 |
PDK Devrimci Bülten - Sayı 33 (3) |
 |
 |
ULUSAL SORUN VE KOMÜNİST ÖRGÜTLENME (I)1 (A.H.YALAZ)
Proletaryanın sınıfsal çıkarları, özsel olarak, sınıfsal farklılıklarla birlikte ulusal farklılıkları da ortadan kaldırmayı gerektirir. Başka sözcüklerle, proletarya, ulusların ve dolayısıyla ulusal farklılıkların korunmasından yana değildir. Bu nedenle, onun sınıfsal çıkarları olanaklı olan her durumda, bütün uluslardan işçilerin ortak savaşımı ve bu savaşımın bir aracı olarak ortak örgütlenmesini gerektirir. Düşman ortaktır: dünya kapitalist sistemi. Bu nedenle, ortak düşmana karşı savaşım de ortak olmak zorundadır. Ortak anti-kapitalist savaşımdan söz ediliyorsa eğer, bu savaşımın araçlarında da ortaklık gerekir. Araç deyince de akla öncelikle örgüt geliyor: sendika, dernek, parti, vb.
Burada irdelenmek istenen sorun ortak politik örgütlenme sorundur. Konu daha da sınırlandırılırsa, politik sınırları belli bir devlet içinde değişik uluslardan ve ulusal azınlıklardan proleterlerin, özel olarak da “Türkiye Cumhuriyeti” (T.C.) sınırları içinde Türk ve Kürt uluslarından ve Arap, Ermeni, vb. etnik azınlıklardan proleterlerin politik örgütlenmesidir. Bu yazıda öne çıkarılacak olan Kuzey Kürdistan (2) proletaryasının politik örgütlenmesi ve Türkiye –coğrafi bölge olarak Türkiye- proletaryası ile örgütsel ilişkileridir.
Proletaryanın kapitalizme ve bu ekonomik-toplumsal biçimlenişin temsilcisi kapitalist sınıfa karşı savaşımı, kapitalist dünya sistemin 1945 sonrası, özellikle de son otuz yıldır geçirdiği büyük değişimlere karşın, özünde değil, ama biçimde hala asıl olarak ulusaldır. Yani belirli bir devletin politik sınırları içinde gerçekleşir. “Ulusallık”, burada, ulusa özgü ya da ulusun içinde olarak anlaşılamaz. Proletaryanın genel sınıfsal çıkarları devlet sınırlarının ortadan kaldırılmasını gerektirir. Bu sınırların ortadan kaldırılması için savaşımda, biçimsel olarak, verili durumdan hareket etmek gerekir. Tercih edilen bir durum değil; ama dünyanın sınırları belli devletlere bölünmüş olmasından ileri gelen bir zorunluluktur bu.
Tek başına ele alındığında, devlet sınırları, savaşım ve örgütlenme sorunlarında ulusal biçimleri zorunlu kılar. Bir istek sorunu olmayan bu durum, insan toplumunun tarihsel-toplumsal gelişme aşamasının ulaştığı düzey tarafından kabul ettirilir. Yani, öncelikle belirli bir devletin sınırları içinde savaşım ve örgütlenme ile işe başlanacak –dünya işçi sınıfı ve komünist hareketin tarihsel deneyimi de genel olarak bunu gösterir- ve bunu dünya ölçeğinde ortak savaşım ve örgütlenme izleyecektir. Öncelikle “ulusal” olmayan bir savaşım ve örgütlenmenin uluslararası boyutlar kazanması, ekonomik, toplumsal ve politik gerçekler nedeniyle olanaksızdır. Proletarya enternasyonalizmi adına öncelikle uluslararası savaşım ve örgütlenme biçimleri oluşturmak gerektiği düşünü, hem nesnel ve öznel koşullara uygun düşmez, hem de bu uygun olmama durumu nedeniyle oyalanıldığı, hatta edilgen bir bekleyiş içine düşüldüğü için kapitalizme karşı savaşıma zarar verir. Nasıl ki, sınıfların ortaya çıkmasının nedeni olan toplumsal işbölümünün ortadan kaldırılması için öncelikle işbölümü yapmak zorunluysa –kapitalizmin ayrıntılı olarak geliştirdiği toplumsal işbölümünün kendisidir bunu zorunlu kılan- , devlet sınırlarını ortadan kaldırmak için öncelikle devlet sınırları içinde savaşım ve örgütlenme de o denli zorunludur. Devlet sınırlarını ortaya çıkaran asıl olarak toplumsal işbölümü olduğuna göre başka türlü de olamaz.
Anti-kapitalist savaşımın biçimde ulusal olması, savaşımın örgütlenme araçlarının da biçimde ulusal olması demektir. Bu nedenledir ki, proletaryanın marksist-leninist komünist partisi olarak örgütlenmesi de özünde değil, ama, biçimde, yani belirli bir devletin sınırları içinde örgütlenme anlamında ulusaldır. Belirli bir devletin sınırları – burada söz konusu olan, komünistler ve proletarya tarafından kabul edilir olsun ya da olmasın, politik olarak çizilmiş olan sınırlardır- içinde proletaryanın sınıf savaşımının merkezi olarak örgütlenmesi zorunludur. Proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmesi, yani proletarya diktatörlüğü uğruna savaşımının gerekleri bakımından olmazsa olmaz bir önkoşuldur bu. Lenin’in vurguladığı gibi,
“ ... Savaşımımızda belirli bir devleti kendimize temel olarak alıyoruz; o belirli devlet içindeki bütün ülkelerden ( “uluslardan” olacak –b.n.) işçileri birleştiriyoruz; biz hiçbir özel ulusal gelişme yolunu savunamayız, biz bütün olanaklı olan yollardan sınıf hedefimize doğru yürüyoruz...” (Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s.74)
“ 3. İşçi sınıfının çıkarları, bütün milliyetlerden işçilerin belli bir devlette, birleşik işçi sınıfı örgütlerinde (siyasi, sendikal, kooperatif, eğitimle ilgili, vb.) kaynaştırılmasını gerektirmektedir...” (RSDİP MK ve Parti Görevlilerinin 1913 Yazı Ortak Konferansı Kararları’ndan, Örgütleme Üzerine, s.124).
Kapitalizm altında ekonomik, politik ve kültürel yaşam gitgide daha çok uluslararasılaşırken, belirli bir devletin sınırları içinde proletaryanın örgütlerini coğrafi bölgelere ya da, daha kötüsü, milliyetlere göre bölmek, bu anlamda olmak üzere ulusal ölçekte örgütlenmeyi öne çıkarmak, hem tarihsel olarak yanlış, hem de bütün etnik kökenlerden proletaryanın sınıfsal çıkarları bakımından zararlıdır. Olanaklı olan her yerde, demokratik biçimde, ulusal bölünmeleri aşan komünist örgütler (ve diğer tür sınıf örgütleri) kurulmalıdır. Bu da , bugünkü tarihsel koşullarda, dünya ölçeğinde örgütlenmeler dışında, ancak belirli bir devletin sınırları içinde gerçekleşebilir. Bütün uluslardan proleterlerin ortak sınıf örgütlerinde birleşmeleri yönünde olan tarihsel eğilim unutulamaz. Bu nedenledir ki, olanaklı olan her yerde tek ve bölünmez sınıf örgütleri kurulmalıdır.
Kuzey Kürdistan: emperyalizmin ve işbirlikçi kapitalizmin ortak sömürgesi
Kuzey Kürdistan, hem ekonomik olarak, hem de politik olarak ilhak edilmiş olduğundan sömürge statüsüne sahiptir. Kuzey Kürdistan T.C. sınırları içine zorla katıldığı için (bunda Lozan Konferansı’na katılan emperyalist devletlerin de sorumlulukları vardır), yani politik anlamda da ilhak edildiği için klasik anlamda ya da eski tipte bir sömürgedir. Kuzey Kürdistan’ın ekonomik ilhakı (ekonomik bakımdan kendi malı edinme) politik ilhakı on yıllar gerisinden izlemiştir. Türk devleti Kuzey Kürdistan’ı uluslararası bir antlaşmayla sınırları içine katmıştı (hukuksal bir katış); ama merkezi politik otoritesini ancak 1925-1938 yılları arasında Kürt ayaklanmalarını bastırma süreci içinde kurabilmiş ve böylece Kuzey Kürdistan’ın politik ilhakı süreci tamamlanmıştır. Politik ilhakı Türk devleti, ekonomik ilhakı ise asıl olarak (isterseniz gerçekte diye okuyunuz) emperyalizm gerçekleştirmiştir. Şöyle de ifade edebiliriz: Kuzey Kürdistan’da politik ilhakla ekonomik ilhak temelde ayrı güçler tarafından gerçekleştirilmiştir. Kuzey Kürdistan’ın sömürge statüsünün böyle bir özgünlüğü vardır.
Kuzey Kürdistan’ın ekonomik ilhakı asıl olarak 1950’lerden başlayarak süreç içinde gerçekleşmiştir. 1950’lerden önce de birtakım devlet işletmeleri Kuzey Kürdistan’da ekonomik etkinlik gösteriyordu. Ancak, Kürdistan’ın bu parçasının doğal kaynaklarının ve emek-gücünün kapitalist sömürünün konusu olması, kapitalist anlamda kullanımı, Türkiye kapitalizminin, dünya kapitalist sisteminde ortaya çıkan yeni işbölümüne bağlı olarak atılım yaptığı 1950’ler ve sonrasının olgusudur. Bu nedenledir ki, Kuzey Kürdistan’da kapitalist anlamda sömürgecilikten İkinci Dünya Savaşı sonrası, asıl olarak da 1950’li yıllar ve sonrası için söz edilebilir.
Türk devletinin ve Türk işbirlikçi tekelci burjuvazisinin Kuzey Kürdistan’daki ekonomik egemenliği biçimseldir, görünürdedir. Gerçek egemenlik emperyalizmin elindedir. Daha öncesini bir yana bırakırsak, Türkiye’nin kendisi, 1945 sonrası, özellikle emperyalistlerin dayattıkları ekonomik politikaların uygulamaya konuldukları 1950’li yıllar ve sonrası, emperyalizm tarafından ekonomik bakımdan ilhak edilmiştir. Yeni-sömürgecilik politik ilhak olmaksızın ekonomik ilhakı olanaklı kılan bir sistemdir. İkinci Dünya Savaşı öncesi genel ya da tipik olmayan yeni-sömürgecilik sistemi, savaş sonrası için gelişmiş kapitalist ekonomilere sahip devletlerle azgelişmiş ekonomilere sahip devletler arasındaki ilişkilerde genel duruma geldi. Ayrıksı olan klasik kapitalist sömürgeciliktir.
Kuzey Kürdistan, klasik sömürgecilikle yeni-sömürgeciliğin iç içe olduğu bir coğrafyadır. Klasik anlamda sömürgedir; çünkü, Türk devleti tarafından politik olarak ilhak edilmiştir; ve onu politik bakımdan ilhak eden Türk devleti onun ekonomik ilhakını gerçekleştiren güçlerden biridir. Türk devleti kişiliğinde Türk işbirlikçi burjuvazisi, emperyalizmle işbirliği içinde, Kuzey Kürdistan’ın ekonomik ilhakını, ekonomik güç bakımından kendisi ikincil durumda da kalsa, gerçekleştirmiştir. Türkiye burjuvazisi de Kuzey Kürdistan’a sermaye ihraç etti ve ediyor. 1950’ler öncesi de, sınırlı da olsa, meta değişimine katılan Kuzey Kürdistan, kapitalist üretim sürecine oldukça geç girdi. Kuzey Kürdistan’ın kapitalist üretim sürecine girmesinde, Türk kapitalist burjuvazisinin özellikle savaş yıllarında gerçekleştirdiği devasa ölçülerdeki ticaret sermayesinin ya da genel olarak iç sermaye birikiminin küçümsenemeyecek bir rol oynadığı açık. Sorunun özü Türkiye ekonomisinin emperyalizme yeni-sömürge bağımlılığında yatıyor. Türkiye hem bir yeni-sömürge, hem de klasik anlamda sömürgecidir. Türk devletini klasik anlamda sömürgeci kılan asıl etmen, Kuzey Kürdistan’ı politik bakımdan ilhak etmiş olmasıdır, yani başka bir ülkenin bir parçasını zor yoluyla politik sınırları içine katarak yine zor yoluyla yönetiyor olmasıdır. Türkiye ekonomisi sömürgeci bir gücün özellikleri ile bir yeni-sömürgenin özelliklerini bünyesinde toplamış bir ekonomidir.
Kuzey Kürdistan bir anlamda yeni sömürgedir; çünkü, onu ekonomik olarak asıl ilhak eden emperyalizmdir. Emperyalizm politik ilhaka başvurmaksızın ekonomik ilhakı gerçekleştirmiştir. İç içe geçmiş olmakla anlatılan budur. Sorun şöyle de konulabilir: Kuzey Kürdistan, emperyalizm ve yerli işbirlikçisi egemen kapitalist burjuvazinin ortak sömürgesidir. Bu anlamda da uluslararası sömürgedir. Yani, genel olarak Kürdistan uluslararası bir sömürge statüsüne sahipken, özel olarak Kuzey Kürdistan da, açıklanan anlamda, işbirlikçi tekelci Türkiye burjuvazisinin ve çeşitli emperyalist devletlerin uluslararası bir sömürgesidir. Kuzey Kürdistan klasik anlamda bir “iç sömürge” değil, kendine özgü yanları olan bir sömürgedir.
Kuzey Kürdistan’ın sömürge statüsünün - uluslararası düzeyde tanınmamış bir statü - özelliklerinden biri, kendisi yeni-sömürge olan bir ülke tarafından politik bakımdan ilhak edilmiş bir ülke parçası olmasıdır. Orada ekonomik ilhak ile politik ilhak gerçekte aynı güçler tarafından gerçekleştirilmemiştir, yani, söz uygunsa, ekonomik ilhak ile politik ilhak aynı ellerde toplanmamıştır. Ekonomik ilhakı gerçekleştiren asıl güç emperyalizm iken, politik ilhakı gerçekleştiren asıl güç ise Türk devletidir. Hem Türkiye’de, hem de Kuzey Kürdistan’da emperyalizmin dolaylı yönetimi, dolaylı egemenliği vardır. Kuzey Kürdistan’ın ekonomik ilhakını asıl olanaklı kılan da emperyalist sermaye ihracıdır.
Ekonomik ve politik ilhakın ayrı güçler tarafından gerçekleştirilmiş olması Kuzey Kürdistan’ın sömürge olduğu gerçeğini değiştirmez; ama ona bir özgünlük kazandırır. Emperyalizmin ekonomik ilhakı görülmeksizin, ondan söz etmeksizin Türk sömürgeciliğinden, Türkiye işbirlikçi burjuvazisinin ekonomik ilhakından söz etmek leninist emperyalizm teorisinin göz ardı edilmesi demek olur. 20. yüzyılda, özellikle de ikinci yarısında, Kuzey Kürdistan gibi büyük ve doğal kaynakları bakımından azımsanmaması gereken ve jeopolitik açıdan önemli bir coğrafyanın, emperyalizmin ekonomik ilhakı dışında ekonomik ilhakının olanaklı olduğunu düşünmek emperyalizm olgusunun ve yeni-sömürgecilik sisteminin kavranması noktasında önemli bir eksikliğe işaret eder. Kuzey Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesi yeni-sömürgecilik sistemi çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla, sömürgeleştirme eyleminde emperyalizm ile Türkiye kapitalist burjuvazisinin ve Türk devletinin karşılıklı ilişkileri bu sistem çerçevesinde çözümlenmeli ve değerlendirilmelidir.
Kapitalizm, devlet olarak Türkiye’de, 1950’lerden sonra görece yüksek bir gelişme hızına ulaştıysa, bunu özellikle savaş dönemindeki iç sermaye birikiminin yanı sıra, asıl olarak emperyalist sermaye ithalatına borçludur. Sorunu, 1945 sonrası dünya kapitalist ekonomik işbölümünde Türkiye kapitalizmine verilen göreve bağlı olarak ele almak gerekir. Türkiye burjuvazisi, kendi olanakları ile hızlı bir kapitalist gelişme sağlamak bir yana, İkinci Dünya Savaşı sonrasının dünyasında ayakta kalamayacağı endişesiyle emperyalist sermayeyi yardıma çağırdı. Bunu yalnızca Kuzey Kürdistan’ı ekonomik bakımından ilhak etmek için değil, Türkiye’de de varlığını korumak ve geliştirmek için yaptı. Denebilir ki, Türkiye’nin, başta mali bağımlılık olmak üzere, emperyalizme yapısal bağımlılığı 1945 sonrası, özellikle 1950’li yıllarda gerçekleşmiştir. Yanlış anlaşılmamak için, burada ekonomik bağımlılığın önceden görülmedik ölçüde artmasından, ekonomik politikaların kararlaştırılmasında iplerin emperyalizmin, en başta da savaş sonrasının kapitalist dünyasına biçim vermek bakımından hegemonya ve ekonomik ve askeri güç sahibi olan Amerika Birleşik Devletleri emperyalizminin eline geçmesinden söz etmek gerekir. Türkiye kapitalizminin emperyalizme geri döndürülemez denli bağımlı bir kapitalizm duruma gelmesiyle Kuzey Kürdistan’ın ekonomik bakımdan Türkiye kapitalist burjuvazisi tarafından ilhak edilmesi yaklaşık olarak aynı tarihsel dönemde gerçekleşmiştir. Denebilir ki, Türkiye kapitalizmi yeni-sömürge olmanın karşılığı olarak klasik anlamda bir sömürge, hem de Kürt işbirlikçiler yaratarak, elde etmiştir. Bu anlamda olmak üzere, Kuzey Kürdistan’ın ekonomik olarak emperyalizmin yeni-sömürgesi olduğunu söylemek daha doğru olur.
Türkiye kapitalizminin Kuzey Kürdistan’ın ekonomik olarak sömürgeleştirilmesindeki rolü şöyle özetlenebilir: Türkiye kapitalizmi, emperyalizmin hammadde, tarım ve hayvancılık ürünleri gibi gereksinimlerini karşılamak için Kuzey Kürdistan’ın ekonomik ilhakına aracılık etmiştir/etmektedir ve bu aracılık hizmetinden dolayı da Kuzey Kürdistan’ın zenginliklerinin kullanılmasından pay almıştır/almaktadır. (Bu payın bir kısmının Kürt olan işbirlikçilere gittiği açık. Yine açık olan bir şey vardır ki, Türkiye kapitalizminin aracılık rolü basit bir aracılık, komisyon almaya yönelik ya da bununla sınırlı bir aracılık değildir. Türkiye burjuvazisinin kendi öz sınıfsal çıkarları vardır; ve doğallıkla ki, bu çıkarların tatmini başta gelir.) Emperyalizm Türkiye kapitalizmini kullanarak, Kuzey Kürdistan’da kapitalizmin genişliğine ve sınırlı derecede de olsa derinliğine gelişmesine yardımcı olarak coğrafya olarak Türkiye’nin yanı sıra, Kuzey Kürdistan’ı da ekonomik olarak ilhak etmiştir. Türkiye burjuvazisi ekonomik ilhakın gerçekleştirilmesinde, ikincil de olsa, önemli bir rol oynamıştır. Yani edilgen, uzaktan seyreden bir sınıf değildi. Onun da korunması ve genişletilmesi gereken sınıf çıkarları vardı. Zaten bu nedenle emperyalizmle işbirliği yaptı. Kendi öz ekonomik gücü yeterli olsaydı böylesi bir işbirliğine girme gereksinimi duymazdı.
Sınıf sorunu ve ulusal sorun
Proletaryanın örgütlenmesi sorunu, proletaryanın sınıf bakış açısından, ulusal sorunun sınıf sorunu karşısında ikincil bir sorun olduğu bilinciyle ele alınmak durumundadır. Ulusal sorunu sınıf sorunu karşısında ikincil bir sorun olarak almamak, proletaryanın kapitalist sınıfa karşı sınıf savaşımında belirli bir devletin sınırlarını değil de, belirli bir ülke ya da ülke parçasını sınıf savaşımı alanı olarak kabul etmek ile birleşince burjuva milliyetçi ideolojinin etkileri kendisini daha güçlü olarak duyurmaktadır. Kürt ulusal sorununun varlığı, komünist devrimciler ve komünist ideolojik-politik kimlik sahibi olmaya oldukça yaklaşmış devrimciler söz konusu olduğu sürece, sınıf sorununun ulusal sorun karşısında, değişen derecelerde olmak üzere, gölgede kalmasına neden olmuştur ve olmaktadır. Kürt kökenli birçok komünist ve komünizme oldukça yaklaşmış demokrat devrimci, Kuzey Kürdistan’da politik örgütlenme ve devrim söz konusu olduğunda, hiç de ender sayılamayacak biçimde, komünist ideolojik-politik kimlik yerine sömürge ya da ezilen ulusa ait olma kimliğini öne çıkarmıştır ve çıkarmaktadır. Ulusal sorunun çözülmesi durumunda ya da ulusal baskının zayıflaması ölçüsünde sınıf ve sosyalizm sorunu daha da ön plana çıkacak ve komünist hareketteki bu zaafın üstesinden gelinecektir.
Ulusların kendi politik yazgılarını belirleme hakkı ile proletaryanın komünist örgütlenmesi iki ayrı şeydir. Bunlar birbirine karıştırılmamalıdır. Birincisi ulusal-demokratik bir sorun iken, ikincisi sınıfsal bir sorundur. Nasıl ki, bir ulusun içinde bulunduğu politik yapıdan ayrılma hakkıyla ayrılma ediminin karıştırılmaması gerekiyorsa, ulusun ayrılma hakkının varlığıyla proletaryanın örgütlenmesi sorunu da karıştırılmamalıdır. Başka sözcüklerle, bir ulusun ayrılma hakkı tanınıyorsa, o ulustan proletaryanın ayrı örgütlenmesi – burada ayrı örgütlenme hakkı tartışma konusu yapılmıyor- de kabul ediliyor diye iddia edilemez. Sorunun böylesi bir ele alınışı ulusal sorunu sınıf sorununun önüne çıkarmak, hem ezen ulusun, hem de ezilen ulusun burjuvazisine yardımcı olmak demektir. Birincisine yardımcı olmak demektir; çünkü, zaten son derece bölünmüş olan proletaryanın yeni bir bölünmesi, burjuvazinin karşısındaki sınıf düşmanının zayıflaması söz konusudur. İkincisine yardımcı olmak demektir; çünkü, hem ezen ulusun burjuvazisi ile rekabette eli güçlenir, hem de kendisinin de sömürdüğü ve baskı altında tuttuğu sınıf düşmanı üzerindeki ideolojik-politik hegemonyasına güç katılmış olur.
Farklı bölgesel koşullar - farklı bölgesel görevler
Türkiye ve Kuzey Kürdistan ekonomik, toplumsal, politik, ulusal bileşim, vb. bakımlardan önemli farklılıklar gösterirler. Bu tür farklılıklar proletaryanın sorunları ve görevleri bakımından da farklılıklara denk düşerler. Örneğin, Kuzey Kürdistan’da Kürt ulusal sorununun varlığı ulusal baskıya karşı savaşım görevlerine özel bir önem kazandırır. Yine, örneğin, altyapıda ve üstyapıda güçlü feodal kalıntıların varlığı, proletaryanın önüne anti-feodal savaşım görevlerini de koyar. Somut koşullar farklı sorunlara ve dolayısıyla farklı görevlere ve bunlar da proletaryanın örgütlenme biçimlerinde farklılıklara neden olurlar.
Türkiye kapitalizmi emperyalizme bağımlı (işbirlikçi) bir kapitalizmdir. Emperyalizm tarafından ekonomik olarak ilhak edilmiş ve gelişmişlik derecesi dünya ortalamasına göre orta düzeyde olan Türkiye, görece yüksek bir işçi nüfusa sahiptir.
Kuzey Kürdistan kapitalizmi azgelişmiş ve Türkiye kapitalizmi dolayımı ile emperyalizme bağlanmış bir kapitalizmdir. Büyük kapitalist işletmeler devlet mülkiyetindedir, yani Türkiye kapitalizminin uzantılarıdırlar. Kuzey Kürdistan da Türkiye kapitalizmi dolayımı ile emperyalist kapitalizm tarafından ekonomik olarak ilhak edilmiş olduğundan yerli kapitalizm azgelişmiştir.
Kuzey Kürdistan, üretici güçlerin özgürce gelişme olanakları bulamadıkları bir gelişme yoluna, sanayi ve ticarette işbirlikçi kapitalizm ya da bağımlı kapitalist gelişme yoluna sokulmuştur. Türk devleti bu konuda birincil derecede rol oynamıştır. Türkiye kapitalizmi, emperyalist kapitalizm ile işbirliği içinde, Kuzey Kürdistan’ın yer altı ve yerüstü doğal zenginlik kaynaklarına el koymakta ve emek-gücünü sömürmektedir. Sözü edilen işbirliği gerçekte ikili değil, üçlüdür; çünkü, Kürt olan büyük burjuvazi ve yarı-feodal ve kapitalist büyük toprak sahipleri de doğal zenginlik kaynaklarının ve emek-gücünün sömürülmesinden pay almaktadırlar. Kuzey Kürdistan ekonomisi Türkiye ekonomisine bağlı olarak gelişmektedir; ama her ikisi de dünya kapitalist-emperyalist sistemi içinde emperyalizme bağımlıdırlar. Sorun şöyle de konulabilir: Kuzey Kürdistan ekonomisi Türkiye ekonomisi aracılığıyla dünya kapitalist işbölümü sistemi içinde yer almaktadır. Kuzey Kürdistan kapitalizminin genel olarak azgelişmişliği, kendisini nüfus içinde işçilerin sayısının azlığı olarak da gösterir.
Türkiye – Kuzey Kürdistan devriminin bir parçası olarak Kuzey Kürdistan devrimi ulusal demokratik bir devrimdir. Kuzey Kürdistan’da Türk devletine, merkezi otoriteye karşı ulusal kurtuluş savaşımı, anti-emperyalist ulusal demokratik halk devriminde kavranacak halkıdır. Ekonomik ve politik ilhakın, asıl olarak ayrı güçler tarafından gerçekleştirilmiş de olsalar, birleşmiş olması (sömürge olgusu) devrimin karakteri, politik strateji ve taktiklerde yansımasını bulmalıdır.
Yukarıda belirtildiği gibi, Kuzey Kürdistan’da ulusal boyunduruktan kurtuluş sorunu, örneğin, toprak sorunu ile karşılaştırma içinde, öne çıkmıştır. Kuzey Kürdistan halkının ezen ulusun egemen sınıfları ve Türk devleti ile olan çelişkileri (ulusal çelişkiler), yarı-feodal Kürt toprak ağaları ve aşiret reisleriyle olan çelişkilerinden (sınıfsal çelişkiler) daha keskindir. Kuzey Kürdistan’da devrim, sınıfsal çelişkilerden daha çok Kürt ulusuyla, özellikle kentin ve kırın emekçi kitleleriyle Türkiye işbirlikçi tekelci burjuvazisi ve kapitalist büyük toprak sahipleri ve asıl olarak onları temsil eden Türk devleti arasındaki çelişkiler temelinde gelişecektir. Kürt egemenlerinin Türk egemenleri ile işbirliği yaptıkları hesaba katıldığında, Kürt gerici güçleri, daha çok, Türk egemen güçlerinin ve merkezi otoritenin işbirlikçileri, ulusal hainler olarak hedef alınacaklardır. Osmanlı İmparatorluğu ve T.C. dönemlerindeki Kürt köylü isyanlarının, yerel ya da etnik köken ortaklığı olan toprak ağalarını ve aşiret reislerini değil de merkezi otoriteyi ve onun uzantısı olan yerel otoriteyi hedef almış olmaları gibi tarihsel gerçekler de bu tezi destekler.
Kuzey Kürdistan’da ulusal boyunduruktan kurtuluş sorunu politik gündemin hala baş maddesidir. Orada devrimci savaşım, bugüne kadar yaşananların gösterdiği gibi, daha çok ulusal kurtuluşçu bir savaşım olarak gelişecektir.Bir ulusal kurtuluş devrimi olacaktır bu. Ekonomik ve politik ilhaka, sömürge bağımlılığına karşı bir devrim. Kuzey Kürdistan devriminin bugünkü aşaması, Türkiye devriminin bugünkü aşamasından öz bakımından değil – her ikisi de özünde burjuva politik devrimlerdir – tip bakımından farklıdırlar. Türkiye’de devrim, proletaryanın, devrimciliği demokratik devrimciliğin ötesine geçemeyecek olan sınıfsal güçlerle ittifakı nedeniyle, hala anti-emperyalist demokratik halk devrimi karakterini taşır. Proletaryanın sınıf bakış açısından her iki devrimin düşmanları ortak ve politik amaçları aynıdır. Söz konusu olan birleşik bir devrim sürecidir. Devrimci savaşımın yöneleceği öne çıkan düşmanlar emperyalist burjuvazi, işbirlikçi tekelci burjuvazi ve ırkçı-şoven Türk devletidir. Her iki bölgede de bütün düşmanlara karşı savaşımda kavranacak halka Türk devletine karşı savaşımdır.
Kuzey Kürdistan’da yakın politik amaç ulusal özgürlüğün kazanılması, ulusal-demokratik bir diktatörlüğün kurulmasıdır. Bu durum, toplum ve devlet sisteminin demokratikleşmesi olarak da ifade edilebilir. (Kuşkusuz ki, burada söz konusu olan varolan devlet sisteminin demokratikleşmesi değildir.) Kuzey Kürdistan devriminin eğilimi, büyük burjuva bir cumhuriyet kurma eğilimi olamaz. (Savaşımın gelişimi böyle bir sonuca götürebilir. Bir olasılıktır bu.) Kuzey Kürdistan proletaryasının ve diğer emekçi halk sınıf ve katmanlarının, ulusal baskıdan kurtulmuş ve gerçekten demokratik bir halk cumhuriyeti ya da Kuzey Kürdistan federe halk cumhuriyeti olarak örgütlenmeyi yakın politik amaç olarak kabul etmeleri daha büyük bir olasılıktır. Özel bir açıklamayı gerektirmez ki, Kürt kapitalistleri ve büyük toprak ağalarının ve aşiret reislerinin önderliğinde bir devlet, Kuzey Kürdistan işçi sınıfı ve emekçi kitlelerinin gereksinmelerini karşılayamaz, özlemlerini gerçekleştiremez. Sınıf bilinçli Kuzey Kürdistan proletaryası, ulusal kurtuluş devriminden (bu devrimin mutlaka bağımsız/ayrı bir ulusal devletin kurulmasıyla sonuçlanacağı öne sürülemez) sosyalist devrime kesintisiz geçişi en çok güvence altına alabilecek, sosyalist devrime geçiş için en uygun düşen devlet biçimlerinden yana olmak zorundadır. Kuzey Kürdistan devriminin kesintiye uğrayarak demokratik devrim aşamasında takılıp kalması istenmiyorsa eğer, başka türlü düşünmek ve davranmak olanaksızdır. Komünist bakış açısından bir düzen örgütlenmesinin değil, savaşımın örgütlenmesinin aracı olan ulusal-demokratik devrimci cumhuriyet böylesi bir devlet biçimidir.
Kuzey Kürdistan’da devrimin ulusal karakteri Türkiye’deki devrimin ulusal karakterinden daha güçlüdür. Çünkü, emperyalizmin ulusal baskısı (dolaylı politik yönetim, NATO ve ABD üslerinin varlığı) ve sömürüsünün (uluslararası tekellerin varlığı ve ticaret) yanı sıra, Türkiye kapitalist burjuvazisinin ulusal baskısı ve ulusal doğal zenginlik kaynaklarının ve emek-gücünün sömürüsü vardır. (Zenginlik kaynakları yalnızca Türkiye kapitalizminin gereksinimleri için değil, emperyalist tekellerin gereksinimleri için de aktarılıyor. Hatta Türkiye kapitalizminin emperyalist kapitalizme olan bağımlılığı nedeniyle asıl olarak onlara aktarılıyor. Kuzey Kürdistan’ın asıl olarak emperyalizm tarafından ekonomik olarak ilhak edilmiş olmasının anlamı da budur zaten). Çifte ulusal boyunduruk vardır. Ulusal kurtuluşçu savaşım, Türk burjuvazisinin ulusal baskısına karşı savaşım temelinde emperyalist ulusal baskıyı da tasfiye etmeyi amaç edinmek durumundadır. Kuzey Kürdistan’da ulusal devrimin görevleri hala ön planda olduğuna göre, proletaryanın asgari programının yanı sıra, politik stratejisi de buna göre hazırlanmalıdır.
Kuzey Kürdistan devriminin yakın görevleri ve devrime katılabilecek güçlerin sınıfsal bileşimi Türkiye’dekinden farklıdır. Kuzey Kürdistan’da devrimin yakın temel amacı Kürt ulusunun ulusal boyunduruktan kurtulmasıdır. Kendi politik geleceğini kendisinin belirlemesidir. Bundan dolayı da orada devrim “ulusal-demokratik devrimci cumhuriyet” temel sloganı altında yürütülmelidir. Devrimin temel sloganının böyle formüle edilmesi, Kürt ulusunun politik yazgısını bağımsız bir ulusal devletten yana belirlemesi gerektiği olarak anlaşılmamalıdır. Buna karar verecek olan ulusun kendisidir ve ulusun kararının ne olacağı bugünden bilinemez. Ancak, bu demek değildir ki, sınıf bilinçli proletarya, kendi öz sınıfsal çıkarlarını ulusal çıkarların önüne çıkaran bir sınıf bakış açısıyla, toplumsal gelişme ve sosyalizm uğruna savaşım bakımından en uygun düşen çözüm biçimi lehine propaganda yapmamalıdır. Nasıl ki, burjuva ve küçük-burjuva politik güçlerin ulusal soruna ilişkin çözüm önerileri varsa, sınıf bilinçli proletaryanın da vardır.
Kuzey Kürdistan’da proletaryanın diğer güçlerle ittifakı, yani cephe, ulusal bir cephe olmak durumundadır – ulusal kurtuluş cephesi. Emperyalizm ve Türk egemen sınıflarıyla işbirliği yapan Kürt büyük burjuvaları ve büyük toprak ağaları dışında tüm ulusal güçleri içine alan bir cephe. Türkiye’de cephe, ulusal bir cephe değil, bir halk cephesi olacaktır. Bu cephenin sınıfsal bileşimi Kuzey Kürdistan ulusal cephesinden farklıdır. Bu cephede tekelci olmayan – “ulusal” olarak tanımlanan– kapitalist burjuvazinin yeri yoktur. Halk cephesi işçi sınıfını, yarı-proletaryayı, küçük-burjuvaziyi, aydınların bir bölümünü ve diğer bazı emekçi kategorileri içine alır.
Özerk bölgesel partilerin merkezileştirilmesi olarak komünist örgütlenme
Görülüyor ki, Kuzey Kürdistan’ın somut koşullarıyla Türkiye’nin somut koşulları ciddi farklılıklar göstermektedir. Devrimin görevleri ve politik strateji bakımından olduğu gibi, proletaryanın politik örgütlenmesi bakımından da farklı bir durum olduğu bir gerçek. Sınıf bilinçli proletarya, politik stratejisinde olduğu gibi taktiklerinde de bölgelerin özelliklerine uygun davranmak zorundadır. Savaşım ve örgütlenme biçimleri olarak taktikler, proletaryanın politik görevlerini gerçekleştirmesinin araçlarıdırlar. Bundan dolayı da somut koşullara uygun olmak zorundadırlar. Proletaryanın komünist politik örgütlenmesi durumunda da böyledir.
Belirli bir devletin sınırlarının temel alınması sorunu yalnızca ezilen ya da sömürge ulus proletaryasının nasıl örgütlenmesi gerektiği noktasından ele alınamaz. Ezen ulus proletaryasının nasıl örgütlenmesi gerektiği de ele alınmalıdır. Hem ezen, hem ezilen ulus proletaryasısın örgütlenme sorunları tartışılırken yalnızca ezilen ulus proletaryasının örgütlenmesi sorununun tartışılması eksik olur. Eksik olmanın da ötesinde ince bir milliyetçiliktir. Sorun belirli bir devletin sınırları içinde bütün uluslardan ve azınlıklardan proletaryanın örgütlenmesi olarak ele alınmalıdır.
Ulusal sorunun çözümü söz konusu olduğu sürece de, politik bölgesel özerklik gibi sorunlar da yalnızca ezilen ya da sömürge ulus açısından tartışılamaz. Yani, soruna ezen ulus-merkezli bir bakış açısı kabul edilemez. Ne ulusal sorun, ne de ulusal sorunun çözümü yalnızca ezilen ulusu ilgilendirir. Belirli devletin sınırları içinde yaşayan bütün ulusları ve azınlıkları, bütün toplumu ilgilendiren bir sorundur bu.
Türkiye’nin (politik sınırları çizilmiş bir devleti anlatmak için kullanıyorum bu adı burada) , nüfusunun etnik bileşimi bakımından türdeş bir devlet olmadığı biliniyor. Türkler çoğunlukta. Onları Kürtler izliyor. Araplar, Ermeniler, Çerkezler, Lazlar, vb. etnik azınlıklar da var. Nüfusun bu türdeş olmayan bileşimi, doğallıkla, proletaryanın etnik köken bakımından türdeş olmayan bir yapıda olmasına neden oluyor.
Ne Türkiye işçi sınıfı yalnızca Türk olan işçilerden, ne de Kuzey Kürdistan işçi sınıfı yalnızca Kürt olan işçilerden oluşur. Her iki bölgede de genel olarak nüfusun türdeş olmayan yapısı, işçi sınıfının ulusal bileşim bakımından türdeş olamayan bir sınıf olmasına yol açmıştır. T.C. sınırları içinde Kürt kökenli proletarya asıl olarak Kuzey Kürdistan’da değil, Türkiye’de toplanmıştır. Kapitalizmin eşit olmayan ekonomik gelişme yasasının işleyişinin yanı sıra, ulusal sorun nedeniyle Kuzey Kürdistan’a özel sermaye yatırımının riskli görülmesinden dolayıdır ki, Türkiye ile karşılaştırma içinde sanayi ve tarımsal kapitalizm bakımından oldukça geri kalmış olan Kuzey Kürdistan’da, feodalizmin 1950’lerden, özellikle 1960’lı yıllardan başlayarak hızlanan çözülme süreci nedeniyle açığa çıkardığı nüfuz fazlası (tarımsal artık-nüfus) Türkiye’nin büyük kentlerine göç etti. Böylece, birkaç on yılda, milyonlarca Kürt göçmen proleter ve yarı-proleter oldu. Ve, yine böylece Türkiye kapitalizminin hizmetine sokuldu. Aynı devlet sınırları içinde ve aynı devletin vatandaşları olarak göç etmiş olmalarına karşın, Türkiye işçi sınıfının bir parçası olmalarına karşın, Kürt proleterleri, Türkiye’de göçmen proleterlerdir. Yine aynı şekilde, Türk proleterleri de Kuzey Kürdistan’da aynı konumdadırlar. Açıktır ki, Türkiye kapitalizmi, emperyalist kapitalizm ve Kürt büyük burjuva ve toprak sahipleri ile işbirliği içinde, Kuzey Kürdistan’ın yalnızca doğal kaynaklarına el koymakla ve emek-gücünü orada sömürmekle kalmıyor, aynı zamanda emek-gücünü kendine çekerek de sömürüyor.
Görülüyor ki, T.C. sınırları içinde uluslar ve ulusal azınlıklar, dolayısıyla da etnik kökenleri farklı işçiler birbirlerine iyice karışmışlardır. Bu nesnel durum, her iki bölgede de (Türkiye ve Kuzey Kürdistan) türdeş olmayan ulusal bileşime sahip işçi sınıfı, yine üyelerinin etnik kökeni bakımından türdeş olmayan bileşime sahip sınıf örgütlerinin kurulmasını gerekli kılıyor. Proletaryanın sınıf örgütleri söz konusu olduğu sürece, üyelerinin ulusal bileşimi bakımından yalnızca Türk, yalnızca Kürt, vb. örgütler olamaz. Tabii burjuva milliyetçi ideolojinin yol gösterdiği milliyetçi bir politik çizgi ve buna eşlik eden milliyetçi bir örgütlenme politikası yoksa.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan proletaryasının ulusal bileşim bakımından böylesine iç içe geçmesi, proletaryanın komünist politik örgütlenmesi açısından ortak dar anlamda komünist örgütlerde (fabrika hücreleri, fabrika komiteleri, kent komiteleri, vb.) ve geniş anlamda komünist örgüt ve partilerde birleşmeleri zorunluluğunu daha da artırıyor. Burada Türk olan işçilerin Türkiye’de, Kürt olan işçilerin Kuzey Kürdistan’da toplanmış olmaları gibi bir durum yoktur. Bu durum devlet sınırları içinde enternasyonalist komünist örgütlenmenin gerçekleştirilmesi bakımından büyük bir avantajdır.
Proletaryanın Türkiye’de örgütlenmesinin biçimleri sorunu pek fazla güçlük yaratmaz. Çünkü, burada, emperyalizmin halk, özel olarak anmak gerekirse Türk halkı üzerindeki dolaylı baskısının dışında bir ulusal baskı yoktur. (Kürtlerin ve ulusal azınlıkların Türkiye’de de ulusal baskı altında tutuldukları bir gerçektir.) Kuzey Kürdistan’da durum değişiktir. Burada emperyalizmin dolaylı ulusal baskısının yanı sıra, Türk egemen sınıflarının dolaysız ulusal baskısı vardır. Kuzey Kürdistan, parçalanmış, paylaşılmış Kürdistan’ın Türk devleti tarafından işgal ve politik olarak ilhak edilmiş bir parçasıdır. Burada iç içe geçmiş emperyalist ve şoven Türk milliyetçiliği biçiminde ulusal baskı vardır. Kuzey Kürdistan Türk ordusunun işgali altındadır. Politik yerel yönetim valilik, kaymakamlık, vb. aracılığıyla Türklerin elindedir. Kürt ulusu, yaşadığı topraklar işgal ve ilhak edilmiş, yani zorla Türk devletinin sınırları içine katılmış ve, zor yoluyla da öyle de tutulan sömürge boyunduruğu altında yaşayan bir ulustur. Son yıllardaki kimi kısmi iyileştirmelere karşın bütün ulusal-demokratik hakları elinden alınmıştır. Bu ulus için, özellikle de bu ulusun geniş emekçi kitleleri için en yakıcı sorun hala sömürgeci ulusal boyunduruk, ulusal haklardan yoksunluk sorunudur.
Türk nüfusunun çoğunluk oluşturduğu coğrafi bölgenin yanı sıra, Kürt nüfusunun çoğunluk oluşturduğu bir coğrafi bölge var. Türkiye Cumhuriyeti, politik ve yönetsel bakımdan her iki bölgeyi birleştiriyor. Birinci bölge Türkiye, ikinci bölge Kuzey Kürdistan ya da hangi politik sınırlar içinde yer aldığını anlatmak bakımından Türkiye Kürdistanı’dır. Bu bölge Kürdistan’ın 17. ve 20. yüzyıllarda bölünmesi sonucunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin politik sınırları içinde kalmıştır. Kuzey Kürdistan (Kuzey Kürdistan), gerek toprak bütünlüğü, gerekse nüfus bakımından Kürdistan’ın en büyük parçası olmasının yanı sıra, bir Ortadoğu ve dünya sorunun olan Kürt ulusal sorunu bakımından da en önemli parçadır. Türkiye bölgesinde bir Kürt azınlık (işçi, memur, öğretmen, tüccar, sanayici, öğrenci, esnaf, zanaatkar, yarı-proleter, köylü, vb. olarak), aynı şekilde Kuzey Kürdistan bölgesinde de bir Türk azınlık vardır ve bunlar kentler ve köyler arasında dağılmışlardır.
Proletaryanın sınıf örgütlenmesi ulus ya da etnik köken ayrımlarına göre olamaz. Belirli bir devletin politik sınırları (coğrafi sınırlar tartışma konusu değildir burada) içinde ulusal bileşimleri, ekonomik, toplumsal ve politik özellikleri değişik “ulusal” bölgeler bulunabilir. Böylesi durumlarda proletaryanın komünist örgütlenmesi “ulusal” partiler, gerçekte nüfusun türdeş olmayan yapısı nedeniyle bölgesel partiler vb. biçimler alabilir. Böylesi partiler, gerçekte belirli bir ulustan işçilerin örgütlenmesi anlamında “ulusal partiler” değil, “bölgesel partiler”dir. Proletaryaya ve komünistlere gerekli olan ulusal kimliklere göre örgütlenme değil, yerel olarak komünist örgütlenmedir. “Bölgesel partiler” birleşik merkezi bir parti olarak örgütlenebilirler. “Bölgesel” ya da “özerk” partiler, merkezi partinin kongre kararları doğrultusunda ilgili bölgelerde proletaryanın sınıf savaşımını örgütler, bu savaşıma önderlik ederler.
Bugünün gerçekleri, işçi sınıfının sosyalizm uğruna savaşımının örgütlenmesi açısından, hem Türkiye’de, hem de Kuzey Kürdistan’da birer bölgesel partinin kurulmasını gerekli kılmaktadır. Bugünkü koşullarda doğru ve pratik olan budur. Türkiye’de bir parti, Kuzey Kürdistan’da bir parti. Bu partilerin demokratik biçimde merkezileştirilmeleri olarak da birleşik bir parti. Örneğin, Türkiye ve Kuzey Kürdistan Marksist-Leninist Komünist Partisi (Birleşik) ya da Türkiye ve Kuzey Kürdistan Komünist Partisi (Birleşik). Her bir bölgesel parti birleşik partiye, yani merkeze bağlı olmalıdır. Merkezde birlik bütün etnik kökenlerden komünistlerin yerel birliklerini zorunlu kılar. (İçinde bulunulan yeniden partileşme sürecinde bölgesel komünist örgütler olarak örgütlenmek ve bu örgütler arasında sıkı, iyi işleyen bir eşgüdüm sağlamak gereklidir. Bu nokta ileride ele alınacaktır). Her iki özerk bölgesel parti, söz konusu bölgelerde proletaryanın kapitalist burjuvaziye karşı savaşımının bilinçli ifadeleri olacaklardır. Bunlar çalışmalarını merkezi birleşik bir parti çatısı altında koordine edeceklerdir. Bu, belirli bir devletin sınırları içinde proletaryanın kapitalist sınıfa karşı savaşımının merkezileştirilmesi demektir. Her iki bölgesel parti de üyelerinin etnik köken bileşimi bakımından enternasyonal partiler olacaklardır. Örneğin, varsayalım ki, adı Türkiye Marksist-Leninist Komünist Partisi olan parti, üye bileşimi bakımından Türk, Kürt, Ermeni, Çerkez, Arap, Laz, vb. etnik kökenli komünistlerden oluşacaktır.
Kürt işçileri Türkiye’de göçmen işçilerdir. Göçmen işçilerin örgütlenmesinde bütün ulusal kökenlerden işçilerin ortak sınıf örgütlerinde birleşmelerini gerektiren proleter enternasyonalist göçmen işçiler politikası, nasıl Avrupa ve dünyanın diğer bölgelerindeki göçmen işçilerin örgütlenmesi söz konusu olduğunda geçerliyse, Türkiye’de de geçerlidir. Türkiye’deki Kürt göçmen işçilerin yurtdışındaki Kürt göçmen işçilerden farkları devlet sınırları içinde göç etmiş olmaları ve Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları olmalarıdır. (Türkiye dışındaki birçok göçmen işçi de bulundukları ülkelerdeki devletlerin vatandaşları oldular.) Kuzey Kürdistan’da çalışan Türk işçileri de orada göçmen işçilerdir. Yerleşiklik tarihinin eskilere dayanması burada pek bir önem taşımaz. Bu nedenle, göçmen işçilerin komünist örgütlenmesi bakımından aynı politika uygulanır. Böylesi bir yaklaşım bazılarına pek yapay görünebilir. Ancak, Misak-ı Milli tarafından koşullandırılmamış beyinler böylesi bir yaklaşımın enternasyonalist özünü kavramakta gecikmeyeceklerdir.
Bölgesel parti ya da seksiyon örgütlenmesi yalnızca Kuzey Kürdistan açısından tartışılamaz. Aynı şey Türkiye’de komünist parti olarak örgütlenme açısından da geçerlidir. Seksiyon örgütlenmesini yalnızca Kuzey Kürdistan açısından ele almak Türkiye-merkezli düşünmektir. Türkiye’deki proletaryaya, bu anlamda olmak üzere, ayrıcalık tanımaktır. Evet, ezilen ulus proletaryasıdır diyerek, komünist örgütlenme söz konusu olduğu sürece, Kuzey Kürdistan proletaryasına ayrıcalık tanınamaz ya da onun lehine eşitsizlik yapılamaz. Ama seksiyon örgütlenmesini yalnızca Kuzey Kürdistan açısından düşünmek ve tartışmak da tersini yapmaktır. Proletaryanın sayısal bakımdan asıl olarak Türkiye’de toplanmış olması, büyük sanayi ve ticaret merkezlerinin Türkiye’de kurulmuş olması örgütlenme politikası bakımından soruna genel yaklaşımda bir değişiklik yapmaz. Proletaryanın Türkiye’de fazla olması örgütlenme politikasının özünü değil, uygulanma biçimlerini, örgüt çeşitlerini ve en önemlisi de devlet ölçeğindeki sınıf savaşımında taşınan önem ve oynanan rolü etkiler. Şu tartışılmaz bir gerçektir ki, kapitalist gelişme bakımından Kuzey Kürdistan’a göre ileri olan Türkiye’deki proletarya devlet ölçeğinde motor ve önder rolü oynayacaktır. Yalnızca proletaryanın yapısı değil, son kırk yılın deneyleri de bunu gösterir.
Özgül bölgesel sorunlar ve buna bağlı olarak asgari program ve stratejideki kısmi farklılıklar, özerk örgütlenme yerine tamamen bağımsız, ayrı örgütlenmenin gerekçesi yapılamaz. Proletarya hem ulusal bağımsızlık, hem demokrasi, hem de sosyalizm savaşımını bir arada yürütür. Bu farklı nitelikteki savaşım biçimleri için farklı partiler gerekli değildir. Yalnızca asgari programa ilişkin farklılıklardan dolayı tamamen ayrı, bağımsız bir örgütlenme marksist-leninist teori açısından ciddi olarak savunulamaz. Hele de sadece Kürt komünistlerinden oluşan bir parti. Birleşik komünist partisi, kendisini oluşturan bölgesel partiler aracılığıyla farklı koşullara uygun düşen farklı programlar oluşturur, farklı stratejiler ve taktikler izler.
Somut koşullar tersini gerektirmediği sürece, belirli bir devletin sınırları içinde bütün etnik kökenlerden proleterlerin ortak sınıf örgütlerinde, bu arada tek bir komünist partide birleştirilmeleri bir ilke sorunudur. (Olanaklı olan her koşulda bütün ülkelerin işçileri ve komünistleri tek ve bölünmez sınıf örgütlerinde ve bir dünya komünist partisinde örgütlenmelidirler). Yani, nesnel ve öznel koşullar elverişli olduğu halde bir tek parti içinde örgütlenmemek kabul edilemez. Bu, proletaryanın sosyalizm savaşımında belirli bir devleti kendine temel almasından dolayı böyledir. Proletaryanın kapitalist burjuvaziye karşı savaşımı öncelikle “ulusal” bir mücadeledir, denilirken anlaşılması gereken budur. Ancak, ortak örgütlenme gereği, açıklandığı gibi, bölgesel komünist örgütlerin ya da partilerin kurulamayacağı anlamına gelmez. Belirli bir devletin sınırları içinde merkezi tek örgüt düşüncesiyle çelişmez bu. Yeter ki, bölgesel örgütler ya da partiler merkezileşsinler.
Proletaryanın iki özerk partide örgütlenmesi ilkesel olarak doğru olduğu gibi, varolan öznel ve nesnel koşullar bakımından da en elverişli olanıdır. Her iki özerk parti içinde de farklı etnik kökenlerden komünistler olacaktır. Bütün etnik kökenlerden işçilerin bu denli birbirlerine karıştıkları bir devletin sınırları içinde başa türlü de olamaz. Bugünün gerçekleri Kürt olan proleterlerin ezici bir çoğunlukla Türkiye bölgesel partisi içinde örgütleneceğini gösterir. Şu yalın nedenle ki, Kürt proleterleri büyük bir çoğunlukla Türkiye’de çalışmakta ve yaşamaktadır.
Her iki parti, proletaryanın sınıf savaşımının örgütlenmesi ve yürütülmesi bakımından bölgesel özerkliğe sahiptir. Proletaryanın sınıf savaşımının bölgesel sorunlarının çözümü ile devlet ölçeğindeki sorunlarının çözümü için savaşım verimli bir biçimde birleştirilmelidir. Bölgesel dar görüşlülük kabul edilemez. Politik sorunlar ulusal ya da bölgesel dar görüşlülük görüş noktasından değil, bütün devlet açısından formüle edilmelidir. Parça-bütün diyalektik ilişkisi burada da geçerlidir. Bölgesel ya da özerk partiler, proletaryanın kapitalizme karşı savaşımında belirli bir devletin sınırlarının temel alındığını unutamazlar.
Proletaryanın görüş noktasından, sınıf sorunu ulusal sorunun önünde olduğu için, proletaryanın sınıf savaşımının örgütlenmesinde can alıcı nokta, tartışılan bağlamda, bu savaşımın devlet ölçeğinde merkezileştirilmesidir. Zaten merkezi parti örgütlenmesi gereksinimi de buradan ileri gelir. Proletaryanın sınıf savaşımının çıkarları merkezi bir partiyi gerektirmeseydi, bölgesel partilerin demokratik ilkelere uygun olarak merkezileştirilmeleri diye bir sorun da olmayacaktı. Proletaryanın sınıf savaşımının merkezileştirilmesi olmayan birleşik bir parti anlamsızdır. Proletaryanın sınıf bakış açısından birleşik parti, Kürt proleterlerinin asıl olarak Türkiye’de bulunmalarından dolayı daha bir zorunluluktur. Sınıf bilinçli proletarya ve bütün komünistler bakımından her şeyin üstünde tutulması gereken temel sınıf çıkarları ve özel olarak anmak gerekirse, sosyalizm uğruna savaşımıdır. Bundan dolayıdır ki, Kürt ulusunun sömürge boyunduruğu altında tutulan bir ulus olması genel ulusal sorunların ön plana çıkarılmasını gerekli kılmaz. İşçi sınıfı açısından, genel ulusal sorunlar içinde kendi sınıfsal sorunları ve çıkarları her zaman ön plandadır.
Komünistler bir ulusun kendi politik geleceğini kendisinin belirlemesi ilkesini kayıtsız koşulsuz savunurlarken, proletaryanın kendi politik geleceğini kendisinin belirlemesini her şeyin üstünde tutarlar. Komünist devrimci bakış açısından, proletaryanın ve sosyalizmin sorunlarının ve çıkarlarının genel ulusal demokratik sorunlar ve çıkarlar içinde ikincil duruma düşürülmesine izin verilemez. Örneğin, parçalanmış Kürdistan’ın birleştirilmesini birinci plana yerleştirenler ve proletaryanın örgütlenmesi sorununa bu açıdan bakanlar, Kürdistan proletaryasının da temel sınıfsal çıkarlarına zarar veren bir tutum içindedirler. Türkiye proletaryası ile Kuzey Kürdistan proletaryasının savaşımda ve örgütte birlikleri için elverişli nesnel ve öznel koşullar varolduğu halde Kuzey Kürdistan’da ve Kürdistan’ın bütün parçalarında ayrı, bağımsız olarak örgütlenme politikası , hem Türk, hem de Kürt kapitalistlerinin ve emperyalistlerin sömürülerini, ideolojik ve politik hegemonyalarını sürdürmelerine yardımcı olan bölücü bir politikadır. Kürt ulusunun ulusal kurtuluşunu (ulusal sorun) proletaryanın sınıfsal kurtuluşunun (sınıf sorunu) önüne çıkaranlar, sınıf sorunu ile karşılaştırma içinde ikincil olan ulusal sorunu ön planda tutanlar yalnızca proletaryanın kapitalist sömürü ve baskıdan kurtuluşu uğruna yürüttüğü savaşımına zarar vermekle kalmıyorlar, aynı zamanda Kürt ulusunun ulusal kurtuluşa kavuşmasını da geciktiriyorlar. (Bütün Kürdistan ölçeğinde örgütlenme politikasının, bugünün bölgesel politik gerçekleri bakımından ne denli hayalci, ne denli olasılık dışı ve ne denli oyalayıcı olacağına ileride değinilecektir.)
***
Gelecek sayıda ulusal soruna ilişkin çözüm önerileriyle proletaryanın komünist örgütlenmesi sorununa getirilen çözüm önerileri arasındaki ilişki ele alınacaktır.
Devrimci Bülten Sayı 33, Devamı...
(1) Bu sayıda ulusal sorun ile komünist örgütlenme ilişkisini konu alan bir yazı dizisine başlıyoruz. “Ulusal Sorun ve Komünist Örgütlenme” başlıklı broşürüm (1989) ve Türkiye Komünist İşçi Hareketi tarafından hazırlanan tasarıyı konu alan “ ‘Kürt Ulusal Sorunu ve Tutumumuz’ Başlıklı Yazıya İlişkin Bazı Notlar” (1990) başlıklı yayımlanmamış yazım bu yazı dizisinin ana gövdesini oluşturuyorlar. Bu sayıda çok-uluslu devletlerde komünist örgütlenme sorununun genel bir konuluşu, sınıf sorunu-ulusal sorun ilişkisi, Kuzey Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesi sorunu, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki farklı koşullar ve görevler, bölgesel partiler olarak komünist örgütlenme ve bu bölgesel partilerin merkezileştirilmeleri gibi konular ele alınacaktır.
(2) Kuzey-batı Kürdistan ya da, belirli bir devletin politik sınırları içinde yer alıyor olması nedeniyle Türkiye Kürdistanı adı da kullanılabilir. Politik ve ekonomik ilhakın, yani sömürge olgusunun kanıksanması ve Türk şovenizminin güçlü etkisinin varlığı gibi nedenlerle Türkiye Kürdistanı adının kullanılması tercih edilmedi.
|
 |
|
|
|