi artık savunmasız hale gelmişti. Çünkü HDP ile HPG'nin güçlü birlikteliği kopmuş ve yüzde onüç oy oranına ulaşan HDP'yi destekleyecek güçlü bir gerilla desteği yokolmuştu. Erdoğan artık istediğini almıştı ve gelecek planlarını kendinden emin bir şekilde yapabilirdi. PKK hem Rojava'yı tek başına elde tutarak hem de Kuzey'de Başkan'ın istediği politikayı uygulayamazdı. Hatanın nedeni, Kandil'in Başkan'ın eski stratejisine göre hareket etmesi ve ortaya çıkan anlık duruma da, bu eski stratejinin mantığına göre tepki vermesidir. Kandil Rojava kuşatması sırasında çok basit bir mantıkla hareket etmiştir. Kandil'e göre nasıl olsa Başkan'ın stratejik önceliği İran'dır ve Batı ile Rojava'da anlaşıp ve Rojava'yı birlikte güvenli hale getirip, İran rejiminin yıkılışına da Batı ile birlikte katılıp, parça parça ilerlenmiş olunacaktır. Türkiye'nin Batı ile AB ve NATO üzerinden güçlü stratejik bağları olduğu ve bu sonuncular İran rejiminin yıkılışında Türkiye'yi baskı altına alacakları için ve de Türkiye Batı ile stratejik bağları tehlikeye atamayacağı için,İran rejiminin yıkılışına katılan PKK'nin üzerine fazla gelemeyecektir. Bu noktada Batı ile güçlü bağları olan Türkiye'yi HDP'yi büyüterek ve küçük bir gerilla gücüyle destekleyerek durdurmak mümkündür. Bütün bu hesaplar yanlış çıktı! Erdoğan Batı-karşıtı gerçek yüzünü aldatma temelinde çok iyi sakladı ve Kandil, Erdoğan'ın aldatma politikalarının yüzde doksanını yemiştir! Kandil Başkan'ın eski stratejisiyle hareket ettiği için, Rojava kuşatmasına da Rojava'yı Batı ile birlikte tek başına güvenli hale getirme yanlış anlayışıyla karşılık vermiştir. Sorunun daha iyi anlaşılabilmesi için, TSK ittifakı ve Batı'nın ortak Rojava kuşatması karşısında , PKK'nin önünde hangi tercihlerin olduğunun ortaya konması gerekmektedir.Bu noktada dört olası tercih vardı: 1-Şimdi yapıldığı gibi, PKK'nin Batı Emperyalistleriyle Rojava'yı "tek başına" elde tutması. 2- KDP ile YNK başta olmak üzere, bütün Kürtler ile ya Ulusal Kongre ya da Ulusal Birlik politikası temelinde, Rojava'nın "ortak olarak" elde tutulması ve bu ortaklığı hem Batı hem de Doğu emperyalistlerinin birbirlerini dengeleyecek bir biçimde kurarak, TSK ittifakının "Kürt Koridoru" aracılığıyla Suriye'den tecrit edilmesi (az ileride bunu açacağım). 3-Rojava'nın yönetiminin KDP-YNK başta olmak üzere, diğer Kürt örgütlerine bırakılarak, PKK'nin Rojava'da "Medya Savunma Alanları"na benzeyen bir "pasif direniş" konumunda kalması. 4-Rojava'dan tamamen çekilinmesi. Bu tercihler içerisinde en kötü olanı 1 ve 4'tür. Kötü olanı 3'tür ve PKK için en ideal olanı 2'dir.Ama Kandil 1 nolu tercihi yaparak ve böylece Türkiye'yi stratejik öncelikten çıkararak, HPG'nin önemli bir gücünü Rojava'ya kaydırmaya başladı. Bunu gören Erdoğan, hemen Türkiye'deki politikasını değiştirmeye ya da bazı politikaları açıktan uygulamaya başladı. Erdoğan ortak Kobane kuşatmasından ve PKK'nin uyguladığı yeni Rojava politikasından sonra, artık PKK'nin bir Kuzey savaşında "yumruk" değil "tokat" atacağını anladı. Çünkü PKK'nin Kuzey'de artık yumruk atacağı gücü yoktu. Kuzey'de artık PKK blöf yapacaktı, ki bu halk arasındaki bir deyimle "tereciye tere satmak" gibi birşeydi.Çünkü blöfün ustası Erdoğan'dı. Kuzey'de savaş başladığı zaman, ama en önemlisi de 1 Kasım'dan sonra Demokratik Özerklik atılımı hayata geçirildiği zaman, Erdoğan PKK'nin kendisine atmış olduğu tokata yumrukla karşılık vererek, PKK'yi sendeletti. Bu politikanın taban üzerinde çok olumsuz sonuçları oldu. PKK'nin Rojava'yı tek başına elde tutma politikası ortaya çıkar çıkmaz, Erdoğan HDP üzerindeki teröre de hız verdi. Ama bununla birlikte de bir sürü faşist yasa çıkarmaya başladı.Güçlü bir HPG ile desteklenmeyen HDP'ye önce Suruç'ta sonra da Ankara'da, IŞİD üzerinden terörle darbe vurarak pasifize etmeye çalıştı ve sonuçlarını 1 Kasım'da aldı. Eğer güçlü bir HPG ile "karşılıklı bir boğazlaşma" olsaydı, Erdoğan daha fazla kan kaybedecekti ve seçimlerde onun oyu daha fazla düşecekti. Ama Erdoğan tabanını korumayı başardı.Bunu da PKK'nin yanlış Rojava politikasından dolayı yapabildi. PKK'nin Türkiye stratejik önceliğini tehlikeye atmadan, uygulayabileceği Rojava politikası, 2 nolu tercihte bulunmaktadır ve bu tercih Başkan'ın teorisindeki bir boşluğun giderilmesini de içermektedir. Başkan Türkiye ile "ittifak" gelişmez ise, PKK'nin İran-Suriye ekseninde kalacağını ifade ederken, Rojava'yı bu eksen ile güvenli hale getireceği şantajını yapıyordu. Ama Kobane kuşatmasında görüldü ki, İran ile Suriye'nin böyle bir olanağı da yoktu.Çünkü bu iki devletin Rojava ile bütün bağlantıları,TSK ittifakı ile Batı Emperyalistleri tarafından kesilmişti. PKK Rojava'yı elde tutarak,İran-Suriye ekseninde de kalamazdı. Bunu yapabilmesi sadece ve sadece, Rojava'yı IŞİD'e bırakmasıyla mümkündü. İşte bu durum Başkan'ın teorisinin tıkandığı noktalardan birisidir ve benim teorim işte bu noktadan sonra devreye girer. Barış Süreci sonunda, PKK'nin İran-Suriye ekseninde kalabilmesinin iki yolu vardı. Birincisi Rojava'dan tamamen çekilmek, ki bu kötü bir tercihtir. İkincisi, tavize dayalı olarak Ulusal Kongre ya da Ulusal Birlik politikasıyla Rojava'nın birlikte yönetimi. Kandil Ekim 2014'te, IŞİD ve El Kaide'nin ortak Kobane kuşatması sırasında Batı ile yaptığı anlaşmayı, Rojava'nın "tek başına" elde tutulması politikasına değil ama Başkan'ın Bir Halkı Savunmak kitabında belirttiği gibi, "bütün Kürtler" ile birlikte bir Rojava yönetimi oluşturmaya bağlamış olsaydı, hem Batı'ya daha fazla bağımlı hale gelmeyecekti hem de Başkan'ın Türkiye için düşündüğü ve Kandil çevresine yerleştirmek istediği HPG kuvvetlerinin bölünmesini engellemiş olacaktı. PKK ABD-Rusya dengesini Rojava'da kurabildiği ölçüde, Rojava'nın göreli güvenliğini ortaya çıkarabilirdi.Çünkü hem ABD hem de Rusya, Suriye'de TSK ittifakı karşısında ve bu ittifakın bozucu etkilerine karşı, taktik bir ortaklığa sahiptirler. Bundan dolayı Rojava'da ortaya çıkacak olan bir Ulusal Kongre ya da Ulusal Birlik politikası, sağ ve sol kanatlara sahip olarak ve her iki kampı idare ederek, bölgedeki emperyalist dengeyi Rojava'da üreterek, hem Rojava'yı güvenli hale getirmiş olacaktı hem de PKK'nin bağımsızlığını koruyarak, PKK'nin Kuzey stratejisini de tehlikeye atmamış olacaktı. Rojava'daki bu Ulusal Birlik politikasında KDP ve onunla birlikte hareket eden örgütler, ABD ve müttefikleriyle hareket eden sağ kanadı oluşturacaklardı. PKK ve onunla hareket eden örgütler ise, Rusya,İran ve Suriye'ye yakın durarak sol kanadı oluşturacaklardı. İmralı Heyeti Başkan ile son görüşmesinde, Rojava'ya IŞİD'ı saldırtan Batı'nın amacının KDP ile KCK'yi bir araya getirmek olduğunu belirtiyordu. PKK Batı'nın bu politikasını görünüşte zaman kazanmak için kabul ederek ve Ulusal Birlik politikasını bir manivela yani destek noktası olarak kullanarak, diğer kampın alanına atlayabilirdi. PKK'nin Ulusal Kongre ya da Ulusal Birlik üzerinden bu karşı tarafa geçişine, Batı fazla bir şey yapamayacaktı. Çünkü Türkiye ve ortaklarının Suriye'de nüfuzlarının daraltılması politikasıyla uyumluydu. Zaten 2015'in Eylül'ünde Rusya'nın Suriye'de operasyonlara başlaması da bu süreci daha da güçlendirmiş olacaktı. Burada Ulusal Kongre politikasının başka bir yanıyla karşılaşıyoruz. Ulusal Kongre tek Kürt Ulusu içerisindeki bazı ara sınıfların tecrit edilmesi politikasına hizmet etmemektedir ama eğer yaratıcı bir şekilde kullanıldığı taktirde, PKK'ye uluslararası alanda, farklı güçler arasında manevra yapma olanağı da sağlamaktadır.PKK'nin Ulusal Kongre ya da Ulusal Birlik politikasını dar bir politik temelde ele alması, onun taktik potansiyeline de kısırlaştırıcı bir etki yapmaktadır. Eğer PKK yukarıda belirttiğimiz Ulusal Kongre ya da Ulusal Birlik politikasını uygulayabilseydi,bu politikanın PKK açısından çok önemli sonuçları olacaktı: 1- Güney Kürdistan'dan başlayan ve Rojava üzerinden neredeyse Akdeniz'e kadar uzanan "Kürt Koridoru" , ABD, AB, İsrail, Rusya, İran, Suriye ve bütün Kürtler ile birlikte pratiğe geçirilecekti. Türkiye bu kadar geniş bir cepheyi karşısına alamayacağı için, Suriye'ye "Fırat Kalkanı" gibi bir hareket yapamayacaktı. Fırat Kalkanı hareketini Türkiye'ye yaptıran, PKK'nin yanlış Batı politikasıdır. PKK Batı'nın yanında durduğu için, Rusya Türkiye'nin Suriye'ye kısmi müdahalesine izin vermiştir. 2-ABD-Rusya dengesi aracılığıyla oluşturulacak olan Kürt Koridoru, Türkiye'yi Suriye'den tecrit edeceği için, Erdoğan ve AKP'yi iç politikada kırılgan hale getirecek ve Başkan'ın öngördüğü ezici gerille kuvvetleri harekete geçtiği zaman yani ABD-Rusya dengesinin Türkiye'yi tecrit etmesiyle,PKK'nin kapsamlı savaşı birleştiği zaman, AKP iktidardan düşmüş olacaktı. 3-Ulusal Kongre ya da Ulusal Birlik politikası üzerinden Rojava'da kurulacak olan denge, Başkan'ın Kuzey önceliği için öngördüğü stratejik kuvvetlerin azalmasını önleyecekti. 4- Bu Ulusal Kongre ya da Ulusal Birlik politikası, bir İÇ CEPHE sorunu olan KDP meselesini ve oradan gelecek olan tehditi yokedecekti. Çünkü KDP, Rojava üzerinden Rusya,İran ve Suriye ile çatışma riski içine çekilmiş olacaktı. KDP'nin Rojava'ya ve onun üzerinden Suriye içlerinde ilerlemesi, onu Rusya,İran ve Suriye ile karşı karşıya getirerek,PKK ile uğraşmasını yokedecekti. Rojava'ya ve Suriye'ye çekilen bir KDP'yi ne ABD ile müttefikleri ne de Türkiye ile müttefikleri rahat bırakacaklardı ve her iki taraf kendi Suriye politikaları için KDP'yi rampa etmek isteyerek, onunla daha fazla yakınlaşmak isteyeceklerdi,ki bu durum Rusya ve müttefikleriyle çatışma demektir. PKK'nin KDP'nin stratejik seçeneklerini çoğaltması tek KDP'nin değil ama PKK'nin de işine yarayacaktır! 5- Rojava'nın göreli güvenliği, Türkiye'deki faşist diktatörlüğün yıkılmasına bağlı olduğu için, Rojava'nın PKK'nin Türkiye stratejik önceliğini tehlikeye atan her türlü güvenli hale getirilmesi yanlıştır. Çünkü böyle bir durum kalıcı olmayacaktır ve üstelik stratejik güçlerin yanlış kullanılmasına neden olacağı için, uzun dönemli olarak PKK'yi savunmasız hale getirecektir. Rojava kendi başına bir amaç olamaz. O ancak Türkiye'deki faşist diktatörlüğün devrilmesi noktasında ve bu perspektife hizmet eden bir "stratejik araç" olarak düşünüldüğü zaman bir anlam ifade etmektedir. Stratejik araç haliyle Rojava, PKK için bir "atlama tahtası"dır ve bu rolü, PKK'nin Türkiye önceliğini tehlikeye atmadan herhangi bir biçim içerisinde oynayabilir. Rojava'nın Kuzey stratejik önceliği için "stratejik araç" olarak hizmet etme görevi, en ideal olarak Ulusal Kongre ya da Ulusal Birlik politikası içinde ortaya çıkmaktadır. İşte Kandil bu politikayı hiçbir zaman anlamamıştır! Rojava'da bu politika Ulusal Birlik etrafında kurulmadan, Başkan'ın Barış Süreci sonunda Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da uygulamak istediği politikanın önü de açılamazdı. Barış Süreci'nde PKK için en ideal politika, kapsamlı bir taviz sistemi ile Rojava'da ortaya çıkarılacak olan Ulusal Birlik politikasıyla, İran-Suriye eksenine daha yakın bir taktik politik konumlanmanın birleştirilmesiydi.Bunun dışında PKK için bir çıkış mümkün değildir. Ama Kandil temel bir stratejik belirleme yapmadan ya da Başkan'ın eski stratejisine bağlı olarak yaptığı yanlış stratejik öncelik tespitinden dolayı, neredeyse üç stratejik öncelik sorunu ile karşı karşıya kalmıştır.Başka bir ifadeyle bir çok cephede aynı anda savaşma riskiyle karşı karşıya kalmıştır. Kandil Rojava sorununu, Başkan'ın eski stratejisine bağlı olarak İran sorunuyla birbirine bağlamak istemiştir.Ama Başkan Rojava sorununu Türkiye sorunuyla birbirine bağlamak istiyordu. Başkan İmralı Heyeti ile görüşmelerinde, Ortadoğu'daki Kürt sorununu Türkiye'den başlayarak çözmek istediğini ve bu temelde Rojava sorununu Türkiye stratejik önceliğine bağladığını bir çok defa üstü örtülü biçimde ifade etmiştir.Örneğin işte bu örneklerden birisi: "Kandil de bunu anlamalı. Tarihi bir ittifak doğuyor. (...) Türkiye'deki Kürt sorununun çözümü Irak ve Suriye'deki, hatta İran'daki sorunun çözümüdür. Bunun sonrası Ortadoğu demokratik ittifakıdır." (A.Öcalan, a.g.e.,s.93) Burada Başkan'ın belirtmiş olduğu Ortadoğu demokratik ittifakı, Kürt Özgürlük Hareketi'nin sömürgeci devletlerle reformlar temelinde elde etmiş olduğu anlaşmalarla ortaya çıkan ittifak değildir. Bu sömürgeci devletlerin, yeni devrim tipi temelinde yıkılmaları sonucunda, halkların oluşturmuş olduğu demokratik ittifaktır. Başkan bu niyetini ve mesajını, Barış Süreci'nin liberal karakterinden dolayı, bu liberal "ambalaj" içerisine sararak Kandil'e gönderiyordu. Peki bu başka türlü olabilir miydi? Aklı başında herkes bunun başka türlü olamayacağını anlar! Başkan ile Kandil arasındaki bu farklı bakış açısı, PKK'yi Ortadoğu kaosunda bir kargaşa içerisine sürüklemiştir. (devam edecek)
|