 |
komunistdunya.org |
 |
|
 |
Son Yazılar |
 |
|
|
 |
PDK Devrimci Bülten - Sayı 44 (2) |
 |
 |
PDK VE A. H. YALAZ ARASINDAKİ İLİŞKİLER ÜZERİNE PDK ve A. H. Yalaz arasında, yaklaşık dört yıl önce başlayan politik ve örgütsel birliktelik, Yalaz’ın da belirttiği gibi (www. komunistdevrim. org sitesinde) 17 Ağustos 2006 tarihinde kendisi tarafından sona erdirilmiştir. Aslında bu politik ayrılık ile ilgili olarak komünist ve devrimci kamuoyuna kısa bir açıklama yaparak, taraflar arasındaki bu ayrılığı sadece bildirmek ile yetinmek niyetindeydik. Ancak Yalaz’ın www.komünistdevrim.org sitesinde, bu politik ve örgütsel ayrılığı devrimci kamuoyuna bildirirken PDK’ya yapmış olduğu ve gerçekler ile ilgisi olmayan bazı ithamlar karşısında, PDK’ya bir cevap hakkının doğduğu kanısındayız. Yalaz’ın ilgili sitede yazmış olduğu yazıda ileri sürmüş olduğu ithamlara cevap vermeden önce, bu ayrılığın nedenlerinin ve yine bu ayrılığın biçiminin PDK tarafından nasıl değerlendirildiğini belirtmek istiyoruz. Yalaz ile PDK arasındaki ayrılığın temel nedeni tamamen ideolojik, politik ve örgütsel nedenlere dayanmaktadır. Devrimci Bülten’i düzenli takip edenler, PDK’nın ve Yalaz’ın teorik çalışmalarının içeriğinden haberdar olanlar, taraflar arasında ciddi ideolojik ve politik ayrılıkların olduğunu farkedeceklerdir. Gerçi taraflar bu ideolojik ve politik farklılıklarını komünist ve devrimci kamuoyundan saklamamışlardır ve her seferinde vurgulamışlardır. Ancak bugün gelinen noktada, bu farklılıklar tarafların aynı örgüt çatısı altında beraber çalışmasının temelini ortadan kaldırmıştır. Aşağıda bir kaç örnek ile de bunu tanıtlamaya çalışacağız. PDK, Yalaz ile ilişkilerin koparılmasını asla istememiş ve Yalaz’a bu yönde hiçbir yazılı ve sözlü bildirimde de bulunmamıştır. Ayrılığın kararını Yalaz tek taraflı ve üstelik de kesinlikle devrimci ilkelere sığmayan bir tarz ile karşılıklı görüşmeyi reddederek ve mektup yoluyla yapma yolunu seçmiştir. Israr ile istenen son bir görüşmeyi de reddederek bitirmek yolunu seçmiştir. Hiç kuşkusuz devrimci çalışmalarda bireyler, çeşitli nedenler ile ayrılabilirler. Bunda yadırganacak bir durum sözkonusu değildir. Ancak devrimci bireyler arasında (her ne kadar devrimci ve komünist kültürümüze yabancısa da) ayrılığın da belirli bir prosedürü vardır ve sorumlu bireyler bunu gözönüne almak zorundadırlar. PDK ile Yalaz arasındaki ilişkiler mektup ile başlamamıştır ki bir mektup ile sona erdirilsin. Yüz yüze bir görüşme sonucunda bu ilişkinin taraflar arasında bitirilmesi en doğrusuydu. Çünkü her iki taraf arasında ilişkiler mektup ile değil yüzyüze başlamıştır ve bu noktada PDK Yalaz’ın ayağına gitmiştir. Bundan dolayı PDK, Yalaz’ın ilişkileri PDK’ya hakaret sayılabilecek bir tarzda bitirmesini, komünist ve devrimci kamuoyu önünde şiddetle kınar ve protesto eder. Kısacası Yalaz’ın PDK ile politik ve örgütsel ilişkileri bitirme biçimi ve yöntemi oldukça yanlış ve hatalıdır. Önder kadro konumunda olan bir devrimciye asla yakışmayan bir tarzdadır. İşin ilginç tarafı PDK ile Yalaz arasında, hiçbir sözlü tartışma ve karşılıklı saygısız bir davranış sergilenmemiştir. Anlaşmazlıkların ortaya çıkması, gelişmesi ve bir örgütsel kopma ile sonuçlanması, karşılıklı mektuplaşmalar yoluyla olduğu için üstelik belgelidirler. Yani sözlü ve davranış düzeyinde yaşanan bir durum değil (çünkü taraflar aynı mekanda değildirler), yazılı düzeyde yaşanan bir durumdur. Onun için karşılıklı yaşananların ne kadar devrimci ve komünist kültüre yabancı ve aykırı olduğunu tespit etmek ve bu konuda devrimci ve komünist kamuoyunu doğru bilgilendirmek olanaklı ve mümkündür. Madem ki taraflar komünist ve devrimci kamuoyuna karşı sorumludur, o zaman bu mektupların (ki hiçbir örgütsel gizlilik durumu yoktur) devrimci kamuoyuna yayınlanmasını PDK olarak Yalaz’dan talep ediyoruz. PDK’nın Yalaz’a göndermiş olduğu mektupların tek yayınlanması bazı gerçeklerin ortaya çıkmasına yetmeyecektir. Çünkü bu mektuplar Yalaz’ın mektuplarına verilmiş olan cevaplardır. Ancak Yalaz da PDK’ya kendi göndermiş olduğu mektupları yayınladığı zaman ya da bu mektupların tarafımızdan yayınlanmasını onayladığı zaman ancak devrimci kamuoyu taraflar arasındaki ilişkilerin gerçek içeriğini az çok doğru bir şekilde öğrenebileceklerdir. Yalaz’ın PDK’ya göndermiş olduğu mektupların yayınlanması kendi onayına bağlıdır ve devrimci etik gereği kendi onayı olmadan tarafımızdan yayınlanamaz. Bu bizim açımızdan bir ilke sorunudur. Bu mektupların içerikleri komünist ve devrimci kamuoyuna açılmadıkları taktirde taraflar arasındaki sorunlar anlaşılmaz ve kamuoyu yanlış yönlendirme ve bilgilendirme ile karşı karşıya kalmış olur. Kanımızca Yalaz, sorunun gerçek içeriğini saklayarak onu devrimci ve komünist kamuoyuna yanlış bir biçimde sunmaktadır ve bu durum PDK tarafından asla kabul edilemezdir. Şimdi de Yalaz’ın PDK ile ilgili olarak ileri sürmüş olduğu bazı ithamlarını ele alalım ve bunları değerlendirmeye çalışalım. Yukarıda belirtmiş olduğumuz makalesinde Yalaz şöyle yazmaktadır: “Beni PDK'yla örgütsel ilişkileri sona erdirmek zorunda bırakan asıl neden, "olağan" koşullarda örgütsel ayrılıklara neden olacak önemli teorik ve politik görüş ayrılıklarının da varolmasına karşın, örgüt içi görüş ayrılıklarının ve sorunların ele alınışında kabul edilemez üslup ve dil kullanımında da ifadesini bulan genel olarak sosyalist politik kültüre, özel olarak sosyalist tartışma kültürüne ilişkin ilkesel anlaşmazlıklardı. ” (abç) (www.komunistdevrim. org) Yalaz’ın eleştirisinin ana noktası bu alıntıda da çok açık bir şekilde görüldüğü gibi “örgüt içi görüş ayrılıklarının ve sorunların ele alınışında kabul edilemez üslup ve dil kullanımı”dır. O zaman bu “üslubun ve dil kullanımı”nın ne olduğunu belirtmek ve ortaya koymak gerekir. Çünkü bu üslup ve dil belgelidir. Sözlü yaşanan bir durum değil yazılı yaşanan bir durumdur. Yalaz’ın bu “küçük” detayı gözardı etmesi oldukça düşündürücüdür. Az sonra Yalaz’ın eleştirmiş olduğu “üslup ve dil kullanımı”nın ne olduğunu yapılan tartışmalardan aktarmalar yaparak belirteceğiz. Ama ondan önce asıl sorunun ve Yalaz’ı asıl sinirlendiren ve PDK ile ilişkileri koparmasına götüren asıl nedeni okuyucu ile paylaşmak istiyoruz. Kanımızca bütün sorun, PDK’nın, Yalaz’ın İsrail-Lübnan (Hizbullah) savaşında almış olduğu politik tutumun oportünist karakterini çok açık bir şekilde ortaya sermiş olması ve Yalaz’ın bu savaş karşısındaki “sosyal-emperyalist” oportünist politik tutumunu teşhir etmiş olmasıdır. Yalaz kendi oportünizminin açığa çıkartılması ve teşhir edilmesi karşısında adeta çılgına dönmüş ve tartışmayı daha da sertleştirme yoluna gitmiştir. İşte bunların anlaşılabilmesi için, Yalaz ile K. ERDEM’in bu konuda birbirlerine yazmış oldukları beş mektubun ve Yalaz’ın “Siyonist Barbarlık ve Emperyalist Savaş Hazırlıkları” makalesinin beraber yayınlanması gerekir. Bu son makale önce www. komunistdunya. org sitesinde daha sonra da www. komunistdevrim. org sitesinde yayınlanmıştır. Bu makale aslında savaş karşısında Yalaz tarafından PDK’nın resmi politik tutumunun belirlenmesi için kaleme alınmıştır. Ancak PDK Merkezi Organı’nda üzerinde anlaşılamadığı için resmi imza ile yayınlanması uygun görülmemiş ve Yalaz da bu makaleyi kendi imzası ile yayınlamıştır. Yalaz’ın 7 Ağustos 2006 tarihinde yazmış olduğu ve K. Erdem’in ona vermiş olduğu cevabı aşağıda yayınlıyoruz. Yalaz’ın eleştirmiş olduğu ve sosyalist kültüre yabancı olduğunu ileri sürdüğü “üslup ve dil kullanımı”nı da böylece okur öğrenmiş olacaktır. Önce Yalaz’ın ilgili makalesini yayınlıyoruz: “SİYONİST BARBARLIK VE EMPERYALİST SAVAŞ HAZIRLIKLARI Emperyalizmin “Ortadoğu’daki” en güvenilir ileri karakolu olan saldırgan ve yayılmacı Siyonist İsrail devleti, Filistin ve Lübnan halklarına karşı yayılmacı savaşını iğrenç bir barbarlıkla sürdürüyor. Haydut İsrail devleti askerlerinin Hamas militanları tarafından tutsak edilmesini bahane ederek Hamas’ı sindirmek, en azından Hamas hükümetini yıkmak istiyor. Bu kısa-erimli amacına ulaşmak için Filistin’de iç savaş kışkırtıcılığı yapıyor. Askerlerinin sınır-ötesi bir askeri operasyonla Hizbullah savaşçıları tarafından tutsak alınmasını bahane ederek, “yaz yağmurları” adı altında bomba ve ölüm yağdırıyor Lübnan halkının üstüne. Lübnan’da da iç savaş kışkırtıcılığı yapıyor. Burada, Siyonizm’in ve onun baş destekçisi Batı emperyalizminin, özellikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) emperyalizmin, Rus ve Çin emperyalizminin kısa, orta ve uzun erimli dış politika amaçlarının, İran, Suriye, Türkiye gibi ülkelerde politik güç sahiplerinin dış politikalarının ve İsrailli askerlerin Hamas ve Hizbullah tarafından neden şimdi tutsak alındıklarının ayrıntılı bir politik çözümlemesine girilmeksizin şu saptanmalıdır ki, Siyonist İsrail Devletinin Lübnan ve Filistin halkına karşı savaşı onun saldırgan-yayılmacı, Nil’den Fırat’a kadar olan “Vaat Edilmiş Topraklar”da Büyük İsrail Devleti’nin kurulmasına yönelik dış politikasının sürdürülmesidir. Bu kadar değil. Bu savaş, Ortadoğu olarak tanımlanan coğrafyanın yeniden yapılandırılması projesi olan Genişletilmiş Ortadoğu İnisiyatifi (GOİ)’nin de bir parçasıdır. Bir kez daha: Bu kadar değil. Bu savaş Üçüncü Emperyalist Paylaşım savaşının hazırlık çalışmalarının bir parçasıdır. “Ortadoğu neden yeniden yapılandırılmak isteniyor? ” sorusunun yanıtının verilmesi buna açıklık getirir: Emperyalist sermaye ve onu temsil eden büyük emperyalist devletler, dünyanın fosil enerji kaynaklarını (petrol ve doğal gaz), diğer hammadde kaynaklarını, sermaye yatırım alanlarını, pazar ve politik etki alanlarını yeniden paylaşmak için genel bir savaşa, dünya ölçeğinde bir savaşa hazırlanıyorlar. Büyük emperyalist güçlerin bölgesel bağlaşıkları olan ve emperyalist sermayeyle karmaşık bir ilişki yumağı oluşturmuş olan işbirlikçi tekelci sermaye ve onları temsil eden gerici bölgesel devletler de bu paylaşımdan pay almanın hesabını yapıyorlar. Bugünkü koşullarda dünyanın paylaşım savaşımı, ekonomik, “barışçıl” politik ve kültürel savaşım biçimlerinin yanı sıra, bölgesel, yerel ve iç savaşlar, askeri ve “Turuncu devrim” vb. adlar verilen sivil darbeler aracılığıyla sürdürülüyor. Özellikle de ona egemen olanın dünyaya da egemen olacağı kabul edilen Avrasya denilen coğrafyada. (Olası) rakip emperyalist devletlerin (olası) enerji kaynakları ve enerji nakil yollarının kontrolü, diğer hammadde kaynakları, pazarları, sermaye yatırım alanları, politik etki alanları ya ele geçiriliyor ya da varolan emperyalist egemenlik güçlendiriliyor. Balkanlardan Kafkasya’ya, oradan Afganistan’a ve Ortadoğu’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada alan temizliği ve ön hazırlıklar yapılıyor. Sermaye yeni bir emperyalist paylaşım savaşına hazırlanıyor. Siyonist gericiliğin Lübnan’a karşı yürüttüğü imha savaşı böylesi geniş bir çerçeve içinde irdelenmeli, çözümlenmeli ve hazırlanmakta olan üçüncü emperyalist paylaşım savaşının ön çatışmalarından biri, taktik aşamalarından biri olarak değerlendirilmelidir. Balkanlar’da, Kafkasya’da, Afganistan’da ve Irak’ta olduğu gibi. Unutulmamalıdır ki, GOİ yalnızca ABD emperyalizminin değil, gerçekleşmesinde kilit/merkezi bir rol oynaması düşünülen ve böylesi bir projenin gerçekleşmesinden en büyük yararı sağlayacak olan bölgesel bir güç olarak Siyonist İsrail devletin de projesidir. Tıpkı ABD emperyalizmi gibi, Siyonist gericilik de “Genişletilmiş Ortadoğu” diye tanımlanan coğrafyanın politik haritasını yeniden çizmek istiyor. Siyonist İsrail devletinin Lübnan’a ve Filistin’e karşı önceden planlandığı anlaşılan bugünkü savaşı, “büyük İsrail” projesinin askeri araçlarla gerçekleştirilmesi politikasının sürdürülmesidir. Böylesi bir politikaya sahip olan Siyonizm emperyalist bir barışa bile katlanmaz. Bölgenin sürekli bir gerilim ve savaş durumu içinde olması, “büyük İsrail” projesini gerçekleştirme, “vaat edilmiş toprakları” ele geçirme Siyonist politikasının uygulanması için gerekli koşullarından biridir. Siyonist İsrail devleti, 1948, 1967 ve 1973 Arap-İsrail genel savaşlarının ve Lübnan ve Filistin örneklerinde olduğu gibi İsrail devletinin “tekil” savaşlarının gösterdiği gibi, devlet sınırlarını genişletmek zorundadır. Siyonist-militarist ideolojik-kültürel-politik yapısı nedeniyle sınırlarını genişletemeyen bir devlet, düşman olarak gördüğü ve kendilerine karşı öyle de davrandığı güçler tarafından çevrilmiş küçük bir coğrafyada ayakta kalamaz. Bu nedenledir ki, sürekli kriz ve sürekli savaş durumu militarist-Siyonist İsrail devletinin yaşam kaynakları arasındadır. Her halkın olduğu gibi Yahudi halkın da başka ulusların/devletlerin politik baskısına uğramaksızın yaşama, kendi politik yazgısını belirleme hakkı olduğu tartışma konusu bile yapılamaz. Tartışma konusu yapılması gereken, böylesi bir hakkın başka ulusların ve etnik grupların zararına olacak biçimde kullanılmasıdır. Kuruluşunun ilan edildiği dönemdeki (14 Mayıs 1948) ve bugün sürmekte olan genel yapısıyla İsrail devleti, özel olarak Filistin halkına karşı yapılmış olan tarihsel bir haksızlığın bir ürünüdür. Filistin halkı başta olmak üzere Arap halklarının, bölge halklarının, Siyonist İsrail devletinin savaş kışkırtıcısı ve üçüncü bir emperyalist paylaşım savaşının baş kışkırtıcısı ve hazırlayıcısı ABD emperyalizminin bir numaralı bölgesel işbirlikçisi olması nedeniyle, genel olarak dünya halklarının bugünlerini ve yarınlarını çok yönlü olarak etkilemeyi sürdüren bir tarihsel haksızlık. Düzeltilmesi gereken bir tarihsel haksızlık. Böylesi bir tarihsel haksızlığın düzeltilmesinin başta gelen gerekli koşulu emperyalizmin ileri karakolu olan bugünkü Siyonist İsrail devletinin yıkılmasıdır. Siyonist-emperyalist barbarlığı şiddetle kınıyor, derhal ateşkes ilan edilerek İsrail ordusunun Lübnan’dan ve Filistin’den çekilmesini talep ediyoruz. Proleter Devrimciler Koordinasyonu 7 Ağustos 2006 ” Bu makaleyi Yalaz, PDK’nın İsrail-Lübnan savaşında resmi politik tutumu için Merkezi Organ’a önermiştir. Bu makaleyi ise K. ERDEM 8 Ağustos 2006 tarihinde Yalaz’a yazdığı bir mektup ile şöyle eleştirmiştir: “ Değerli Y. . . , “Siyonist Barbarlık ve Emperyalist Savaş Hazırlıkları” adlı ve site için hazırlanmış olan makaleni elimden geldiğince özenli bir şekilde okumaya çalıştım. Makalede katıldığım ve katılmadığım bazı noktalar mevcut. Bunları maddeler halinde belirtmeye çalışacağım:
1-Elden geldiğince iyi niyetli bir makale yazılmaya çalışılmış ancak iyi niyet sorun çözmüyor ve olayların mantığına da inmiyor. Diyeceksin ki bu bir politik tutum yazısı yani analiz için yazılmamıştır. Doğrudur daha çok ajitasyon biçiminde yazılmıştır. Bir bildiri şeklinde. Ancak yine de olayların mantığını doğru koymak gerekir. Kanımca makale çok tek taraflı görünmektedir. Çok doğal olarak İsrail ve ABD emperyalizmini teşhir etmekte ama Hamas ve Hizbullah’ın yediği haltları pek sergilememektedir. Asıl bunları ve bunların hizmet ettikleri yanlış politikaları da teşhir etmek gerekir. Zaten İsrail ve ABD’nin tutumu ortadadır ve rezil olacakları kadar olmuşlardır. Onların amaçlarını ve zorbalıklarını elbette teşhir etmeliyiz ama özellikle “masumlar” rolü altında, halklarını bilerek gerici İran rejiminin bölgesel politikalarına alet eden (ki onların da arkasında Rusya ve Çin bulunmakta) Hamas ve Hizbullah’ın da propaganda düzeyinde de olsa teşhir edilmesi gereklidir. Makale buna hiç değinmemiştir.
2-İsrail’in “askerlerinin kaçırılmasını bahane” ederek Filistin ve Lübnan’a saldırdığını ve bu temelde siyonist bölgesel politikalara yöneldiği yazılmaktadır. Bu bahane değil gerçek bir şey. Hamas ve Hizbullah İsrail askerlerini kaçırmışlardır ve bunu da kendi halklarının çıkarları için değil, çürümüş İran rejiminin yönlendirmesi ve direktifleri temelinde yapmışlardır. Hamas ve Hizbullah’ın belirli aralıklarla İsrail askerlerini kaçırması ve diğer yanda İran’ın nükleer programdan dolayı uluslararası tansiyonu derece derece yükseltmesi, koordineli yürütülen bir süreçtir. İran, Hamas ve Hizbullah aracılığıyla yine Irak’taki Şiiler aracılığıyla (ve Suriye’yi de yanına alarak) ABD ve İsrail’i yıpratmaya ve bu yıpratma aracılığıyla da kendisine yönelik bir askeri operasyon seçeneğini uzaklaştırmaya çalışmaktadır. (Laf aramızda pek de aptal değilller ve kendileri açısından şimdilik en akıllı yolu seçmiş durumdalar).
3-Hamas ve Hizbullah’ın kendi halklarını başka ülkelerin burjuvazilerinin çıkarları doğrultusunda peşkeş çekmeleri asla affedilmez bir durumdur. Bu örgütler dolaylı bir şekilde yürütülen emperyalist savaşın araçları durumuna gelmişlerdir. Yürüttükleri politikaların kendi halklarının çıkarları ile bir alakası yoktur. Gerek Hamas ve gerekse de Hizbullah düzenli olarak (ama özelliklle de Hizbullah) İran’dan resmi olarak her yıl ödenek almaktadır. İran, Filistin ve Lübnan’da kendi yaratmış olduğu bir işbirlikçi kast aracılığıyla bu ülkelerde ekonomik, politik ve ideolojik olarak kök salmaktadır. İran bu yıl BM güvenlik Konseyi’nin Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını oyladığı halde her yıl verdiği ödeneği Hizbullah’a yine verdi. Üstelik hiç de saklamadan. Hamas ve Hizbullah’ın bölge ve küresel politikalara bağlanma biçimleri belirtilmeden, İsrail-Lübnan savaşı üzerine bir analiz yapmak neredeyse imkansız gibidir.
4-Bizim politikamız bu savaşta ister pasif ister aktif olsun bir tarafa angaje olmamaya çalışmak ve her iki tarafın da haydut olduğunu belirtmektir. Emperyalist ekonomi varoldukça ve onun temellerine dokunulmadıkça savaşın kaçınılmaz olduğunu ve proletaryanın dışında ve onun enternasyonalizminin dışında bir politikanın barışa götüremeyeceğinin propagandasını yapmaktır.
5-Kahrolsun emperyalist ve gerici savaş. Tek yol sosyalist devrim! Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de, İran’da, İsrail’de ve bütün dünyada dolaylı ve dolaysız bir şekilde emperyalist savaşa çekilen ülkelerin burjuvazilerinin devrilmesi olmalıdır şiarımız. Silahlar bütün gericilere çevrilmelidir. Şiarımız emperyalist savaşı içsavaşa ve sosyalist devrime çevirmek olmalıdır.
6-Makalenin son cümlesi yani şu cümle: “Siyonist-emperyalist barbarlığı şiddetle kınıyor, derhal ateşkes ilan edilerek İsrail ordusunun Lübnan’dan ve Filistin’den çekilmesini talep ediyoruz. ” Savaşan taraflardan birinin ama özellikle de İran’ın işine yarar. Bu da dolaylı olarak ister istemez bu sonuncuların ekmeğine yağ sürer. Bu cümle savaşan tarafların yüzleri karşılıklı olarak teşhir edilerek yazılmış olsaydı bir sorun yaratmazdı. Ancak bu durumda dolaylı da olsa bir emperyalist grubun işbirlikçilerinin ve onun da işbirlikçilerinin politikalarını dolaylı olarak desteklemek sözkonusu olur. Unutmamak gerekir, gerek Hizbullah gerekse de Hamas ve onların arkasında bulunan İran ve Suriye burjuvazisi bu ülkelerde işçi sınıfını baskı altına almışlardır. Bizim görevimiz bütün politik olayları proletaryanın çıkarlarına ve bu temelde de sosyalist devrime bağlamaktır.
Bu savaşta burjuva politik iktidarlar yıkılmadan “barış” ancak birinin diğerini baskı altına alması ve yağmalaması temelinde olanaklıdır. Gerçek ve kalıcı bir barış ancak bir sosyalist devrim ve devrimler dizisi ile mümkündür. Bu savaşlardan sosyalist devrimin geliştirilmesi için yararlanılmalıdır.
7-Ama yok sen dersen bunlar “uzun iş” kısa dönemli bize “pratik” bir çözüm lazım. Onun için ilk elden İsrail’in Lübnan ve Filistin’den çekilmesini talep etmeliyiz (elbette ki bunu talep edeceğiz ama Filistin ve Lübnan’daki gericiliğin teşhir edilmesi ve onların alçaklıklarının ortaya çıkarılması ve kirli çamaşırlarının ortaya dökülmesiyle beraber bunu yapmalıyız) o zaman, bende sana kötü ünlü “hareket her şey amaç hiçbir şey” ruhunun derece derece yayılmasına engel olamazsın derim. (abç)
Şimdilik diyeceklerim bunlar. Yazının tekrar düzenlenmesi gerektiğini ve bu haliyle yayınlanmasının sakıncalı olacağı kanaatindeyim. Sana bir kaç gün içerisinde benim yazıyı gönderecem. (1) Şu an bilgisayarda yazıyorum. Orada görüşlerim biraz daha derli toplu.
Hoşçakal Saygılarımla ” Yalaz ile PDK arasında dereceli bir şekilde tırmanan gerginlik ve daha sonra da kopma ile sonuçlanan süreç işte K. Erdem’in Yalaz’a göndermiş olduğu bu mektup ile başlamıştır. Bu mektupta “7. maddede” yapılan eleştirileri Yalaz “kabul edilemez üslup ve dil kullanımı” olarak ilan etmiştir. Çünkü bu maddede Yalaz’ın görüşleri ima yoluyla oportünistlikle eleştirilmiştir. Yalaz da bunları kendisine bir tür hakaret olarak kabul etmiştir. Bu noktadaki değerlendirmeyi komünist ve devrimci kamuoyuna bırakıyoruz.
Ama olayların daha açık ve net bir şekilde anlaşılması için bu noktanın daha da açılması gerekir. Herşeyden önce şu sorunun sorulması gerekir: K. Erdem, Yalaz’ın “pratik” bulduğu öneride ısrar etmesinin yani bir sosyalist devrime ve bu temeldeki devrimci görevlere bağlanmayan bir politik anlayışın ileri sürülmesinin neden zamanla “hareket her şey amaç hiçbir şey” ruhunun derece derece yayılmasına götüreceği eleştirisini yapmıştır?
Yalaz’ın makalesinde üstü örtülü bir Hizbullah savunusu yatmaktaydı. Makalenin içeriği oldukça dengesizdi; İsrail ve ABD makalede yerden yere vurulurken, Hizbullah’ın gerici ve karşı-devrimci karakterinden vede yediği haltlarından hiç bahsedilmemekteydi. Halbuki objektif bir makale, emperyalizmin dolaylı uzantıları olan ve gerici bir savaş yürüten her iki tarafı da teşhir etmekle ve karşı-devrimci yüzünü ortaya sermekle yükümlüdür. Her ne kadar makalesinde belirtmese de, Yalaz’ın kafasının arkasında başka düşüncelerin yattığı kuşkusu PDK Merkezi Organı’nda oluşmuştur ve bu kuşkunun ne kadar doğru olduğu, Yalaz’ın K. Erdem’in mektubuna vermiş olduğu yanıtta görülmüştür. Yalaz, K. Erdem’in eleştirilerine yanıtında hiçbir şekilde komünist ve enternasyonalist olmayan ve onu oportünist sosyal-emperyalist yapan ve savaş karşısındaki gerçek düşüncesini ve bu emperyalist savaşta dolaylı olarak taraf tuttuğunu ve bu haliyle de Bolşevizme ihanetini şu satırlar ile açığa vurmuştur: “Vurguluyorum: bugünkü İsrail-Hizbullah (ve İsrail-Hamas) savaşında İsrail’in ilan edilmiş ve edilmemiş politik-askeri amaçlarını gerçekleştirememesi (bu anlamda yenilmesi) emperyalizme ve bölgesel gericiliğe karşı politik devrimci savaşımın lehinedir. Bunu Irak’taki durumla karşılaştırabiliriz. Bugün Irak’ta emperyalist işgale ve işbirlikçilerine karşı savaşan başlıca güçlerin politik anlamda ilerici olmadıkları biliniyor. Soruyorum: Emperyalizme ve iç gericiliğe karşı devrimci savaşımın çıkarları açısından Irak’ta hangi tarafın yenilgisini tercih ederiz? Savaşan gerici güçlerin yenilmesi ve sosyalist devrimlerin zafer kazanması istenen bir şeydir; ama bugünkü koşullarda yakın ve orta-erimde gerçekleşebilecek bir şey değildir. Biz ise bugün pratik bir tutum almak zorundayız. “Savaşan tarafların hepsi de gericidir” doğrusunu yineleyerek toptancı bir anlayışla yaşanan anda asıl darbenin vurulması gereken gerici güçlerle ikincil darbenin vurulması gereken gerici güçler, baş düşmanlarla ikincil düşmanlar arasında ayrım yapmaksızın strateji sorunlarını ele alamayız. Böylesi bir ayrım yapmak bir tarafı diğer tarafa karşı savaşında desteklemek demek değildir. ” (Yalaz’ın K. Erdem’e göndermiş olduğu 10 Ağustos 2006 tarihli mektup, Arşiv)(abç) Yalaz’ın “dolaylı emperyalist savaş” karşısında, gelmiş olduğu utanç verici oportünist sosyal-emperyalist noktanın değerlendirilmesini komünist ve devrimci kamuoyuna bırakıyoruz. Yalaz öyle bir teorik hata yapıyor ki, ideolojik rakiplerine kendisini dövmesi için bir de sopa veriyor. Şöyle diyor:”Bunu Irak’taki durumla karşılaştırabiliriz. ” İsrail-Lübnan (Hizbullah) savaşını, Irak’taki savaş ile karşılaştırmadan önce, Yalaz’ın Irak’taki savaş karşısındaki tutumunu, İsrail-Lübnan (Hizbullah) savaşı karşısındaki tutum ile karşılaştırmak gerekir ve böylece Yalaz’ın nereden nereye geldiğini görmek daha kolay olur. . Yalaz ile K. Erdem’in ortaklaşa yazdığı Devrimci Bülten’in 32. sayısının “ORTADOĞU’DA EMPERYALİST SAVAŞ VE ABD VE AVRUPA BİRLİĞİ KISKACINDA TÜRKİYE” adlı başyazısında Yalaz Irak’taki savaş ile ilgili olarak şöyle yazıyordu: “Gerek ABD önderliğindeki saldırgan koalisyon, gerekse Baas rejimi açısından gerici bir karakter taşıyan bu savaşta komünistler, yalnızca hem bölgesel gericiliği, hem de emperyalizmi zayıflatan, sosyalizm için savaşımı güçlendiren bir savaşımı destekleyebilirler. Böylesi bir karakter taşıyan savaşımın Irak devletinin sınırları içinde yürütüldüğüne ilişkin bir bilgimiz yok. (abç) Ama vurgulanmalıdır ki, emperyalist koalisyonun, özellikle ABD emperyalizminin yenilgisi hem bölgesel düzeyde, hem de dünya düzeyinde anti-emperyalist ve sosyalist savaşımı güçlendirici bir etki yapacaktır. ” (Devrimci Bülten 32, sayfa 3) Yalaz herhalde PDK kadrolarının hafızasını ve zeka düzeyini ölçüyor olsa gerek! Yukarıdaki alıntılardan da çok açık bir şekilde görüldüğü gibi Yalaz’ın Irak savaşındaki tutumu ile Lübnan savaşında almış olduğu tutum arasında farklılıklar vardır. Irak savaşında Yalaz, bir tercihten bahsetmemektedir. Savaşan her iki tarafın da gerici olduğunu belirtmekte ve ancak sosyalizm için savaşımı güçlendiren bir savaşımın destekleneceğini belirtmektedir ki bunun yani böyle bir savaşımın Irak’ta mevcut olmadığını belirtmektedir. Anlaşılan son dönemlerde Irak’ta böyle bir savaşım başlamıştır ama bizim haberimiz yoktur! Burada ilginç bir durum daha doğrusu sosyal emperyalist bir politika üzerinde ilerlemenin kaçınılmaz mantıksal sonuçları ortaya çıkmakta ve Yalaz’ın sosyal emperyalizmi sosyal-şovenizm ile birleşmektedir. Bu noktayı biraz daha açmak gerekir. Yalaz, ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri karşısında sözde “direnen” kesimlerin kazanmasının tercih edilmesinden yanadır. Peki tercih edilen kesimler kimdir? Baasçılar, İran yanlısı Şiiler, El Kaide yanlısı gruplar, Suriye yanlısı gruplar vs. Bu gerici politik eğilimlerin sosyalizm için savaşıma ne getireceklerini insan gerçekten merak ediyor!? Ama burada çok daha ilginç bir nokta yatıyor. Yalaz’ın kazanmasını tercih ettiği politik eğilimlerin kazanmasını ilginçtir Türkiye Cumhuriyeti devleti de istemektedir. Çünkü bu gerici politik eğilimler Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkına karşıdırlar ve Kürt ulusunun yeminli düşmanıdırlar. Politik iktidarı ele geçirdikleri andan itibaren TC, İran ve Suriye ile beraber, Güney Kürdistan’da çeşitli reformlar sonucunda ortaya çıkan özerk Kürdistan’ı ortadan kaldıracakları gibi Güney Kürdistan’daki fiili durumdan yararlanan Kürdistan’ın diğer parçalarındaki hareketlere de büyük darbe vurmuş olacaklar. Yalaz’ın kazanmasını tercih ettiği politik eğilimler kaçınılmaz olarak Türkiye, Suriye ve İran’ın Kürdistan üzerinde stratejik üstünlüğünü getirecektir ve Kürt ulusunu katliamın eşiğine getirecektir. Irak’taki bu gerici politik eğilimlerin kazanması, Kürt işçi ve emekçilerini daha fazla Kürt milliyetçilerinin politik saflarına itecektir ki bu durum ezen ulus milliyetçiliğini daha fazla kamçılayacaktır. Yalaz Irak’taki bu gerici akımların kazanmasını tercih etmekle, pratikte Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını pratikte imkansız hale getirdiği gibi bu ulusu, ezen devletlerin katliamı ile karşı karşıya getiren bir politikayı da aynı zamanda kabul etmiş olmaktadır. Yalaz artık istediği kadar ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunsun! Bu savunu ileri sürmüş olduğu politikalar çerçevesinde artık süs olarak durmaktadır! PDK da bunu yuttu öyle mi!?
Peki Yalaz’ın ileri sürmüş olduğu politikanın bölgesel sonuçları ne olmaktadır?
K. Erdem, Yalaz’a vermiş olduğu yanıtta, Yalaz’ın ileri sürmüş olduğu politikanın olası bölgesel sonuçlarını kısaca şöyle belirtmiştir: “Bu pasajda Yalaz herşeyi ele veriyorsun. Peki ben niçin Irak’ta üstelik belirttiğin gibi (“işgale ve işbirlikçilerine karşı savaşan başlıca güçlerin politik anlamda ilerici (abç) olmadıkları biliniyor”) ilerici olmadıkları ve dolaylı olarak başka bir emperyalist grubun politikalarının uzantısı oldukları halde taraf tutayım? Niçin ben bir tercih yapayım? Yapmam. Benim görevim her ikisinin çirkef yüzünü göstermektir. ABD ve İsrail kendi bölgesel planlarını gerçekleştiremeseler dahi yani devrimci olmayan güçler (ki bu noktada mutlaka bir emperyalist merkeze bağlıdırlar ve emperyalist ekonominin ve politikanın mantığı gereği bağımsız kalamazlar) tarafından yenilgiye uğratılsalar dahi bunun bölge işçilerine ve emekçilerine yine tek kelimeyle gericilik ve zulum getireceği yani başka bir emperyalist yamyam tarafından doldurulacağı kesindir:1979 İran’da olanlar herkesin kulağına küpe olsun. İstersen bir fikir jimnastiği yapılabilir:Diyelim Irak’ta ABD yenildi ve İran’a bağlı şiiler ve Baasçılar (Rusya ve Suriye destekli) kazandılar. Bunun sonucu olarak G. Kürdistan’ın kıyıma uğratılması ve özerkliğin kaldırılması olur. Lübnan’da İsrail’in yenilmesinin sonuçları ise İran ve Suriye’nin etkisininin Lübnan’da güçlenmesi olur. Filistin’de İsrail’in yenildiğini ve Hamas’ın daha da güçlendiğini varsayalım. Peki bütün bunların bölge işçilerine ve halklarına olumlu ne tarafı var? Hatta belki eskisinden daha kötü bir durum ortaya çıkacaktır. Bu da hangi taraf kazanırsa o tarafın aynı olacağı anlamına gelir. ” (K. Erdem’in Yalaz’a göndermiş olduğu 11 Ağustos 2006 tarihli mektup, Arşiv) Yalaz’ın oportünizminin açık seçik nedenini ve teorik kökenini artık belirtmek gerekir. Yalaz’ın teorik hatası, bir zamanlar Lenin’in “Ne Yapmalı? ”da eleştirmiş olduğu, Ekonomistlerin ve Teröristlerin teorik ve politik hatalarının bir benzeridir. Bu hatanın özü, işçi sınıfının politik eğitimini atlaması, onun bağımsız politik eğlemini yoketmesi ve komünist hareketin gelişimini (bölge ülkelerinde) onun bağımsız politik eyleminden ziyade, burjuva sınıfların politik olanakları üzerine oturtmuş olması ya da ondan medet ummasıdır. Yalaz Irak işçi sınıfının, Lübnan işçi sınıfının devrimci politik görevlerini atlayarak, bu ülkelerin komünist ve devrimci hareketlerini gerici sınıfların kuyruğuna takıyor. Bu ülkelerde kominist ve devrimci hareketlerin gelişimini, onların bağımsız ideolojik ve politik eylemleri üzerine değil, devrimci olmayan sınıfların politik eylemleri ve olanakları üzerine kuruyor.
Doğru komünist politik tutum, bölge işçilerinin ve halklarının politik çıkarlarını, gerici burjuva sınıfların birinin diğerini altetmesi üzerine kurmak yerine, böylece de burjuvazinin politik strateji ve taktiklerinin üzerine kurmak yerine, bölge işçilerinin devrimci görevlerinin ve önceliklerinin öne çıkarılması olmalıdır. Hiç kuşkusuz bu devrimci görev ve öncelikler de ülkeden ülkeye değişir ve her ülkenin komünist ya da devrimci hareketinin tarihsel gelişme düzeyine bağlı olarak değişik biçimler alır. İşçi sınıfını kendi politik örgütlenmesi ve bu örgütlenmenin çeşitli görevleri dışında, başka bir örgütsel eğilime çekmek isteyen her birey, grup, çevre, örgüt vs. oportünisttir. Komünist hareket içerisinde böyle bir eğilim, burjuvazinin işçi sınıfı içerisinde dolaylı etkisinden başka bir şey değildir, ki bunun adı da ML literatürde tasfiyeciliktir. Tasfiyecilik, burjuva ideolojik ve politik etkinin işçi sınıfı hareketi içerisinde tezahüründen başka bir şey değildir. Plehanov, Kautsky, Martov vs. nasıl burjuvazinin safına geçerek işçi sınıfına ihanet ettiler? İşte böyle ihanet ettiler, Yalaz’ın geçtiği yollardan geçerek ihanet ettiler! Kısacası Yalaz, Irak savaşında savaş karşısında asıl görüşünü gizlemiş ve zamanla kendi asıl görüşünü “çaktırmadan” yaymaya ve PDK içerisinde egemen kılmaya çalışmıştır. Az ileride başka bir sorunda da aynı şekilde davrandığını göreceğiz. Doğrusunu söylemek gerekirse Yalaz’ın “dolaylı emperyalist savaş “ karşısında böyle bir hata yapacağını her zaman bekliyorduk. (2) Çünkü Yalaz’ın “emperyalizm savunusu”, “demokratik devrim savunusu”, “Kürt Ulusal sorunu” karşısındaki tutumu vs. ister istemez böyle bir beklentiye yolaçmaktaydı. Yalaz’ın eleştirisinin ana noktasına gelecek olursak yani “sosyalist tartışma kültürüne yabancı olan dil ve üslup” kullanımına gelecek olursak işte PDK’nın Yalaz’a göre hatası yukarıda kendisine karşı yapılan eleştiride kullanılan dil ve üsluptur. Bu noktanın değerlendirmesini de komünist ve devrimci kamuoyuna bırakıyoruz ama az ileride Yalaz’ın PDK kadro ve sempatizanlarına karşı kullanmış olduğu üsluba da geleceğiz. Yalaz ile PDK arasındaki ilişkilerin kopmasına neden olan olayın gelişimini ve genel hatlarını belirttikten sonra, Yalaz’ın daha başka eleştirilerine geçelim. Yalaz yine aynı makalede şöyle yazmaktadır: “ PDK'yla ilişkilerimi neden sonra erdirdiğimin daha iyi anlaşılması için kısaca PDK'dan söz edeyim. Yaklaşık olarak 12 yıllık bir geçmişi olan küçük bir komünist politik örgüt olan PDK, 2002 yılı sonlarına doğru Yalaz'ın katılımıyla "çalışanlarını" bağlayıcı politik çizgisi/platformu olmayan ve farklı bir yapıya kavuşturulması kararlaştırılan özel bir geçiş dönemi yaşamaya başlayan bir geçiş örgütüne dönüştü. Özel geçiş dönemi kuruluş bildirgesini kabul etmeye yetkili bir organın toplanmasıyla sona erecek ve gerek örgütün gerek merkez yayın organının adı komünizm nihai amacına uygun bir duruma getirilecekti. Asıl olarak alınan kararlara uygun davranılmaması nedeniyle bu görev yerine getirilmedi/getirilemedi. ”(abç)(A. H. YALAZ, www.komunistdevrim. org) Burada çok açık bir şekilde olayların ve olguların saptırılması sözkonusudur ve asla PDK tarafından kabul edilemez vede Yalaz gibi bir devrimciye de asla yakışmamaktadır. Gerçekten de PDK ile Yalaz (2002’nin sonu değil Eylül-Ekim aylarında) nasıl bir anlaşma yapmışlardır? Bu anlaşmanın içeriğini belirtmeden önce bu anlaşma öncesi tarafların beraber çalışma noktasında nasıl düşündüğünü açıklamak gerekir. PDK ile Yalaz 2000 yılının sonlarından 2002’nin Eylül-Ekim aylarına kadar olan zaman zarfında, karşılıklı mektuplaşmalar ve yüzyüze görüşmeler sonucunda birbirlerini ideolojik-politik ve örgütsel bakımdan asgari düzeyde tanıma fırsatı bulmuşlardı. Bu zaman zarfında PDK, Yalaz ile bir çok ideolojik anlaşmazlık noktası görmüş ve onun ile ilkesel olarak bu anlaşmazlıklar varolduğu müddetçe bir örgüt içerisinde çalışmanın olanaksız olduğu sonucuna varmıştı. Ancak Yalaz ile bir örgüt içerisinde olmasa da pratik ve örgütsel olarak bir çok iş yapılabileceği kanaatı da mevcuttu. (3) Yalaz ile bir örgüt içerisinde beraber çalışılması ancak aradaki ideolojik sorunların asgari düzeyde aşılması ile olanaklı olduğu düşünülmekteydi. Bunun için de belirli bir zamana ihtiyaç vardı. Karşılıklı olarak varolan sorunların tartışılması sonucunda (ki belirli bir zaman alacağı kesindi) bir örgüt içerisinde çalışılıp çalışılmayacağı anlaşılmış olacaktı.
(1) Bu mektupta söz konusu olan yazı Devrimci Bülten’in 43. sayısında yayınlanan ama daha önce de www. komunistdunya. org sitesinde yayınlanan « Ortadoğu’da Dolaylı Emperyalist Savaş » adlı makaledir. (2) Bunu tek biz söylemiyoruz, komünist çevrelerden bir çok kişi bize aynı şeyi söylemişlerdir. (3) Bu kanaat hala daha devam etmektedir ve bu noktada tarafımızda bir değişiklik yoktur. Devrimci Bülten Sayı 44, Devamı...
|
 |
|
|
|
 |
|
 |
|