“CÝHATÇI TERÖRÝZM”ÝN YENÝDEN YAPILANDIRILMASI ÜZERÝNE
Kemal Erdem
Kýsa bir süre önce ABD Baþkaný Trump, IÞÝD lideri El Bagdadi’nin bir ABD operasyonuyla öldürüldüðünü duyurdu. Kimsenin pek fazla bilgi sahibi olmadýðý bu operasyon üzerine doðal olarak bir çok spekülasyon yapýldý. Bu da çok doðal, çünkü kimse örgütün nasýl kurulduðunu bilmemekte, lideri ise birkaç defa sadece nerede ve nasýl çekildiði bilinmeyen birkaç videoda görünmüþ, alt kadrolarý ise hiç bilinmemekte vs. kýsacasý hayatýn akýþýna ters giden çok þey var bu örgütte. Baþka tuhaflýklar da var, nedense örgütün eylemleri hep ABD-Ýsrail cephesine yaramakta ve Suriye’deki iç savaþta yaralanan bazý militanlarýnýn ise Ýsrail’de tedavi edildiðine dair söylentiler dahi çýktý.
Örgütle ilgili olarak son dönemlerdeki tuhaflýk ise yine ABD’den geldi. Trump El Bagdadi’nin öldürüldüðünü açýklarken ve ölürken El Bagdadi’nin aðladýðýný belirtirken, Pentagon bunu teyit etmedi. Rusya ise El Bagdadi’nin öldüðünü teyit etmedi ve ihtiyatlý bir tutum aldý. Hatta Rus dýþiþleri bakaný Lavrov El Bagdadi’nin bir ABD ürünü olduðunu dahi belirtti.
Çok doðal olarak herkes soruyor: Gerçekten neler oluyor?
Cevabýný verelim ve bu cevabýn altýný doldurmaya çalýþalým: Cihatçý terörizm, yeni ABD yönetimi ve müttefikleri tarafýndan tekrar yapýlandýrýlýyor. Bu yapýlandýrmayý anlamak için ise “Büyük Fotoðrafý” anlamak gerekmektedir. Obama’nýn seçilmesiyle cihatçý terörizm nasýl tekrar yapýlandýrýldýysa, Trump’ýn seçilmesiyle de bu cihatçý terörizm yeni bir strateji temelinde tekrar yapýlandýrýlmakta ve kullanýlmak istenmektedir.
Cihatçý terörizmin yeniden yapýlandýrýlmasýný anlamak için, önce bugüne kadar olan evrimini kýsaca özetleyelim. Çünkü varolan durum, eski durumun ve iliþkilerin içerisinden çýkmaktadýr. Bundan dört yýl önce yazmýþ olduðum bir makalede, ABD ve müttefikleriyle cihatçý terörizm arasýndaki iliþkileri kýsaca þöyle analiz etmiþtim:
“1990'lý yýllarda Savunma Planlama Rehberi'ni kamuoyuna sýzdýran, iktidarda olan Demokrat Parti ve Bill Clinton oldu. Çünkü bu siyaset, ABD'nin dünya politikasýna "tek taraflý yaklaþýmý" getiriyordu ve müttefiklerini ikna temelinde deðil, zor aracýlýðýyla ABD'nin küresel stratejisine baðlamayý öngörüyordu. Demokrat Parti ve Bill Clinton, metod olarak bu politikaya karþýydý. Cumhuriyetçi'ler dünyaya haddinden fazla siyasi ve askeri zor kullanmayý öne çýkarýyorlardý, ki bu uzun dönemli olarak ABD için bir felaket olabilirdi.
Ýþte 1990'lý yýllarda Bill Clinton ve Demokrat Parti'nin geri plana çektiði ama özünü koruduðu ve de baþka metodlar ile pratiðe geçirmek istediði Savunma Planlama Rehberi'ni, 2000 yýlýnda George W. Bush seçildiði zaman tekrar Cumhuriyetçi'ler stratejik bir plan olarak kabul ettiler ve bu temelde "11 Eylül Komplosu" organize edildi. Bundan dolayý "Savunma Planlama Rehberi" ile "11 Eylül terör saldýrýlarý" arasýnda bir baðlantýnýn olduðunu ileri sürebiliriz. 2001-2010 arasý ABD'nin uygulamýþ olduðu politikalar, iþte bu Savunma Planlama Rehberi'nin taktik düzeyde öngörmüþ olduðu politikalardý.
1990'lý yýllarýn baþlarýndan günümüze kadar olan süreçte, ABD'nin "iki farklý politik ve askeri doktrini" ile karþý karþýyayýz. Doktrinler arasýndaki fark, ABD'de Cumhuriyetçi Parti ile Demokrat Parti arasýndaki ideolojik ve politik farklýlýktan kaynaklanmaktadýr. Bu doktrinleri "Clinton Doktrini" ve "Bush Doktrini" olarak adlandýrabiliriz.
Bush Doktrini, El Kaide gibi bir terör örgütünü, provakatif bir þekilde kullanarak, ABD'nin direk askeri güçlerini, dünyanýn önemli bölgelerine ama özellikle de Ortadoðu'ya yerleþtirerek, Batý karþýtý olan devletlerin yýkýlmasýný gerçekleþtirerek, bu yýkýlýþlarý dikkatli bir þekilde Rusya ve Çin'in kuþatýlmasýna baðlamaktý. Burada El Kaide ABD'nin politik ve askeri güçlerinin yayýlmasý için bir aldatma aracý olarak kullanýlmaktadýr. "Terörle küresel çapta mücadele" görünümü altýnda, emperyalist yayýlmacýlýk ve sömürgeciliðin geliþtirilmesi hedeflenmektedir. El Kaide terörü Batý Emperyalistleri tarafýndan, kendi askeri güçlerinin dünyanýn belirli bölgelerine yerleþtirilmesi için bir "yerleþtirme aracý", bazý müttefiklere ve tarafsýz güçlere karþý "baský ve tehdit aracý" ve nihayetinde kendi toplumlarýný dýþ politikadaki angajmanlara hazýr hale getirmek için "psikolojik savaþ aracý" olarak kullanýlmak istenmektedir. Bu doktrin 2001 - 2009 arasý uygulandý.
Ayný stratejik hedef ama baþka bir biçimde ve yine El Kaide eksenli olarak 1990'lý yýllarda "Clinton Doktrini" olarak uygulandý. El Kaide 1990'lý yýllarda dünyanýn çeþitli bölgelerinde, ABD Ordusu ve üslerine karþý bir çok terör eylemi gerçekleþtirdi. Bu eylemler hiç kuþkusuz belirli bir komplo çerçevesinde El Kaide aracýlýðýyla yine ABD tarafýndan organize ediliyordu ya da El Kaide bu temelde yönlendiriliyordu. Clinton yönetiminin amacý, daha çok dünyanýn çeþitli bölgelerinde yerli iþbirlikçileri ön plana çýkararak ve müttefikler ile yakýn iþbirliði içerisinde sýnýrlý bir ABD askeri müdahalesi gerçekleþtirmekti ve Rusya ve Çin'in kuþatýlmasýný bu politik iliþki ve taktikler aracýlýðýyla gerçekleþtirmekti. Bu doktrinde de El Kaide terörü aldatma ve provakatif amaçlý kullanýlmaktadýr ancak bütün ABD askeri gücünün direk harekete geçirildiði bir duruma dönüþmemektedir. Bu doktrinin amacý, askeri harcamalarýn düþük tutulmasý ve bütçedeki kaynaklarýn daha çok ABD'de baþka sosyal projelere aktarýlmasýný saðlayarak, Demokrat Parti'nin sosyal temellerini iç politikada güçlendirmekti. Gerçekten de dýþ politikada sýnýrlý asker kullanýmý, Clinton döneminde muazzam bir bütçe fazlasýnýn ortaya çýkmasýný saðladý. Clinton doktrini ile Abdullah Öcalan ve PKK'ye karþý gerçekleþtirilen 1999 Komplosu arasýnda direk bir baðlantý söz konusudur.
2009'un sonunda Demokrat Parti adayý Barack Obama, ABD Baþkaný seçilince, ABD politikasý tekrar Clinton Doktrini'ne dönmeye baþlamýþtýr ve bu temelde Ortadoðu politikasý da tekrar reorganize edilmiþtir. Ýþte ABD'nin IÞÝD politikasý da bu deðiþimle ortaya çýkan bir durumdur. IÞÝD, Obama Baþkanlýðý'ndaki ABD'nin Bush Doktrini'nden Clinton Doktrini'ne geçme aracýdýr.
IÞÝD Komplosu ya da politikasý aracýlýðýyla B. Obama yönetiminin yapmak istediklerini kýsaca þöyle özetleyebiliriz:
1-Obama yönetimi, Bush yönetiminin müttefiklerine karþý tek taraflý olan yaklaþýmýný deðiþtirerek, çok taraflý ya da onlarla eþit müttefiklik iliþkisi temelinde küresel bir strateji geliþtirme anlayýþýna döndü. Bush yönetiminin El Kaide'yi, Batý’lý müttefiklerinden baðýmsýz olarak tek taraflý kullanma anlayýþýna son vererek, NATO çatýsý altýnda ve diðer müttefikleriyle konsesüs oluþturarak IÞÝD aracýný oluþturdu. Bütün politik göstergeler, IÞÝD'in bir NATO komplosu olduðunu göstermektedir. NATO zemininde IÞÝD ortak planý çerçevesinde çok taraflý bir politik yaklaþýma geçilmiþtir.
2-NATO'nun IÞÝD komplosunun temel hedefi, Ortadoðu ve dünyanýn baþka yerlerinde (Kafkasya, Ortadoðu ve Afrika gibi), sünni radikalizmini baþýboþ býrakmamak ve bu radikalizmi kullanarak baþta Ortadoðu olmak üzere baþka bölgelerde yýkýcý bir güç oluþturarak, baþta Ýran olmak üzere Þii radikalizmini dengelemek ve yine Batý karþýtý olan bazý güçleri zayýflatmak (PKK gibi) ve de Batý'dan giderek çýkarlarý farklýlaþan güçleri (Suudi Arabistan ve Türkiye gibi) dizginlemektir.
3-Obama yönetimi, Demokrat Parti'nin temel siyasi çizgisi olan, dýþ politikada dolaylý güçleri ön plana çýkarma ve direk güçleri ikincil planda destekleyici güç olarak tutma anlayýþýna uygun olarak, Irak'ta direk askeri güçlerini çekerek, bu gücünü dolaylý bir þekilde IÞÝD içerisine, diðer müttefik güçlerle birlikte "gömmüþ"tür. Yani ABD ve müttefiklerinin Irak'tan direk çekilmesi biçimseldir. IÞÝD örtüsü altýnda iþgal daha kapsamlý hale getirilerek, Irak ve Suriye'yi kapsayacak þekilde geniþletilmiþtir. Irak ve Suriye'de IÞÝD'in iktidar olduðu ve kontrol ettiði bölgeler, bizzat Batý'nýn iþgal alanlarýdýrlar.
4-IÞÝD Batý Emperyalistleri tarafýndan, Ortadoðu'da, denge, tehdit ve psikolojik hareket unsuru olarak kullanýlarak, Batý karþýtý güçlerin zayýflatýldýðý, birbirlerine düþürüldükleri ve oluþturulan korkunç terör aracýlýðýyla, "Batý-iþbirlikçiliðinin" geliþtirilmek istendiði bir araç olarak tasarlanmýþtýr.
5-Batý Emperyalistleri, bölge halklarýný IÞÝD aracýlýðýyla sistematik terör altýnda tutarak ve bu acýmasýz terör tehditi aracýlýðýyla, bu halklarýn kendi yönetimlerine alttan baský yapmasýný saðlayarak, bu yönetimlerin kendi aleyhlerine olacak politik adýmlar atmasýný saðlamak istemektedir. Bu adýmlarýn ise Batý'ya daha fazla yanaþmak þeklinde olacaðý kendiliðinden anlaþýlýr.
6-Bush döneminde ve Irak iþgali sýrasýnda El Kaide'nin rolü, Irak'taki Þii etkisini sýnýrlamaktý. ABD Irak'ý iþgal ettiði zaman El Kaide, ABD ve müttefiklerinden ziyade Þiilere savaþ açmýþ ve askeri eylemlerinin yüzde 80-90'nýný neredeyse Þiilere karþý geliþtirmiþtir. Þiilerin Irak'ta direnmeleri ve El Kaide etkisini göreli olarak sýnýrlamalarýndan sonra ve yine ABD ve müttefiklerinin iþgali bir sonuca götürememelerinden dolayý, El Kaide giderek daha fazla Suudi Arabistan ve körfez ülkelerinin denetimine girerek, bu güçlerin bölgede nüfuz elde etme aracýna dönüþmüþtür. Bu devletlerin Batý ile çýkar çatýþmasýna düþmeleri durumunda da El Kaide Batý karþýtý ya da onun planlarýný sulandýran bir taktik araca dönüþmüþtür. Ýþte Batý IÞÝD aracýlýðýyla, bölgede baðýmsýz politika geliþtirmek ya da kendi stratejik önceliklerini Batý'nýn stratejik öncelikleri önüne koymak isteyen devletleri (Suudi Arabistan, Türkiye ve Körfez ülkeleri gibi) de, IÞÝD'in El Kaide'ye saldýrarak zayýflatmasý temelinde sýnýrlamak istemektedir. IÞÝD'in El Kaide içerisinden çýkarak ve onu zayýflatarak büyümesi ilginçtir. IÞÝD büyümek ve geliþmek için önce El Kaide'nin Suriye örgütü olan El Nusra'ya karþý savaþmýþtýr. Daha sonra da Türkiye güdümünde olan Özgür Suriye Ordusu'nu zayýflatmýþtýr.
7-El Kaide'nin zayýflatýlmasý temelinde IÞÝD'in geliþtirilmesi stratejisinin en önemli ayaðý Ben Laden'in öldürülmesi olayýdýr. Arap Baharý'nýn baþlamasýyla birlikte, bölgenin politik olarak daðýlacaðýný ve bu daðýlmanýn bir "tehdit aracýlýðýyla" Batý'ya baðlanmasý gerektiðini öngören Batý, hemen 2 Mayýs 2011 tarihinde Ben Laden'i öldürerek ve El Kaide'yi zayýflatarak, IÞÝD'in önünü açmaya çalýþmýþtýr. Ben Laden'in öldürülmesi IÞÝD'in önünün açýlmasýyla baðlantýlýdýr.
8- Rojava’daki Temmuz 2012 devriminden sonra IÞÝD'in hýzlý bir þekilde büyümesi ve bir "Anakonda Yýlaný" gibi Rojava'nýn boynuna dolanmasý ise ilginçtir. Bölgede Batý'dan baðýmsýz bir politikaya yönelen PKK'yi sýnýrlandýrmak için IÞÝD hýzlý bir þekilde güçlendirilerek, PKK sýnýrlandýrýlarak ve tekrar Ýran'ýn zayýflatýlmasý politikasýna kanalize edilmeye çalýþýlmýþtýr.
9-IÞÝD tehditinin sivri ucu Ýran rejimine yöneliktir ve amaç, IÞÝD aracýlýðýyla bir "Sünni Tsunamisi" yaratýlarak, Ýran'a vurmasý saðlanmak istenmektedir. IÞÝD ile savaþan Ýran'ýn zaman içerisinde baþka tehditlerle de (Kürt, Azeri, Arap, iç politikadaki rekabet ve demokratik eðilim baskýsý, Uluslararasý ambargo vs. ) uðraþmasý saðlanarak zayýflatýlmasý ve rejimin düþürülmesi hedeflenmektedir. Böylece Ýran'da rejimin düþmesi, Ýran'ýn nükleer silah elde etme isteðine de son verecektir.” (PKK ve Ortadoðu Devrimi (Geleceði Nasýl Okumalý?) Kemal Erdem, Haziran 2015)
Bugünkü Trump politikasý, farklý bir þekilde George W.Bush döneminin bir tür devamýdýr ancak iki yönetimin politikalarý arasýnda da bazý farklýlýklar bulunmaktadýr. Bu farklýlýklarýn iki temel nedeni bulunmaktadýr: 1-Cumhuriyetçi Parti içerisindeki aþýrý saðýn Trump aracýlýðýyla iktidar olmasý. Eski Cumhuriyetçi yönetimlerde bir aþýrý sað olgusu yoktu. Parti içerisindeki bu aþýrý sað ya da Neo-faþistler, muhafazakarlar için bir tür oy deposuydu ve parti içinde marjineldiler. Ancak bu marjinal hareket, ülke içinde ve dýþýndaki bir çok etkenin üst üste düþmesiyle iktidar oldu. 2- Deðiþen uluslararasý konjonktür.
W.Bush döneminde ABD, Avrupa’lý müttefiklerini ikinci plana atan, AB’yi gevþek tutan ama onu tehlikeye de atmayan bir tutuma sahipken, bugün Trump yönetimi Avrupa’da faþistlerin iktidara gelmelerinden o kadar da kaygý duymamaktadýr. Tam tersine Avrupa’lý faþistlerle ikili iliþkilerle ittifak iliþkileri dahi düþünülmektedir. Bu da yeni yönetimin AB’nin parçalanmasýna göz yumacaðý ve hareketsiz kalacaðý anlamýna gelmektedir. Bunun en önemli belirtisi de Trump yönetimi ile Erdoðan yönetiminin Ortadoðu’nun yeniden bölüþülmesi noktasýnda yapmýþ olduðu ya da yapmaya çalýþtýðý ve de bu noktada bir çok emarenin bulunduðu anlaþmadýr. Türkiye’deki Panislamist-Pantürkist bir yönetim ile Trump yönetiminin bir stratejik anlaþma arayýþý içinde olmasýnýn AB üzerindeki sonuçlarý yýkýcý olacaktýr. W. Bush döneminde Türkiye AB üyeliði noktasýnda cesaretlendirilmiþ ve ABD bu noktada AB nezdinde giriþimlerde bulunmuþtu. W.Bush döneminde temel strateji ve taktik yapý kabaca þuydu: Çin ve Rusya’nýn etrafýnýn ABD önderliðinde kuþatýlmasý, AB’nin gevþek tutulmasý, Türkiye’nin AB üyesi yapýlarak Ýran ile statükonun korunmasý noktasýnda birlikte hareket etmesinin önüne geçilmesi ve Körfez Monarþileriyle tam ittifak halinde, baþta Ýran olmak üzere bir çok Ortadoðu ülkesinde rejimlerin yýkýlmalarý.
Trump döneminde bu W.Bush politikasý þu deðiþikliðe uðramýþtýr: Çin ve Rusya’nýn ABD önderliðinde kuþatýlmasý, AB’nin ya gevþek tutulmasý ya da ayak baðý olduðu ölçüde yeni faþist hareketlerle anlaþýlabilindiði ölçüde parçalanmasý, Panislamist-Pantürkist Türkiye ile bölgenin yeniden paylaþýlmasý temelinde stratejik müttefiklik elde edilmesi ve Körfez Monarþileriyle tam ittifak temelinde baþta Ýran olmak üzere bölgede bazý rejimlerin devrilmesi. Burada yeni ABD yönetiminin Avrupa’lý müttefiklerinin yerine Türkiye’yi koymuþ olmasý çok ilginçtir.
Þimdi de Obama dönemi ile W.Bush-Trump dönemini karþýlaþtýralým ve farklýlýklarý ortaya koyarak, “Büyük Fotoðraf”ýn nasýl deðiþikliðe uðradýðýný ve bu deðiþikliðin cihatçý terörizm üzerine nasýl yansýyabileceðini anlamaya çalýþalým.
W.Bush döneminde, Körfez Monarþileriyle sýký bir ittifaklýk iliþkisi bulunmaktaydý. Bu ittifakýn “gayrý meþru” çocuklarýndan birisi de “11 Eylül” olaylarýydý. W.Bush döneminde Müslüman Kardeþler örgütü bölgede ittifak yapýlacak bir hareket deðil, tecrit edilmesi gereken bir hareketti. Bu harekete karþý, Arap-milliyetçi hareketler ile Monarþiler destekleniyordu. Bu ittifak iliþkisinin sonucu olarak, El Kaide gibi terör örgütleri ortak bir þekilde kullanýlan örgütlerdi. Baþka bir þekilde ifade edersek eðer, ABD bu terör örgütleriyle Körfez Monarþilerini kullanarak iliþki kuruyordu. Körfez Monarþileri, ABD yönetimi ile bu terör örgütleri arasýnda bir tür tampon iþlevi görüyordu. Bu durum Körfez Monarþilerine güven verdiði gibi, ABD’li siyasetçilere de bir terslik durumunda “temiz kalma” olanaðý saðlýyordu.
Bill Clinton döneminde oluþturulan stratejik yaklaþýma göre, Körfez ülkeleri uluslararasý piyasalar ile derinlemesine entegre olurken, bu ülkelerde liberal bir hareketin geliþmesi de kaçýnýlmaz olarak görülüyordu. Bu temelde bu ülkelerin serbest piyasa ekonomisi içerisine derinlemesine çekilmesi teþvik edilirken, öte yandan da seçim sistemi odaklý bir politik yapýnýn geliþmesi için çabalar yoðunlaþtýrýldý ve bunun da “Ilýmlý Ýslam” üzerinden olmasý planlandý. Bu noktada Müslüman Kardeþler örgütü eþitsiz bir yerde bulunuyordu. Çünkü bulunduðu ülkelerde seçim sistemi odaklý geniþ bir harekete sahiptiler. Hem Körfez’de hem de Kuzey Afrika’da geliþtirilmesi öngörülen bu hareket, bir çok ülkede iktidar ekseninin kaymasýna neden oluyordu ve olacaktý.
Bill Clinton döneminin stratejik vizyonunun ilk büyük meyvesi, AKP-Gülen Cemaati ittifakýnýn Türkiye’de önce hükümete sonra da iktidara gelmesi oldu. Sözde Ilýmlý Ýslam üzerinden Türkiye’nin liberal bir demokrasiye geçiþi, ABD yönetimi açýsýndan çift yönlü bir kazaným olacaktý:Bir yandan AB güçlenmiþ olacak ve bu durum ABD-AB ittifaklýk iliþkisinin saðlamlaþmasýna neden olacaktý; öte yandan da bölgesel bir güç olarak Türkiye’ye dayanýlarak bölgede ýlýmlý islamýn geliþimi için de bir çapa elde edilmiþ olunacaktý.
Obama’nýn ilk dönemlerinde bu plan (yani Körfez’de Müslüman Kardeþler hareketinin zamanla iktidar olacak olgusu) saklandýysa da, Suriye iç savaþýyla deþifre oldu. Obama AB ile eþit müttefiklik iliþkileri çerçevesinde ve NATO zemininde yeni bir taktik yapý oluþturdu. Bu yapýya göre, El Kaide gibi terör örgütleri NATO çerçevesinde bütün güçlerin ortak çabalarýyla direk olarak kullanýlacaktý. Buraya kadar Körfez Monarþileri için bir sorun yoktu. Çünkü Körfez Monarþilerinin de kendi cihatçý terör örgütleri vardý ve bu durumda bölgesel vizyonun örtüþmesine ya da ayrýþmasýna göre Körfez Monarþileri pozisyon alabilirdi. Ama ne zaman ki, ABD ve müttefikleri kendi güdümündeki terör örgütünü (IÞÝD) büyütmek ve güçlendirmek ve de üstelik bunu Körfez Monarþilerinin güdümündeki terör örgütlerini zayýflatarak yapmak istedi, iþte o zaman bölge politikasýnda ayrýþmalar baþladý. Batý’nýn Körfez Monarþilerinin güdümündeki çihatçý terör örgütlerini zayýflatmasý ve onlarý IÞÝD’e katarak yoketmesinin anlamý, Körfez Monarþilerinin yakýnda Müslüman Kardeþler ve benzeri hareketlerle deðiþilecek olmasýnýn en açýk belirtisiydi. IÞÝD’in (Batý’nýn direk güdümündeki) El Kaide’yi (ABD ve müttefiklerinin ortak örgütü) zayýflatarak geliþmesi, W.Bush dönemindeki politikanýn da baltalanmasý anlamýna geliyordu. Obama Yönetimi, AB, NATO, Ýsrail, AKP Türkiyesi ve bölgedeki Müslüman Kardeþler hareketinin birlikteliðinden oluþan güçle, Körfez Monarþilerinin tecrit edilerek, cihatçý terörizmin direk kullanýlabileceðini düþünüyordu. IÞÝD’in Körfez Monarþilerinden baðýmsýz büyütülmesi politikasýnýn ne anlama geldiðini anlayan Körfez Monarþileri, bu politikaya þiddetle karþý durdular ve ABD politikalarýndan ayrýþmaya baþladýlar.
Bu noktada Türkiye’nin ABD ve müttefiklerinden ayrýþmasý ile Suudi Arabistan ve Katar’ýn ayrýþmalarýnýn doðasý farklýydý. Bu bir çok kiþinin gözünden kaçtý.
AKP-Gülen ittifakýnýn ya da AKP’nin sonra tek baþýna iktidar olmasý, 1990’lý yýllardaki ABD politikalarýnýn “olumlu bir meyvesi” olarak düþünülüyordu ve bu “iyi örneðe” dayanýlarak baþka yerlerdeki “katý rejimler” esnetilebilir ve Batý’nýn çýkarlarýyla uyumlu hale getirilerek kullanýlabilirdi. Ancak daha sonralarý ortaya çýktý ki, AKP “liberal demokrasi maskesini” iktidara gelmek için taktik olarak kullanýyordu yoksa stratejik olarak deðil. Bu liberal maskeyi kullanarak AKP, ABD, AB ve Ýsrail’in desteðini elde etmiþ, bu sonuncularý Türkiye’deki Kemalist hareketi tecrit etmek ve iktidardan indirmek için kullanmýþtý. Yeni rejimini inþa edebilmek için ise, Batý’dan uzaklaþmaya ihtiyacý vardý ve de bunu baþta Kürt sorunu olmak üzere bir çok sorunu istismar ederek yapýyordu. AKP’nin ABD ve müttefiklerinin politikalarýndan ayrýþmasý, kendi rejimini inþa etmek içindi.
Katar ile Suudi Arabistan’ýn ve yine diðer Körfez Monarþilerinin durumlarý ise farklýydý. Bu devletler kendi monarþilerinin zamanla altlarýnýn oyulmalarýndan ve iktidarlarýnýn önce Müslüman Kardeþler gibi hareketlerle paylaþýlmasýndan, sonra da yok olmasýndan korkuyorlardý. Katar ile Suudi Arabistan her ne kadar Müslüman Kardeþler örgütünü baþka ülkelerde destekliyor ve kullanýyorlarsa da, kendi ülkelerinde faaliyetlerini yasaklamýþlardý ve onlarý sýký kontrol altýna almýþlardý.
Obama Ýkinci defa Baþkan seçildikten sonra, IÞÝD’ýn hýzla büyütülmesi politikasýna geçildi ve bu durum Suriye’de iki önemli olayýn ortaya çýkmasýyla çakýþtý: 1- Esad rejiminin sanýldýðýndan da dirençli çýkmasý ve; 2- Rojava’daki Temmuz 2012 Devrimi. Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve Körfez Monarþileri, Batý’nýn da desteðiyle Esad rejiminin hemen yýkýlmasýný ve yerine de iþbirlikçilerden oluþan ortak bir yönetimin gelmesini istiyorlardý. Bu durum Obama yönetiminin öngörmüþ olduðu stratejik vizyona tersti. Çünkü yeni Suriye yönetiminde, Obama’nýn “reforma” tabi tutmak istediði Körfez Monarþileri ve daha ne yapacaðý belli olmayan AKP Türkiyesi çoðunlukta olacaktý. Böyle bir durum ABD ve müttefiklerinin aleyhine dönebilirdi ve kaldý ki Suriye’de çýkarlarý Batý’dan ayrýþan devletler, baþta ABD ve Avrupa olmak üzere Batý ülkelerinde cihatçý terörizmi kullanarak bir çok terör eylemi gerçekleþtirdiler ve “mülteci ihracý” tehditinde bulundular.
Böylece çýkarlarý farklýlaþan her devletin kendi cihatçý terör gruplarýnýn olduðu ve taktik olarak ise Esad rejimi karþýsýnda zaman zaman birlikte hareket edildiði bir durum oluþtu. Taktik birliktelik tek Esad rejimi karþýsýnda deðildi ama Rojava’daki Kürt özerk bölgesine karþý da taktik olarak beraber hareket ediliyordu. Bütün cihatçý terör örgütlerinin birlikte hareket ettiði en son büyük saldýrý, Rojava’daki Ekim 2014 ortak saldýrýsýdýr. Bu saldýrý karþýsýnda PKK diz çökmek zorunda kalmýþtýr.
Suriye’de hiçbir devletin kendi cihatçý terör gruplarý Esad rejimi karþýsýnda tek baþýna ayakta kalacak durumda olmadýðý için, aralarýnda anlaþmazlýklar olsa da bu terör örgütleri temel düþmana (yani Esad rejimi) Birleþik Cephe politikasý uygulamaktadýrlar. Bu terör örgütleri için bu Birleþik Cephe taktiði varolmak için zorunludur. Ama ne zaman ki ABD, Ýsrail ve AB devletleriyle, PYD ile YPG’ye Ekim 2014 Rojava saldýrýsýndan sonra çengel attý ve onlarý kendi stratejik çýkarlarý temelinde kullanmaya ve bu temelde Kuzey Suriye’de bir “Kürt Koridoru” politikasýna geçti, iþte bu andan itibaren Türkiye farklý bir politikaya geçti ve Suriye’den tecrit olmamak için, Rusya ve Ýran ile anlaþarak Astana sürecini baþlattý.
Astana süreci, Türkiye’nin, ABD ve müttefiklerinin Kuzey Suriye’de oluþturmak istediði Kürt Koridoru’nu durdurmak için, Rusya ve Ýran ile taktik iþbirliðini öngörüyordu ve bu iþbirliðinin Rusya ve Ýran için temel amacý, Türkiye’nin güdümündeki cihatçý terör örgütleriyle, Batý’nýn ve yine Körfez ülkelerinin güdümündeki cihatçý terör örgütlerinin birbirlerinden ayrýlmasýydý. Türkiye Kuzey Suriye’ye giriþini, Halep ve Ýdlip’te, ABD, Avrupa ve Körfez ülkelerinin terör örgütleriyle, kendi terör örgütlerini ayrýþtýracak olmasýna baðlamýþtý ya da Rusya-Ýran-Suriye ekseninin bu yönlü isteðini kabul etmiþti. Çünkü AKP bir yerden birþey vermeden baþka bir yerde bir þey alamazdý. Bu politikanýn sonucunda Halep’teki Birleþik Cephe çöktü ve cihatçý terörizm Kuzey’e doðru yöneldi ve Ýdlip etrafýna sýkýþtý. O gün bugündür Türkiye, Ýdlip ve etrafýnda kendi cihatçý teröristleriyle, diðer ülkelerin teröristlerini güya birbirinden ayýracak ve bunun sonucunda da Suriye devleti diðerlerini yokedecek!
Türkiye’nin bu taktiðine karþý diðer ülkelerin cihatçý teröristleri ama özellikle de El Nusra Ýdlip’in büyük bölümünü ele geçirerek karþýlýk verdi. Suriye devletinin ve Rusya’nýn operasyon yapma eðilimine karþý ise, baþta ABD ve Avrupa ülkeleri kimyasal saldýrý komplosu ile karþýlýk verdiler. Türkiye ise bir saldýrý durumunda ortaya çýkacak bir göç dalgasýndan endiþe ettiðini belirtmekte ve bu endiþeyi kullanarak da iþleri aðýrdan almaktadýr.
Obama yönetiminin stratejik vizyonu, cihatçý terörizmin parçalanmasýna ve bundan dolayý da Batý tarafýndan artýk kullanýlacak bir durumda olmamasýna neden olmuþtur. Geçerken belirtelim ki, bu cihatçý terör örgütleri içinde Batý’nýn, Türkiye’nin ve Körfez ülkelerinin istihbarat elemanlarý ve özel savaþ unsurlarý yeralmaktadýr. Ýdlip ve çevresine sýkýþan cihatçý terörün içerisinde bu unsurlarýn olmasý ve tek çýkýþ yolunun Türkiye üzerinden olmasý, Batý’yý ve Körfez ülkelerini bir noktaya kadar Türkiye’ye baðýmlý hale getirmektedir. Bu cihatçýlarýn lojistiði Türkiye üzerinden olmaktadýr.
Trump Baþkan seçilene kadar durum kýsaca buydu.
Cihatçý terörizmin bölgede yeniden toparlanabilmesi için, ABD’nin Körfez monarþileriyle ve Türkiye ile yeni bir stratejik iþbirliði geliþtirebilmesi gerekmektedir. Bunun ise tek bir yolu vardýr, o da Körfez monarþilerine statükonun devamý için güvence vermek, (ki Trump geldiðinden beri bunu yapmýþtýr) ve Türkiye’nin yeni politik yöneliminin yani AKP-MHP eksenli geliþen Panislamist-Pantürkist yönelimini kabul ederek, bölgede Ýran ve Suriye rejimlerinin yýkýldýðý ve bölgenin ABD liderliðinde Körfez Monarþileri ve Türkiye ile birlikte ortak nüfuz altýna alýnmasýný öngören bir stratejik vizyon üzerinde anlaþýlmasý.
AKP Türkiyesi, görünürde böyle bir iþbirliðini kabul etmiþtir ancak Trump ABD’si bunun geçmiþte olduðu gibi bir taktik yaklaþým mý yoksa stratejik bir yaklaþým mý olduðu noktasýnda emin deðildir. Çünkü Erdoðan’ýn bu noktadaki karnesi çok kötüdür ve her seferinde ABD’ye “Evet” derken, arka planda onun politikasýný boþa düþürmeye çalýþmýþtýr. Örneðin PKK ile yapýlan açýlým gibi. Bir yandan “Barýþ Süreci” baþlatýp öte yandan da bu süreci farklý bir þekilde baltalamak gibi. Sözde AB’ye üyelik için açýlým yapan ama bu açýlýmý baþka yollar ile baltalayan ve yine Eðit-Donat programýna katýlan ama daha sonra “eðitilenleri” El Nusra’ya ispiyonlayan. Ýran’a ambargoya görünürde katýlan ama Ýran devletiyle bu ambargoyu Rýza Sarraf üzerinden delen vs. Bunu bilen Trump iþi sýký tutmakta ve Erdoðan’ýn bir þeyler alýrken (örneðin Barýþ Pýnarý Operasyonu ile Rojava’ya girmiþtir ve bu ABD onayýyla olmuþtur) hiçbir þey vermeden tekrar Rusya-Ýran eksenine dönmesinin önüne geçmeye çalýþmaktadýr.
Ama ne olursa olsun yeni ABD yönetiminin yeni stratejik vizyonuna uygun bir þekilde adýmlar atýlmakta ve bu adýmlar cihatçý terörizmin yeniden yapýlandýrýlmasýný da kapsamaktadýr.Bu yapýlandýrmanýn ilk adýmý Barýþ Pýnarý Harekatý’yla cihatçý terörizm için açýlan “yeni güvenli bölge”dir. Burasý zamanla cihatçý terörizmin yuvasý haline gelecek ve bu hat üzerinden bu teröristler Ýran’a doðru ilerleyeceklerdir. Yollarý üzerinde bulunan PKK ile savaþarak elbette.
Cihatçý terörizmin yapýlandýrýlmasýnda ikinci büyük adým ise sözde El Bagdadi’nin öldürülmesidir. Bu nokta ise komedi gibidir. Çünkü Bin Ladin’in öldürülmesi, El Bagdadi’nin ve IÞÝD’in önünün açýlmasý içindi. El Bagdadi’nin öldürülmesi ise iliþkilerin eski biçimine dönmesi anlamýna gelmektedir.
Devletler düzeyinde stratejik bir eþgüdüm olmaksýzýn, “tabanda” bu terör örgütlerinin bir araya toplanmasý mümkün deðildir.Yeni dönemde bu yakýnlaþmaya engel teþkil edenler tasfiyeler olacaklar ya da bazý kadrolar karþýlýklý güven amaçlý olarak geri çekilecek ve deðiþilecek vs…
El Bagdadi’nin ölüm ilanýnýn duyurulmasý, yukarýda stratejik çerçevesini kýsaca çizmeye çalýþtýðýmýz iliþkilerin çerçevesi içinde atýlan bir adýmdýr ve bu genel stratejik çerçeveyi anlamadan, bu tür olaylarýn anlamlandýrýlmasý mümkün deðildir.
|