 |
PDK Devrimci Bülten - Sayı 42 (3) |
 |
 |
ENTERNASYONALİZMİN BAZI TEORİK SORUNLARI ÜZERİNE (III) -2 (KOMÜNİST ENTERNASYONAL İÇİN BİR DÜNYA STRATEJİSİ) K. Erdem Gömülerde yani para fonlarında biriken paranın,çeşitli biçimlerini mantıksal olarak birbirinden ayırdetmek gerekir. Bugün bu emperyalist dünya ekonomisinde çok karmaşık bir yapıya bürünür. Yığılan paranın biçimleri, üretken sermayenin unsurlarına bağlı olarak biçimler alır. Üretken sermayenin değişen ve değişmeyen sermayesine (bu sonuncusu da kendi içerisinde döner ve sabit sermaye olarak bölünür) bağlı olarak para birikim fonlarında çeşitli zamanlarda ve çeşitli biçimlerde (bu biçim farklılığı da bu biriken fonların farklı kullanılma işlevlerinden kaynaklanır) para birikir. Bu biriken paranın kaynağı genellikle şunlardır: - Yatırılan sermayenin (değişen ve değişmeyen sermaye) geri dönen kısmı. Ama bu biçim de kendi içerisinde Kesim-I ve Kesim-II’nin yatırılan sermayesi olarak ikiye ayrılır. Bu yatırılan sermayenin değişmeyen kısmının sabit sermayesini oluşturan kısımın para biçiminde geri dönüşü uzun bir devir dönemini kapsar. Çünkü sabit sermayenin tek tüketilen kısmı geri döner. Sabit sermayenin tamamen geri dönmesi için ise, yeni bir üretken devrenin açılması gerekir. Ama bu devre açıldığı zaman sabit sermayenin tamamı da tüketilmiş olur ve geri dönüşü de tamamlanmış olur. Tamamen tüketilen sabit sermaye, üretken süreci daha üstün ve büyük bir sabit sermaye yatırımı için terk eder. Böylece sabit sermayenin tamamının para biçiminde geri dönüşü ile yeni bir üretken devrenin açılışı çakışır. Bu dönemin ise yaklaşık olarak 10,5 yıllık bir dönemi kapsadığını yukarıda belirttik. Hemen hemen yaklaşık olarak bu böyledir. Çünkü genellikle yeni bir devrenin açılışı ile sabit sermayenin para biçiminde geri dönüşü arasında göreli aşırı–üretimden kaynaklanan bunalımlar yer alır. Bunalımlar, sermayeye yeni bir üretken sermaye devresini açmada itici bir etki yapar. Ona ne yapmasını göstererek, zorla bir çeki düzen verir.
Kesim-I’deki sabit sermayenin para fonu, Türkiye gibi ülkelerde mevcut değildir. Yine aynı şekilde bu kesimin değişen sermayesinin ve artı-değerinin biriktiği fonlar da mevcut değildir. Olsa dahi emperyalist ülkelerdeki Kesim-I sermayesine bağlı ve onun çok cılız bir uzantısı şeklindedir. Aynı şekilde para-birikim fonlarında Kesim-II’nin yatırılan sermayesinin (değişen ve değişmeyen) geri dönen kısmı ile artı-değeri birikir. Değişmeyen sermayenin sabit sermayesi burada Kesim-I için söylenenin aynısıdır. Ancak bir farkla, o da Kesim-II, uluslararası ölçekte, uluslararası tekel ile işbirlikçi tekelci sermayenin toplamından oluşur. Sadece Direkt Sermaye Yatırımları (DSY) ile faaliyet gösteren uluslararası tekellerin yatırılan sermayesi ile artı-değeri, bir bütün olarak kendilerine döner. Ama işbirlikçi tekelci sermaye ile “Ortak-Girişim” biçiminde faaliyet gösteren uluslararası tekellerin yatırılan sermayeleri ile artı-değerleri, ortaklığın oranına göre ayrı ayrı birikim fonlarında geri döner. Ama bu işin özünü değiştirmez. Türkiye gibi yarı-sömürgecilikten modern sömürgeciliğe evrilen toplumlarda Kesim-II’nin para birikim fonları, bir bütün olarak dünya genelinde Kesim-II’nin sermayesinin içerisinde yeraldığı orana göredir. Kısacası Kesim-II’nin para fonlarının bir kısmı, yarı ve modern sömürgelerde bulunur. Ama bunlar uluslararası yeni bir üretim sürecinde, uluslararası tekellerin (tüketim araçları üreten) para fonları ile birleşerek ortak girişim biçiminde yeni bir üretken devreyi açar. - ·Ama bu para birikim fonlarından farklı olarak, Kesim-I ve Kesim-II’nin en iyi üretkenliğine sahip olan kapitalistlerinin artı artı-değerin biriktiği bir para fonu vardır. İşte bizi asıl ilgilendiren bu para-birikim fonudur. Burada biriken para belirli bir niceliğe ulaşmaksızın serbest kalmaz:
“Bu arada p (küçük p. P’=P+p’deki artı-değeri belirten küçük p---K. E) birikmiş olur ve bu birikim kendi işlevi olmayıp, yinelenen R ... R hareketinin sonucudur. Onun kendi işlevi, yinelenen artı-değer yaratma devrelerinden, yani dışardan yeterli bir artış alıp da kendi işlevi için gerekli asgari büyüklüğe sahip olana kadar para durumunda kalmaya devam etmektir; ancak bu asgari büyüklüğe ulaştıktan sonradır ki, para-sermaye olarak -bizim ele aldığımız durumda, işlev yapmakta olan para-sermaye P'nin birikmiş kısmı olarak- P'nin işlevi içerisine gerçekten girebilir. Ama bu arada birikmeye devam eder, ve, oluşum süreci, büyüme süreci içerisindeki bir para-yığma biçiminde varlığını sürdürür. Demek oluyor ki, paranın birikimi, yığılması, burada, gerçek birikime, sanayi sermayesinin boyutlarındaki genişlemeye geçici bir süre eşlik eden bir süreç olarak görülüyor. Geçicidir, çünkü, para-yığma, para-yığma koşulları içerisinde kaldığı sürece sermaye işlevini yapmaz, artı-değer yaratma sürecine katılmaz, yalnızca aynı kasaya yığılan ve hiç bir şey yapmadan miktarı çoğalan bir para topluluğu olarak kalır. ” (Marx,a. g. e. s. 80) Burada biriken parayı Marx gizli para-sermaye olarak adlandırır. Çünkü yeni bir üretken devrenin açılışına kadar ve bu yeni devreyi açabilecek düzeye gelinceye kadar birikir. Bu gizil para-sermaye en iyi üretkenliğe sahip olan kapitalistlerin para birikim fonlarında birikir. Ama bu birikimin de kendi içerisinde çeşitli yığılma kanalları vardır. Bu en iyi üretkenliğe sahip olan kapitalistler de,toplum içerisine (bugün bu uluslararası emperyalist sistemdir ve bu sistem içerisindeki emperyalist ülkelerdir) şu ya da bu şekilde dağılmışlardır ve kendi içerisinde bir çok kapitalist olarak bölünmüş durumdadırlar ve rekabet halindedirler. İlk başlarda fark edilmeyen, bundan dolayı da gizli bir şekilde biriken bu para-sermayenin de kendi içerisinde çeşitli yığılma biçimleri vardır: “... gelecekte kullanılmak üzere biriken gizil para-sermayenin şunlardan oluştuğunu görürüz: 1-Bankalardaki mevduattan. Ve bu,aslında,bankaların hizmetinde bulunan nispeten önemsiz bir miktardır. Para-sermaye burada ancak itibari olarak birikir. Fiilen biriken şey,salt çekilen para ile yatırılan para arasında belli bir denge doğduğu için paraya çevrilebilen (eğer çevrilirse) bakiye alacaklardır. Bir banka para olarak elinde yalnızca çok küçük bir miktar tutar. 2-Devlet tahvillerinden. Bunlar hiçbir şekilde sermaye olmayıp,yalnızca ulusun yıllık ürünü üzerinde bakiye alacaklardır. 3-Hisse senetleri. Bunlardan,sahte olmayanlar,gerçek anonim sermayeler üzerinde tasarruf hakkı ve yıllık olarak bunlardan artı-değer üzerinden gelen poliçelerdir. (...) “Kapitalist üretim esasına göre,para-yığmanın oluşumu hiçbir zaman kendi başına bir amaç olmayıp ya dolaşımdaki bir durgunlaşmanın---genellikle olduğundan daha fazla miktarda paranın yığılma biçimini alması--- ya da, devrin gerektirdiği birikimlerin bir sonucudur; ya da ensonu, para-yığma, yalnızca üretken sermaye işlevi görmek üzere geçici olarak gizil bir biçimde bulunan para-sermayenin yaratılmasıdır. (abç) Demek oluyor ki, para olarak gerçekleştirilen artı-değerin bir kısmı bir yandan dolaşımdam çekilir, yığılı para biçiminde biriktirilirken, artı-değerin diğer bir kısmı, aynı zamanda,sürekli olarak üretken sermayeye çevrilmektedir. (abç) Ek değerli madenlerin, kapitalist sınıfın üyeleri arasında bölüşülmesi dışında, para biçiminde birikim hiçbir zaman bütün noktalarda aynı zamanda yeralmaz. (abç)” (Marx, Kapital-II, s. 312-313, Sol Yayınları) Aslında gizil para-sermaye biçiminde yığılan para-sermayenin bir kısmı, artı-karı oluşturan kısımdır. Yukarıdaki alıntıda Marx’ın belirtmiş olduğu “bir kısmı biriken ve bir kısmı da üretken sermayeye çevrilen artı-değer” içerisinde aslında bu artı-karı oluşturan artı artı-değeri de barındırır. Peki Marx bunu niçin ilgili bölümü yazarken belirtmemiştir? İşte Marx’ın teorisinin çok önemli noktalarından ve hatta kilit noktalarından birisi. Bu nokta doğru anlaşılmadıkça Marx’ın yeniden-üretim şemaları anlaşılmaz. Aslında Marx ilgili yerde bunu çok kısa bir paragrafla da olsa belirtmiştir ama üzerinde durmamıştır. Ama hemen belirtelim ki, bilerek üzerinde durmamıştır. Son alıntının yapıldığı bölüm şu satırlar ile son bulur: “Bir kapitalistin, bir başkasına ait artı-değerin ya da hatta sermayenin bir kısmına el koyduğu ve böylece tek yanlı bir para-sermaye ve üretken sermaye birikimi ve merkezileşmesini meydana getirdiği dolaşım serüvenlerine burada yer verilmemiştir. Örneğin, A tarafından para-sermaye olarak biriktirilen aşırma artı-değerin bir kısmı, B'ye ait olan ve kendisine geri dönmeyen artı-değerin bir kısmı olabilir. ” (abç)(Marx,a. g. e. s. 313) Burada çok açık bir şekilde ama özellikle de alıntının son cümlesinde, gizil para-sermayede biriken artı-değerin, artı artı-değeri (artı-karı) de barındırdığı belirtilmektedir. Ama Marx bu bölümde buna yer vermediğini belirtiyor. Peki neden? Nedeni çok basittir. Çünkü Marx, Kapital’in I. ve II. Ciltlerinde sürekli olarak metaların üretim-fiyatları üzerinden değil değerleri üzerinden satıldığını varsayıyordu. Eğer sermayeyi teorik olarak açıklamak istiyorduysa da bunu böyle varsaymak zorundaydı. Aksi taktirde analiz edemezdi. Metaların değerlerinin üzerinde satıldığının varsayılması, onun teorisinin temel ölçütünü oluşturuyordu. Bu ölçütü bir koyduktan sonra, teorideki herşeyi buna indirgeyerek yapmak zorundaydı. Ama ne zaman ki sermayenin eleştirisinde en yüksek biçime gelindi yani genel kar oranı ve bunun biçimlerine gelindi, Marx, metaları değerleri üzerinden değil, üretim-fiyatları üzerinden satıldığını varsaymaya başladı. İşte Marx, genişletilmiş yeniden-üretimin sonunda ortaya çıkan bu artı-kar kısmını, genel kar oranı sorununu ele aldığı zaman işledi. Onun için Marx’ın teorisi somut bir döneme uygulanırken, Genişletilmiş Yeniden-Üretim (GYÜ) ile Genel Kar Oranlarının Eşitlenmesi (GKOE) birleştirilerek ele alınmalıdır. Zaten F. Engels, Kapital’in II. Cildine yazmış olduğu önsözde, Kapital’in II. Cildinin Kapital’in III. Cildine bir giriş olduğunu belirtmiştir: “Bu ikinci cildin parlak incelemeleri ve şimdiye değin neredeyse hiç el atılmamış alanlardaki yepyeni sonuçları, Marx'ın kapitalist bir temele dayanan toplumsal yeniden-üretim sürecinin tahlilinin sonal sonuçlarını geliştiren üçüncü cildin içeriğine yalnızca bir giriştir. ” (abç) (F. Engels,Kapital-II, Önsöz,s. 28) Engels’in de belirttiği gibi “yeniden-üretim sürecinin tahlilinin sonal sonuçları” Kapital’in III. Cildinde yeralıyordu. Yani yeniden-üretim sürecinin doruk noktası Genel Kar Oranlarının Eşitlenmesi içerisinde kendisini gösteriyordu. Kapital okurları, Kapital’in II. Cildi ile III. Cildi arasındaki mantıksal bağı kendileri yapmak zorundadırlar. Demek ki her ne kadar Marx, genişletilmiş yeniden-üretim ile genel kar oranlarının eşitlenmesinin teorik serimini ayrı ayrı yapmışsa da, pratikte bunlar iç içe geçmiş bir şekilde ortaya çıkarlar. Biz yine konumuza dönersek eğer, artı-karın gömü biçiminde yığılması da kendi içerisinde eşitsiz bir şekilde ortaya çıkar. Zaten daha önce yaptığımız alıntının son cümlesinde “para biçimindeki birikim hiçbir zaman bütün noktalarda aynı zamanda yeralmaz” diye belirtilmektedir. Bu para-sermaye çeşitli zaman dilimlerinde ve çeşitli yerlerde derece derece ortaya çıkar. Ama her ne kadar bu kapitalist katmanın bireysel kapitalistleri birbirinden tecrit edilmiş olarak ortaya çıksalar da,bunların bireysel sermayelerinin devreleri,toplumsal ölçekte içiçe geçerek,bu katmanın toplam toplumsal sermayesinin hareketini meydana getirirler: “ ... bireysel sermayelerin devreleri iç içe girer,birbirlerini öngörür ve zorunlu kılar,ve salt ördükleri bu ağ içerisinde toplam toplumsal sermayenin hareketini meydana getirirler. ” (Marx,a. g. e.,s. 316) En iyi üretkenliğe sahip olan bu burjuva katman, kendi içerisinde yani kendi katmanı içerisinde de, birbirlerine rakip bireysel ya da grupsal biçimlere bölünmüş durumdadır. Örneğin mali-sermaye çağında, bu katmanın içerisindeki kapitalistler, birbirlerine düşman kamplara bölünerek,ekonomik ve politik rekabetleri emperyalist savaşlara neden olur. Bu kapitalistlerin artı artı-değerlerinin bir kısmı, gömü biçiminde birikirken (bunun için dolaşıma sürekli olarak meta sürmeleri gerektiğini gördük) diğer bir kısmı da, rekabetin zorlayıcı baskısı temelinde, sürekli olarak üretken sermayeye çevrilir, ki bu aynı zamanda üretici güçlerin gelişmesidir. Ama yığılan paranın, üretken sermayeye çevrilebilmesi için de bunun belirli bir sınıra ulaşması şarttır: “Üretken sermayeyi harekete geçirmek için, devir döneminin uzunluğuna bağlı olarak şu ya da bu miktarda para-sermayeye gereksinme vardır. (abç) Devir döneminin,çalışma zamanı ve dolaşım zamanı diye bölünmesinin,para biçiminde, gizli ya da sermayede bir artışı gerektirdiğini de görmüş bulunuyoruz. (abç)” (Marx,a. g. e.,s. 319) Kapitalistler arasındaki rekabet ama özellikle de bu katmanın kendi arasındaki rekabet, bu gerekli para-sermaye sınırını sürekli yükseltir. Böylece bu katmanın rakip kapitalistleri, kendi konumlarını sürekli karşılıklı olarak rekabet yoluyla düzenlemeye çalışırlar. Rekabetin karşılıklı olarak birbirleri üzerinde yapmış olduğu etki, onları, daha alt kapitalist gruplarla (bunlara işbirlikçi ticaret ve sanayi burjuvazisi de dahildir), kendi çıkarları temelinde anlaşmalar yapmaya ya da onları kendi uluslararası kapitalist sistemlerine uymaya zorlar. Şu ya da bu şekilde, bu alt kapitalist katman ya da gruplar, bu katmanın oligarşik diktası (ister burjuva-demokratik isterse de faşist bir biçime sahip olsun bu oligarşi, işin özü değişmez) altına girerler ya da girmeye zorlanırlar. Artı-karın uzun bir dönem boyunca yavaş yavaş geri dönmesi ya da birikmesi ve bu birikimin belirli bir derecesinden sonra da üretken sermaye yatırımlarıyla üretici güçleri daha da geliştirmesi, kaçınılmaz olarak, bu katmanın kendi içerisinde rakip kapitalistleri, şu ya da bu biçimde, uluslararası alanda savaş racılığıyla karşı karşıya getirir. Artı-kar yavaş yavaş gömü biçiminde birikirken ve bu gömünün bir kısmı da üretken sermaye biçiminde sürekli olarak serbest kalırken, üretici güçlerin gelişme düzeyine bağlı olarak, uluslararası mali-oligarşi ilk önce görece bağımsızlığa sahip olan geri ülkeleri ya da daha zayıf ülkeleri, daha sonra da yarı-bağımlı ülkeleri kendisine tam bağımlı bir hale getirmeye çalışır. Üretici güçlerin gelişme derecesinin belirli bir döneminde de bu sefer, bu katmanın rakip kapitalistleri, kendilerine bağlı olan alt kapitalist katman ve sınıflarla birlikte, birbirlerinin nüfuz alanındaki sömürge ve bağımlı toplumları ele geçirmeye çalışırlar. İşte bunu da ancak bir dünya savaşı aracılığıyla yapabilirler. Ama bu noktayı biraz daha açmak gerekir. Bu sorunun mantığını doğru anlamak için, emperyalist dünya ekonomisi içerisinde Kesim-I ve Kesim-II arasındaki ilişkilerin hangi biçimlerde oluştuğunu ve her ikisi arasındaki ilişkilerin nasıl zaman zaman bozulduğunu ve aksadığını vede bu durumun ne gibi sonuçlara yol açtığını anlamak gerekir. Bu da ancak Marx’ın genişletilmiş yeniden-üretim teorisini iyi kavramakla mümkündür. Genellikle genişletilmiş ölçekte bir yeniden-üretim, bir bunalımdan çıkış ile yeni devresine başlar. Her seferinde bunalıma giriş, Kesim-I ile Kesim-II arasındaki ilişkilerin bozulmasının ya da değişen oranlarda aksamasının bir sonucu olarak ortaya çıkar ve her ikisi arasında yeni bir biçimde ilişkilerin kurulmasıyla da bunalımdan yavaş yavaş çıkılır. Bunalımlar kapitalistlere bir tür toplumsal gösterge oluştururlar ve onlara toplumsal gelişimin yönünü ve araçlarını gösterirler. Rekabetin temel düzenleyici bir rolünün olduğu bir toplumda bu başka türlü de olmaz zaten. Sermayenin tarihsel gelişiminde, yeni bir üretken devrenin açılışı, her zaman Kesim-I’in sabit sermayesini (Is) üreten kapitalistlerin (Marx, Is’i üreten kapitalistleri A,A’,A’’ vb. biçimlerde sunar) yeni bir üretken sermaye devresinin sonucunda gelişmeye başlar. Kesim-I’in A,A’,A’’ vb. kapitalistleri (bu kapitalistlere emperyalist dünya ekonomisinde örnek olarak, her türlü uçak üretiminde kullanılan makineleri üreten,uydu yapımında ve bunu yörüngeye yerleştirmede kullanılan makineleri üreten, otomobil yapımında kullanılan makineleri üreten, nükleer reaktörlerin yapımında kullanılan makineleri üreten, tıpta ve laboratuarlarda kullanılan gelişkin makineleri üreten vb. kapitalistleri örnek olarak verebiliriz) yeni bir üretken sermaye devresini açarlarken, Kesim-I’in B,B’,B’’ vb. kapitalistleri (B,B’,B’’ vb. kapitalistler,A,A’,A’’ vb. kapitalistlerden satın aldıkları üretim araçları, yani sabit sermayeleri aracılığıyla, Kesim-II’nin kapitalistlerine üretim araçları yaparlar. Bu kapitalistlere örnek olarak da Boeing, Airbus,Mc Douglas gibi uçak üretimi yapan şirketleri örnek olarak verebiliriz. ) daha para-yığma aşamasındadırlar. Teorik olarak, A kapitalistleri kendi üretken-sermaye devrelerini bitirirken, metalarını satma aşamasına geldikleri zaman, B kapitalistleri para-yığma aşamasının sonuna gelirler. Yani yeni bir yeniden-üretim sürecine başlayacak olan gerekli para birikimini tamamlamış olurlar. A kapitalistleri, dolaşıma meta (ki bu metalar yatırılmış sermayeleri ile artı-değerlerini barındırır) sürerek dolaşımdan para çekerken,B kapitalistleri,dolaşıma para sürerler ve meta çekerler. A kapitalistleri dolaşımdan çektikleri parayı hemen bir satın alma ile tamamlamazlar. Bu zaman zarfında onlarda para birikir. B kapitalistleri,yığılı paralarını satın almalar ile serbest bırakarak yeni bir üretken sermaye devresini açarlar: “Bu noktada her şeyden önce şu nokta vurgulanmalıdır ki, dolaşımdan, kendi artı-değeri miktarında para çekmekle ve onu yığmakla birlikte, A, öte yandan dolaşıma, karşılığında başka metalar çekmeksizin metalar sürer. B,B', B'' vb. kapitalistleri, böylelikle, dolaşıma para sürme ve dolaşımdan yalnızca metalar çekme olanağını elde ederler. Ele alınan durumda bu metalar, maddi biçimlerine ve gidecekleri yere bağlı olarak, B, B', B'' vb. kapitalistlerinin değişmeyen-sermayesine sabit ya da döner öğe olarak girerler. ” (Marx,a. g. e. s. 439) Kısacası bir sermaye başkalaşımının ilk devresini başlatırken, bir başka sermaye başkalaşımının ikinci devresini başlatır. Bu aslında daha önce ele alınan M-P-M sürecinin özel bir türünden başka bir şey değildir: “... bir meta---başka bir meta,para biçiminden çıkarak yeniden meta biçimine dönüştüğü için ---para biçimini kazanır. Üstelik, burada, alım ve satımın ayrılığı bir başka şeyi daha gösterir:Bir sermayenin meta biçiminden para biçimine dönüşmesinin, başka bir sermayenin para biçiminden yeniden meta biçimine dönüşmesine tekabül etmesi gerektiğini gösterir. Bir sermayenin ilk başkalaşımı,ötekinin ikinci başkalaşımına denk düşmelidir; bir sermaye üretim sürecini terk ederken,bir başka sermaye üretim sürecine döner. Farklı sermayelerin yeniden-üretim ya da dolaşım süreçlerinin bu içiçeliği ve bütünselliği bir yandan işbölümünün gereğidir, öte yandan rastlantısaldır; böylece bunalımın içeriğinin tanımı daha bir tamlık kazanmış oluyor. ”(abç) (Marx, Artı-Değer Teorileri-II,s. 490) Bu noktada daha önce para birikim fonları için söylediklerimiz, burada A ve B kapitalistleri için de geçerlidir. Peki B,B’,B’’ vb. kapitalistleri kendi üretken sermaye devrelerini tamamladıkları zaman ne olur? Kesim-I’in B kapitalistleri kendi üretken-sermaye devrelerini tamamladıkları zaman (bunu da doğru anlamak gerekir. Bir yandan para-sermayeleri birikirken, bir taraftan da sürekli üretken sermayeye çevrilir. ), Kesim-II’nin kapitalistlerinin (Bu kapitalistlere örnek olarak da havayolu ve araba üretiminde faaliyet gösteren şirketleri verebiliriz. Örneğin Amerikan Airlines, Air France, Lufthansa, Biritish Airways,THY vb. gibi şirketleri havayolu sektöründe; Mercedes, Audi, Ford, Renault, Peugeot vb. şirketleri de araba sektöründe verebiliriz. ) de elinde para-birikimi az çok belirli bir nicelik sınırına, en azından Kesim-I’in B kapitalistlerinden kendi sabit sermayelerini (IIs) tekrar yerine koyacak (elbette her seferinde Kesim-I’deki büyümeye orantılı olarak büyüyerek) bir sınıra gelinceye kadar birikir. Az yukarıda Marx’tan yaptığımız alıntıda, bir sermayenin ilk başkalaşımını yaparken bir başka sermayenin ikinci başkalaşımını yaptığını gördük. Bu durum Kesim-I’in B kapitalistleri ile Kesim-II’nin kapitalistleri arasındaki ilişkide de geçerlidir. Emperyalist dünya ekonomisinde, Kesim-I’in A ve B kapitalistleri, sadece emperyalist ülke ya da bloklarda ortaya çıkarlar. Yarı-sömürge ve modern sömürgelerde çok cılız ve varolanı da emperyalist ülkelerdeki üretimin basit bir yan kolu ya da uzantısı olarak ortaya çıkar. Kesim-II’nin de kapitalistleri genellikle emperyalist ülkelerin uluslararası tekelleridir. Ancak dünya ekonomisindeki işbölümü çerçevesinde bu Kesim-II’nin uluslararası sermayesinin bir bölümü ama uluslararası tekellere bağımlı olarak, yarı ve modern sömürgelerdeki işbirlikçi tekelci sermayesine aittir. Böylece uluslararası çapta, Kesim-II kendi içerisinde bir çok kapitalist katmana bölünmüş olarak ortaya çıkar. Ancak hemen belirtelim ki, Kesim-I’deki A ve B kapitalistlerinin sermayelerinin yoğunlaşmaları ve merkezileşmeleri tarihsel olarak geliştikçe ve bu temelde de sermaye birikimleri arttıkça, vede tarihsel bir nicelik sınırına ulaştıkça, Kesim-II’nin kendi iç yapısında,uluslararası ölçekte önemli değişiklikler yaratması kaçınılmazdır. Kesim-I’in tarihsel büyümesi ile orantılı olarak ama özellikle de Is’nin büyümesi sonucunda, Kesim-II içerisindeki uluslararası tekeller,işbirlikçi tekelci sermayeyi derece derece yutarak ve onları kendi bünyelerine katarak,modern sömürgecilik eğilimini tamamlayacaklardır. “Makine yapımcısının sermayesini kullanmaya devam etmesi ve o sermayeyi yalnızca yeniden-üretmesi için, yaptığı bu makineleri kullanan sanayi dallarındaki üretimin sürekli genişlemesi gerekir. (Hatta eğer o da sermaye birikimi yapıyorsa,daha da büyük bir genişlemeye gerek olur. ) Dolayısıyla(makine yapım---ç) alanındaki sermayenin yalnızca yeniden-üretilmesi bile, üretimin geri kalan alanlarında sürekli birikimi gerektirir. ” (Marx,Artı-Değer Teorileri-II,s. 463) Kesim-I’in büyümesi, bu temelde de Kesim-II’nin uluslararası ölçekte büyümesi ve bu duruma uygun olarak da nüfuz ve pazar alanlarının geliştirilmesi, modern sömürgeciliği daha da geliştirecek ve bu temelde de emperyalistler arasında modern sömürge ve nüfuz vede paylaşım kavgasını daha da kızıştıracaktır. Bu süreç, emperyalist ülkelerde ve yarı ve modern sömürgelerde politik gericiliğin (özellikle de faşist-milliyetçi eğilimlerin) bütün toplum yaşamını kaplamasıyla el ele ilerleyecektir. Biz yine konumuza dönersek, Kesim-I’in kapitalistlerinin değişen sermayesi (yani ücretlere yatırılan bölümü) ile artı-değeri (I(d+a)olarak ifade edilir) Kesim-II’nin (Bunun içerisine uluslararası tekelci sermaye ile işbirlikçi tekelci sermayeyi sokuyorum. Böylece her seferinde bunu vurgulamaktan kurtulmuş olacağız. ) sabit sermayesi (IIs) aracılığıyla yerine konur. Şöyle de ifade edilir: IIs= I(d+a) Ama genişletilmiş yeniden-üretimde IIs, I(d+a)’ya eşit olmaz. I(d+a) sürekli olarak IIs’ten büyüktür. Böylece her seferinde yani genişletilmiş yeniden-üretim sonucunda IIs, I(d+a) (ki sürekli olarak genişletilmiş yeniden-üretim temelinde Is’yle orantılı olarak büyür)’ya tekabül eden değeri büyütmek zorunda kalır. Peki I(d+a)’ya tekabül eden IIs gerekli değeri yerine nasıl koyar? İşte emperyalist dünya ekonomisinde çok önemli bir sorun. Bu sorunun çözümü, yakın ve orta dönemde emperyalist sistemi neyin beklediği sorunuyla da yakından bağlantılıdır. Burada bir an duralım ve Marx’ın genişletilmiş ölçekte yeniden-üretim şemalarına geri dönelim. Marx’ın kendi kitabında vermiş olduğu örneğin aynısını buraya alalım ve bu temelde açıklamamıza bir somutluk kazandıralım (Kapital-II, s. 453-454-455. ). Genişletilmiş Yeniden-Üretim için başlangıç şeması I. 4000s + 1000d + 1000a =6000 II. 1500s + 750d + 750a =3000 Toplam=9000 Her seferinde Kesim-I’in artı-değerinin yarısının tüketim fonuna ayrıldığı ve yarısının da sermayeleştirildiği (I(½a), biçiminde ifade edilir) varsayıldığında ve bu temelde de IIs, kendisini I(d+a),’ya uydurmak zorunda kaldığı varsayıldığında, bir üretken devrenin sonunda şema şu biçimi alır (sömürü oranı % 100): I. 4400s + 1100d + 1100a II. 1600s + 800d + 800a Gerekli çıkarmalar yapıldıktan sonra (tüketim fonu ve sermayeleştirilen kısım ayrıldıktan sonra) şema şu biçimi alır: I. 4400s + 1100d + 550a II. 1650s + 825d + 725a Ama I’deki 550a tekrar s/d oranında yani dörtte bir (440s + 110a) sermayeleştirilir (Kesim-II’de bu ikiye birdir). O zaman şema şu hali alır: I. 4840s + 1210d + 550a II. 1760s + 880d + 660a Yeni üretken devresinin sonucunda oluşan 1210 artı-değerinin yarısı tüketilir ve yarısı sermayeleştirilmek için ayrılır. O zaman şema şu duruma gelir: I. 4840s + 1210d + 605a II. 1815s + 907,5d + 797,5a Toplam=10 175 Bu böyle devam eder gider. 9000’lik bir değer ile başlanmıştı ama yeniden-üretimler sonucunda bu değer 10 175’e çıktı. Önemli olan burada şunu görmektir: IIs, I(d+a),’yı yerine koyarken, bunu kendi IIa’sından temin eder. Ama daha önce de gördük ki, Kesim-II’nin kapitalistleri uluslararası tekeller ile işbirlikçi tekelci sermayenin tamamıdır(Elbette bunlara belirli bir dereceye kadar orta boy işletmeler de dahildir). Böylece dünyanın dört bir köşesinde bu kapitalistler, dünya işçi sınıfından sızdırdıkları artı-değerler ile kendi sermaye birikimlerini gerçekleştirirlerken, emperyalist ülkelerdeki Kesim-I’in yeniden-üretiminin de gerçekleştirilmesini sağlarlar. İşte emperyalist dünya ekonomisi bu iki sektörün uluslararası çapta uyumlu ilişkilerini gerektirir. Kesim-I ile Kesim-II arasındaki ilişkilere biraz daha yakından bakmak gerekir. Ama özellikle de I(d+a),’nın IIs karşısındaki çeşitli durumlarını incelemek ve bunları kapitalizmin tarihinde somut örnekler ile örneklendirmek gerekir. Az yukarıda Marx’ın yeniden-üretim şemalarında da belirtildiği gibi, Kesim-I’de birikimin olabilmesi için,bu kesimin sermayeleştirilen kısmı yani I(½a), ve böylece de I(d+½a),IIs’ye eşit ve I(d+a),’dan küçük olmalıdır. Yoksa Kesim-I’de birikim olmaz: “I(d+½a), IIs'ye eşit ve bu nedenle I(d+a)'dan daha küçüktür. Bu daima böyle olmak zorundadır, yoksa I birikmez. ” (Marx,Kapital-II,s. 462) Ama yine gördük ki,Kesim-I’in sermayeleştirilen kısmı I(½a),genişletilmiş yeniden-üretimde IIs’ten sürekli daha büyüktür ve IIs bu düzeye çıkabilmek için IIa’sından aktarma yapar: “I(d+½a), IIs'den büyüktür. Bu durumda yerine koyma, IIa'nın buna tekabül eden bir kısmını IIs'ye eklemek yoluyla sağlanır ve böylece bu miktar I(d+½a)'ya eşit hale gelir. ”(Marx,Kapital-II,s. 462) Peki IIs, I(d+½a)’ya eşit olan kısmını yerine koyamazsa ne olur? Bu Kesim-I’de bir aşırı-üretime neden olur,bu aşırı-üretim bunalımı,dalga dalga bu sektörle ilişkisi olan sektörlere,I’in ve II’nin diğer bütün kapitalistleriyle birlikte,para ve ticaret kapitalistlerine de yayılarak,bir çok kapitalisti iflasa sürükleyerek,bu sektörde çalışan işçilerin yıkımına yol açar. Buna en iyi örnek 1929 dünya ekonomik krizidir. Özellikle bu kriz döneminde emperyalist ülkelerin bu iki sektörü arasında bir uyumsuzluk söz konusuydu. Buna neden olan durum ise 1925-1929 arası çok hızlı bir üretim artışının ve bundan kaynaklanan Kesim-I’in hızlı büyümesiydi. Kesim-II,Kesim-I’in bu büyümesine pazarların darlığından dolayı ayak uyduramıyordu. Ama bu süreci çok şiddetli bir biçimde pazar alanları diğer emperyalist ülkelerden daha dar olan Almanya,İtalya ve Japonya yaşadılar. Bu ülkelerin kapitalistleri bu iki sektör arasındaki uyumun sağlanmasını faşist rejimlerin saldırgan siyasetlerinde aramaya başladılar. Sonuç tek kelimeyle felaket oldu. Bu noktada son durum,Kesim-I’in I(d+½a)‘sının yani sermayeleştirilen kısmının IIs’ten daha küçük olma durumudur. Hatta bir bütün olarak I(d+a),IIs’ten küçük bir duruma gelebilir. Ama bu tür durumlar,kapitalizmin tarihinde çok özel durumların sonucu olabilir. Bu durumda da Kesim-II’de bir aşırı-üretim söz konusudur: “IIs yalnızca I(d+a)'ya eşit değil ondan büyük hale de gelebilir. Bu, II'de bir aşırı-üretim demektir ve bu, II'nin sermayesinin bir kısmının I'e aktarılması sonucunu yaratacak olan büyük bir yıkım dışında herhangi başka bir yoldan giderilemez. ” (abç) (Marx,Kapital-II,s. 463) Bu nokta ile ilgili olarak tarihten bir örnek verebilir miyiz? Hem de çok güzel bir örnek verebiliriz. Üstelik Komünist Enternasyonal’i yakından ilgilendiren bir örnek. Bu noktaya 1920’lerin ve 1930’ların SSCB’sini örnek olarak gösterebiliriz. Ekim Devrimi,politik olarak Rusya’yı emperyalist sistemin dışına çıkardığı zaman tek Rus ekonomisinin değil ama dünya ekonomisinin Kesim-I ile Kesim-II arasındaki ilişkileri de bozdu. Emperyalistler, Rusya’nın sistemden çıkışını başka sömürgeler ile doldurma olanağına sahipken, Rusya çok zayıf olan Kesim-I’ini başka bir şeyle doldurma olanağına sahip değildi. Ekim devrimiyle birlikte Rus ekonomisinin oranları bozularak, IIs, I(d+a)‘dan daha büyük bir duruma yani bir tür Kesim-II’nin,Kesim-I karşısında aşırı-üretimi söz konusu oldu. Çünkü devrime kadar Rus ekonomisinin Kesim-II’sinin gereksinmeleri,emperyalist ülkelerdeki Kesim-I’den ithal edilerek karşılanıyordu. Böylece devrim,Rusya’yı emperyalist sistemden kopardığı zaman ve bu kopma emperyalist ülkelerdeki bir sosyalist devrim ile tamamlanmadığı zaman, Rus ekonomisi, Kesim-II’nin Kesim-I karşısında bir aşırı-üretim krizine girdi. Bunun sonucunda, yarı-proletaryanın politik kliği haline gelen Stalin kliği, politik iktidarı ele geçirdikten sonra ve 1928 yılında da proletarya ile olan politik müttefikliği atıp, onun yerine, kendi hegemonyasında küçük-burjuva teknokratlar ile ittifaklık ilişkisini koyarak, proletaryayı sıkı bir diktatörlük altına aldığı zaman; Birinci Beş yıllık Plan ile SSCB içerisindeki zayıf ulusları, devrim ile kurulan enternasyonalizmi tamamen parçalayarak sömürgecilik altına aldığı zaman; Kesim-II’nin temelini genişleterek Kesim-I’e, Marx’ın yukarıda belirttiği gibi sermayeyi “yıkıcı” bir şekilde aktararak ve bu temelde de SSCB’yi iç savaşın eşiğine getirerek aşmaya çalıştı. SSCB ekonomisinde iki sektör arasındaki zoraki uyum,II. dünya savaşından sonra,Orta ve Doğu Avrupa’daki ülkelerin Rusya’nın sömürgeleri haline gelmesiyle az çok sağlandı. Ancak 1991’deki çöküş bu temelin yine de dar olduğunu ortaya koydu. Bu durum komünistlerin kulağına adeta küpe olmalıdır. Enternasyonalizmin gerekleri dışında bir devrim anlayışının hareketi yozlaşmaya ve çürümeye götüreceğinin çok açık bir örneğidir. Enternasyonalizm bir niyet sorunu değil, emperyalist dünya ekonomisinin ve siyasetinin maddi gelişiminin ve yapısının kaçınılmaz bir sonucudur. Ama tam da bu noktada belirtilmesi geren iki durum söz konusudur: - ·Yeniden-üretim şemaları, metaların değerleri üzerinden satıldıklarını varsaydığı için,Kesim-I’de bir artı-karın,kar oranları eşitlendiği zaman oluştuğunu göstermez ve bizim bunu varsaymamız gerekir. Yani Kesim-I, sermayesinin organik bileşiminin yüksekliğinden dolayı, kar oranları eşitlenirken bir artı-kar elde eder ve bunu yeni üretken-sermaye devresine aktarır. Bu noktada şunu rahatlıkla ileri sürebiliriz ki, bu “artı-kar”,gelecekte, komünist ekonominin,kapitalist dünya ekonomisi karşısında üstünlüğünün temelini oluşturacaktır.
- ·Kesim-I ile Kesim-II arasındaki uyum,çeşitli devir dönemlerinin sonunda,pazarların durumundan dolayı bozulur. Çünkü pazarlar,sürekli olarak kapitalist ekonomide,üretici güçlerin gelişiminin gerisinde kalırlar:
“Pazar,üretimden daha yavaş genişler;ya da sermayenin,yeniden-üretim sürecinde içinden geçtiği döngüde---içinde sermayenin yalnızca yeniden-üretilmediği ama genişletilmiş ölçekte yeniden-üretildiği,içinde sermayenin bir çemberi değil bir sarmalı tanımladığı döngüde---- bir an gelir ki,pazar, kendisinin üretim için çok dar olduğunu ortaya koyar. Bu döngünün sonunda olur. Ama yalnızca,pazarın (metaya-ç) boğulduğunu ifade eder. Aşırı-üretim belirgindir. Eğer pazarın genişlemesi üretimin genişlemesine ayak uydurabilseydi,pazarda aşırı mal bolluğu,aşırı-üretim olmazdı. ” (Marx,Artı-Değer Teorileri-II,s. 503) Anarşik bir üretim yapısına sahip olan kapitalist sistemin itici gücü, pazarların durumunu dikkate almayan azami-kar elde etme dürtüsüdür. Bunun sonuçları ise, pazarın yapısıyla çelişkiye düşerek yani aşırı-üretime yolaçarak ortaya çıkar. İşte tam da bu noktada çok önemli bir sorunu incelemek gerekir. Bu sorun genişletilmiş yeniden-üretim sürecinin kendi içerisindeki çeşitli dönemlerinin ayrımıdır. Ama bu da metaların değerleri üzerinde değil ama üretim-fiyatları üzerinden satıldıklarının varsayılarak incelenmesi gerekir. Daha önceki bölümde (VII. bölümde) farklı organik bileşimlere sahip olan aynı nicelikteki sermayelerin belirli bir dönemin sonunda aynı kar oranını elde ettiklerini yani genel kar oranlarının eşitlendiğini gördük. Aslında bu durum, yeniden-üretim süreci içerisinde geçici bir durum yada çeşitli dönemlerin sadece biridir. Karın eşitlendiği dönem,en elverişli ve en elverişsiz koşullarda üretim yapan kapitalistlerin arasında yeralan ortalama üretkenliğe sahip olan kapitalistlerin,pazara en çok meta kitlesi sürdüğü,böylece de piyasa-değerinin bu ortalama üretkenliğe sahip olan kapitalistlerin bireysel değerleri ile çakıştığı yani bu sonuncuların metalarının bireysel değerlerinin piyasa-değerini belirlediği dönemdir: “Eğer, ortalama değerde, yani iki uç arasında orta yerde yer alan metaların arzı ile normal talep karşılanıyor ise, bireysel değerleri, piyasa-değerinin altında kalan metalar, fazladan bir artı-değer ya da artı-kâr gerçekleştirdikleri halde, bireysel değerleri piyasa-değerini aşan metalar, içerdikleri artı-değerin bir kısmını gerçekleştiremezler. ” (Marx,Kapital-III,s. 161) Ama bu durum devir hareketinin ortalarında yer alır. Çünkü yeni bir devire başlayan sermaye (eğer bunun için sermayenin bir biçiminin içerisinde bir katmanını örnek alırsak, bu devir 30-33 yıllık bir döneme yayılır), ilk önce kitlesel olarak elverişsiz durumda bulunan kapitalistlerin bireysel-değerlerinin piyasa-değerini belirlediği bir durum ile teorik olarak bir başlangıç yapar. Bu dönem aynı zamanda yeni devirin yükselişe geçtiği bir hızlı büyüme ve refah dönemi, genellikle talebin arza baskın geldiği bir dönemdir. Bu dönemde piyasa-değeri aynı zamanda ortalama toplumsal-değerin üzerine çıkar. “Fiyatın, en elverişsiz koşullar altında üretilen metaların değeri tarafından düzenlenmesi halinde, eğer talep, daralmayacak kadar kuvvetli ise, bu metaların değeri, piyasa-değerini belirler. ” (Marx,a. g. e. s. 161) Bütün devir boyunca,rekabetin sürekli olarak belirli bir nicelik sınırına ulaşan sermayeyi üretken-sermayeye çevirmesi sonucunda,metaların bireysel değerleri ile piyasa değerleri arasındaki ilişkiler de sürekli değişikliğe uğrar. Ortalama üretkenkiğe sahip olan metaların piyasa değerini düzenlediği dönemler, aynı zamanda mevcut üretim tarzının kapitalist sistem içerisinde genelleştiği dönemlerdir. Bu dönemler aynı zamanda kapitalistlerin kendi aralarındaki rekabetin giderek keskinleşmeye başladığı dönemlerdir. Kar oranlarının rekabet yoluyla eşitlenmesi yeni üretim tarzının genelleşmesini gerçekleştirirken, bu aşamadan itibaren de yeni üretim tarzı giderek iç yapısında bozulmalar yaşamaya başlar. Rekabetin keskinleşmesiyle ve bu temelde kredinin daha fazla devreye sokulmasıyla, üretken sermayenin daha da gelişmesine ve giderek en elverişli koşullarda üretilen metaların bireysel değerlerinin piyasa-değerini belirlemeye başladığı bir döneme geçilir. Bu dönem özellikle talepte bir daralmanın olduğu (bu talep daralması bile bir aşırı-üretimin yavaş yavaş gelişmeye başladığını gösterir),arzın daha baskın geldiği bir dönemdir. Piyasa-değerini bu en elverişli koşullarda üretilen metaların bireysel değerleri belirlemeye başladığı andan itibaren,elverişsiz üretim koşullarında üretim yapan kapitalistler iflas etmeye başlarlar,ortalama bir düzeyde üretim yapan kapitalistler de artı-değerlerinin bir kısmını gerçekleştiremezler. Bu bir aşırı-üretim krizidir. “En sonu, eğer üretilen metaların kitlesi, ortalama piyasa-değerleri üzerinden sürülebilecek olandan büyük ise, en uygun koşullar altında üretilen metalar, piyasa-değerini düzenler. Örneğin bunlar, tam kendi değerleri ya da bu değere yaklaşık bir değer üzerinden satılabilirler ve bu durumda en uygun olmayan koşullar altında üretilen metalar kendi maliyet-fiyatlarını bile gerçekleştiremediği halde, normal koşullar altında üretilenler, içerdikleri artı-değerin ancak bir kısmını gerçekleştirirler. Burada, piyasa-değeri üzerine söylenmiş olanlar, piyasa-değerinin yerini alır almaz üretim-fiyatı için de geçerlidir. Üretim-fiyatı her alanda düzenlendiği gibi, özel koşullar tarafından da düzenlenir. Ve bu üretim-fiyatı da gene, etrafında günlük piyasa-fiyatlarının dalgalandığı bir merkezdir ve belli dönemler içersinde birbirini eşitleme eğilimini gösterir. “ (Marx,a. g. e. s. 161) Genellikle en elverişli koşullarda üretilen metaların bireysel değerlerinin piyasa değerini belirlediği dönemler,devir hareketinin sonuna doğru yaklaşmaya başladığı dönemlerdir. Bu dönem aynı zamanda derece derece aşırı-üretimin de giderek oluşmaya başladığı ve uluslararası sisteme yayılmaya başladığı dönemlerdir. Kar oranlarının eşitlenmesini izleyen her dönemi, uluslararası kapitalist sistemin yavaş yavaş gelişen ağır bir ekonomik ve politik krizi izler. Böylece devir hareketinin başlangıcında oturtulan üretim ilişkileri ile devir hareketinin sonunda ortaya çıkan üretici güçler arasındaki çatışma kendisini en çarpıcı bir şekilde aşırı-üretim krizleri ile ortaya koyar. Bu noktada aşırı-üretimin toplumsal sonuçları üzerine biraz daha durulmalıdır. (9) Aşırı-üretim krizleri sürekli devir hareketinin yani döngünün sonunda ortaya çıktığı için, üretim olup bittikten sonra, dolaşım sürecinde ortaya çıkar. Paranın satın alma işleviyle, ödeme aracı işlevi arasındaki çatışma,bunalım dönemlerinde kendisini keskin bir şekilde gösterir. Bu bunalım dönemlerinde,paranın satın alımlarda gerçekleştiği değerlerin, ödeme araçlarının gerçekleştirdiği değerlerden bir hayli fazla olduğu ortaya çıkar. Özellikle de gelişkin kredi sistemi bu eğilimi daha da geliştirir. Böylece satın alımlar ile dolaşıma sokulan metalar, ödeme araçlarının bunu karşılayamaması yüzünden, dolaşımın dışına fırlatılamazlar. Bu noktada yukarıda Marx’tan yapılan alıntıda da belirtildiği gibi,aşırı-üretimde bulunan kapitalistlerin metalarının fiyatları aşağıya doğru hareket eder ve maliyet fiyatlarının altına düşerek iflas ederler. Bir kısmı da artı-değerlerini gerçekleştiremezler. Bu durum ister istemez, bu sonuncuların üretken sermayelerinin daralmasına,yeniden-üretimlerinin boyutlarının düşmesine ve sermaye birikimlerinin sekteye uğramasına neden olur. Bu durumun bütün topluma yavaş yavaş yayılması,giderek bütün toplumu ekonomik ve politik bunalıma sürükler. Ayrı emperyalistlere bağlı Kesim-I’in kapitalistlerinin kendi aralarındaki rekabet, Kesim-II’nin elindeki pazarların düzeyinden daha fazla bir üretken sermaye yatırımına girmelerine neden olur. Özellikle de bütün toplumsal yaşamı Kesim-I’in gereklerine göre örgütlenen emperyalist ülkeler, yarı ve modern sömürgelere daha çok “bağımlı” hale gelirler. Kesim-I’in büyümesi,Kesim-II tarafından karşılanamadığı zaman,emperyalist ülkeler çok derin bir bunalıma sürüklenme tehlikesi ile karşı karşıya kalırlar. Bunu savuşturmak için emperyalistler pazar ve nüfuz alanlarını zorla ele geçirmeye çalışırlar. Bunu da önce iç politikada politik gericiliği körükleyerek yaparlar. Emperyalist paylaşım kavgasının gelişimi,daha öncede belirtildiği gibi, önce “görece daha zayıf” ve geri ülkelerin ele geçirilmesiyle başlar (Irak,Afganistan vb gibi);yarı-sömürgelerin sömürgeleşmesiyle daha da gelişir ve en sonunda da tamamlanmış olan paylaşımın tekrar paylaşılmasına doğru evrilir. Bu da savaş olmadan olanaksızdır. Bu sürecin gelişimi,emperyalist ülkelerdeki ve yarı-sömürge ve modern sömürge ülkelerdeki burjuvazinin savaş kışkırtıcılığı,milliyetçiliği ve şovenizmi ile ele ele yürür. Bu özellikler bütün burjuvazinin temel politik araçları (ama değişik derecelerde ve biçimlerde) haline gelir. Burjuvazi kendi toplumsal çıkarları için dünya savaşlarını körükler ve milyonlarca işçi ve emekçiyi savaş mezbalarına gönderir. Kapitalistlerin kendi aralarındaki rekabet,bir bütün olarak işçi sınıfının ve genel olarak toplumun yıkımına neden olur. Ama alçak burjuva politikacılar,onların medyadaki sahtekar şakşakçıları,işçi sınıfını burjuvaziye peşkeş çeken oportünist politik pezevenkler hep bir ağızdan “komünistler akıllı dursalar herşey daha iyi olacak”ın propagandasını yaparak,kapitalistlerin suçunu demogoji ile saklamaya çalışırlar! (10) Devrimci Bülten Sayı 42 Devamı... a- Üretken sermaye. b- Üretken sürecin sonunda oluşan ve artı-değeri de barındıran meta-sermaye.Marx bunu M+m=M’ olarak ifade eder. c- Geri dönen yatırılmış sermaye ve artı-değeri barındıran para-sermaye.Marx bunu P+p=P’ olarak ifade eder. d- M’<E ve ÜA= Para-sermaye P’ ’in yeni bir üretken sermayeye başlamak için emek-gücüne ve üretim araçlarına dönüşmesi. e- Eskisinden de daha büyük bir üretken sermayenin ortaya çıkışı. -------- (9) Özellikle de bir katmanın diğerine dönüşümünde yaşanan aşırı-üretimlerin neden olduğu ekonomik ve politik bunalımlar çok şiddetli olur.Buna örnek olarak,uluslararası tekelci sermayenin küçük katmanının 1970’lerde orta katmana dönüşmeye başladığı dönem gösterilebilir.Ama gelecek aşırı-üretim bunalım 1970’lerden daha şiddetli ve sarsıcı olacaktır.1970’lerin bunalımı gelecek bunalımın yanında sadece devede kulak kalacaktır. (10) Aslında yazının bu üçüncü bölümünde Komintern için bir dünya stratejisini ele almayı düşünüyordum.Ancak bu bölümde yazılanlar olmadan bundan sonra ortaya konacak olan uluslararası politik stratejiye ait olan tespitlerin eksik kalacağını düşündüm.Onun için son anda kararımı değiştirerek bu bölümü yazmaya karar verdim.
|
 |
|
|
|