 |
PDK Devrimci Bülten - Sayı 40 (2) |
 |
 |
ENTERNASYONALİZMİN BAZI TEORİK SORUNLARI ÜZERİNE (II)(1) (KOMÜNİST ENTERNASYONAL İÇİN BİR DÜNYA STRATEJİSİ) (K. Erdem) V-“Ulusal” Devrim ve Uluslararası Devrim İlk bakışta sorun basitmiş gibi görünmektedir ve ulusal biçimdeki sosyalist devrimler ile uluslararası sosyalist devrim arasındaki ilişki de genel olarak şu şekilde konulmaktadır: Her ülkenin proleteryası kendi sosyalist devrimini yaptığı ölçüde uluslararası sosyalist devrime de katkıda bulunmuş olmaktadır. Bu tür bir teorik yaklaşım eksiktir ve eksik olduğu için de yanlıştır. Uluslararası sosyalist devrim, ulusal biçimdeki sosyalist devrimlerin basit bir toplamı değildir. Her ülkenin sosyalist devriminin kendi içine kapalı ve diğer ülkelerin sosyalist devrimleriyle üst üste düşen (yani birinin diğerini tamamladığı ve etkilediği) değil ama yan yana düşen (yani iç-birliklerinin birbirlerinden koparılması) bir biçimde ele alınması ve diğer devrimlerden ayrılması, komünist savaşımın evrensel birliği açısından kabul edilemezdir. Çünkü daha önce de gördüğümüz gibi Uluslararası Mali-Oligarşi, ulusal burjuva devletlerin basit bir toplamı değildir. Çeşitli biçimlerdeki burjuva devletlerin iç içe geçerek oluşturmuş oldukları ve en güçlülerin egemenliği altında yukarıdan aşağıya doğru örgütlenen bir uluslararası ekonomik, politik ve askeri yapıdır. Yine aynı şekilde emperyalist dünya ekonomisi ulusal ekonomilerin basit bir toplamı değildir. Çeşitli gelişme derecelerine sahip ekonomilerin iç içe geçmiş bir toplamıdır ve bundan dolayı da bu emperyalist dünya ekonomisini oluşturan çeşitli biçimdeki ekonomiler, neden-sonuç ilişkileri içerisinde karşılıklı olarak birbirleri içerisine dağılmışlardır. Bunun en iyi göstergesi dünyanın herhangi bir bölgesindeki bir ekonomik krizin, dünyanın başka bir bölgesini etkilemesidir. Bundan şu sonuç çıkmaktadır: Ulusal ekonomiler dünya ekonomisinin sonuçları olarak ortaya çıkmaktadırlar. Her ülkenin ekonomisi dünya ekonomisine (bütüne) farklı biçimlerde bağlıdır ve bunun sonucudur. Ama daha önce de gördüğümüz gibi sonuçların kendisi de kendi içerisinde eşitsizlik göstermektedir ve biri diğerine bağımlı olarak varolmaktadır. Ulusal ekonomilerin karşılıklı olarak birbirleri içerisine yayılması (nedenler ve sonuçlar olarak(2) ) bütünlük kavramının gereğidir. Emperyalist dünya ekonomisinin genel niteliği içerisinde, neden ve sonuçların karşılıklı olarak içiçe geçmesi ve birbirleri içerisine yayılarak aralarında genel bir bağlantının oluşması hem emperyalist politikanın ve stratejinin hem de Komintern’in politikasının ve stratejisinin nesnel temelini oluşturur. Bundan şu sonuç çıkar ki, bir ülkenin sosyalist devrimi kendi kendine yeterli olamaz. Bir ülkenin sosyalist devriminin ulusal biçimi ile uluslararası içeriği (tarihsel yeri ve rolü) birbirlerine karşıt bir şekilde gelişirler. Devrim fiziksel olarak ulusal biçimden uluslararası biçime doğru gelişir ama bu tarihsel eylem daha belirmeden önce nesnel yapı içerisindeki kuvvet yapısı tarafından belirlenmiştir. Bir devrimin tarihsel rolü ve gücünün sınırları daha ortaya çıkmadan önce evrensel bütünlük içerisinde verili durumdadır. O, bütünün genel ilişkileri içerisinde, kendisine tarihsel olarak yüklenmiş olan tarihsel-sosyal enerjiden fazlasını açığa çıkaramaz. Açığa çıkan tarihsel ve sosyal enerji, uluslararası içerik (bütün) içerisinde varolduğu nicel oran kadar olabilir. Onun için bir devrim ulusal biçimden önce uluslararası içeriği tarafından belirlenmiştir. Devrim belki fiziksel olarak ulusal biçimden uluslararası biçime doğru gelişmektedir ancak tarihsel yeri ve anlamı olarak uluslararası içeriğinden ulusal biçimine doğru olmaktadır. Uluslararası emperyalist ekonomik ve politik ilişkiler içerisindeki eşitsizlik (3), kaçınılmaz olarak sosyalist devrimlerin birbirleriyle olan ilişkilerine de yansımaktadır. Uluslararası içerikteki bütün olumlu, olumsuz yanlar ve eşitsizlikler, uluslararası biçim içerisinde kendini gösterir. İşte Komintern’in Uluslararası Stratejisi, eşitsizlikleri içerisinde ortaya çıkan sosyalist devrimlerin birbirleriyle karşılıklı etkilerini inceleyerek, bu devrimlerin zaman ve mekan içerisinde bir bütün olarak belirli bir amaç doğrultusunda birleştirilmesiyle uğraşır. III. Enternasyonal (1919-1923) döneminde dünya burjuvazisi ile dünya proletaryası arasındaki politik ve askeri savaşım tarihte en yüksek düzeye çıktığı zaman ve dünya proletaryası ilk defa uluslararası bir parti aracılığıyla emperyalist merkezlerdeki iktidarlara göz dikip ve onları sallamaya başladığı zaman, uluslararası komünist hareketin (UKH), bazı eksik ve zaafları da açığa çıkmaya başladı. UKH savaşta, kendi çabalarını emperyalist burjuvazinin çabalarına uyarladığı zaman bazı noktalarda (özellikle strateji ve taktik noktasında) hazırlıksız yakalandığını fark etti. Çünkü emperyalistlerin hem birbirleri karşısında hem de dünyanın bazı bölgeleri ile ilgili olarak önceden hazırlamış oldukları az çok bir planlar bütünlüğü vardı. 1870’li yıllardan 1914’e kadar olan dönem zarfındaki emperyalist diplomasinin tarihi aynı zamanda emperyalistlerin stratejik ve taktik biliminde kat ettikleri gelişmelerin de tarihidir. (4) Lenin Alman komünistlerine 14 Ağustos 1921’de yazdığı bir mektubunda Enternasyonal’in stratejik ve taktik sorunlarındaki eksikliği noktasında şöyle yazıyordu: “Taktik ve stratejik yöntemlerimiz (uluslararası ölçekte değerlendirecek olursak) hala, Rusya örneğinden öğrenmiş ve “gafil avlanması”na izin vermeyecek olan burjuvazinin mükemmel stratejisinin gerisindedir. Fakat gücümüz daha fazladır, ölçülemeyecek kadar fazladır; taktik ve stratejiyi öğreniyoruz; bu “bilim”de 1921 Mart eyleminin hatalarının deneyimleri temelinde ilerlemeler kaydettik. Bu “bilim”de tamamen uzmanlaşacağız.” (Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal-Belgeler-Cilt-II, s. 254-255, Maya Kitapları) III. Enternasyonal(1919-1923)’in tecrübesi temelinde bugünkü dünya komünistlerinin bir Dünya Stratejisi hazırlaması gerekmektedir. Ancak bunun için tecrübenin kendisini doğru incelemek ve onun olumlu ve olumsuz yanlarını açığa çıkarmak gerekir, ki bunun için III. Enternasyonal’i uluslararası proletaryanın savaşımında doğru bir tarihsel yere yerleştirmek gerekir. Şimdi komünistlerin şu soruyu sorması gerekmektedir: Bugünkü tarihsel aşamada, III. Enternasyonal (1919-23) Komünizme giden yolda neyi ifade etmektedir ve tarihteki yeri tam olarak nedir? VI-III. Enternasyonal (1919-23)’in Tarihteki Yeri ya da “Dünya Devrimi’nin 1905”ini “Dünya Devrimi’nin 1917 Ekimi” ile Birleştirmek Dünya işçi sınıfı hareketinin tarihine baktığımız zaman her devrimin bir öncekinden daha zengin olduğunu görmekteyiz. Örneğin Fransa’daki 1848-1852 devrimci dönem 1830 Temmuz devriminden daha ileriydi. Aynı şekilde Paris Komünü, 1848-52 devriminden daha ileriydi çünkü işçi sınıfı tarafından biçimsel ve kısa bir dönem için de olsa politik iktidarın zapt edilmesi söz konusuydu. Ama 1905 Rus Devrimi, tarihsel olarak ortaya çıkardığı özellikler bakımından hiç de Paris Komünü’nden aşağı kalmadı. Her ne kadar iktidarın zapt edilmesi söz konusu değilse de bu devrimin ortaya çıkarmış olduğu Sovyetler, Bolşevik Parti ve 1905 Aralık Ayaklanması Marksist teorinin gelişmesinde önemli bir yere sahip oldular. Ekim 1917 Devrimi ise 1905’in teorik ve pratik kazanımlarını da aşarak eseri daha da zenginleştirdi. Tarihsel gelişimi içerisinde komünist hareketin niteliğinin bu gelişimi hiç kuşkusuz III. Enternasyonal (1919-23)’den sonra durmuştur. Ama bu demek midir ki gelecek komünist hareket III. Enternasyonal’den daha nitelikli olmayacaktır? Hayır, gelecek komünist hareket III. Enternasyonal’den daha nitelikli olacaktır ve olmak zorundadır. Tarih ona başka bir seçenek bırakmayacaktır. Bu noktada III. Enternasyonal’in tarihteki yeri ve rolü sorunu ortaya çıkmaktadır. Geçmiş ve geleceğin düşünsel birleştirilmesi kanımca bizi şöyle bir sonuca doğru götürmektedir:1905 Rus Devrimi 1917 Ekim Devrimi’nin yolu üzerinde nasıl bir tarihsel işleve sahip olmuşsa, aynı şekilde, III. Enternasyonal(1919-23) de gelecek dünya devrimi açısından aynı tarihsel işleve sahiptir. Bu durumu daha açık bir şekilde formüle edersek eğer şöyle söyleyebiliriz: III. Enternasyonal dünya devriminin “1905”dir ve gelecek dünya devriminin “genel bir provası” olmuştur. III. Enternasyonal neden “Dünya Devriminin 1905”dir? III. Enternasyonal döneminde dünya sosyalist devriminin başına gelenler, 1905 devriminde Rus proletaryasının başına gelmiştir. Benzerlik çok şaşırtıcıdır: - 1905 devrimi patlak verdiği zaman, Bolşevik Parti daha yeni kurulmuştu ve devrimci kitle deneyiminden yoksun bir durumdaydı. Kısacası devrime hazırlıksız yakalanmıştı. Aynı şekilde III. Enternasyonal kurulduğu zaman ve emperyalizmin dünya bunalımı doruk noktasına çıktığı zaman, Enternasyonal içerisinde Bolşevik Parti’nin dışında gerçek bir komünist partisi yoktu. Bir çoğu propaganda örgütleri biçimindeydiler. Bu durum III. Enternasynal’i emperyalizm karşısında çok zora sokuyordu. Belki proletaryanın dünya partisi kurulmuştu (uluslararası proletaryanın en iyi unsurlarını bağrında toplaması anlamında) ama büyük işçi kitlelerini dünya devrimi için kazanamıyordu. Kuvvetlerin belirli bir mekan içerisinde toplanmasına belirli bir zaman içerisinde toplanması uygun düşmüyordu. Yani devrim için gerekli kuvvetlerin bir yere toplanması için gerekli olan zaman devrimci dönem ile uyuşmuyordu. Emperyalizmin bunalımı doruk noktasındayken komünist partiler zayıftı ve devrim anı kaçırılırken partiler kitleselleşmeye çalışıyordu. Aslında onların kitleselleşmeye çalıştıkları dönemler iktidarın alınması dönemleri olmalıydı. Bunun nedeni dünya devriminin “ritmik yapısının” bozulmuş olmasıydı, ki bu da komünistlerin II. Enternasyonal’den zamanında kopamamalarından ve ona karşı mücadeleyi zamanında verememelerinden kaynaklanıyordu. 1905’te Bolşevik Parti’nin hazırlıksız olma ve kitlelerin gerisinde kalma durumunu daha sonra III. Enternasyonal yaşadı.
- 1905 devriminde Bolşevikler “zaman darlığından” dolayı yani yeni kurulmuş ve hazırlıksız olmalarından dolayı küçük-burjuvaziyi tarafsızlaştıramadılar (5) ve liberal burjuvaziyi de Rus işbirlikçi tekelci sanayi burjuvazisinden tecrit edemediler ve bundan dolayı da yarı-proleterleri kazanamayarak iktidarın alınması girişiminde (1905 Aralık Ayaklanması) sayısal üstünlüğü sağlayamadılar ve bunun sonucu olarak da yenildiler.
Aynı şekilde III. Enternasyonal, Rusya dışında özellikle Almanya, İtalya, Avusturya, Polonya, Macaristan’da II. Enternasyonal’in temsilcilerini emperyalist burjuvazi karşısında tarafsızlaştıramadı ve orta sınıfları ondan ayıramadı. Çünkü iktidarın alınması için burjuvazinin kendi arasında bölünmesi ve proletarya karşısında birleşememesi şarttır. Ama komünist partilerin olmayışı ve olanların da deneyimsiz ve sallantılı oluşu, kitlelerin sosyal-demokratlardan ve orta sınıflardan koparılamamasına neden oldu. Bu sonuncular da emperyalist burjuvazinin yedeğine düşerek komünistlere karşı katliamlar örgütlediler. Bu noktada yani küçük-burjuvazi ve liberal burjuvazi karşısında proletarya, gerekli bilinç ve örgütlenme düzeyine sahip değildi ve Bolşevik Parti’nin 1905 devrimindeki durumunu yansıtıyordu. - Bu noktayı daha öncede belirttik ama yine de tekrar edelim. 1905 devriminde Bolşevikler “kaderi tayin eden noktada” yani iktidarın alınması ve korunmasında (a ve b şıkkındaki nedenlerden dolayı) başarılı olamadılar. Bunun sonucu olarak da politik inisiyatifi ellerinden kaçırarak bozguna uğradılar. Daha sonra adım adım tekrar diktatörlüğün restorasyonu sağlandı. Böylece Bolşevikler ayaklanmaya kadar elde etmiş oldukları politik kazanımları kaybettiler ve tekrar yeraltına çekilmek zorunda kaldılar.
Aynı şey III. Enternasyonal’in de başına geldi. Bu dönemde Enternasyonal’in seksiyonlarından birisinin iktidarı ele geçirdikten sonra onu koruması ancak emperyalizmin “asgari bir düzeyde dengelenmesi” ile mümkündü. Bu noktada Alman devrimi bir tür “kaderi tayin eden nokta” işlevini görüyordu. Enternasyonal Alman devrimini kaybettiği zaman, Rus proletaryası da elindeki iktidarı yarı-proletarya lehine kaybetti. Ama bu kaybetme de kendine özgü bir şekilde gelişti. Önce iktidar içerisinde hegemonyayı yarı-proletarya lehine kaybetti. Daha sonra da özellikle 1928’den sonra Birinci Beş Yıllık Plan döneminde de iktidardan, yarı-proletarya ve teknokrat küçük-burjuvalar iktidar bloku tarafından tamamen uzaklaştırılarak tekrar baskı ve sömürü altına alındı. (6) Yani Alman devrimini kaybeden Enternasyonal o zamana kadar elde etmiş olduğu kazanımları da kaybetti. 1905 devriminin yenilmesi gibi III. Enternasyonal (1919-23) de yenildi ama 1905 devriminin tecrübesine benzer de bir tecrübe bıraktı gelecek Enternasyonal’e. 1905 tecrübesi Bolşeviklere gelecek devrimde iktidarı nasıl ele geçireceklerini gösterdi. Devrim döneminde neleri yapmaları neleri yapmamaları gerektiğini gösterdi. III. Enternasyonal de gelecek Enternasyonal’e sosyalist devrimi emperyalist ülkelerde gerçekleştirirken nasıl hareket edilmesini ve nelerin yapılmasını ve nelerin yapılmaması gerektiğini göstermiştir. Bu noktada o gelecek dünya devriminin genel bir provası olmuştur. Yani bugünkü emperyalizm tarihin en büyük devrimine gebedir ve gelecek Enternasyonal bu devrimin ebesi rolünü oynayacaktır. VII-Genel Kar Oranlarının Rekabet Yoluyla Uluslararası Çapta Eşitlenmesi Komintern için bir dünya stratejisinin genel hatlarına geçmeden önce, bu stratejinin oluşmasına götürecek olan nedenleri incelemek gerekir. Çünkü oluşturulan strateji bir sonuçtur. Eğer bazı çok önemli teorik belirlenimler yapmadan tek stratejiyi ortaya koyarsak, o zaman okur çok haklı bir şekilde “niçin strateji başka biçimde kurulmuyor da bu biçimde (bu yazının III. bölümünde koyacağız) kuruluyor?” sorusunu soracaktır. Onun için bu noktayı karanlıkta bırakmamak için ve anlaşılır kılmak için ve de IV. Bölümde ortaya koyduğumuz emperyalist hiyerarşinin ve ekonomik-politik krizin yönünün doğru anlaşılması için iki önemli teorik sorunu çözmek gerekir: a-Gelecek emperyalist savaşta7 hangi emperyalist kamp kazanacaktır? b-Kazanan niçin kazanacak ve kaybeden de niçin kaybedecek? Kısacası emperyalist savaşta “hangi kamp kazanacak/kaybedecek?” ve “niçin” sorularını cevaplamak gerekir. Ama bunun için III. Enternasyonal dönemine gitmek ve I. emperyalist savaşta ortaya çıkan “rastlantıların” hangi tarihsel zorunluluğun etkisi altında gerçekleştiklerini incelemek ve açığa çıkartmak gerekecektir. I. emperyalist savaşta kazananlar ile kaybedebler şanslı ya da şanssız oldukları için mi kazanmış ya da kaybetmişlerdir? İdealizmin çeşitli tezahürünü oluşturan ideolojik akımlar buna farklı cevaplar vereceklerdir. Ama materyalist tarih anlayışını savunan Marksistlerin bu noktadaki eleştirisi çok daha farklı ve bilimsel olacaktır. Çünkü gerçeğin tam bir resmini ancak tarihsel materyalist anlayış verebilir. Bu savaşın neden böyle sonuçlandığına ve bu savaşa katılan ülkelerin karşılıklı olarak avantaj ve dezavantajlarını belirleyen tarihsel koşullara kısaca gözatmak gerekir. Ama bunu yapabilmek için savaş öncesi Avrupa’nın ekonomik ve politik evrimini kısaca da olsa incelemek gerekir. Bu inceleme bize çok önemli bir-kaç genel teorik sonuç çıkarma imkanı verecektir. Bunlardan ilki, genel kar oranlarının rekabet yoluyla nasıl eşitlendiğini ve bunun tarihsel sonuçlarının neler olduğunu ya da ne gibi tarihsel sonuçlara yolaçabileceğini kavramış olacağız. İkincisi ise, çeşitli tarihsel koşullar içerisinde ortaya çıkan politikaların ve bunların uygulayıcılarının (liderler) olumlu ve olumsuz özelliklerinin, bu kişilerin temsil etmiş oldukları sınıfların tarihsel yerinin kaçınılmaz sonuçları olduklarını göreceğiz. Kısacası kazananlar ya da kaybedenler yine aynı şekilde tarihte deha ya da dahi olarak ortaya çıkanlar, materyalist tarih anlayışına göre, kendilerinde barındırdıkları özelliklerin değil ama bu özelliklerin belirli sınıfların tarihsel özelliklerinin yansımasının kişisel bazda dışa vurumu olarak ortaya çıkmalarıdır. Yani kişilerin özellikleri temsil etmiş oldukları sınıfların tarihsel yerlerinden ayrı düşünülemez. Bu durum bizi, kişileri, tarihsel olayların akışı içerisinde abartılı bir yere koymamamıza yardım ederek, gerçek tarihsel nedenlerin incelenmesine ve araştırılmasına daha çok itecektir. Tarihsel materyalizm, kapitalizmin bütün biçimlerinin (serbest rekabetçi, klasik emperyalizm ve uluslararası emperyalizm) temelde ortak hareket yasalarına dayandığını öğretir. Onun için kapitalizmin önceki biçimleri içerisinde bu hareket yasalarının işleyişinin ve bunların tarihsel sonuçlarının incelenmesi ve kavranılması, sürecin mevcut eğiliminin yönünün görülmesine yardımcı olur. Bu noktada burjuva ekonomik ve politik ilişkilerin tarihsel evrimi incelerken, özellikle de bir yasanın işleyişinin tarihsel sonuçlarını dikkatle izlemeye çalışacağız. Bu yasa yukarıda da belirttiğimiz gibi genel kar oranlarının rekabet yoluyla eşitlenmesi yasasıdır ve bunun tarihsel sonuçlarıyla ilgilidir. Kanımca Marksistler bu yasanın işleyişinin tarihsel sonuçlarına yeteri kadar dikkat göstermemişlerdir. Ama bazen de onları bundan alıkoyan bazı tarihsel engeller vardı. Bu noktada beylik laflar etmeye gerek yoktur çünkü sorun oldukça zor ve karmaşıktır. Bunu belirtmek için de Engels’in tanıklığına başvuralım. Sombart’ta bir mektubunda şöyle yazmaktadır: “Her bireysel kapitalist, en yüksek karın peşinde koşar. Burjuva iktisadı, her biri bu en yüksek kar ardındaki yarışmanın eşit yani her bir kapitalist için yaklaşık olarak eşit genel bir kar oranı sonucunu verdiğini keşfetmiştir. Ancak ne kapitalistler ne de burjuva iktisatçıları, bu yarışın amacının, toplam sermaye üzerinden hesaplanan toplam artı-değerin, yüzde olarak orantılı bölüşümü olduğunu anlamamışlardır. (abç) Lakin, bu eşitlenme olgusu gerçekte nasıl meydana gelir? Aslında bu, Marx’ın da üzerinde pek fazla bir şey söylemediği çok ilginç bir noktadır. (abç) (. . . ) Marx’ın ilk yaptığı taslakta geliştirmediği bu nokta üzerinde daha epeyce çalışmanın yapılması zorunluluğu vardır. Herşeyden önce, burada elimizde, Kapital, cilt III, s. 206-213’teki bilgiler var (. . . ) Bu arada şunu da belirtmek isterim ki, bu sürecin gerçekten etraflı bir araştırmayı gerektiren ve buna karşılık çok ödüllendirici sonuçlar vaat eden hakiki bir tarihsel serimi Kapital’e çok değerli bir katkı olabilir. (8) ” (F. Engels, W. Sombart’ a mektup, 11 Mart 1895, K. Marx-F. Engels Seçme Mektuplar, s. 126-127, Evrensel Basım-Yayın) Engels’ten yaptığımız alıntının önemli noktalarını belirtirsek eğer: - En yüksek kar peşinden koşan kapitalistler, belirli bir zaman sonra, yaklaşık olarak eşit bir kar oranı ile karşılaşırlar. Yani genel kar oranları rekabet yoluyla eşitlenir.
- Ama bu eşitlenme toplam sermaye üzerinden hesaplanan toplam artı-değerin yüzde olarak orantılı bölüşümü biçiminde ortaya çıkar. (9)
- Aynı zamanda Marx’ın üzerine fazla bir şey söylemediği bir noktadır. Ama bunu şu şekilde yorumlamak gerekir: Marx bu yasanın soyut bir serimi ile yetinmiş ama bunu somut bir şekilde yani kapitalizmin belirli bir tarihsel dönemi içerisinde örneklendirmemiştir.
Bu üç noktayı kısaca da olsa açarak konunun biraz daha ayrıntılarına inmeye çalışalım. Genel kar oranları rekabet yoluyla nasıl eşitlenir? Bu yasanın işleyişini nasıl anlamak gerekir? Yasanın işleyişi dinamik bir yapıya sahiptir. Yani sürekli gelişme eğilimi içerisinde olan bireysel işkollarının sermayelerinin daha da artması hatta kar oranları tedrici olarak düşerken, emeğin üretken gücünün daha da gelişerek, kar kitlesinin artması temelinde olmaktadır. Kısacası genel kar oranlarının eşitlenmesi, kar oranları düşerken ama kar kitlesi çoğalırken, kapitalizm genişlemesine ve derinlemesine gelişirken ortaya çıkmaktadır. Yani sermayenin tarihsel olarak gelişmesi içerisinde genel kar oranlarının bir eşitlenmesi söz konusudur. Genel kar oranlarının eşitlenmesi, kapitalizmin eşitsiz gelişmesinden dolayı birden ya da kısa bir dönem içerisinde gerçekleşmez. Bunun için çok büyük tarihsel dönemler gereklidir. Genel kar oranlarının rekabet yoluyla uluslararası çapta göreceli eşitlenmesi, dünyanın çeşitli bölgelerindeki ekonomilerin birbirlerine eklemlenmelerinin genel bir sonucu olarak ancak ortaya çıkabilir. Bunun nedeni kapitalist üretim ilişkilerinin , bölgesel ekonomiler biçiminde gelişmesinden kaynaklanmaktadır. Onun için uluslararası eşit bir genel kar oranı, bölgesel ekonomiler temelinde örgütlenen uluslararası tekelci sermayelerin, bu bölgesel ekonomiler içerisinde elde etmiş oldukları karların uluslararası (global) toplamının, karşılıklı olarak eşit bir düzeye gelmesinden oluşmaktadır. Serbest rekabetçi ve klasik emperyalizm döneminde, genel kar oranlarının eşitlenmesi, ulusal ekonomilerin birbirlerine uluslararası çapta eklemlenmeleri ve bu temelde karşılıklı olarak eşit bir genel kar oranının elde edilmesi sonucunda oluşuyordu. Bugün bu durum bölgesel ekonomiler temelinde ortaya çıkmaktadır. Ama bu yasanın işleyişi de görecelidir. Yani kesin bir gerçeklik olmasından ziyade genel bir eğilim olarak kendisini ortaya koyar: “Kapitalist üretimde genel yasa, ancak çok karmaşık ve yaklaşık bir biçimde egemen bir eğilim ve sürekli dalgalanmaların hiçbir zaman kesinlikle belirlenemeyen ortalaması olarak işler.” (K. Marx, Kapital cilt-III, s. 146, Sol Yayınları) Eşit bir ortalama (genel) karın oluşması, kar oranlarının tedrici düşüşünün ve bu düşüşe zıt yönde etkide bulunan faktörlerin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bundan şu sonuç çıkar ki, kar oranları düşerken ve bu düşüşün genel eğilimi üzerinde, bu eşitlenme eğilimi ortaya çıkar. Ama kar oranlarının düşüşünün kapitalizmin üretici güçlerinin gelişmesinin başka bir ifadesi olduğu da Marksist teoride çok açıktır: “Genel kar oranındaki bu sürekli düşme eğilimi tam da emeğin toplumsal üretkenliğindeki sürekli gelişmenin (abç) kapitalist üretim tarzına özgü bir ifadesidir.” (Marx, age, s. 190) Kar oranlarının düşmesi “... emeğin üretkenliğindeki artışın bir başka ifadesidir.” (Marx, age, s. 192) Demek ki genel kar oranlarının rekabet yoluyla eşitlenmesi, kar oranlarının düşmesi ve böylece de kapitalizmin üretici güçlerinin gelişmesi temelinde ortaya çıkmaktadır. Bu noktayı hiçbir zaman unutmamamız gerekmektedir. Eşit ortalama (genel) bir kar oranının oluşması, çok karmaşık bir süreç olup (özellikle somut süreçler içerisinde anlaşılması açısından) gerçekleşmesi hem çok uzun tarihsel dönemleri gerektirir yani yavaş işleyen bir süreçtir hem de kapitalist üretim ve bölüşüm ilişkileri ancak bütünlüğü içerisinde ele alınırsa yani tek bir evrensel süreç olarak alınırsa anlaşılabilir. Zaten Kapital’in üçüncü cildinde Marx ve yine yukarıdaki alıntıda da Engels’in belirttiği gibi bu yasa ancak “toplan artı-değer” üzerinden anlaşılabilir. Önce ilk noktayı biraz açalım. Genel kar oranının eşitlenmesi niçin uzun bir tarihsel dönemi kapsar? Bu noktanın anlaşılması, sorunun genel çerçevesinin anlaşılması açısından önemlidir. Marx’ın Kapital’in üçüncü cildinde de belirttiği gibi genel bir kar oranının yapısında (özellikle de eşitlenmesi) ortaya çıkan değişmeler yavaş işleyen bir süreçtir: “Bireysel üretim alanlarındaki fiili kar oranlarında, göreceğimiz gibi, sürekli büyük değişiklikler olmasına karşın, genel kar oranında gerçek bir değişme, olağanüstü ekonomik olayların istisnai bir biçimde yarattıkları bir şey olmadıkça, çok uzun bir döneme yayılan ve genel kar oranında bir değişiklik meydana getirmek üzere birbirlerini kararlı ve dengeli hale getirmeleri epeyce zaman alan bir dizi dalgalanmaların gecikmiş etkileridir.” (Marx, age, s. 150) Yine başka bir yerde: “Kar oranının yükselmesine ya da düşmesine yol açan bir yığın farklı nedenler karşısında, bütün bu söylenenlerden sonra, genel kar oranının her gün değişmek zorunda olduğu sanılabilir. Ne var ki, bir üretim alanındaki bir hareket bir başka alandaki hareketle telafi edilir;Bu dalgalanmaların en sonunda nerede toplanacaklarını daha sonra inceleyeceğiz. Ama bunlar yavaş hareket ederler. (abç)”(Marx, age, s. 152) Uluslararası genel eşit bir kar oranının oluşması, kapitalizmin bir biçiminin neredeyse bütün bir tarihsel dönemini kapsar. Ama bu oluşum da kendi içerisinde aşağı-yukarı üç dönemi kapsar. Kapitalizmi tarihsel gelişmesi içerisinde incelersek eğer, genel kar oranlarının eşitlendiği çeşitli tarihsel dönemleri şöyle belirleyebiliriz: I-1759-1815 (küçük katman) II-1815-1847 (orta katman) (Serbest Rekabetçi Sermaye)) III-1848-1873 (büyük katman) IV-1873-1893 (küçük katman) V-1894-1914 (orta katman) (Klasik Tekelci Sermaye) VI-1918-1940 (büyük katman) VII-1945-1973 (küçük katman) VIII-1975-2005(Ama bu süreç daha tamamlanmamıştır) (orta katman) IX-(?)-(?) (büyük katman) (Uluslararası Tekelci Sermaye) Sanayi kapitalizmin hemen öncesi olan ticari kapitalizm döneminde genel kar oranlarının eşitlenmesini bir kenara bırakırsak eğer, (10) genel kar oranlarının göreceli olarak eşitlendiği (elbette buna bir eğilim olarak bakmak gerekir) dönemler kabaca 1815, 1847, 1873, 1893, 1914, 1940, 1973 ve içinden geçtiğimiz dönemlerdir. Bu tarihlerin aynı zamanda dünya ekonomisinde ve siyasetinde çok önemli dönüm noktaları olduğu hemen anlaşılır. Kapitalizmin genel tecrübesi bize, genel kar oranlarının eşitlenmesinin kapitalizmin her biçimi içerisinde üç defa oluştuğunu göstermektedir. Bundan çıkan en önemli teorik sonuç şudur: Genel kar oranlarının eşitlenmesi, kapitalizmin tarihsel gelişimi içerisinde yeni bir kapitalist üretim tarzının (az ileride bu noktayı açacağız) eskisinden daha üstün olarak ortaya çıkması, gelişmesi ve bütün kapitalist sistemi kendisine bağlaması ya da genelleşmesi anlamına gelmektedir. Az yukarıda, kar oranlarının tedrici düşüşünün aslında kapitalizmin üretici güçlerinin gelişmesinin sonucu olduğunu gördük. Aynı şekilde genel kar oranları da kapitalizmin üretici güçlerinin gelişmesi temelinde eşitlenme eğilimi gösterir. Bu eşitlenme aynı zamanda yeni kapitalist üretim tarzının (bu yeni üretim tarzını kapitalizmin bir biçimi olarak anlamak gerekir) da rekabet halinde olan kapitalist gruplar içerisinde de giderek genelleştiği anlamına gelir. Kapitalist sistem anarşik bir üretim yapısına sahip olduğu için bu sistem içerisinde düzenleyici (regülatör) rolü değer yasası aracılığıyla rekabet yapar. Rekabet, toplumsal sermayeyi (günümüzde bu dünya toplumsal sermayesidir) çeşitli üretim alanları arasında öyle bir şekilde dağıtır ki, belirli bir zaman dilimi sonunda yeni kapitalist üretim tarzının avantajlarını elinde bulunduran kapitalistlerin yüksek karları ile ortalamanın altında bir kar elde eden kapitalistlerin karları ortalama kar temelinde eşitlenmeye başlar. Bu da kapitalizmin gelişmesi temelinde olur. Şayet bu eşitlenme eğilimi olmasaydı, kapitalizmin bütün ve “dengeli” bir gelişimi söz konusu olamazdı. Bu yasa kapitalizmin çok önemli bir yasası olup, üretimin anarşik yapısının kaçınılmaz sonucudur. Ama genel kar oranlarının rekabet yoluyla eşitlenmesini doğru bir şekilde anlamak gerekir. Bunun için de Metaların değerlerinin Üretim-Fiyatlarına nasıl dönüştüğünü kavramak gerekmektedir. Metaların değerleri üzerinde değişilmeleri ile üretim-fiyatları üzerinde değişilmeleri, toplumsal üretimin farklı gelişme derecelerine tekabül eder. Küçük meta üretiminin toplumsal üretimin temelini teşkil ettiği çeşitli dönemlerde (bu köleci, feodal ve kapitalizmin yeni yeni nüfuz etmeye başladığı ama daha tam gelişme sağlayamadığı dönemlerdir), üretim araçlarının üreticilerin mülkiyetinde olduğu ve daha gelişmiş bir iç pazarın oluşmadığı koşullarda, üreticilerin ürünleri olan metalar aşağı-yukarı aynı toplumsal üretim koşullarında gerçekleşiyordu ve bunun sonucunda da metaların fiyatları ile değerleri de çakışıyordu. Ya da fiyatın değerden sapması pek önemsizdi. Bundan dolayı metalar değerleri üzerinden satılıyordu. Çünkü üreticiler, işbölümünün fazla gelişmemiş olmasından dolayı ve küçük yerleşim bölgelerinde yaşadıklarından dolayı, kabaca ve göz kararıyla birbirlerinin metaları için harcadıkları emek-zamanlarını yaklaşık olarak tahmin edebiliyorlardı. Özellikle paranın ortada olmadığı ya da değişime girmediği yani trampa sisteminin ağırlıkta olduğu durumlarda metalar değerleri üzerinden satılıyordu. Ancak küçük meta üretiminin önce manüfaktür daha sonra da büyük ölçekli sanayi tarafından aşılmasından ya da çözülmesinden sonra ve yine aynı şekilde paranın yoğun bir şekilde değişim ilişkileri içerisine girmesinden sonra artık metalar değerleri üzerinden yani maliyet artı artı-değer üzerinden değil, üretim-fiyatları yani maliyet artı ortalama kar oranı üzerinden değişilmeye başlandı. Burada değerin oluşumunun ve gerçekleşmesinin sadece biçim değiştirmesi söz konusudur. Burada şu sonuç çıkmaktadır: Tarihte metaların değerleri üzerinden değişilmeleri üretim-fiyatları üzerinde değişilmelerinden önce gelir. “Fiyatlar ile fiyat hareketlerinin, değer yasasının egemenliği altında olması bir yana, metaların değerlerine, yalnız teorik değil, tarihsel bakımdan da üretim fiyatlarına ön geldiği gözüyle bakılması tamamen yerinde olur. Bu, üretim araçlarının emekçiye ait olduğu koşullar için geçerlidir ve hem eski çağlarda ve hem de modern dünyada kendi emeği ile yaşayan toprak sahibi çiftçiye ve zanaatçıya uygulanır. ” (abç) (Marx, age, s. 160) F. Engels de bu noktayı Kapital’in III. Cildine yazdığı ekte açık bir şekilde belirtmiştir: “Şu halde, marksist değer yasası, ürünleri, metalara dönüştüren değişimin başlangıcından 15. yüzyıla değin süren bir dönem için, genel bir ekonomik geçerliğe sahip olmuştur.” (F. Engels, Kapital cilt-III, s. 787) Yine az ileride şöyle yazmıştır:
“Şu halde, değer yasası, beş ile yedi bin yıllık bir dönem boyunca egemenliğini sürdürmüştür.” (Engels, age, s. 788) Ama bütün bunlar ne anlama gelir? Ya da başka bir şekilde sorarsak eğer, metaların değerleri üzerinden değil de üretim-fiyatları üzerinden değişilmelerinin sonuçları nelerdir? Bir metanın başka bir meta ile (para da olabilir) değişirken almış olduğu değer formunu (bu göreli değeridir), onun bu değişimden bağımsız olarak, üretimi esnasında kendi içerisinde barındırmış olduğu emek-zamanı sonucunda almış olduğu değer formundan (bu da onun mutlak değeridir) ayırt etmek gerekir. “Dolayısıyla, iki metanın değerleri, karşılıklı olarak kendi kullanım-değerleriyle de ifade edilseler, kendi para fiyatlarıyla da ifade edilseler (. . . ) bu göreli ya da karşılaştırmalı değerler ya da fiyatlar aynıdır, ve bunlardaki değişiklikler, terimin birinci anlamındaki göreli değerlerinde ortaya çıkan değişikliklerden, yani onların kendi üretimleri için gereken ve içlerinde somutlaşan emek-zamanındaki değişikliklerden ayırdedilmelidir. ” (Marx, Artı-Değer Teorileri, Kitap-II, s. 159) Metaların mutlak değerleri üzerinden değil de göreli yani karşılaştırmalı değerleri üzerinden değişilmeleri, para aracılığıyla olduğu için bütün süreç çok karmaşık bir biçime bürünür. Para, metaların mutlak değerlerini değil değişim esnasında büründükleri göreli değerleri gösterir. Onun için: “... paranın göreli değeri, tüm metaların sayısız fiyatında ifade edilmiştir, metanın değişim-değerinin parayla ifade edildiği bu fiyatların herbirinde, paranın değişim-değeri, metanın kullanım-değer ile ifade edilmiştir.” (abç) (Marx, age, s. 188) O halde bundan çıkan sonuç nedir? Bütün paranın değişim-değerinin toplamı (miktarı artı tur sayısının çarpımı), toplumsal üretimin bütün alanlarında üretilen metaların değerlerinin toplamına eşittir. Her ne kadar para, değişim esnasında metaların göreli değerlerini yansıtıyorsa da, bütün toplamı içerisinde paranın değişim-değeri miktarı, metaların mutlak değerlerinin toplamına eşittir. Ama o zaman bu durum bizi başka bir noktaya götürür. Madem ki, toplam üzerinden ele alındığında, değerler toplamı fiyatlar (ama bu fiyatlar, değerlerin değişim sırasında para olarak ifade edilmelerinden başka bir şey değildirler) toplamına eşittir, o zaman, bütün üretim alanlarındaki değerler (maliyet artı artı-değer), bütün üretim-fiyatlarının (maliyet artı genel kar oranı) toplamına yani bütün üretim alanlarına dağılan yatırılmış sermaye artı toplam kara eşittir:
“Dolayısıyla, bütün üretim alanlarındaki karlar toplamının, artı-değerler toplamına eşit olması gerekir ve toplam toplumsal ürünün üretim-fiyatlarının toplamı, bu ürünün toplam değerine eşittir.” (Marx, Kapital-III, s. 156) Demek ki toplam toplumsal artı-değer toplam toplumsal kara eşittir. Ancak bu toplam artı-değer çeşitli üretim alanları arasında farklı miktarlarda dağılmıştır. Bunun nedeni üretimde bulunan sermayelerin farklı organik bileşimlere sahip olmaları ve bundan dolayı da farklı üretkenlik düzeylerine sahip olmalarıdır. Bu farklı üretkenlik düzeyleri de değerlerin oluşumu süreci üzerinde etkide bulunarak farklı değer biçimlerinin oluşumuna neden olurlar. Bu durum kaçınılmaz bir şekilde pazarda fiyatların oluşumu üzerinde etkide bulunur. Fiyat hareketleri, değer yasasının egemenliği altında bulunduğu için, Pazar mekanizmaları (arz ve talep, rekabet vs.) değerleri üretim-fiyatlarına dönüştürerek, toplam artı-değeri, farklı üretim alanları arasında eşit bir kar oranı getirecek bir biçimde dağıtır.
“Farklı üretim alanlarındaki artı-değerlerin eşitlenmesi, bu toplam artı-değerin mutlak büyüklüğünü etkilemez, yalnızca, farklı üretim alanları arasındaki dağılımını değiştirir. Bu artı-değerin belirlenmesi ise, yalnızca değerin, emek-zamanıyla belirlenmesinden kaynaklanır.” (abç) (Marx, Artı-Değer Teorileri, Kitap-II, s. 177) Genel kar oranlarının eşitlenmesine şimdi biraz daha yakından bakmaya çalışalım. Farklı üretim alanlarında bulunan eşit nicelikteki sermayeler farklı organik bileşimlere sahip olmalarına karşın niçin belli bir dönem sonunda eşit bir kar oranı elde ederler ve bu nasıl olur? Kapitalist üretim eşitsiz bir şekilde gelişir. Bunun anlamı, kendi içerisinde çeşitli düzeylerde gelişim basamakları ya da dereceleri barındırmasıdır. Genellikle bu dereceler kendisini üç biçimde dışa vurur: Ortalama bir gelişim derecesi ve bu ortalamanın biraz altında ve üstünde olan gelişme dereceleri. Böylece bu üç temel gelişme derecesi ve yine bunların şu ya da bu biçimde etkisi altında bulunan ya da ona bağlı olan onlarca ya da yüzlerce ara dereceler, dünya ekonomisi içerisinde birbirine bağlanarak karmaşık bir bütün oluştururlar. (11) Marx bu eşitsizliği önemle vurgulamıştır ve zaten sorun da farklı üretkenlik düzeyleri olan sermayeler arasındaki ilişkilerin oluşturmuş olduğu genel toplumsal ilişkilerdir. Örneğin Marx pamuk sanayiinde varolan çeşitli üretim kategorilerini şöyle belirtmiştir: “... örneğin pamuk üretimindeki genel üretim koşulları ve emeğin genel üretkenliği bu alandaki, pamuk üretimindeki ortalama üretim koşullarıdır ve ortalama üretkenliktir. Bu nedenledir ki, örneğin bir yarda pamuğun (değerini) belirleyen emek miktarı, onun içerdiği emek miktarı yani imalatçısının ona harcadığı emek miktarı değildir; tüm pamuk imalatçılarının Pazar için bir yarda pamuğu ürettiği ortalama emek miktarıdır. Bireysel kapitalistlerin, örneğin pamuk üretimindeki kapitalistlerin üretim yaptığı belirli koşullar kaçınılmaz olarak üç kategoriye ayrılır. (abç) Bazıları ortalama koşullarda üretim yaparlar, yani kendi üretim koşulları, o alandaki genel üretim koşullarıyla çakışır. Ortalama koşullar, onların fiili koşullarıdır. Onların emek üretkenliği ortalama düzeydedir. Onların metalarının bireysel değeri, metaların genel değeriyle çakışır. Örneğin bir yarda pamuğu 2 şilinden--- ortalama değerinden--- satarlarsa, o zaman ürettikleri yardanın in natura (ürün olarak-ç) temsil ettiği değerden satmış olurlar. Bir ikinci kategori, ortalamadan daha iyi koşullarda üretir. Onların metalarının bireysel değeri, genel değerin altındadır. Metalarını genel değerden satarlarsa bireysel değerinin üzerinde satmış olurlar. Son olarak, üçüncü bir kategori, ortalamanın altındaki üretim koşullarında üretim yaparlar. (12)” (Marx, Artı-Değer Teorileri, Kitap-II, s.190) Tarihin eşitsiz gelişmesinin (ki hareketin genel yapısındaki eşitsizlikten kaynaklanır) neden olduğu farklı üretkenlik düzeyleri ve bundan kaynaklanan farklı biçimlerdeki değerler, bir bütünün parçaları olarak ilişki içerisine girdikleri zaman, aynı zamanda bütünün genel yapısı itibariyle de birbirleriyle oran ilişkisine de tabi olurlar. Farklı düzeylerdeki (niceliklerdeki) değerlerin bir bütün oluşturabilmeleri ancak hepsinin bir ortalamasının yaratılması sonucunda olabilir. Çünkü en ileri ile en geri bir bütün içerisinde ancak bir ortalama aracılığıyla birbirine bağlanabilirler. Örneğin eksi sonsuz ancak sıfır (0) aracılığıyla artı sonsuza bağlanabilir. Geçmiş zaman ancak şimdiki zaman aracılığıyla gelecek zamana bağlanabilir. Aynı şekilde sermaye de kendi eşitsiz yapısı içerisinde bir ortalama arar, onun için bazı üretim alanlarında bulunan sermayeler ortalama bir bileşime sahiptirler yani bunların metalarının değerleri ile üretim-fiyatları birbiriyle aynıdır ya da neredeyse aynıdır. Bundan dolayı da bir tür ağırlık merkezi oluştururlar: “ Bazı üretim kollarında kullanılan sermaye bizim, ‘ortalama’ ya da ‘vasat’ diye tanımlayabileceğimiz bir bileşime sahiptir; yani bunların bileşimi, toplam toplumsal sermayenin ortalaması ile aynı, ya da neredeyse aynıdır. Bu üretim alanlarında üretim-fiyatı, üretilen metaın değerinin para olarak ifadesinin tamamen ya da neredeyse aynıdır. Matematik bir sınıra ulaşmanın eğer başka bir yolu olmasaydı, bu bir sınır olabilirdi. Rekabet, toplumsal sermayeyi çeşitli üretim alanları arasında öylesine taksim eder ki, her alandaki üretim-fiyatları, ortalama bileşime sahip bu alanlardaki üretim-fiyatlarının modeline göre şekil alır, yani bunlar= m + mk’, (maliyet-fiyatı artı, ortalama kar oranı ile maliyet-fiyatının çarpımına eşit) olurlar. Ne var ki, bu ortalama kar oranı, kar ile artı-değerin de aynı olduğu, ortalama bileşimli alanlarda, yüzde olarak gösterilen kardan başka bir şey değildir. Şu halde, bütün üretim alanlarındaki kar oranı aynıdır, çünkü, ortalama sermaye bileşimine sahip üretim alanlarındaki ortalamaya göre eşitlenmiştir.” (Marx, Kapital-III, s. 156) Ortalama bileşene sahip sermaye adından da anlaşılacağı gibi iyi ve kötü üretim kategorileri arasında bulunmaktadır. Şayet ortalama değer en iyi ya da en kötü uçlardan birisi tarafından yapılırsa, o zaman bütünün yapısında çok büyük bir değişme var demektir. O zaman bütünü oluşturan parçalar arasında bir kopma ve ayrılma, bazılarının sistemden atılması bazı yeni unsurların da sisteme girmiş olması söz konusudur. Aslında bu genellikle ilerleme temelinde yani ileriye doğru olur. Ortalamayı oluşturan değerin yeni bir kapitalist üretim tarzı ya da biçimi ile ekseninin değişmesi, ortalamanın üzerinde bulunan daha ileri düzeyde biçimlerin sisteme girmesi ve eski ortalamanın altında bulunan biçimlerin de tarihsel olarak tasfiye olmaları ya da sistemden atılmaları söz konusudur. Örneğin manüfaktür ve buharlı makine temelinde üretimde bulunan ve bir zamanlar ortalama üretkenlik düzeyini temsil eden sermayelerin, modern makineler kullanan sermayeler tarafından tasfiye edilmeleri gibi. Demek ki kapitalizmde ortalama bileşenli sermaye değişken bir biçime sahiptir ve kapitalizmin tarihsel gelişmesine paralel olarak da biçimi değişikliğe uğramaktadır. Sermayenin toplam yapısı içerisinde hangi biçimin ortalamaya sahip olacağı ancak çeşitli üretim kategorilerinin pazara yapacağı baskıya ya da getireceği ürünün sayısal oranına bağlıdır: “Kategorilerden hangisinin ortalama değer üzerinde belirleyici etki yapacağı, kategorilerin sayısal oranına ya da oransal büyüklüğüne bağlıdır. Sayısal olarak orta kategori, ötekilere büyük ölçüde ağır basarsa, (ortalama değeri) o belirleyecektir. Eğer bu grup sayıca zayıfsa ve ortalama koşulların altında çalışan grup sayıca güçlü ve başatsa, o zaman bu alandaki ürünün genel değerini o grup belirler; ama bu, sonuncu grupta en kötü konumda olan bireysel kapitalistin belirleyici olduğu anlamına gelmez;hatta bu hiç olası değildir.” (Marx, Artı-Değer Teorileri, s. 191) Şimdi bu yukarıda açıklamaya çalıştığımız ilkeleri kapitalizmin belirli bir dönemine uygulamaya çalışalım. Böylece somut bir örnek üzerinde konuyu daha iyi kavrama olanağı bulacağız. Az yukarıda da belirttiğimiz gibi ortalama bileşenli sermayeler değişkendirler ve bunların biçimi çeşitli dönemlerde değişikliğe uğrarlar. Aslında kapitalizmin tarihsel gelişimi içerisinde her biçim içerisindeki katmanlar, sırası gelince belirli dönemler ortalama bileşimli sermayenin rolünü oynarlar. Rekabet, genel kar oranlarını eşitlerken mevcut üretim tarzını (yani bir biçim içerisindeki belirli bir katmanın yapısını) genelleştirir. Genel kar oranlarının eşitlendiği dönemlerde, ortalama üretkenlik düzeyinin üzerinde bulunan ve en iyi üretken kategori, toplumsal üretkenliğin gelişmesi ölçüsünde, zamanla, ortalama üretkenlik düzeyine düşer. Yani kendisinden daha iyi olan ve teknik temeli bununla birlikte de değişen sermayesinin değişmeyen sermayesine oranı daha küçük olan bir katman ya da üretim kategorisi tarafından aşılır. Bu da hiç kuşkusuz sermayenin birikiminin ve genişletilmiş yeniden üretiminin ve kapitalizmin tarihsel olarak derinlemesine ve genişlemesine gelişmesinin sonucudur. Ama ortalama bileşenli sermayelerin biçiminin değişmesi, tarihte bazen çok karmaşık durumlara yol açabilir. Örneğin birinci dünya savaşına doğru giden süreçte, genel kar oranları, Klasik tekelin orta katmanının kar oranına göre şekil alıyordu. (13) Ondan daha iyi üretkenlik durumunda olan büyük katman ve ondan daha kötü üretkenlik düzeyine sahip olan küçük katman vardı. Genel kar oranı klasik tekelin orta katmanının karına göre şekil alırken ( bu sermayenin metalarının değerleri ile üretim-fiyatı birbiriyle çakışır) , hiç kuşkusuz klasik tekelin büyük katmanı, kendi artı-değerinden daha fazla bir artı-değere yani artı-kara (ki bu artı-kar ortalamanın altında bir üretkenliğe sahip olan klasik tekelin küçük katmanının ürettiği ama gerçekleştiremediği artı-değerin bir kısmıdır) da el koyuyordu. Ama ikinci dünya savaşına doğru, genel kar oranları uluslararası çapta tekrar eşitlenme eğilimine 14 girerken, uluslararası rekabet, ortalama üretkenliğin eksenini, klasik tekelin orta katmanından, büyük katmanına kaydırdı. Böylece tekelci sermaye içerisinde kar oranları klasik tekelin büyük katmanının karına göre şekil almaya başladı. Bu durumda, klasik tekelin orta katmanı, ortalama üretkenliğin altındaki kötü kategori durumuna gelirken, ortalama üretkenliğin üzerinde yeni bir teknik temelde ortaya çıkan Uluslararası tekelin küçük katmanı en iyi üretim kategorisini oluşturuyordu. Kapitalizmin tarihsel gelişimi içerisinde sermayenin çeşitli biçimlerinin birbirlerine eklemlenme biçimlerini gözden kaçırmamak gerekir. Bir başka örneği de mevcut dönem ile ilgili olarak verelim. Bugün Uluslararası tekelci sermaye içerisinde, genel kar oranları, uluslararası tekelci sermayenin hangi katmanına göre şekil almaktadır? Aslında bunu betimlemek hiçte zor değildir. Bugün uluslararası çapta kar oranları, uluslararası tekelci sermayenin orta katmanının kar oranına göre bir eşitlenme eğilimine girmiştir. Bunun nedenlerini burada açıklamak ve derinliğine girmek konumuzu dağıtmak olur. (15) Onun için şimdilik genel bir betimlemeyle yetiniyoruz. Ama bu durum bizi başka bir noktaya götürür: Bundan başka genel kar oranları gelecekte uluslararası tekelci sermayenin büyük katmanı ekseninde tekrar gerçekleşecektir. Ama işte tam da bu noktada yeni bir teorik sorun beliriyor. O da şudur:Madem gelecekte genel kar oranları uluslararası çapta eşitlenirken uluslararası tekelci sermayenin büyük katmanı ortalama üretkenlik kategorisine düşecektir, o zaman, onun hemen üzerinde bulunan iyi üretim kategorisinin karakteri ne olacaktır? Bu sorunun yanıtı artık basittir. Kapitalizmin mantıksal ve tarihsel çerçevesini az çok kavramış olanlar, Uluslararası Tekelin Büyük katmanının, kapitalizmin en son tarihsel sınırı olduğunu bilirler. Genel kar oranlarının gelecekte eşitlenmesinde, genel kar oranları, uluslararası tekelci sermayenin büyük katmanına göre şekil alırken, bu dönem , kapitalist ve komünist üretimin dünya ekonomisi içerisinde iç içe geçmiş ya da birbirine eklemlenmiş bir durumuna da neden olacaktır. Çünkü komünizm de kapitalizm içerisinden eşitsiz bir şekilde çıkacaktır. Bu durumda en iyi üretim kategorisi komünist üretim olurken, ortalamanın altındaki kötü kategori ise uluslararası tekelci sermayenin orta katmanı olacaktır. İşte bu noktada komünist üretimde bulunan toplum ya da toplumlar, yüksek organik bileşime sahip ve işçinin üretim sürecinde olmadığı bir üretim yapısına sahip olacakları için, iç tüketime değil ama kapitalist dünya pazarına sürecekleri ürünleri meta biçimine bürünmeye devam edecektir. Bunun sonucunda da genel kar oranlarının, uluslararası tekelci sermayenin büyük katmanının karına göre eşitlenmesi sürecinde, uluslararası tekelci sermayenin orta katmanının yarattığı ama gerçekleştiremediği artı-değerlerin bir kısmı komünist üreticilere akacaktır. Bu nokta, gelecekte dünya komünist hareketinin teorisyenlerinin üzerinde önemle duracakları ve teorik olarak geliştirmek zorunda kalacakları önemli bir noktadır. Genel kar oranlarının eşitlenmesi sürecinde yukarıda da gördüğümüz gibi bir bütün olarak metaların değerleri ile üretim fiyatları çakışmazlar. Bundan dolayı da metaların değerlerinin bir ağırlık merkezi vardır ve üretim-fiyatları da bu ağırlık merkezi etrafında hareket ederler. Bunun nedeni aynı nicelikte sermayelere sahip olmalarına karşın farklı organik bileşimlere sahip olmalarıdır. Ama organik bileşimleri ne olursa olsun eşit nicelikteki sermayeler, genel kar oranlarının eşitlenmesinde aynı kar oranını elde ederler: “... bileşimi ne olursa olsun kitleleri eşit olan sermayeler, toplam toplumsal sermaye tarafından üretilen artı-değerden eşit büyüklükte pay alırlar.” (Marx, Kapital-III, s. 157) Bu genel kar oranlarının eşitlenmesini de rekabet sağlar. Rekabet, sermayeleri kar oranının düşük olduğu sektörlerden kar oranının yüksek olduğu sektörlere doğru sürekli olarak durmaksızın akıtır durur. Çeşitli sektörlere durmaksızın giren ve çıkan sermayeler, sonunda kar oranının eşitlenmesine yol açarlar: “Rekabetin, genel oranı aşan karları genel düzeye indirgemesi, dolayısıyla da, ortalamayı aşan artı-değere ilk el koyan sanayici kapitalistin elinden bunun tekrar alınması olduğunu açıklamakta teorik bakımdan hiçbir güçlük yoktur.” (Engels, Kapital-III, s. 793) Yine Marx bu nokta ile ilgili olarak şöyle yazar: “Şimdi, metalar kendi değerleri üzerinden satıldıklarında, görmüş olduğumuz gibi, çeşitli üretim alanlarında, bunlara yatırılmış bulunan sermaye kitlelerinin farklı organik bileşimlerine bağlı olarak çok farklı kar oranları ortaya çıkar. Ne var ki, sermaye, kar oranı düşük alandan çekilir ve daha yüksek kar oranı sağlayan öteki alanlara akar. Bu sürekli giriş ve çıkışlar, ya da kısacası, kar oranlarının bir yerde düşmesi, bir başka yerde yükselmesine bağlı olarak sermayenin çeşitli alanlar arasında dağılımı, arz ile talep arasında öyle bir oran yaratır ki, çeşitli üretim alanlarındaki ortalama kar aynı olur ve dolayısıyla da değerler, üretim-fiyatlarına çevrilir. Sermayenin bu denge (abç) durumuna ulaşmadaki başarı derecesi, o ülkede, kapitalist gelişmenin derecesine, yani ülkedeki koşulların kapitalist üretim tarzına ne ölçüde uygun hale geldiğine bağlıdır.” (Marx, Kapital-III, s. 175) Sermaye böylece bir denge durumuna ulaşır. Ama bu denge tek ekonomik alanla sınırlı kalmayan ve toplumun bütün alanlarına (politik, askeri, ideoloji vs.) yayılan ve oluşan bir dengedir. Şayet genel kar oranları uluslararası çapta eşitleniyorsa ve bu durum kapitalist sistemin kaçınılmaz bir özelliğiyse, o zaman bu eşitlenme , uluslararası tekelci devletlerin her alanda giderek bir göreceliği eşitliğine yol açar. (16) Bugün ABD emperyalizminin dünya politikasının genel çerçevesinin üzerine oturmuş olduğu en büyük özellik, uluslararası çapta genel kar oranlarının ( ki bu şu an ABD lehine eşitsizdir) eşitlenme eğilimini durdurmaktır. Yürütmekte olduğu savaşlar, uluslararası diplomasisi, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü vs. yani genel ekonomi politikasının bütün temeli, bu genel kar oranlarının eşitlenme eğilimini durdurmaya yöneliktir. Ama bütün bunların aynı zamanda genel kar oranlarının tedrici düşüşünü yavaşlatmaya yönelik olduğunu ve bu temelde de üretici güçleri daha fazla baskı altına almaya yönelik olduğunu da eklemek gerekir. ABD emperyalizmi noktasında şu soruyu sormak gerekir: Genel kar oranlarının eşitlenme eğiliminin (ki genel kar oranının tedrici düşüşün başka bir ifadesidir) nesnel-tarihsel gelişimini, ABD, herhangi bir öznel müdahale ya da bir dizi öznel müdahaleler toplamıyla durdurabilir mi? ABD emperyalizmi tarihsel açıdan bakıldığı zaman bunu kesinlikle durduramaz. Bunu yapmak istemesi aynı zamanda üretici güçlerin dünya genelinde muazzam baskı altına alınması demektir. Ama üretici güçler ne kadar baskı altına alınırsa alınsınlar, tarihin seyri içerisinde son sözü o söyler ve katı ve sert bir şekilde kendi gücünü dayatır yani bu baskı altına alma müdahalesine çok şiddetli tepki gösterir. İşte bu noktada bir başka soru beliriyor:ABD’nin kendi lehine oluşturmak istediği uluslararası ekonomik ve politik ilişkilere yani genel kar oranlarının eşitlenmesini durdurma eğilimine, üretici güçler uluslararası çapta nasıl tepki verecekler?Ya da başka bir şekilde sorarsak: üretici güçler kendi katı tarihsel gerçekliklerini dayatarak genel kar oranlarının eşitlenmesine yol açacak biçimleri nasıl yaratacaklar? İşte gelecek ve son bölümde, genel kar oranlarının uluslararası çapta eşitlenmesinin tarihsel olarak geçmişte üstyapıda neden olduğu sonuçları kısaca ele alarak, bu temelde Komintern için bir dünya stratejisinin genel hatlarını ortaya koymaya çalışacağız. 1 Bu makalenin I.bölümü Devrimci Bülten’in 38. sayısında yayınlanmıştır. 2 Örneğin yarı ve modern sömürgelerin oluşumu (sonuç), uluslararası tekelin oluşumunun (neden) kaçınılmaz sonucudurlar. 3 Bu nokta için Devrimci Bülten sayı 38’deki bu yazının IV. bölümüne bakınız. 4 Bu dönem için bakınız Henry Kissinger’in « Diplomasi » kitabıyla,ASAM yayınları tarafından yayınlanan ve Edward Mead Earle’in derlediği « Modern Stratejinin Yaratıcıları » kitabına. 5 Bu dönemde Bolşevik Parti küçük-burjuvaziyi kazanmak istiyordu, tarafsızlaştırmak değil. Bu dönemde Bolşevik Parti’nin strateji ve taktiğinin kısa bir eleştirisi için Devrimci Bülten sayı 39’da yayınlanan « Bolşevik-Leninist Strateji ve Taktiğin Bazı Sorunları Üzerine » adlı makaleme bakınız. 6 Bu dönemi yani Modern Revizyonizmin SSCB’de doğuşu ve gelişimini başka bir makalede ele alacağım için burada sadece değinerek geçiyorum. Daha önceleri Devrimci Bülten’in çeşitli sayılarında A.ÇELİK imzası altında yayınlanan «Sovyetler Birliği’nde Oportünizm» yazı dizisinde, SSCB’deki modern revizyonizm ile ilgili olarak bazı değerlendirmeler yapılmıştı. Bugün geriye dönüp baktığımız zaman ve teorik çalışmalarımızın geldiği yeni boyut itibariyle eskide yapılan değerlendirmelerin olumlu taraflarının yanında kimi eksik ve yanlış taraflarının da olduğu bugün gün gibi açıktır.Bunların bir özeleştirisi ve düzeltilmesi hiç kuşkusuz gelecek dönemde yapılacaktır. 7 Bu savaş aslında Afganistan ve Irak savaşıyla başlamış durumdadır. Bu durumu I.Dünya savaşı öncesindeki balkan savaşlarına yine II.Dünya savaşı öncesinde yaşanan Etiyopya, Libya, Çin vs. işgallerine benzetilebilir.Bir adım sonrası savaşın genelleşmesidir. Bu anlamda bir dünya savaşıdır. 8 Engels’ten bu alıntıyı yapmamın bir başka nedeni de okura,sorunun ne kadar zor ve karmaşık olduğunu ve bilimsel komünizmin öğretmenlerinin dahi bu nokta üzerine daha fazla çalışılması gerektiğini belirtmiş olmalarıdır. Ama Komintern için bir strateji geliştirmenin de az-çok bu yasanın işleyişinin tarihsel sonuçlarını kavramakta yattığını da görmek gerekir.Bunun için bu yolda teorik ilerleme kaçınılmaz bir şekilde hatalar yapmamıza neden olacaktır. Ama hata yapmaktan korkmamak gerekir. Bazen hatalar,hatalardan ders çıkarmasını bilenler için iyi okullar olabilirler. Ben de şimdiden okurdan yapacağım hatalardan dolayı özür dilerim ama bu yolda da ilerlemek isterim. 9 Bu nokta çok önemli çünkü konuyu anlamamıza yardım edecek bir noktadır. 10 Bu nokta için Engels’in Kapital’in III. Cildine ek olarak yazdığı « Değer Yasası ve Kar Oranı » bölümüne bakınız. 11 Ama bu durum hareketin genel yapısında varolan eşitsizliğin kapitalizmde ortaya çıkışıdır. 12 Burada da çok açık bir şekilde görüldüğü gibi Marx, kapitalizmin herhangi bir biçiminin gelişiminin çeşitli katmanlar biçiminde olduğunu belirtmektedir. Ben, Uluslararası Tekelici Sermayeyi yine aynı şekilde Klasik Tekelci Sermayeyi, Serbest rekabetçi dönemdeki sermayeyi ve İşbirlikçi Tekelci Sermayeyi üç temel katmana (küçük,orta ve büyük) ayrıştırırken vede bunların ideolojik ve politik alanda neden olmuş oldukları biçimlenmeleri belirtirken aslında bu fikrimde Marx’a dayanıyordum. 13 Ama bunun sadece bir eğilim biçiminde işlediğini unutmamak gerekir. Yani yaklaşık olarak böyledir. 14 Bu yeni eşitlenme ancak üstyapıda üretici güçlerin baskısıyla ortaya çıkan bir dizi yeni politik ve sosyal biçimlerin ortaya çıkmasıyla oluşmuştur: Ekim Devrimiyle Sovyetler Birliği’nin,Almanya,İtalya ve Japonya’da faşist diktatörlüklerin oluşmasıyla oluşmuştur. Ama bu sonuncular, genel kar oranlarının eşitlenmesinin nedeni değil, sonucudurlar. 15 Bu noktayı başka bir makalede açmayı düşünüyorum. 16 Avrupa Birliği’nin oluşturulmasının altında da bu genel kar oranlarının uluslararası çapta eşitlenmesi yatmaktadır. Ancak burada çok değişik bir sorun yatıyor.Bu sorunu gelecek bölümde ele alacağız. Devrimci Bülten Sayı 40 Devamı...
|
 |
|
|
|