 |
Devrimci Bülten Sayý 73 (3) |
 |
 |
“DEMOKRATÝK MODERNÝTE” VE “DEMOKRATÝK ULUS” DEVRÝMLERÝ K.Erdem Marksist teori köklü bir dönüþüm içerisinden geçmektedir, ki genellikle bu dönüþüm bir paradigma olarak adlandýrýlmaktadýr. Tarihsel pratik, teoride aksayan, yanlýþ ve zamaný geçmiþ bir çok noktanýn yeniden ele alýnmasýný ve kurulmasýný dayatmaktadýr. Hiç kuþkusuz bunlarýn baþýnda da devrimin karakteri sorunu gelmektedir. Devrimin karakteri sorununun, hem Türkiye’de hem de dünya genelinde bir çok devrimci hareketi uzun yýllardan (neredeyse yüzyýldan fazla) beri meþgul ettiði ve bu temelde bir çok tartýþmalar ile ayrýlýklarýn temelini teþkil ettiði, devrimci teoriyle az çok aþina olan kiþiler tarafýndan iyi bilinen bir gerçektir. Devrimci politika yanlýþ-idealist devrim kurgusundan ve bunun neden olduðu dar ve sekter yapýsýndan dolayý, kapitalizmin bazý çok önemli tarihsel kriz dönemleri hariç, geniþ kitleler içerisinde güç olamamýþtýr. Hiç kuþkusuz bu da nedensiz deðildir. Bu politik ve tarihsel darlýðýn temellerini ortaya çýkarmak, sorunu çözmenin ve devrimci hareketi doðru bir tarihsel mecraya sokmanýn neredeyse yarýsýný oluþturur. Devrimin karakteri sorunu ve bununla ilgili olarak “demokratik ve sosyalist devrim tartýþmalarý”, devrimci hareketin gündemine yoðun bir þekilde Bolþevikler ile birlikte girdi. Bolþevikler ama özellikle de Lenin devrimin karakteri sorununu, kesin bir teorik çerçeveye baðlamak istiyordu.Nedeni ise Bolþevik Parti’nin strateji ve taktiklerinin genel çerçevesini elde ederek, etkili bir devrimci siyaset ortaya koymaktý. Ama devrimin karakteri sorunu, baþka bir sorun ile temelde baðlantýlý bir sorundu ve bu sorunda yapýlacak hata ya da hatalar kaçýnýlmaz olarak devrimin karakteri sorununun ve bundan çýkacak olan strateji ve taktik sorunlarýn da yanlýþ ele alýnmasýna neden olacaktý, ki aynen de öyle oldu. Devrimin karakterinin temelden baðlý olduðu sorun “kapitalizmin tarihselliði” sorunuydu. Kapitalizmin tarihsel evriminin düzeyi ve dereceleri ile onun tarihsel-fiziksel sýnýrlarýnýn ne olduðu sorunu, bu tarihselliðin içeriðini oluþturuyordu ve bu sorun doðru ele alýnamayana kadar da, onun altýnda yeralan “alt-sorunlarýn” doðru bir sonuca ulaþtýrýlmasý mümkün deðildi. Ýþte tam da dünya devrimci hareketi bu sorunda yanlýþ yaptý ve bu yanlýþlýk teorinin diðer alt disiplinlerine yayýlarak teorinin genel bir sistemik krizine dönüþtü. Teorinin bu sistemik krizinin en açýk belirtisi, neden olmuþ olduðu siyasetin genel týkanmasýydý. Bu týkanma ise kendisini bir çok biçimde ortaya koyuyordu: bürokratik diktatörlük, sol ve sekter siyaset, Tek Adam Yönetimi, terörizm, reformlarý kategorik olarak gericilik olarak damgalamak vs. Belirli bir tarihsel anda týkanan bu yanlýþ devrimci siyasete karþý, yine bu devrimci siyasetin içerisinde bir baþka tepki geliþti ve giderek onun karþýtý gibi hareket etmeye baþladý.Bu siyaset tarzý ise genel olarak “legal ve reformist” siyaset olarak adlandýrýldý.Bu ikincisinin geliþip ve güçlenmesi birincisinin zayýflamasýna ve güçsüzleþmesine (çünkü bir direnç oluþturuyordu) baðlý olduðu için, kaçýnýlmaz olarak genel bir kavgaya neden oluyordu.Bu kavga ise her iki kesim arasýnda genel bir güvensizliðe ve düþmanlýða yol açýyordu. Devrimci ve demokratik hareket arasýndaki bu bölünme, dünya çapýnda yaþanan bir çok felaketin kaynaðýný oluþturdu. Çünkü Devrimci-Sosyalist Hareket ile Sosyal-Demokrasinin bölünmesine neden olarak, devrimci-demokratik cephenin oluþumunu imkansýz kýlýyordu ve bu cephenin yokluðu ise faþist ve gerici hareketlerin politik yükselmelerinin ve iktidarlarýnýn kaynaðýný teþkil ediyordu. Bu bölünmeyi dünya devrimci hareketinin gündemine sokan ve bu tarihsel ayrýlýðýn yaþanmasýna neden olan en önemli olay ise Ekim Devrimi ve bu devrimden çýkarýlan yanlýþ teorik sonuçlar oldu. Özellikle III.Enternasyonal’in yanlýþ bir ideolojik temelde kurulmasý ve bunun sonucunda Avrupa’daki sosyal-demokratik partilerin III.Enternasyonal’in yanlýþ “sol sekter” çizgisi temelinde bölünerek (Alman Komünist Partisi,Fransýz Komünist Partisi,Ýtalyan Komünist Partisi vs. hep bu dönemin ürünüdürler ve bu ülkelerdeki sosyal-demokrat partilerin bölünmesinin sonucunda ortaya çýkmýþlardýr) , komünist partilerin oluþturulmalarý, bugün gelinen noktada büyük bir tarihsel hata olarak ortaya çýkmýþtýr. Baþta Lenin olmak üzere Bolþeviklerin izlemiþ olduklarý ve III.Enternasyonal aracýlýðýyla da baþka ülkelerin devrimci hareketlerine “þýrýnga” ettikleri sol-sekter siyasetin temeli yanlýþ kapitalizm analizinden kaynaklanýyordu. Birinci Dünya Savaþý sýrasýnda Lenin’in yazmýþ olduðu “Emperyalizm-Kapitalizmin En Yüksek Aþamasýdýr” broþürü, emperyalizmi tarihsel baðlam içerisine doðru bir þekilde oturtmuyordu. Ama o günkü emperyalizmi kapitalizmin en yüksek aþamasý olarak betimleyerek de , teorinin diðer “parçalarý”ný da bu yanlýþ tespite göre kuruyordu. “Ölçü”nün kendisi yanlýþ olunca, bu ölçü ile “ölçülenler”de yanlýþ oluyordu. Lenin’in teorik yanlýþlýðýnýn yýkýcý bir þekilde kendisini gösterdiði iki önemli alan bulunuyordu: devrimin karakteri ve strateji ile taktik sorunlar. Lenin’in devrimin karakteri sorununda akýl yürütmesi baþtan sona yanlýþtý. Lenin’in hem emperyalist ülkeler hem de geri kalmýþ ülkeler için geliþtirdiði teorilerin tarihsel karþýlýklarý yoktu. Emperyalist ülkelerde kapitalizmin sosyalizm için haddinden fazla olgunlaþtýðýný ileri sürerek önermiþ olduðu sosyalist devrim savunusu yanlýþ olduðu gibi; geri ülkelerde de “demokratik bir þekilde baþlayan devrimin kesintisizliði içerisinde sosyalist devrime varmasý gerektiði” savunusu da ayný þekilde yanlýþtý, ki iki savunu ayný mantýktan beslenmekteydi. Bu konu yani toplumlarýn tarihsel sosyalizm ile iliþkileri sorunu oldukça kapsamlý ve karmaþýk olduðu için ve de baþka bir yazýnýn konusu olduðu için (kaldý ki baþka bir çok makalelerde bu konuya deðindim) burada detaya girmiyorum. Sadece konu ile iliþkisi baðlamýnda þunu belirterek geçmek istiyorum: ne geçmiþte ne de günümüzde ne emperyalist ülkelerde ne de geri ülkelerde toplumlar sosyalizm için yeterince olgun deðillerdi/deðillerdir. Bütün sorun da burada baþlamaktadýr. Madem toplumlar sosyalizm için daha olgun deðillerdir, o zaman devrimci hareketin politikasýnýn biçimi ve içeriði ne olacaktýr? Sosyalist devrim tartýþmalarý Marksist literatürden tamamen çýkarýlmalýdýr ama bu varolan þekliyle demokratik devrim teorisinin doðru olduðu anlamýna da gelmez. Varolan yapýsýyla Leninist demokratik devrim teorisi de yanlýþtýr ve o da “kaldýrýp atýlmalýdýr”. Çünkü Lenin’in demokratik devrim teorisi sosyalist devrim teorisi ile ayný mantýktan beslenir. Bu noktada teoriyi “Demokratik Modernite” ve “Demokratik Ulus” devrimleri biçiminde tekrar kurmak gerekmektedir. Bu noktanýn açýlmasýna geçmeden ve Leninist devrim teorisiyle farkýný ortaya koymadan önce, bu konuya katký baðlamýnda Marx, Engels ve Gramsci ile baðlantýlý olarak birkaç noktaya deðinmek gerekir. Marx ile Engels’te Lenin’deki gibi keskin bir demokratik ve sosyalist devrim ayrýmý yoktur. Bunun nedeni bu iki düþünürün sorunu anlamamalarýndan deðil ama bu düþünürlerin sorunun kapsamýný daha tam olarak kestirememelerinden kaynaklanmaktaydý.Her iki düþünür, kapitalizmin tarihsel-fiziksel sýnýrlarýný tam olarak kestiremiyorlardý ve bundan dolayý da bu noktada kesin bir yargýya varmak istemiyorlardý. Devrimci hareketin bir çok burjuva sorunu çözmek sorunda olduðunu anlýyorlardý ama bu burjuva sorunlar tek üstyapý ile ilgili sorunlar deðildi ama altyapý yani ekonomik iliþkiler alanýný da kapsýyordu. Marx Kapital’de çok ince ve itinalý bir analiz yaparak, kapitalizmin tarihsel geliþimi içerisinde zamanla iki temel emeðin ortaya çýkacaðýný ve bu ikisi arasýndaki tarihsel iliþkilerin sosyalizmin temelini hazýrlayacaðýný belirtmiþti. Bu emekler Bilimsel Emek ile Sanayi Emeði idi. Kapitalizmin temelini sanayi emeði oluþtururken, sosyalizmin temelini bilimsel emek oluþturur. Bilimsel emek kapitalizmin baðrýnda doðar ve ona eklemlenerek geliþir ama toplumun temeli olmaya ancak politik devrimlerin gerçekleþmesiyle kavuþur/kavuþacaktýr. Ama süreç tedrici geliþen bir süreçtir yani kerte kerte ortaya çýkar ve bu süreç içerisinde devrimci hareket bazý burjuva sýnýflar ile özellikle küçük ve orta burjuvazi (ki bunlar farklý toplumlarda farklý biçimlere sahiptirler) ile birlikte hareket eder. Marx Kapital’de bu iki emek biçimi arasýndaki iliþkiyi þöyle belirtir: “Evrensel emek ile ortaklaşa emek arasýnda bir ayrýmýn yapýlmasý yerinde olur. Her iki tür emek de, üretim sürecinde kendi rollerini oynar, birbiri içerisine geçer, ama her ikisi gene de farklýdýrlar. Evrensel emek, her türlü bilimsel emek, keşifler ve buluşlardýr. Bu emek kýsmen, canlý emeğin elbirliğine, kýsmen de daha önce yaşamýş kimselerin emeklerinden yararlanmaya dayanýr. Öte yandan, ortaklaşa emek ise, bireylerin doğrudan doğruya elbirliği yapmalarýdýr.” (Marx,Kapital-III, s. 96, Sol Yayýnlarý) Toplum hiçbir zaman bir býçakla ikiye bölünmüþ bir þekilde ortaya çýkmayacaktýr, bu burjuva ara sýnýflar farklý biçimlerde var olarak sosyalist bir toplumda dahi belirli bir süre varlýklarýný sürdüreceklerdir.Zaten bu sýnýflarýn varlýðýdýr ki, daha toplumun tamamýyla komünist olmadýðý anlamýna gelir.Devrimci hareketin, bu sýnýflarla iliþkilerinin tarihsel doðasý, öyle üzerinden atlanacak ve basite indirgenecek bir durum deðildir. Leninist sosyalist devrim, bu ara burjuva sýnýflarýn bastýrýlmasýný öngörür. Bu teoriye göre, bu burjuva ara sýnýflar ücretli emek sömürürler ve bundan dolayý ücretli emeði ortadan kaldýran ya da kaldýrmakta olan sosyalist politikaya direneceklerdir.Bundan dolayý “sýnýf çatýþmasý” kaçýnýlmazdýr ve bu sýnýflar “sosyalist politikalar” sýrasýnda karþý-devrimci yüzünü göstererek , “proleteryaya karþý” harekete geçeceklerdir. Bu mantýk yürüyüþ yanlýþtýr! Devrimci hareket hiçbir þart altýnda küçük ve orta burjuvaziyi ya da genel olarak adlandýrýrsak eðer bu burjuva ara sýnýflarý zorla bastýrmak zorunda deðildir.Buna gerek de yoktur ve akýllý bir politika izlendiði zaman da gerek kalmayacaktýr. Engels’in küçük köylülüðe karþý tutum noktasýnda geliþtirmiþ olduðu yöntemin aynýsý sosyalizme doðru giderken bu sýnýflara karþý da uygulanabilir. Bir diðer nokta da Marx’ýn kamu mülkiyeti ile sosyalist mülkiyet arasýnda ayrým yapmasý ve belirli bir süre için iþçi sýnýfýnýn üretim araçlarýný kamulaþtýrmasýný, sosyalist deðil burjuva özel mülkiyetin bir biçimi saymasýdýr.Çünkü devletin varlýðý iki þeyin göstergesidir: 1- Üretici güçlerin daha sosyalizm tarihsel sýnýrýna ulaþmadýðýnýn bir göstergesidir. Çünkü devlet bizzat sýnýflara bölünmüþlüðün tescilidir. 2- Ýktidarda iþçi sýnýfý da olsa, bu kamu mülkiyetinin hala daha burjuva bir tarihsel çerçeveye hapsolmasýndan dolayý, kamu mülkiyeti bir tür “burjuvazisiz burjuva ekonomisi”dir. Özel kapitalistlerin yönetici fonksiyonunu, devrimci-demokratik devletin bu iþ için yetiþtirilmiþ bürokratlarý ve yöneticileri üstlenir. Marx kamulaþtýrma ile sosyalleþtirme arasýndaki ayrýmý yine Kapital’de þöyle belirtir: “ Kapitalist üretimin üç temel olgusu: 1-) Üretim araçlarýnýn az sayýda elde toplanmasý ve bunlarýn, doğrudan kullanan işçilerin mülkiyetinden çýkýp, toplumsal üretim güçleri halini almasý. Bunlar hatta başlangýçta kapitalistlerin özel mülkiyetin de olsalar bile. Kapitalistler, burjuva toplumun güvenilir kişileridir, ama bu güvenin bütün nimetlerini cebe indirirler. 2-) Emeğin kendisinin toplumsal emek halinde örgütlenmesi: Elbirliği, iş bölümü ve emeğin, doğal bilimlerle birleştirilmesi yoluyla. Bu, her iki anlamda da, kapitalist üretim tarzý, özel mülkiyeti ve özel emeği, çelişkili biçimlerde olsa bile ortadan kaldýrýr. 3-) Dünya pazarýnýn yaratýlmasý. ” (Marx,Kapital-III,s.235, Sol Yayýnlarý) Marx’ýn üretim araçlarýnýn iþçilerin mülkiyetinden çýkýp, toplumsal üretici güçler haline gelmesi vurgusu önemli bir vurgudur ve kamulaþtýrma ile sosyalleþtirmenin birbirlerine karýþtýrýlmamasý anlamýna gelir. Bu nokta devrimci hareket içerisinde yeterince anlaþýlmadýðý içindir ki, kapitalizmin hep “en yüksek biçimleri”, sosyalizm için kapitalist toplumun yeterince olgunlaþtýðý biçiminde yorumlanmýþtýr. Ama bu “en yüksek biçimlerin” neye göre en yüksek olduðu yani nasýl bir tarihsel baðlama oturtulduðu hiçbir zaman doyurucu bir þekilde açýklanmamýþtýr. Lenin Birinci Dünya Savaþý dönemindeki emperyalizmi, kapitalizmin en yüksek aþamasý olarak damgalarken, kapitalizmin tek bir aþamasýný deðil, iki aþamasýný birden atlamýþtýr.Bundan yüz yýl önceki emperyalizm daha ulusal sýnýrlar ya da pazarlar içerisinde ortaya çýkan bir tekelleþmenin ürünüydü. Bundan sonraki aþama, özellikle Ýkinci Dünya Savaþý’ndan sonra, Bölgesel Pazarlar içerisinde oluþan tekelleþmenin ürünüdür,ki bu süreç daha kapanmamýþtýr. Üçüncü aþama ise, bir çok bölgesel pazarýn içiçe geçtiði ve Birleþik Dünya Pazarý’nýn oluþtuðu dönem olarak ortaya çýkacaktýr.Ýþte sosyalizmin üretici güçleri bu dünya pazarýnýn yaratýlmasý sürecinde yavaþ yavaþ ortaya çýkacaktýr. Kapitalizmin bu tarihsel seyri içerisinde, her toplumun kendi içerisinde (en geri toplumdan en geliþmiþ topluma kadar) , küçük ve orta burjuva unsurlar her zaman olacaktýr. Her toplumun dünya ekonomisi ve kapitalizmin genel evrimi içerisindeki yerine uygun olarak, bu küçük ve orta burjuva unsurlar farklýlýklar gösterecektir. Hatta teorik soyutlamamýzý daha da ileri götürürsek eðer, tarihte sosyalist ekonominin en geliþmiþ kapitalist ekonomiden de üstün olduðunu kabul ettiðimiz zaman, yoðun bir þekilde sosyalist bir ekonomi içerisine girmiþ olan bir toplumda, en geliþmiþ kapitalist ekonomik birim (bu emperyalist bir tekel de olabilir), sosyalist ekonominin yanýnda küçük ve orta burjuva ekonomik birim haline gelecektir.Sosyalist ekonominin geliþmesi ölçüsünde, en geliþmiþ kapitalist ekonomik birimlerin giderek iflasa sürüklenmeleri kaçýnýlmazdýr. Teorik ufkumuzu bu düzeye çýkardýðýmýz andan itibaren, bazý teorik sorunlara daha farklý bir yaklaþým getirmemiz mümkündür. Teorik sorunumuzun ana noktasýný, iþçi sýnýfýnýn ya da onun çýkarlarýnýn tarihsel temsilcisi olan sosyalist hareketin, burjuva ara sýnýflar ile komünizme kadar, burjuvazinin büyük ve gerici kesimlerine karþý niçin bir “Tarihsel Blok” oluþturmasý gerektiði sorunu oluþturur. Bugüne kadar sosyalist hareket, bu Tarihsel Blok politikasýný, yanlýþ kapitalizm ve bundan çýkardýðý yanlýþ devrim kurgusundan dolayý doðru bir þekilde gerçekleþtirmemiþtir. Küçük ve orta burjuvalarýn büyük burjuvalarla iliþkileri hep ikili bir karaktere sahip olmuþtur. Büyük burjuvazinin üretici güçleri geliþtirdiði ve kapitalizme tarihsel atýlým saðladýklarý dönemlerde, küçük ve orta burjuvalar da büyük burjuvazinin geliþmesine baðlý olarak büyüme ve geliþme elde ederler. Kapitalizmin bu yükselme dönemlerinde, bu ara sýnýflar büyük burjuvazi ile daha istikrarlý iliþkiler geliþtirirken, bu dönemin sona ermesiyle de bu istikrarlý iliþkiler de yerini daha gerilimli ve sancýlý bir duruma býrakýr. Bu duruma birbirine baðlý olan iki durum neden olur: kar oranlarýnýn tedrici düþüþü ve bu düþüþün burjuva rekabeti daha da þiddetlendirmesi. Özellikle geliþmiþ burjuva ekonomilerde kar oranlarýnýn düþüþü, bu ekonomilerin kapitalistlerini dýþ ülkelerin ekonomilerine ama özellikle de geri kalmýþ ülkelerin ekonomilerine doðru yöneltici bir etki yapar.Bu yönelim sanayi, ticaret ve banka sermayesi olarak sermayenin bütün biçimlerini kapsar. Geliþmiþ ekonomilerden geri kalmýþ ekonomilere doðru olan bu sermaye ihraçlarý, tedrici olarak kapitalizmi tarihsel olarak derinlemesine ve geniþlemesine geliþtirir. Yeni üretim tarzýný (özel anlamda) giderek genelleþtirir ve bunun sonucu olarak, kar oranlarýnýn eþitlenmesi denilen eðilim ortaya çýkar. Kar oranlarýnýn eþitlenmesi (ki bu kapitalizmin geliþimi içerisindeki bir eþitlenmedir), özel olarak kapitalistler ama genel olarak da burjuva devletler arasýndaki rekabeti þiddetlendirerek, savaþ ile çözümlenecek sorunlar ortaya çýkarýr. Kapitalizmin tarihinde farklý biçimlerde de olsa bu fenomen hep tekrarlanýr. Çünkü kapitalizmin içkin yasalarý sonucunda ortaya çýkar ve bu yasalar varoldukça sonuçlarý da farklý biçimler içerisinde hep ayný olur. Farklý burjuva devletler arasýndaki kamplaþmalarýn sonuçlarý hep toplumlar için felaket olmuþtur. Özellikle savaþlar tek iþçi ve emekçilerin üzerine büyük fedakarlýklar yüklemez ama küçük ve orta burjuvalar için de ayný þekilde büyük yýkýmlar oluþtururlar. Bu yýkýmlar dayanýlmaz hale geldiði andan itibaren de, bu burjuva ara sýnýflar belirli bir süre izlemiþ olduklarý büyük burjuvalarý artýk izlemez olurlar ve yeni arayýþlar içerisine girerler.Bu dönemlerde bu küçük ve orta burjuvalar dikkatli bir þekilde, devrimci hareketin politik kanatlarý altýna alýnmalý ve ortak bir hareketin programatik, stratejik ve taktik formülasyonlarý doðru bir þekilde yapýlmalýdýr. Devrimci hareket tarafýndan bunun yerine getirilmediði her durumda, bu sýnýflarýn büyük burjuvazinin farklý fraksiyonlarýna kayacaðý hemen hemen kesindir. Bu durum her halükarda devrimci hareketin hatalarý sonucunda ortaya çýkacaktýr. Özellikle Ekim Devrimi’nden sonra, yanlýþ devrim kurgusu, bir çok ülkede bu ara sýnýflarýn devrimci hareketten uzaklaþmalarýna neden olarak devrimci-demokratik hareketin zayýf kalmasýna neden olmuþtur. Devrimci hareket ile bu burjuva ara sýnýflar arasýndaki politik “kopuntu” ve bunun yol açmýþ olduðu felaket durum, iþte Antonio Gramsci’nin ideolojik faaliyetinin ana halkasýný oluþturmuþtur. Bugün geriye dönüp baktýðýmýz zaman, III.Enternasyonal’in sekter bir þekilde Ýtalya’da Sosyalist Partisi’ni bölüp ve onun sol kanadýndan bir Ýtalyan Komünist Partisi yarattýðý dönem ayný zamanda, Mussolini’nin iktidarýnýn önünün açýlmasý da olmuþtur.Çünkü Ýtalya’da “Demokratik Ulus” parçalanmýþ ve bu parçalanmýþlýðýn çatlaklarý arasýnda faþist gericilik yükseliþe geçerek, kýsa bir zaman sonra da iktidara gelmiþtir. Ýtalya’da Gramsci bu süreci çok yakýndan yaþamýþtý ve bu yanlýþ politikanýn sonuçlarýna direk maruz kalan en önemli devrimci kadrolardan bir tanesiydi. Bundan dolayý da teorik faaliyetlerinin ana halkasýný, devrimci hareket ile bu ara burjuva sýnýflar arasýndaki iliþkilerin doðasý sorunu oluþturmuþtur ve onun çok ünlü hegemonya kavramý da bu soruna getirmiþ olduðu teorik çözümün sonucunda ortaya çýkmýþtýr. Gramsci de Marx ile Engels gibi, kesin bir demokratik ve sosyalist devrim ayrýmý getirmemiþtir. Ýtalya’nýn Risergimento dönemindeki sýnýf iliþkilerinin analizi ile elde ettiði teorik sonuçlarý, devrimci proletaryanýn politik ve tarihsel mücadelesine aktaran Gramsci, sýnýflar arasýndaki güç iliþkileri sorununa yeni bir teorik boyut getirmiþtir. Devrimci proletaryanýn devrimden önce bu ara burjuva sýnýflar ile baþlayan ittifaklýk iliþkisinin, devrimden sonra da yani iktidar döneminde de devam edeceðini ve bunu koþullandýran durumun da üretici güçlerin daha kapitalizmin tarihsel sýnýrlarýný aþmayan yapýsý olduðunu çok açýk bir þekilde belirtmiþtir. Bu nokta ki, Lenin ve Bolþeviklerin eksik kaldýklarý ve yanlýþ ele aldýklarý noktalarýn baþýnda gelmekteydi. Gramsci’nin analizi ister istemez bir çok teorik sorunun sorgulanmasýna yol açýyordu. Madem devrimci proletarya iktidarda da bu burjuva ara sýnýflar ile birlikte bir ittifaklýk iliþkisini geliþtirmeye tarihsel açýdan mecburdur, o zaman Lenin ve Bolþeviklerin hemen Ekim Devrimi’nden sonra, Menþevikleri, Sosyalist-Devrimcileri ve Kadetleri bastýrmalarýný teorik olarak nereye koyacaðýz? Madem kapitalizm tarihsel olarak daha aþýlmamýþtýr o zaman burjuva parlamenterizmin “tarihsel olarak aþýldýðý” anlayýþýný nereye koyacaðýz? Bunun gibi bir çok sorun ortaya çýkmýþtýr ve teorik çözüm beklemektedir. Yýllar sonra Gramsci’nin teorik çözümlemelerinin önemini farkeden ve bu çözümlemeleri kendi yaratýcý teorik ve politik faaliyetlerine katarak geliþtiren bir lider ortaya çýktý.Üstelik bu lider hiç kimsenin beklemediði bir yerden yani Kürdistan’dan çýktý. “Köylü”, “küçük-burjuva” ve “ulusalcý” gibi gibi etiketler ile adlandýrýlan bu liderin, devrimci hareketin çok önemli eksikliklerini ve yanlýþlýklarýný göreceði ve bunlara kendi yaratýcý teorik ve politik faaliyetleriyle olumlu çözümler getireceðini kimse tahmin edemedi. Abdullah Öcalan Gramsci’nin teorisini PKK’ye “þýrýnga” etmekle kalmadý ama buna yeni bir biçim ve içerik de verdi. Abdullah Öcalan’ýn geliþtirmiþ olduðu “Demokratik Modernite” ve “Demokratik Ulus” teorilerini daha da geliþtirmek mümkündür. Özellikle bu teorilerin içeriðinin Marx’ýn teorik analizleriyle daha da geliþtirilmesi ve zenginleþtirilmesi zorunludur. Bu teorilerin, Marx’ýn teorisinin “doruk noktasý” ile buluþmamasý ve birbirine baðlanmamalarý, bu teorilerin yanlýþ ele alýnmalarýna ve kullanýmlarýna yol açacaktýr. Bu her iki kavrama (Demokratik Modernite ve Demokratik Ulus), doðru bir teorik temeli, az yukarýda Marx’tan yaptýðýmýz alýntýlardan bulabiliriz. Marx kapitalizm geliþtikçe iki temel emeðin (evrensel-bilimsel emek ile ortaklaþa-sanayi emek) giderek ortaya çýkacaðýný ve egemen hale geleceðini belirtir. Aslýnda bu iki emek arasýnda da bir “üst-ast” iliþkisi mevcuttur. Evrensel-bilimsel emek kapitalizmin baðrýnda giderek “çiçek açan” sosyalizmin üretici güçlerini oluþturur ve sanayi emekten tarihsel olarak daha üstündür. Bu emeðin egemen hale gelmesi, kapitalizmin tarihsel olarak giderek aþýlmaya baþlandýðýný ortaya koyar. Sanayi emeði ise bunun aksine kapitalizmin daha da geliþmekte olduðunu ve toplumun her þeyiyle kapitalist üretim iliþkileri içerisine çekildiði anlamýna gelir. Ýþte Demokratik Modernite ve Demokratik Ulus kavramlarýný, bu iki emek kavramý ile iliþkilendirerek, kesin bir teorik sonuca baðlamak mümkündür. Bir topluma Demokratik Modernite Devrimi’nin mi yoksa Demokratik Ulus Devrimi’nin mi gerekli olduðunu, bu toplumun üretici güçlerinin tarihsel düzeyine bakarak çýkarmak mümkündür.Bu aslýnda bir evrim meselesidir ve evrimin farklý derecelerinin farklý niteliklerinin ortaya serilmesi meselesidir. Her iki devrim arasýnda su geçirmez bölmeler de yoktur. Demokratik Modernite Devrimi girdabýna çekilen bir toplumda çözülmesi gereken politik, ekonomik ve sosyal sorunlar ile Demokratik Ulus Devrimi girdabýna çekilen bir toplumdaki ayný sorunlar farklýdýrlar. Bunun için bir Kürdistan, Türkiye ile ABD, Almanya ve Ýngiltere gibi toplumlarý karþýlaþtýrmak yeterlidir. Az yukarýda Marx’tan yaptýðýmýz alýntýlarda, Marx’ýn sosyalizmin tarihsel ön koþullarýný: 1- Evrensel-bilimsel emeðin geliþimine, 2-Dünya pazarýnýn ortaya çýkýþýna, 3- Üretim araçlarýnýn “iþçilerin (devlet kapitalizmi biçimindeki) özel mülkiyetinden çýkýp, toplumun mülkiyeti” haline gelmesine baðladýðýný gördük. Marx’ýn bu soyutlamasýný içinden geçtiðimiz dönemin somutluluðuyla karþýlaþtýrdýðýmýz zaman, hangi tarihsel dönemde bulunduðumuzu belirlemek ve bu temelde devrimci-demokratik hareketin tarihsel eyleminin yönü ve içeriðini yaklaþýk olarak belirlemek mümkündür. Bugün Marx’ýn teorisindeki Dünya Pazarý olgusu daha ortaya çýkmamýþtýr. Bu dünya pazarý bir çok bölgesel pazarýn birleþiminden ortaya çýkacaktýr. Evrensel-bilimsel emek bir çok emperyalist ülkede ortaya çýkmýþtýr ama toplumsal üretimin temeli haline gelmemiþtir. Evrensel-bilimsel emeðin toplumun temeli haline gelebilmesi için ekonominin iki temel sektörünü tamamen kendisine baðlamasý gerekmektedir: Üretim araçlarý üretimi ve tüketim araçlarý üretimi.Bu sektörlerde iþçi (makinanýn parçasý olan) üretim sürecinde dýþlanmýþ ve onun yerini makinayý denetimi ve kontrolü altýna alan bilim emekçisi (komünist emekçi) almýþtýr. Bugün böyle bir üretim, üretim araçlarý üretiminde çok dar bir alaný kapsamaktadýr ve tüketim araçlarý üretimi ise daha bundan uzaktadýr.Ama böyle bir üretim ise hiçbir þekilde ne tek bir ülkenin ne de tek bir bölgesel blokun imkanlarýyla oluþabilir ancak ve ancak bir çok bölgesel blokun tek bir ekonomi içerisinde “erimesiyle” ortaya çýkabilir. Ama bu durum ise sermayenin ezici çoðunluðunun ama özellikle de büyük sermayenin devlet kapitalizmi biçiminde örgütlenmesiyle ve bir çok devletin “uluslararasý devlet kapitalizmi entegrasyonu” biçiminde birleþmesiyle ortaya çýkacaktýr. Ýþte bu “uluslararasý devlet kapitalizmi entegrasyonu” (ki devrimci-demokratik iktidarýn yönetiminde ortaya çýkacaktýr), üretimin sosyalleþmesinden az önceki durumu oluþturur. Sermayenin iki sektörünün (üretim ve tüketim araçlarý) nitelik olarak evrensel-bilimsel emeðin girdabý içerisine çekilmesi ölçüsünde de uluslararasý devlet kapitalizmi yerini kerte kerte sosyalist topluma býrakacaktýr.Her halükarda devlet (ki bu devlet evrenselleþen yani bir çok devletin dünya ölçeðinde birbirine baðlanmasýyla ortaya çýkan bir devletttir) tarihsel olarak yok olmadan önce yeni toplumun ortaya çýkýþý için gerekli olan toplumsal sermayenin merkezileþtirmesinde bir tarihsel kaldýraç gibi ortaya çýkacaktýr. Bu tarihsel iç içe geçme yani sosyalist ekonominin, devlet kapitalizminin ve yine küçük ve orta ölçekli sermayelerin bu birlikteliði kaçýnýlmaz olarak üstyapýda bir tarihsel bloklaþmaya tekabül eder. Demokratik Modernite ve Demokratik Ulus devrimlerindeki devrimci hareketin küçük ve orta burjuvaziyle birlikteliði ve bu birlikteliðin devrimci hareketin hegemonyasý temelinde kurulmasý sorunu sosyalizm teorisinde de potansiyel olarak mevcuttur. Bu noktanýn iyi anlaþýlmasý için, belki de, gelecekte yani gerçek bir dünya pazarýnýn oluþmaya baþladýðý ve giderek “uluslararasý bir devlet kapitalizmi entegrasyonu”nun devrimci-demokratik hareketin önderliðinde ortaya çýkarmaya baþladýðý bir dönemdeki ekonomik iliþkilerin doðasýný biraz açmak gerekmektedir. Yanlýþ anlaþýlmalarý az çok bertaraf etmek için, iki noktanýn birbirinden ayrýlmasý gerekmektedir: Bütün devletleri az çok baðlayan uluslararasý kurumlarýn ortaya çýkýþý ve güçlenmesiyle (bu bir tür “uluslararasý devlet”tir) , bu sistem içerisinde ve bu “uluslararasý devlet”in baðlayýcýlýðý altýnda devrimci-demokratik hareketin “uluslararasý devlet kapitalizmi entegrasyonu”. Kapitalizmin tarihsel evrimi ve bu evrimin nasýl biçimler alarak ilerleyeceði meselesi teorinin temel meselelerinden bir tanesidir. Bu soruna vereceðimiz doðru cevaplar, bu sorun içerisine hapsolmuþ olan “alt-sorunlara” da doðru yaklaþýmýmýzý getirecektir. Küreselleþme (emperyalizm ile eþit deðildir) yani sermayenin uluslararasýlaþmasý geri dönüþü olmayan ve toplumlarýn zenginliðinin temelini teþkil eder. Küreselleþmenin dýþýnda bir toplumun geliþmesi ve refah düzeyini yükseltmesi mümkün deðildir. Toplumlar giderek küreselleþmeye baðýmlý hale gelirler ve bu baðýmlýlýk onlarý dünya toplumlarýyla çok farklý iliþkilere sokar. Toplumlarýn bu küreselleþme tarihsel zemini üzerinde birbirleriyle baðýmlý hale gelmesi, rekabet temelinde bölünen dünya toplumu içerisindeki gruplar arasýndaki siyasi ve askeri mücadelenin niteliðini de deðiþtirir. Birinci ve Ýkinci Dünya Savaþlarý’ndaki gibi çok kesin ve karþýlýklý cepheleþmelerden ziyade, daha dolaylý mücadele biçimleri ortaya çýkmaktadýr. Dünyanýn bir yerinde düþman olanlar, iliþkilerin iç içe geçen yumaðýndan dolayý, dünyanýn baþka bir yerinde taktik iliþki içinde olabilmektedir. Küreselleþmenin toplumsal büyüme ve refahýn itici gücü olmasýyla, toplumlar kendi iç sosyal ve politik dengeleri açýsýndan daha büyük oranda dýþ sermayeyi çekme arayýþýnda olmaktadýrlar.Bu dýþ sermaye akýþý ve varolan ülkeyi bu dýþ sermaye üzerinden küreselleþmeye sýký sýkýya baðlamasý, bir devrimin “direk önlemler” almasýna en büyük engeli oluþturur. Demokratik Modernite ve Demokratik Ulus devrimleri, bu dýþ sermaye olgusunu doðru ele almadan iktidarda kalmalarý mümkün deðildir. Dýþ sermaye giriþi tek direk deðil ama yerli burjuva unsurlarý da gerektirdiði için, bir kýsým yerli burjuvalara karþý da direk önlemler almak mümkün olmayacaktýr. Ama bu durum devrimci-demokratik iktidarýn, ekonominin “aðýrlýk merkezi”ni kamu mülkiyeti etrafýnda örmeyeceði anlamýna gelmez. Prensip olarak “karma ekonomik” model etrafýnda ama giderek kamu sektörünün güçlendirildiði ve baþka ülkelerin kamu sektörü ile birbirine baðlanarak geliþtirildiði ve güçlendirildiði bir ekonomik model gelecekte mümkün hale gelecektir. Bu ekonomik modelin güçlenmesi, devrimci-demokratik iktidarýn doðru uluslararasý politikasýyla mümkündür. Kamu mülkiyetinin özel mülkiyet karþýsýnda güçlendirilmesinin bir çok yolu vardýr ve tek bir yolun seçilmesi (yani “devrimci zor alýmlar”) dýþlanmalýdýr. Ýktidarlaþma sürecinde demokratik iktidarýn geliþimine engel olanlarýn mallarýna el konulmasýyla olabileceði gibi, tazminatlar yoluyla bazý kapitalistlerin mallarýnýn parasý verilerek de bu kamu mülkiyeti geliþtirilebilir. Bir diðer yol da iflasa sürüklenen kapitalistlerin mallarý kamulaþtýrýlarak kamu mülkiyetinin toplumsal çemberi geniþletilebilir. Küçük ve orta ölçekli iþletmelerin ise hiçbir baskýya maruz kalmadan ekonomik aktivitelerinin geliþmesinde ve hatta devrimci-demokratik iktidar tarafýndan desteklenmelerinin ise hiçbir zararý yoktur.Tam tersine demokratik iktidarýn toplumsal temellerini daha da saðlamlaþtýrýr. Hem dýþ dünyayla hem de içerideki özel kapitalist unsurlarla olan bu çok karmaþýk ekonomik yapý, Tek Parti Diktatörlüðü’nü olanaksýz kýlar ve kaldý ki böyle bir yönetim, bir çok politik ve toplumsal bozulmanýn temelini teþkil eder.Bundan dolayý sosyalizme kadar sürecek olan bir Tarihsel Blok anlayýþý ve bunun ifadesi olan Demokratik Modernite ve Demokratik Ulus devrimleri en uygun toplumsal ve politik biçimleri ifade etmektedirler. Ýþte bu teorik temel üzerinden þöyle bir teorik çýkarsama yapmak mümkündür: Demokratik Modernite devrimlerini, yüksek bir ekonomik geliþmiþliðe sahip olan, giderek toplumsal emeðinin ezici çoðunluðunun bilimsel-evrensel emek üzerine oturmaya baþladýðý, üretici güçlerinin ulusal sýnýrlarý tamamen aþan bir karaktere sahip olduðu toplumlar için ileri sürebiliriz. Demokratik Ulus devrimlerini ise, en geliþmiþ kapitalist ülkelere göre geri ve orta düzeyde bir kapitalist geliþmiþlik düzeyine sahip olan, toplumsal emeðin ezici çoðunlukla sanayi emeði üzerine oturduðu, üretici güçlerin ya hiç ya da zayýf bir þekilde ulusal sýnýrlarý aþmaya baþladýðý toplumlar için ileri sürebiliriz. Elbette ki toplumsal evrim, her iki emek biçiminin bir çok iç içe geçme derecesine sahip olarak, Demokratik Modernite ve Demokratik Ulus devrimlerinin iç içe geçmiþliðine de neden olabilir. Sorun devrimlere “etiket” yapýþtýrma sorunu deðildir. Sorun her toplumsal düzeye uygun olarak , sýnýflarýn nesnel yapýlarýný doðru ortaya koymak ve bu nesnelliðe uygun olarak doðru bir program ve strateji ile taktik planlar sistemi oluþturmaktýr. Bunu ise her içinden geçilen süreçte öncü doðru bir þekilde belirleyecektir. Demokratik Modernite ve Demokratik Ulus devrimlerinin doðru anlaþýlmasý ve pratiðe doðru aktarýlmasý insanlýðýn kaderi noktasýnda büyük bir öneme sahiptir. Çünkü bu devrim anlayýþýnýn dünya devrimci hareketi içerisinde yokluðudur ki, tarihte büyük felaketlerin ama özellikle de 1848-50 devrimlerinden sonra yaþanmasýna neden olmuþtur. Demokratik Modernite ve Demokratik Ulus devrimlerinin, pratiðe doðru aktarýlmalarý halinde faþist hareketlerin tarihsel baþarýlarý ya imkansýz hale gelecek ya da bu baþarýlarýn aðýrlýðý tarih içerisinde zayýflayacaktýr.Faþist hareketler ancak bu teorilerin doðru uygulanmasýyla durdurulabilirler. Bundan dolayýdýr ki, bu teorilerin ýþýðý altýnda, özellikle 1848-50 devrimlerinden sonraki bütün tarihsel süreç eleþtiriden geçirilmeli ve devrimci hareketlerin hatalarý ortaya serilmelidir. Bu bir devrimci görev olarak Marksist teorisyenlerin önünde durmaktadýr. Son olarak devrimin karakteri sorunu ile ilgili olarak þu söylenebilir ki, yüzyýldan fazla bir zamandýr devrimci hareket içerisindeki “demokratik ve sosyalist devrim” tartýþmalarý, aslýnda boþ bir tartýþmadýr ve eðer teorinin gelmiþ olduðu yeni boyut göz önüne alýnýrsa, bu tartýþmaya geri dönmek, devrimci hareketi milim ileri götürmeyecektir.
|
 |
|
|
|