 |
komunistdunya.org |
 |
|
 |
Son Yazılar |
 |
|
|
 |
Devrimci Bülten Sayı 76 (3) |
 |
 |
DEVLET BAHÇELİ NE YAPMAK İSTİYOR ? Kemal Erdem
Herkesin uzun zamandan beri cevabını merak ettiği bir soru bulunmaktadır: Devlet Bahçeli gerçekten ne yapmak istemektedir ? Çünkü üç-dört yıldan beri en ilginç politikayı o uygulamaktadır ve bu politikanın bir mantığının olup olmadığı herkes tarafından merak konusudur.
Keskin bir Erdoğan karşıtlığından, çok kısa bir sürede onun ile “dava arkadaşlığı”na dönüşen bir politik dostluğun nedeni gerçekten nedir ? Bahçeli’nin Erdoğan’a desteğinin altında, MHP içerisindeki muhalefeti Erdoğan aracılığı ile bastırması mı (onun yargıdaki gücünü kullanarak MHP Kongresi’ni toplamaması) yoksa bazı çevrelerde dolaşan bazı dedikodular mı (örneğin Deniz Baykal’ın kaset olayı gibi bir olay mı) ya da başka bir şey mi?
Aslında bazı birbirinden bağımsız gibi görünen olayları bir araya getirdiğimiz zaman ve bunları belirli bir mantık ile birbirlerine bağladığımız zaman, karşımızda politik olarak sıradan bir liderin olmadığı , oldukça sinsi, kurnaz ve belirli bir politik hesabı yani stratejisi olan bir liderin olduğunu görürüz.
Erdoğan’ın Devlet Bahçeli’nin politik olarak zayıf noktasını görmesine benzer bir şekilde, Bahçeli de Erdoğan’ın zayıf noktasını görmüş ve bu noktaya çalışmaktadır. Bunda biraz da şans faktörünün olduğunu kabul etmekle birlikte yine de belirli bir “konjonktürel okumanın” ürünü olduğu su götürmez bir gerçektir.
Devlet Bahçeli hem kendi partisi içerisinde hem de genel Türk siyaseti içerisinde en çok zayıfladığı dönemde ilginç bir şekilde bir “cankurtaran” buldu. Bu cankurtaran giderek değişen konjonktür ve bu değişimin en önemli halkası olan ABD’de, Donald Trump gibi bir faşistin Başkan seçilmesidir. İlk başlarda diğer ABD başkanları gibi (özellikle de oğul G.W. Bush) sanılan Trump, ortaya koyduğu politikalarla diğer ABD Başkanlarından bir ayrı yanının olduğunu ortaya koydu.
Bahçeli ile Erdoğan arasındaki politik yakınlaşma, Trump’ın seçilmesinden önce başladı. Özellikle MHP içerisindeki muhalefetin bastırılması süreci ile Erdoğan’ın oylarının düşmesi süreci (7 Haziran 2015 genel seçimleri sonrası) her ikisini birbirlerine doğru itti. 15 Temmuz 2016 olayları (çünkü tam olarak ne olduğu belli değil), bu yakınlaşmayı devam ettirdi. Ama Trump’ın seçilmesi, içgüdüsel olarak ilerleyen MHP liderine “büyük bir politik perspektif” açtı ve bu perspektif Devlet Bahçeli’ye MHP’yi tekrar stratejik olarak konumlama ve onu etkili hale getirme olanağı sunmaktaydı.
1990’ların sonlarında MHP koalisyon ortağıyken,bu ortaklığı MHP’nin tek başına hükümetine ve iktidarına çevirememesinin en büyük nedeni uygun bir konjonktürün olmayışıydı. Bu dönemde ABD’de Bill Clinton dönemi mevcuttu ve ABD liberal demokrasiye bağlı bir devlet olarak,Türkiye’nin AB üyesi olmasını istiyor ve bu üyelik üzerinden ABD-AB ittifakını daha da sağlamlaştırmak istiyordu. Türkiye’de MHP iktidarı , o dönemki ABD’nin bütün Ortadoğu planlarını olumsuz etkileyen bir durum olarak görünüyordu. Liberal reformlar yaparak değişmesi gereken Türkiye idi. Devlet Bahçeli dış siyasetin MHP’ye bu kapalı durumunu hiçbir zaman unutmadı ve bu konjonktürün bir gün değişeceği ve de uygun konjonktürün bir gün geleceği umuduyla siyaset yaptı.
Küreselleşme ve Ortadoğu’daki paylaşım savaşı ve de sonuçları, giderek liberal demokrasinin altını oyarken, 2016’nın sonunda MHP lideri için bir mucize gerçekleşti. ABD’de faşist bir Başkan seçildi ve ilginç bir politika izlemeye başladı. Bir çok çevrenin uzun dönem Başkanlık yapamayacağını sandığı (Erdoğan da bu fikirdeydi) Trump’ın ideolojik kodlarını (belki de kendi milliyetçi ideolojisine yakınlığından dolayı) en önce okuyan lider Devlet Bahçeli oldu.
Her ABD Başkanı gibi, Trump da belirli bir politik planla Başkan seçildi ya da seçilirken belirli bir politik plana sahipti. Dış politikasını kamuoyundan pek saklanmayan ve “parasını vererek” hizmetini satın aldığı Henry Kissinger yapmaktadır. Belirli bir süre ABD’nin yerleşik bürokrasisiyle de mücadele ederek yeni dış politikasını oturtmaya çalışan Trump, iç politikada kendisine karşı geliştirilen bütün politik hamleleri teker teker boşa çıkararak, iktidarın bütün iplerini ele almayı başardı.
Trump dış politikada önceliği İran rejiminin devrilmesine vermektedir ve iktidarının ilk günlerinden günümüze kadar da bu yönde adımlar atmaktadır. Yeni ABD yönetiminin İran stratejisi, Batı’nın güçlerinin bir kısmını İran rejimini devirmek için , bir kısmını da Suriye rejimini devirmek için aynı anda kullanmak ya da İran rejimini devirmek için harekete geçerken, İran’a yardıma gelecek devletleri Suriye’de başka bir savaşla meşgul etmek üzerine oturmaktadır. Buna göre ABD,İsrail,İngiltere, Körfez Monarşileri, bir kısım Kürtler ve bir araya toplanmaya çalışılan cihatçı teröristler, İran içindeki yasal ve yasadışı muhalefet ile birlikte hareket ederek İran rejimi yıkılmaya çalışılacak; Suriye’de ise ABD ile İngiltere’nin dışında kalan bütün NATO üyeleri özellikle Türkiye’nin kara gücünün önderliğinde Suriye’de rejimin devrilmesi için mücadele edecekler ve Rusya’yı özellikle Suriye’ye çivileyerek İran’a yardım etmesinin önüne geçecekler.
Bütün politik göstergeler (elbette bunlar tahmin ama farklı politik olayların mantıklı birlikteliğinden oluşmaktadır), yeni ABD yönetiminin Türkiye’ye Ortadoğu ile ilgili olarak bir anlaşma teklif ettiğini göstermektedir. Buna göre Türkiye’nin her iki emperyalist gücü daha fazla tavize zorlayan politikasına yani pazarlık politikasına yeni ABD yönetiminin en üst perdeden karşılık verdiğidir. Türkiye’ye yapılan teklifin, Rusya’nın Türkiye’ye Suriye’de verdiği küçük tavizlerin aksine, İran ve Suriye rejimlerini aynı anda devirerek, bölgeyi ortak bölüşmek yönündedir. Ama bunun için Türkiye Suriye’de büyük bir bedeli göze alarak, Suriye ve Rusya ile savaşmak zorundadır. Bunun karşılığında Türkiye hem İran devletinin Türkiye’yi bölgede sınırlayan etkisinden kurtulmuş olacak hem de Suriye’de söz sahibi olarak bölgede en güçlü devlet haline gelecektir.
İran rejiminin devrilmesi politikasında Türkiye stratejik bir noktada bulunmaktadır ve Türkiye stratejik olarak ABD’ye bağlanmadan İran rejiminin devrilmesi mümkün değildir. Ama Türkiye Erdoğan ve AKP iktidarıyla birlikte, uzun zamandan beri bir stratejik denge politikası yürütmektedir ve Erdoğan bu konumu terketmek niyetinde değildir.
Trump’ın İran rejiminin devrilmesi politikasında en büyük problemi, Erdoğan’ın denge politikasının nasıl yokedileceği ve Türkiye’nin tekrar ABD’ye nasıl muhtaç hale getirilerek, stratejik olarak bağlanacağıdır. Trump-Kissinger ikilisi, bunun tek bir yolunun olduğunu iyi bilmektedirler: Erdoğan’ın Suriye ve Ortadoğu’da önünü açmak ve bu açışı her yol ile yani diplomatik, politik , ekonomik ve askeri olarak desteklemek.
Erdoğan ABD’nin teklifinin büyük bir tuzak olduğunu ve sonuçlarının kendi iktidarı açısından felaket olacağını bilmektedir. Bundan dolayı bu teklife yaklaşımı taktiktir yani görünürde kabul edip (geçmişte G.W.Bush ve Barack Obama karşısında yaptığı gibi) ama dolaylı yollarla bu politikayı baltalayarak boşa çıkarmaktır. Bu zaman zarfında da bu sözde ortaklıktan azami faydalanmaktır. Bunun stratejide adı “Dolaylı Strateji”dir.
Anlaşılan o dur ki Erdoğan görünürde Trump’a evet derken ve onunla birlikte bazı taktik adımlar atarken, temel beklentisi Trump’ın ABD’de ya azil edilmesi ya da seçimi kaybetmesidir. Böylece hem sözünde durmuş olacak hem de kendisi tarafından anlaşma bozulmamış olacaktır.
Erdoğan’ın Trump’ın bu teklifini Devlet Bahçeli ile paylaştığı ve her ikisinin bu teklife görünürde olumlu karşılık verdiği görülmektedir. Elbette gizli olduğu için bunu bilmemize olanak yoktur ancak bazı olayları yan yana getirdiğimizde böyle bir politik sonuç çıkmaktadır.
Ancak Erdoğan görünenin aksine Trump’ın teklifine stratejik değil taktik olarak yaklaşmaktadır ve amacı MHP için cazip olan bu tekliften yararlanarak ve görünüşte buna angaje olarak aslında iç politikada belirli bir süre MHP’nin desteğini almaktır.
Devlet Bahçeli Türkiye’nin denge politikasını bırakarak ABD ile kapsamlı bir stratejik ilişki geliştirme taraftarıdır. Trump’ın ABD’de seçilmesini ve milliyetçi-faşist hareketlere olumlu yaklaşmasını bir tarihsel fırsat olarak görmektedir. Unutmamak gerekir ki, MHP’nin hedeflemiş olduğu Pantürkizm, Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk devletlerini kapsamaktadır ve bu devletler Rusya’nın nüfuz alanı içerisinde bulunmaktadırlar. Bundan dolayı MHP’nin Rusya ile bir yakınlaşma düşünmesi mümkün değildir ve Türkiye’nin Rusya ile her yakınlaşmasını kendi uzak stratejik hedefi için bir olumsuzluk olarak görmektedir. Bundan dolayı Erdoğan’ın bir an önce söz vermiş olduğu gibi ABD ile stratejik bir ilişkiye geçmesi için bastırmaktadır. Çünkü Devlet Bahçeli’nin ve MHP’nin Erdoğan’a desteği , ABD ile gizlice yapılan bu anlaşmaya dayanmaktadır.
Bu anlaşmanın neleri kapsadığı noktasında bazı olaylardan hareketle sadece bazı tahminlerde bulunabiliriz. Örneğin Erdoğan’ın Misakı Milli sınırlarından bahsederken ve geçmişte asgari sınırlar ile yetinildiğini belirtirken, Musul Kerkük petrollerinin ABD ile bir stratejik anlaşma durumunda Irak Sünnileri üzerinden Türkiye’ye bırakılacağını varsaymak olasıdır. Yine böyle bir anlaşma durumunda PKK’ye Kandil’de büyük bir darbe vurulması hemen hemen kesindir. Barış Pınarı Hareketi ile Rojava’nın bir kısmının Türkiye’ye bırakılması bu anlaşmanın ürünü olmuş olabilir.
ABD için ideal olan durum, bir AKP-MHP koalisyon hükümetiyle Türkiye’nin ABD ile stratejik bir anlaşma yapmasıdır. AKP’nin Panislamist çizgisi Ortadoğu’da ABD etkisini yaymada etkili bir araç olurken, MHP’nin Pantürkist çizgisi de Orta Asya’da ABD etkisini yayan bir araç olma potansiyeline sahiptir. Böylece Pantürkist-Panislamist karışımı çizgi, Türkiye’nin etrafında çok geniş bir coğrafyada etkili olarak özellikle Rusya,Çin ve İran için bozucu bir yapıya sahip olacaktır.
Böyle bir politik çizgi pratiğe aktarıldığı andan itibaren hem Türkiye’nin içinde büyük bir yıkıma neden olacak hem de Avrupa üzerinde büyük bir yıkıma neden olacaktır. Yeni ABD yönetimi, Türkiye’de iktidara getirmek isteği Pantürkist-Panislamist faşist çizgi ile tek Rusya , Çin ve İran ile Suriye’yi zayıflatmak istememektedir ama Avrupa’yı da zayıflatmak ve bir çok parçaya bölmek istemektedir.
İşte yeni ABD yönetimindeki bu politik perspektif, MHP’ye ve Devlet Bahçeli’ye iktidar olma olanağnın da kapısını aralamaktadır. MHP’nin ve Devlet Bahçeli’nin devlet için vazgeçilemez duruma gelebilmesi için , ABD ile stratejik bir anlaşmaya geçilmesi gerekmektedir. Bundan dolayı da Devlet Bahçeli zaman zaman aşırı çıkışlar yaparak Erdoğan’a yapılan anlaşmayı hatırlatmaktadır. Bunlardan bir kaçını belirtirsek : “Sürekli dikiz aynasına bakarak şoförlük yapılmaz”; yine son olarak Suriye’de askerlerin öldürülmesi ile ilgili olarak : “ yansın İdlib, yıkılsın Suriye” söylemiyle Erdoğan’ı Putin ile tamamen karşı karşıya getirmek isteyen söylemlerin mantığı bellidir: Erdoğan’ı tamamen Rusya ve İran ile karşı karşıya getirerek ve ABD ile stratejik ilişkiye mecbur ederek, Erdoğan’ın bütün geri dönüş yollarını kapatmak istemektedir. Erdoğan’ın gizlice ABD ile üzerinde anlaşılan stratejik anlaşmayı pratiğe geçirmede ayak diretmesi ve bu süreci ağırdan alması, Devlet Bahçeli’de Erdoğan’ın gerçek niyetleri noktasında bir kuşku yaratmaktadır. Erdoğan’ın kendisini iç politikada belirli bir süre kullanmak için,Trump’a evet dediği kuşkusuna sahiptir. Bundan dolayı Erdoğan-Trump ilişkilerini çok yakından izlemekte ve Erdoğan’ın Beyaz Saray’da Trump ile görüşmesini izlemek için Kasım 2019’da MHP Genel Başkan Yardımcısı İsmail Faruk Aksu’yu görevlendirmiştir.
Erdoğan MHP Genel Başkan Yardımcısı’nı Beyaz Saray’da Trump ile görüşmesine götürürken ve bu temelde Bahçeli’ye güven verirken, kurnazca hareket etmektedir. Çünkü politik hesabı çok daha farklıdır ve Trump ile anlaşmayı ilk bozan tarafın kendisi olmayacağı kanısını taşımaktadır. ABD iç politikasındaki gelişmelerin bu anlaşmanın kendiliğinden rafa kaldırılması umudunu taşımaktadır.
Trump ABD’si ile stratejik bir ilişkiye yine Rusya ve İran ile de cepheden çatışmaya sürüklenen bir Erdoğan aynı zamanda içeride de büyük bir oy kaybına uğrayarak sürekli zayıflayacak ve giderek daha çok MHP ve Devlet Bahçeli’ye muhtaç hale gelecektir. Öyle ki böyle bir durumda, MHP giderek bölünen AKP’nin yerine bile geçebilecektir. Zaten Devlet Bahçeli Erdoğan’a Tek Adam Yönetimi yolunu açan 2017 Anayasa referandumunda bilerek Erdoğan’ı destekleyerek daha fazla kendisine muhtaç olmasını sağlamıştır. Erdoğan biraz da kendi hırslarının kurbanı olmuştur. Oy oranı düşerken, sistemin oy tavanını yükselterek Devlet Bahçeli’ye daha fazla bağımlı hale gelmiştir.
Erdoğan hem Trump ile hem de Bahçeli ile taktik olarak geliştirmiş olduğu ilişkilerin kıskacı arasına girmiş ve sıkışmış durumdadır. Trump’ın bu kadar ileri giderek kendi siyaseti için bu kadar yıkıcı olacağını tahmin edememiş aynı şekilde Devlet Bahçeli’nin de bu kadar uyanık ve sinsi hareket edeceğini düşünmemiştir. Şimdi hem Trump hem de Bahçeli Erdoğan’a karşı darbelerini ortaklaştıracaklar ve birbirlerinden güç alacaklardır.
Erdoğan’ın bu kuşatmadan çıkışı ise, sadece ABD’de Donald Trump’ın Başkanlık seçimlerini kaybetmesine bağlıdır. Demokrat Parti’nin Başkanlık seçimlerini kazanmasıyla Erdoğan biraz rahat nefes alarak zaman kazanacak ve iç politikada manevra yaparak bir an önce Devlet Bahçeli’den kurtulmaya ve seçim sistemini değiştirmeye çalışacaktır.
Yokeğer Trump tekrar ABD Başkanı seçilirse işte o zaman Erdoğan için sonun başlangıcı olabilir. Türkiye’nin ABD ile kapsamlı bir stratejik ilişkiye geçmesinin önünde engel olduğu andan itibaren Erdoğan , Trump yönetimi tarafından her yolla tasfiye edilmeye çalışılacaktır. Bu noktada sorun , bu geçişin “kanlı mı yoksa kansız mı” olacağıdır. Bu tamamen Erdoğan’ın tutumuna bağlıdır. Bir diğer ihtimal de Erdoğan’ın ABD ile stratejik ilişkiye gönüllü geçişi ve Bahçeli ile bir koalisyon hükümeti kurmasıdır.
Her halükarda Bahçeli , bir zamanlar AKP-Gülen Cemaati ittifakının yapmış olduğu gibi, bir ABD Başkanı’nın arkasına gizlenip, içerideki rakiplerine öldürücü darbeler vurmanın bir benzerini Trump’ın arkasına gizlenerek yapacaktır. Trump-Bahçeli arasındaki stratejik yakınlaşma, Türk iç siyasetinde Bahçeli’ye ilginç bir koruma kalkanı da oluşturmaktadır. Bu noktada Erdoğan açısından sorulması ve cevaplanması gereken soru şudur: Devlet Bahçeli Erdoğan için dost mudur yoksa düşman mıdır? Bunun cevabını da Erdoğan’ın kendisi versin!
Türk iç politikasında yaşanacak böyle bir kırılmanın yani Türkiye’nin denge politikasını terkederek ABD ile stratejik bir anlaşmaya sürüklenmesinin bir diğer anlamı , yeni bir dünya savaşıdır ve “Türkiye’nin Suriye’lileşmesidir”. Tarihte görülen ve büyük savaşlara yolaçan bazı politik kırılmalarla aynı yapıya sahip olarak , sonuçları da dünya ölçeğinde olacaktır.
|
 |
|
|
|
 |
|
 |
|