 |
PDK Devrimci Bülten - Sayı 41 (4) |
 |
 |
“TEORİ VE POLİTİKA” VE “MARKSİZMİN KRİZİ” (K. Salman) I-Giriş Bu makalede sözde Marksizmin "kriz"ini konu alan Teori ve Politika dergisinin 24 ve 25. sayılarındaki saf revizyonist değerlendirmelerin Marksizm-Leninizmi her alanda nasıl çarpıttığını, kendi anlatımlarına dayanarak sergilemeye çalışacağız. Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de Marksizmin revizyonistler tarafından alçaltılması karşısında tutum almak hem teorik bakımdan hem de politik bakımdan olsun özel bir önem arzetmektedir. Bu görevin üstesinden gelebilmek için, her şeyden önce, Marks, Engels ve Lenin'in komünist hareketler için ortaya koydukları bilimsel öğretilerin iyice özümlenmesi, içselleştirilmesi ve yeni koşullara uyarlanarak geliştirilmesi gerekiyor. Daha sonra bu öğretinin, çeşitli görüntüler altında revizyonistlerce çarpıtılmış yönleri üzerinde durarak ayıklanması görevi gelmektedir. Revisyonistlere, Marksizmi-Leninizmi büyük bir gayretle tekrar tekrar tahrif etmelerine güç verip körükleyen en büyük olgulardan birisi, Sovyet Birliği’nde modern revizyonizmin iktidarı ele geçirmesi olmuştur. Diğer önemli bir etken de, çağın nicel ve nitel değişikliklerine paralel olarak Marksizm-Leninizmi geliştirmeyi ve derinleştirmeyi başaramayan uluslararası komünist hareketin güçsüzlüğüdür. Komünist hareketin, revizyonizm karşısındaki tutumu yalnızca felsefî-ideolojik bir önem kazanmakla sınırlı değildir. Ayrıca güncel mücadelenin ivedi bir niteliğine de bürünür. Komünist hareketin, modern revizyonizm karşısındaki tutumu salt ideolojik bir çerçeve ile sınırlanamaz. Bu tutum aynı zamanda politik ve örgütsel bir tutum ile de birleşmelidir. Çünkü revizyonistler, komünist hareketin daha üst bir tarihsel düzeyde biçimlenmesinin yani parti düzeyine sıçramasının önünde de engel teşkil etmektedirler. Revizyonist politik taktikler ve örgütlenme biçimleri, komünist hareketin bir parti biçiminde örgütlenmesine sürekli engel olmaktadır. Demek ki, Marksizm-Leninizmin bilimsel öğretisini korumak, onu günümüzde sayıları hiçte az olmayan oportünist ve revizyonist akımların çarpıtmalarına karşı savunmak ve geliştirilmesini benimsemek gibi vazgeçilmez bir mücadele ile yüz yüze olduğumuz açıktır. II-"Teori Ve Politika" Revizyonizmi Ve "Marksizmin Krizi" Şimdi de "Marksizmin kriz"ini keşfeden yazarları dinleyelim: "Marksizm, ne sadece bir bilim ve sadece kapitalizme özgü bir bilimdir; ne de işçi sınıfının yegane ideolojisidir. Bir ideolojinin, başka bir ideolojiye önsel bir üstünlüğü olamaz; bir ideolojik algı konusu olarak Marksizmin de, bir ideoloji olarak işçi sınıfı içindeki başka ideolojilerle yarışmada ideoloji olmak bakımından bir peşin üstünlüğü yoktur". (abç) (Metin Kayaoğlu, Teori ve Politika, Sayı, 24-25, sf. 7 ) Yazarın yukarıdaki savı gelişigüzel ve fazla liberaldir. Yazarın, Marksizmin her türlü burjuva ideolojisi ile mücadele içerisinde geliştiğinden ve onları tartışmasız olarak aştığından vede onlardan tamamen bağımsız ve üstün olduğundan haberi yok mudur? Elbette ki vardır. Yoksa Teori ve Politika platformunu "Marksist Oluşum" üzerine kurmaya çalışmazdı. Ama buna karşın Marksizm diğer burjuva ideolojiler ile aynı düzeyde ele alınıyor ve onlardan nitelik olarak üstünlüğünün olmadığı da "işçi sınıfı içerisindeki diğer ideolojilerden peşinen üstün bir yanının olmadığı" biçiminde ifade ediliyor. Doğrudur, işçi sınıfı hareketi içerisinde Marksizmin dışında başka ideolojik akımlar da vardır. Örneğin Anarşistler, Sendikalistler, her türlü yalancı marksistler vs. ama bu bizim ayrım yapmayacağımız, Marksizmi, aslında özünde burjuva ideolojilerinden ayırmayacağımız anlamına mı gelir? Marksizmi, ideolojik olarak işçi sınıfı içerisindeki diğer ideolojiler ile aynı düzeye indirgemek ve hiçbir üstünlüğünün olmadığını belirtmek, Marksizmi burjuva dünya görüşü ile uzlaştırmak demektir ve tamamen liberalce bir tutumdur. Bu yolda ilerlemenin sonucu ise Bernstein, Kautsky, Plehanov ve Martov gibi Marksizmin reddidir. "Eleştiri” diyor Lenin “zinciri süsleyen hayali çiçekleri, insan bu gerçek dışı süslerden soyulmuş prangaları taşısın diye değil, zincirleri fırlatıp atsın ve canlı çiçeğe ulaşsın diye koparmıştır. " Kayaoğlu'nun, Marksizmin burjuva ideolojisi karşısındaki üstün ideolojik konumuna yönelik itirazı, onun, burjuva ideolojisini süsleyen hayali çiçekleri benimseyip muhafaza etmekle görevli olduğunu göstermeye yetmektedir. Marksizmin "kriz"de olduğunu ateşli bir biçimde ortaya atanları onaylamasına yol açan yıkıcı çalışmalarının nedeni budur. Marksizm, kapitalizm koşullarında ezilen ve sömürülen işçi sınıfının bölünmez ve bütünlüklü tek kurtuluş bilimi olarak kabul edilmek zorundadır. Onu diğer burjuva bilinç biçimleri ile aynı kefeye koymak vahim bir yanılgıdır. İdeoloji, dışımızdaki nesnel gerçekliği genel olarak zihinsel yol ile algılama faaliyetidir. Kendi nesnesi bulunmayan bir ideoloji ve teoriden söz edilemez. Sınıflara bölünmüş bir toplumda bulunduğumuza göre, her ideoloji belli bir sınıfın iradesini ve karakterini yansıtmadan ibarettir. Aralarındaki mücadele ve üstünlük farkı bu temelde gelişir. Dolayısıyla, bütün ideolojileri ayrım gözetmeksizin aynı düzeyde görmek doğru değildir. Böyle bir sav eşyanın doğasına aykırıdır. Bir ideolojinin doğruluğu ile o ideolojinin mevcut yanlış ideolojiler karşısındaki pratik zayıflığı birbirine karıştırılmamalıdır. Günümüzde güçlü olan ideoloji burjuva ideolojisidir, bu komünist ideolojinin yanlış olduğu anlamına mı gelir ? Hayır. Hem tarihsel-nesnel nedenlerden ve hem de öznel nedenlerden dolayı, Marksist ideoloji daha baskın ve belirleyici maddi bir güç haline gelememiştir. Kayaoğlu, Marksizmin “sadece kapitalizme özgü bir bilim olmadığını” ve yine aynı şekilde “işçi sınıfının yegane ideolojisi olmadığı”nı ileri sürmektedir. Ama her ikisi de yanlıştır. Çünkü Marksizm, hem işçi sınıfının yegane ideolojisidir hem de kapitalizme özgüdür. Çünkü tarihsel olarak koşullanmıştır. Marksizme göre her ideoloji tarihsel olarak koşullanmıştır. Yani bir tarihsel dönemin ve koşulların ürünüdür. Lenin Bogdanov’u eleştirirken bunu çok açık bir şekilde belirtmiştir: “Modern materyalizm, yani Marksizm açısından, bilgilerimizin nesnel, mutlak doğruya yaklaşıklık sınırları tarihsel olarak koşullandırılmıştır; ama bu doğrunun kendisinin varlığı kesindir, ona yaklaştığımız kesindir. Resmin hatları tarihsel olarak koşullandırılmıştır, ama resmin nesnel olarak bir modeli yansıttığı kesindir(...) Kısacası her ideoloji tarihsel olarak koşullandırılmıştır, (abç )ama her bilimsel ideolojinin (örneğin dinsel ideolojiden farklı olarak) nesnel doğruyu, mutlak doğruya tekabül ettiği kesindir. Göreli ve mutlak doğru arasındaki bu ayrımın belirsiz olduğunu söyleyeceksiniz. Yanıtım şöyle:Bu ayrım, bilimin sözcüğün en kötü anlamında bir dogma haline gelmesini, ölü donmuş, kemikleşmiş bir şey haline gelmesini önlemek için tam da yeterince “belirsiz”dir, ama aynı zamanda fideizm ve agnostisizmden, felsefi idealizmden ve Hume ve Kant yandaşlarının safsatalarından kendini kesin ve silinmez bir sınır çizgisiyle ayırmak için yeterince “belirgin” dir. ” (Lenin, Seçme Eserler, cilt-11, s. 152, İnter yayınları) Bir ideoloji ve bilim olarak Marksizmin içeriği bir bütün olarak kapitalizmin eleştirisi ve bu eleştirinin sonucunda (ki bir çok alanı kapsar: felsefe, ekonomi, politika, sanat, estetik, psikoloji vs. ) elde edilen düşünce somutlarının genel bileşiminden oluşur. Marksizmin her döneminin temel sorunları kapitalizmin o zamanki evriminin düzeyine bağlı olduğu için ve bu sonuncusu da sürekli olarak hareket halinde ya da evrim halinde olduğu için hareketin yeni biçimlerini ürettiğinden dolayı görelidir. Bundan dolayı kapitalizmin yapısındaki değişimler, marksist ideolojinin içeriğinde de bazı değişimlere neden olurlar. Marksizmi nesnel zemininden (kapitalizmden) kopardığımız andan itibaren kaçınılmaz olarak onun işçi sınıfının ideolojisi olmadığı sonucuna varırız. Bu kaçınılmazdır. Zaten Teori ve Politika, bu anlayışın sonucu olarak, Marksizmi işçi sınıfı ekseninden kopararak “Ezilenler” eksenine taşımıştır. Bu haliyle de açıkça REVİZYONİST bir konuma kaymıştır. Kayaoğlu’nun Marksizmi kendi içine kapalı ve dış dünyadan kopuk ele alması daha doğrusu tarihsel koşullanmışlığın dışında ele alarak onun sorunlarını çözmeye çalışması idealizmdir. III-Marx'ın Devrimci Teorisini Burjuva Liberalizmi İle İç İçe Geçirme "Devrimin öznesi ne daha önce sabitti, ne de bugün sabittir. Devrimin toplumsal öznesi mücadele veren, yürüten kesimlerdir. Bir ön kuruluş elbette mümkündür, ama bunun sadece bir söz olduğu hiç bir zaman unutulmamalıdır. Mücadeleyi hangi kesimler yürütüyorsa devrimin öznesi onlardır. Bu konuda her türlü ideolojik, doktiriner giydirmeden uzak durmalıyız. Devrimin öznesi konusu, kesinlikle ve kategorik olarak politik bir meseledir. Dolayısıyla, mücadeleyi hangi kesimler veriyorsa, üretim sürecindeki yerine bakmadan, devrimin öznesi olarak onları görmek gerekiyor." ( age, sf, 24 ) (abç) Kayaoğlu, proleter devrim sorununu bulandırmaya, karmakarışık etmeye ve görülmeyecek bir şekilde üstünü örtmeye ne lazımsa ona başvurmuştur. Sorunu proleter devrimi temelinde değil, "genel" olarak devrimden bahseden bir liberal gibi koyuyor. Dikkat edilirse devrimin öznesi olarak gördüğü akımların belirgin sınıfsal karakterini yani burjuva mı, küçük-burjuva mı, proleter mi, tanımlaması yapmamaya özel bir gayret göstermiştir. Devrim, köhneleşmiş politik üst yapının zorla paramparça edilmesi ise, bir başka değişle, devlet iktidarının bir sınıfın elinden, bir başka sınıfın eline geçmesi ise, buların öznesi de sabittir. Somut tarihsel düzeye göre bu özneler rollerini oynayacaktır. Her devrim, bir içsavaş dinamiği üzerinde biçimlenir. Uzlaşmaz sınıf mücadelesinin en şiddetli boyutunu yansıtan da budur. Belli bir zaman dilimine yayılarak mayalanan bir çok ekonomik ve siyasi çatışmalar inişli, çıkışlı bir yol izleyerek ilerler ve giderek bir sınıfın ya da sınıfların diğer sınıflara karşı tamamen silahlı savaşına sahne olur. Günümüzde, proleter devrimin öznesi işçi sınıfıdır. Bu devrimin gücü, proletaryanın sınıf bilincinin gelişmesinde, emekçilerin politik bilincinin yükselmesindedir. Komünist hareketle sınıf hareketinin birliği, proleter devrime öncülük edecek partiyi yaratacaktır. Ancak bu parti aracılığı ile politik mücadele verilir. Burjuvazi ile bir uzlaşma zemini arayan Kayaoğlu, devrimci komünizmin burjuvaziye karşı vereceği proleter sınıf savaşımının zorunlu araçlarını, buların propoganda, ajitasyon hazırlıklarının yapılmasını, her türlü oportünist, reformist ve revizyonist akımlara karşı gelmesini, komünizm temelinde işçi ve emekçilerin eğitilmesini bir kenara bırakmıştır. Lenin, emekten yana olan bir politikacının görevlerine ait olarak şöyle diyordu: "Devrimci proletaryaya yararlı olmak isteyen bir politikacı, oportünizm ve satılmışlığı dile getiren ödünleri ayırmasını bilmeli, bunları bütün gücü ile eleştirmeli, iç yüzlerini amansızca ortaya koymalı, bu somut ödünlere karşı barışmaz bir savaş yürütmelidir." Kayaoğlu'nun yazılarını okuyan iyi bir gözlemci, "gölge etme başka ihsan istemez" özdeyişini söylemekten kendini alıkoyamaz. Devrimlerin siyasal niteliği nedir? Eğer Kayaoğlu, proleter devrimden kopmamışsa, buna açık yanıt vermeliydi. Çünkü her proleter devrimden yana olan komünistin karşısına çıkan temel sorun budur. Savaşı hangi sınıf yönetiyor? Bu sorun açıklığa kavuşturulmadıkça, gerici ve ilerici devrimler arasında ayıklama yapılamaz. Güçlü kim ise devrimin öznesi odur mantığından yola çıkılırsa, burjuva içerikli devrimlerle, proleter içerikli devrimler aynılaştırılmış olur. Tıpkı bir liberalin sınıflara dayandırmadan öne sürdüğü demokrasi talebi gibi, burada kimin için devrim sorusunun üstü örtülüyor. Güçlü kim ise özne odur tanımlanması yetmez, güçlünün sınıfsal karakteri ortaya çıkarılıp sergilenmeli. Olay ve olguları maddi zemininden soyutlayarak değerlendirenleri Lenin şöyle eleştiriyordu: "İnsanlar, türlü türlü ahlaksal, dinsel, politik ve siyasal sözlerin, bildirge ve vaatlerin ardında şu ya da bu sınıfın çıkarlarını aramayı öğrenmedikleri sürece, her zaman politikada aldatmaların budala kurbanları olmuşlardır ve her zaman böyle olacaklardır." (Lenin, BE, C. 19, sf. 8 ) IV-"Marksizmin Krizi" Görünüşü Altında Liberalizme Boyun Eğme Liberallerle uzlaşma siyaseti izleyen, Teori ve Politika çevresi, Marksizmi çarpıtma tutumu içinde olan bir çok insana kucak açmış bulunmaktadır: "Marksizmi yeniden tanımlamak gerektiğini söyleyerek, Marksizmi reddederek aşmaya doğru gidenlerde teorik açıdan dikkate değer sonuçlar üretti. Onlar da görmezlikten gelinemez." (abç) ( T P. Sayı, 24-25, Sf. 62, A. O. Alayoğlu) Marksizmi reddederek "teorik açıdan dikkate değer sonuçlar" çıkaranlar, Marksizm hanesine değil, burjuva ideolojisi hanesine katkı sunmuş olur. Bu durum karşısında, Marksistlerin tutumu, Lenin'in belirttiği gibi ona "kuyruk sallama" değil, onu Marksist temelde çürütmektir: "Oportünizm, sorunları belirgin ve dönüşsüz bir biçimde ele almaktan daima kaçınır; eşit etkenli görüşler peşindedir, birbirlerini yok eden görüşler etrafında bir yılan gibi kıvranır, her iki görüşe de kuyruk sallar." Dikkat edilirse, Teori ve Politika yazarları, hem burjuva ideolojisine hem de onlarla göbek bağını tamamen kesmiş olan Marksist ideolojiye sarılmayı görüşlerinin odağına koymuş bulunmaktadırlar. Tarihin kapitalist topluma ayırdığı momentte, emek/sermaye çelişkisinin kendini az çok sınıflar mücadelesi alanında gösterdiği koşullarda ortaya çıkan Marksizm, en uç noktada bulunan burjuva bilinç biçimlerinin, ekonomik, siyasi, felsefi temellerine yönelerek yetmezliklerini aşmış ve onlardan tamamen bağımsız komünist ideolojinin bilimsel bir yapıda biçimlenmesini sağlamıştır. Toplumsal gelişmenin objektif ihtiyaçlarından doğan Marksist bilim, proletaryanın burjuvaziye karşı vermiş olduğu savaşımının hizmetine girmesiyle tarihsel misyonunu sürdürmeye başlamıştır. Marksizmi, daha önceki burjuva bilinç biçimlerine karşı savaşmaya sevk eden nesnel zemin tarihsel gelişmenin tanık olduğu en son uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının ortaya çıkması ile olmuştur. Bu nedenle Marksizmin dışında işçi ve emekçilerin kurtuluşuna yönelik bir ideolojinin ortaya çıkmasını gerektirecek tarihsel temeller bulunmamaktadır. Ama Marksizmin gelişmesine ve zenginleşmesine yol açacak tarihsel nesnel temeller devam etmektedir. Burada önemli olan, Marksist ideolojinin burjuva ideolojiler ile ayrıştığı tarihsel zemini diğer zeminlerle birbirine karıştırmamaktır. Günümüzde Marksizmi reddedenler, geleceğe dair öyle saçma sapan teorik öngörüler ortaya attılar ki, bunlar daha önce Marksizmi reddedenlere rahmet okutacak türdendir. Hepsinin en belirgin ortak yanı, Marksizmdeki bağımsız özgün çizgiyi örtmede birleşmeleridir. Bu bayların incilerini aktarmaya devam edelim: "Lenin'in, Marksizmin bir önceki kriz dönemimde Kautsky'ye yönelik tepkileri hem günümüzde yaşanan tepkilerin yeni ve eşsiz olmadığını, hem de bazı tepkilerin nasıl Marksizmin dışına çıkmakla sonuçlanabildiğini bize gösteriyor. Tarihsel perspektiften yoksun olmamak bu açıdan, günümüzdeki gelişmelere bakış bağlamında önemlidir. Ve sanıldığının aksine Üçüncü Enternasyonal 'in mahkum ettiği Sorel, Kautsky, Bernstein günümüzde aynı mahkumiyetle anılamaz. Yaşadığımız kriz ortamında bu kişilerin öne sürdüğü tezler hayati geçerliliklere sahip olabilir. Ya da çok önemli kimi noktalarda uyarıcılık işlevi görebilirler. " (A. O. Alayoğlu, Teori ve Politika, sy, 24-25, sf. 68) Marksist-Leninist ideolojiyi bile bile çarpıtma noktasında, bundan daha utanç verici bir açıklama türü düşünülemez. Lenin'in somut verilere dayanarak Marksist bir temelde Kautsky'yi hangi alanda çürütüp ıskartaya çıkardığı biliniyor. Burada konunun detayına girmek istemiyoruz. Maksadımız yazarın hangi geleneği benimseyip sürdürmek istediğini okuyucuya göstermektir. Sözde Marksist geçinenlerin bir çoğu Marksizme, mekanik determinizmi, kaderciliği ya da iradeciliği bir içerik olarak katarak, onun temelini teşkil eden materyalist tarih anlayışı ve diyalektik yöntem ilkesinden uzaklaşmıştırlar. Bu, anti-Marksistlerin bir özelliğidir. Devrimci komünizm saflarına şüphe, tereddüt, korku ve gerçekleri çarpıtma faaliyetini taşımaları, devrimci olmayan tutarsız tavırlarından ileri gelmektedir. Marksizm bir bilimdir, ama aynı zamanda bir sanattır. Çünkü bir eylem kılavuzudur. Bilim nesnel olguların hareket yasalarını açığa çıkartmakla uğraşır, diğer taraftan sanat ise, bunun nasıl somut uygulamaya konulacağı görevini aydınlatır. Bunların arasındaki diyalektik ilişkiyi, ortak ve ayrı yanlarını bilince çıkaramayanlar Marksizmi doğru bir biçimde yorumlayamazlar. Tarihsel gerçekleri yansıtan olgular herhangi bir teorinin doğruluğunu yoklamaya yarayan şaşmaz kriterlerdir. Buna bağlı olarak hangi tarihsel olgu Marksizmden uzaklaşanları haklı çıkarmıştır? Eğer yazar revizyonizmi kendine kıble edinmemişse, Lenin'in Kautsky'yi eleştiren, daha doğrusu sergileyen eserini dikkatlice okur, bir Marksist ile bir revizyonist arasındaki temel farkı anlardı, ve Marksistlerin yıllar önce kuşkuya yer bırakmayacak şekilde büyük bir cenaze töreniyle yerin yedi kat dibine gömdükleri oportünistleri ve revizyonistleri tekrar diriltmeye, itibarlarını iade etmeye kalkışma saçmalığına düşmezdi! V-Revizyonizmin Yeni Baskısı Büyük bir gayretle revizyonist bir biçimde yazan Melik Kara, İ. Mert, S. Sahra'yı dinleyelim: "Marksizmin krizde olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Krizde olan, Marksist hareket (yani sadece "politik kriz"!) vs. değil, marksizmdir." (abç) (T. ve P. sayı, 24-25, sf. 106) "Bu bakımdan, Marksizmin krizde saptamasından önce, böyle bir saptamanın ne anlama geldiğini belirtmek gerekiyor. Kriz, süregelen ve alışılmış Marksizm kavrayışı, Marksizm anlayışı ve Marksizm pratiğinin, eski tarzda yaşayamaz hale gelmesi, değişen koşullara uyum sağlayamaması ve değişiklikler, dönüşümler geçirmek zorunda olması, yani koşullara uygunluk oluşturma zorunluluğun ortaya çıkması durumudur." (age. sf. 104) Marksizmin geliştirilmesi konusunda baktığımız yer aynıdır. Ancak nereden baktığımız notasında ayrışıyoruz. Biz, Marksizmin krizde olduğu savı üzerinde durarak değil, Marksizmin genel doğrularının özü üzerinde durarak, onun göreceli yanlarının yeni içeriklerle doldurulmasını amaçlıyoruz. Marksizmin geliştirilmesini sözde kabul etmek yetmemektedir. Önemli olan bu görevin, yeni nesnel gelişmelerin olduğu tarihsel kesitte hangi çalışma yöntemi ile ele alınması ve uygulanması olduğudur. Pratikte buna riayet edilmezse, yöntem hatası işlenir ve buna bağlı olarak Marksizm burjuva ideolojisi içerisine çekilerek, ondaki özsel bağımsız yanın yadsınması kaçınılmaz hale gelir. Biz bugünkü uluslararası komünist hareketin krizinin ideolojik nedenlere dayandığını belirtiyoruz. Başka bir deyişle, marksizmin yeni tarihsel koşullara uyarlanmasında yöntemsel hataların yapıldığını belirtiyoruz. Marksizmin mutlak doğruları ile göreceli doğruları arasında bir ayıklanmanın yapılmadığını, tarihsel bir özelliğe sahip olan Marksizme diyalektik materyalizmin yeterince uygulanamadığını söylüyoruz. Marksizmin değil, Marksizm adına ortaya çıkanların ideolojik kriz içinde olduğunun altını çiziyoruz. Marksizm adına ortaya çıkanların krizi ile Marksizmin genel tarihsel yapısını birbirine karıştırmamak gerekmektedir. Bunlur iki farklı düzeyi ifade etmektedirler. Marksist ideolojiyi yetersiz olarak algılama, revizyonizmin ideolojik düzeyini yansıtmaktan başka bir anlama gelmez. Ünlü revizyonist Bernstein, "Marksist öğretinin daha da işlenip geliştirilmesi onun eleştirisiyle başlamalıdır" derken, Marksizme özgü ayırt edici yönün, yani burjuva ideolojisi ile olan hesaplaşmanın sonucu biçimlenen bağımsız karakterinin tamamen belirsizleştirilmesini, ve onun, burjuva liberalizmi yönünde değiştirilmesini hedeflemiştir. Örneğin, Marksizmin burjuva toplumunu bilimsel temelde analiz etmesi ve onun hareket yasalarını materyalist tarih anlayışı temelinde mantıksal sonucuna kadar götürüp ortaya çıkarması, bu toplumun da kendisinden önceki toplumlar gibi tarihsel sonuçlarına doğru devam ettiğini ve yerini devrimci bir yoldan komünist topluma zorunlu olarak terkedeceğini savunması karşısında, Bernstein'in cepheden tavır alması, Marksizmi eleştirmek midir? Komünizme barışçıl yoldan geçileceğini beyan etmek, Marksizmin komünizm anlayışına yönelik bir eleştiri midir? Hayır! Marksist hareketlerle birlikte bizzat Marksizmin de "kriz"de olduğunu öne süren Teori ve Politika yazarlarının tutumu Marksizmi geliştirmeye yönelik bir eğilimi mi ifade ediyor? Hayır! Onların bu görevi, hangi gelenekle ve hangi yöntemle yerine getirdiklerine baktığımız zaman, Bernstein revizyonizminin yeni baskıları ile karşılaşıyoruz. Zaten, Marksizmi "kabul etmemek için kabul etmek" ya da zorunlulukları yadsımak revizyonizmin vazgeçemeyeceği bir gelenektir. Öteden beri komünizmin engel olarak gördüğü siyasal akımları, revizyonistler, komünizmin temel güçleri arasında görmüşlerdir ve görmektedirler. Diğer bilimlerde olduğu gibi, Marksist bilim de genel tarihsel hareketin içinde ortaya çıkan kendine özgü özel bir hareketi ifade eder. Bu nedenle toplumsal hareketin tarihsel düzeyine uyarlanarak ona paralel bir biçimde gelişmesi, Marksizmin tarihsel yapısından ileri gelmektedir. Nasıl ki, biyoloji biliminde gen haritasının bulunmasıyla meydana gelen gelişme ile, Darvin'in görüşlerinin dışına prensip olarak çıkılmamışsa, onun özüne bağlı kalınarak sürdürülüp ilerletilmişse, aynı şekilde kendi gerçekliği içinde Marksizmin temel teorik ilkelerinin özüne bağlı kalarak, tarihsel gelişmenin ortaya çıkardığı göreli doğrularını, yeni göreli doğrularla birleştirip ilerletmek gerekiyor. Mutlak doğruya doğru hareket eden bir bilimsel düşünce, bilimin daha da gelişmesi ile peş peşe ortaya çıkan göreli doğruları dıştalamaz, onları birbirine bağlayarak mutlak doruya aktarır. Bunları da ancak pratik faaliyet temelinde yerine getirir. Teori ve Politika yazarlarını dinlemeye devam edelim: "Yeni nesnel gelişmeler, Marksizmin temel tezlerini yeniden ele almayı ve yorumlamayı gerektiren, ikincil tezlerinin eskiyenlerini iptal edip yenilerini geliştirmeyi gerektiren nesnel gelişmeler mutlaka olmuştur. Ancak biz, neyin değiştiği ve ne olduğunu yeterince bilmiyoruz." (T. P. age, sf. 110) Doğru! Nesnel gelişmelerin ne olduğunu bilmiyorsunuz! Peki, Marksizmin "kriz"de olduğunu nasıl biliyorsunuz? "Kriz"i tespit ettiğinize göre bunun alternatifini de ortaya koymanız gerekmektedir. Örneğin felsefe, ekonomi ve siyasi alanlarda Marksizmin yetmezliğini açığa çıkaran hangi düşünsel bulgulara ulaştınız ve bunu hangi somut maddi temelle ilişkilendirerek formüllendiriyorsunuz? Sizin dayandığınız düşünsel gelenek revizyonistlere ait bilinen bayat savların bir başka biçimde tekrarlanmasından ibarettir. Biz, Marksizmin her türlü burjuva ideolojilerinden tamamen arınarak, geleceği temsil eden bağımsız komünist düşüncenin temsilcisi olduğundan kuşku duymadığımız için, onun krizde olduğunu kabul etmiyoruz. Sadece, göreceli yönleri üzerinde durarak bunların yeni göreceli doğrularla tamamlanması üzerinde duruyoruz ve krizin bu alanda devam ettiğini iddia ediyoruz. Ya da bir başka deyişle, biz, Marksizmin özünü değil, onun biçim değiştirmesinden kaynaklanan yeni özelliklerini incelemeyi kendimize görev almış durumdayız. Marksizmin bir biçimi olan Bolşevizm, Marksizmi nasıl ele alıyordu? Bolşevizm, Marksizmin temel teorik ilkeleri üzerinde durarak biçimlenip yükseldi. Önce Marksizmin evrensel doğru prensiplerini içselleştirerek komünist bir hareketin temellerini attı. Daha sonra bunu Rus özgülüne ustaca uyarlamayı başararak evrensel yönle birleştirdi. Mücadelenin tarihsel seyri içerisinde çok karmaşık sorunları ele alabilme ve çözümleyebilme yeteneği;eskiyen biçimlerin yerine yeni biçimler geçirebilme yeteneği;aynı şekilde eski biçimleri yeni bir içerik ile doldurabilme yeteneği Bolşevizmin en önemli özellikleridir. Bu Marksist yöntemden uzaklaştıkları andan itibaren, geleceğe yönelik tarihsel perspektifi kaybederek, burjuva ideolojisine kapıyı aralamış oldular. Biz, uluslararası komünist hareketin esas olarak o dönemden başlayarak Marksizmi somut koşullara uygulamada bir krize girdiğini ve bunu günümüze kadar sürdürdüğünü söylüyoruz. Bunun ideolojik nedenlerini açığa çıkarmadan, Bolşevizm geleneğini sahiplenmek, Marksizmin özüne aykırıdır. Hem mutlak doğruları ve hem de göreceli doğruları bir arada taşıma özelliğine sahip olan Marksizm-Leninizmin yaşayan canlı yanına hayat veren, toplumsal gelişmenin zorunlu yasalarıdır ve onun gelişmesinin yönünü tayin eden de bu toplurmsal-nesnel yasalardır. VI-Marksizm ve Tarihsel Kapitalizm Burjuvaziye karşı hayranlığını, Marksizme saldırarak açığa vuranlardan birisi de, Arif Dirlik'tir: "Kapitalizmin, tarihine damga vuran pek çok krizden sağ çıkma yeteneği, Marksist iddianın geçerliliğini tekrarlanan bir şekilde sorgulamaya açmıştır." "Şimdi sosyalist toplumların çöküşü, Marksizmi görünürde gelecekten yoksun bıraktığından, bu sorunlarla karşılaşmayı geleceğe ertelemek artık mümkün değildir. Küresel ekonomik örgütlenmedeki radikal değişmeler, hem sosyalist toplumların ölümüne katkıda bulunmuş ve hem de Marksizmin geçerliliğinin sürüp sürmediğini sorgulamaya açmıştır." "Marksizmin ölüm ilanları için erken olabilir, ancak Marksizmin artık yeni bir dünya durumunun sorularını açıklamakta yeterli olmadığı tümüyle açıktır." (A. Dirlik, T P. sy. 24-25, sf. 134) Yukarıdaki tezleri alt alta yazalım: a-Kapitalizmin birçok krizden sağ çıkma yeteneği; b-Sosyalist toplumların çöküşü; c-Kapitalizmin gelişmesinin sosyalist toplumların ölümüne neden olması; d-Bundan dolayı Marksizmin ölüm ilanının "erken" olması (burada kuşkunun olması dahi oportünizm ve revizyonizmdir) ve Marksizmin çağı açıklamadaki yetersizliği. Genel olarak kapitalizm ve komünizm, tarihsel boyutun dışında incelendiği zaman, başa gelecek olan felaket, yukarıda yazarın başına gelmiş olandır. Genel olarak bütün toplumlar özel olarak da kapitalizm incelenirken, bütün sorun, kapitalizmin tarihsel-fıziksel sınırlarının bürüneceği somut biçimleri bilince çıkartmak ve bu somut biçimler aracılığı ile toplumun üretici güçlerinin sosyalist (komünist) topluma nasıl bağlanacağını bulup ortaya çıkartmaktır. Yukarıda ileri sürülen tezlere vereceğimiz cevabın anlaşılması için Devrimci Bülten’in çeşitli sayılarında yayınlanan bazı makalelerin gözönünde tutulmasını rica ediyoruz. Yazarın yukarıdaki tezlerine ya da iddialarına cevaplar bu makalelerde aslında verilmiştir. Bu makaleler şunlardır: Devrimci Bülten sayı 13-14-15-16-17’de yeralan “Sovyetler Birliği’nde Oportünizm” yazı disizi; Devrimci Bülten’in 28. sayısında yeralan “Komünist Hareketin Canalıcı Sorunları-II” ve Devrimci Bülten’in 35. sayısında yeralan “Komünizm ve Tarihsel Kapitalizm” adlı makalelerdir. Bu açıklamalardan sonra yazarın daha önce alt alta sıraladığımız tezlerini eleştirebiliriz: a-) Yazarın belirtmiş olduğu kapitalizmin bir çok krizden sağ çıkma yeteneği, yukarıda belirtilen makalelerden de görülebileceği gibi onun tarihsel olarak gelişebilme ya da varolma kapasitesinden kaynaklanmaktadır. Kapitalizm evrensel sınırlarına daha ulaşmamıştır ve bundan dolayı krizlerden sağ çıkma yeteneği vardır. Tarihsel ömrünün sonuna gelen bir sistemin krizlerden sağ çıkma yeteneği olamaz. Eğer bir sistem krizlerden sağ çıkabiliyorsa, bu onun gelişebilme kapasitesinin varlığından kaynaklanır. b-) Yazarın belirtmiş olduğu sosyalist toplumların çöküşü ile ilgili değerlendirmeye gelince, yine yukarıda belirtilen makalelerde de ayrıntılı bir şekilde açıklandığı gibi, sosyalist bir toplum için gerekli olan değer birikiminin tarihsel koşulları oluşmamıştır. Yazar, bürokratik devlet kapitalizminin uygulandığı ülkeleri (ister proletarya iktidarda olsun isterse de bürokrasi sorunun özü değişmez) “sosyalist” toplumlar ile birbirine karıştırmıştır. c-) İkinci maddede de belirttiğimiz gibi, çöken toplumlar ya da öldü diye iddia edilen "sosyalist toplumlar" aslında devlet kapitalizminin uygulandığı toplumlardı. d-) Yukarıda belirtilen makalelerde kapitalizmin tarihselliği ele alınarak, Marx'ın kapitalizm ile ilgili analizlerinin doğru olduğu, kapitalizmin gelişmesinin Marx'ı doğruladığı genel hatlarıyla da olsa gösterilmiştir. Burada sorun Marx'ta ya da Marksizmde değildir. Burada sorun, tarihin materyalist yasalarını kavrayamayan vede olayları karışık gören ve herşeyi arapsaçına çeviren yazarın kendisindedir. VII-Demokrasi Eşitliğin Değil Eşitsizliğin Bir Göstergesidir "Gerçekte, pek çok yerde Marks, sosyalizme giden demokratik bir yol ilan etmiş ve her zaman sosyalizmi demokrasi ile eşitlemiştir." (Douglas Keliner. Çeviri: Sina Güneyli, TP. sy. 24-25. sf. 157) "Marks' in görüşüne daha yakın bir diğer tür sosyalizmin olanaklı olduğu Kruşçev döneminde ortaya çıkmıştı." (age. Sf. 159) Marksizmi seviyesizce çarpıtan bu tür açıklamalara yayın organlarında yer verenler, hangi geleneğin takipçisi olduklarını sergilemiş oluyorlar. "Her zaman sosyalizmi demokrasi ile eşit"leyenler, katıksız Marksizm dönekleridir. Emeğe ihanet ederek burjuva safına geçmiş revizyonistlerdir. Marksistler, her demokrasinin bir diktatörlük biçimine tekabül ettiğini, onun sınıfların ortadan kaldırılmasıyla birlikte de ortadan kalkacağını sürekli belirtmişlerdir. "Demokrasi, bir sınıf tarafından bir başka sınıfa, nüfusun bir bölümü tarafından nüfusun bir başka bölümüne karşı sistemli ZOR uygulamasını sağlamaya yarayan bir örgüttür." (Lenin) "Proletarya devlete hala gereksinim duyduğu sürece bunu hiçte özgürlük için değil, ama düşmanlarına karşı bastırmayı örgütlemek için duyar. Ve özgürlükten söz etmenin olanaklı duruma geldiği gün, devlet, devlet olarak var olmaktan çıkar." (Engels) ".... İşçi sınıfı, kendi gelişim hareketi içinde, eski uygar toplumun yerine, sınıfları ve onların uzlaşmaz karşıtlıklarını dıştalayacak bir birlik koyacaktır, ve bu anlamıyla, siyasal iktidar diye bir şey artık kalmayacaktır, çünkü siyasal iktidar, uygar toplumdaki uzlaşmaz karşıtlığın resmi dışavurumundan başka bir şey değildir. " (Marks) Revizyonistlerin yukarıdaki açıklamalarda haberleri yok mudur? Elbette vardır. Ama amaç, Marksizmi çarpıtmak ve burjuva ideolojisini kutsamak olduğu için gerçek olgulara savaş açmak zorundadırlar. Sınıflara bölünme temelinde oluşmuş bir toplumda herkes için demokrasinin olmadığı ve olamayacağı, yaşam gerçekliği tarafından kanıtlandığı halde, sınıflarüstü bir demokrasiden söz etmek sahtekarlıktır. "Marksizm, alabildiğine derin ve çok yanlı bir öğretidir. Bu yüzden, Marks 'tan alıntılara -hele yerinde kullanılmayan alıntılara - en fazla, Marksizmle ilişkilerini kesenlerin "kanıtları" arasında rastlanır ve buna da şaşmamak gerekir." (Lenin ) VIII-Marksizm Ve Devlet Devlet sorunu, Marksist teorinin en önemli sorunlarından birisidir. Proleter devrimin burjuva devlet karşısındaki tutumu ve devrimin onun yerine koyacağı devletin niteliği sorunu aynı zamanda Marksizm-Leninizmin kavranma düzeyini de gösterir. Dolayısıyla, devlet sorununda yapılacak en ufak bir hata ve eksikliğin, devrimin diğer özel sorunlarını da olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmazdır. Her şeyden önce devletin karakteri sorunu, mevcut üretim tarzı ile ilişkilendirilerek açıklanmalıdır. Bu çıkış noktasından hareket edilirse, kaba hatalardan sakınma olanağı elde edilir. Revizyonistler, komünizmin bu temel sorununu çarpıtmak için niçin özel bir gayret sarf etmektedirler? Çünkü, başarılı olmalarının yolu buradan geçmektedir. İşçi ve emekçiler üzerinde yanılsamalı bir bilinci hakim hale getirmek için, Marksizm adı altında burjuva düşüncelerini yaymada başka bir seçenekleri yoktur. Louis Althusser şöyle yazıyor: "Açık sözlülükle belirtmek gerekir: "Marksist devlet teorisi" diye bir şey gerçekten yoktur. Gerçi Marks ve Lenin, sorunu atlamış değillerdir; tersine, siyasi düşüncelerinin odağında bu konu yatar. Ama klasik yazılarda, devletin sınıf mücadelesi ve sınıf egemenliğinin ilişkisinin üzerine tartışmalar dışında (aslında temel noktalar gerçekten de bunlardır, ama analiz edilmeden bırakılmışlardır), sadece devletin burjuva kavranışlarından kaçınma yolunda, tekrarlanan bir uyarı bulabilirsiniz. Olumsuz bir saptama ve tanımdır bu. " (Çeviren; Ayhan Özkan, T ve P. Sf. 192) Çarpıtma ve yalan beyanlar bununla sınırlı kalsa iyi. Yazar: "Parti hakkında "işçi sınıfının partisi" ya da "önder parti" biçimindeki geleneksel Komünist imajı nasıl dönüştürebiliriz?" (age. sf, 194) diye daha kapsamlı bir çarpıtmanın zorunluluğuna işaret etmektedir. Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de, çeşitli biçimler altında faaliyetlerini sürdüren oportünist ve revizyonist akımlar arasında, devlet ve parti kavramları üzerinde derin yoğunlaşmaların çok sık görüldüğüne tanık olmaktayız. Bu sorunun ele alındığı her yerde aralarında öze ilişkin derin görüş ayrılıklarının bulunmaması tesadüf değildir. Burjuva eğilim üzerinde durmaları, sonuçta onların aynı yolda buluşmalarına neden olmaktadır. Kılık kıyafet değiştirmeleri, bu gerçeği örtbas etmediği gibi, Marksist ilkeler karşında aklanmaya da yetmemektedir. Devrimci komünizm için, bunların ideolojik baş düşman olduğunu söyleyebiliriz ve söylemeliyiz. Marx, en ileri noktada bulunan burjuva ideologları hangi alanda aştığını, ve arasına nasıl kesin bir sınır çektiğini şöyle açıklamaktadır: "Bana ilişkin olarak, ne modern toplumdaki sınıfların varlığını, ne de aralarındaki savaşımı bulmuş olma şerefi benimdir. Benden çok önce, burjuva tarihçiler bu sınıflar savaşımının tarihsel gelişimim betimlemiş ve burjuva iktisatçılar bunun ekonomik anatomisini dile getirmiş bulunuyorlardı. Benim yeni olarak yaptığım şey: 1) sınıfların varlığının, üretimin tarihsel gelişme evrelerinden başka bir şeye bağlı olmadığını; 2) sınıflar savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatörasına götürdüğünü; 3) bu diktatoranın kendisinin de bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir toplumun kurulmasına geçişten başka bir şey oluşturmadığını tanıtlamak oldu..." (Marks, aktaran Lenin. Devlet ve İhtilal, sf, 44.) Yukarıdaki açıklama, "Açık sözlülükle belirtmek gerekir: Marksist devlet teorisi diye bir şey gerçekten yoktur" türünde fetva veren Althusser'in ne kadar yüzeysel kaldığını çarpıcı bir biçimde gözler önüne sermiyor mu? Ama gerçekleri kavrama ve teslim etme olgusu insanların öznel istemlerine bağlı değildir. Üyesi bulunduğu sınıfın dünya görüşüne ve karakterine göre biçimlenmektedir. İşçi sınıfı ve burjuvazi gibi iki düşman sınıfın çıkarlarını temsil eden iki ayrı çizginin, Marksist ideoloji ve her türlü burjuva ideolojisini tek bir çizgide birleştirilmesinin mantıksızlığını, imkansızlığını kavramayan, işçi sınıfı ve burjuvazi arasında durmadan mekik dokuyan ara katmanların sözcülüğünü yapan, oportünizm ve revizyonizm bağnaz bir biçimde, Marksizmin devrimci özüne saldırarak politik bir güç olmaya çalışır. Bu noktada revizyonistlerin anlamadığı şudur:Sosyalist devrim, burjuva devleti parçalamaya yöneldiği için, bu devrimin teorik olarak bütün sorunlarının ve görevlerinin belirlenmesi, dolaylı ve dolaysız olarak devlet sorununun tartışılması demektir. Başarılı bir sosyalist devrim, hiçbir zaman eksik ve zaaflı bir devlet teorisi anlayışıyla bağdaşmaz. İkisinden birinde yapılacak eksiklik ve hata, karşılıklı olarak birbirlerini etkileyecektir. Devlet teorisi noktasında bazı eksikliklerin olduğu doğrudur. Ancak teorinin "devletin sınıf mücadelesi ve sınıf egemenliği ilişkisi" noktasında analiz edilmeden bırakıldığı iddiası insafsızlıktır. Bolşevikler o zaman nasıl iktidarı ele geçirdiler? Gerek Lenin'in "Devlet ve Devrim" ve "Proletarya Diktatörlüğü ve Dönek Kautsky" gerekse de Engels'in "Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni" çalışmaları bu noktada önemlidir. Ama işin ilginç yanı revizyonistlerin başka ne istedikleridir? İşte bu anlaşılmış değildir! Marks, işçi ve emekçilerin burjuvaziye karşı vermiş olduğu siyasal savaşım tarihinden, burjuva devletin parçalanıp ortadan kalkacağı, ve bunun yerine proleter devletin zorunlu olarak geçeceği sonucunu çıkarmıştır. Bunun da devletten devletsizleşmeye geçişten başka bir şey olmadığının altını çizmiştir. Eski devlet aygıtının proletarya tarafından ele geçirilerek kullanılamayacağının teorik olarak gösterilmesi, aynı zamanda, proleter devrimin burjuva devlet karşısındaki görevlerini de aydınlatmaktadır. Bilhassa, her siyasal yönetimin karakterini, o siyasal yapının üzerinde biçimlendiği mevcut iktisadi düzeyin özelliği ile ilişkilendirerek açıklaması, Marksist devlet kavramının ayırt edici bir yanını oluşturmaktadır. Marks bunu şöyle açıklamaktadır: "Üretim araçları sahipleriyle doğrudan doğruya üretici olan kimseler arasındaki ilişki.... daima, egemenlik ve bağımlılık arasındaki ilişkilerin siyasal biçimini içeren, bütün toplumsal yapının en gizli sırrını, saklı temelini, yani kısaca, devletin özgül biçimini açığa vurur." Marksizmi akılmaz derecede çarpıtan yazar, "devletin sınıf mücadelesi ve sınıf egemenliğinin" yanıtlanması noktasında da yetersizliklerin olduğunu söylüyor. Peki, Manifesto'daki şu özlü açıklama neyi ifade ediyor? "Burjuvazi, en sonunda, büyük ölçekli çağdaş sanayinin ve dünya pazarının kullanılmasından bu yana, siyasal egemenliği çağdaş temsili (parlamenter) devlette tek başına ele geçirmiştir. Çağdaş devletin yürütme gücü bütün burjuvazinin ortak işlerini yöneten bir komiteden başka bir şey değildir." Marksizm-Leninizm, devlet kavramını canlı bir organizma bütünlüğü temelinde ele alıp, doğma, büyüme ve ölme, diyalektik yasasının şaşmaz hareketi ile ilişkilendirmiştir. Yazar, proletaryanın elindeyken, devletin neden sönmediğini, buradan da yola çıkarak, Marksist devlet teorisinin yanlış olduğu sonucunu çıkarıyor. Oysa, söz konusu ettiği devletlerin tarihi düzeyi ve tarihi ömrü hakkında bilgi edinmiş olsaydı, belki de bu derece yavan ve kokuşmuş burjuva ideolojilerine kölece boyun eğmezdi. Burjuva toplumunu ebedi görenlerin ya da onu ileriye yönelik tarihsel gelişmenin başlıca itici gücü olarak görüp değerlendirenlerin çalışmaları bilimsellikten tamamen uzaktır. Çünkü içsel bağıntıları derinde olan olguların özüne inemiyorlar. Marx, "Ama, eğer nesnelerin (şeylerin) göründükleri biçimleri doğrudan doğruya gerçeklikleri ile çakışmış olsalardı, bilimlere gerek kalmazdı" uyarısında bulunuyor. Bunu dikkate almayanlar, burjuva ideolojisini bir öğreti tarzında savunmaya mahkumdurlar. Proletaryanın devrimdeki somut görevleri ile ilgili olan devlet sorununu, Marks ve Lenin defalarca ele aldılar. Kapitalizmden komünizme geçme süreci içerisinde ortaya çıkacak olan en son devletin karakterini ve nasıl ortadan kalkacağını, bunun yerine devlet olmayan hangi kurumların geçeceğini, bilimsel çalışmalara bağlı kalarak gayet açık, büyük bir dikkat ve düşünce zenginliği ile irdelemişlerdir. Bu teorik temel ilkelerin özüne ve çalışma yöntemine bağlı kaldığımız zaman, tarihsel sınırlarına yaklaşmış bulunan bugünkü kapitalizmin ve bunun yerini alacak olan komünizmin tarihsel eğilimlerini belirli bir düzeyde de olsa görmede zorlanmayız. Zaten yaşam gerçekliği tarafından doğrulanan, Marksizmin ta kendisidir. Her türlü burjuva ideolojisinden yakasını bir türlü kurtaramayanlar aksini iddia etse de bu böyledir ve böyle olması da bir zorunluluktur. Marks, Engels ve Lenin'in eserleri ciddi bir biçimde incelendiği zaman, devletin nereden geldiğini ve nereye doğru gittiğini gösteren genel tablonun çerçevesi fark edilebilir. En ince ayrıntılarının çizgileri, bu ana tablonun genel görüntüleri içinde saklıdır. Tarihsel ve toplumsal gelişmenin seyri içerisinde bunlar eğilim olarak ortaya çıktığında, Marksizmin sürdürücüleri tarafından uygun olan yerlerine işlenerek konulacaktır. Çünkü tarihsel gelişme ile Marksist teorinin gelişmesi arasında bir paralellik vardır. Her ne kadar burjuva bilinç biçimleri ile aralarına kesin sınır koyma mücadelesi tamamlanmışsa da, bunun içeriğini doldurma ve eskiyen göreceli doğruların yerine yeni göreceli doğruları aktarma mücadelesi devam etmektedir. Ön açıcı ve maddeci olan en doğru kavrayış budur. Marks'ın sosyalist (komünist) toplum için teoride belirttiği "devlet" tipi soyuttur. “Sosyalist devlet”in gelişim biçimi önceden belirlenemez. Önemli olan teorideki “sosyalist devlet”in ne ifade ettiğini anlayabilmektir. Marksist teorideki “sosyalist devlet”, burjuva üretim ilişkilerinden daha üstün bir üretim ilişkisinin üzerinde durup yükselen yani değer yasasının ikincil bir konuma itildiği, ekonominin planifikasyonunun tayin edici bir yere sahip olduğu bir toplumdaki “devlet”tir. Devletin karakterine ait belirlemeler, üzerinde biçimlendiği üretim tarzı ile ilişkilendirilerek yapılır. Aslında bu "sosyalist devlet" denen organizma bir devlet değildir. Günümüzde yaygın olan yanlış bir anlayışın komünistler tarafından da benimsendiğini hatırlatmakta yarar görüyorum: O da proletarya diktatörlüğünün tamamen devlet kavramı ile özdeşleştirilmesidir. Proletarya diktatörlüğü Marksizmde komünizmin alt aşaması olan sosyalizm dönemi için kullanılır. Burada belirleyici ve baskın olan komünizmdir. Çünkü iktisadi ve tarihsel yönden kapitalizmin belirleyici öğelerinin dışına çıkılmıştır. Sadece geçmiş topluma ait kalıntıların gelecek topluma eklemlendiği bir durum söz konusudur. Kuşkusuz bu maddi kalıntıların karakterine uygun ideoloji, siyasal, örgütsel ve kültürel yansımaların çeşitli biçimler altında görülmesi devam edecektir. Tarihsel sosyalizmde (kapitalizmin tarihsel sınırları içerisinde olmayan) devletin büyük oranda sönmesi kaçınılmazdır. Genel olarak egemen hale gelmiş bilimsel komünist emek ile kalıntı düzeyindeki burjuva emek biçimi üzerinde duran bir üst yapı, burjuva toplumundaki gibi bir üst yapı değildir. Devletin uzmanlık alanları yok olup gittiği için, kalıntı görünümünde cansız bir devleti andırmaktadır. Burada, proletarya diktatörlüğü, devlet kavramı ile eşitlenemez. Bunu böyle kavrayanlar, sönen devlet organlarının yerine, hangi organların geçeceğine açıklık getiremiyorlar. Marks, Engels ve Lenin’in, proletarya diktatörlüğünden söz ederken, "devlet olmayan" ya da "yarı-devlet" kavramlarına yer vermeleri, proletarya diktatörlüğünü tamamen devlet kavramına indirgemediklerinin açık bir kanıtıdır. Teorik açıdan sorunun düğüm noktasını oluşturan, devlet organları ile devlet olmayan organların (komün ya da sovyet) arasındaki tarihsel ilişkiyi bulup ortaya çıkarmaktır. Bu konuyu değişik bir açıdan inceleyen K. Erdem, şöyle yazıyor: "Eğer proletarya diktatörlüğünü tek devlete indirgersek ve onu maddi komünist temellerinden ayrı ve tek bir "üstyapı" olarak ele alırsak devlet sönmez. Sönen bir bütün olarak proletarya diktatörlüğü içerisindeki örgütler değildir. Sönen proletarya diktatörlüğü içerisindeki devlet kavramı ve ona ait kategorilerdir. Ama buna karşılık gelişen sovyet tipi örgütlenmelerdir. Eğer devletin sönmesi, sovyet örgütlenmesinin sönmesine kadar genişletiliyorsa bu tamamen yanlıştır. Eğer sovyet örgütlenmesi, devlet örgütlenmesiyle özdeşleştiriliyorsa, o zaman işler yine aynı kapıya çıkar. Komünizm artık bu teorideki ince perdenin (ki bu Lenin'de mevcuttur) farkına varmalı (bu fark geçiş döneminin ekonomisinde de mevcuttur) ve bunu tamamen bilince çıkarmalıdır. " (K. Erdem, Devrimci Bülten Sayı 28. Sf. 29) IX-Sonuç Marksizm, revizyonistlerin yorumladığı biçimde "kriz"de olamaz. Tarihsel olarak her türlü burjuva ideolojilerinden tamamen ayrı durmayı başaran ve tarihsel gerçekleri yansıtan bir öğretinin öze ilişkin krizi mümkün değildir. Mümkün olsaydı onu ilke düzeyinde benimseme olanağı olamazdı. Çünkü ilkeler bilimsel araştırma ve incelemeler sonucunda elde edilir. Eğer doğaya ve insanlık tarihine yönelik bilimsel çalışmalar, materyalist bakış açısı ve diyalektik yönteme dayandırılmamış olsaydı, bu ilkeler elde edilemezdi. Burjuva ideologlar Muhammet'in müslümanlık öncesi dinleri ele aldığı gibi eski toplumları ele aldıkları için, her şeyin burjuva toplumundan ve onun bilinç biçimlerinden ibaret olduğunu sanmaktadırlar. Burjuva ideolojisinin bir başka özelliği de ondaki yanlış ve yanılsamalı alternatiflerin oldukça çokluğu ve buna bağlı olarak karmaşıklığıdır. Komünizmin görevi, yüzeydeki bu farklı çatışmaları aralayıp derindeki öze doğru inmek ve temel eğilimlerini ortaya çıkarmaktır. Burjuva toplumunun kendi içinde göstermiş olduğu ilerleme, tarihsel açıdan elbette bir olumlu adımı ifade ediyor. Ama bu tarihin burjuva toplumunu olumsuz yönde asla etkilemeyeceği, toplumu her zaman yönetmesi gereken sonsuz yasaların doğal bir uzantısı ve sonuncusu olduğu anlamına gelmez. Eğer toplumlar tarih sahnesinde ebedi olarak kalma özelliğine sahip olsalardı, tarih diye bir şey olmazdı. Nasıl ki, burjuva toplumundan önceki toplumlar, tarih sahnesine çıkma, büyüme ve yok olma seyrini izleyerek tarihsel sonuçlarına ulaşmış ve yerini başka bir topluma zorunlu olarak bırakmışsa, burjuva toplumu da aynı biçimde bu genel ilkenin yasaları doğrultusunda hareket ederek yerini başka topluma bırakmak zorundadır. Burjuva ideolojisi, toplumsal ilerleme yasalarından ve sonuçlarından elde edilen bilimsel Marksist ilkeleri baş aşağı çevirdiğinden dolayı, onu yanlış algılamaktadır. Dolayısıyla, burjuva ideolojilerin Marksist ilkeler karşısında gösterdikleri kavrayışsızlığın nedenini burada aramak gerekiyor. Lenin, Marksizmi seviyesizce çarpıtan liberalleri eleştirirken şöyle diyordu: "Eğer bir teori açıklanamıyorsa— susun, ya da onun tam olmaktan çok uzak bir açıklamasını verdiğinizi, en önemli özelliklerini dahil etmediğinizi söyleyin; ama onu yalnızca bölük pörçük açıklamak ve sonrada da oluşundan yakınmak niye? "(Lenin, Halkın Dostları Kimlerdir. Sf. 206) Tarihte Marksizmin en büyük takipçileri olan Bolşevikler Marksizmde asla sağa sola bükülmeyecek özellikte bilimsel bir gerçekliğin derin zenginliğini mi, yoksa mücadelelerinin pratik ihtiyacına cevap vermede öze ilişkin bir yetmezliği mi görüyorlardı? İşte yanıtı: "Bolşevikler, amaçlarının, sosyalizmde yeni bir yön yaratmak olmadığını, ama uluslararası devrimci gerçek Marksist sosyal-demokrasinin temel ilkelerini bizim devrimimizin yeni koşullarına uygulama olduğunu daha devrimden önce oldukça kesinlikle ilan etmişlerdir." (Lenin, Tasfıyecilik Üzerine sf. 44) Demek ki, sosyalizmde yeni bir yön yaratmak isteyenler ve buna bağlı olarak Marksizmin yetmezliğinden söz edenler, dün olduğu gibi, bugünde revizyonistlerdir. İnsanlar, Marksizm-Leninizmi incelemeye nasıl girişeceklerini anlayamadıkları sürece, ya onu dogmalaştırırlar ya da temel teorik ilkelerine saldırarak yetersiz olduğuna dair saçma sapan teoriler icat ederler. Lenin, Marks'ın materyalist tarih anlayışını çarpıtarak yetersiz bulan, daha doğrusu onu anlayamayan Mihaylouski'yi eleştirirken şöyle diyordu: "Tıpkı oldukça geniş bir sayıda gerçeklere ilişkin olarak kanıtlanmış olan dönüşümcülük fikrinin, bazı hayvan ve bitki türleri için dönüşüm gerçekliğini, kesinlikle saptamak henüz mümkün olmamışsa da, bütün biyoloji alanına yayılması gibi. Ve nasıl ki, dönüşümcülük, hiçte türlerin "tüm" oluşum tarihini açıklamak iddiasında değilse, yalnızca bu açıklamanın yöntemlerini bilimsel bir temele oturtmak iddiasındaysa, tarihteki materyalizmde, hiç bir zaman her şeyi açıklama iddiasında olmamış, yalnızca tarihi açıklamanın, Marks’ın deyimiyle (Kapital), "tek bilimsel " yöntemini göstermek iddiasında bulunmuştur." Demek ki, tarihsel materyalizm "her şeyi açıklama" ya da "bütün tarihsel kilitlere anahtar" bulma iddiasında olmamıştır, yalnızca tarihsel ve toplumsal ilerlemeleri, varsayımlardan arındırarak, bilimsel bir çalışma yönteminin temelleri üzerinde analiz etme olanağını yaratmıştır. Bu bağlamda, yönteme ilişkin bir eksikliği bulunmayan Marksizmin "kriz"de olması mümkün değildir. Marks ve Engels, toplum bilimi alanında eksik olan yöntemsel kusurları, materyalist tarih anlayışı ve diyalektik yönteme hakim olduktan sonra aşabildi. Marks'tan önceki toplum bilimcileri bunu yapamazdı. Çünkü tarihsel nedenler buna engeldi. Toplumsal ilerlemenin tarihsel düzeyi, somutta bunu gerçekleştirecek kadar malzemeyi henüz ortaya çıkarmamıştı. "Marks ve Engels'in materyalist diyalektiği, relativizmi de kayıtsız -koşulsuz- kapsamına alır, fakat relativizme dönüşmez, yani bütün bilgilerimizin göreceli(nispi) olduğunu kabul eder. Ne var ki, bu görecelik, objektif gerçeği yadsıma (red) anlamına gelmez, bilgilerimizin, bu gerçeği çevreleyen sınırlara yaklaşmasının tarihsel koşullara bağlı olduğu anlamına gelir. " (Lenin) Her şey kendi koşulları içinde ele alınırsa bir anlam ifade eder. Belli bir zaman için doğru olan, başka bir zaman için yanlış olabilir. Çünkü koşullar durmadan değişmektedir. Önemli olan neyin değiştiğini ve neyin geliştiğini kavrayarak, mutlak doğru ile göreceli doğrular arasındaki içsel bağlantının bütünlüğünü kavrayabilmektir. Marksizm-Leninizm de, tarihsel nedenlerden dolayı "gerçeği çevreleyen sınırlara" tam olarak yaklaşamamıştır. Ancak, bu sınırlara yaklaşmanın yöntemini ve yolunu gösteren bilimsel formülasyonlara ulaşmayı başarmıştır. Bunların göreceli olması, tamamını yadsımaya gerekçe olarak gösterilemez. İşte, Marksizmin "kriz"de olduğunu iddia edenler, Marksizmin mutlak doğruları da dahil olmak üzere tamamının bu koşullarda göreceli olduğunu benimseyerek onu yadsıma ya da sıradan bir burjuva ideolojisi düzeyine indirgeyerek halihazırdaki gerçekliğinden iradi olarak soyutlamış oluyorlar. Burada kırıntı düzeyinde de olsa, somut şartların somut analizi var mıdır? Hayır! Nereden bakarsanız bakın, Marksizmi tümden inkar etme ya da seviyesizce çarpıtma gün gibi ortadadır! Devrimci Bülten Sayı 41 Devamı...
|
 |
|
|
|