[ Kurdî   English   Francais                                 PROLETER DEVRİMCİLER KOORDİNASYONU (PDK)  28-05-2023 ]
{ komunistdunya.org }
   Açılış_sayfanız_yapın  Sık_Kıllanılanlara_Ekle

 Site Menü
   Ana Sayfa
   Devrimci Bülten
   Yazılar / Broşürler
   Açıklamalar
   Komünist Hareketten
   İlerici / Devrimci       Basından
   Kitap - Broşür PDF
   Sanat
   Görüşler

 Arşiv - Ara
   Arşiv
   Sitede Ara

 İletişim
   Bağlantılar
   Önerileriniz

_ _
{ }


_ _
{ Son Yazılar }
Devrimci ve Demokrat...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Say...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
EMPERYALİZM VE TÜRKİ...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
_ _
{   PDK Devrimci Bülten - Sayı 44 (1) }
| Devrimci BültenİÇİNDEKİLER
  • AB-Türkiye İlişkileri Çıkmaza mı Giriyor?
  • PDK ve Yalaz Arasındaki İlişkiler Üzerine
  • Sosyalist Devrim ve Uluslararası Tekelci Sermaye Karşısında Tutum Sorunu (I)
  • Genelkurmay Neyin Hazırlığını Yapıyor?
  • Devrimci Bülten’den Okurlara
AB-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ ÇIKMAZA MI GİRİYOR?

Avrupa Birliği’nin Aralık 2006 Zirvesi’nde, AB’nin, Türkiye ile olan müzakerelerde sekiz müzakere başlığını dondurması ve bununla birlikte de Gümrük Birliği Anlaşması’nı Güney Kıbrıs Rum Devleti’ni kapsayacak bir şekilde genişlemesini Türkiye’den istemesi, bir kez daha AB ile Türkiye arasındaki ilişkileri politik bir krizin eşiğine getirdi.

TC Hükümeti, AB’nin KKTC’ye olan izolasyonları kaldırmadan, Güney Kıbrıs Rum Devleti’ne Gümrük Birliği Anlaşması’nı uygulamayacağını ilan etse de, yine de hükümet AB ile olan politik krizi aşmak için bir manevrada bulundu. Güney Kıbrıs bandıralı gemi ve uçaklara bir liman ve bir havaalanını açma önerisini götürdü ancak bu öneri Güney Kıbrıs Rum Hükümeti tarafından reddedildi.

Bu noktada beliren en önemli soru, müzakerelerin dondurulmasının hem Türkiye’ye ve hem de AB’ye etkilerinin neler olacağıdır. Müzakerelerin dondurulması, AB-Türkiye ilişkilerini bir çıkmaza sürükler mi? Ve bu çıkmazın yakın ve orta dönemde bölge ve dünya politikasına etkileri neler olabilir? Bu sorulara doğru cevaplar bulmak komünist hareket açısından son derece önemlidir.

1990’lı yılların sonlarında ama özellikle de 1999 AB Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin aday üye statülüğünün kabul edilmesinden sonra, üyelik için yapılan reformlar, Türkiye’de işbirlikçi tekelci sermaye içerisindeki bazı kesimleri oldukça rahatsız etmeye başladı. Bu kesimler daha önce elde etmiş oldukları avantajlı konumlarını reformlar süresince kaybetmeye başladılar. Özellikle ordu ve bürokrasi içerisinde oldukça güçlü olan bu kesim, AB ile entegrasyon sürecinde oldukça güç bir duruma düştü. İşbirlikçi tekelci sermayenin ezici çoğunluğu özellikle medya aracılığıyla ve bazı partiler aracılığıyla halkın ezici çoğunluğunu AB ile entegrasyon sürecine kazanmayı başardı. Bu politik baskı karşısında ilk dönemler AB ile entegrasyonu savunan bu kesimler, reformların ucunun yavaş yavaş kendilerine dokunmasıyla birlikte adım adım geri çekilmeye ve bu sürece direnme başladılar.

Bu kesimin giderek sıkışmaya başladığı bir dönemde, ABD’de yaşanan 11 Eylül 2001 terör saldırısı ile ABD’nin dünya politikasında daha saldırgan bir konuma geçmesi ve önce Afganistan’a daha sonra da Irak’a saldırması ile birlikte, bu kesim ilginç bir şekilde iç politikada tecrit olduğu durumdan giderek çıkmaya başladı. Çünkü ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalesi ve bu müdahalenin istendiği yönde gelişmemesi, birden bire Türkiye Cumhuriyeti devletinin güvenlik ve tehdit vektörlerini değiştirdi. Üstüne üstlük AB’nin Irak savaşında kendi içerisinde bölünmesi ve tek bir politika oluşturamaması ve çok önemli emperyalist devletlerin (İngiltere, İtalya) savaşa ya direk destek vermesi ya da Almanya gibi dolaylı destek vermesi ve yine diğer bazı devletlerin (Polonya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, İspanya gibi) ABD politikalarını desteklemeleri, AB’nin politik geleceği noktasında bazı kuşkulara yolaçtı. Bütün bunlara AB Anayasa’sının bazı önemli ülkelerde halk tarafından reddedilmesi de eklenince AB’nin emperyalist prestiji önemli ölçüde sarsıldı. Ama işin ilgiç tarafı bu prestij kaybının devam etmesidir. Özellikle de son dönemlerde AB’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığı ve Rusya’nın AB’nin bu bağımlılığını Ukrayna ve Beyaz Rusya’ya doğal gaz vanalarını belirli bir süre kapatarak ve AB’de kısa bir panik yaratarak dünyaya göstermesi, AB’nin prestij kaybının sürdüğünü göstermektedir.

İşte tam da bu noktada Türkiye’de işbirlikçi tekelci sermaye içerisinde, AB ile bütünleşmekte çıkarı olmayan kesim (işin ilgiç tarafı bu kesim İTB içerisinde en büyük katmanın tarihsel çıkarlarını savunmaktadır), iç politikadaki politik tecriti yavaş yavaş kırmaya başladı. Ama özellikle de ABD’nin Irak’ta zor duruma düşmesiyle de giderek cesaretlenmeye başladı. Çünkü ABD Irak’taki Baas rejimini devirmekle ama onun yerine etkili bir işbirlikçi sınıf geçirememekle ama buna karşılık da Irak’ta İran’ın Şiiler aracılığıyla güçlenmesine neden olarak da, bölgede Türkiye’nin yardımına olan ihtiyacı daha da arttırdı. Artık gelinen noktada ABD’nin, Ortadoğu’da İran, Suriye, Rusya ve Çin’in gerek direk gerekse de örtülü bir şekilde örmüş olduğu politik ve askeri eksene karşı Türkiye’yi aktif bir şekilde çekmesi neredeyse şart oldu. İşte tam da bu noktada AKP Hükümeti, ABD’nin bu ihtiyacını yeterince karşılayamadı ve bu noktada yetersiz kaldı. Bu durumda İTB içerisindeki anti-AB’ci kesim vazife çıkardı. Bir emperyalist merkezin desteği olmaksızın iktidara gelemeyeceklerini ve gelseler de kalamayacaklarını bilen bu kesim giderek ABD’ye göz kırpmaya başlamışlardır.

İşte AB’nin Aralık 2006 zirvesi bu politik konjonktürde gerçekleşti. Bundan dolayı AB ile Türkiye arasındaki politik krizin eski politik krizlerle aynı kefeye konması ve bu krizin zamanla giderileceğinin beklenmesi oldukça yanıltıcıdır. Bunun nedeni ABD’nin bölgesel politikasında önemli bir kırılmanın gerçekleşmiş olmasıdır. ABD Ortadoğu’da istediği politikayı gerçekleştirememiş, bir çok kontol dışı politik eğilimin (Irak’ta, Filistin’de, Lübnan’da vs. ) gelişmesine neden olmuştur. İşte ABD’nin bölgede bu politik sıkışmışlığını bir tür “sermayeye” çevirmek isteyenler vardır. Bunların başında Türkiye’de İTB içerisindeki anti-AB’ciler sözkonusudur. İşin ilgiç tarafı AB’nin politik stratejistleri de bunu görmektedirler ve Türkiye’nin AB’nin politik nüfuz alanından çıkmasının tehlikelerinden bahsetmektedirler. Bunun nedeni hiç kuşkusuz Ortadoğu politikasının giderek dünya politikasının neredeyse ağırlık merkezine gelmiş olmasıdır.

AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Günter Verheugen, AB’nin Türkiye ile olan müzakereleri sekiz başlıkta dondurmasını değerlendirirken, hiç kuşkusuz bugünkü krizin diğer önceki krizlerden farklı olduğunu şu sözleri söylerken dolaylı olarak da kabul etmiş olmaktadır:
“Biz reformlar için cesaretlendirmek yerine tamamen ülkenin zaaflarına bakıyoruz. Bu politika Türkiye’de bizim istediğimiz reformların ilerlemesi konusunda isteksizlik yaratıyor. Avrupa’da ise Türklerin bu işi başaramayacağı görüşüne neden oluyor. Bu, sonu, dünya politikası açısında, iflasa varabilecek kısır bir döngüdür. ” (abç)(...)

“Hedef tam üyelik diye yazıyor. Türkiye ile müzakerelerin başarısızlığa uğraması için bahaneler aranmasına karşı uyarıyorum. Batı’ya sıkı bağlar ile bağlı, demokratik, insan haklarına saygılı, azınlık haklarını koruyan ve hukuk devleti olan bir Türkiye’ye bizim çok ihtiyacımız var. Türkiye’deki reform yanlıları bunlardan yana ve Avrupa’nın desteğini hakediyorlar.


AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı Türkiye’nin AB’ye ihtiyacından çok daha büyük. ” (abç) (Hürriyet Gazetesi, 8 Ekim 2006)
AB’nin Türkiye ile müzakereleri askıya alması ve belirli bir süre ertelemesi (2009’a kadar düşünülmektedir), Türk iç politikasını oldukça hassas hale getirmektedir. Bunun nedeni Ortadoğu’daki gelişmelerdir. Onun için Türk iç politikasında köklü bir kayma gerçekleşebilir. Özellikle de İTB içerisindeki anti-AB’cilerin (her ne kadar çok farklı politik katmanlara ve nüanslara sahiplerse de) geniş bir yelpazede bir araya gelmelerine neden olabilir. Türkiye’nin iç politikada köklü bir “tektonik” kaymaya uğraması ile onun farklı bir jeopolitik konuma sürüklenmesi arasında ilişki kuranlar da vardır:
“Bu, çok büyük bir trajedi, bir potansiyel felakettir. (...) Türkiye herşeye rağmen çalışacağını söylüyor, ancak Türkiye’nin artık tamamen farklı bir jeopolitik yola girmesi riski var. ”(...)

“ Aşırı milliyetçiler ile ordudaki ‘AB karşıtları’ arasında ‘kutsal olmayan bir ittifakın kanıtları’nın göründüğünü (...)” (Newsweek’ten aktaran Hürriyet Gazetesi, 4 Aralık 2006)

Bu analizlere katılmamak mümkün değil. Emperyalistler dahi Türkiye’nin içine sürüklenmekte olduğu durumu görmektedirler ama Türkiye komünist ve devrimci hareketi bunu görememektedir. Türkiye emperyalist dünya ekonomisi ve politikasının son dönemlerde geçirmiş olduğu evrim ile bağlantılı olarak hızla bir devrimin menziline sürüklenmektedir. Türkiye’deki anti-AB’cilerin uluslararası politikanın bastırması sonucu yakın dönemde politik iktidara gelmeleri çok büyük olasılıktır. Hiç kuşkusuz bu varolan burjuva demokratik reformların ortadan kaldırılarak devletin Türk milliyetçiliği temelinde tam totaliter ve faşist bir devlete dönüşümüne neden olacaktır. Ama bu aynı zamanda bu devletin toplumsal ve tarihsel temellerinin de giderek daralmasını getirecek ve bu tamamen milliyetçi faşist devleti orta dönemli olarak bir devrimin girdabı içerisine sokacaktır.

Bugün komünist hareketin en temel görevi, Türkiye’nin içerisine sürüklenmekte olduğu politik durumun bilincine varmak ve bu temelde komünist partisinin inşaasının teorik, politik ve örgütsel önceliklerini doğru tespit etmek ve yine bu temelde de oportünizme kapsamlı savaş açarak onun yenilgisinin strateji ve taktiğini hazırlamaktır. Ancak belki o zaman tarihteki randevuya zamanında yetişilebilir.

DEVRİMCİ BÜLTEN


Devrimci Bülten Sayı 44, Devamı...


|
_ _