[ Kurdî   English   Francais                                 PROLETER DEVRİMCİLER KOORDİNASYONU (PDK)  02-10-2023 ]
{ komunistdunya.org }
   Açılış_sayfanız_yapın  Sık_Kıllanılanlara_Ekle

 Site Menü
   Ana Sayfa
   Devrimci Bülten
   Yazılar / Broşürler
   Açıklamalar
   Komünist Hareketten
   İlerici / Devrimci       Basından
   Kitap - Broşür PDF
   Sanat
   Görüşler

 Arşiv - Ara
   Arşiv
   Sitede Ara

 İletişim
   Bağlantılar
   Önerileriniz

_ _
{ }


_ _
{ Son Yazılar }
Devrimci ve Demokrat...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Say...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
EMPERYALİZM VE TÜRKİ...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
_ _
{  PDK Devrimci Bülten - Sayı 38 (5) }
| Devrimci BültenKESK VE BÜROKRASİ (A.EKİM BAHADIR)

  1. Emperyalist kapitalizmin küresel saldırısına karşı küresel karşı saldırı örgütlenemediği gibi küresel direniş ve mevzi koruma dahi örgütlenemedi.Örn. kamusal alanın tasfiyesi ve taşeronlaştırma ve özelleştirmeler.  Sendikasızlaştırma ve örgütlülüklerin tasfiyesi. Ciddi tenkisatlar ve asgari ücretle açlığa mahkum edilen yığınlar. Tüm bu ana başlıklar konusunda ne bir perspektife sahip olundu ne de mücadele boyutlandırıldı.
  2. Çıkarılan yasaya karşı yeterince ve geri çekici bir mücadele örgütlenemedi.Mevcut yasa ehven-i şer kabul edilip benimsendi. Yasanın çıkması sonrasına ertelenen mücadele anlayışı ile kamu-sen anlayışına yaklaşıldı. Ve hala Grevli-toplusözleşmeli sendika talebi ortada dururken mevcut yasaya göre planlanan taktik anlayış çok çabuk iflas etti. Stratejik mücadele anlayışı tümüyle terk edildi. Reform bile sayılamayacak bir yasaya göre çalışmalar organize edildi.
  3. Alan ve işkolunu temel kabul eden bir çalışma yapılmadı. Kamusal alanda işyerlerinin ezici çoğunluğunda asgari ücretle çalıştırılan milyonlar mevcut. Bunlar sendikasız ve işkollarımızda sayı olarak önemli bir çoğunluğa karşılık gelmekteler. Bunları ilgilendiren bir perspektife sahip olmamak ciddi bir eksikliktir.
  4. Mücadele biçimleri artık kanıksanmış ve ciddiye alınmayan biçimler üzerine bina edilmektedir. Basın açıklamaları, mitingler, fax eylemleri gibi.
  5. Sendikal bürokrasi eğilimi güçlenmiş olup diri unsurların önü bir şekilde tıkanmaya çalışılmaktadır. Bir çok sendikalı aktivist sendikalarımıza küstürülmüş olup bunların tekrar kazanımı için hiçbir şey yapılmaması önemli bir eksikliktir.
  6. Ne kısa ne orta ne de uzun vadeli programa sahip olunmayıp, süreci belirlemek yerine sürecin kuyruğuna takılınmıştır. Kuyrukçuluk ve korkunun örgütlenmesinin mücadelemizin önündeki önemli engeller olduğunu kabul etmek gerekir.
  7. Grupsal anlayışların tek başına sendikal anlayışı ve sonuçta kitle örgütlerinin en önemli özelliği olan demokrasinin yok sayılmasıyla özden uzaklaşma eğilimi doğmuştur.
  8. Sendikal demokrasinin önemli göstergelerinden olması gereken kongre süreçleri; sidik yarıştırma ve koltuk kapma-koltuğu koruma adına anti-demokrasinin, ayak oyunlarının, köylü kurnazlıklarının arenası haline getirildi.
  9. Yığınsal hareketle ivme kazanıp bugünlere gelindiği hatırlanırsa mevcut koşullarda yığınların kendini önder sayanlara; önder sayanlarında yığınlara zerre kadar inancı kalmamıştır. Öte yandan her türlü eylemlilik süreci yığınların korku ve kaygılarını temel aldığı içindir ki, genel olarak kitle kuyrukçuluğu bile sayılamayacak bir süreç yaşanmaktadır.
  10. Toplumsal dayanışmanın bir dönem önemli kaldıraçlarından sayılan emekçi hareketi (örn.Gazi ve Sıvas dayanışmaları hatırlanırsa) bugün kendi sorunlarının bile tarafı sayılamayacak kadar geri bir pozisyondadır.
Tüm bu temel eleştiriler kongre sürecine girmiş olan Kesk örgütlülüklerinin durumunun vehametini ortaya koymaktadır. Bu temel gerçekler tespit edilmeden yeni ve olması gerekenin üretilmesi olanaklı değildir. Bu çerçevede yukarda sayılanların tersi bir süreç olması gereken anlamında yol gösterici ve tartışmayı başlatıcı bir süreç olacaktır.



SENDİKALAR, SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ (A.EKİM BAHADIR)

Sendikalar, proletaryanın sınıf mücadelesinin önemli kaldıraçlarından olup, sınıfın kapitalizme ve burjuvaziye karşı ekonomik-demokratik, sosyal ve politik mücadelesinin yığınsal ve kitlesel örgütleridir. Proletaryanın,  günlük hayatın iyileştirilmesinden politik kimi taleplere kadar kendisini ifade ettiği, birliğini ve mücadelesini sağladığı kitle örgütleridir sendikalar.

Sendikalar,  proletaryanın kapitalizme karşı verdiği  mücadelede toplumsal ideallerine ulaşmada kullandığı temel araçlardan biridir. Emeğin öz ve temel bir örgütüdür.  Komünist toplumun üst aşamasına varana dek işçi sınıfın kendi öz çıkarlarını koruduğu, geliştirdiği ve birliğini sağladığı bu örgütler sınıfın vazgeçilmez bir silahıdır. Kapitalizme karşı mücadelede ileri bir karakoldur. Tarihsel olarak kapitalizmle yaşıt olan sendikalar , sınıfın birlik olmadan başarılı olamayacağı anlaşıla beri var olageldi. Çartist hareket ve İngiliz işçi sınıfının öncülüğünde dünya çapında sınıfın en temel örgütlerinden biri oldu.

Sendikalar,  sınıfın en reel,  en birleştirici örgütü olmasından kaynaklı olarak, sosyalizmin inşası ve geçişin tamamlanmasına kadar gerek ekonomik-demokratik-sosyal ve gerekse de politik yaşamın temel unsurlarından biri olmak zorundadır. Aynı zamanda partinin ve öncülerin sonuna kadar etkisine açık olmakla beraber özerkliğinden taviz vermemelidir. Öncünün ast örgütü haline getirilip özerkliği yok edilirse, öncüdeki her olumsuz hareket ve yozlaşma ile birlikte bu kitle örgütü de aynı yola kolayca girecektir. Sınıfın bilinç ve örgütlülük düzeyi ile sınıfın çıkarsal reflekslerine azami değer vermek zorunludur. Aksi halde geriye dönüşler sorunu, sınıftaki yozlaşma ve gericileşmeyi daha da derin ve yıkıcı hale getirecektir.  Bu konu pratik sonuçları ve gelecek açısından hakkettiği şekilde ve objektif olarak değerlendirilip tartışılmalıdır.

Sendikaların  iki temel özelliği vardır.  Birincisi, sınıfın önemli bir bölümünü kucaklayan din, dil, ırk, mezhep vs. ayrımı olmaksızın birlik, bütünlük ve kitleselliğinin sağlandığı  temel bir örgüt olmalarıdır. İkincisi, sınıfın kendiliğinden taleplerinin ifade edildiği ve kapitalizme karşı verilen düzen dışı mücadelenin boyutlarına ve sınıftaki yansımalarına göre giderek politikleştiği bir eğitim ve savaş okuludur. Ve, kesinlikle en önemli özelliği demokratik olmak zorunluluğudur. Gerek eyleminin içeriği, gerekse de işleyiş ve yaşam biçimi olarak demokrasi vazgeçilmez olmak zorundadır.  Kısacası, sendikalar demokratik ve kitlesel proletarya örgütleridirler.  

Ülkemizde Durum

Ülkemizde sendikaların ömrü kapitalizmin gelişme ve ilerlemesiyle yaşıt olmakla  beraber aşağı yukarı 100 yıllık sayılabilir. Reji ve demiryolu işçilerinin bu sürecin öncü kolu olduklarını söylemeden geçmek haksızlık olur.

Kapitalizm gelişip serpildikçe proletaryanın bu örgütü ve mücadelesi de doğal olarak gelişip ilerlemiştir. Yer yer politik hedefli grev ve direnişler bile örgütlemiş olan sendikalar,  politik önderlik gelişimiyle birlikte, kapitalist devletin faşizan saldırılarının boy hedefi haline de gelmiştir. Ciddi ve düzen dışına evirilme eğilimi belirginleşen sınıf hareketini düzen içinde boğup eritmede ustalaşmış olan devlet,  bu duruma meydan vermemek için 1952’de sarı sendikalar konfederasyonu Türk-İş'i kendi eliyle kurmuştur. Türk-İş, kapitalist devletin sınıf içindeki ajanı ve ehlileştirici aracı görevini hakkını fazlasıyla vererek yapmıştır ve hala da yapmaktadır.

İthal ikameci sanayileşme modeli ve 5 yıllık kalkınma planlarıyla palazlanmaya başlayan burjuvazi gerek ekonomik alt yapıda ve gerekse de üst yapıda egemen hale gelmiştir. Bu palazlanma ve büyümede kolektif kapitalist olan devlet ile 1940’lı yılların sonundan itibaren,  uluslararası emperyalist tekellerin katkısını teslim etmekte yarar var. Sanayiinin yoğunlaştığı kentlerde, sınıf ve mücadelesi artık sosyalizm mücadelesinin can ve kan bulmasını da sağlamıştır.

Burjuvazi ve proletarya arasındaki mücadelenin en üst seviyesine ulaştığı 60’lı yılların sonunda ve 70’li yıllarda,  gerek ekonomik-demokratik,  gerekse de politik kimi kazanımların elde edilmesinde sendikalar önemli rol oynamıştır. (Elbette DİSK’in bu sürece damgasını vurduğunu söylemek gerekir.)Tüm bu dönem boyunca gerek sendikalı-örgütlü işçi sayısının ulaştığı düzey,  gerekse de grev,  direniş,  işgal vs.  eylemlerden hareketle sınıf mücadelesinin keskinleştiği ve bir kırılma noktasına geldiğini vurgulamakta yarar vardır. Zira, bu süreçte uluslararası politik akımların,  bu arada sosyalizmin,  gelişme ve ilerlemesinin ülkemizde de etkisini gösterdiği,  buna karşılık kapitalist-emperyalist kampın bu süreci tespitiyle birlikte iki karşı saldırıya geçtiğini,  71 ve 80  faşist darbelerinin sınıf hareketini ve sınıfın yığınsal devrimci mücadelesini boğmak-tüketmek-yok etmek amacıyla yapıldıklarını vurgulamalıyız. 71 faşist darbesi, bir kurumsallık sağlamasa ve 80 darbesi kadar geniş kapsamlı olmasa da, sınıf mücadelesinde kapitalistlerden gelen karşı saldırılarının ne derece ve hangi boyutlarda olacağının habercisi olmuştur.

71 sonrası sınıf kavgası, bir iç savaş ve iktidarın zaptı mücadelesine evirildi evirilecek derken 12 Eylül 1980 darbesi sınıfa karşı çok köklü bir saldırı dalgasını bir gerçeklik haline getirmiştir. 80 Eylülü kapitalizmin ülkede yeniden örgütlenmesi anlamını taşımaktadır ve her alanda köklü dönüşümler yaratan bir milattır. .  Bu yeniden örgütlenmenin ekonomik ayağını 24 ocak 1980 kararları ve İMF-Dünya Bankasının yeniden yapılandırma programları ile birlikte İhracata Dönük Sanayileşme modeli oluşturmuştur. Politik ayağı ise, faşizmin kurumsallaşması ve kolektif kapitalist devletin 82 Anayasasıyla,  küçük bir azınlık dışında,  toplumun hemen her kesiminin günlük yaşamda faşist saldırı dalgasından nasibini almasıdır. Toplumsal muhalefet, kimi öncü kesimlerin tasfiye edilmelerinin yanında,  bir bütün olarak korku-baskı-yıldırma ve yok etmeyle hemen hemen tamamen susturulmuştur. Bunda sınıfın ve öncü geçinenlerin sınıf ile gerçek bağlar üretememelerinin ve direniş odakları yaratamamalarının, politik hareketlerin hemen hepsinin özce küçük burjuva akımlardan oluşmasının önemi büyüktür.

Bu köklü ekonomik yeniden yapılandırma ve faşist terör,  80 Eylülü öncesi hemen hemen 3 ile 3. 5 milyonu bulan sendikalı işçi sayısının giderek 1. 5 milyonu bulan bir rakama inmesi sonucunu üretmiştir.  Özelleştirme,  taşeronlaştırma ve sendikasızlaştırma sacayaklı bu saldırı hedefine ulaşmış görünüyor. Günümüzde tahkim, esnek çalışma yasası vs.  yasalarla kuşatılan sınıfın öz örgütlerinin ne bir politikası var, ne de ciddi bir mücadelesi.

Tabandan gelen kimi dalgalar (89 bahar eylemlilikleri gibi) saman alevi gibi söndürülmüş ve bastırılmış olup, sınıfsal mevzilerde ileriye doğru kazanımlar elde edilemediği gibi,  gerilemenin-yozlaşmanın ve yabancılaşmanın bugünkü boyutlara ulaşmasının önüne geçilememiştir. Zira, 80 faşist darbesiyle kurulan politik rejim,  psikolojik savaşı 80 sonrası gelişen Kürt ulusal hareketi ile olan savaştan öğrendiklerini de kullanarak,  sınıf üzerinde bilfiil uygulamıştır. Bu durumdan diğer bir sorumlu da,  politik hareketlerin küçük burjuva niteliği ve marjinalliği ile birlikte,  sınıfla bırakınız kalıcı ilişkiler kurmayı geçici bağlar bile kuramamalıdır.  Tekil  kimi direnişlerde bağlar kurulsa bile,  çalışma, eylem ve politika biçimlerinin yanlışlığı nedeniyle zamanla bu bağlar da tüketilmiştir.

Bu süreçte,  bağımsız gelişen ve sınıfın diğer katmanlarına göre nispeten daha hareketli ve militan bir hareketten bahsetmek gerekiyor. O da, 657’ye tabi memur sayılan işçi kesiminin örgütlenme ve mücadelesidir. Çok ciddi eylemliliklerden geçen ve aşağı yukarı 15 yıllık bir maziye sahip 657’lik işçiler ve sendikaları da düzen içinde boğulup hapsedilmiş olup,  sahte sendika yasasıyla cendereye alınan hareket hızla bürokratik-sarı sendikacılığın tuzağına düşmüş durumdadır.  Devrimci ko. . . lerin etkinliğinin olmaması nedeniyle bu süreci tersine çevirmek şimdilik uzak görünmektedir.

Günümüz Türkiye’sinde ciddi bir işçi hareketi, ulusal hareket veya genel bir halk hareketinden bahsetmek zor, hemen hemen imkansızdır. Cılız ve hemen hemen halktan tamamen kopuk olgulardan bahsetmiyoruz doğal olarak. Ulusal hareket de, uluslararası operasyonla,  düzen içinde diğer toplumsal hareketlilikler gibi boğulmuştur ve de boğulacaktır.

Bugünkü durum tam da yukarıdaki gibidir.  Proletaryanın sendikal örgütlenme derecesi düşüktür.  Sendikalı işçi sayısı,  üç büyük işçi konfederasyonunun varlığına karşın,  bunlarda örgütlü işçi sayısına 657’ye tabi olanları da dahil edersek,  2. 5 milyonu bile bulmamaktadır.  Sınıfın öz örgütleri olan sendikalarda örgütlü işçi sayısı, toplam işçi sayısının %25’ine  bile denk düşmemektedir. İşsizleri ve gizli işsizleri de hesaba katarsak,  örgütsüzlüğün ne boyutlara vardığı anlaşılır sanırız.

Kısacası,  mevcut durumda sendikalar sınıfın öz örgütleri, refleks, dayanışma, hak-çıkar, eğitim-savaş okulları olmaktan çıkmış ya da çıkarılmışlardır. Sendikaların ezici çoğunluğu tabela örgütünden ibaret olup,  kongreden kongreye sandalye-makam-koltuk kavgasına arenalık eden, zaman zaman yığınların enerji birikimini çeşitli içi boşaltılmış eylemlerle deşarj eden göstermelik derneklere dönüşmüştür. Sendikalar,  tam anlamıyla,  bürokratik-sınıf işbirlikçisi sarı sendikacılık anlayış ve ilkelerinin egemen kılındığı marjinal örgütlere çevrilmiştir. Bu arada,  çeşitli sendikal anlayışlara da vurgu yapmadan geçmek,  tarihsel anlamda bu olumsuz gidişatın eksik tespit edilmesini beraberinde getirecektir.

Anarko-sendikalist anlayış bir yanda sendikaların hiçbir biçimde politikayla uğraşmaması gerektiğini öne sürerken,  öte yandan da bu yığınsal örgütlerin anarşist tarzda hareket etmesini ileri sürmektedir. Sendikalizmin temelini sendikaları politik örgüt olarak görmek, sınıfın nihai hedeflerini klasik reformcu taleplerle sınırlamak oluşturur. Yığınların kendiliğinden bilincini aşamayan ve komünist-devrimci sendikacılığın temeli olan, sınıfa politik bilinç kazandırıp bilinç sıçraması yapmayı yok sayan, kendiliğinden mücadeleye tapınmayı tek kutsal yöneliş sayan bu anlayış,  çağımızın klasik sendikacılığının ve adına çağdaş sendikacılık dedikleri bulamacın reel görünümüdür. Sınıf,  politikayla ve düzenle uğraşmamalı, mevcut kapitalist boyunduruğa boyun eğmeli, sınıf üretim ve tüketimde egemen sınıfla işbirliğini esas almalıdır. Öncü politik güçler, sınıfın bilincini politik bilince çevirmeyi ve sıçratmayı bırakmalı, yığınların seviyesine inip o düzeyde düşünmeli ve yaşamalıdır.

Sınıf,  mevcut olanları korumaktan bile acze düşmüşken onlara önerebilecekleri bir tek politikaları bile yoktur. Bu tarz bir sendikal anlayışın ne eylemsel içeriğinin,  ne de işleyişsel sürecinin demokratik olmadığını söylemeye gerek bile yok. Tamamen antidemokratik merkeziyetçi ve bürokratik bir sendikal anlayıştır.

Öte yandan,  657’ye tabi işçilerin sendikası olan KESK’te ise benzer süreçler yaşanmakta olup, yozlaşma ve gericileşme tavana vurmuş bulunmaktadır. Örnek model olarak diğer işçi sendikaları alınmakla birlikte, bir tek farkı vardır ki,  o da kimi politik akımların KESK’i birer arka bahçe, birer ast örgüt haline getirmeye çalışmalarıdır. Son bir kaç yıllık gelişmeler bu tespitin ne kadar doğru olduğunu ve gidişatın bu yönde evirilip önemli mesafeler alındığını göstermektedir.

Sendikalar,  günümüz Türkiye’sinde sınıfın genel çıkarlarını hedef alan bir çalışma, plan ve programdan ziyade ve azade olmak üzere,  günübirlik pratik çalışmalar içine girmekte,  eylemci unsurların enerjileri bunlarla boşaltılmakta ve işçi sınıfının gözü boyanmaktadır. Klasik çalışma ve eylem biçimlerini faydalı kılıp onları aşan yeni ve üretken bir anlayıştan tamamen uzaktırlar.

Yeri gelmişken,  son yirmi yılın popüler sendikacılık anlayışlarından biri olan ve esasında sınıf sendikacılığının içini boşaltmak için ortaya atılan sözde sınıf ve kitle sendikacılığından bahsetmeden geçmek olmaz.  Sınıf,  zaten,  bilindiği üzere,  özlü olarak,  üretim araçlarıyla ilişkileri bakımından ortak çıkarlara sahip olan ve yaşamlarını benzer koşullarda sürdüren büyük insan grupları ya da büyük insan toplulukları (kitle) olarak tanımlanır.  Sınıf ve kitle sendikacılığı tanımı bir kelime oyunu olup, esasta sınıfsal program ve politikaların içeriğini boşaltma amaçlıdır.  Öte yandan,  bu tür tanım ve kavramlar sınıfın eyleminin içeriğini ve programsal görüşlerini etkilediğinden, onların iyi niyetle yapılmış olduklarını düşünmek saflık olur.  Kavram ve tanımlar politika ve programların en yalın ve kısa ifade biçimleridir. Bu saçmalık sınıftan uzak tutulmalı ve buna karşı ideolojik ve teorik savaşım verilmelidir.
        
Demokratik Merkeziyetçilik
  
Bir kitle örgütü olarak sendikalar, hem eyleminin içeriği ve hem de işleyiş itibarıyla demokrasiyi vazgeçilmezi yapmak zorundadırlar. Demokrasiyi işleyiş esası olarak ele alırsak şu başlıkları öne çıkarmak zorunludur. Eylemde birlik ve ajitasyon-propagandada özgürlük temel şiarından hareketle,  sendika-içi demokrasi,  herkesin kendini özgürce ifade edebildiği, azınlığın çoğunluğa dönüşme hakkının güvence altına alındığı,  kararların aşağıdan yukarıya doğru alınıp yukarıdan aşağıya doğru uygulandığı, söz,  karar ve yetki hakkının gerçekten tabanda olduğu,  seçilmiş yöneticilerin istendiği anda geri çağrılabildiği vs.  temel demokratik özgürlükleri içermelidir. Kendi içinde demokrasiyi yaşatmayan bir örgüt ya da kişi nasıl demokrasi ve özgürlük mücadelesi verebilir?Böylesi bir iç yaşama  sahip olmayan bir örgüt bürokratik merkeziyetçidir. Burada,  seçim sisteminin de model olarak demokrasiyi etkilediğini vurgulamakta yarar var.  Şu ana kadar uygulanmayan ve bürokratik merkeziyetçi sendikal anlayışların bulaşıcı bir hastalıktan kaçar gibi kaçtıkları ve seçimlerde demokratik temsil olanağı sağlayan nispi temsil sisteminin,  mevcut sistemlerden çok ileri olduğu gerçeğinin altını çizmekte yarar görüyoruz.

Merkeziyetçilikte ise esas olan, eylemde birliği sağlamaktır. Özgürlük ve demokrasiyi dışlamadan. . . . .  Bir kez demokratik bir karar alındı mı onun uygulanması esas alınmalıdır. Tartışılacak her şey eylem sonuna bırakılmalıdır. Aksi halde anarşizm kaçınılmaz olur.  Örgüt,  elbette ki tüm üyelerince yönetilecektir; ama onların demokratik süreçte seçtikleri yöneticiler aracılığıyla ve seçilmiş yöneticilerin istendiği anda geri çağrılabilmeleri kaydıyla.

Bu iki temel ilkenin doğru harmanlanıp bütünleştirilmesi yaşamsaldır. Zira,  iki ucu keskin bıçak olarak hassas bir dengede tutulmazsa bir tarafta bürokratik sendikalizm,  öte tarafta anarşi ve kaos kaçınılmaz olacaktır.

Çalışma ya da eylem biçimlerinin eskidiğini söylemek olanaklı değildir. Belki üretken çabalarla çeşitlendirilip etkinliği arttırılabilir. Ama,  çalışma ve eylem biçimlerindeki esas sorun, içeriklerinin boşaltılması,  sıradanlaştırılıp günü kurtarmaya yönelik olmaları;öte yandan politikasız-programsız olunduğundan sınıfın enerjisinin hedefe kilitlenmeden deşarj edilmesidir. Diğer yandan,  bir çok eylemci, bürokratik sendikal anlayıştan ve bu programsız-politikasız çalışma biçimlerinden yılmış ve köşeye çekilmiştir.  Umutsuzluk, karamsarlık ana eğilim olmuştur. Bu sınıfın kendisi için de aynıdır. Artık o kadar kanıksanmıştır ki, bir çok şey artık kendini bile yeniden üretememektedir. Güvensizlik, gerek sınıfın kendisinde ve gerekse eylemcilerde diz boyudur. Bu sorun aşılmadıkça gerçekten ne sendikalarda,  ne de genel politikada bir aşama kaydetmek olanaklı olur.
   
Sonuç

Genel olarak gidişatın olumlu olduğunu söylemek olanaklı değildir. Bürokratik merkeziyetçi,  hatta yer yer faşizan uygulamaları esas alan sendikal anlayışların etkinliği kırılmadan, sınıf sendikacılığını tesis etmek ve sınıfın önündeki engelleri kaldırıp devrim ve sonuçta ko. . .  düzene geçmek olanaksızdır. Bu yüzdendir ki, mevcut anlayışları gerek ideolojik-teorik platformda ve gerekse de eylemsel-pratik platformda hem tanımak,  hem de sınıfın gözünde deşifre etmek zorunludur. Bununla da kalmayıp alternatif ve olması gereken anlayışı her açıdan ortaya koyup sınıfı seçeneksizlikten seçeneğe (kendi seçeneğine) sıçratmak gerekmektedir. Bu uzun soluklu mücadele ,  ko. .  toplumsal ideallerin gerçekleşmesinde temel öneme sahiptir. Zira,  sınıf için bir okul, savaş ve eğitim alanı olan sendikalar,  gerçek  sınıf örgütleri haline ancak bu temel anlayışla gelebilirler. Bu süreci doğru kavrayıp doğru hamleler yapmak ve ayrıca hızlı  davranmak gereklidir. Demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak algılayamamış ve yaşamamış bir toplum ve onun temel kaldıracı olan proletarya, nerede, ne zaman ve nasıl patlar kestirmek zordur. Bizim gibi ülkelerde süreç ani sıçrama ve düşüşlerle karakterize edilir. Ani sıçramalara hazırlık her alanda olduğu gibi, sınıfsal temel çalışma alanı olarak sendikalarda daha da öne çıkarılmalı ve bilince kazınmalıdır...

Aktivistlerin bu alandaki politik-ideolojik-pratik eğitimi önem kazanmaktadır.  Süreç ani sıçrama, volkanik patlamalara hızla evirilmektedir.  Görev zorlu ve ağırdır. Ama gelişmeler bizlerin lehinedir. Yeter ki görmesini bilelim ve hazırlığımızı çok yönlü olarak yapalım.

Devrimci Bülten Sayı 38 Devamı...


|
_ _