[ Kurdî   English   Francais                                 PROLETER DEVRİMCİLER KOORDİNASYONU (PDK)  28-05-2023 ]
{ komunistdunya.org }
   Açılış_sayfanız_yapın  Sık_Kıllanılanlara_Ekle

 Site Menü
   Ana Sayfa
   Devrimci Bülten
   Yazılar / Broşürler
   Açıklamalar
   Komünist Hareketten
   İlerici / Devrimci       Basından
   Kitap - Broşür PDF
   Sanat
   Görüşler

 Arşiv - Ara
   Arşiv
   Sitede Ara

 İletişim
   Bağlantılar
   Önerileriniz

_ _
{ }


_ _
{ Son Yazılar }
Devrimci ve Demokrat...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Say...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
EMPERYALİZM VE TÜRKİ...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrımcı Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
Devrimci Bülten Sayı...
_ _
{  PDK Devrimci Bülten - Sayı 31 (1) }
| Devrimci BültenİÇİNDEKİLER
  • Üç Kasım Seçimleri ve Devlet
  • Komünist Hareketin Sorunları
  • Üç Kasım Seçimi Sonuçları Üzerine
  • Engels, Yaşamının Sonuna Dek Kapitalizmin Devrimle Yıkılmasını Savundu
  • Toplumların Birbirlerine Eklemlenme Sorunu
  • Devrimci Bülten’den Okurlara

3 KASIM SEÇİMLERİ VE DEVLET

3 Kasım seçimleri devlet iktidarını elinde tutan politik güçler açısından istenen sonucu vermedi. Çünkü seçim sonucunda ortaya çıkan AKP hükümeti, hiçte bu politik güçler tarafından istenen bir hükümet değildir.  Bu nokta üzerinde aşağıda biraz daha ayrıntılı olarak duracağız.  Ama önce seçimler ile birlikte ortaya çıkan dört önemli noktayı belirtelim.
Birinci olarak,  seçimler faşist diktatörlüğün,  tarihsel ve toplumsal temelinin giderek daralmakta olduğunu göstermiştir.  İkinci olarak seçimler,  kitlelerin siyasal yapının değişmesi yönündeki isteklerini göstermiştir. Üçüncü olarak,  devletin siyasal krizinin giderek daha da derinleşeceğini göstermiştir. Dördüncü olarak da, Türk ve Kürt liberalizminin sefil durumunu bir kez daha göstermiştir.
   
Gelecek sürecin genel yön ve eğilimini iyi anlayabilmek için, devlet ve AKP’nin  tarihsel şekillenişini iyi analiz etmek gerekir. Gerçekte devlet ve AKP’ nin tarihsel çıkarları çakışmakta mıdır yoksa çatışmakta mıdır?  Çünkü Türkiye’de hükümet olmak ile iktidar olmak ayrı şeylerdir. Örneğin 1995 seçimlerinde Refah Partisi birinci parti olmasına ve koalisyon ile hükümeti kurmasına rağmen, 28 Şubat gizli darbesini durduramamıştır. Onun için önümüzdeki süreçte, devletin siyasal refleksinin yönünü daha iyi kavrayabilmek için, devlet ile AKP’nin ideolojik ve siyasal karakterlerini iyi analiz etmek gerekmektedir.
   
Önce devleti ele alalım.
   
Devlet, elbette ki genel olarak işbirlikçi tekelci burjuvazinin devletidir. Bu sınıfın tarihsel ve toplumsal çıkarlarını korumak ve kollamak ile yükümlüdür. AKP de, bu işbirlikçi tekelci burjuvazi (İTB) içerisinde belirli bir katmanın toplumsal çıkarlarını ifade ettiği için, devlet bu sınıfın da devletidir. Ancak bu durum, İTB’ların kendi aralarındaki rekabeti dıştalamaz. İTB içerisindeki her katman, toplumsal konumunu geliştirebilmek ve pekiştirebilmek için devlete ihtiyaç duyar. Ama bunu yapabilmesi için de belirli bir kitle tabanına ve bu kitleyi de belirli bir toplumsal ereğe doğru harekete geçirecek belirli bir ideolojik ve politik çizgiye gereksinim vardır. Hangi katman devlete sahip olmak isterse, devletin temel kurumlarını (ordu, polis, bürokrasi vs. ) büyük oranda kendi ideolojik ve politik çizgisi temelinde biçimlendirmesi zorunludur.  Kendi içerisinde hükümeti, ordusu, polisi ve bürokrasisi ile tamamen uyum içerisinde olmayan bir devletin toplum üzerindeki hakimiyeti de zayıflar.
   
Bugünün Türkiye’sine baktığımız zaman, devletin temel kurumlarının,  özellikle de ordunun, AKP hükümetinin kadrolarını ve siyaset anlayışını benimse-mediğini ve sanki aralarında bir “soğuk savaş”ın olduğunu görmekteyiz. Devletin kendi içerisinde bu tür bölünmüşlüğü, onun hem uluslararası politikada hem de iç politikada siyasal refleksini zayıflatmaktadır. Belirli bir zaman diliminden sonra,  devletin yapısındaki bu zaafın giderilmesine ve böylece devletin gerek dış gerekse de iç politikada daha da etkin kılınması sağlanılacaktır. Örneğin Türkiye tarihindeki üç darbe, hükümet ve devletin temel kurumları arasındaki siyasal açının haddinden fazla açılmasından kaynaklanmıştır. Ancak şu da bir gerçektir ki, bu açı da her seferinde başka tarihsel koşullar ve etmenler tarafından yaratılmıştır. Askeri darbeler, devletin çeşitli kurumları arasında açılan bu açıların, devletin resmi ideolojik ve siyasal çıkarları doğrultusunda tekrar kapatılması işlevini görmüşlerdir.
   
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez, İTB kendi içerisinde bu kadar büyük bir parçalanmışlık yaşamaktadır. Bu parçalanmışlık kendisini siyasal alanda bir çok fraksiyona bölünme şeklinde göstermektedir. Bu bölünmenin altında yatan neden ise,  İTB’nin toplumsal ve tarihsel temelinin giderek sarsılmakta ve zayıflamakta olmasıdır. İşte bu sonuncu durum ise dünya ekonomisinin temel dinamiklerinde ve eğilimlerinde değişmenin sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu sonuncu  nokta üzerinde kısaca durmak gerekmektedir.
   
1970’lerin sonlarında, uluslararası emperyalist sistemin derinleşmesi ve bu derinleşmenin dayatmış olduğu tarihsel düzey sonucunda 24 Ocak Kararları ve bunu tamamlayan 12 Eylül darbesi ile İTB’nin ithal ikameci sanayileşmeden,  ihracata dönük sanayileşmeye geçmesi sağlandı. Bu hem İTB’nin sermayesinin yoğunlaşmasında bir artış anlamına geliyordu hem de İTB’nin dünya çapında sermayenin merkezileşme hareketinin girdabında dikey olarak uluslararası tekeller ile daha fazla iç içe geçerek “Ortak Girişim” biçiminde örgütlenmesine neden oluyordu. Yani sermayenin artması ile  (ki bu artma uluslararası tekel ile anlaşma ve kaynaşma temelinde oluyordu) kendi bağımsızlığını giderek tedrici bir şekilde kaybetmesi atbaşı gidiyordu.
   
1980-2000 yılları arasında İTB adeta bir geçiş dönemi yaşadı. Hem iç pazara dönük bir üretim gerçekleştirmekteydi hem de bölgesel pazarlar temelinde ihracata dönük bir ekonomik faaliyet gerçekleştirmekteydi. Yani Türkiye’de ithal ikameci sanayileşmeden tamamen ihracata dönük bir sanayileşmeye geçmek için,  tarihsel olarak ara bir dönem, her iki dönemin unsurlarını geçici bir şekilde birleştiren ara bir dönemin varlığı gerekmiştir. (1) Tarihsel gelişim içerisindeki bu ara durum, siyasal yapıda da yansımasını bularak, Özal ve ANAP biçiminde kendisini dışa vurmuştur. Zayıf bir Pantürkçü ve Panslamist eğilim ile birlikte zayıf bir “ulusalcılık”ı birleştiren Özal ve ANAP eğilimi, tarihsel açıdan az çok dinamik bir eğilim üzerine oturmuştu ve bundan dolayı belirli bir dönem yükselen bir eğilim izledi. Ama bugün bu eğilim tarihsel açıdan bir düşüş eğrisi yaşarken böyle bir politikanın ömrü hiçbir şekilde ANAP ile kıyaslanamaz. O dönemde böyle bir politik eğilim İTB’yi geliştirirken, bugün tam tersine bu gelişmeyi dizginleme eğilimine sahiptir. Çünkü tarihsel temeli kayıp gitmektedir. İşte AKP, bu ara geçiş döneminin çöküşü döneminde ortaya çıkmış ve bu ara dönemde ortaya çıkan ve oluşan İTB’nin bu katmanının can çekişen eğilimini yansıtmaktadır.
   
İçinden geçtiğimiz süreçte, İTB’nin en büyük katmanı, gerek ekonomik ölçeği bakımından gerekse de  sermayesinin bileşeni bakımından, bu ara dönemde oluşan İTB katmandan daha üstündür. Onun için bu geçmiş dönemin ideolojik ve politik eğilimlerini hem benimsemez hem de kendisine uymaz. AKP’nin politik çizgisi, İTB’nin en büyük katmanından ziyade, onun hemen altında yeralan, ve dünya pazarındaki rekabete ayak uyduramayarak giderek dağılmaya başlayan katmanın genel eğilimini yansıtmaktadır. Onun için bu politik eğilim, tarihsel bir düşüş eğrisi içerisinde olduğu için, sistem içerisinde sadece kriz üreten bir politikanın temsilcisi olabilir.
   
Ancak gelinen noktada İTB, çevresindeki bölgesel pazarlarda büyük bir hakimiyet kurmak zorundadır. Daha doğrusu belirli bir emperyalist grup ya da dinamiğin etkisi altında böyle br yönelime girebilir. Bu durumu hem uluslararası tekelci sermayenin hem de İTB’nin en büyük katmanının sermayesinin tarihsel düzeyi dayatmaktadır. Çevresindeki bölgelerde, enerji kaynaklarından, güvenlik sorunlarına ve pazarların korunması ve genişletilmesine kadar her yön ve sorun ile ilgilenmek zorundadır. İşte bu durum bölgesel ideolojik ve politik eğilimlerin gelişmesine ve güçlenmesine neden olmaktadır. İTB, nüfuz alanlarını ancak bu tür politik eğilimler aracılığı ile genişletebileceğini sezerek, giderek ekonomik ve politik desteğini bu tür politik eğilimlere doğru kaydırmaktadır. Bu yönden bir politik açılım gösteremeyen ve eski biçimleri kendisine temel alan bütün politik eğilimlerden de uzaklaşmaktadır.
   
Ekonomik ilişkilerdeki bu değişim, devletin temel kurumlarını da etkilemekte ve onlar da kendilerini bu tür bir ekonomik şekillenmenin ön plana çıkardığı ideolojik-politik biçimlere uyarlamaktadırlar. Böylece gerek ordu, gerek polis ve gerekse de bürokrasi, devetin güvenlik alayışını ulusal bazdan, bölgesel baza kaydırmaktadırlar. Bu noktada şu soru belirmektedir: Devletin temel kurumları hangi bölgesel ideolojik-politik eğilimlere daha çok yakındır?
   
Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet kurumları (ordu, polis, bürokrasi vs. ) kuruluşundan itibaren Türk milliyetçiliği temeline dayanarak oluştular ve geliştiler.  Bunun altında T. C. ’nin kuruluş biçimi yatmaktadır. T. C. , Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki işbirlikçi politik islam ile kopuşma ve daha çok Türk milliyetçiliği temelinde gelişti. Bunda ulus-devlet yaratma ve bunu milliyetçilik temelinde kurmanın etkisi büyüktür. Böylece devet kurumları daha çok Türk milliyetçiliğine eğilim gösterme ve politik islama mesafeli olarak bir tarihsel şekillenişe ve evrime uğradı. Bugün gelinen noktada, devletin bu biçim içerisinde gelişen tarihsel evrimi,  devlet kurumlarının siyasal yönelimini belirlemede önemli bir etken olmaktadır.
   
Uluslararası emperyalist sistem içerisindeki rekabet, devletin kurum ve kadroları üzerinde muazzam bir baskı yaratarak, onların ideolojik-politik düşüncelerinin kristalleşmesini hızlandırmaktadır. Devletin otoriter kurumları (ordu, polis, istihbarat vs. ), İTB içerisindeki, bölgesel politik eğilimlerden birisini seçmekle karşı karıya kalmış durumdadırlar. Bunlar Avrupa Birliği,  Pantürkizm ve Panislamizm’dir.  Sonuncusu ile hiçbir şekilde hemfikir değildirler. Birincisini ise görünürde (halkın baskısından dolayı) kabul etmektedirler ama pratikte hiçbir kriterine uymamaktadırlar. Bunun nedeni, AB’nin burjuva-demokratik reformlarına  uyması halinde ordunun zinde yapısının dağılması ve parçalanması ile sonuçlanacak olmasıdır. Bu ise ordunun şimdiki faşist yapısının çözülmesi ve bundan çıkar sağlayan ayrıcalıklı memurların ve zümrenin büyük oranda zarar görmesi demektir. Onun için ordu giderek politik düşünce ve duygu olarak statuquo’nun devamından yana olan Pantürkizm eğilimine ve yörüngesine kaymaktadır. Ama bunu  siyasal hasımlarını (politik islamı ve AB yanlılarını) siyasal teşhire uğratarak, onları kendi içerisinde bölerek ve kitle tabanını zinde tutmaya çalışarak yapmaktadır. 
   
AKP özünde bir koalisyondur ve bir çok eğilimin bir parti içerisinde birleşmesinden oluşmuştur. Onun için ideolojik ve siyasal olarak sağlam bir yapıya sahip değildir. Yüksek derecede bir siyasal basıncı uzun süre göğüsleyebilecek bir yapıda değildir. AKP ne AB ile ne ABD ile ne de ordu ile tam bir politik uyum sağlayabilir. Temsil ettiği ve giderek yıkıma giden İTB katman nasıl ekonomik yönden ne yapacağını bilmez, şaşkın ve kararsız bir pozisyonda ise, AKP de aynen politik yönden öyle kararsız ve şaşkın bir durumdadır. Bir yandan AB için bastırırken bir yandan da ABD ile oynaşmakta;eski hükümetin bütün politikalarını devralmaktadır. Ama önümüzdeki süreçte dünya politikasında emperyalist merkezlerin ağırlığının giderek artması ve devletin önündeki kritik sorunların kendini daha yakıcı bir şekilde hissettirmesi ölçüsünde, AKP’nin gevşek ve koalisyon yapısı da giderek çözülmeye başlayacaktır.
   
Gelecek yakın süreçte bir çok politik sorun, devletin temel dinamiklerini,  aşırı Türk milliyetçiliğinin kanatları altına itecektir. Bunları kısaca ele alırsak eğer:

1-)Avrupa Birliği Sorunu: AB’nin, pratikte de, burjuva-demokratik reformlar için bastırması vede devlete muhalif ve karşı güçlerin, bunları kendisine politik destek noktası yapmak istemesi, özellikle ordu, polis ve bürokrasi içerisindeki tutucu-muhafazakar kesimlerin güçlü bir direnişine ve tepkisine neden olarak, bu unsurların politik olarak Türk milliyetçiliğinin etrafında giderek odaklaşmasına neden olacaktır.

2-)Kıbrıs Sorunu: İşin özüne bakılırsa eğer,  Kıbrıs sorunu,  devletin gündemine Türk azınlığının haklarının korunması temelinde girmemiştir. Bu sorun T. C. ’nin Kıbrıs’a müdahalesi için bir bahane işlevi görmüştür. Daha çok bu sorun devletin gündemine, bölgesel ve uluslararası güvenlik temelinde girmiştir. Kendisini çevreleyen Yunanistan’ın Enosis temelindeki siyasi ve askeri etkisini kırmak için Kıbrıs’a müdahale yapılmıştır. Eğer hatırlanırsa bu dönemde Yunanistan’da faşist bir devlet yönetimi sözkonusuydu. Türkiye KKTC ile güneyi askeri açıdan güvenlik altına almıştır. Türkiye’nin Kıbrıs noktasında her sıkıştırılması, T. C. ’nin siyasi varlığına yöneltilmiş bir tehdit olarak alglanacağı için, devlet içerisinde ama özellikle de ordu içerisindeki tutucuları milliyetçi politikalara doğru itecektir.

3-Kürt Sorunu: Kürt sorunu Türkiye’de zaten Türk milliyetçiliğinin gelişmesinde en büyük etkenlerden bir tanesini oluşturmaktadır. AB’nin Türkiye’ye dayatmış olduğu reformlar, Meclis’te reform paketinin tartışılması sırasında MHP’nin tavrında ortaya çıktığı gibi, Türk milliyetçiliğinin daha fazla azıtmasına neden olmaktadır.  Kürt sorunu, devletin ağırlık merkezleri tarafından, T. C. ’nin siyasi ve askeri varlığına karşı dışarıdan kulanılan bir güç olarak görülmektedir.

4-Irak Sorunu: Irak’ta eli kulağında olan savaş “devletin güvenlik öncelikleri”ni kaçınılmaz olarak etkileyecektir. Savaş ortamında devletin reformlar yoluyla esnemesi değil, katılaşması beklenmelidir. Bu savaş ortamında “güvenlik” gerekçesiyle en çok esecek rüzgar ise Türk milliyetçiliği rüzgarı olacaktır.

5-MGK Sorunu: MGK’nun ortadan kaldırılması ve ordunun tamamen politik iradeye bağlanması sorunu da, ordu tarafından, her ne kadar açıkça belirtilmese de, devletin siyasi yapısına karşı yöneltilmiş bir tehdit olarak görülmektedir. Bu noktada da ordunun direneceği kesindir.
   
Bir de bu yukarıdakilere Rusya ile Orta Asya ve Kafkasya’da olan nüfuz mücadelesi ile birlikte, İran ile olan sürtüşmeler eklenmelidir. ABD’nin de 11 Eylül’den sonra, radikal politik islama karşı olmaya başlaması, Türk milliyetçiliği seçeneğini daha fazla ön plana çıkarmaktadır. Özellikle Irak’tan sonra eğer ABD İran’daki rejimi yıkma hedefini önüne koyarsa (ki bu büyük ihtimal), o zaman ABD Türkiye üzerine hem ağırlığını daha fazla koyacak hem de Türk milliyetçileri aracılığı ile İran’daki Azeri sorununu daha fazla kaşıyacaktır.
   
AKP hükümeti hiçbir şekilde bu yukarıdaki sorunların üstesinden gelebilme yeteneği ve kapasitesine sahip değildir. ABD ile AB arasındaki açının daha fazla açılması (İran sorununda bu açının daha fazla açılması beklenmelidir), Türkiye’de ordu ile hükümet arasındaki açının daha fazla açılmasına  neden olmaktadır. Bu ise devletin toplum üzerindeki hakimiyetinin zayıflamasına neden olmaktadır. Bu duruma ordu belirli bir noktadan sonra müsaade etmeyecektir. Özellikle ABD’nin Ortadoğu’da Irak ile sınırlı kalmayacak olan savaşları uzadıkça ve Türkiye Ortadoğu’daki bölgesel sorunlara daldıkça, ordunun devlet üzerindeki etkisi de daha fazla artacaktır.
   
Devlet içerisideki bütün bu kasılma ve genişleme hareketlerine AKP’nin ideolojik ve siyasi yapısı dayanamaz. Kısacası AKP hükümeti, devletin siyasi krizinin daha da derinleşmesine ve böylece toplumsal bir krizin giderek daha da gelişmesine neden olmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Ama,  bu derinleşen kriz, devletin daha da otoriter ve totaliter bir eğilime doğru kaymasına neden olabilir. Çünkü,  şiddet, kriz ortamında gelişen en doğal eğilimdir.
   
DEVRİMCİ BÜLTEN 


Devrimci Bülten Sayı 31, Devamı...


|
_ _