[ Kurdî   English   Francais                                 PROLETER DEVRİMCİLER KOORDİNASYONU (PDK)  28-05-2023 ]
{ komunistdunya.org }
   Açılış_sayfanız_yapın  Sık_Kıllanılanlara_Ekle

 Site Menü
   Ana Sayfa
   Devrimci Bülten
   Yazılar / Broşürler
   Açıklamalar
   Komünist Hareketten
   İlerici / Devrimci       Basından
   Kitap - Broşür PDF
   Sanat
   Görüşler

 Arşiv - Ara
   Arşiv
   Sitede Ara

 İletişim
   Bağlantılar
   Önerileriniz

_ _
{ }


_ _
{ Son Yazılar }
Devrimci ve Demokrat...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Say...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
EMPERYALİZM VE TÜRKİ...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
_ _
{   PDK Devrimci Bülten - Sayı 43 (1) }
| Devrimci BültenİÇİNDEKİLER
  • Ateşkes ve Olasılıklar
  • Ortadoğu’da Dolaylı Emperyalist Savaş
  • Emperyalist İşgal,”Ulusal” Direniş ve Gerçekler
  • RSDİP MK’sının İkinci Sosyalist Konferansa Önerileri (LENİN)
  • Devrimci Bülten’den Okurlara
ATEŞKES VE OLASILIKLAR

İsrail ile Hizbullah arasındaki savaş şimdilik bir karşılıklı ateşkes ile durdu. Şimdilik diyoruz çünkü, bu ateşkesin fazla uzun ömürlü olmayacağı her iki tarafın “zafer” ilan etmesinden dahi bellidir. Ateşkesin Ortadoğu politikasında savaşan taraflar açısından ne anlama geldiğinin anlaşılması ve her iki tarafın da bu ateşkese politik ve askeri açıdan ne tür bir taktik yaklaşım atfettiğinin anlaşılması, Ortadoğu’yu yakın süreçte ne tür olayların beklediğini anlamak açısından önemlidir.

Bu ateşkes ve sonuçları, Türk iç politikasını da yakından etkilemekte ve zaten Lübnan’daki Birleşmiş Milletler askeri gücüne (UNİFİL) asker gönderilmesinin TBMM’de kabul edilmesi sırasında ve öncesinde yaşanan tartışmalar da bunu göstermektedir. Türkiye UNİFİL’e asker vermesiyle aslında farkından olmadan yavaş yavaş Ortadoğu’da süren dolaylı emperyalist savaşa ve gelecekte yaşanacak olan daha büyük ölçekli savaşlara dahil olmaktadır. Uluslararası emperyalist ekonominin iç içe geçmiş yapısı üzerinde gerçekleşen uluslararası politik yumaklaşma zaten devletlerin dünyayı ilgilendiren bu tür büyük politik olaylar karşısında bağımsız kalmalarını olanaksız kılar. Uluslararası emperyalist sistem içerisinde bazı devletler istemeyerek de olsa, emperyalist devletlere ekonomik, politik ve mali bağımlılıklarının
(Türkiye bu noktada hem AB’ye hem de ABD’ye bağımlı durumdadır) sonucu olarak savaşın içerisine ilk önce pasif olarak sonra da politik ve askeri olayların zorlaması sonucunda aktif olarak çekilirler. Denebilir ki, burjuva bir ekonomik ve politik temel üzerinde, bu tür durumlarda, burjuvazinin hiçbir sınıf ya da katmanı (küçük-burjuvazi de dahil) bağımsız kalamaz.

Bundan sonra olayların ne tür bir politik yön izleyeceği sorunu, savaşan tarafların (İsrail ve Hizbullah) bağlı bulundukları, uluslararası emperyalist ve bölgesel gerici güçlerin, karşılıklı olarak uluslararası ve bölgesel politikalarına bağlıdır.

İsrail ve Hizbullah arasındaki ateşkes ve sonrasındaki gelişmeler, savaşan taraflara politik açıdan ne tür avantajlar ve dezavantajlar sağlamaktadır?

İlk etapta ateşkes ve sonrasındaki gelişmelerde yani bir BM gücünün Güney Lübnan’a yerleşmesinde politik ve askeri olarak kazanan İsrail ve ABD olmuştur. Ama moral açıdan yıpranan ve kaybeden de yine İsrail olmuştur. İsrail cephesinde böyle ilginç bir çelişki sözkonusudur. Diğer taraftan ise, ilk etapta politik ve askeri açıdan kaybeden ama moral olarak savaştan güçlü çıkan bir Hizbullah sözkonusudur. Hizbullah cephesinde de böyle ilginç bir çelişki sözkonusudur. Ama her iki tarafın da kazançları ve kayıpları göreli ve geçicidir daha doğrusu telafi edilebilir niteliktedirler. Bu telafi ise karşılıklı olarak yapacakları politik ve askeri manevralara bağlıdır. Ama bundan sonra yapılacak politik hataların her iki taraf için de ağır olacağı ve ağır hataların düzeltilmesinin de her zaman daha büyük çabalar gerektireceği ama bunun da karşılıklı olarak tarafları daha aşırı hareketlere iteceği de aynı şekilde maddenin yapısı gereği açıktır.

Önce İsrail açısından ateşkes ve sonuçlarına yakından bakalım.

Bu savaş ile İsrail’in politik ve askeri açıdan hedeflediği neydi ve ne kadarını gerçekleştirebildi?

İsrail’in politik hedeflerinin gerçekleştirilmesi tek kendisine bağlı bir durum değildir. Onun tek başına bölgedeki politik ve askeri olaylar karşısında tutunması mümkün değildir. İsrail’in bölge politikası ancak ABD emperyalizmi ile birlikte düşünülebilecek bir olaydır. İsrail bölgede ABD’nin bir işbirlikçisidir ve bölgesel politikası da ABD’nin politik çıkarları ile çakışmak zorundadır. Elbette ki, İsrail’in işbirlikçi tekelci burjuvazisinin kendi özerkliğini de unutmamak gerekir. Bu noktada her iki taraf da birbirlerine muhtaçtır.

Ateşkes ile ABD’nin ve İsrail’in politik ve askeri açıdan elde etmek istedikleri ancak ABD’nin Ortadoğu politikasının genel çerçevesi anlaşıldıktan sonra anlaşılabilir. (1) Daha Irak savaşı başlamadan yaklaşık altı ay önce Devrimci Bülten’in 30. sayısının başyazısı olan “Ortadoğu Politikasında Patlayıcı Maddeler” makalesinde şöyle yazılıyordu:
“ABD, Irak’ta kendisine sağlam bir destek noktası yaratmakla aynı zamanda İran, Suudi Arabistan ve Suriye’yi de birbirinden tecrit etme olanağı elde edecek ve kısa ve orta dönemli olarak buralardaki rejimleri teker teker yıkmaya çalışacaktır. Irak’ın stratejik olarak ele geçirilmesi bu ülkelerin tecriti için gereklidir. Zaten İran, Irak’ın ele geçirilmesinden sonra ABD’nin nüfuzunun bulunduğu Türkiye, Afganistan, Irak ve Kuveyt arasına sıkışmış olacak;Suriye Türkiye, Irak, Ürdün ve İsrail arasına sıkışmış olacak;yine Suudi Arabistan Irak, Kuveyt, Ürdün ve İsral arasına sıkışmış olacaktır. Böylece Irak bu ülkelerdeki rejimlerin yıkılması yönünde önemli bir üs işlevi görecektir. ” (Devrimci Bülten sayı 30, s. 4)
Gerçekten de o günden bugüne geçen zaman zarfında, olaylar, Irak’ın ABD-İngiliz emperyalizmi tarafından stratejik bir üs olarak seçildiğini göstermiştir. Irak’ın işgali ile İran-Suriye ittifakı karasal olarak birbirinden ayrılmış ve zayıf düşürülmeye çalışılmış, sonra da ayrı ayrı her iki devletin etrafındaki çember daraltılmaya çalışılmıştır.

Irak’tan sonra ABD’nin Lübnan üzerine yoğunlaşması ve bu temelde de adım adım Lübnan üzerinde Suriye ve İran’ın etkisinin önce zayıflatılması sonra da tamamen yokedilmek istenmesi anlamlıdır. Lübnan’ın işbirlikçiler aracılığıyla ABD ve müttefiklerinin etkisi altına girmesi, oradaki Suriye ve İran yanlısı işbirlikçi hareketlerin zayıflatılması ve etkisizleştirilmesi, politik ve askeri açıdan, Suriye ve İran rejimlerinin devrilmesi sorununa sıkıca bağlıdır. Lübnan’ı kaybeden bir Suriye’de rejim devrilmenin eşiğine gelmiş demektir. İran ise elindeki çok önemli bir politik ve askeri kozu (Hizbullah kozunu) kendisine bir askeri müdahale anında kullanamayacak demektir. Kısacası Lübnan, Suriye ve İran açısından stratejik açıdan ileri bir karakol işlevi görmektedir ve bu rejimlerin güvenliği açısından da önemli bir kaledir. Onun için bu rejimler, Lübnan’ın ellerinden kaçıp gitmesine kuzu kuzu razı olmayacaklardır.

İşte İsrail’in ve onu arkadan destekleyen ABD’nin, İsrail askerlerinin kaçırılmasından sonra, Hizbullah ve Lübnan’a karşı girişmiş olduğu kapsamlı saldırının arkasında ve bu saldırıda güttüğü politik ve askeri amaç, Suriye ve İran ama özellikle de İran politikasıyla yakından bağlantılıdır. İsrail’in saldırısının çapı ve bunu destekleyen ABD’nin aslında daha büyük politik ve askeri hedefler için bir hazırlık yaptıklarını göstermiştir. Hiç kuşkusuz İsrail ve ABD bu saldırının planını daha önceden yapmışlar ve Hizbullah’ın daha doğrusu onu işbirlikçi bir biçimde kullanan İran ve Suriye’nin yönlendirdiği Hizbullah’ın bir taciz ya da saldırıda bulunmasını beklemişlerdir. Çünkü daha önceden beri ABD ve İsrail, Lübnan’da, gerek içeride gerekse de uluslararası alanda diplomatik olarak, Lübnan üzerine politik oyunlar oynamaya başlamışlardı. Adım adım Lübnan içerisindeki, Suriye, İran ve Hizbullah karşıtı güçleri harekete geçirerek, Suriye ve İran’ın etkisini zayıflatmaya çalışıyorlardı ki, bu politikaların sonucu olarak Suriye birlikleri 2005 yılında Lübnan’dan çekilmek zorunda kaldı. Rafik Hariri suikastı (ki hala daha karanlıkta kalan bir suikast) ve sonrasında yaşanan Suriye karşıtı gösteriler, uzun zamandan beri Lübnan’da alttan alta Suriye ve İran karşıtı bir politikanın aktif bir şekilde (Ukrayna’da, Gürcistan’da, Özbekistan’da, eski Yugoslavya’da vb. yerlerde olduğu gibi) yürütüldüğünü göstermektedir.

İsrail’in Lübnan’a karşı girişmiş olduğu saldırının amacı ve bu saldırının bilerek yüksek tutulan şiddeti, bir BM gücünün Güney Lübnan’a yerleştirilmesini sağlamaktı zaten. Daha önce BM güvenlik konseyinde çıkartılan Hizbullah’ın silahsızlandırılması da bu planın bir parçasıydı. Bu karar ile birlikte oraya gidecek olan BM gücünün aynı zamanda görev çerçevesi de belirlenmiş oluyordu.

İran nükleer çalışmalar ile ilgili sorunda taviz vermeden politik tansiyonu yükseltirken; aynı şekilde de ABD ve müttefikleri de İran’ı diplomatik açıdan baskı altına almaya çalışırken; İran, İsrail ve ABD’nin kendisine bir askeri müdahalede bulunmalarını geciktirmeye ya da onları “iki cephede” durdurmaya Hizbullah ve Hamas’ı kullanarak çalıştı. İran ve Suriye’nin amacı (politik göstergeler İran ve Suriye’nin gizlice politik ve askeri bir anlaşma imzaladığını göstermektedir) İsrail ordusunun önemli bir kısmının Hamas ve Hizbullah aracılığıyla Filistin ve Lübnan cephelerinde sabit kalmasını sağlamaktı. Yine aynı şekilde Suriye ve İran, İsrail’i Güney Lübnan’ı işgal etmeye (1982-2000 arası olduğu gibi) iterek, orada bir yıpratma savaşının içerisine çekilmesini istiyorlardı. Ama ABD ve İsrail, Suriye ve İran’ın bu politik ve askeri manevrasını gördüler.

Lübnan’a askeri harekatı başlatmadan önce ve bu hareket sırasında, İsrail’in hiçbir şekilde Güney Lübnan’ı işgal etme diye bir niyeti yoktu. İsrail’in Güney Lübnan’ı işgal etmesi, İran ve Suriye’nin tuzağına düşmesi demekti. Ordusunun önemli bir kısmını Güney Lübnan’a bağlaması, Suriye ve İran sorununda politik ve askeri olarak oldukça sıkışması anlamına gelecekti. Onun için ABD ve İsrail, Hizbullah’ın İsrail askerlerini kaçırmasından sonra oldukça riskli olan taktiği devreye soktular. Bu taktik şundan oluşuyordu: İsrail, Güney Lübnan’ı işgal etmeden ve oraya asker bağlamadan (bu İsrail açısından asıl sorunun yani İran’ın nükleer kapasitesini yoketme sorununun ertelenmesi anlamına gelirdi ki İsrail ve ABD açısından zaten zaman gittikçe daralmaktadır ve kabul edilemez bir durumdur) ama Hizbullah’ın İsrail’in kuzeyine yolladığı füzelerden de kurtulmak için en az 250 km uzunluğunda bir tampon bölgeye ihtiyaç duyuyordu. Bu tampon bölgeyi de bir BM gücünün buraya yerleştirilmesini sağlamakla kurmaya çalışıyordu. Ama bu gücün oluşturulması ve yerleştirilmesi için de bir politik iradeye ihtiyaç vardı. İşte İsrail ve onu destekleyen ABD, Lübnan’ı ağır ve şiddeti yüksek bir saldırı altında tutarak, birinci olarak, BM’in Güney Lübnan’a bir askeri gücün yerleştirilmesi için harekete geçmesini sağlamaya çalıştı. İkinci olarak da, Lübnan’daki politik güçlere bunu kabul ettirmeye çalıştı. İsrail, saldırıyı BM gücünün G. Lübnan’a yerleştirilmesi temelinde kesmeyi kabul etti. (2) Böylece İsrail, kendi güçlerini dağıtmadan ve Güney Lübnan’ın güvenlik altına alınmasına bir tek asker bağlamadan, BM gücü ile politik ve askeri amacına şimdilik kavuşmuş gibi görünmektedir. İsrail ve ABD, Lübnan halkına ölümü göstererek, sıtmaya razı etmiştir.

Böylece G. Lübnan’a konuşlandırılacak olan BM gücüne (UNİFİL) asker verip vermeme sorunu, İsrail’in güvenliğini sağlama alma ama bu güvenliği sağlarken de, İsrail ve ABD’nin bir İran ya da Suriye saldırısına da dolaylı destek vermek sorununa dönüşmüştür. UNİFİL’e katılan devletler, gelecekte İsrail ve ABD’nin İran ya da Suriye saldırısına da dolaylı olarak destek vermişlerdir.

İtalya Dışişleri Bakanı Massimo D’Alema, BM gücünün İsrail’in güvenliğini sağlamak için G. Lübnan’a gitmekte olduğunu kabul etmiştir:

“Askerlerimizi Lübnan’a gönderiyoruz, çünkü İsrail’in güvenliğini garanti altına almak istiyoruz. ” (Aktaran Yalçın Doğan, Hürriyet Gazetesi, 7 Eylül 2006)


İsrail’in Lübnan’a ağır saldırısnın amacının, bir BM gücünün G. Lübnan’a yerleştirilmesine yönelik olduğu, BM güvenlik konseyinin ABD’nin bastırmasıyla daha önceden Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını karara bağlamasından dahi bellidir.

BM gücünün G. Lübnan’a yerleşmesiyle, İsrail ve ABD’nin eli bir İran ve Suriye sorununda serbest kalmaktadır. O halde ABD ve İsrail’in bu BM gücünün G. Lübnan’a yerleştirlmesi taktiğine Suriye ve İran nasıl karşılık vereceklerdir?

İran ve Suriye’nin, İsrail’i Güney Lübnan’da ve Filistin’de savaşa sürükleme ve orada askeri olarak yıpratılmasını sağlama taktiği, İsrail ve ABD tarafından şimdilik savuşturulmuştur. Ama bu İran ve Suriye’nin elindeki politik kozların bittiği anlamına gelmez. İran ve Suriye’nin, İsrail ve ABD’ye karşı uygulayacakları taktik, büyük bir olasılıkla Ortadoğu’yu genel bir savaşa sürükleyecektir.

O halde “Ortadoğu satranç tahtası”nda İran ve Suriye, ABD ve İsrail’in BM gücünü (UNİFİL) G. Lübnan’a yerleştirme ve böylece Hizbullah’ı tecrit etme ve İsrail’in güvenlik altına alınması (Hizbullah’ın füzeleri karşısında) hamlesine hangi hamle ile karşılık vereceklerdir?

İran ve Suriye’nin gelecek politik hamlelerini anlamak için önce UNİFİL’in G. Lübnan’a yerleştirilme amacını ve fonksiyonu anlamak gerekir.

BM genel sekreteri Kofi ANNAN, Ankara ziyareti sırasında, gazetecilerin UNİFİL üzerine sorularını yanıtlarken şunlar söylüyor:
“UNİFİL askerlerinin görevi kesinlikle tanımlıdır. Askerler orada, Hizbullah’ın silahsızlandırılması için bulunmayacak. Onların rolü Lübnan ordusunun yetkisini bütün ülkeye yaymak. (abç) Hizbullah ETA örneğinde olduğu gibi ulusal uzlaşmayla silahsızlandırılmalı. Parlamentonuz Lübnan’a katılma kararı verdi. Türk askerleri de bu güce katılacak. Avrupa’dan gelen, Hindistan’dan, Endonezya’dan, Katar’dan gelen askerlere katılacak. ” (Kofi ANNAN, 7 Eylül 2006, Hürriyet gazetesi)
Kofi ANNAN bir başka soruya da şöyle cevap veriyor:
“Hedef, Hizbullah’ın silahsızlandırılması, ancak bunu ulusal bir mutabakatla sağlamak gerekiyor. Dış güçler böyle bir şeyi başaramazlar. Dış güçler silahsızlandırma aracı değildirler. Silahsızlandırma, sadece zorla yapılan bir şey değildir. Ulusal mutabakatla da yapılabilir. ” (Kofi ANNAN, 8 Eylül 2006, Hürriyet gazetesi)
Demek ki UNİFİL, dolaylı olarak, Lübnan ordusunun (ki çoğunlukla Suriye ve İran karşıtı güçlerden oluşur) Hizbullah’ı silahsızlandırmasına katılacaktır. Ama Hizbullah’ın silahsızlandırılmasına katılmak demek dolaylı olarak İran ve Suriye’yle de savaşmak demektir. Hizbullah’ın silahsızlandırılması Lübnan’ın içsavaşa sürüklenmesi demektir. ABD, İsrail ve müttefikleri, Suriye ve İran karşıtı güçleri kullanarak Lübnan’ın Suriye ve İran etkisinden kurtarılması planını yaparlarken aynı zamanda Lübnan’ı da içsavaşa sürüklemektedirler.

UNİFİL’e asker veren ülkeler, Hizbullah ile savaşmayacaklarını belirtiyorlar. Bu temelde Lübnan’a gittiklerini belirtmektedirler. Bu bir içsavaş döneminde bu ülke askerlerinin orada kalmayacaklarını da gösteriyor. Madem ki ABD ve İsrail, Lübnan’da bir içsavaş aracılığıyla Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını er ya da geç gerçekleştirmek isteyecekler (BM güvenlik konseyi de bu kararı almıştır zaten), o zaman Suriye ve İran Lübnan’da bu içsavaşın kaçınılmazlığı karşısında, ilk önce harekete geçmek isteyeceklerdir. Yani İran ve Suriye, Lübnan’da kendi nüfuzunda olan politik örgüt ve partiler aracılığıyla bir darbe gerçekleştirerek (darbe başarılı olmasa da) içsavaşı tetikleyebilirler ve Lübnan’ı güvenliksiz bir yere dönüştürerek hem UNİFİL askerlerini kaçırtabilirler hem de Lübnan üzerinden İsrail’i tehdit etmeye devam ederek İsrail’i baskı altına almaya çalışırlar. Bunun sonucu olarak da ABD ve İsrail’i bütün Lübnan ile uğraşmaya zorlarlar. Lübnan’da merkezi otoritenin çökmesi ya da zayıflaması ve ülkenin güvenliksiz bir yere dönüşmesi, Lübnan’a uzun menzilli füzelerin yerleştirilmesini de kolaylaştırır. Yok eğer darbe başarılı olursa yani Lübnan İran ve Suriye nüfuzuna geçerse, o zaman bu darbeyi gerçekleştirenler, Suriye ve İran ile kapsamlı bir politik ve askeri anlaşma imzalayabilir; içeride terörü geliştirerek muhalefeti baskı altına alırlar ve açıktan açığa İsrail’i tehdit ederler.

Bu durum karşısında ABD ve İsrail’in, içsavaşa sürüklenmiş bir Lübnan, Suriye, İran, Irak ve Afganistan cepheleri ile başa çıkma güçleri yoktur. Bu kadar büyük bir cephe genişliğini uzun süre idare etmek de mümkün değildir. Bu noktada ABD ve İsrail’in yapacağı tek şey, kendi cephelerini sağlam müttefikler ile genişletmek ve düşmanlarının da başka düşmanlar ile uğraşmasını sağlamak yani ona karşı başka cepheler açmaya ve böylece de güçlerinin bölünmesini sağlamaya çalışmak. Bu savaş dönemlerinde emperyalist diplomasinin çok iyi bildiği bir yöntemdir. (3)

Bu ateşkesten sonra (önceden de zaten öyleydi) ABD ve İsrail, Lübnan, Suriye, Irak ve İran sorununu hep birlikte ele almak zorunda kalacaklardır. Yani bir ülkedeki bir sorunu diğerlerinden asla bağımsız ele alamayacaklardır. Çünkü İran ve Suriye Ortadoğu’daki her sorunda aktif olarak mevcutturlar. Bundan sonra ABD ve İsrail’in uygulamaya çalışacakları politikaları kısaca şöyle sıralayabiliriz:
  • Suriye-İran ittifakını bölmeye çalışmak. Suriye’yi İran’dan koparmak için ona bazı tavizler vererek anlaşıp, İran’ı tam tecrit etmek, böylece de Lübnan’daki Suriye yanlısı güçleri tarafsızlaştırıp, Hizbullah’ı tam köşeye sıkıştırmak vede Lübnan’daki işbirlikçi merkezi devletin güçlenmesini sağlamak. Bununla ilgili gelişmeler de olmuştur. İsrail Başbakanı Suriye ile anlaşma önerisine sıcak baktıklarını belirtmiştir. Ancak Suriye devlet Başkanı Beşar Esad bunu şimdilik açıkça reddetmiştir. İsrail’i düşman ilan etmiştir.
  • ABD ve İsrail’in Türkiye’yi sağlam bir müttefik olarak kazanmaya çalışması ve bu temelde Türk iç politikasında, Suriye ve İran karşıtı güçleri desteklemesi, ki bunlar genellikle Türk milliyetçileri ile Türk Silahlı Kuvvetleri ve bazı liberal kesimlerdir. Bu temelde İran ile Türkiye arasındaki düşmanlığı körüklemek, özellikle de İran’ın nükleer çalışmalarının Türkiye’nin güvenliğine yönelik olduğunu ve Türkiye’nin “bölgesel liderliğini” sıfırlayacağının propagandası etrafında Türkiye’yi İran’a karşı harekete geçirmek. (4) Türkiye ile İran’ın karşı karşıya getirilmesinin ise başka devletlerin (Rusya, Çin ve AB’deki bazı devletlerin) savaşa çekilmesine ve çeşitli ülkelerde içsavaşların tetiklenmesine (Orta Asya, Kafkasya ve Balkanlar’da) neden olur.
  • Oldukça güç olmakla birlikte, bir başka seçenek de, aynı anda iki cephede savaşmak. İran ve Suriye’yi ağır bombardıman altında tutmak. İsrail, Suriye ve Lübnan’ı, ABD’de İran’ı havadan ağır bombardımana tutarak (Yugoslavya’da NATO’nun 1999 yılında yaptığı gibi), altyapılarını çökertmeye çalışmak ve bu temelde bu ülkelerde içsavaşı körüklemeye çalışmak. Rejim karşıtları için uygun politik ortamın gelişmesini yaratmaya çalışmak.
  • Bir diğer olasılık da, Alman Genelkurmayı’nın I. ve II. Dünya savaşlarındaki stratejisini uygulamak. ABD ve İsrail’in İran’ı ağır bir şekilde bombalaması ve daha sonra da hızlı bir şekilde Suriye’nin sindirilmesi için Suriye üzerine dönülmesi.
  • UNİFİL’e asker veren ülkelerin, Lübnan’da bir içsavaş durumunda ABD tarafından özellikle bir seçim ile karşı karşıya bırakılması ve bu temelde baskı altına alınmak istenmesi. Bu noktada ABD’nin elinde ekonomik ve politik olarak bir çok koz bulunmaktadır. Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını öngören BM kararı da en büyük kozlardan birisidir. Bu noktada ABD’nin yanında açıktan yer alan bir ülke Suriye ile İran ile de düşmanlığını ilan etmiş olur.
Bundan sonra gerek Suriye-İran ekseni gerekse de ABD-İsrail ekseni hangi seçeneği masaya yatırırsa yatırsın, karşılıklı olarak hangi politik hamleler yapılırsa yapılsın, politik göstergeler, Ortadoğu’nun genel bir savaşa sürüklenmekte olduğunu göstermektedir ve bu savaştan “barışçıl” bir çıkışın imkansız olduğudur. Bu savaştan adil bir çıkış, ancak gerici burjuva devletler bir sosyalist devrim ile yıkıldıkça mümkündür. Bu savaş karşısında sadece “barışçı” olmak yani sosyalist devrimi istemeden ve devrimci görevleri yerine getirmeden “salt bir barış” savunmak yine aynı şekilde bir ülkenin bir başka ülkeye yapılan saldırısının tek durdurulmasını savunmak ve ilk acil görevin “demokratik bir barış”ı elde etmek savunusu proletaryaya ihanettir.
Komünistler, barışı, bir sosyalist devrim perspektifine ve bu temeldeki devrimci görevlere bağlamadıkça, oportünist, sosyal-şoven ve sosyal-emperyalist politikalar karşısında kendi ideolojik, politik ve örgütsel bağımsızlıklarını sağlayamayacaklardır.

DEVRİMCİ BÜLTEN

---------

(1) ABD’nin uluslararası stratejisi hakkında daha fazla bilgi için Devrimci Bülten’in 32. sayısında yayınlanan ”ABD Emperyalizminin Yeni Resmi İdeolojisi ve Bunun Politik ve Askeri Sonuçları Üzerine” adlı makaleye bakılabilir.

(2) Aslında ABD ve İsrail’in asıl planı Güney Lübnan’a bir NATO gücünün yerleştirilmesiydi. Böylece buradaki askeri güç daha aktif olacaktı.Ancak ABD ve İsrail bunun zor olacağını hatta olamayacağını baştan beri biliyorlardı.Ama diplomatik olarak yine de denendi.ABD,Roma Konferansı’ında bunun pazarlığını da yapmaya çalıştı.Ancak Fransa’nın ve başka bazı ülkelerin muhalefetiyle karşılaştı.

(3) Bu noktada Henry KİSSİNGER’in « Diplomasi » kitabına bakmak oldukça öğretici olacaktır.

(4) Milli Güvenlik Kurulu (MGK),İran’ın nükleer çalışmalarını yakından izlemektedir.


Devrimci Bülten Sayı 43, Devamı...


|
_ _