[ Kurdî   English   Francais                                 PROLETER DEVRİMCİLER KOORDİNASYONU (PDK)  28-05-2023 ]
{ komunistdunya.org }
   Açılış_sayfanız_yapın  Sık_Kıllanılanlara_Ekle

 Site Menü
   Ana Sayfa
   Devrimci Bülten
   Yazılar / Broşürler
   Açıklamalar
   Komünist Hareketten
   İlerici / Devrimci       Basından
   Kitap - Broşür PDF
   Sanat
   Görüşler

 Arşiv - Ara
   Arşiv
   Sitede Ara

 İletişim
   Bağlantılar
   Önerileriniz

_ _
{ }


_ _
{ Son Yazılar }
Devrimci ve Demokrat...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Say...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
EMPERYALİZM VE TÜRKİ...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
_ _
{  PDK Devrimci Bülten - Sayı 30 (3) }
| Devrimci BültenTARİHSEL MARKSİZM (K. ERDEM)

I-Bilim Olarak Marksizm


Marksizm’in özelliği ve ruhunun canlılığı, kapitalizm varoldukça sürekli gelişmesinde yatmaktadır. Bu bilim sürekli gelişmeksizin ve kendisini hareketin yeni formlarına uydurmaksızın hiçbir işe yaramaz. O, canlılığını sürekli geliştikçe korur.

Bugüne kadar hiçbir bilim tek soyut kavramlar dünyasında hareket ederek gelişmemiştir. Tam tersine sürekli belirli bir somut durum ve bunun ihtiyaçları ve de baskısı temelinde gelişmiştir. Yani bilim somut şartların somut analizi ile işe başlamakta ve böylece sürecin genel ve özel yanlarını ayrıştırarak, mutlak ve göreli doğrular ortaya çıkarmaktadır. Belirli bir dönem için mutlak görünen doğrular, sürecin ileri evrelerinde göreli doğrulara dönüşebilmekte ama mutlak doğruluğunu da yine muhafaza edebilmektedir. Böylece çelişkili bir süreç oluşmaktadır. Ancak bu çelişki, hareketi devindiren itici güç olmaktadır. Bilim nasıl tarihsel bir yapıya sahipse, bu bilimin biçimlerinden biri olan Marksizm de tarihsel bir yapıya sahip olup, sürekli içerisinden geçmekte olduğu tarihsel koşullar ile koşullandırılmıştır.

Örneğin fizik biliminde gerçekleştirilen buluşlar buna en iyi örnektir. 19. yüzyılın ikinci yarısında elektriğin bulunması, köleci veya feodal düzende gerçekleştirilemezdi. Ancak üretici güçlerin gelişiminin belirli bir tarihsel düzeyidir ki böyle buluşlar için bir tarihsel zemin ve olanak yaratır. Emeğin örgütlenmesinin tarihsel düzeyi ile bilimin koşullanması arasında sıkı bir ilişki mevcuttur.

Aynı şekilde Marksizm bir bilim olarak, kapitalizmden önceki bir sömürücü düzende ortaya çıkamazdı. Çünkü o herhangi bir sömürülen sınıfın değil, kapitalizm altında sömürülen ve ezilen sınıf olan proletaryanın kurtuluşunun bilimidir. Onun için proletaryanın tarih sahnesine kapitalizm ile birlikte çıkmasıyladır ki, onun kurtuluş bilimi de ortaya çıkabilmiştir. Böylece kapitalizm ile birlikte ya da onun içerisindeki temel çelişkinin (emek-sermaye) az çok tarihsel açıdan kendisini sınıflar mücadelesi alanında göstermesiyledir ki Marksizm ortaya çıkabilmiştir.

Ancak Marksizm “genel” olarak olduğu gibi değil, sürekli belirli bir biçim içeri-sinde ve o biçimin somutluluğu temelinde varolduğu için, kendisini sürekli olarak kapitalizmin belirli bir biçimine uyarlar. Böylece kendisini sürekli olarak mevcut somut koşullara uyarlamakla tarihsel misyonunu da yerine getirmiş olmaktadır. Yani Marksizm, kapitalizmin tarihsel hareketine bağlı bir biçimde hareket ettiği için onun tarihsel gelişimi temelinde de koşullandırılır.

Tarihte Marx’ın “tahtı” o kadar çok görkemlidir ki, bu tahtı devirmek isteyenler ve onun yerine yeni bir kurtuluş ideolojisi ile geçmeye çalışacak olanlar, olağanüstü derecede sefil ve soytarı bir duruma düşerek, sonunda burjuva ideolojisinin uzantısı ve aleti durumuna geleceklerdir. Çünkü burjuva ideolojisinden tamamen bağımsız kalabilecek bir ideolojinin tarihsel temeli Marksizm ile birlikte tamamen ortadan kalkmıştır.

Yirminci yüzyılın başlarında Bogdanov, modern materyalizmi (Marksizmi), şeylerin özünü tamamıyla tarihsel koşullanmışlığın dışında hemen bilmek istemekle ve böylece bütün süreçlere uyacak dogmatik şemalar üretmekle suçlamıştı. Bogdanov şöyle yazıyordu:

“O (eski materyalizmin dünya görüşü), şeylerin özünün kayıtsız şartsız nesnel bilgisi (İtalikler Bogdanov’undur) olmak ister ve her çeşit ideolojinin tarihsel göreliliği ile bağdaşmaz. ”(1)

Lenin bu suçlamaya şiddetle karşı çıkarak şöyle yazmıştır:

“Modern materyalizm, yani Marksizm açısından, bilgilerimizin nesnel, mutlak doğruya yaklaşıklık sınırları tarihsel olarak koşullandırılmıştır; ama bu doğrunun kendisinin varlığı kesindir, ona yaklaştığımız kesindir. Resmin hatları tarihsel olarak koşullandırılmıştır, ama resmin nesnel olarak bir modeli yansıttığı kesindir(. . . )

Kısacası her ideoloji tarihsel olarak koşullandırılmıştır, (abç) ama her bilimsel ideolojinin (örneğin dinsel ideolojiden farklı olarak) nesnel doğruyu, mutlak doğruya tekabül ettiği kesindir. Göreli ve mutlak doğru arasındaki bu ayrımın belirsiz olduğunu söyleyeceksiniz. Yanıtım şöyle:Bu ayrım, bilimin sözcüğün en kötü anlamında bir dogma haline gelmesini, ölü donmuş, kemikleşmiş bir şey haline gelmesini önlemek için tam da yeterince “belirsiz”dir, ama aynı zamanda Fideizm ve agnostisizmden, felsefi idealizmden ve Hume ve Kant yandaşlarının safsatalarından kendini kesin ve silinmez bir sınır çizgisiyle ayırmak için yeterince “belirgin”dir. ”(2)


Her bilimsel ideoloji gibi Marksizm de tarihsel olarak koşullandırılmış olduğu için, diyalektik materyalizm, Marksizm’in kendi tarihine de uygulanmalıdır. Nasıl her bilimin kendine ait olan özel hareket biçimleri, genel hareketin varoluş biçimleri ise aynı şekilde Marksizm’in tarihteki özel durumu da bu genel hareketin özel durumun-dan başka bir şey değildir. Onun için Marksizm’in genel tarihsel hareketi, hareketin diyalektik biçimine uygun bir şekilde gelişmektedir. Ve o, bu biçime uygun bir şekil-de ele alınmalı ve incelenmelidir.

Marksizm hiçbir zaman, birilerinin ellerinde sıkı sıkıya tuttuğu ve her sürece uygun düşen bir formüller bütünlüğünün olduğunu ileri sürmedi. Bu noktada Marx’ın fikirleri ile ilgili olarak en iyi değerlendirmelerden birisini Engels yapmıştır:

“... onun olguları inceleme biçimi bir öğreti değil, bir yöntemdir. Bu anlayış, hazır biçilmiş dogmaları değil, daha ileri araştırmalar için kullanılacak kriterleri ve bu araştırmalarda güdülecek yöntemi sağlar.” (3)

Komünist ideolojik faaliyet, belirli bir somut sorun karşısında, Marksizmin temel ilkelerinden hareket etmelidir. Ama bunlardan bir çıkış yapan ya da bunları kendisine temel alan bu zihinsel faaliyet, gelişiminin en yüksel doruğuna çıkarak, kendisini burada serbest bırakmalı ve bu aşamada korkmadan kendisini mantık yürütmenin kolları arasına bırakmalıdır.

Diğer bilimler gibi Marksizm de tarihsel bir yapıya sahip olup her sürecin nesnel bilgisiyle sınırlıdır. Ama bu bilgi mutlak olduğu kadar aynı zamanda göreli bir yapıya da sahiptir. Yani belirli bir dönem için mutlak görünen doğrular bilimin gelişimi ile sınırlarının göreli olduğu ortaya çıkar ve yeni göreli doğrular ile birleşmesinin gerektiği anlaşılır. Mutlak doğruya doğru hareket eden düşünce, birbirini izleyen göreli doğruları ortadan kaldırmaz, tam tersine, bu göreli doğruları birbirleriyle birleştirerek ve onlar aracılığı ile mutlak doğruya doğru hareket eder.

Örneğin Marksizmdeki mutlak doğrular (Artı-değer teorisi, proletarya diktatörlüğü teorisi, emperyalizm teorisi gibi), mutlak oldukları kadar aynı zamanda da göreli bir yapıya da sahiptirler. Yani sürekli bir şekilde nesnel hareketin gelişmesiyle, yapılarına yeni göreli doğrular eklenmektedir. Zaten mutlak doğru olma durumları ise bu göreli doğruların birbirini tamamlamasından oluşur. Ve öyle bir an gelir ki, göreli doğruların belirli bir niceliksel birikimi, karşı çıkılmaz bir şekilde mutlak biçimi verir.

Marksizm’in kendi tarihsel gelişimi içerisinde, ileri sürmüş olduğu mutlak bilimsel önermeler, aynı zamanda yeni bilimsel önermeler ile de sürekli gelişmekte ve kendi mutlak yapısına doğru daha çok hareket etmektedir.

Lenin’in genel olarak bilim için yazmış olduğu şu satırlar Marksizm için de geçerlidir:

“. . . insan düşüncesi doğası itibariyle bize, göreli doğruların toplamından oluşan mutlak doğruyu verme yeteneğindedir, ve bunu bize verir de. Bilimin gelişmesindeki her aşama, bu mutlak doğru toplamına yeni kırıntılar ekler (abç) ama her bilimsel önermenin doğruluğunun sınırları görelidir ve bilginin daha da gelişmesi ile bu sınırlar ya daha geniş ya da daha dar bir şekilde çizilebilir. ”(4)

Demek ki göreli doğrular içerisinde mutlak doğruları içerir, ve bu göreli doğrular yeni göreli doğrular tarafından ortadan kaldırılmaz, onu diyalektik bir aşma biçiminde aşar. Yani eski göreli doğrular yeni göreli doğrulara basamak ve temel oluşturarak daha yüksek bir biçim içerisinde onun ile birleşir.

Ama Marksizm’in mutlak doğruları, toplumsal ve tarihsel pratik içerisinde oluşur ve açığa çıkarlar. Onun için Marx, pratikten soyutlanmış bir şekilde “insan düşüncesinin nesnel doğruya yaklaşıp yaklaşmadığı” (Feuerbach Üzerine Tezler) sorusunu sormak skolasttiktir, demektedir.

Marksizm’in bir bilim olarak gelişmesi ancak devrimci pratik sayesinde olanaklıdır. Bu ise proletaryanın burjuvaziye karşı politik savaşımının ta kendisidir. Bunun dışında bu bilimi geliştirme arayışları, Marksizm içerisine idealizm eğilimlerinin ve sızıntılarının akmasına neden olur.

Marksizm’in kendi içerisindeki kasılma ve gerilme hareketleri ile kapitalizmin genel tarihsel işleyişi arasında bir ilişki mevcuttur. Bu ilişkinin geçmişteki biçimlerinin incelenmesi, bazı önemli sonuçların çıkarılması için yararlı olacaktır.

II-Kapitalizm ve Marksizm

Komünizm niçin kendi geçmişi ile doğru ve sağlıklı bir ilişki kurmalıdır?

Çünkü komünizmin, ileriye doğru gidebilmesi için prensiplerini net ve kesin bir şekilde belirlemesi gerekir, ki bu ise ancak geçmiş tarihinde saklıdır.

Nasıl kapitalizm, bir biçimden diğerine geçerken alt biçimleri tamamen ortadan kaldırmaz ve tam tersine bu geçmiş birikimlere dayanarak ve onun üzerinde yükselirse, yine aynı şekilde burjuvazinin temel politik eğilimleri, ideolojik-felsefi kökenlerini kapitalizmin şafağındaki temellerinden almaktaysa, Marksizm’in biçimleri de bir önceki biçimlerin temel eğilimlerini koruyarak onun üzerinde gelişir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası tekelci sermaye arasında giderek ortaya çıkan ve son on yıldır da bütün dünyayı saran Neo-Liberalizm ya da Küreselleşme dalgasının, kapitalizmin şafağındaki “Laisser-Faire” (Bırakınız Yapsınlar) cilerden temelden farkı nedir?Temelde fark yoktur ve fark bunun biçimindedir. O zamanın liberalleri olan “Laisser-Faire”ciler, iç pazarın oluşum döneminde o zaman-ki büyük sermayenin sözcülüğünü yaparlarken, bugünkü “Neo-Liberal”ciler dünya pazarının oluşması döneminde, uluslararası tekelci sermayenin çıkarları doğrultusunda bunu savunmaktadırlar.

Kapitalizm ve onun burjuva ideologları, sermayenin bütün tarihsel birikimi ve tecrübesi temelinde ve buna dayanarak işçi sınıfına saldırmaktadırlar. Yine aynı şekilde burjuva politikacılar, geçmişteki işçi devrimlerinden ve işçi hareketlerinden dersler çıkararak politik taktikler üretmeye çalışmaktadırlar. İşte bizim görevimiz de, Marksizmin bir biçimi olan Bolşevizmi, tarihsel koşullanmışlığı içerisinde ele almasını bilmek, onun mutlak doğruları ile göreli doğrularını ayrıştırarak, böylece proletaryanın bundan sonraki mücadeleleri için doğru bir çıkış noktası sağlamaktır. Devrimci proletarya geçmiş deneyim, tecrübe ve kazanımlarını, bugünün bilinç düzeyi temelinde devrimci bir eleştiri ve süzgeçten geçirmeksizin, hareketi ileriye doğru götürecek prensipler bütünlüğünü elde edemez. Nasıl hareketin en yüksek biçimlerinin analizi daha düşük biçimlerinin anlaşılmasını olanaklı kılmak-taysa (Marx’ın insan-maymun anatomisi arasında yapmış olduğu ilişkilendirme hatırlansın) aynı şekilde, bugünkü kapitalizmin genel özellikleri tam olarak kavranılırsa, onun daha düşük biçimlerinin ve bu biçimler içerisinde doğan ve onun tarihsel hareketi ile koşullandırılan Marksizm’in bu döneminin sorunları, eksiklikleri ya da doğruları daha iyi anlaşılabilir.

Bolşevizm’in temel özelliklerine geçmeden önce genel olarak kapitalizmin tarihsel hareketi ile bu hareketin Marksizm üzerine yansıyış biçimlerine değineceğiz. Tarihsel harekete bu genel bakış, Marksizm’in tarihselliğinin daha iyi anlaşılmasına ve onun niçin bir bilim olarak ele alınması gerektiğini daha iyi açıklayacaktır. Çünkü Marksizm’in sorunları ve gelişiminin yönünü, dışındaki nesnel-tarihsel hareketin yönü ve biçimleri oluşturur. Onun için o , dışındaki bu nesnel süreçleri sürekli incelemeli, araştırmalı ve onu yaklaşık olarak kavramalıdır. Bu sürecin şu ya da bu şekilde kesintiye uğraması ve nesnel hareketin yeni biçimlerinin bilince çıkarılamaması, komünist hareketin bütün tarihsel perspektifini kaybederek ufuksuzlaşmasının ana nedenini oluşturur ki, bunun sonucunda hareket burjuva ideoloji ve siyasetinin bir uzantısı durumuna dönüşür.

Kapitalizmin genel tarihsel hareketi hareketin genel biçiminin evrimini izler. Yani doğar, gelişir ve ölür. Hareketin bu genel gelişim biçimine uygun olarak, kapitalizmi de genel olarak üç tarihsel biçim (ki bunlar kapitalizm içerisinde çeşitli “çağ”ları oluşturur) içerisinde inceleyebiliriz. Kapitalizm serbest rekabetçi biçim altında doğmuş, Klasik emperyalizm biçiminde yükselişe geçmiş ve de Modern emperyalizm biçiminde evrenselleşerek de ölmeye başlayacaktır.

Bugüne kadarki tarihsel deneyim ve tecrübe, kapitalizmin bir biçiminden diğerine dönüşürken, bu dönüşümün çok sancılı ve sıçramalı bir şekilde gerçekleştiğini göstermektedir. Serbest rekabetçi kapitalizm, klasik emperyalizme dönüşürken bu dönüşüm büyük devrimlere neden olmuştur. Avrupa’daki 1848-50 devrimleri ile 1871 Paris Komünü işte serbest rekabetçi kapitalizmin yerini tekelci kapitalizme bırakması döneminde cereyan eden devrimlerdi. İlginç olan bir durum da Bilimsel Sosyalizm’in tam da bu dönemde ortaya çıkmasıdır. Marksizm, serbest rekabetçi kapitalizm döneminin ve de bu dönemin özelliklerine uyarlanarak yani belirli bir somut durum temelinde ortaya çıktı.

Kapitalizm bir biçimden diğerine sancılı bir şekilde dönüşürken, eğer gelişimini tarihsel olarak doldurmamış ise, yeni biçim altında dinamik bir gelişme sürecine girer. Gelişimindeki bu dinamizm, burjuvazinin ideolojik-politik eğilimlerinde de bir dinamizme yol açar. Sisteme karşıt eğilimler üzerinde bir hegemonya ve bilinç bozulmasına neden olarak, devrimci unsurlar arasındaki kararsız unsurları ya da eğilimleri kendi dolaylı uzantısı durumuna dönüştürür. Önemli olan hem tarihsel açıdan kapitalizmin yükseliş ve düşüş dönemlerini hem de kapitalizmin herhangi bir biçiminin kendi içerisindeki yükseliş ve düşüş dönemlerini teorik olarak ortaya çıkarabilmektir.

Marx , sistemin dinamik yapısı ile bunun kitleler üzerindeki etkisi hakkında şöyle yazmıştır:

“Bir üretim biçimi, evriminin yükselme çizgisi üzerinde bulunduğu sürece, kendisine uygun düşen bölüşüm biçimi tarafından yoksullaştırılmış durumda bulunan kimseler tarafından bile yeğ tutulur. Büyük sanayiin ortaya çıkması zamanındaki İngiliz işçileri gibi. ”(5)(abç)

1870’lerden sonra tekelci sermaye oluşurken ve dinamik bir gelişme temposuna ulaşırken, sosyalizm saflarında Eugeni Dühring ve Edouard Bernstein gibi anti-Marksist unsurlar türemeye başladı. Bu unsurlar çeşitli ülkelerde çeşitli biçimlere bürünerek ortaya çıktılar. Ama ne zamanki belirli bir biçim gelişiminin sınırlarına dayanmaya başlar ve çelişkileri bütün açıklığıyla ortaya çıkmaya başlar, işte o zaman devrimci sınıf ya da sınıflar pratik politikanın baskısı altında, nesnel-tarihsel hareketin yeni biçimlerini bilince çıkarmaya başlarlar. Devrimci sınıflar nesnel-tarihsel hareketin yeni biçimlerini birden bire değil, ama belirli bir tarihsel ideolojik ve politik birikimin sonucunda bilince çıkarırlar, ki bu çoğu zaman geçmiş kuşakların bilgi birikimlerinin “hammadde” olarak kullanılması biçiminde oluşur. Örneğin emperyalizm teorisi, Marksistlerin dışındaki burjuva teorisyenler tarafından (Hobson, Hilferding gibi) ele alınmış ancak gelişiminin en bilimsel doğru biçimine Lenin ve Buharin’in çalışmaları ile ulaşmıştır.

Paris Komünü’nden sonra , kapitalizmin yeni biçiminin gelişmesi sonucunda, yeni mücadele biçim ve yöntemlerinin kendisini dayatmasına karşın, II. Enternasyonal ve onun otoriteleri, eski biçimlere ve anlayışlara kölece bağlı kaldılar. Nesnel hareketin mevcut düzeyi ile II. Enternasyonal’in düzeyi yani nesnel hareketin düzeyine ulaşmayan geri bilinç düzeyi arasında muazzam bir tarihsel açı oluşmaya başlamış aynı şekilde II. Enternasyonal’in ideolojik süreçleri ile nesnel-tarihsel hareketin süreçleri arasında büyük bir boşluk oluşmuştu. İşte bu tarihsel boşlukta oportünizm yeşerdi, kökleşti ve bütün hareketi pençesi altına aldı. II. Enternasyonal’in ideolojik yapısı ve eğilimleri, nesnel sürecin eğilimlerini ve ihtiyaçlarını proletarya açısından karşıla-maktan çok çok uzaktı ve bu durum kaçınılmaz bir şekilde hareketin reformize saplanmasına neden olmuştur.

III. Enternasyonal’in oportünistleşmesi de genel biçimi itibariyle II. Enternasyonal’in oportünistleşmesine çok benzemektedir. Klasik emperyalizmin Modern ya da Uluslararası emperyalizme dönüşmesiyle birlikte, nesnel hareketteki bu dönüşümü ve de dönüşümün biçimlerini bilince çıkaramayan komünist hareket, yeni mücadele biçim ve yöntemlerini eskisiyle değiştirememiş yani kendisini yeni dönemin koşullarına uyarlayamayarak revizyonistleşerek, küçük-burjuva bir akıma dönüşmüştür.

Ama modern emperyalizm de tarihsel gelişiminin düşüş eğrisine girmiştir. Bütün tarihsel ve toplumsal çelişkileri teorik olarak bilince çıkarılacak derecede belirgin hale gelmiştir.

III-Klasik Emperyalizm Döneminin Marksizmi: Bolşevizm

Bolşevizmin kısa bir tanımını yapmak gerekirse eğer, onu, klasik emperyalizm döneminin Marksizmi olarak ya da kapitalizmin bu döneminde Marksizmin bürün-düğü temel biçim olarak belirtebiliriz. Hiçbir komünist hareket, Bolşevizmin deneyim ve tecrübelerini aynı şekilde de ideolojik kazanımlarını kendisine temel yapmaksızın hiçbir şekilde başarılı bir sosyalist devrim hareketine girişemez. İlkelerini bu temelde almayan bir hareket, hiçbir şekilde burjuvaziden ideolojik ve politik olarak kopamayacağı gibi onun karşısında bağımsız ve sağlam bir duruş sergileyemez.

Marksizmin genel tarihsel yapısı ile ilgili olan ilkeler Bolşevizm için de geçerlidir. Nasıl Marksizmin dışında burjuvaziden bağımsız yeni bir ideolojinin tarihsel temeli tamamen ortadan kalkmış ise, aynı şekilde, Bolşevizmin temel ilkelerini dışlayarak ve onun dışında, burjuvaziden bağımsız bir ideolojik-politik akımın da tarihsel temeli ortadan kalkmıştır. Bu kişilerin öznel niyetlerine bağlı bir durum değildir. Tam tersine tarihsel bir zorunluluktur. Bu zorunluluk ise Bolşevizmi evrensel bir akım olarak ele alıp değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır. Çünkü Bolşevizm, belki yerel bir hareket olarak doğmuştur, ama, tarihin belirli bir döneminde komünizmin sorunlarına evrensel çapta vermiş olduğu cevaplar ile yerelliğin dışında evrensel özellikler ve kazanımlar da içermeye başlamıştır.
O halde Bolşevizmin temel özelliklerini kısaca da olsa incelemekte fayda vardır.

1-Oportünizm İle Amansız Mücadele

Bolşevizm aslında oportünizm ile amansız bir mücadele içerisinde doğdu. RSDİP’in II. Kongresi’nde oportünist Menşevikler karşısında Bolşevikler olarak doğması bunun en iyi göstergesidir.

Oportünizm Rusya’da komünistlerin güçlü bir siyasal hareket yaratmasını engelleyen en önemli engellerden birisi haline gelmişti, ki bu durum tek Rusya’ya özgü değil, evrensel ölçekte ortaya çıkan bir fenomendi. Alman proletaryasının on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında yakalamış olduğu siyasal başarı, Alman işçi hareketi içerisindeki oportünizm üzerinde elde edilen büyük ideolojik ve siyasal zafere (ki bu da Marx ile Engels sayesinde olmuştur) dayanıyordu. Oportünizme karşı ideolojik, politik ve örgütsel mücadelenin zayıflamasıyla, komünist hareketin genel olarak burjuvazi karşısındaki siyasal pozisyonunun zayıflaması, bir tek sürecin çeşitli görünümleri olarak ortaya çıkmaktadır.

Genel olarak burjuvazinin bütün sınıfları ve katmanları arasında tarihsel bir bütünlük söz konusudur. Burjuvazinin bu çeşitli eğilimleri, çeşitli düzeylerde birbirlerini koşullandıran, birbirlerine dolaylı ya da dolaysız destek sunan bir eğilim oluştururlar. Oportünizm de burjuvazinin işçi sınıfı içerisinde en kristalleşmiş biçimi olarak, tarihsel eğilim itibariyle büyük burjuvaziye şu ya da bu şekilde temel oluşturarak, onun işçi sınıfı üzerindeki büyük siyasal zaferlerinin temel faktörlerinden birisini oluşturur. Onun için komünizm her adımda, burjuvazinin bütün katlarını aynı anda kilitlemekle yükümlüdür. Ve oportünizme karşı mücadele, burjuvaziye karşı mücadelenin ağırlık merkezini oluşturur. Bir komünist hareketin oportünizm karşısındaki temel tutumu, genel olarak burjuvazi karşısındaki tutumunun da aynasını teşkil eder. Hareketin genel niteliği bu tutumdan çıkarılabilir hatta çıkarılmalıdır.

Lenin temel eserlerinden biri olan “Sol Komünizm” de “İşçi hareketi içerisinde hangi düşmanlara karşı savaşımda Bolşevizm gelişmiş, güçlenmiş ve çelikleşmiştir?” sorusunu sorduktan sonra bunu şöyle cevaplamıştır:

“Her şeyden önce ve özellikle 1914’te, belirgin bir biçimde sosyal-şovenizm biçimine bürünen ve kesin olarak proletaryaya karşı burjuvazinin saflarına geçen oportünizme karşı savaşarak. Oportünizm, doğal olarak, Bolşevizmin, işçi hareketi içerisinde baş düşmanıydı. Şu anda da uluslararası ölçekte gene baş düşmandır. Bolşevikler, en büyük dikkatlerini bu baş düşmana karşı savaşıma ayırmışlardır. ”(6)

Adını bile bu “baş düşman”a karşı savaşımda elde etmiş olduğu zaferden alan Bolşevizmin (Çoğulcular) bu noktadaki kazanımları çoğu zaman eklektik ve dogmatik bir şekilde ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Bolşevizmin tarihinde oportünizme karşı verilen mücadeleler, komünist hareketin çeşitli dönemlerinde çeşitli biçimlere bürünmüştür. Komünist hareketin tarihsel düzeyi ile oportünizme karşı verilen mücadelenin biçimi arasında sıkı bir ilişki vardır. Çoğu zaman herhangi bir akım, daha parti biçimine bürünmeden, Bolşevizmin herhangi bir dönemindeki taktiğini, kendi nesnel konumuna uygun düşmese de kendisine temel yapmaya kalkışmaktadır. Bunun altında yatan neden , Bolşevizmi, gelişiminin çeşitli tarihsel aşamaları içerisinde incelememek yatmaktadır. Çünkü her tarihsel aşamanın özellikleri, görevleri ve hedefleri farklıdır.

Bolşevizmin tarihinde oportünizm, sürekli olarak hareketin içerisinde geçtiği sürecin özelliklerine bürünmüştür. Her dönemin temel görevleri ve can alıcı sorunları etrafında ortaya çıkmıştır. Onun için hem sürekli biçim değiştirebilmekte hem de akışkan bir niteliğe sahiptir. Rus devriminde ve hareketin çeşitli aşamalarında oportünizm şu biçimler altında ortaya çıkmıştır:

(1899-1903): Partinin biçimlenme dönemi olan bu dönemde Rus komünist hareketi içerisindeki oportünizm, Ekonomizm biçimine bürünmüştür. Bu dönem Rus komünizmi ile Rus işçi sınıfının ileri katmanlarının birleşip, kaynaşma dönemidir. Ekonomizm, komünizm ile işçi sınıfının bu ileri unsurlarının kaynaşmasını ve profesyonel bir devrimci örgüt yaratmasını baltalayan ve onu bu hedefinden sürekli saptırmaya çalışan bir akım olarak ortaya çıkmıştır.

(1903-1905): Partinin inşaa döneminde alt edilen oportünizm, mücadelenin yeni tarihsel düzeyine ve bu düzeyin görev ve hedeflerine bağlı olarak ve de kendisini bu dönemin özelliklerine uyarlayarak tekrar hareketin önündeki engellerden biri haline geldi. Bu dönemde oportünizm Menşevizm biçimine bürünmüştür. Bu dönemde sorun, işçi sınıfının ileri unsurlarını kimin kazanacağı sorunu değil, çünkü bu sorun Bolşevizm lehine çözülmüştü, ama işçi sınıfının büyük çoğunluğunu kimin kazanacağı sorunuydu. Yani taktik sorunlar etrafında düğümlenmişti. Bu dönemde Menşevik oportünizm, liberalizm ile uzlaşma ararken, Bolşevikler buna şiddetle karşı çıkarak köylülük ile bir ittifak aramaktaydılar. Bu dönemin en karakteristik özelliği, Bolşeviklerin oportünizmi yeterince tecrit edememesinin Aralık 1905’teki silahlı ayaklanmanın başarısızlığa neden olmasıdır.

(1908-1910): Birinci Rus devriminin yenilgisinden sonra oportünizm, Otzovizm biçimine bürünerek “solculuk” altında partinin tamamen tasfiyesini hedeflemiştir. Bogdanov-Lunaçarski eğilimi, geri çekilmeyi, komünizmin işçi sınıfının ileri katlarıyla da tamamen kopuşmasına kadar götürerek, hareketi tekrar işçi sınıfından kopuk, propaganda örgütleri biçimine sokmayı hedeflemiştir. Bolşevizm, geri çekilmeyi partinin tasfiyesine kadar genişleten bu görüşü mahkum ederek ve saflarından sürerek bu dönemi atlatmasını bilmiştir.

(1912-1914): İşçi sınıfının ileri unsurlarıyla bağını korumasını ve bunu sağlam-laştırmasını bilen Bolşevizm, işçi hareketi yükselişe geçmeye başlarken ve büyük işçi yığınlarının devrim için tekrar kazanılması gündeme gelirken, oportünizmin bir başka biçimi ile yüz yüze gelmiştir. 1912’de Ağustos Bloku olarak ortaya çıkan bu eğilim, hareketin niteliğini geri işçi yığınlarının düzeyine uyarlayarak ve yasadışı ağların tamamen tasfiyesini önererek partiyi legal araçlar üzerine oturtmayı öneriyordu. Bolşevikler buna karşı çıkarak, legal araçları tamamen illegal araçlara tabi kılarak ve tamamen Ağustos Bloku’na karşı tavır alarak bu süreçte de oportünizmin sinsi planlarını açığa çıkarmayı ve kitleler önünde deşifre etmeyi başardılar.

(1914-1917):
I. Emperyalist savaş ile birlikte oportünizm, hemen kendisini yeni koşullara uyarlayarak sosyal-şovenizm biçimine büründü. Her ülkenin sosyal-şovenleri kendi ülkelerinin burjuva hükümetleri ile uzlaşarak, emperyalist talandan pay almaya başladılar. Bolşevizm tutarlı enternasyonalizmi ile sosyal-şovenizmin uzlaşma siyasetinin karşısına iç savaş taktiğini çıkararak en net tavrı aldı.

Bolşevizm, işçi hareketi içerisindeki bu “baş düşman”a karşı amansız mücadele etmeseydi ve onu her defasında alt etmeseydi kesinlikle Ekim Devrimi’nin yolunu açamazdı. Bir komünist hareketin genel olarak burjuvazi karşısındaki pozisyonu, onun oportünizm karşısındaki pozisyonundan çıkarılmalıdır. Bu noktada Bolşevizmden alacağımız en büyük ders budur.

2-Teoriyi geliştirmede korkmama

Yirminci yüzyılın hemen başlarında K. Kautsky, Rus devrim dinamiklerini değerlendiren bir makalesinde Slavların, ki aslında bundan Rusları kastetmekteydi, tek devrimci halklar arasına girmekle kalmadığını ama “devrimci fikir ve eylemin ağırlık merkezinin giderek Slavlara doğru yer değiştirdiğini” henüz daha Marksist-ken çok parlak bir şekilde görmüştür. Bu tespitten on beş yıl sonra Rus komünist hareketi, tarihin en büyük sosyalist devrimine önderlik ederek evrensel bir akım yaratmayı başardı.

Bolşevizm, biri evrensel diğeri yerel olmak üzere iki temel özelliğin sağlam birliğinden oluşmuştu. Evrensel yanını ya da hareketin içeriğini Marksizmin temel ve genel prensiplerinin doğru bir şekilde yorumlanması ve Rus özgüllüğüne uyarlanması oluştururken;yerel yanını Rus devrimci hareketinin özellikleri oluşturmak-taydı. Bolşevizm Rus devrimci hareketinin olumlu özelliklerini inkar etmeden ve bu özellikleri modern Marksist ideolojinin zemini üzerinde yani yeni bir içerik ile tekrar geliştirmeyi bildi. Narodnizmin Çarlık ile mücadelesindeki devrimci özelliklerini, eşi görülmemiş özverilerini, fedakarlıklarını, kahramanlıklarını, inanılmaz enerjik yapılarını Bolşevikler devraldılar.

Bolşevizm eğer Rusya’daki politik mücadeleyi sonuna kadar götürmesini bildiyse, bunda politik mücadelenin her aşamasındaki çok karmaşık sorunları teorik açıdan net bir şekilde sürekli olarak çözümleyebilme özelliği tayin edici bir öneme sahiptir. Bolşevizm sağlam bir teorik temel yaratmaksızın, mücadelenin çeşitli stratejik aşamalarını kesinlikle doğru bir şekilde birbirine bağlayamazdı. Bolşevizmin bu özelliği ile ilgili olarak Lenin şöyle yazmıştır:

“Bir yandan, Bolşevizm, 1903’te Marksist teorinin son derece sağlam temeli üzerinde yükseldi. Bu devrimci teorinin doğruluğu, ve tek başına onun doğruluğu, yalnızca 19. yüzyıl boyunca dünya deneyimiyle değil, aynı zamanda, özellikle Rusya’daki devrimci düşüncenin arayış ve yalpalama deneyimiyle, yanlışlarıyla ve hayal kırıklıklarıyla kanıtlandı. Aşağı yukarı yarım yüzyıl boyunca---yaklaşık olarak, son yüzyılın kırklarından doksanlarına kadar---Rusya’daki ilerici düşünce, en vahşi ve gerici çarlığın baskısı altında büyük bir istekle, doğru devrimci bir teori aradı, Avrupa ve Amerika’da bu alandaki her türden “en son bulguları” olağanüstü bir dikkat ve titizlikle izledi”(7)

Avrupa Marksizminden çok şey öğrenen Rus Marksizmi asla onu körü körüne izlemedi. Avrupa Marksizmini sürekli olarak eleştirel bir göz ile takip etti. Onların teorik açıdan ortaya koymuş oldukları “en son bulgular”a tek eleştirel yaklaşmakla kalmadılar ama “bu son bulguları” nasıl geliştirecekleri üzerine de titiz bir şekilde kafa yordular ve zaten mücadelenin pratik baskısı altında da bunları geliştirmek zorunda kaldılar.

Bolşevizmin en büyük özelliğini Marksizmin evrensel ilkelerini, uluslararası alanda ama özellikle de II. Enternasyonal oportünizmi karşısında uzlaşmaz bir şekilde korumasını bilmesi ve gerektiğinde de teoriyi geliştirmekte korkmaması ve de bu noktada ileriye doğru sağlam adımlar atabilmesi oluşturmaktadır.

3-Sürekli Profesyonel Devrimci Bir Örgüte Dayanma

Bolşevizmin en büyük özelliği ve Marksizme yaptığı en büyük katkılardan birisi örgüt alanındadır. Bolşevizm ortaya çıktığından beri işçi sınıfına, merkezinde profesyonel devrimcilerin olduğu ve omurgasının yasadışı ve gizli ağlar üzerine oturduğu bir partinin ancak önderlik edebileceğini savundu. Rus devrim deneyimi ve tecrübesi bu görüşü parlak bir şekilde doğruladı.

Devrimin bütün aşamalarında, yükseldiği ve gerilediği bütün dönemlerde, komünist mücadelenin niteliğinden ödün vermeden, sürekliliğin sağlanmasını ancak profesyonel devrimciler örgütü sağlayabilir. Merkezinde böyle bir örgütün olduğu bir parti, aynı zamanda, kendisini burjuva sistemin olanaklarının dışında ve böylece de bütün burjuva akımlardan bağımsız bir politik akım olarak örgütleyebilme yeteneğine sahip olabilir. Böyle bir örgüt yaratılmaksızın, devrimci araç ve metotlar yine aynı şekilde devrimci taktikler üretilemez. Devrimci bir siyaset ancak devrimci bir örgüt temelinde yükselebilir.

Profesyonel devrimci örgüt, burjuva sistemin tamamen dışında tarihsel olarak kendisini sürekli ürettiği için, işçi sınıfı içerisinde, burjuva sistemden hiçbir ayrıcalık ya da arpalık elde etmeyen ya da edemeyen vasıfsız işçilerin eğilimlerini yansıtır. İşçi sınıfı içerisinde belirli bir ayrıcalığa sahip olan aristokratik kesimin tarihsel ve toplumsal çıkarları, sistemin dışında bağımsız bir şekilde hareket etme yeteneği olan bu profesyonel devrimciler örgütü ve anlayışıyla tezatlık oluşturur.

İşçi sınıfı içerisindeki ayrıcalıklı tabaka, ki oportünizmin temelini teşkil eder, profesyonel devrimcilik ile toplumsal ayrıcalıklarını kaybedeceği için ısrarla bu tür bir örgüt tipine, anlayışına ve bu temelde üretilen devrimci taktiklere ayak direr.Komünizmin, oportünizm karşısındaki pozisyonunun zayıflamasının ve üstünlüğünün kaybolmasının ilk sonucu, hareketin odağında yer alan profesyonel devrimci örgütün parçalanması, dağılması ve yozlaşması olur. Eşanlı olarak oportünizm, kendi laçka, hantal, yoz ve ilkesiz örgüt ilkelerini bu devrimci örgütün yerine ikame eder ve giderek hareketi genel olarak burjuva sistemin sınırları içerisine tümden kanalize ederek hareketi tamamen tasfiye eder. Komünizm kendi tarihinde bu ihanete bir çok defa uğramıştır, kuşkusuz bundan sonra da uğrayacaktır.

Bolşevik parti ile Alman Sosyal-Demokrat Partisi’nin karşılaştırılması profesyonel devrimciler örgütünün tarihsel rolünün kavranması açısından öğretici olacaktır.

Kuruluşundan 1890’lara kadar, yasadışı ve sağlam bir yeraltı örgütüne dayanan ASDP, anti-sosyalist yasanın kalkması ile hızla legalleşme eğilimine girdi. Sendikalarda, kooperatiflerde, legal kitle örgütlerinde hızla büyümeye başladı. Parlamento-da fraksiyonu oluştu. Legal alanda yayınladığı bir çok gazete ve dergiye sahip oldu. İşçi sınıfının daha büyük kesimini oluşturan ortalama ve geri katlarını, devrimci siyasete kazanmak için devreye sokulan yasal araçlar ve örgütlenmeler, aynı zamanda bir bürokrasi ve ayrıcalıklı bir tabaka da yarattı. ASDP bir balon gibi şişti. Üye sayısı 1907’de beş yüz binden fazla, 1914’te de bir milyondan fazlaydı ve savaştan önceki seçimlerde % 34 gibi bir oy oranı ile 110 milletvekili çıkardı. ASDP tamamen oportünistleşerek ve sisteme ödünler vererek, kitleleri tamamen barışçı ve uzlaşmacı bir çizgi temelinde örgütleyerek bu açılımı yapmaktaydı. 1914 yılında ASDP, savaş kredilerini onayladığı zaman artık onun üzerindeki sis perdesi de tamamen dağıldı ve yıllarca “model” olarak alınan ASDP Marksist devrimci eleştirinin odağına yerleştirildi. ASDP küçük bir ayrıcalıklı tabaka uğruna, işçi sınıfına ihaneti seçti. Daha doğrusu bu yoldaki evrimini tamamlamış oldu. Çünkü ASDP yirmi yıldan beri bu yola girmişti. Daha önceleri şiddetle Bernstein’i eleştirenler, pratikte aslında onun yolunu izlemişlerdi.

1914 yılında ASDP savaş kredilerini niçin onayladı? Bunu isteyerek mi yaptı yoksa buna mecbur mu bırakıldı?Aslında pratikte sonuç değişmez , ancak, Alman tekelci burjuvazisi ASDP’ye iki yol dayattı:Birinci yol, ASDP’nin yaptığı gibi savaş kredilerini onaylayarak ve sistemle uzlaşarak, işçi sınıfına karşı da mücadele ederek savaşın neden olduğu yağmadan ayrıcalıklı tabakanın da pay almasıyla tamamen çürümeye gitmek ve legal olarak varlığını sürdürmeye devam etmek. İkinci yol ise, savaş kredilerine, emperyalist savaşa karşı çıkarak, Alman tekelci burjuvazisinin kovuşturmasına ve terörüne maruz kalarak yeraltına, illegal ve gizli bir mücadeleyi seçerek iktidar hedefine kilitlenmek. İşte ASDP böyle bir ikileme sokulmuştu. Bu ikinci yolu seçmesi, legal alanlardaki olanaklardan beslenen ayrıcalıklı tabakanın bütün ayrıcalıklarını kaybetmesi demekti. İşte bu ikinci yol profesyonel bir devrimciler örgütünü zorunlu kılıyordu, ki ASDP bu örgütü dağıtalı yıllar olmuştu. Yasadışı ve gizli olduğu bir zamanlar ASDP, kendi Komünist Posta Servisine sahipti ve merkezi yayın organını bu posta servisi aracılığı ile bütün üyelerine düzenli bir şekilde ulaştırabiliyordu. İşte bu yasadışı ve gizli ağ tamamen dağıtılmıştı ve bu aynı zamanda bağımsız komünist politikanın temelinin dinamitlenmesi demekti.

Bu devrimciler örgütünü korumasını bilen Bolşevikler ise ASDP’nin yaşadığı ikilemin aynısını yaşayarak ikinci yolu seçtiler. Şubat Devrimi’nden sonra VII. Konferansını (bir kongre nitelindeydi) legal olarak toplayan Bolşevikler, legalizmin rehavetine kapılmadılar. 1917’nin Ağustosu’unda Kerenski’nin terörüne maruz kalan ve bütün legal araçları ve ağları tahrip edilen Bolşevikler hızla yeraltına geçerek iki ay sonra iktidarı ele geçirdiler. Eğer bunu yapabildilerse, bu tamamen profesyonel devrimciler örgütü ve bunun üzerinde yükselen bağımsız komünist siyaset sayesindedir. Bu nokta II. Enternasyonal ile III. Enternasyonal arasındaki temel ayırım noktalarından birisini oluşturur.

4-Eski Mücadele Biçimlerini Yeni İçerikle Doldurma, Eskiyen Biçimlerin Yerine Yenisini Geçirme

Bolşevizmin en büyük özelliği, mücadelenin çeşitli biçimleri ve içerikleri arasında kurduğu ustaca diyalektik birliktir. Politik mücadelenin her yeni aşamasında, Bolşevikler, sürece uygun mücadele biçimlerini sürekli olarak ortaya çıkarmayı bildiler. Olağanüstü derecede esnek bir parti yapısına sahip olmakla birlikte aynı derecede de katı bir parti yapısına da sahiptiler.

Bolşevikler ne eski mücadele biçimlerinin tamamen esiri oldular ne de eski biçimleri tamamen reddettiler. Eski biçimlere yeni bir içerik vermesini bildikleri gibi, eskiyen biçimlerin yerine tamamen yeni biçimler geçirmesini de bildiler.

II. Enternasyonal oportünistleri, eski mücadele biçimlerinin sınırlı ve göreli özelliklerini hiçbir zaman görmek istemediler. İnatla eski biçimlerde ısrar ettiler ve bunun sonucunda proleteryaya ihanet ettiler. Lenin bu noktada II. Enternasyonal oportünistleri hakkında şöyle yazmıştır:

“Bu kadar okumuş olan marksistlerin ve Kautsky kadar, Otto Bauer ve ötekiler kadar sosyalizme bağlı olan İkinci Enternasyonal liderlerinin başına gelenler yararlı bir ders olabilir (ve olmalıdır da). Onlar da, esnekliği olan bir taktiğin gereğini pek iyi anlamışlardı;onlar da Marksist diyalektiği öğrenmişlerdi ve başkalarına da öğretiyorlardı (ve onların bu alanda yapmış oldukları şeylerin büyük bir kısmı, sosyalist yazının değerli katkıları arasında her zaman sayılacaktır);ama bu diyalektiği uygulama zamanı gelip çatınca, o kadar büyük bir yanlışlık yaptılar ki diyalektikçi olmadıklarını, hızla biçim değiştirmeleri göz önünde bulundurmada yeteneksizliklerini, eski biçimlere yeni içeriğin girişini hesaplamada, (abç) anlayışsızlıklarını öyle açığa vurdular ki, bunların yazgısını da Hydman’ın, Guesde’nin ve Plehanov’un yazgısından daha gıpta edilir bir yazgı saymak olanaksızdır. Bunların ideolojik iflaslarının özü, işçi hareketinin ve sosyalizmin büyüme biçimlerinden yalnızca bir tanesinin etkisi altında kalmış olmaları ve bu biçimin sınırlı niteliğini unutmuş olmalarıdır (abç); onlar, nesnel koşulların kaçınılmaz hale getirdiği altüst olmaları görmekten korktular ve ezbere öğrenilmiş ve ilk bakışta üç sayısının ikiden daha çok olduğu gerçeği kadar tartışma götürmez gibi görünen ilkel gerçekleri yineleyip durdular. Oysa siyaset, aritmetikten çok cebire benzer, ilkel matematikten çok yüksek matematiğe benzer. Gerçekten sosyalist hareketin bütün eski biçimleri yeni bir öz ile dolmuştu (abç); ve bu gerçeğin sonucu yeni bir “eksi” işareti , rakamların önünde belirdi, oysa bizim bilgiçlerimiz hala “eksi üçün”, ”eksi ikiden” daha çok olduğuna kendilerini ve başkalarını da inandırmakta direndiler (ve hala da direnmektedirler). ”(8)

II. Enternasyonal oportünistleri işçi sınıfının geri katlarını ve büyük çoğunluğunu komünizme kazanmak için devreye soktukları parlamento, sendikalar, legal kitle örgütleri ve yayın organlarını vs. sonsuza dek kullanılabilecek araçlar olarak görmeye başladılar. Giderek bu araçlar amaçlaşarak, “bunlardan nasıl siyasal iktidarı ele geçirmek için yararlanabiliriz”den ziyade, “buraları nasıl koruyabiliriz ve buralarda nasıl güçlü kalabiliriz”e dönüştü. Bu ikinci bakış açısı, buralarda kendisine akan arpalıklarla beslenen işçi aristokrasisinin bakış açısıydı. Bu araçların içeriğini hiçbir zaman devrimci bir içerikle doldurup hatta zamanı geldiği zaman tamamen bir kenara atma (parlamento gibi) anlayışını benimsemediler.

Bir araç eğer sürecin gereksinimlerini artık karşılamıyor ve sürecin dayatmış olduğu görev ve sorumlulukların altında eziliyorsa, bu araçta ısrar etme hem bu aracın yozlaşmasına neden olur hem de politik iflasa neden olur. Bu noktada doğru orantıları kurma ve tutturma öncünün işidir.

Bolşevikler geri işçileri komünizme kazanmak için parlamentodan, sendikalardan, legal kitle örgüt ve araçlarından sonuna kadar yararlandılar (yanlış anlaşılmasın bir Komünist Partisi kurulduktan sonra böyle bir taktiğe geçildi) ama ne zamanki geri kitlelelerin bilinci de yasal araçların sınırını aşmaya başladı ve sistemin dışına taşacak tarihsel düzeye çıktı, işte o zaman her şey iktidarın devrimci fethine ve bu temelde ortaya çıkan Sovyet örgütlenmesine bağlandı. Sovyet düşüncesinin tarihsel düzeyinin altında kalan bazı araçlar ya tamamen elendi (parlamento gibi) ya da değişik bir içeriğe büründüler (sendikalar gibi). Lenin bu noktada şöyle yazmaktadır:

“Eski biçimler, yeni içerikleri -proletaryaya karşı, gerici içerikleri aşırı bir gelişmeye ulaştığı için içten dışa baskı sonucu patlamışlardır. Bizim (Sovyetler uğruna, proletarya diktatörlüğü uğruna) eylemimizin, şimdi artık uluslararası komünizmin gelişmesi bakımından öyle sağlam, öyle güçlü, öyle zinde bir içeriği vardır ki, bu yeni ya da eski herhangi bir biçim içinde belirebilir ve belirmelidir; bütün bu eski ve yeni biçimleri değiştirmeli, yenmeli ve kendine bağımlı kılmalıdır. Eski biçimlere kendini uydurmak için değil, eski olsun yeni olsun bütün biçimleri, komünizmin zaferinin bir aracı, kesin ve tam zaferin, son ve dönüşü olmayan zaferin bir aracı haline getirebilmek için”(9)

Belli bir dönem için yararlanılan parlamento, mücadelenin yeni bir düzeyi ile hızla bir kenara bırakıldı. Ama ne zamanki devrim yenildi, bir zamanlar bir kenara itilen araçlar tekrar kullanılmaya başlandı.

Araçların bu dinamik ele alınışı, mücadelenin alçalan ve yükselen seyrine bağlı olup, kitlelerin bilinçlerinin öncü tarafından hazırlanmasının düzeyine bağlıdır. II. Enternasyonal oportünistleri, mücadelenin bu dinamik yapısını göz ardı ederek, bütün süreçlerde aynı araçları aynı biçimde kullanmakta ısrar ettiler. Eski biçimlere yeni bir devrimci içerik vermeyi bilemediler. ”Sağ doktrincilik” diye yazıyordu Lenin “ancak eski biçimleri benimsemede inatçılık ediyor; yeni içeriği tanıyamadığı için tam olarak iflas etmiştir. ”(10)

Sağ oportünizm eski biçimlere körükörüne bağlı kalırken ve onları yeni bir devrimci içerik ile dolduramazken, sol oportünizm de eski biçimleri tamamen yadsıma eğilimi taşımaktadır. Pratikte her ikisi de değişik yollardan hareketin tasfiyesine yol açmaktadır. Aynı tarihsel eğilim üzerinde ama değişik yollardan.

Sol doktrincilik ise” diye yazar Lenin “yeni içeriğin mümkün olan ve akla gelebilecek bütün biçimlere yol açtığını;devrimci olarak görevimizin bütün bu savaş biçimlerini benimsemek olduğunu, bir biçim ile ötekini olabildiğince çabuk tamamlamayı öğrenmek olduğunu, bir biçimin yerine ötekini koyabilmek olduğunu, kendi sınıfımız tarafından ve kendi çabalarımızla meydana gelmiş olmayan her türlü değişmeye taktiğimizi uydurmak olduğunu görmeden, belirli eski biçimleri mutlak olarak reddetmekte inat ediyor. ”(11)

Bir komünist hareket, politik savaşımın seyri içerisinde, çeşitli mücadele biçimlerini ustaca ele almasını ve birbirine bağlamasını ve de kendisini mücadelenin çeşitli düzeylerine uyarlamasını bilmelidir.

5-Bolşevizm Ve Enternasyonalizm

Bolşeviklerin tarihin en büyük sosyalist devrimine önderlik etmelerine ve böylece emperyalist-kapitalist sistemin dışına çıkabilme özelliği göstermelerine neden olan en büyük özellikleri tutarlı enternasyonalizmlerinden kaynaklanıyordu. Enternasyonalizm, proletaryanın kendisini burjuvazinin her türlü varyantından ayırmasının temel koşuludur. Bir çok sosyalist partinin, enternasyonalizm ilkesini çiğnemekle nasıl emperyalistlerin uzantıları durumuna geldiğini tarih ibretle göstermiştir.

Bolşeviklerin tutarlı enternasyonalistlikleri kendisini iki noktada açıkça gösteriyordu. Birincisi Çarlığın ezdiği ve sömürdüğü ve de baskı altına aldığı uluslara yaklaşımında; İkincisi ise dünya işçilerine olan yaklaşımında açıkça görülmektedir.

Rusya’da hiçbir parti, Bolşevik Parti gibi Çarlığın ezdiği uluslara karşı hem teoride hem de pratikte saygılı ve tutarlı bir şekilde yaklaşmadı. Bolşevikler başından itibaren uluslar arasındaki bütün ayrıcalıkları reddederek hak eşitliğini savundular. Ve bu hak eşitliğinin gerçekleşmeden proleter hareketlerin yekpare birliğinin olanaksız olacağını çok net ve kesin bir şekilde belirttiler.

Rusya’da da sorun çok karmaşık (hem de dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar) bir yapıya sahipti. Ezilme dereceleri çeşitlilik arz eden durumlar vardı. Ayrıca ulusal soruna her toplumsal sınıf ve katmanın yaklaşımı da değişikti. Tamamen diğer ulusları yadsıyan, yok sayan ve hepsini “Ruslaştırmak” isteyen “Kara-Yüzler”den (Panslavizmi savunuyorlardı), “Kültürel haklar” ile sorunu iki ulusun burjuvaları arasında uzlaştırmaya çalışan liberallerden, sözde “enternasyonalist” pratikte sosyal-şoven olan Menşevizmden ve tamamen ulusların ayrılıp devlet kurma hakkını hem teoride hem de pratikte savunan Bolşevikler ve bunlar arasında bir çok ara akım mevcuttu.

Rusya’daki siyasal yapının çerçevesini kısaca şöyle çizebiliriz:

Ruslaştırma en büyük birleştirici araçtı. Rus unsurunun diğer “ırklar” üzerindeki egemenliğinin garanti altına alınmasından oluşuyordu. İdare Asya topraklarında (imparatorluğun-K. E. ) yalnızca sürekli askeri bir karakter almakla kalmıyordu, ama aynı zamanda, yalnızca Rusların yönetici fonksiyonları vardı, Türkistan’ın pamuğunu işlemek için kolonlar yerleştiriliyordu; Ermeni kilisesi işkenceye maruz kalıyordu ve okulları kapatıldı;her tarafta Rus dili empoze edildi. Polonyalıların, Finlandiyalıların, Baltıklıların eski saygınlıkları ayaklar altına alındı. Yahudiler, Güney Rusya’da yoğundular, yüzyılın başında (XX. yy. -K. E. ) pogromlara maruz kalmadan önce can sıkıcı unsurlar olarak görülüyorlardı. Hükümet halkın huzursuzluğunu saptırmak için bunları görmezlikten geliyordu.”(12)

Çarlık imparatorluk devleti, kendi içerisinde eşitsiz bir siyasal yapıya sahipti. Merkezi Rusya’daki yani egemen ulus olan Rus ulusu üzerindeki siyasal ve toplumsal örgütlülüğü ile sömürge ve bağımlı uluslar üzerindeki örgütlülüğü aynı değildi.

Rusya’da “Alt-Kimlik” ve “Üst-Kimlik” politikası vardı ve bu politika Panslavist politikanın özüydü. ”Alt-Kimlik”lerin “Üst-Kimlik” yani egemen bir siyasal ve ekonomik duruma gelmesi ya da böyle bir girişimleri kesinlikle yasaktı. Böyle bir girişim şiddetle ezilmekteydi. İşte böyle bir devlet de ulusal sorun çok hassas ve çok önemli bir sorun olarak beliriyordu.

Bolşevik Parti kuruluşundan itibaren Enternasyonalist bir parti olarak örgütlenmişti. Onun için ayakta durması ve bağımsız politika üretmesi bu ilkeleri göz bebeği gibi korumasına bağlıydı. Ve Bolşevikler her fırsatta bu konuya eğildiler ve ulusal sorundaki temel prensipleri formüle ettiler.

Bolşevikler ikinci büyük sınavı I. Emperyalist Savaş’ta verdiler. Rus işçilerini diğer ülkelerin işçileri üzerine ateş açmamaya ve Çarlığın devrilmesine çağırdılar. Bu noktada Bolşevik milletvekilleri, Avrupa’daki “sosyalist” milletvekillerin aksine savaş kredilerini onaylamyarak sürgünü seçtiler. Emperyalist burjuvazinin uzantısı ve aleti olmaktan ziyade, iç savaş taktiğini benimseyerek, onun cepheden düşmanı olmayı seçtiler.

Eğer Bolşevikler emperyalist savaşta, sosyal-şovenizmden etkilenmediler ise, bunun nedeni, yıllarca ulusal sorunda ve oportünizm noktasında takınmış oldukları ve vermiş oldukları mücadeleye borçluydular. Yapısında bir çok ulustan gelen devrimcinin (Lenin, Stalin, Sverdlov, Kamo, Cerjinski vs. bütün bunlar ayrı uluslara mensup-tular) olması, Bolşevikleri ulusal sorunda çok hassas ve tutarlı yapmıştı. Bolşevik Parti’de enternasyonalist ilkeden en ufak bir sapma, partinin komitelerinin ülkenin bir ucundan diğer ucuna kadar çökmesi demekti.

Bolşevizmin dünya işçi sınıfına karşı yerine getirmiş olduğu en büyük yükümlülüklerinden birisi de, onun öncü gücü olmayı kabul etmesi ve Rusya’yı dünya komünist hareketinin üssü yapmasıdır. Bolşevikler III. Enternasyonal’in kuruluşuna önderlik ederek, dünya proletaryasının strateji ve taktiklerine önderlik etmiş ve bir çok komünist partisinin gelişip, güçlenmesine vesile olmuştur.

Enternasyonalist bir çizgiye sahip olmaksızın hiçbir komünist hareket (zaten bu adı da hakketmez) burjuvazi karşısında bağımsız bir siyasal çizgi geliştiremeyeceği gibi bir sosyalist devrime de önderlik edemez.

6-Strateji Ve Taktikte Bolşevizm

Bolşevizmin diğer bir özelliği de önderlerinin, özellikle de Lenin, strateji ve taktik sorunlarda bir dahi olmasıdır. Bunun nedeni her şeyden önce diyalektik materyalizme olan hakimiyettir. En karmaşık süreçlerde dahi en doğru karar verebilme özelliği ancak diyalektiğin devrimci bir şekilde kullanılması ile mümkündür.

Lenin 1921 yılında Kafkas komünistlerine yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:

Kafkas komünistleri, (. . . ) bizim taktiğimizi kopya etmeden, ama onu, çeşitli somut koşullara göre, olgun bir düşünceden sonra değiştirme zorunluluğunu anlamalıdırlar.” (13)

Bunun anlamı, diğer ülkelerin komünistleri, Bolşevik taktikleri ele alırken hangi somut koşulların ürünü ve sonucu olduğunu kavramaları gerekmektedir. Çeşitli somut koşullar arasındaki farklar göz önüne alınmaksızın ve bunları kendine özgü koşullar içerisinde incelemeksizin doğru bir strateji ve taktik oluşturulamaz.

Lenin birinci Rus devriminin hemen öncesinde formüle etmiş olduğu, Proletarya ve Köylülüğün Devrimci Demokratik Diktatörlüğü (PKDDD), daha önceki formülasyonlardan ayrı ve kendine ait bir özgünlüğü vardı. Lenin’in formülasyonuna bir çok itiraz olmasına rağmen, bu formülasyon özünde doğruydu. Ancak bu formülasyon nasıl anlaşılmalıdır? Şubat 1917’deki burjuva-demokratik devrim ile Ekim 1917’ deki sosyalist devrimin, dünya devrimi içerisindeki tarihsel rolü ve anlamı nedir? Bugünde bunlar dünya komünist hareketi içerisinde çözümlenmeyi bekleyen bir teorik sorun olarak komünistlerin önünde durmaktadır.

Burada sadece bir kaç noktaya değinerek, ayrıntılı bir analizi başka bir makaleye bırakacağız.

Bolşevik strateji ve taktiğin nesne temeli ya da proletaryanın Rusya’da genel strateji ve taktiği, Lenin’in 1899 yılında sürgünde kaleme aldığı “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” adlı yapıtındaki teorik analize dayanıyordu. Birinci Rus devriminden hemen sonra yazmış olduğu İkinci Önsöz’de Lenin şöyle yazıyordu:

“Bu yapıtta, iktisadi bir araştırmaya ve istatistiklerin eleştirel çözümlenmesine dayanarak sunulan, Rusya’nın toplumsal ve iktisadi düzeninin ve dolayısıyla sınıf yapısının tahlili, bugün, devrimin ilerlemesi içinde, bütün sınıfların, açık siyasi faaliyeti ile doğrulanmıştır. (abç)(. . . )

“Ayrıca, devrim, şimdi, köylülüğün ikili durumunu ve ikili rolünü gitgide daha çok ortaya koymaktadır. Bir yandan, angarya iktisadının bir sürü kalıntısı ve sefliğin her çeşit kalıntısı ile birlikte, yoksul köylülünün görülmemiş bir biçimde yoksullaşması, devrimci köylü hareketinin derin kaynaklarını, bir yığın olarak köylülüğün devrimci niteliğinin derin köklerini tümüyle açıklıyor. Öte yandan da (. . . ) onun içindeki mülk sahipliği ve proleterlik eğilimleri arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı ortaya koyuyor. Yoksullaşmış küçük mülk sahibinin , karşı-devrimci burjuvazi ile devrimci proletarya arasında bocalaması (. . . )

Bu iktisadi temelle (abç), Rusya’da devrim kuşkusuz, kaçınılmaz olarak bir burjuva devrimi olacaktır. Bu Marksist önerme, hiçbir şekilde çürütülemez. Bu, asla unutulmamalı. Her zaman Rus devriminin bütün iktisadi ve siyasi sorunlarına uygulanmalıdır.

Ama, bu önermeyi uygulamasını bilmek gerek. Farklı sınıfların durumlarını ve çıkarlarının somut bir tahlili, şu ya da bu soruna uygulanan bu gerçeğin kesin anlamını tanımlamak için bir araç olmalıdır. ”(14)

Bolşevik stratejide, tarihsel koşullar ile ilişkili olan bir eksiklik ya da boşluk söz konusuydu. Bu eksiklik, devrimin gelişim seyri içerisinde kendini ortaya koydu ve parti içerisinde bir siyasal krize neden oldu.

Rus devriminde ilginç bir durum ortaya çıktı. Burjuva demokrasisi siyasal iktidarı ele geçirmesine rağmen (Sağ Sosyalist-Devrimciler ile Sağ Menşevikler), burjuva-demokratik reformları (Kurucu Meclis’in toplanması, köylülere toprakların dağıtıl-ması, ezilen uluslara bağımsızlık vb. ) gerçekleştiremedi. Bunun nedeni ise emperyalizme olan bağımlılığın devam etmesiydi ve burjuva demokrasisi, İngiliz-Fransız emperyalizmine bağımlılığı ortadan kaldırma iradesine sahip değildi. Böylece burjuva-demokratik reformlar, sosyalist devrime bağımlı bir şekilde ortaya çıkıyordu, ki bu reformların en tutarlı temsilcisi ise yoksul köylülük olmuştur. Şimdi sorulması gereken soru şudur: Niçin burjuva-demokratik reformlar, emperyalist sistemin dışına çıkmadan gerçekleştirilememiştir?

Bunun nedeni Rus toplumunun tarihsel yapısında gizlidir ve bu noktada şunlar ileri sürülebilir:
1-Lenin, ”Rusya’da Kapitalizmin Gelişimi” adlı eserini kaleme alırken, Rus sermayesinin niteliği sorununu bir kenara bırakmıştı. Daha çok dikkatini, Rusya’da kapitalizmin gelişemeyeceği tezlerini çürütme üzerine yoğunlaştırmıştı. Giderek oluşmakta olan tekelci burjuvazi ile Rus işbirlikçi sanayi burjuvazisi arasındaki ilişkiyi görememişti. Bunun nedeni emperyalizmin (bu dönemde emperyalizm üzerine tahliller yoktu. Hobson’un eseri ise 1902 yılında yayınlanmıştı. ) belirtileri formülleştirilecek derecede daha tam olarak gelişmemişti. Rus kapitalizmi, Batı kapitalizminden bağımsız ve kendi iç dinamikleri temelinde gelişen bir tarihsel oluşum biçiminde ele alınmıştı. Halbuki, 1950’li yıllardan sonra, Rusya’nın bu dönemi ile ilgili çalışmalar yapan batılı yazarlar ve tarihçiler, çok açık bir şekilde, Rusya’nın Avrupa emperyalizminden ihraç edilen sermaye sayesinde yine aynı şekilde kendi iç birikimlerini de kullanarak bir bağımlı sanayileşme süreci yaşadığını göstermişlerdir.

2-İkinci olarak Rusya’ya yapılan sermaye ihracı, diğer ülkelerden farklın olarak Rus sanayisine doğru olmuş ve Rusya’da bir işbirlikçi sanayi burjuvazisinin oluşmasına neden olarak, buna bağımlı orta tabakalar yaratmıştır. Böylece küçük ve orta burjuvazi, işbirlikçi burjuvazi aracılığı ile Avrupa tekelci sermayesine bağlanmıştır. Rusya’da artı-değer üretimine ve mülk edinilmesine tekelci sermayenin de katılması, Rusya’daki burjuva sınıfların tekelci sermaye karşısında bağımsızlıklarını yitirmelerine neden olmuştur. Bundan dolayı burjuva demokrasisi ne savaştan çıkmayı başarabilmiş ne de reformları gerçekleştirebilmiştir. Reformların gerçekleştirilmesi, Doğu cephesinin yıkılması demek olacağından, İngiliz-Fransız emperyalistleri bunu kabul etmemişlerdir. Böylece bu reformların en tutarlı temsilcisinin yoksul köylülük olduğu ortaya çıkmıştır.

3-Bolşevik formülasyonda proletarya ile “köylülüğün” DDD’nde bir eksiklik yine mevcuttu. O da, formülasyonun genel olarak bir köylülükten bahsetmesidir, ki Lenin bir çok defa köylülüğü bir çok tabakaya ayırmıştı. Yani Rusya’da yekpare bir köylülük söz konusu değildi. Köylülük şu tabakalara ayrılmıştı: Zengin köylü, orta köylü, yoksul köylü ve proleter köylü. Ve bunların hiçbirisi de demokrasinin dereceleri bakımından aynı nitelikte değillerdi. Yine Bolşeviklerin teorisindeki genel “köylülük” ile Rusya’daki köylülük arasında bir fark söz konusuydu. Bu fark, Şubat 1917’den sonra çok açık bir şekilde ortaya çıktı ve Bolşevikler “zengin köylülüğün” temsilcisinden (Sağ Sosyalist-Devrimci), yoksul köylülüğün temsilcisi olan Sol Sosyalist-Devrimciler’e doğru değnek büktüler.

4-Bolşevikler, emperyalizm fenomeni ortaya çıktıktan sonra, Rusya’daki sosyal sınıfları, emperyalizmin Rusya’ya yansıma özellikleri içerisinde tekrar ele alıp incelemediler. Bu eksiklik, Bolşevik strateji ve taktiklerin doğru bir biçimde incelenmesi için mutlaka giderilmelidir.

Bu noktada komünistlerin önünde muazzam teorik sorunların olduğu çok açıktır. Bunların çözülmesi hayati bir önem taşımaktadır.

IV-Çağdaş Bolşevizmin Sorunları

Çağımız Bolşevizminin sorunları nelerdir ve bunlar hangi noktalarda düğümlenmektedir?

Çağımız Bolşevizminin görevleri, hedefleri ve özelliklerinde bir biçim değişikliği söz konusudur. Bu biçim değişikliği ise içinden geçilen çağın nesnel yapısının değişmesinden kaynaklanmakta ve hareketin bütün sorunlarını etkilemektedir.

İdeoloji, dışımızdaki nesnel gerçekliği zihinsel yol ile anlama ve kavrama faali-yetidir. Onun herhangi bir özel sorunda ortaya çıkması ise teorik bir faaliyet olarak kendisini gösterir. Yani teori, ideolojinin herhangi bir özel biçim içerisinde görünüşüdür. Bu ideolojik ya da teorik faaliyet, ayakları havada kendi başına bir yapıya sahip değildir (bir dereceye kadar bu özerkliği vardır ama en sonunda yine kendi nesnel varlığına sürekli bağımlıdır), kendi nesnesi olan dış dünyaya bağımlıdır. Eğer bu bağımlılık olmasaydı, ideoloji ya da teori, kendi içerisinde kapalı ve hiçbir şeyden etkilenmeyen, gelişmeyen, katı ve hareketsiz bir yapıya sahip olurdu, ki bu ise onu geliştirme ve pratik mücadelenin emrine verme özelliğini tamamen ortadan kaldırırdı. Teorik gelişmeler, nesnel eğilimler tarafından koşullandırılır ve bu durum teoriye bir canlılık ve dinamizm katar. Nesnel gerçekliğin ve özellikle de çağımızın nesnel süreçlerindeki yeni biçimler, teorik süreçlere bir baskı oluşturmakta ve teorik düzlemde bunların anlaşılmasını dayatmaktadır. Çünkü nesnel süreçlerdeki değişim, gelişim ve dönüşümler, teorik açıdan aydınlatılmaksızın, komünist hareketin politik görev ve hedefleri de açık ve net bir şekilde açığa çıkarılamaz. Onun için;

1-Çağdaş Marksizm, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, kapitalizmin nesnel-tarihsel yapısındaki değişimleri ve bu değişimlerin büründüğü teorik biçimleri, tam bir teorik yetkinlik ile açıklamak zorundadır. Bu noktada sıfırdan başlamayacak, Marx’ın Kapital’ indeki, kapitalist hareketin genel yasaları ile, Hilferding, Lenin ve Buharin’in ele almış olduğu emperyalizmin özel çizgilerini bir tarihsel süreklilik içerisinde inceleyerek bu eğilimlerin nasıl uzadığını ve biçim değiştirerek geliştiğini inceleyecektir. Yani belirli bir teorik altyapı mevcuttur. Elbette bütün bunlara ek olarak, o günden bugüne bu noktada ortaya çıkan çağdaş teorisyenlerin görüşleri ve incele-meleri de dikkate alınmalı ve bunlardan yararlanılmalıdır.

Yani çağ sorunu, bütün teorik sorunların başında olup ve o çözülmeksizin hiçbir alt-teorik sorunun doğru çözümlenmesi imkansızdır.

2-Çağ analizini bütün teorik sorunların temeli yaptıktan sonra, Sovyetler Birliği ile bu çağ arasındaki ilişkiler teorik olarak çözümlenmeli ve bu temelde Sovyet gerçekliği kapsamlı bir teorik çalışma ile çözümlenmelidir. Sovyet deneyiminden çıkarılacak dersler, komünizme giden yolda büyük bir teorik hazine yaratacaktır. Burada defalarca altını çizmemiz gereken nokta ise, çağ gerçekliğinin doğru bir analizinden sonra Sovyet gerçekliğinin teorik olarak ortaya çıkarılabileceğidir. Bunu göz ardı eden hiçbir yöntemin başarı şansı yoktur.

3-Çağ analizinden sonra çözümlenmesi gereken diğer bir teorik sorun ise, her ülkenin sosyal yapısının bu çağın genel ve temel eğilimlerine nasıl bağlandığı ve bu temelde nasıl bir özellik gösterdiğidir. Çalışmanın bu bölümü her ülke için özgül-lükler içerecek, böylece mevcut ülke komünist hareketinin özgül strateji ve taktiklerinin temelini oluşturacaktır.

4-Teorik olarak çözümlenmesi gereken ve önce teorik düzlemde çözümlenmeksizin pratikte çözülmesi imkansız olan bir diğer sorun da, Komünist Partisi’nin inşaası sorunudur. Çok açık olan bir şey varsa, o da, parti öğretisi noktasında bir çok devrimci ve önder kadronun kafasının tamamen karışık olduğudur. Partinin inşasından ne anlaşıldığı ve bunun hangi araç ve yöntemler ile gerçekleştirileceği tam olarak teorik açıdan formüle edilmelidir.

5-Devrimci hareket olarak, en zayıf olduğumuz alan ola felsefi alanda, büyük bir yetkinleşme elde etmek zorunda olduğumuzu anlamak zorundayız. Aslında bu sonuncu nokta olmaksızın ya da bu noktada gelişmeksizin, kapsamlı ve ilerletici bir teorik gelişme elde edemeyiz. Bu noktada Marksistler Hegel felsefesinde ve onun idealist biçimde işlenen diyalektiğinden çok şey öğrenebilirler hatta öğrenmelidirler. Bu noktada özellikle Hegel’in “Mantık Bilimi” Marksist teorisyenler için büyük bir felsefi yapıt niteliğindedir ve bu yapıtın devrimci özünü kavramak, her Marksist teorisyenin görevleri arasında yer almalıdır. Lenin’in çok uzun bir zaman önce belirtmiş olduğu, Marksizmin Hegel felsefesi ile ittifak kurması gerektiği ve onun felsefesinin materyalist bir şekilde yorumlanması gerektiği görüşü bugünde geçerlidir.

Bu noktada son olarak şunları söyleyebiliriz:Çağdaş Bolşevizmi yaratabilmek için, Marksizmin evrensel sorunlarını tekrar ele almalı ve onu Bolşeviklerin yaptığı gibi çağımız koşullarına uygun olarak geliştirmeliyiz. Bu olmaksızın, Bolşevizm, tarihsel yürüyüşüne tekrar devam edemez.


Devrimci Bülten Sayı 30 Devamı...



KAYNAKLAR

1-Bogdanov, aktaran Lenin, Seçme Eserler, cilt-11, s. 152, İnter yayınları.
2-Lenin, a.g.e.s. 152.
3-Engels, W. Sombart’a mektup, Marx-Engels, Seçme Mektuplar, s. 126-127, Evrensel Basım-Yayın.
4-Lenin, a.g.e.s. 151.
5-Marx, Kapitalizm-Öncesi Ekononik Biçimler, s. 230, Sol yayınları.
6-Lenin, Sol-Komünizm, s. 21, sol yayınları.
7-a.g.e.s. 13.
8-a.g.e.s. 101.
9-a.g.e.s. 101-102.
10-a.g.e.s. 102.
11-a.g.e.s. 102.
12-Yves Trotignon, ”Le XXe siecle en URSS, s. 14, Edition Bordas.
13-Lenin, Oeuvres, tome 32, s. 336.
14-Lenin, Rusya’da Kapitalizmin Gelişimi, s. 21-22, Sol Yayınları.
|
_ _